Devrimci Çalışma Perspektifi ve Tasfiyeciliğin Panzehri Olarak Devrimcilik
Her çeşit tasfiyeci tahribat-tahrifatın yol açtığı
ideolojik-siyasi kırılma ve derinleşen örgütsel erezyon başta olmak üzere, bu
girdapta palazlanarak birikmiş köklü sorun, yaşanan yabancılaşma, çürüme ve
deformasyonla boy veren öğütücü tasfiyeciliğe karşı, proleter devrimci
barikatın örülmesi elzemdir…
Devrim bağlamında ‘‘mücadelenin neden gelişmediği” sorusu,
temel kaygımızı ifade eden bu başat mesele üzerinde durmamızı emrederek bizzat
bizleri muhatap ve görevli kılmaktadır. Devrim ve mücadeleye dair
küçükten-büyüğe her sorun komünistlerin sorumluluk alanındadır.
Sorun, tasfiyeci sürecin devrimi kuşatarak sağ-pasifist
kulvara itmesi kadar anlamlı ve/veya tasfiyeciliğin devrim saflarına sinsice
nüfuz edip militan devrimciliği hapsetmeye uzanan tehditkâr bir tehlikeye
dönüşmesi kadar büyüktür… Sorunun kaynağını tasfiyecilik genellemesinde tespit
etmek yanlış olmaz. Özet itibarıyla sorunu, tasfiyecilik ve tasfiyeciliğe karşı
mücadele sorunu olmak üzere iki ana meselede özetlemek isabetle yerinde olur.
Her çeşit tasfiyeci tahribat-tahrifatın yol açtığı
ideolojik-siyasi kırılma ve derinleşen örgütsel erezyon başta olmak üzere, bu
girdapta palazlanarak birikmiş köklü sorun, yaşanan yabancılaşma, çürüme ve
deformasyonla boy veren öğütücü tasfiyeciliğe karşı, proleter devrimci
barikatın örülmesi elzemdir…
Tasfiyecilge kayıtsız kalınamaz. Süreç, Kaypakkaya çizgisi
ve MLM ideoloji ekseninde pratikleşecek olan komünistlerin bilinçli devrimci
müdahalesine muhtaçtır. tafsiyeciliğe ortak olmak, siyasi ölüme davetiye
çıkarmak ve kendini inkar etmek demektir. Komünistler açısından sorun bu kadar
nettir. Sorununun, bütünlüklü mücadeleler sürecini gerektiren muhtevasıyla
kapsamlı ve derin bir sorun olduğu aşikardır. Ama aynı şekilde, aşılması ve
sürecin tersine çevrilmesi tarihsel sorumluluğunun komünistlerin omuzundaki bir
yük olduğu da bir o kadar gerçektir.
Tasfiyecilik, komünist devrimci ilke, strateji ve siyaseti
ışığında yükselen mücadele pratiğiyle püskürtülecek; bunda başka bir yol
yoktur. Devrimin zaferi nispeten uzun bir zamana yayılabilir, gecikebilir.
Ancak mücadele, her an ve her şart altında bir gerçek olarak vardır; engellere
rağmen sürekli ve sürdürülebilir dinamik bir olgudur. Çelişki yasasının sınıflı
toplumlardaki tezahürüdür bu.
Mücadelenin gelişmemesi veya geliştirilememesi
tasfiyecilikle doğrudan alakalıdır. Tasfiyecilik bir sonuçtur, mücadelenin
gelişmemesi-geliştirilememesi de öyle… O halde iki sonucu doğuran nedenler
vardır ve bunlara bakmak meselenin özüdür…
Tasfiyecilikte anlam kazanan sorunumuz, tasfiyeciliğin yol
açtığı mücadelenin geliştirilmemesi ve tersinden tasfiyeciliğe karşı
mücadelenin geliştirilmesi sorunudur… Kimse tasfiyeci değil ama mücadele
pratiğine bakıldığında tasfiyecilik hakimdir! Bu gariptir, çelişkidir ve izaha
muhtaç bir tablodur…
O halde, sorunun özüne odaklanmalıyız.
Nesnel şartlar devrim için ne kadar uygun ve elverişli
olursa olsun, bunların kendi başına veya kendiliğinden devrime çıkması tasavvur
edilemez. Nesnel şartlar devrimin sadece bir ayağıdır; devrim tek ayak üzerinde
yürümez. Onun gelişip güçlenmesi ve zafere ilerlemesi iki temel şarta, bu iki
şartın bir arada bulunması ve uyum içinde olmasına bağlıdır. Nesnel şartların
uygun olmasının yanı sıra, sübjektif şartların da uygun ve yeterli ölçüde var
olması, devrim için gerekli olan ya da devrimin talep ettiği ikinci şarttır.
