"Planlandığı şekilde seçilmiş -ya da atanmış- temsilcilerin yerlerine oturmaları sağlanır. Plana göre tüccarlar sağa işçiler ise sola oturtulur. Ortanın solu sanayiciye, ortanın sağı ise toprak ağalarına verilir"--------------------------27 Aralık 2023
Osmanlı iktisat tarihinde
önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle
olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir.
İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve
dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de Osmanlı
devletinden kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme
hakkı elde etmişlerdir. Kapitalizm Avrupa’da gelişirken Osmanlı’nın kimi
nedenlerle kapitalist gelişme sürecinde geride kalması ile kapitülasyonların
aldığı boyut baştaki anlam ve içeriğinden tamamen uzaklaşmış artık Osmanlı’nın
lehine olmaktan çıkmıştır.
Avrupa’da kapitalizmin gelişmesine karşılık Osmanlı’da gerek
feodalizmin hakimiyeti nedeniyle ilksel sermaye birikiminin oluşturulması
sürecinde yaşanan aksaklıklara; saray çevresinden sonra siyasi ve sosyal
hayatta önemli yer tutan kimi dini tarikat ve grupların etkileriyle bilimsel
gelişmelerin engellenmesi, vergi sisteminin bozulması sonucunda tarım
ekonomisinde belirleyici güç kazanan ayanlar, tımar sahipleri vb. grupların
tarımdaki kapitalist değişimin önünde engel oluşturmaları gibi etkenler
Osmanlı’da kapitalist gelişmenin yavaşlamasında rol oynamışlardır.
Avrupa’da gelişen kapitalist ekonomi işleyişi gereği emtia
üretimini artırmış, Osmanlı’nın bu ülkelerle yaptığı ticaret anlaşmaları ve
bunlara sağladığı kolaylıklar anlamına gelen kapitülasyonlar, sonrasında bu
ülkelerden Osmanlı pazarına yönelik olarak emtia akışına yol açmış, bu ise
asırlardır kendini koruyan ve Osmanlı’da kapitalist gelişimin de temelini
oluşturan zanaatkar küçük atölyelerin çöküşüne neden olmuştur.
Osmanlı pazarının gelişen kapitalist Avrupa pazarından gelen
malların akınına uğraması, ticaret dengesinde önemli bozulmalar ortaya çıkarmış
ve Osmanlı’nın gelişen kapitalist ülkelerden aldığı borç miktarının artmasına
neden olmuştur. Yani ithal mallar artarken ihraç edilen malların aynı oranda
artmaması, ithal edilen mallar için borçlanma zorunluluğunu doğurmuştur. Bu
durum gelişen kapitalist ülkelerin alacaklarını tahsil için Osmanlı’da Borçlar
İdaresi (Düyun-u Umumiye) adı verilen kurumun kurulması ve Osmanlı ekonomisinin
gelişen kapitalist devletler tarafından sıkı sıkıya takip ve denetimini
sağlamasıyla sonuçlanmıştır. Düyun-u Umumiye II. Abdülhamit döneminde
kurulmuştur.
Osmanlı Devleti’nin borçlanması
Osmanlı İmparatorluğu, 1854 yılında dış borçlanmalara başlamış ve
1874 yılına kadar 15 ayrı dış borçlanma yapılmıştır. Bu dönem içinde 239 milyon
lira borçlanıldığı halde hükûmetin eline yalnızca 127 milyon lira geçmiştir.
“Hiçbir borç ödemesini yapamayan Osmanlı İmparatorluğu, sonunda
alacaklılarla anlaşma yoluna gitti. Alacaklılarla masaya oturan imparatorluk,
1879’da damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi
gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak alacaklılara bıraktı.
Ancak alacaklı Avrupa devletleri buna tepki gösterdi ve 1881’de damga, alkollü
içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin tüm geliri iç ve dış
borçlara ayrıldı. Bu vergileri toplama ve alacaklılara ödeme görevi de yeni
kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi’ne verildi. Bu kurum kurulduktan sonra da
Osmanlı İmparatorluğu mali sıkıntılar nedeniyle dış borç almak zorunda kaldı.”
Bu tür bir bağımlılığın formüle edilmesiyle birlikte yabancı
sermaye akımı da daha güvenli bir şekilde gelişecektir. Alınan borçların kamu
giderleri dışındaki harcama kalemini, yabancı sermaye ortaklıklarının
yaptıkları yatırımlar oluşturmakta, böylece dönen paranın önemli bir kısmı
yatırım adı altında “sözde” yatırımcılara geri dönerken, sömürü de katmerleşerek
artmaktadır.
