“Mücadele bize kişilik kattı, bize onur
kattı, bize vicdan verdi, insanlık verdi”(1)
Devrim ve Komünizm şehitlerini andığımız Ocak ayında, 70 ve
80'li yılların ilk dönemlerinde ölümsüzleşen Partizanlara ilişkin bir söyleşi
gerçekleştirdik.
Bilindiği üzere Ocak ayının son haftası 1978 yılından bu
yana devrim mücadelesinde ölümsüzleşenler ve proleter hareket saflarında
komünizm uğruna toprağa düşen komünist devrimcilerin anıldığı bir zaman dilimi
olarak ele alınıyor.
Ocak ayı içinde Alman burjuvazisi tarafından Karl Liebknecht
ve Rosa Luxemburg, coğrafyamız komünist hareketi açısından ise TKP’nin kurucusu
ve önderi Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı ile Maria Suphi, Halk ordusunun ilk komutanı Ali Haydar
Yıldız, proletarya partisinin ilk kadın şehidi Meral Yakar, Atilla Özkan ve daha pek çok devrimci ve
komünist mücadele bayrağını ardıllarına devrederek ölümsüzleşmiştir.
Ekim devriminin komünist önderi, Marksizm’in ustası Lenin 14
Ocak 1924’te ölümsüzleşmiştir.
Ocak ayı, devrim ve komünizm şehitlerini anma çalışmaları bu
yıl, ölümsüzlüğünün 100. yılı dolayısıyla dünya işçi sınıfı ve halklarının
yaşayan önderi Lenin’e atıfla yapılmaktadır.
Bu süreç içinde gerçekleştirilen ziyaret, anma ve
etkinliklerde devrim ve komünizm şehitlerini anarken, yaşam ve ideallerinden
öğrenmeyi esas alıyoruz. Yarattıkları değerlerin büyüteceğine dair de sözümüzü
de yinelendiğimiz bir süreç olmaktadır.
Ölümsüzlüğünün 100. yılında Komünist usta Lenin’in mücadele
yaşamı, Rusya’da gerçekleştirilen devrimin önemi ve anlamı, Lenin yoldaşın
Marksizm’e katkıları, komünist parti anlayışı, emperyalist savaşlara ilişkin
analizi ve daha pek çok başlıkta bir araştırma ve yoğunlaşma içinde olmak bizi
de geliştirecek ileri taşıyacaktır.
Ölümsüzleşenlerimizi daha yakından tanımak, mücadele
içindeki duruşlarından, deneyimlerinden öğrenmek davamızın yarını ve başarısı
açısından büyük önem kazanmaktadır.
Bu amaç doğrultusunda toprağa düşenlerimizi tanıyan, bilen
mücadele arkadaşları, yoldaşlarıyla söyleşiler gerçekleştirdik. Düşenlerimizin
kanı ve canıyla, emeği ve alınteriyle karakterini, yaşamdaki duruşunu ortaya
çıkardığı hareketimizin geçmişinden öğrenmek, geleceği kazanma mücadelesinde
daha güçlü adımlar atmamıza katkı sunacaktır.
**--Merhaba.
Geçmişte Partizan saflarında birlikte mücadele ettiğiniz ve
bu sırada ölümsüzleşenlere ilişkin bize tanıklığınızı, deneyimlerini paylaşır
mısınız?
Tabii ki şöyle başlamak istiyorum. Türkiye devrimci
hareketinin ilk evrelerinden yüzeysel olarak başlamak istiyorum. Çünkü genelde
anlatılmıştır, ifade edilmiştir. Birçok insan tarafından, Türkiye devrimci
hareketi içerisinde bulunan insanlar tarafından bilinmektedir. Genel bir
değerlendirmedir ancak değinilmekte de fayda var diye düşünüyorum.
