M. Oruçoğlu’nun Sovyetler Birliği’nin Afgan devrimcilere
yardım göndermesi ve bu yardımın şeklini tartışmaya açması elbette meşru bir
girişimdir. Ancak sosyalizm tarihinde Sovyetlerin çeşitli ülkelerin
devrimcilerine yardım göndermesi kadar göndermemesine de itiraz edildiğini
biliyoruz.
12 Ocak 2024-GazetePatika
1980 öncesinde Afgan cihadının “anti-emperyalist” bir
bağımsızlık savaşı olduğu iddiası çok sayıda sol grupça paylaşılan bir
söylemdi. Bu yayınlar içinde Muzaffer Oruçoğlu tarafından Niğde hapishanesinde
hazırlanan, o dönemde Partizan’ın özel sayısı olarak yayınlanan[1] ve
şimdilerde farklı bir isimle yeniden basılan Rus Sosyal Emperyalistlerinin
Afganistan’ı Sömürgeleştirmesi başlıklı metin üzerinde durmaya değerdir. Bu
çalışmanın yeniden basımı sırasında yapılan tanıtımlarda kitabın çok titiz bir
kaynak taraması sonucu yazdığına dair iddiaları birçok yerde tekrarlandı.
İkinci baskının
önsözünde M. Oruçoğlu kaynak tarama aşamasını şu şekilde aktarmaktaydı: “Sovyet
işgali başlayınca, zerreciklerim harekete geçti, hemen araştırma çabaları içine
girdim. Dergi, gazete, radyo, ansiklopedi, ne tür kaynak bulduysam, kim ne
biliyorsa, not aldım. Sineğin kanadından yağ çıkarma işiydi.” [2]
Oruçoğlu’nun söz ettiği kaynaklara bakıldığında –ki
hapishaneye girebilen yayınlar da düşünüldüğünde- bütünüyle Afgan cihadını
destekleyen İslamcı dergilerden ve CIA ile ilişkili olan Amerikalı uzmanların
çalışmalarıyla karşılaşıyoruz. Örneğin; Oruçoğlu’nun ‘Afganistan/İslam uzmanı
etnolog’ olarak tanıttığı[3] Michael Barry aynı zamanda deneyimli ve birinci
sınıf bir CIA ajanı ve anti-komünist teorisyenlerden biriydi.[4] M.
Oruçoğlu’nun diğer kaynakları da Tercüman gazetesi ve Yankı dergisi gibi
anti-komünist, İslamcı yayın organlarıydı. Karşı tarafın hatta bağımsız
kaynakların ne dediği ise bu kitapta yer almamaktaydı. Bu belki yazarın 1979’da
hapishane koşullarında ulaşabildiği kaynaklarla ilgili bir eksiklik
sayılabilirdi. Ancak kitabın aynı şekilde 2021’de yeniden basılması ve 40
yıllık düşünce tutarlılığının bir abidesi gibi sunulması bu açıklamayı da
geçersiz kılmaktadır.
Oruçoğlu’nun Afganistan kitabı bu ülkede 1978-91 arasında
yaşananlar konusunda bütünüyle taraflı ve kimi zaman kullandığı kaynaklardan da
dolayı İslami romantizmden de bütünüyle etkilenmiş bir metin. Örneğin Oruçoğlu
Yankı ve Tercüman gibi yayınlardan yaptığı alıntılara dayanarak Afganistan
Demokratik Halk Partisi (ADHP) militanları ve Rus danışmanların sadece
ibadetlerini özgürce yerine getirmek istemekten başka bir isteği olmayan masum
Müslümanlara eziyet etiklerini ileri sürmekte. Oruçoğlu’na göre o yıllarda
Afganistan’da “Tanrısına hamdu senada bulunmak ve camileri yıktığı için
Taraki’ye bela okumaktan başka hiçbir günahı olmayan masum imamlar cezaevlerine
doldurulmakta, parmakların tespih çektiği, dudakların ilahiler okuduğu,
kulakların vaaz dinlediği bir anda bir Rus’un pür silah camiye girmesi
nedeniyle halkın ayaklanmaktan başka çaresi kalmamaktaydı.”[5]Afgan pilotları
ibadet sırasında camileri napalmle bombalıyor, namaz kılmak yasaklanıyor,
camileri yıktığı için hükümete beddua etmekten başka bir suçu olmayan yurtsever
imamlar tutuklanıyor, ‘kafir Ruslar ve onların işbirlikçisi ruhunu şeytana
satmış ADHP militanları camileri basıyor ve Allah’ın evine saygısızlık
ediyorlar vb.[6]
Burada ilginç olan Oruçoğlu’nun İslami medyada ne yazdıysa
şüphe ve eleştiri süzgecinden geçirmeden doğru kabul etmesiydi. Gerçek yaşamda
ise ADHP liderleri camileri yakıyorlar propagandasını boşa çıkarabilmek için
sınırlı bütçelerini yüzlerce camiyi restore etmek, yenilerini inşa etmek, din
adamlarını maaşa bağlamak, hacca gidenlerin masraflarını karşılamak gibi
kalemlere ayırmaktaydılar. Hatta onların bu dinsel seremonileri çeşitli
Marksist çevrelerin ağır eleştirisine de sebep olmaktaydı. Terakki her konuşmasına
Bismillah’la başlamakta, ADHP üyeleri toplu namazları kaçırmamaktaydılar. Buna
rağmen daha iktidara gelmelerinden çok önce, ADHP militanları ve genel olarak
tüm Afgan solu zaten Kuran yakmakla, dinsizlikle, münafıklıkla vb.