Özellikle demiryolu projeleri yabancı ortaklı yatırımlarda açık
farkla ilk sıralarda yer almaktadır ki, bu da, emperyalizmin o dönemdeki
başlıca yayılma stratejisini oluşturmaktadır.
Yabancı sermayenin dağılımında yaklaşık % 5.8’lik oranla demiryolu
ulaşımı ilk sırayı alırken, % 11.6 ile sanayi, % 9.8’le bankacılık ve
sigortacılık bunu izlemektedir. Yabancı sermayenin bulunduğu diğer alanlar ise
madenler, limanlar, elektrik-su-gaz-tramvay gibi alt yapı hizmetleri ve
ticarettir.
Kısacası birçok yazarın da söylediği gibi Düyun-ı Umumiye İdaresi,
Osmanlı’da, emperyalizmin bir ajanı olarak çalışmıştır. 1908’e gelindiğinde
Osmanlı’da ekonomik durumun temel göstergesini borç sarmalı ile artan yoksulluk
oluşturur.
Bu ortam İttihat ve Terakki’nin “ulusal burjuva yaratma” ve
yaratılan sınıf üzerinden iktidar erkini sağlamlaştırma düşüncesi ile çatışan
zorunlulukları ortaya çıkarmaktadır. Bununla birlikte, yerli sermayeye verilen
kısıtlı destekler de bu politikanın başlangıçtaki bir aşaması olarak ele
alınmalıdır. Tarımsal üretim artışı ise ihracat-ithalat dengesini rahatlatacak
ölçüde değildir ve 1915 sayımına göre Osmanlı sanayisinin % 80’inden fazlasını
gıda ve dokuma sanayii oluşturmaktadır.
“Osmanlı ekonomisi buğday, irmik, sebze, tütün gibi ilgili
oldukları sanayi ile hammaddeleri sağlayan tarımsal bir topluluktur.” Ve
“sermaye emek miktarının ancak % 15′ i Türklerin elindedir. Diğerleri azınlık ve yabancı girişimlerdir.”
1
Dış alım ve dış satım miktarı arasındaki büyük eşitsizlikten doğan
borçlar Osmanlı ekonomisinin gelişmekte olan kapitalist ülkeler karşısında
ekonomik olarak güçsüz düşmesi ile sonuçlanacaktır. “1913’te yani Harbi
Umumiden evvel yetmiş beş fabrikamızda 4281 işçi varken iki sene sonra adetleri
3916′ ya düşmüştür. Gıda olarak memleketimizde 162 .911 .003 kuruşluk ithalat
vaki olmuş, ihracatımız ise 15.083.734 kuruş olmuştur. Şayan-ı teessüftür ki,
memleketimiz zürra (ziraat, çiftçi) memleketi olduğu halde, takriben bir buçuk
milyon liralık un girmiştir. Buna mukabil un olarak altı bin liralık kadar
harice satış yapmışızdır.”2
Osmanlı ekonomisinin zayıflığı, emperyalistlerin birbirlerinin
pazarlarını ele geçirmek üzere giriştikleri I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda
Osmanlı hakim sınıflarının 1800’lerin ikinci yarısı itibariyle sıkı askeri,
siyasi, ekonomik ilişkiler geliştirdikleri Almanya ile birlikte savaşa
girmeleri, zaten son derece zorlu koşullarda yaşamaya mecbur edilmiş olan
Anadolu işçi–köylülerin mahvolması ile sonuçlanacaktır.
Osmanlı’nın yıkılması ve “yeni” devlet!
1.Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında Anadolu’da gelişen kimi
sosyalizm deneyimleri (Bakınız Erzincan Şur’ası) ve ezilen ulusların ayrılma
hakkını kullanma istemeleri riskine karşı yine savaşta galip gelen emperyalist
güçlerin de yönlendirmesi ile Anadolu’da Kemalistlerin liderliğinde yürütülen
karşı hareket sonrası Anadolu’nun bütünüyle emperyalist güçlere sunulması
sağlanmıştır. Adına Kurtuluş Savaşı denilen 1919-23 arası dönemde savaşta ölen
asker sayısı 9.167(3) iken aynı dönemde Karadeniz Rum Pontos halkından 313.000
kişinin katledilmiş olmasının rakamsal olarak ortaya koyduğu devasa fark
Kurtuluş Savaşı denilen sürecin aslında ne olduğunu ya da olmadığını anlatmaya
yeterlidir.