1920’de kurulan Türkiye Komünist Partisi, TKP’nin değerli
kadroları için Ocak ayı çok değerlidir ondan değinmek istedim. 1920’de 29
Ocak’ta Sovyetlerden gelen önderlerimiz başta Mustafa Suphi ve 14 yoldaş olmak
üzere ta Kars’tan itibaren Erzurum üzerinden yolu kesilerek, çeşitli entrikalar
kurularak Kemalist diktatörlük tarafından Trabzon’da sonlandırılmış kırık bir
vapura bindirilerek işkence edilerek denizde boğdurulmuşlardır maalesef. Böyle
bir komploya kurban gitmişlerdir.
Ne yazık ki Türkiye devrimci hareketinin sınıfsal
mücadeledeki ivmesi ve yeri zaman zaman sınıfsal çelişkilere önderlik etmesi,
damgasını vurması, TC devleti tarafından özellikle kıskaca alınmıştır. İçine
ajan ve provokatörler de katarak ya da yetiştirerek kendi mecralarına, kendi
sınıfsal çıkarlarına hizmet ettirebilmek için dönem dönem bu mücadeleyi
baltalamak için uğraşmışlardır. Birçok yerde, birçok konuda da başarılı
olmuşlardır.
Ancak TKP’nin Mustafa Suphi’den sonraki yönetimin
revizyonist ve oportünist olması, daha sonra da katmerli revizyonist yapıya
dönüşmesinden sonra Türkiye’de komünist bir hareket ve devrimci bir çıkış
yeniden ihtiyaç haline gelmiştir.
Bunu da 1972’de önder İbrahim Kaypakkaya başlatmıştır. 24
Nisan’da kurduğu proletarya partisiyle Mustafa Suphi’nin mirasını tekrar
şahlandırmıştır. Bu da yine Ocak ayında Ali Haydar Yıldız’ın bir kömde basılarak
şehit edilmesi, kendisinin de yaralı olarak günlerce işkencehanelerde
sorgulanarak işkence uygulanması ve daha sonra savunma aşamasında yani Türkiye
Komünist Partisi’nin Marksist-Leninist yapısını tekrardan çeşitli
milliyetlerden Türkiye halkına tanıtması, bu noktadaki savunması esas alınarak
faşist TC devleti tarafından toplumla buluşmasını istemeyen güçler tarafından
katledilmiştir. Böyle bir savunmanın Türkiye toplumuyla buluşmasını
engellemişlerdir.
Şimdi bu uğurda, mücadelede düşenlerimiz çoktur.
Ocak ayında özellikle Mustafa Suphilerden sonra yine 1972
Nisan’ında kurulan Proletarya Partisi’nin önemli kadroları da yine Ocak ayında
düşmüştür. Atilla Özkan, Meral Yakar gibi önder kadrolarımız yine Ocak ayında
düşmüşlerdir. Tabii bu mücadele seyri içerisinde düşen yoldaşlarımız, önemli
kadrolarımız var.
“Tartışmaları çok üsluplu ilerleten bir kişiydi. Tahammülü
de öyleydi”
Zeki Uygun…
Bunlardan mesela Kasım ayında düşen Zeki Uygun’dan bahsetmek
isterim. Zeki Uygun ki kendisi öğretmendir, Sivaslıdır. Ardahan o zamanlar
Kars’a bağlıydı. Kars’ın Posof ilçesinde öğretmendi. 1974’le 1975 arasında
kendisiyle bizzat tanıştım.
Kendisi ile 1974’te TÖBDER Hanak Şubesinde tanıştık. O zaman
Kaypakkaya’nın düşüncelerini savunan kimse yoktu bölgemizde. İbrahim
Kaypakkaya’yı tanıyorduk ama hakkında çok bilgiye sahip değildik. Bizi
buluşturan, Kaypakkaya’yla tanıştıran, onun fikirlerini bize ulaştıran Zeki
Uygun’du.
Zeki Uygun görev yaptığı sürece TÖBDER’de görüşürdük,
tartışmalara girerdi. Muazzam bir hitap etme şekli vardı. TÖBDER’deki bütün
insanlar dinlerdi, diğer siyasi yapılar da vardı ancak onlarla olan
tartışmalarında çok üsluplu, çok kapsayıcı, kimseyle çok fazla didişmeyen,
takışmayan, tartışmaları çok üsluplu ilerleten bir kişiydi. Tahammülü de
öyleydi mesela. Gelen eleştirilere çok açıktı. Karşıt düşüncelere saygısı
büyüktü. Onları dinlerdi, ondan sonra cevap verirdi. Zaten çekim merkezi buydu.