Özcesi, devrim, gelişip zafere ulaşmak için nesnel ve sübjektif olmak üzere iki
temel şart arar. Bunlardan birinin eksikliği devrimi geciktirir, ikisinin
varlığı ise devrimi geliştirir. Nesnel koşulun belirleyici önemine karşın,
sübjektif koşul önemsiz değil, bilakis nesnel koşul üzerinde değiştirici tesir
gösteren yeteneğiyle başlı başına belirleyicidir. Değiştirme yeteneğine sahip
olan sübjektif şartın, nesnel koşul ile uyumlu olması kaydıyla, yaşamsal önemde
belirleyici bir şart olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Devrimci hareketin önderlikten kurumsallaşmaya,
kolektivizmden komiteleşmeye, kadrodan aktiviste, örgütten örgütlenmeye,
mücadeleden siyasete, ideolojiden teoriye, gelişmekten güç olmaya,
kitleselleşmekten kitlelere hitap etmeye, yöntemden araçlara, disiplinden
demokrasiye, merkeziyetçilikten ademi-merkeziyetçiliğe, ajitasyondan
propagandaya kadar en geniş yelpazeye serpilen bir dizi sorunu, bir o kadar da
zaafı var.
İdeolojik-siyasi-örgütsel perspektiflerinde taşıdıkları
nitel-nicel, temel-tali, öz-biçim gibi karakteristik ve nüansal ayrışımlar fark
etmeksizin, devrimci mücadeleyi omuzlayan siyasi parti ve örgütlerin hemen
hepsinin; politikleşme, çizgileşme, iradeleşme, söz-eylem birliğinde tutarlılık
ve güven verme, ikna gücü ve inandırıcı olma, bilimsel inançta pekişme ve
yaratıcılık, militanlaşma ve feda ruhunu kuşanma, cüret etme, iddialı ve
kararlı olma, devrimci netlik ve profesyonelleşme, tecrübelerden ve kitlelerden
öğrenme, objektif nesnel durum ile sübjektif durum arası uyumunu yakalama,
değişim yasasını takip etme ve gelişme çizgisini sürdürme gibi temel sorunlarda
derin zaaflar taşıdığı söylenebilir… Örgütsel güç kaybı, dağınıklık,
edilgenlik, erime ve militan kulvarda pratiksizlik, eylemsizlik ve koca bir
boşluk bu zaafı çek ederken, tasfiyeciliğin derin izlerini resmetmektedir…
Toparlamaya çalıştığımız bu tablo, yaşamsal ihtiyaç olarak
örgüt, mücadele ve müdahale sorununu öne çıkarır. Örgüt, mücadele ve müdahale
meselesi, ideolojik-teorik-siyasi çerçeve bir kenara bırakılacak olursa, ki bu
da dahil, son tahlilde gelip insan da toplanır, insan unsurunda karşılık bulur.
İnsandaki bilimsel güç, yetenek, cüret, kararlılık, militanlık ve yaratıcılık
gibi öğeler, bir taraftan örgütten beslenir, öte taraftan örgüte nitelik verir.
İnsan sorunu örgüt sorunudur, örgüt sorunu da insan sorunudur. Örgüt,
ideolojiden teoriye, dünya görüşünden sınıf niteliği ve siyasetine, stratejiden
taktiğe bütün unsurlarıyla somut araçta/maddi mekanizmada vücut bulur. Bunların
tümünü temsil eden, taşıyan, koordine eden, yürüten, oluşturan ve yaşatan
insandır. İnsanın bilinçli dinamik rolü tayin edicidir derken tam da bunu
kastediyoruz. Bu durumda bütün sorunların temeli insandır demek yanlış olmaz.
Teori, strateji, siyaset, taktik, program, tüzük vb. kendiliğinden hareket
etmez, bilakis insanla bütünleştiğinde pratik üretir, değer kazanırlar…
Şayet tasfiyecilik varsa, bu insanda yuvalanır, onda anlam
bulur ve bir bakımda onun tavır ve duruşuna bağlı olarak olguya dönüşür. İnsan
isterse, yani bilinçli, kararlı devrimci bir irade ortaya koyarsa, pekâlâ
tasfiyeciliği önler, önleme yeteneği sergiler ve onun zemin bulmasını engeller.