Kemalistlerin I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda galip gelen
güçlerle daha savaş yıllarında yapmış oldukları işbirlikleri savaş sonrası
Lozan Konferansı ve İzmir İktisat Kongresi kararlarıyla pekiştirilmiş ve
Anadolu’da Rusya’da olduğu gibi bir sınıf devriminin gerçekleşmesinin önüne
geçileceğinin teminatı emperyalist güçlere verilmiştir.
İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Kemalistleri ve Kurtuluş Savaşı adı
verilen süreci değerlendirdiği tezlerini burada tekrar hatırlamak faydalı
olacaktır:
“Kemalist devrim, Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının,
tefecilerin, az miktardaki sanayi burjuvazisinin, bunların üst kesiminin bir
devrimidir. Yani devrimin önderleri, Türk komprador büyük-burjuvazisi ve toprak
ağaları sınıfıdır. Devrimde, milli karakterdeki orta burjuvazi önder güç olarak
değil, yedek güç olarak yer almıştır.
Devrimin önderleri, daha anti-emperyalist savaş yıllarında iken
İtilâf emperyalizmi ile el altından işbirliğine girişmişlerdir; emperyalistler
Kemalistlere karşı hayırhah bir tutum takınmış, bir Kemalist iktidara rıza
göstermeye başlamıştır.
Kemalistler, emperyalistlerle barış imzaladıktan sonra bu
işbirliği daha da koyulaşarak devam etmiştir.
Kemalist hareket, özünde “işçilere ve köylülere, bir toprak
devrimi imkanına karşı” gelişmiştir.
Kemalist hareketin sonucunda, Türkiye’nin sömürge, yarı-sömürge,
yarı-feodal yapısı; yarı-sömürge ve yarı-feodal yapı ile yer değiştirmiştir;
yani yarı-sömürge ve yarı-feodal iktisadi yapı devam etmiştir.
Sosyal alanda, eski milli azınlıklara mensup komprador büyük
burjuvazinin ve eski bürokrasinin, ulemanın hakim mevkiini milli karakterdeki
orta burjuvazi içinden palazlanan ve emperyalizmle işbirliğine girişen yeni
Türk burjuvazisi, eski Türk komprador büyük burjuvazisinin bir kesimi ve yeni
bürokrasi almıştır. Eski toprak ağalarının, büyük toprak sahiplerinin,
tefecilerin, vurguncu tüccarların bir kısmının hakimiyeti devam etmiş, bir
kısmının yerini yenileri almıştır. Kemalistler bir bütün olarak, milli
karakterdeki orta sınıfın çıkarlarını temsil etmemekte, yukardaki sınıf ve
zümrelerin menfaatlerini temsil etmektedir.
Politik alanda, hanedanlık çıkarları ile birleştirilmiş olan
meşrutiyet yönetiminin yerini, yeni hakim sınıfların çıkarlarına en iyi cevap
veren yönetim, burjuva cumhuriyeti almıştır. Bu idare sözde bağımsız, gerçekte
siyasi bakımdan emperyalizme yarı-bağımlı bir idaredir.
Kemalist diktatörlük, sözde demokratik, gerçekte askeri faşist bir
diktatörlüktür.
“Kemalist Türkiye bile, gittikçe daha çok bir yarı-sömürge ve
gerici emperyalist dünyanın bir parçası haline gelerek sonunda kendini
İngiliz-Fransız emperyalizminin kucağına atmak zorunda kalmıştır.
Kurtuluş Savaşını takip eden yıllarda, devrimin baş düşmanı
Kemalist iktidardır. O dönemde komünist hareketin görevi, hakim mevkiini
kaybeden eski komprador burjuvaziye ve toprak ağaları kliğine karşı,
Kemalistlerle ittifak değil (böyle bir ittifak zaten hiçbir zaman
gerçekleşmemiştir), komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının bir başka
kliğini temsil eden Kemalist iktidarı devirmek, yerine işçi sınıfı önderliğinde
ve işçi-köylü temel ittifakına dayanan demokratik halk diktatörlüğünü
kurmaktır.” (İ.Kaypakkaya, Bütün Eserleri, Nisan Yayıncılık)
İzmir İktisat Kongresi: Malumun ilanı!