Zaten orada İbrahim Kaypakkaya’nın düşüncelerinin kök
salmasının esas sebebi Zeki Uygun’dur.
– Kendisi oralı değil dediniz…
– Kendisi oralı değil, Sivaslı. Ama görev yaptığı yerdi.
Mesela bizim yörenin insanı olmasına rağmen Muzaffer Oruçoğlu’nu tanımazdık
biz. Daha sonradan öğrendik onun Karslı olduğunu. Oruçoğlu’nun o bölgede
örgütlenmede çok fazla etkisi yoktu çünkü onun örgütlenme alanı başka yerlerdi.
Onun çalışmaları daha çok Urfa, Siverek, Dersim, Erzincan, Malatya gibi
yerlerdi.
Biz kendisine daha sonradan öğrendik tanıdık.
– Zeki Uygun için o bölgede Kaypakkaya’nın düşüncelerinin
tohumları ilk atanlardan biri öyleyse…
– Biz mesela 1974’ün sonlarında tanıştık. 1975’te ilk defa
Hanak ilçesinde İbrahim Kaypakkaya’nın katledildiği 18 Mayıs’ı 19 Mayıs’a
bağlayan gece bildiri dağıttık. İlk bildirimizi dağıtmış olduk böylece.
Mao Zedong pullanmalarını çarşıda bütün yollara, camlara
pullama yaptık. Küçük bir ilçe olmasından dolayı mücadeleye ilk girenlerden
biri olmamızdan dolayı takiplere uğradık, gözaltılara alındık. Oradaki
örgütlenmenin ilk nüvelerini geliştiren bir önderdir bana göre Zeki Uygun. Çok
alçakgönüllü, çok mütevazi, çok kapsayıcı bir yapısı vardı.
Daha sonra altı kişi geldik biz batıya, onun inisiyatifiyle.
1976 ayrılığında Zeki Uygun’la birlikte hareket ettik. Proletarya partisinin
çizgisini savunduk.
– Bu ayrılıkta Zeki Uygun nasıl bir rol aldı?
– Bölgesel olarak, Kars bölgesinde dili yettiği oranda
partiyi savundu. Ama o zamanlar zaten parti merkezi yapıya sahip değildi.
Bölgesel çalışmalar vardı. O da o bölgede gücünün yettiği oranda Kaypakkaya’nın
görüşlerini savundu. Onu bizlerle buluşturdu, halkla buluşturdu.
Örgütsüz insanları örgütledi. Öyle bir meziyeti vardır. Bunu
çok başarılı bir şekilde yaptı. Biz altı kişiyi batıya gönderdi. Burada
profesyonel çalışmaya katıldık arkadaşlarla. Kendisini de iki sene sonra tekrar
gördüm.
Biz o zamanlar Alibeyköy, Kağıthane, Nurtepe’de gecekondu
mücadelesine başlatmıştık Proletarya Partisi’nin önderliğinde. Oradaki
çalışmaya katıldı o da. Yaz dönemiydi. Öğretmenliğe devam etmiyordu, yani yaz
tatilindeydi. Bizimle birlikte briket taşıdı, çamur yaptık, harç yaptık,
beraber gecekondu yaptık. Örnektepe’de, Okmeydanı’nda, Güzeltepe’de, Kağıthane
Nurtepe de birlikte çalıştık. Çok da zevk aldım. Onu görünce ufkum açılıyordu
işin gerçeği. Böyle bir diyaloğumuz vardı, kendisine çok severdim ben.
22 Kasım 1986’da şehit düştü. Ben de o zaman memleketteydim.
Haberleri dinliyordum kahvede. Zeki Uygun, Ünal Küçükbayrak adı geçince birden
pürdikkat kesildim. Kahveci de tanıdığımız biriydi. “Biraz sesini açın” dedim.