Lakin insanın zaaf ve zayıflıkları ya da güçlü tavır ve kararlı dirayeti
tasfiyeciliğin de devrimciliğin de gelişip gelişmemesinde belirleyici rol
oynar. Ve bu, kolektif mekanizmadan bağımsız değilken, o mekanizmayı temsil
eden insanla doğrudan alakalıdır. Özcesi, sorunlardaki etkileri bağlamında
insan ile örgütü eşdeğerde görmekteyiz, doğru olan ikisini karşı karşıya
koymamaktır…
Örgüt, birçok özelliğinin yanı sıra, demokrasi ve disipline
dayanır, bunlara kesin ihtiyaç duyar. Demokrasinin olmadığı şartlarda her türlü
verimsizlik, kısırlık, gönülsüzlük, zorakilik, hoşnutsuzluk, uyum-birlik sorunu
gibi problemler köpürerek baş gösterir. Bu zemin, dedikodu, karalama, kişisel
sürtüşmelere, kırılmalara, dağılmalara, parçalanmalara, kopmalara ve her türden
yıkıcı gelişmeye zemin yaratır. Demokrasinin olmadığı ya da sağlıklı işlemediği
bir örgüt, ben-merkezci, dayatmacı, salt talimatçı, emir-komuta zincirinde
bürokratik, işleyişte baskıcı, yaratıcı yeteneği körelten ve son tahlilde şefçi
örgüt tipi olarak iş yapamayan ve irade-eylem birliğini sağlayamayan bir örgüt
olur… Demokrasinin olduğu örgütlerde de buna benzer birçok sorunun yaşadığı
doğrudur. Ancak, demokrasinin varlığı bu sorunları azaltır, gelişmelerinin
zeminini kısırlaştırır…
Disiplin de en az demokrasi kadar örgüt için temel bir
gereksinimdir. Disiplinin olmadığı örgüt, laçka, kendiliğindenci, çok başlı,
burjuva örgütlükçü serbestlik, keyfiyetçi, irade-eylem birliği iğdiş edilmiş,
kararları uygulayamayan, harekete geçirilemeyen, iş yapamaz, hantal bürokratik
bir mekanizmaya dönüşür. Demokrasiyle disiplinin birbirine karşıt olgular
olmasına karşın, demokratik-merkeziyetçilik ilkesi altındaki uyumlu birlikleri
düşünüldüğünde, ikisinin bir bütünün koparılamaz iki parçası olup komünist
örgüt-parti için adeta birer can suyudur. Disiplinin olmadığı yerde, başı
bozukluk, kuralsızlık, karmaşa, inisiyatifsizlik, işleyiş ve kararlara uymama,
uygulamama, irade-eylem birliğinden yoksunluk, örgütün harekete geçirilememesi,
görevlerin yürütülmemesi veya yerine getirilmemesi, kısacası örgütün tıkanarak
mücadele direncini yitirip felç olması kaçınılmazdır…
Bu durumda, salt demokrasi ve disiplin bağlamında
düşünüldüğünde bile, bu iki unsurun sorunlu olduğu bir örgüt-partinin militan
devrimci çizgiyi geliştirmesi ve tasfiyeci saldırılara karşı koyması mümkün
olabilir mi? Kuşkusuz ki, hayır. Olağan işleyiş ve görevlerini yürütemeyen bir
mekanizmanın tasfiyeciliğe karşı keskin bir mücadele dirayeti ortaya koyması
hayal olur. Dolayısıyla örgütün nitelikli, sağlam ve amaçlarına uygun çerçevede
ayakları üzerine oturtulması gerekliyken, bu örgütü temsil eden her örgüt üyesi
aktivistinin aynı çerçevede ideolojik-siyasi ve örgütsel prensiplerde
sağlamlaşması da şarttır…
Gelişmeleri öğrenerek bilgi edinme ve ona karşı
siyaset-taktik geliştirme vb. bağlamında burjuva veya genel olarak basını takip
etmeyi bir kenara bırakalım, kendi basınını takip etmekten, okuyup tartışmaktan
ve eleştirmekten aciz olup bunlar karşısında sorumluluk duymayan, örgütsel
görev ve sorumlulukları karşısında keyfiyetçi, pazarlıkçı, kendiliğindenci,
duyarsız ve tembel olan, zamanının yarısını bile örgütsel devrimci çalışmalara
ayırmayan, bedel ödemekten tamamen sakınan-göze alamayan, kişisel yaşamından
gerektiği kadar ödün vermeyen, örgütün savunu ve düşüncelerini öğrenmeye ciddi
düzeyde gayret etmeyen, örgütün siyasetini savunmayı ve pratiğini geliştirmeyi
esasta dert edinmeyen, devrimciliği verilen görevleri yapmakla sınırlayan,
sokak eylemleri ve direnişlerinden, protesto ve gösterilere katılmaktan imtina
eden, devrimci önderlerin portrelerini, slogan ve pankartlarını taşımaktan
çekinen, kendisini geliştirmeyen, okumayan, araştırmayan vb. bir örgütsel
potansiyelin hakim olduğu bir örgüt, bir devrimcilik tarzının veya bir
devrimciliğin militan mücadeleyi geliştirmesi ve tasfiyeciliğe karşı gerçek bir
mücadele yürütmesi tasavvur edilebilir mi?