suçlanıyorlardı.
Afganistan mollalarının gözünde ‘din düşmanı’ olmanız için
çok büyük bir çaba içine girmeniz de gerekmiyordu. Kız çocukların eğitimi için
köylerde yapılan eğitim kampanyaları, 1920’lerde de olduğu gibi dini değerlere
meydan okunması olarak yorumlanmıştı. Başlık parasının kaldırılması, çocuk
evliliklerinin yasaklanması, hatta toprak reformu dahi özel mülkiyeti koruyan
İslam hukukuna aykırı olduğu gerekçesiyle mollalarca dine saldırı olarak
görülmekteydi. Mollalar için kadınların başı açık gezmesi, erkeklerin pantolon
giymesi de din karşıtı isyandı. Afgan cihadı denilen olaylar dizini boyunca
sokaklarda siyasetle hiçbir ilgisi olmayan çok sayıda genç kadın ve erkek
batılı kıyafetler giydikleri için öldürüldüler. Herat ayaklanmasında sadece
kravat taktığı için sokakta öldürülen erkekler oldu. Radyoda şarkı söyleyen
kadın sanatçılar bıçaklandılar. Afgan milli hokey takımının tüm sporcuları
‘kafirlerin olimpiyatlarına’ katıldıkları gerekçesiyle mücahitlerce kurşuna
dizildiler. Tarihsel gerçekler hakarete
uğramış masum dindarların çok ötesinde bir duruma işaret etmekteydi.
Öte yandan Oruçoğlu bunlardan söz etmiyordu ve biz sadece
ibadeti engellenen masum Müslümanlar ile camileri yakan ADHP militanlarını
okuyorduk. Bu iddiaların gerçek olup olmadığını yazar 2021’de de hiç sorgulama
zahmetine girmemişti. Halbuki İslamcılar her Müslüman ülkede komünistlerin,
solcuların Kuran yaktıklarını, cami bombaladıklarını tekrar edip durular. Demek
ki M. Oruçoğlu 1970’lerdeki Türkiye’nin tarihini kaleme alacak olsa okuyucular
“Maraş olaylarının komünistlerin camileri bombalamaları sonucu başladığını
öğrenmiş” olacaklardı.
1980’de Oruçoğlu, Afgan cihadının en gerici ve emperyalizme
en göbekten bağlı hareketi olan Hizb-i İslami’ye ve onun lideri Hikmetyar’ı
övmekteydi (2021’de en azından bu yorumlar için bir özeleştiri gerekmez
miydi?). 40 yıl önce Oruçoğlu, Hikmetyar liderliğindeki Hizb-İslami’nin
“emperyalizmden bağımsız hareket edebildiğini, anti-komünist bir hareket
olmadığını, Amerikan yardımı almadığını, silahlarını Ruslardan ganimet yoluyla
temin ettiğini” ileri sürmekteydi.[7] Ya da bunları ileri, süren yayınları hiç
sorgulamadan kaynak olarak kullanmaktaydı. Hâlbuki Hikmetyar, adını ilk kez
Maocu öğrenci lideri Osman Landey öldürülmesi olayına karışarak duyurmuş
çekirdekten yetişmiş anti-komünist bir militandı. Öğrenciyken işlediği bu
cinayet sonucu Pakistan’a kaçmış ve orada yetiştirilmiş bir tür ‘Ogün
Samast’tı. Yaşamı boyunca Maocu gruplarla çatışan ve 1986’da Afganistan’ın en
önde gelen Maocu lideri Faiz Ahmed’i yoldaşlarıyla birlikte kurşuna dizdiren
Hikmetyar’ın Türkiyeli Maocu bir yayın tarafından bu şekilde övülmesi herhalde
Afganistan’la ilgili yazılıp çizilenler arasında en ilginç örneklerden biridir.