Savaş sonrası Lozan Konferansı’nda emperyalist güçlerle
geliştirilen ilişkiler hemen bu konferansı takip eden günlerde İzmir’de
gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi’nde alınan ve özellikle “yerli
sermayeye teşvik” sağlanması ile “karşılıklı fayda sağlamak şartı ile yabancı
sermayenin faaliyetinin kolaylaştırılması” kararları ve buna yönelik olarak
kongrede konuşan M.Kemal’in ve Kazım Karabekir’in vurguları önemlidir.
“Efendiler; iktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken
zannolunmasın ki ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasidir.
Çok şeye ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi
sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız. Ecnebi sermayesi
bizim şayiimize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faydalı neticeler
versin.”4
Tanınma arzusunun açıklanması kadar, tanınma olgusunun ekonomik
bağımlılıkla beraber dile getirilmesi, yeniden okumalarda şaşırtıcı olmayan bir
unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kongre bu sözlerle açılır ve planlandığı şekilde seçilmiş -ya da
atanmış- temsilcilerin yerlerine oturmaları sağlanır. Plana göre tüccarlar sağa
işçiler ise sola oturtulur. Ortanın solu sanayiciye, ortanın sağı ise toprak
ağalarına verilir. Kongre başkanlığına ise asker olmasının yanlış yaklaşımlara yol
açacağını düşündüğünden, bu görev için sivil bir elbise diktiren Kazım
Karabekir seçilir! Kuşkusuz bu seçim, kongre gidişatına erkin bir müdahalesi
olarak da ele alınabilir. Diğer taraftan kongre ile birlikte bir sergi açılmış
ve kongre İzmir’in ekonomik hayatında enflasyonist bir baskıya da neden
olmuştur. Birçok görüşme ve raporların sunumunun yanında, derdini yetkili bir
kişiye anlatma çabasının da, kongre günlüğünde önemli bir yer tuttuğu
görülmektedir. Bu şartlar altında beklendiğinden uzun süren kongre, açılışından
on altı gün sonra, 4 Mart 1 923’te “Misak-ı İktisadi”nin açıklanmasıyla sona
erer.”5
İzmir İktisat Kongresi’ne işçi temsilcilerinin seçilmesi işçi
sınıfının iradesine bırakılmamış, vali ve mutasarrıflara bırakılmıştır. Çiftçi
adı altında ise kongreye büyük toprak ağaları davet edilmiştir. İşçiler adına
konuşan Şefik Hüsnü’nün bu konuda söyledikleri son derece önemlidir:
“Kongre’de kendi mevkii ve fikriyatının ehemmiyeti bu kadar büyük
olan amele sınıfının temsili meselesinin son derece ihmal edilmiş olmasına
hayret ve tessürden kendimizi alamıyoruz. Mevcut amele cemiyetlerine, toplu
işçi zümrelerine müracaat edilecek yerde, köy ve şehir erbab-ı mesaisi namına
gönderileceklerin tayini vali ve mutasarrıflara havale edilmiştir. Ve bu tayin adeta
bir memur nasbı gibi bir şekilde yapılmaktadır. Amele işleri ile az veya çok
alakası olan bazı kimseler istimzaç edilmeksizin, reyleri sorulmaksızın,
İstanbul’dan İktisat Kongresi’ne amele murahhasları tayin olunmuştur.
Ciddiyetle kabil-ı telif olmayan bu hareketin amele üzerinde yaptığı pek fena
tesirden sarf-ı nazar, bu sözde amele murahhaslarının, vaziyeti tetkik edip
amele temalüyatını anlamalarına ve edinecekleri fikre göre teklifat ve
müdafaatta bulunmak için hazırlanmalarına bile imkan bırakılmamıştır.”6
Kongreye işçilerin dahil edilmesinde uygulanan bu usulsüzlük
sadece seçilen delegelerin seçilme biçimleri ile sınırlı değildir. Kongre
sürecinde işçilerin taleplerinin kabul edilenleri daha sonraki yıllarda
yasaklanacaktır. Aslında bu boyutuyla ele alındığında görülecektir ki İzmir
İktisat Kongresi’nin hazırlanış ve sonuçlarının devlet erki tarafından
yönetilmesi TC devletinin genel siyasası ile doğrudan ilgilidir.
Bugün bile “Alevi Açılımı”, “Kürt Açılımı”, “Roman Açılımı” gibi
farklı dini ve milli grupların dahil edilidği toplantılar yapılıp büyük vaatler
sunulmasından sonra ortada somut hemen hemen hiçbir şeyin konulmamış olması da
bu siyesetin uygulanmasının sonucudur.