Spiker böyle çok içten gelerek, sanki büyük bir zafer kazanılmış edasıyla anons
ediyordu ki katledilen arkadaşlarımızın çoğu kimyasal maddelerle yakıldı. Hepsi
aslında, sadece orada 10 kişiden biri firar etmiş, bilmiyoruz neden. O kadar
bilgimiz yok.
Diğerleri artık, ellerinden geldiği kadar, çok da fazla
malzemeleri olmamasına rağmen çatışmanın da yaşandığını duyduk. Ama ne kadar
doğru bilmiyoruz.
Ama esas mesele, bir ihbar sonucu çevrildikleri ve kaçan
şahsın da büyük ihtimal ihbarda payı olduğu söylendi daha sonra.
Bunlar doğru mudur, nedir bilemiyoruz tabii. Biz elimizdeki
kanıtlarla konuşuruz, öyle bir kanıtımız olmadığı için de böyle bir yorum
yapmak da çok iyi olmaz diye düşünüyorum. Bunun için öyle bir araştırmayı daha
sonra işin içinde olan insanlarımız bir düşünceye, araştırmaya dayalı bir fikre
sahiptirler mutlaka.
Zeki Uygun’la olan ilişkim böyleydi. Bu haberleri dinleyince
kendimi tutamadım.
(Devam edecek)
OCAK AYI | SÖYLEŞİ; “Mücadele bize kişilik kattı, bize onur
kattı, bize vicdan verdi, insanlık verdi” (2)
Devrim ve Komünizm şehitlerini andığımız Ocak ayında, 70 ve
80'li yılların ilk dönemlerinde ölümsüzleşen Partizanlara ilişkin bir söyleşi
gerçekleştirdik.
Bilindiği üzere Ocak ayının son haftası 1978 yılından bu
yana devrim mücadelesinde ölümsüzleşenler ve proleter hareket saflarında
komünizm uğruna toprağa düşen komünist devrimcilerin anıldığı bir zaman dilimi
olarak ele alınıyor.
Ocak ayı içinde Alman burjuvazisi tarafından Karl Liebknecht
ve Rosa Luxemburg, coğrafyamız komünist hareketi açısından ise TKP’nin kurucusu
ve önderi Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı ile Maria Suphi, Halk ordusunun ilk komutanı Ali Haydar
Yıldız, proletarya partisinin ilk kadın şehidi Meral Yakar, Atilla Özkan ve daha pek çok devrimci ve
komünist mücadele bayrağını ardıllarına devrederek ölümsüzleşmiştir.
Ekim devriminin komünist önderi, Marksizm’in ustası Lenin 21
Ocak 1924’te ölümsüzleşmiştir.
Ocak ayı, devrim ve komünizm şehitlerini anma çalışmaları bu
yıl, ölümsüzlüğünün 100. yılı dolayısıyla dünya işçi sınıfı ve halklarının
yaşayan önderi Lenin’e atıfla yapılmaktadır.
Bu süreç içinde gerçekleştirilen ziyaret, anma ve
etkinliklerde devrim ve komünizm şehitlerini anarken, yaşam ve ideallerinden
öğrenmeyi esas alıyoruz. Yarattıkları değerlerin büyüteceğine dair de sözümüzü
de yinelendiğimiz bir süreç olmaktadır.
Ölümsüzlüğünün 100. yılında Komünist usta Lenin’in mücadele
yaşamı, Rusya’da gerçekleştirilen devrimin önemi ve anlamı, Lenin yoldaşın
Marksizm’e katkıları, komünist parti anlayışı, emperyalist savaşlara ilişkin
analizi ve daha pek çok başlıkta bir araştırma ve yoğunlaşma içinde olmak bizi
de geliştirecek ileri taşıyacaktır.
Ölümsüzleşenlerimizi daha yakından tanımak, mücadele
içindeki duruşlarından, deneyimlerinden öğrenmek davamızın yarını ve başarısı
açısından büyük önem kazanmaktadır.