Afganistan’da sayıları az da olsa mücadele etmekte olan Maocu gruplar bu
yazılardan haberdar olsalar ne düşünürler acaba?
Diyelim ki yazar 1980’de bu durumu fark edemedi. Ancak
kendisi de adını andığı Faiz Ahmed[8] ve yoldaşlarının Hikmetyar tarafından
Pakistan’da katledilmesinden seneler sonra bu kitap yeniden yayınlanırken de bu
konu hakkında bir özeleştiri yapılması gerekmez miydi? Bu kitapta halen Hizbi
İslami anti-komünist değil[9] saptaması altına bir yanılgı açıklaması konulması
yanlış mı olurdu? Gerçi yazar dün Hizb-i İslami’ye yaptığı övgünün benzerini
bugün Taliban için tekrarladığından bu durum kendi içinde tutarsızlık yaratmış
olurdu o da ayrı mesele.
Oruçoğlu, Hizb-i İslam’inin Amerikalılardan ve
emperyalistlerden yardım almadığını silahlarını Sovyet-Afgan ordusundan ganimet
yoluyla elde ettiğini ileri sürmekteydi. Gerçekte ise Hikmetyar grubu CIA’den
en çok destek alan hareketti. Afgan cihadı sırasında silahların dağıtım üssü
Peşaver’di ve burası Hizb-i İslami’nin en güçlü olduğu bölgeydi. Bu sebeple
Amerika’nın sağladığı silahlar öncelikle bu gruba dağıtılmaktaydı ve bu durum
diğer mücahit grupların şikâyetlerine neden oluyordu. 1990’ların ortasında Rus
gazetecilere röportaj veren Cemiyet-i İslami liderlerinden Ahmed Şah Mesud,
yardımların eşit dağıtılmadığını, kendilerine çok az yardım ulaştığını, 900
kadar stinger füzesinden kendilerine 8 tane ulaştığını belirtiyordu. [10]
Mücahitlerin elindeki Sovyet silahlarının Mısır ve İsrail kanalı üzerinden CIA
tarafından mücahitlere dağıtılma hikayesi Charlie Wilson’ın Savaşı gibi
filmlere de konu olacaktı. Gerçi bu yardımlar o yıllarda da bilinmekteydi[11]
ama bu gerçekler her nedense göz ardı edilmekteydi. Oruçoğlu kitabında, kitle
desteği %5’i bile bulmadığı halde dış yardımların %90’ınını kendinde
toplayan[12] Hikmetyar’ın Hizb-i İslamî’sini Afganistan halkının temsilcisi
olarak göstermeye gayret etmekteydi. Aynı hatalı çıkarımı şimdi de Taliban için
yapmaktadır o da başka bir konu…
Oruçoğlu: “Uzayan savaş, (Sovyetlerde) ekonomiyi sarstı,
tarımı atıl hale getirdi, ihtiyaç maddelerini daralttı, bürokratlar ile
teknotratlar arasındaki çelişkiyi kızıştırarak, sistemdeki çürümeyi
derinleştirdi; Doğu Avrupa, Kafkas ve Orta Asya uluslarının bağımsızlık
arzularını güçlendirdi ve giderek, Sovyetlerin çöküşü ve parçalanmasında rol
oynayan temel etkenlerden biri haline geldi”[13] demekte.
Anadolu Ajansı’ndan alınmış gibi[14] duran bu cümlelerin her
birini düzeltmek yazının sınırlarını aşar. Yukarıdaki paragraf hiçbir bilimsel
veriye dayanmayan sübjektif değerlendirmeler toplamıdır. Afgan savaşının Orta
Asya’da ayrılıkçı eğilimleri tetiklediği bir Soğuk Savaş propagandasıydı.