İşçi sınıfının bu kongrede dile getirdiği taleplerin burada
paylaşılması yararlı olacaktır. Buna göre İstanbul Umum Amale Birliği’nin
Türkiye İktisat Kongresi’ne sunmuş olduğu rapordan:
“Kuruluş amacını ‘Maddi hiçbir sermayesi olmayan ve başkasının
sermayesi ile veya alet-ı sanatı ile çalışan ve sanatı icab ettirdiği alattan başka
sermaye-i madiyesi bulunmayan veyahut çalışmadığı takdirde hayatını temın
edemeyecek ashab-ı say-u amelden bulunan amelenın içtimai ve iktisadi
hukununsermayedarana karşı kavanin-i mevzua dahlinde müdafaa, Hükümet-ı
muhtereme-i milliyenin amele hakkındaki kanunlarının sermayedaran tarafından
amele hakkında tamamı tatbikini temin (…)’ olarak tanımlayan Istanbul Umum
Amale Birliği aşağıdakı taleplerde bulunmuştur:
Istanbul amelesinin vaziyeti pek acıklıdır. Esar ve hayatın terfiğ
ve tenzilini takiben amelenin de sahib-i rey olarak temsil edileceği bir
komisyonun hiç olmazsa umum patronlar tarafından vacib-ülittiba olmak üzere
ayda iki defa bir haddi asgari gündelik tayin ve neşretmesini temin eylemek.
Hal-ı hazırda sermadaranın vasıta-ı icraiyesi ve memlekete müfid
olmaktan yaşamaktan bir gayesi olmayan ameleye sermayedarananisbeten tarh
edilen temettu vergisinin amelenin tahammül edebileceği bir hadd-i itidalde
tadil ve tahfifi.
Ahlakın sukutuna, ırkın tereddisine saik-ı yegane olan işsizliğin
kaldırılması için eshab-ı say-ü amele insani ve asrı şerait tahtında iş tedarik
etmek ve sermayedarana hükümet tarafından iş imtiyazları verilirken şerait-i
imtiyazın esna-ı tesbitinde amele hukuk-u alisini hat-ı temine almak.
Memleketimizde esnaf ile amele tabiri vazıhan ve kanunen tarif
edilmemiş olduğu için bu müphemiyetten bil-istifade amelenin en büyük bir
kısmının kontrolü ve esnaf namı altında cem ile inkişaf ve terakkilerinde sed
çeken Şehremaneti’nin bu salahiyetinin ref’i ile ameleye grev yapmak salahat-i
kanuniyesini haiz sendikalar teşkil etmesini müsaade etmek, yani hal-i hazırda
meriyül icra olan 19 Ağustos 1909 tarihli Cemiyetler Kanunu’nu bu esas üzerinde
tadil eylemek.
Memleketimizde açılacak bütün işleri hakim ve emin unsur olan Türk
erbab-ı say ve sanatına vermek ve mevcut müessasat-ı ecnebiyeyi memleketimizin
tealisinden ziyade sukutunu temenni eden unsurlardan tathir etmek.
Bir bahçe veya bostan mahsulatı için aşar vermekte olduktan başka
topladığı mahsulatı için aşar vermekte olduktan başka topladığı mahsulatı başka
şehre naklederken şehrin sur kapılarında Şehremaneti tarafından yük başına
ayrıca bir resme (vergiye) tabi tutulmaktadır. İşbu Emanet rüsumunun ilgası
hayatı ucuzlatacağından bu resmin kalkmasını temin eylemek.
Kabzımallığın tamamen kaldırılması.
Hayatı ucuzlatmak için bahçe ve bostan aşar vergisinin ‘hanüman
söndürmeyecek’ miktarda tahsilini temin eylemek.Amele çocuklarının parasız
yatılı okullarda okumasını sağlamak.
İstanbul’da sıhhi ve ucuz bekar işçi odaları temin edilmesi.
8 saatlik iş günü.
İşçi sınıfının sermayedarlarla yaşayabilecekleri ihtilaflarda
görevlendirilecek müfettişler tayin edilmesi.