Öte taraftan, kurumsallaşma, kitleselleşme ve genel
örgütlenme çalışmaları başta olmak üzere, komite ve organsal işleyiş temelinde
kolektif irade ve inisiyatifin geliştirilmesi, çalışmaların şevkle yürütülmesi,
somut hedef ve görevler temelinde planlanması, görevlerin yürütülmesi ve
başarılması için gayret gösterilmesi, denetim, uyarı ve eleştiri
mekanizmalarının sağlıklı işletilmesi, zamanında ve yerinde müdahalelerin
yapılması, bu bağlamda doğru ve yetkin bir önderlik rolünün sergilenmesi gibi
konularda yeterlilik göstermeyen bir örgüt realitesi tasfiyecilikten
sakınabilir mi ya da ona karşı başarılı bir mücadele ortaya koyabilir mi? Tabii
ki başaramaz! Bu pratik kıyastan hareketle, tasfiyeciliğin nedenlerini ve
mücadelenin geliştirilememesinin nedenlerini kendimizde, kendimizin temsil
ettiği örgütte, genel örgütsel durumda ve hepsinden birinci derecede sorumlu
olan önderlikte aramak yanlış olmaz…
Elbette ki, tasfiyecilik bizlerden bağımsız olarak veya
bizlere rağmen, emperyalist burjuvazi ve uzantılarının stratejik saldırılarla
devreye sokup yürüttüğü dışsal bir gerçek olarak da vardır. Ve irademize rağmen
yaşam hakkı bulabilen özelliğiyle nesnel bir gerçeği de ifade eder bu durum.
Fakat bu nesnel tasfiyeci durum, belli ölçülerde bizlere etki yapsa da, son
tahlilde ortaya koyacağımız pratik etkinlik ve mücadele ısrarı doğrudan
bizlerin iradesine bağlıdır. Yani, bizler, dışımızda var olup gelişen tasfiyecilikle
paralel bir rotaya girmez ve ona karşı kararlı, bilinçli devrimci bir direnç
gösterirsek tasfiyeciliğin bizleri kuşatması, mücadelemizin gelişimine damga
vurması ya da hakim olması mümkün olmaz. O bizlerde karşılık buldukça, bizlerin
zaaf ve zayıflıklarından yararlandıkça büyük bir olgu ve tehlikeye dönüşebilir.
Dolayısıyla tasfiyeciliğin bir ayağı dışardaysa bir ayağı da içerdedir.
Mücadelenin neden gelişmediği sorusunun bir ayağı genel tasfiyeci durumla
açıklanabilirken, diğer ayağı bizlerin zaaf ve yetersizliklerinde karşılık
bulur. Bizi ilgilendiren ve doğrudan bizim meselemiz olan bir sorunda bizim
belirleyici bir öge olduğumuz inkar edilemez. Nesnel şartları dikkate alıp
tanımalarız ama onların arkasına sığınarak hata ve zayıflıklarımızı izah
edemeyiz. Nitekim, en ağır tasfiyeci şartlara rağmen, şu veya bu biçimde de
olsa, yetersiz ve zayıf da olsa devrimci mücadele yürütüyor, istenilen düzeyde
olmasa da kimi görevlerini gerçekleştirebiliyoruz. Demek ki, daha sağlam bir
bilinç ve kararlı duruşla daha fazlasını da yapabiliriz. Tasfiyeciliğe rağmen
militan devrimciliği üretebilir, mücadeleyi
geliştirebiliriz…
Devrimci Çalışma Perspektifi ve Tasfiyeciliğin Panzehri Olarak Devrimcilik- 2
Emperyalist dünya gericiliği ve onun piyonel türevi iktidarlar bizzat krizlerin kaynağı, yoksulluğun üretim merkezleri, savaş, acı ve felaketlerin yaratıcılarıdır.
Yoksul dünya halkları ve tüm ezilen emekçi
sınıflar bu gerçeği her gün daha derinden yaşayarak görmektedir. Toplumsal
talep ve çelişkileri arkasına alan mücadele pratiği yükselen devrimci eğilimi
yöneterek alt-üst oluşlara taşıyacaktır. Tasfiyecilik karşıtını doğurmaya
mahkumdur, daha güçlü doğuracaktır…
Tasfiyeciliğin nedenlerini ve mücadelenin neden gelişmediği-geliştirilemediği sorusuna yanıtlar ararken, meselenin özünde yatan gerçeğin esasta şu olduğu kanaatindeyiz; emperyalist dünya sistemi gericiliğinin büyük bir tahakkümle ortaya koyduğu nüfuz ve bir gerçek olarak özellikle askeri teknik-teknolojide sağladığı devasa gelişmeler karşısında, sınıflar mücadelesi ve devrimin geliştirilerek başarıya ulaştırılmasında, dolaysıyla bu gericiliğin yenilip yıkılmasında, açıktan kabul edilmemiş fakat içten içe yaşanan ciddi bir kırılma ve inançsızlığın sökün ettiği söylenebilir.