1991’de Sovyetler Birliği’nin devam edip etmemesi üzerine halk referandumu
yapıldığında da birliğin devamı yönündeki en kararlı oylar Orta Asya’dan
çıkmıştı. [15] Savaşın uzamasının Sovyet ekonomisine zarar verdiği de gerçekçi
bir iddia değildir. Afgan savaşına Sovyet savunma bütçesinin %2 si ayrılmıştı.
Bu da bu savaşa, tüm Sovyet bütçesinden %0,5-%1 arası bir pay ayrıldığı
anlamına gelmektedir. Diğer yandan Sovyetlerin Afgan savaşından zarar değil kâr
elde ettiği, buradaki maddi kayıplarını Afganistan doğalgazını dünya piyasa
fiyatlarının çok altında fiyatlara satın alarak örttüğü; hatta kâra geçtiği de
iddia edilmiştir.[16] Nitekim M. Oruçoğlu da Sovyet sosyal emperyalizminin
Afganistan’ın kaynaklarını acımasızca sömürdüğünü belirterek bu çelişkili
yaklaşımı desteklemiş olmaktaydı. Yani yazar hem Afganistan’ın Sovyet sosyal
emperyalizmi tarafından acımasızca sömürüldüğünü hem de Afgan savaşının
Sovyetlere büyük zarar verdiğini aynı anda savunmaktaydı.
Sovyetlerde yaşanan bürokratikleşmenin, tarımsal
verimsizliğin Afganistan’daki savaşla ne ilgisi olduğu konusunda da M. Oruçoğlu
hiçbir açıklamada bulunmamaktaydı. Sovyetler Birliği, Afganistan’a müdahale
etmeden önce de zaten tarım sektörü krize girmiş, kendi kendini besleyemeyen,
Amerika’dan buğday ithal etmek zorunda kalan bir ülkeydi. O vakitler
Sovyetlerin Afganistan’ı büyük iştah ve şevkle yutmaya çalıştığı propagandası
hayli güçlüydü. Oysa, Afganistan meselesi ile ilgili açılan arşivler Sovyetler
Birliği’nin bu ülkeye müdahale konusunda ne kadar isteksiz olduğunu açık
biçimde göstermektedir. [17] Sovyetler Herat ayaklanması sırasında aileleriyle
birlikte yüz kadar Sovyet vatandaşının öldürüldüğü provokasyon sonucunda bile
Afganistan’a müdahale kararı alamamıştı. Müdahale kararı alındığında ise Genel
Kurmay Başkanı olan Mareşal Nikolay Orgakov (1917-1994) bu kararı kızgınlık ve
şaşkınlıkla karşılamış ve bu operasyona karşı olduğunu belirtmişti. Günümüzde
Amerikalı uzmanlar Sovyetleri adeta kendilerinin başarılı operasyonları
sonucunda Afganistan bataklığına çekmeyi başarmakla övünmektedirler.[18]
M. Oruçoğlu’nun Sovyetler Birliği’nin Afgan devrimcilere
yardım göndermesi ve bu yardımın şeklini tartışmaya açması elbette meşru bir
girişimdir. Ancak sosyalizm tarihinde Sovyetlerin çeşitli ülkelerin
devrimcilerine yardım göndermesi kadar göndermemesine de itiraz edildiğini
biliyoruz. Örneğin; Angola ve Afganistan meselesinde Sovyetler askeri yardım
yaptıkları için, İspanya ve Yunanistan iç savaşlarında da yeterince yardım
yapmadıkları için eleştirilmişlerdir. Nitekim Oruçoğlu, Lenin döneminde Afganistan’a
yapılan askeri yardımları dostluk nişanesi olarak görürken; Kruşçev
dönemindekileri sosyal emperyalist yayılımın araçları olarak kabul
etmektedir.[19] Kanıt olarak da Kruşçev döneminde altı iki kez çizilmek üzere
Afganistan’a “faizli kredi verildiğini” söylemekte[20]ve bu şekilde
Afganistan’ın kapitalist sömürü altına alındığı kanıtlanmaya çalışılmaktadır.
Halbuki bu %2’lik göstermelik bir faizdi.