Bu amaç doğrultusunda toprağa düşenlerimizi tanıyan, bilen
mücadele arkadaşları, yoldaşlarıyla söyleşiler gerçekleştirdik. Düşenlerimizin
kanı ve canıyla, emeği ve alınteriyle karakterini, yaşamdaki duruşunu ortaya
çıkardığı hareketimizin geçmişinden öğrenmek, geleceği kazanma mücadelesinde
daha güçlü adımlar atmamıza katkı sunacaktır.
**
“Hem disiplinli bir arkadaştı, hem de güven verirdi.”
Ünal Küçükbayrak…
Ünal Küçükbayrak’la da 1980 Mart ayında birlikte gözaltına
alınmıştım. Ünal da Zeki gibi tartışmaları çok iyi götüren, sabırlı, inançlı
bir arkadaşımızdı. Ben onu tanıdığımla gurur duyuyorum, onunla beraber mücadele
alanında olduğumdan dolayı.
Çağlayan’da bir randevumuz vardı, erken saatteydi, 6.00’da.
Randevu yerine yaklaştığımda, gülerek bana baktığını gördüm. Küçük bir kahve
vardı açık olan, sabahın o saatinde. Alibeyköy’de bir toplantımız vardı, ben
oradan geliyordum. Ne yaptığını, ne tarafa gittiğini sordum, Sanayi Mahallesine
gideceğini söyledi. “Hayırdır” dedim, bir işin mi var? “Hayır” dedi, orada bir
grev var, oraya uğrayacağım.
Dedim “ben de oraya gideceğim. Saat daha erken, gel şurada
bir çay içelim”.
Oturduk beraber çay içtik. Sanayi Mahallesine gitmek için
yola çıktık. O esnada aşağıya doğru yürüdük, Çağlayan’ı Yahya Kemal’e bağlayan
bir dere var. Derenin üzerinde küçük bir köprü. Tam köprüye gelmiştik ki,
işporta arabası, perdeli bir minibüs geldi. Yanımızda durur durmaz,
“kıpırdamayın” diyerek bize tomsonları çevirdiler.
Biz o zaman anladık, işporta arabasındakilerin polis
olduğunu. Aradılar bizi, benim üzerimden çeşitli materyaller çıktı. Onun
üzerinde ise silah çıktı. Hatta önce bulamadılar, üst cebinde şarjöre elleri
değince “sıkı arayın” bunları dediler, üzerimizi soydular, ters kelepçe takıp,
gözlerimizi bağladılar.
Bizi alıp Çeliktepe Jandarma Karakoluna götürdüler. O
zamanlar bu bölge jandarmaya bağlıydı, bizi jandarmaya teslim etti polis.
Jandarma karakolunda kaba dayak falan attılar önce. Birbirimizden ayırdılar
tabii. O arada siyasi şubeden telsizle birbirleriyle konuşuyorlardı.
Bizi önce ikinci şubeye götürdüler. İkinci şubede epey
ezdiler, sonra birinci şubeye götürdüler. Burada sistemli işkence yaptılar, on
beş gün boyunca. Bizden bu işkenceler boyunca, bir ev adresi istiyorlardı,
birbirimizi tanıdığımızı itiraf etmemizi istiyorlardı.
Bizi karşı karşıya getirdiler Ünal’la. Önce ona benim için
“bunu tanıyor musun ?” diye sordular. “Hayır ben ilk defa görüyorum, tanımam
ben bunu” dedi.
Halbuki hem beraber yakalanmışız hem de aynı evde kalıyoruz.
“Üzerinden silah çıkmış, bu silah nedir peki” diye sordular. “Benim ailemde kan
davası var, kan davası olduğu için Topkapı’da aldım ben bu silahı.
Satıyorlardı, kendimi korumak zorunda olduğum için aldım” dedi. Nerede kaldığı
sorulunca da, “inşaatta kalıyorum” dedi.