Bu durum bir genelleme olarak her temsil için geçerli değildir, olmayabilir.
Lakin genel ekseriyetin bu ideolojik kırılmadan mustarip olduğu inancındayız.
Tek-tek her hareket için aynı düzeyde etkilenme ve dolayısıyla aynı iddiada
bulunmak sübjektif olur. Zira, her şeye karşın direnen, direnç gösteren,
mücadele eden ve bedel ödeyen bir komünist ve devrimci hareket gerçekliği inkar
edilmez biçimde mevcuttur…
Faşist baskılar altında geri çekilmek, sinmek ve edilgen
pozisyona geçmek, bir bakıma onun tarafından yönetilmek ve kontrole alınmak
anlamına gelir. Bu anlamda, mücadelenin militan çizgide geliştirilememesinin
nedenlerini faşist baskılarda aramak ya da azgın baskı ve saldırıları gerekçe
göstermek, bir gerçeği ifade etse de, son tahlilde şartlara boyun eğme tavrı ve
eğilimiyle bir yanlıştır. Devrim ve mücadele zorlu bir iştir ve siyasi
içeriğiyle faşizme karşıdır. Dolayısıyla faşizmin varlığı mücadelenin geri
çekilerek tasfiyeci şartlara yatırılmasına gerekçe edilemez. Mücadele aslen
pratiğin içinde gelişir, pratikten kopuk mücadele kördür. Savaşmadan savaşın
kazanılmasından bahsedilemez…
Keskin kopuşlara ötelenemez derecede kesin bir ihtiyaç vardır. Bunun zorluğu aşikardır. Özellikle yaşanan ideolojik kırılma ve derin tasfiyecilik şartlarında bu zorluk çok daha kuvvetlidir. Lakin imkânsız değildir. Daha da önemlisi, bu kopuş bilinci ve perspektifine sahip olmaktır. Hemen gerçekleştirilmeyecek militan kopuş, stratejik bakış ve yönelimle sağlanacak birikim ve hazırlıklarla yakın-orta vade geleceğin çıkışını temsil edebilir.
Doğrultuyu devrimci özde tayin etmek önemliyken, bu doğrultuyu besleyen
arterleri pekiştirmek şarttır. Devrimin atar damarları stratejiktir, bunlara
kan taşıyan toplar damarlar ise ‘‘soluk borularıdır.” Stratejinin ana darbeyi
vurması için taktik siyasetlerin yeteneğinden yararlanmak kaçınılmazdır.
Militan kopuş ve bilinç perspektifini aktüel görev olarak önümüze koymalı, bu
geleceğe hazırlanmalıyız. Müdahale ve çalışmalarımız bu süreci hızlandıran
etkenlerdir. Şartlar devrimin lehine gelişecek, gelişmektedir; bu
kaçınılmazdır…
Emperyalist dünya gericiliği ve onun piyonel türevi
iktidarlar bizzat krizlerin kaynağı, yoksulluğun üretim merkezleri, savaş, acı
ve felaketlerin yaratıcılarıdır. Yoksul dünya halkları ve tüm ezilen emekçi
sınıflar bu gerçeği her gün daha derinden yaşayarak görmektedir. Toplumsal
talep ve çelişkileri arkasına alan mücadele pratiği yükselen devrimci eğilimi
yöneterek alt-üst oluşlara taşıyacaktır. Tasfiyecilik karşıtını doğurmaya
mahkumdur, daha güçlü doğuracaktır…
Devrimci Mücadelenin Mantığına Uygun Pratik Çözümler …
Devrim istiyoruz! Mücadelenin gelişip büyümesini istiyoruz! Bunlar katıksız biçimde haklı, masum-meşru, niyet ve irade olarak tamamen doğru istemlerdir! Lakin salt istemek yetmez. İstenileni gerçekleştirmek ve gereğini yerine getirmek, yani yapmak asıl olandır. Dahası, bu istemlerin tutarlı olabilmesi, bir o kadarda gerçekleşebilmesi belli şartlara bağlıdır; bizzat bizlerin yerine getirmesi gereken şartlardır.
Biz istiyorsak ve şayet samimi
olarak istiyor isek, o halde şartları öncelikle biz yaratmalı, geliştirilip
gerçekleştirilmesini istediğimiz mücadeleyi öncelikle biz yerine getirmeliyiz.