Yazar ayrıca Afganistan’da Sovyetlerin tüm projelerinde
kendi mühendislerini teknisyenlerini kullandığını iddia etmekteydi.[21] Bu
tamamıyla yanlış bir bilgidir. Afganistan’da yerel teknisyen ve mühendisler
yetişmesi için Politeknik Üniversitesi’ni kuran Sovyetler Birliği’ydi (Körfez
ülkeleri sadece İlahiyat Fakülteleri açılmasına destek olmuş Amerikalılar da
etnoloji, filoloji bölümlerini desteklemişlerdi). Bu üniversiteden yetişen
minerolog, jeolog ve mühendisler günümüzde bile bu ülkede bu alanda eğitim vermekteler.
Sovyetler Birliği ayrıca 20.000 Afgan gencine Sovyetlerde teknik eğitim verdi
ki mücahitler bu olayı çocuk kaçırma ve beyin yıkama faaliyetleri olarak
görüyorlardı. Ancak mücahitler iktidara geldikten sonra ülkenin elektrik
hatlarını, barajlarını ve inşaat sektörünü ayakta tutmak için Sovyetlerde
eğitim alan bu sınıftan yararlanmak zorunda kaldılar. Sovyetlerin gizli
niyetleri hakkında burada kehanetler sunacak değilim ancak Afganistan’da
madencilik, jeoloji, arkeoloji, baraj inşaatları gibi alanlarda yerli
mühendislerin çalışıyor oluşu nesnel bir gerçektir.
Öte yandan Afganistan üzerine yazdığı son yazı olan “İt
Dalaşı”nda M. Oruçoğlu’nun dün olduğu gibi bugünde Afganistan tarihi ve kültürü
hakkındaki yüzeysel bilgilerle keskin çıkarımlarda bulunduğunu ve okuyucuyu
yanılttığını görmekteyiz. M. Oruçoğlu şunları söylemektedir: “(Taliban)
siyaseti, temsil ettiği sınıfın gerçekliğinden, hâkim Afgan tarihinden,
kültüründen ve yaşam tarzından kopuk değildir. Bu, bölgede yükselen ve
emperyalistler tarafından da pompalanan siyasal İslam’ın etkisi ile şeriat
olarak biçimlendi. Şeriat zaten orta çağ kalıntılarından henüz kurtulamamış bu
ülkenin 1400 yıllık inancına özgü bir yönetim biçimiydi. Bu bakımdan ona pek
yabancı da değildi.”[22]
Bu paragrafa da itiraz edebilirim. Afganistan tarihini
hiçbir döneminde (Gazneliler, Selçuklular, Timuriler veya Babürler devrinde)
şeriata dayalı katı bir İslami geleneğin hüküm sürdüğü bir ülke olmamıştı; tam
aksine Afganistan’da şeriat veya şeriata dayalı kültürün egemenliği veya etkisi
diye bir şey varsa bu ancak son iki asırda oluşmuş bir eğilimdir ve bu oluşumda
Britanya’nın ve Afgan şeriatçılarına 60 yıldır milyarlarca dolarlık yardımlar
yapan Körfez Arap krallıklarının, Pakistan rejiminin özel bir rolü vardır. Bu
müdahalelerin olmadığı zamanlarda Afganistan “şeriatçı” bir ülke değildi;
geleneksel aşiret kültürü ile tasavvuf kültürünün hâkim olduğu; modern yaşama
da açık bir ülkeydi. 1960’ların Afganistan’ı, Suudi/Pakistan destekli
Vahhabilerin sızmasından önce gençlerin Ahmad Zahir, Sarban ve Hangama gibi
müzik ikonlarına hayranlık duydukları, hippielerin Katmandu’ya giderken hiçbir
korku duymadan gezdikleri bir ülkeydi. Zaten Afganistan gibi büyük bir müzik
kültürü olan, düğünlerinde günler boyunca kesintisiz müzik çalınıp dans edilen
bir ülkenin kültürünü, müziği günah sayan, müzik aletlerini kıran Taliban’a
uygun görmek büyük bir haksızlıktır.
Afganistan, klasik kültürü Taliban gibi bir hareketin
pratiğiyle taban tabana zıttır. Farsçanın ilk kadın şairi Rabia-ı Belhi (10.