Peki bununla nasıl buluştunuz diye sordu. “Ne buluşması, ben
onu tanımıyorum” dedi. Ben de hakeza tanımadığımı söyledim, ne bileyim silah
kaçakçısı mıdır, kan davalı mıdır, ben nereden tanıyayım dedim.
– Ünal Küçükbayrak nereliydi?
– Urfa Siverekliydi. Oradan tutturdu zaten, hazırlıklıydı.
Bizi tekrar Selimiye’ye getirdiler, “ayaküstü mahkemesi” oluyordu o zamanlar.
Savcının karşısına çıkardılar. O zaman savcı da, Yaşar Değerli.
Ünal uzun boyluydu, ben kısa. Yaşar Değerli Ünal’a “O
arkandaki fino -benim için söylüyor- ev adresi ni vermiyormuş” deyip elindeki
kalemi fırlattı. Kalem gözümün altına girdi.
Tampon falan yapıp zor çıkarttılar. Tekrar Ünal’a “Sen nasıl
ev vermiyorsun, üzerinde çıkan silah balistik incelemeden geldi. 20 tane eylem
yapılmış, ikisin de fiili olarak öldürme var. O tetiği çeken sensin.
Diğerlerini bilmiyoruz. Sen bu olaylarda teşhis edildin zaten” dedi.
Kasımpaşa ülkü ocakları başkanı Doğan Şer diye birisini
vurulmuş, ağır yaralanmış. Geldi teşhis etti Ünal’ı. Beni de gösterdiler, ama
“o değil, uzun boylu sıktı bana” dedi.
Ünal’la pratik eylemlere çıktığımızda, güle oynaya halay
çekiyormuş gibi gelirdi bana. O kadar insana güven veren biriydi. Hem
disiplinli bir arkadaştı, hem de güven verirdi. Kendi alanında ya da sorumlu
olduğu insanları gözü gibi korurdu. Onlara bir tane rüzgar estirmezdi. Çok
değerli bir insandı. Siyasi olarak da askeri olarak da çok iyiydi. İki yönü de
gelişkindi.
Katledilmeselerdi, hem Zeki hem Ünal, proletarya partisinin
çok önemli yerlerinde inisiyatif alırlardı ve hakim sınıflar bu arkadaşları
bilerek yok ettiler. Çünkü o koşullarda 1986-87 gibi dönemler Türkiye devrimci
hareketinin dibe vurduğu dönemler ve sen bir konferans yapıyorsun bu
koşullardı.
Hakim sınıflar yıllardır, asırlardır deney ve tecrübe
sahibidirler. Kimlerin ne tehlike arz ettiğini bilirler, biliyorlar da. Onun
için yok ediyorlar önderleri.
İkisinin de lider kişilikleri vardı.
“Efendi’nin de lider özellikleri vardı.”
Efendi Diril…
Efendi Diril yoldaşımı da 1975’te tanıdım. Ancak çok yakın
birlikte faaliyet yürütmedik. Çok yakından tanımazdım. Daha sonra bizim bölgeye
geldi. Eskiden Sefaköy tarafına gittiğimde kendisini görürdüm. O da bilirdi
benim Partizancı olduğumu, selamlaşırdık. Onun o alanlardan sorumlu olduğunu da
tahmin ediyordum.
Ama kendisiyle birebir diyaloğum yoktu. Diyaloğumuz 1979’da
oldu, 1980’in Mart’ında da biz yakalandık zaten. 6-7 aylık bir süreçte
birlikteliğimiz var. Bizim sorumlumuzdu o dönemde. Yakalanmadan önce katıldığım
son toplantı da onunla oldu. O toplantıdan ayrıldıktan sonra ertesi sabah
Ünal’la birlikte yakalandık zaten. Efendi’nin de lider özellikleri vardı.
1979’ların sonlarına doğru bizim bölgemizde eleştiriler
çoğalmıştı, eleştirenler içerisinde ben de vardım. Ama ben kendi yapım
içerisinde eleştirirdim, dışarıda kuruma laf getirecek, onu karalayacak şekilde
konuşmazdık, kurumumuzu gözümüz gibi korurduk.