Bilinç bu olmalı, tavır-tutum ve pratik bu olmalıdır. Gelişmenin ve başarmanın
yasaları buradan geçer, mantık bunu emreder. Tutarlı olmak olmazsa olmaz bir
kuraldır; güven veren, etki yaratan, kazanan gücün temel bir unsuru
tutarlılıktır. Tutarlılık, söz-eylem birliğidir, kararlılıktır, ısrar ve
özgüvendir…
Bunlardan hareketle;
Birinci
şart: Davranış ve bilinç olarak ne
devrimi ve ne de mücadeleyi başkalarına havale etmemeli, kendi görev ve
sorumluluğumuz dışına atarak başkalarından beklememeliyiz. Önce biz yapmalıyız.
Biz yapmadan başkalarının yapmasını bekleyemez, yapılması gerekenleri başkalarından
isteyemeyiz. Daha da önemlisi, az çalışıyorsak, çok çalışmaya başlamalıyız.
Gevşek tutuyorsak, sıkı sarılmalıyız. Yeterince zaman ayırmıyorsak, yeteri
kadar zaman harcamalıyız. Az araştırıp inceliyorsak, daha çok araştırmalı,
okumalıyız. Bilmiyorsak öğrenmeliyiz. Başaramıyorsak başarmalıyız. Geliştirmek
için gelişmeli, değiştirmek için değişmeliyiz… Bu bilincin özümsenerek
pratikleştirilmesi yabana atılamaz bir gereksinimdir. Çünkü devrimci olan da
budur, eksik ve yetersiz olan da budur.
İkinci şart: Devrimciliğe aykırı olan her zaaf ve hastalığı ayıklayarak terk etmek zorunludur. Mesele devrim ve mücadelenin geliştirilmesi ise, bu ancak burjuva ideolojik etkilerin ürünü olan sorunların mümkün olduğu ölçüde törpülenerek, yerine devrimciliğin sağlam temellere oturtulması ve yalın devrimciliğin ikame etmesi-ettirilmesiyle mümkün olur. Bir ayağımız burjuva düzen ve yaşamda, bir ayağımız devrimde olursa devrimciliğin hakkı verilemez. Her türden ikircik, tereddüt ve kişisel-bencil kaygı aşılarak, duruşta netlik sağlanmalıdır.
Şartların değişmesi, koşulların başkalaşması,
ihtiyaçların yenilenmesi, metot ve siyasetlerin geliştirilmesi gibi sıralanacak
hiçbir tartışma devrimciliğin temelini değiştirmez. Devrim gerekli, devrimcilik
her durumda geçerlidir. Her değişim ve farklılığı göğüsleyerek geçerli olan,
yalnızca ve yalnızca devrimdir, devrimciliktir, mücadeledir. Gücü büyütecek,
gelişmeyi sağlayacak, zorluk ve engelleri aşacak tek yol ve silah budur…
Üçüncü
şart: Yakınmak devrimci tutumla
bağdaşmaz. Çünkü devrimcilik, zorluklar karşısında cüretkâr bir müdahale
pratiği, bilimsel bir değiştirme eylemi ve engel tanımayan bir yaratıcı çözüm
iradesidir. Yakınmak ise bunun tam tersidir; devrimci nitelik karşısında geçersiz
ve hükümsüzdür. Yakınmacılığın her türü çaresizliktir; acizliğin ve
çözümsüzlüğün bir yansımasıdır. Aciz ve çaresizliğin ve çözümsüzlüğün tipik bir
yansıması olan yakınmacılık, devrimci tutuma temelden ters ve yabancıdır.
Zorluk ve sorunlar karşısında devrimcinin sergileyeceği tek tavır, yılgınlık ve
karamsarlığa kapılmadan azimli mücadele tavrıyla bu zorlukları yenmektir. Tersi
tutum, zorluklara boyun eğmek ve teslim olmaktır.
Dördüncü
şart: Hareketsizlik, durağanlık,
tembellik, eylemsizlik, edilgenlik ve müdahalesizlik halleri, devrimciliğin
ruhuna aykırı olmakla birlikte, kendiliğindenciliğin görüngüsü, pasifizmin
izdüşümleridir. Devrimcilik, her an yaşanan bir dinamizm halidir. İş yapan, kafa
yoran, uğraşan, geliştiren ve değiştiren dinamik bir uğraştır.
Kendiliğindencilik ise, işleri oluruna bırakan, eklemleri pas tutarak müzmin
hareketsizlik ve müdahalesizlik sergileyen, gelişmeler ve gidişat karşısında
inisiyatifsiz kalarak seyirci duran ve “bekle-gör” tavrıyla malul bir
iradesizliktir… Pasifizm kendiliğindenciliğin sonuçlarından biridir; nedeni de
sonucu da devrimciliğe taban-tabana zıttır…
Beşinci şart: Dogmatizm gelişmenin önündeki ciddi bir engel, mevcudu korumakla biçimlenen anti-bilimsel, dar-döngücü ve statükocu engellerden biridir. Devrimcilikle bağdaşmayan ve yeniliğe kapalı bilim dışı bir anlayış problemidir. Aşırı-demokrasi, bir burjuva özgürlükçü anlayış olarak, merkeziyetçilik ve disiplini baltalayan, aynı zamanda laçkalık ve liberalizmi besleyen diğer bir zararlı anlayış sorunudur. Liberalizm, uzlaşmacı yapısıyla ilkesizliğin bir türü ve kaynağıdır. Tipik bir oportünizm yatağıdır.