Yüzyıl) ve Gülbeden (16. yüzyıl) gibi büyük kadın yazarların yetiştiği bir
ülkenin kültürel mirasıyla, kadınların eğitim almalarına izin vermeyen
Taliban’ı uzlaştırmamız zor. Taliban’ın yüzlerce türbeyi yok ettiğinde halk
kültüründen büyük bir parça da koparmış oldu. Tıpkı bütün Orta çağlar boyunca
korunan ve şairlerce güzellik simgesi olarak görülen Buddha heykellerinin (divan
şiirindeki ‘put gibi güzel’ tanımı Buddha heykellerinin güzelliğinden
kaynaklanmıştır) dinamitlenmesi sırasında halkın yaşadığı üzüntü de olduğu (ki
Hazara halkı Buddha heykellerinin yıkıldığı günü ulusal matem günü olarak
anmaktadır) gibi. Ya da Afganistan halkının binlerce yıldır kutladığı Nevruz
Bayramının, Şiîlerin bin yılık Aşura törenlerinin Taliban tarafından
yasaklanmasında yaşanan şaşkınlık da olduğu gibi.
Taliban’ın 1400 yıllık yerel kültürle uyumlu olduğunu iddia
etmek “Herat Rönesansı” olarak bilinen akımın temsilcisi olan ressam Behzad’ın
(15. yüzyıl) yetiştiği bir ülkede Taliban’ın resmi ve fotoğrafı yasaklamasının
tuhaflığını reddetmek anlamına gelir. Tanınmış ve sevilen bir edebiyat ustası
olarak M. Oruçoğlu’nun, Babür’ün, Ali Şir Nevai’nin ve Hüseyin Baykaraların
şarap meclislerinden, sazlı sözlü eğlencelerinden haberdar olmadığını
sanmıyorum. Oruçoğlu ayrıca Afganistan’ın bir zamanlar bütün güzel sanatların,
şiirin, felsefenin en önemli merkezlerinden biri olduğunu, Taliban’ın hiç
hoşlanmadığı Mevlâna Celaleddin Rumî’nin Afganistan’da doğduğunu biliyor
olamaz. Afganistan tarihini şeriatla özdeşleştirmeden önce Ekber Şah devrinde
(1556-1605) Afganistan’da kadınların da devlet memuru olarak çalışıp maaş
alabildiklerini, küçük yaşta evliliğin yasaklandığını, isteyen Müslümanlara,
tarihte ilk kez başka bir dine geçme hakkı tanındığını, yine İslam tarihinde
ilk olarak köleliğin lafı-ı güzah olarak değil gerçekten yasaklandığını,
meyhanelere vergilerini ödemek şartıyla serbestlik tanındığını hatırlamak
gereklidir. Son dört yüzyıldır bu ülkedeki yüksek kültürün nasıl yok
edildiğini, Britanya’nın bu amaçla nasıl uğraştığını bilmeden “Afganlar zaten
1400 yıldır böyleydiler demek” doğru bir analiz değildir.
M. Oruçoğlu bana göre oryantalist bir bakış açısıyla
bağlamından koparılmış tarihsel örneklerle, mesela bundan 100 sene önce
İtalyanlara karşı savaşmış Ömer Muhtar’dan veya 200 yıl önceki Şeyh Şamil
isyanlarına gönderme yaparak Taliban’ı meşru ve haklı göstermeye çalışmaktadır.
Bu hareketlerin dinsel niteliklerini hatırlatarak Taliban’ı meşrulaştırmak
istemektedir. Yani doğuda zamanın donduğuna inanan oryantalist bir bakış
açısını tekrar etmektedir. Bundan 400 sene önce Pir Sultan Abdal, İran Şahına
olan övgüleriyle devrimci/isyancı bir tutum takınmış olabilir, aynı Pir Sultan
1970’lerde Şah’ı övseydi her halde devrimci bir tutum takınmış olmayacaktı.