Biz kendimiz eleştiririz, hatalarımız varsa da özeleştiri
veririz ama düzeltmek için. Biz birbirimizi hedef alıcı şekilde davranamayız
ki. Biz kendimizi düzeltmek için, bu hareket sınıf mücadelesinde daha ileri
hamle yapabilsin diye bütün çabamız. Biz canımızı koymuşuz bu yola.
Bilirsiniz 1979’da sıkıyönetim ilan edilmişti. Sıkıyönetim
devrimci mücadeleyi durdurmak için ara bir formüldü. Sınıf mücadelesi öyle çığ
gibi gelişiyordu ki fabrika örgütlenmeleri, fabrika grevleri, işçi direnişleri,
gecekondu mücadeleleri, köylülerin toprak işgalleri, başkaldırılar yani sınıf
mücadelesi çok üst evreye ulaşmıştı o dönemde; 1978-79’da.
Tabii deney ve tecrübe sahibi olan hakim sınıflar bunu
sıkıyönetimlerle durduramayacağını biliyordu. 12 Eylül Askeri Faşist
Diktatörlüğüne gitmenin yolunu açmak için ilan ettiler. Biz bunu biliyorduk.
Ama bizim eksiğimiz, yanlışımız onu görmemize rağmen konumlanamadık.
Çok önemli bir şeye parmak basıyorum. Gücümüzü abarttık,
düşmanın gücünü küçümsedik. Bu anlayış kurumun anlayışıydı aynı zamanda.
Hepimizde vardı bu. Onu görüp de ona göre konumlanmamak, geri çekilme
demiyorum, sıkıyönetim koşullarında geri çekilmeye gerek yoktu zaten biz geri
çekilsek bile sınıf mücadelesi öyle bir ivme kazanmıştı ki sen onun gerisinde
kalamıyorsun. Onun içinde olacaksın ya da önderlik edeceksin bir şekilde.
Adın belli, ne diyorsun, ben bu sınıfı örgütlerim, öncülük
ederim iddiasıyla davranıyorsun. Bizim üzerimize düşen görev hem kurumumuzu
eleştirmek hem de kurumumuzun dışarıya karşı korunmasını sağlamaktı. Onun için
Efendi yoldaş da bize bizim o konudaki düşüncelerimizi saygı gösterirdi ve
kurumun dışına çıkmamızı söylüyordu. Meğer bizim bölgemizde hizip çalışması
başlamış Koordinasyon Komitesi adı altında.
İşin gerçeği bizim hiç haberimiz olmamıştı. Kendi adıma
konuşuyorum. Birebir üst komiteye bilgileri veren bendim. Ona rağmen bunu
göremedik, sezemedik. Çünkü gizli gizli çalışmışlar alttan. Hatta bir ara benim
de onlardan olduğumu sanmışlar. Bu eleştirilerimden dolayı.
Sonuçta Efendi, değerli bir yoldaşımızdı. O da Küçükçekmece
Kanarya Mahallesi’nde faşistlerin öldürüldü. Çünkü o bölgede tanınan bir
arkadaşımızdı. Ben ne zaman oraya gitsem onu orada görürdüm. Onun da lider
vasfı vardı.
Bunları anlatırken hep içim sızlıyor inanın.
Onlar hakkında belki daha güzel şeyler konuşabilirim,
onlarla birebir temasım olduğu için güçlük da çekiyorum anlatırken.
– Ortak deneyimleriniz oldu mu bu yoldaşlarla ?
– Olmaz mı? Ünal Küçükbayrak’la ilgili bir anekdotum var,
onu anlatayım. Bir gün bana Okmeydanı tarafında bir randevu verdi. Ben de oraya
gittim, baktım yanında bir kadın arkadaşla geldi. Hesapta kadın arkadaş yoktu.
Kadın arkadaşı benimle tanıştırdı, bundan sonra ilişkileri sen yürüteceksin
dedi bana. Kadın arkadaşa da dedi ki bundan sonra bu arkadaş gelecek.