Tepki, yöntem ve yaklaşım bağlamında sekterizmi koşullayan bir anlayış
sorunudur liberalizm. Liberalizm de sektarizm de yıkıcı etkileriyle gelişmeyi
sabote eden birer sapma ve ilkesizliğin sağ ve sol biçimleridir. Sekterizm
“sol” ve dogmatik özelliğiyle, sabit, mekanik, statik, tekrar siyaseti ve
gerçekten kopan yapısıyla oportünist iken, liberalizm de elastiki, omurgasız,
tutarsız, uzlaşmacı ve ilkesiz siyasetiyle oportünisttir… Liberalizm zor
karşısında geriye çekilerek, sektarizm de aşırıya kaçarak birer kırılma çizgisidirler;
bu nitelikleriyle bilimsel devrimci çizgiden uzaklaşan yaklaşımlardır.
Altıncı
şart: Günü kotarmaya hapsolan yönelim
aşılması gereken siyaset tarzıdır. Uzun vadeli düşünüş ve planlamaya oturan bir
doğrultu devrimci siyasetin stratejik motivasyonudur. Güncel siyaset
motivasyonu devrimci mücadeleyi besler. Ancak bu devrimin temel sorunlarında
kalıcı çözüm yaratmaya yetmez, temel taşların döşenmesini karşılamaz. İkisini
elden bırakmamalı, yerine göre kullanmalı ama önceliği stratejik mücadele esası
ve biçimlerine ayırmalıyız. Çünkü köklü kazanımlar stratejik tarz ve
mücadelelerin eseriyken, taktik unsurlar bunu destekleyen zorunlu
gereksinimlerdir. Devrim için mücadele salt strateji kuruluğuyla
geliştirilemeyeceği gibi, salt taktikler veya taktik siyasetler üzerinden de
geliştirilemez. Stratejik siyasetin yürütülmesi elzemdir. Taktik siyaset stratejik
siyasetin altında biçimlenir ve ona hizmet ettikçe anlam kazanır. İkisinin
uyumu ve birliği gerçek mücadele tarzıdır.
Yedinci şart: Kibir, küçümseme, üstencilik, kendini beğenmişlik, popülizm ve kariyerizm gibi ideolojik deformasyondan ideolojik mücadele yolu benimsenerek kesinlikle arınılmalı; mütevazı ve alçakgönüllü olma prensibiyle hareket edilmelidir. Etikete, rütbe ve kariyere düşkünlük yıkılmalı; bu iktidar ve toplum tasavvurumuzun şimdiden güvenceye alınması değerinde önemlidir. Yukarıdakilerden negatif kategoriye ait olan unsurlara karşı gerçek bir mücadele ve pratik sergilenmek durumundadır ki, bu pozitif özelliklerin geliştirilmesinin kaçınılmaz yoludur.
İdeolojik sağlamlık ve
netlik şarttır; komünist devrimci niteliğin temsil edilmesi bu netlikle
sağlanabilir. Proleter ve burjuva olmak üzere iki karşıt ideolojinin
harmanlanması veya ikisinin aynı anda taşınıp temsil edilmesiyle devrimci yol
yürünemez… Ne bireyler-kahramanlar, ne de mevki ve rütbeler kurtarıcıdır;
kolektif akıl, bilinç ve biçim en güçlü kuvvettir…
Sekizinci şart: Son derece sade, yalın ve berrak bir devrimciliğin örgütlenerek hakim kılınması gerekliyken, burjuva ideolojik kırılma ve tahrifatın önlenerek düzeltilmesi de şarttır. Devrimcilik ne şartlı ve koşulludur ne de imtiyazlı bir üstünlük ve ayrıcalıktır. Bilakis tabii görev ve tarihi sorumluluktur; her şeyden de önce somut siyasi bir gereksinimdir. Görev, sorumluluk, mücadele ve bedel gerektirir. Bedelin karşılığı siyasi iktidardan başka bir şey değildir. Sınıf adına mücadele etmek, sınıfa karşı üstünlük vesilesi olamaz.
Toplumsal
kitleler devrimciye borçlu değil, devrimci toplumsal kitlelere borçludur.