Fazla iş saatlerinin amelenin iradesine terk ve amelenin kabulü
takdirinde işbu saatlere mukabil iki misli ücret uygulanması. (Devam Edecek)
Kaynaklar ve dipnotlar
Karabekir K., İktisat Esaslarımız-Hatıra ve Zabıtlarıyla 1923
İzmir İktisat Kongresi- Emre Yayınları, 1 . Baskı, s. 156
Ersoy T., Lozan bir anti-emperyalizm masalı nasıl yazıldı? Sorun
Yayınları, 2. Baskı, s. 68-69
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/370993 , s. 9
4.. İbrahim Kaypakkaya,
Seçme Yazılar, s. 139
ÖkçünGç, Türkiye İktisat Kongresi, Kongre Açılış Konuşmaları
Mustafa Kemal, Ankara 1997, s. 210
Ersoy T., Lozan Bir Anti-Emperyalizm Masalı Nasıl Yazıldı?, s. 82
Ökçün G., Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir ‘İzmir İktisat
Kongresinde İşçi ve Köylü (Şefik Hüsnü), s. 38-39
Ökçün, age, s. 138-146
Ersoy T, age, s. 87
Başkaya F, Paradigmanın İflası, Doz yayınları, s. 124
Başkaya, age, s. 130
Ersoy T, age, s. 87
Kazım Karabekir, İktisat Esaslarımız -Hatıra ve Zabıtlarıyla 1923
İzmir İktisat Kongresi- Emre Yayınları, 1. Baskı, s. 222
Ersoy T, s. 90-91
ANALİZ | İzmir İktisat
Kongresi: Emperyalizme Bağımlılığın İlanı-2
"Görüleceği
üzere İzmir İktisat Kongresi esasen egemen sınıfların yeni koşullar içinde
durumlarını ve emperyalist güçlerle ilişkilerini tanımlayıp, devleti buna göre
konumlandıracaklarını ilan ettikleri bir kongre niteliği taşımaktadır"
Amelen’n Esas Hakları (Şefik Hüsnü)
8 saatlik çalışmanın kabulü.
Gece çalışmalarında iki kat saat ücreti ödenmesi.
14 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasının yasaklanması.
14-18 yasş arasındaki çocukların 6 saatten fazla çalıştırılmaması,
günde en az 2 saat eğitim almalarının patronlar tarafından garanti edilmesi ve
maden ocakları ve yer altı gibi yerlerde çalıştırılmaları.
Kadın ve çocukların gece çalışmalarının kanunen kesin olarak
yasaklanması.
Kadınlara doğum sonrası 8 haftalık ücretli izin verilmesi.
Kadınların aybaşı dönemlerinde 3 gün ücretli izinli sayılmaları.
Amelelerin çalıştıkları fabrikalarda ve civarlarında amele kulübü
açılmasına patronların mecbur tutulması.
Hastalanan işçilerin yatılı tedavileri için hastane ve eczaneler
açılması.
İş esnasında rahatsızlanan işçilerin tedavisi ve vefat edenlerin
çocuklarının iaşe ve iskanlarının (beslenme ve barınmalarının) garanti altına
alınması.
Fabrika ve imalathanelerde işçi komiteleri oluşturulmasına izin
verilmesi ve işçilerle patronlar arasındaki ilişkilerin bu komiteler
aracılığıyla sürdürülmesiç
Patronlarla işçiler arasında müşterek mukavele yapılması usulünün
kabulü.
Vasıta-i yevmiyelerin sendikalar tarafından temini.
Patronlarla amele arasında tahaddüs edecek (oluşacak)
ihtilatafatın halli için müsavi hukuk ve reye malik muhtelif komisyonlar
teşkili.
Amelelerin tabi haklarını temin etmek için en mühim silahı olan
grevlerin kanunen kabulü.
Amelelerin haftada 24 saatlik istirahat sürelerinin ve senede bir
ay izinlerinin (tam ücretli olarak) kabul edilmesi.
Fabrikalar, imalathaneler ve müessesat ve maden ocaklarından işçi
alımı ve çıkarılmasını sendikaların yapabilmesi ve patronların işçi
çıkarmasının engellenmesi.
Amelelere hiçbir zaman, hiçbir yerde cezayı nakdi yükletilememesi.
Amelenin Avrupa’da olduğu gibi tamamen serbest sendikalar tesisi
hakkının tanınması ve amele sendika ve biliklerinin mümasil beynelmilel
teşkilatlarla münasebet ve rabıta tesis etmekte tamamen hür olması.