Kendi zamanlarında Kuzey Afrika’da Sünnisilikten, Sudan’da Mehdicilikten,
Dağıstan’da Müridlikten veya kabile dayanışmasından başka bir ideolojik
donanıma sahip olmayan hareketlerin otantik ve bağımsız yapılarıyla her türlü
istihbarat örgütü ve sermaye grubu tarafından kontrol edilmeye alışmış günümüz
dünyasındaki İslamcıların hibrit ideolojilerini, yaşam tarzlarını ve politik
hedeflerini/ilişkilerini yan yana getirmek ne kadar doğrudur bilemiyorum. Ki
aslında 19. yüzyıldaki bu türden dini hareketlerin hiçbiri de aslında
sömürgecilikten bağımsız değillerdi. Her
biri ‘sömürgeciler arasındaki rekabetten yararlanırlardı’. Fransızlara isyan
eden Britanya yardımı alırdı ya da tersi…
Oruçoğlu, Hizb-i İslam ve Taliban gibi örgütleri
desteklemesini Lenin’in Emanullah Han’a destek vermesiyle meşrulaştırmaya
çalışmıştı. Emanullah Han modernist bir hükümdardı ve bugünde Afganistan’da
İslami hareketin herhalde en çok nefret ettiği figürlerden biridir. O nedenle
Oruçoğlu’nun bu örneğinin tezini kanıtlamak için hedefini bulduğunu sanmıyorum.
Oruçoğlu’nun Hizb-İslam ve Taliban savunusunu
temellendirirken baş vurduğu bir ilginç nokta da her türlü işgale karşı vatan
savunusu olarak yorumladığı savaşlara verdiği destektir. Halbuki Marx’ın
Osmanlıya karşı Yunan ve Sırp bağımsızlık savaşlarını desteklemediğini
biliyoruz. Zira Sırp ve Yunan bağımsızlık savaşları o günlerin koşullarında
Marx’ın en büyük gerici ideoloji olarak gördüğü Panslavistlerce organize
edilmekteydi. Nitekim Oruçoğlu, ‘devrimci’ Napolyon orduları karşısında
Kutuzov’a sahip çıkan bakış açısının[23] “Marksist” bir çözümleme olduğunu
söyleyemeyiz. Marx yaşamı boyunca proleter devrimlerin ve gerçek ulusal
kurtuluş hareketlerinin en büyük düşmanı olarak gördüğü Çarlık Rusya’yı
gerileten her adımı desteklemişti. Bolşevikler de Çarlık Rusya’nın girdiği her
savaşta yenilmesini arzu ederken benzer bir bakış açısına sahiptiler.
Bolşevikleri Çarlık rejimi tarafından yönetilse de işçileri anavatanı savunmaya
çağıran Menşeviklerden ayıran da buydu zaten. Bu sebeple M. Oruçoğlu’nun işgale
karşı Kutuzov’u sahiplenmesi bu türden bir anavatancılık olarak görülebilir ve
Aydınlık’ın bu yazıya genel olarak sahip çıkışı da[24] oldukça anlamlıdır. [25]
Napolyon ve I. Aleksander arasındaki savaş neticede emperyal
paylaşım savaşıydı. Bu Marksistlerin bir taraf tutmasını gerektirecek bir
çarpışma değildi. Öyle olsaydı 1. Dünya Savaşı’nda da Marksistler Almanya’nın
saldırısı karşısında İtilaf devletlerinin yanında yer alırlardı. Hatta
Bolşeviklerin de Alman saldırısı karşısında Çar’ın yanında yer almaları
gerekirdi. Amerikan İç Savaşı’nda Konfederasyon desteklenirdi, Pasifik
Savaşı’nda Amerika haklı ve desteklenen taraf olurdu vb. o halde ‘kim sınırı
ilk kez geçip karşı tarafın ülkesine girerse o haksızdır’ gibi tuhaf bir mantık
bulup huzura erebilirdik. Afganistan gibi zayıf bir ülkeyi Sovyetlere ve
Amerika’ya karşı desteklemenin kendince bir mantığı olabilir. Ama Kutuzov
Rusya’sını dahi haklı bulmak büyük güçler arasındaki mücadelede gereksiz bir
tarafgirlik anlamına gelir. Ki aslında Devrimci Fransa’ya savaş ilan eden de
Rusya’ydı. Napolyon’la savaşı başlatan Rus tarafıydı. Napolyon’unki aslında bir
karşı saldırıydı. Bu durumda Oruçoğlu mantığına göre Kızıl Ordu, 1944’te artık
Alman topraklarına girdiğinde haklı olanlar Berlin’i ve anavatanlarını savunan
Nasyonal-Sosyalistler olurdu. Tarihte böylesi illiyetler kurulduğunda tuhaf
sonuçlar karşımıza çıkabilir.
Çok çetrefilli bir konu olduğu için bu eleştiri yazısını bu
konu başlıklarıyla sınırlı tutuyorum. Netice olarak Afganistan Sovyet İşgali
adlı kitabın, çok farklı açılardan ‘güncellenmesi’ daha faydalı olurdu. Eldeki
ikinci baskı bana göre birinci baskıdaki temel bazı soru işaretlerine cevap
vermemektedir.