Borçlu olan toplum değil, devrimcidir. Bu bilinçle devrimcilik yapılmalı,
yapılabilir. Hakim kılınması gereken devrimcilik budur; yaşamını devrime, halka
ve sınıfa, sınıfın ve insanlığın kurtuluşuna adamaktır. Bu düzey ve nitelikte,
yani profesyonel karakterde bir devrimcilik temsil edilip yürütülmeden
mücadelenin geliştirilmesinden ve devrimin gerçekleştirilmesinden bahsedilemez.
Dokuzuncu şart: Devrimcilik görevi, hem zamanı mücadele açısından doğru değerlendirmeyi ve hem de bu zamanı dolu geçirmeyi emreder. Zamanı boş ve işlevsiz geçirmek ya da memur-bürokrat tavrıyla verili görevin yapılmasına indirgemek devrimci dinamiği ilerletmeye yetmez. Yaratıcılık, kafa yorma, sürekli bir uğraş içinde olma, daima durumu geliştirme ve ilerlemeye dönük didinim içinde olmak devrimciliğin tabiatıdır. Sorun ve görevler karşısında her türden edilgenlik ve durup bekleme tavrı, sorumluluklardan kaçma ya da lakaytlık devrimcilik ve devrimci ciddiyetle bağdaşmaz.
Devrimcilik sorumluluk duymaktır, müdahaledir, değiştirmedir,
geliştirme ve ilerletmedir. Aylar ve hatta yıllar boyunca somut bir kazanım,
ilerleme, katkı ve hatta görev icra etmemek ancak ve ancak çürüme üretir.
Bilinçli, somut ve niceliği fark etmeksizin başarıya-kazanmaya odaklı olan bir
çalışma performansının izlenmesi gereklidir ki, bu zor değil,
gerçekleştirilmesi mümkün olandır…
Onuncu
şart: Hedef kitle, yani örgütlenecek ve
kazanılacak hedef kitleyi belirlemek, yürütülerek başarılacak görevler
bağlamında hedefler saptamak, bütün bunlar doğrultusunda harekete geçerek
çalışma yürütmek, insanlara ve sorunlara uzak durmadan onlara dokunmak, yüz
yüze gelmekten sakınmadan yaşamı ve sorunları paylaşmak ve bu sorunlar
zemininde alternatifler sunarak çözümler üretme üzerinden örgütlenmek; işte
somut örgütlenme faaliyetinde izlenmesi gereken basit kural budur. Bunların
hiçbirini yapmadan örgütlenmeden başarıdan bahsetmek boş bir vaazdır…
Sonuç
olarak; çözüm perspektifleri olarak
doğru-yanlış karşıtlığı içinde özetlediğimiz yukarıdaki şartlardan negatif
örnekleri teşkil eden kırılma-sapma-hata-yetersizlik ve yanlışlar
tasfiyeciliğin gizli ortakları ve besleyici gıdalarıdır. Tasfiyeciliğe karşı
mücadele bu basamaklarda doğru anlayış ya da devrimci tavır, pratik ve bilinç
temelinde örülerek geliştirilmek durumundadır. Gerisi hamasetten başka bir şeyi
ifade etmez… Bıkıp usanmadan teorik doğruları tekrarlayın, en keskin devrimci
şiarları cesurca atın, tamamen komünist olan ilke ve stratejilerden söz edin;
bunlar son derece anlamlı ve kuşkusuz ki değerlidir fakat bunlar gerçek yaşamla
buluşturulup hayata geçirilmeden somut-maddi kazanımların dinamiği ve silahı
haline gelmez-getirilemezler…
Kısacası,
mesele açık ve basittir; devrimcilik
görev ve sorumluluk tavrı bağlamında neyi gerektiriyor ve neyin karşılığı ise
(ki, bunu hiç değilse somut görevler bağlamında on maddelik asgari şartta basit
olarak özetlediğimizi kabul edelim), ona uygun davranmalı, hareket etmeli ve
onu yapmalıyız. Yapma eyleminin ötelendiği yerde sadece ve sadece yapılmamış
olanlar filiz verir, pratiksizlik egemen olur… İster basit, ister küçük ve
isterse “önemsiz” olsun ama mutlaka devrimci olan bir şeyler yapılmış olsun;
işte geliştirecek olan yalnızca budur. Pratiktir, iş yapmaktır, daha çok iş
yapmaktır. “Bir müspet, bin nasihate yeğdir.” “Pratikte atılmış bir adım bir
dizine programdan daha değerlidir.” Meselenin özü budur. Ruhu ise, katıksız
biçimde yoldaş olmaktır; devrim kaygısına dayanan yoldaşlık birliğinin sürekli
olarak pekiştirilip daha ileri nitelikte hakim kılınmasıdır:
Bu devrimcilik gelişir, büyür ve kazanır!