” (Şefik Hüsnü, Aydınlık 10 Şubat 1923) 7
“Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, diğer grupların aksine, işçi
grubunun sunduğu esasların önemli bir bölümü diğer gruplar tarafından
reddedilmiştir. Örneğin, işçi sağlığı için bir vergi alınması, işçi
temsilciliği gibi öneriler bunlar arasında sayılabilir. Kabul edilen öneriler
arasında ağır işlerde yaş sınırlaması, gündelik ödenmesi, kadın işçilerin doğum
izinleri, hafta tatili gibi konular yer almaktadır. Ancak çalışma saatlerinin
yevmiye düzenlenmesi, ücretli yıllık izin, sağlık yardımı gibi konularda
sınıfsal farklılıklar ya da sınıf çıkarları etkisini göstermekte ve diğer
grupların muhalefetiyle karşılaşılmaktadır.
Diğer yandan, işçi grubu tarafından dile getirilen, imtiyazlı
yabancı işletmelerin devletleştirilmesi önerisinin diğer üç grup tarafından
oybirliği ile reddedilmesi, burjuvazinin bağımsızlık anlayışının görülmesi
açısından önemli bir noktadır. Bu derece ilginç olan bir diğer karar ise,
sendika kurma ve grev yapma hakkının diğer gruplar tarafından kabul görmesidir.
Ancak burada erk devreye girmekte, diğer grupların istemleri zaman
içinde kabul edilirken, ilerleyen süreçte işçilerin kabul edilen birçok
istemiyle birlikte sendika kurma ve grev hakları da yasaklanmaktadır.
Kapitalizmin istediği ‘siyasal istikrar’ için böylece önemli bir adım atılmış
olmaktadır!”8
Peki işçi sınıfının talepleri dikkate alınmadığına
göre kimlerin talepleri dikkate alınmıştır. Buna cevap olarak örneğin işçilerin
“yabancı sermayenin millileştirilmesi” tekliflerine toprak ağaları, sanayici
ittifakının karşı çıkmış olması önemli bir veri sunmaktadır.
Hemen takip eden yıllarda Teşvik-i Sanayi Kanunu
(1927) ile “milli burjuvazi oluşturmak” maksadıyla kapitalist zümrelere
sağlanan ayrıcalıklara paralel olarak toprak ağaları ile yapılan ittifak gereği
toprak reformunun yapılmaması. O dönem “Köy nüfusunun % 5’i ekilebilir toprakların % 65’ini elinde
tutuyordu ve köylü nüfusun % 70’e yakın bir kısmı işlenebilen toprakların ancak
% 5.l’ine sahipti ve savaş-yoksulluk ortamında bu oran, daha sonradan milletin
efendisi olarak ilan edilecek “ağaların” lehine gün geçtikçe artıyor ve bu
süreç vergiler ve tefecilik kurumunun neredeyse hukukileştirilmesi”yle
sonuçlanacaktı.9
Bu durum TC devletinin Kaypakkaya yoldaşın tespit
ettiği “Kurtuluş Savaşı’nın burjuvazi
ve toprak ağaları ittifakının liderliğinde” sürdürülmüş olduğu
tezini destekler niteliktedir ve burada kurulan ittifakın yeni süreçte, bu
ittifakta giderek ağırlık kazanacak olan komprador burjuvazi ve onları doğrudan
ilişkili oldukları emperyalist sermayenin ekonomik-sosyal-siyasi ilişkilerdeki
belirleyiciliklerini ortaya koymaktadır.
“Kongre, başta emperyalist devletler olmak üzere, yerli
‘burjuvaziye’ özellikle de İstanbul tüccarlarına güvence vermeyi amaçlıyordu.
Böylece bir yandan İstanbul’un kozmopolit’iş çevreleri’yle ittifak
pekiştirilirken, onların aracılığıyla da emperyalistlere güvence verilmek
isteniyordu. Kongreye davet edilenlerin kompozisyonu milli mücadele sürecinde
oluşan sınıfsal ittifakının da belirgin bir yansımasıydı… Kongrede toprak
ağaları sekizde üçlük bir temsil hakkına sahiptiler. İşçilerin temsili
sembolik, göstermelikti.”10
Kongre süreci: Geleceğin habercisi
“Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, diğer grupların aksine, işçi
grubunun sunduğu esasların önemli bir bölümü diğer gruplar tarafından
reddedilmiştir. Örneğin, işçi sağlığı için bir vergi alınması, işçi
temsilciliği gibi öneriler bunlar arasında sayılabilir. Kabul edilen öneriler
arasında ağır işlerde yaş sınırlaması, gündelik ödenmesi, kadın işçilerin doğum
izinleri, hafta tatili gibi konular yer almaktadır.