O da tamam dedi. Yalnız benim dikkatimi çeken bir şey oldu,
ayrılırken benimle değil de Ünal’la gitmek istedi sanki.
Öyle olunca ben de “niye öyle yapıyor acaba ?” dedim
kendime. Bizi tanıştırdı birlikte gideceğiz bir yere, oturup konuşacağız nasıl
görüşeceğimizi, nasıl iletişim sağlayacağımızı. Neyse Ünal ayrıldı gitti, biz
oturduk konuştuk. Bu arkadaş sürekli Ünal’ı sordu bana. O arkadaş gelecek mi, o
arkadaş nerede vs. Ben hala işi çözemedim. Meğerse bu arkadaş Emeğin
Birliği’nden geçmiş bize. Onu da Ünal kazanmış.
Bir tartışmada denk gelmiş, Ünal’ın hitap yeteneği çok
güçlüydü, insanları ikna etme kabiliyeti çok yüksekti.
Siyasi birikimi de çok iyiydi. Öyle kimse onun karşısında
tartışamazdı. Bundan dolayı kadın arkadaşın ilgisini çekmiş. Emeğin Birliği,
Halkın Kurtuluşu, Devrimci Yol, MLSPB’yle Okmeydanı’nda bir yerde tartışma
olmuş. Tartışmadan sonra bu kadın arkadaş Ünal’ın yanına gitmiş, “ben sizin
düşüncelerinize sempati duyuyorum”, demiş. Bir iki kez görüşmüşler. Ünal
arkadaşla ilgilenebilecek konumda değil, başka işleri olduğu için bana
devretti.
O görüşmemizde birkaç kez sorunca, ben de dedim önemli bir
şey varsa ileteyim ben ona. Ama ilişkin benimle sürecek. Onunla özel görüşmesi
gerektiğini söyledi.
O zaman anladım ki kadın arkadaş Ünal’a aşık. Ünal’ı
gördüğümde ona, bu kadın arkadaşın kendisiyle görüşmek istediğini söyledim. O
da benimle ne yapacak, seninle ilişkisini sürdürsün dedi. Benimle ilişkisini
sürdürsün de, seninle özel görüşmek istiyor dedim. Ya sen ona git de ki, “benim
onunla oturup konuşacak belki zamanım olabilir ama benim ona verebileceğim,
vaat edebileceğim bir şey olamaz” dedi.
Ben de “sen zalimlik yapıyorsun, bir iki otur konuş. Bu
kadın arkadaşın sana eğilimi var. Bir şekilde kendini anlat dedim. O da bana
“benim kelle koltukta, sen daha iyi anlatırsın” dedi. Bunları tabi gülerek
espriyle söyledi. Ben kadın arkadaşa bunları izah ettim.
Daha sonra bir daha yine görüştük. Kadın arkadaşın evine
gitmiştik. Annesi de çok değerli bir kadındı. Devrimcilere kurban oluyordu. Ben
kadın arkadaşa durumu anlattığım için bana hırçın davranıyordu biraz. Annesi
bunu fark etti. “Hanik noluyor, Hanik? Öldürürüm seni, devrimcilere böyle
davranmayacaksın” dedi.
Bir sonraki görüşmemizde de kadın arkadaş, sizinle artık
görüşmek istemiyorum dedi.
Sebebini sorunca, eski yuvama dönüyorum dedi.
(Devam edecek)
https://ozgurgelecek51.net/ocak-ayi-soylesi-mucadele-bize-kisilik-katti-bize-onur-katti-bize-vicdan-verdi-insanlik-verdi5/
OCAK AYI | SÖYLEŞİ;
“Nice kadın yoldaşımızı kaybettik bu
mücadelede ama her şeye rağmen bu kavga devam ediyor.”(1)
Devrim ve Komünizm şehitlerini andığımız Ocak ayında,
80’lerin ortası 90’ların başına kadar ki dönemde ölümsüzleşen kadın
devrimcilerden, Partizanlardan birkaçına ilişkin bir söyleşi gerçekleştirdik.
21 Ocak 2024