[1] Muzaffer Oruçoğlu,“Rus Sosyal Emperyalistlerin
Afganistan’ı Sömürgeleştirmesi”, Partizan Sayı 11,1980.
[2] Muzaffer Oruçoğlu, Afganistan Sovyet İşgali, Sancı
Yayınları, 2012, İstanbul, s.5. Oruçoğlu Rus Sosyal Emperyalistlerinin
Afganistan’ı Sömürgeleştirmesi kitabını 51 yıl önce yazdığını söylüyor. Bu bir
dizgi hatası olmalıdır. Doğrusu 41 yıl önce olacaktır.
[3] Oruçoğlu, age.s.21,53.
[4]M.Barry için bkz:
https://www.buzzfeednews.com/article/aramroston/new-nsc-intel-chief-once-worked-on-a-cia-assassination;
https://en.wikipedia.org/wiki/Michael_Barry_(U.S._official).
[5] Oruçoğlu, 2021 s.53-64.
[6] Oruçoğlu, 2021, s.53-64.
[7]Oruçoğlu,1980 s.87.
[8] Oruçoğlu 2021, s.68.
[9] Oruçoğlu 2021, s.65.
[10]ИнтервьюАхмадШахаМасудакорреспонденту
«Совершенносекретно» М. Маркелову в 1997 году,
https://www.youtube.com/watch?v=f44Hl4dJAIY&t=738s
[11] Oruçoğlu 2021, s.75.
[12] Raşid, a.g.e.126. Hikmetyar katıldığı son seçimde
(2019) %1 oy almıştır.
[13]http://www.muzafferorucoglu.net/makale.asp?id=285
[14]https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/sovyetlerin-afganistan-hezimeti-ve-odenen-agir-bedel/1065078;
https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/-afganistan-isgali-olumcul-hatanin-38-yil-donumu/1016149
[15]1991’deki referandumda halkın %77’si birliğin devamından
yana oy kullanmıştı. Birlikten yana olan en düşük oy Ukrayna’da (%71) çıkmıştı.
Rusya’da %73 oranında birlikten yana oy kullanılmıştı. Birlik yanlısı en yüksek
oylar ise Orta Asya’dan gelmekteydi. Bu oran Özbekistan’da %94,Kırgızistan ve
Kazakistan’da %95, Tacikistan’da %96, Türkmenistan’da ise %98’di.
[16] M. Siddieq Noorzoy“Soviet Economic Interest in
Afghanistan” Problems of Communism May-June 1987 s.45-54.
[17] Sovyet Politbürosunda Afganistan meselesine karışma
konusundaki isteksizlik ve Genelkurmay Başkanı Mareşal Nikolay Orgakov’un
(1917-1994) muhalefeti için bkz: A.A.
Lyhakovski, Inside the Soviet Invansion of Afghanistan and the Seizure of
Kabul, Cold War International History Project, Washington, 2007.
[18] Ayrıntılar için bkz: Bruce Riedell, Ne Kazandık?
Amerika’nın Afganistan’daki Gizli Savaşı, Oxford University Press Oxford/New
York 2011.
[19] Oruçoğlu, 2021, s.24-29.
[20] Oruçoğlu, 2021, s.27,31.
[21] Oruçoğlu, 2021, s.27,32.
[22]https://muzafferorucoglu.wordpress.com/2021/08/19/it-dalasi/
[23]http://muzafferorucoglu.org/articles-detail.php?lng=tr&cid=809
[24]https://aydinlik.com.tr/orucoglu-nun-taliban-analizi-abd-emperyalizmine-karsi-hakli-savas-yuruttuler-258075
[25]Bolşevikler Kutuzov gibi karakterlere II. Dünya
Savaşında halkı işgale karşı morallendirmek için sahip çıktıkları doğru. Ancak
bu sahiplenme, artık Çarlık Rusya’nın
varolmadığı, Kutuzovların da tarihsel
karakterlere dönüştüğü farklı bir zaman diliminde yaşanmaktaydı.
Kutuzovlar iktidarken Bolşevikler asla onlara sahip çıkmamışlardı. Bu basite
alınamayacak bir nüanstır.
Yazan / U. Töre Sivrioğlu