Ancak çalışma saatlerinin yevmi ye düzenlemesi, ücretli yıllık
izin, sağlık yardımı gibi konularda sınıfsal farklılıklar ya da sınıf çıkarları
etkisini göstermekte ve diğer grupların muhalefetiyle karşılaşılmaktadır. Diğer
yandan, işçi grubu tarafından dile getirilen, imtiyazlı yabancı işletmelerin
devletleştirilmesi önerisinin diğer üç grup tarafından oy birliği ile
reddedilmesi, burjuvazinin bağımsızlık anlayışının görülmesi açısından önemli
bir noktadır. Bu derece ilginç olan bir diğer karar ise, sendika kurma ve grev
yapma hakkının diğer gruplar tarafından kabul görmesidir.”11
İşçi temsilcilerinin
söz konusu muhalefete karşı çıkışı ise, kongre ile ilgili anılarından
anlaşıldığına göre, kongre anında başlayan -ve kongreden sonra da on yıllarca
devam edecek olan- zor öğesi ile bastırılmıştır. Ve böylece bir askerin kongre
başkanı olmasının da yararları görülmüş olmaktadır:
“İşçi grubu yok yere bir mesele çıkardılar ve sonunda da, ‘Mademki
dediklerimizi dinlemiyorlar, kongreye ne lüzum var?!’ diye ayağa kaktılar ve
gitmeye koyuldular. Solumda, en son yanda bulunan bu grubun benim hizama
gelmesine kadar ses çıkarmadım ve tam önümden geçerlerken ben de ayağa kalktım
ve kürsüye şiddetli bir yumruk indirerek yüksek sesle bir kumanda verdim:
‘duur!…
Bir adım daha atan vatan hainidir!’ Hepsi yerinde durakaldı.
Derhal ikinci bir emir verdim: ‘Geri dönün ve yerlerinize oturun ‘ Sanki askeri
bir kıta imiş gibi hepsi geri döndü ve yerlerine oturdular. Üye ve
seyircilerden oluşan binlerce halkın alkış tufanı ve taktirli haykırışları
arasında ben de oturdum ve müzakereye devam ettik. Bir daha da münasebetsizlik
olmadı.”12
Devam eden süreçte
işçi sınıfına karşı devletin bir zor aygıtı olarak kullanılacağının güçlü bir
sinyalidir bu olay. Asker-yönetici kimliğindeki devlet unsurunun işçi sınıfının
haklarını talep eden hareketine karşı tutumu devletin işçi sınıfı karşısında
bir baskı aygıtı olduğunun tipik bir örneğidir.
İzmir İktisat Kongresi Lozan’da görüşmelerin
kesilmesinden on beş gün sonra toplanmıştır. Bu yönüyle Lozan’da temasa geçilen
emperyalist güçlere verilen mesajların ekonomik alanda verilen teminatlarla
sürdürülmek istendiği görülecektir. Daha önce alıntıladığımız gibi doğrudan
M.Kemal’in “yabancı sermayeye düşman olmadıkları”, İzmir mebusu Mahmut Esat
Bozkurt’un “ayrıcalık istemedikleri takdirde yabancı sermayeye kolaylıklar da
sağlanacağı” vb. ifadeler oldukça önemlidir.
Diğer taraftan Mustafa Kemal’in “bağımsızlık”
vurgusu yapan sözleri de olmuştur. Bu iki farklı ifadenin bir çelişki
yaratmakta olduğu muhakkaktır. Bu çelişkiyi anlayabilmek için bugün de
neo-liberal ekonomik politikaların uygulayıcısı olan AKP hükümeti lideri ve TC
başkanı sıfatıyla R.T.Erdoğan’ın bir yandan bağımsızlık vurgusu yaparken diğer
yandan yer altı, yer üstü kaynakları ile bütün Türkiye’yi emperyalist güçlerin
dizginsiz sömürüsüne açmış olmasıyla paralellik gösterdiğini unutmamak gerekir.
Aslında buradaki bağımsızlık vurgusunun iç politikaya yönelik bir ifade
olmaktan başka anlamı olmadığının altının çizilmesi gerekir.
Birinci dönemde yani İktisat Kongresi sürecinde
henüz Anadolu’da emperyalist işgale karşı kimi direnişler yaşamış Anadolu
insanına “bağımsızlık” yalanına inandırmak, ikincisinde ise emperyalist
sermayeye tam uyum politikalarıyla uygulamaya konulan sömürüyü gizlemek için
“bağımsızlık” yalanına başvurulmaktadır. Diğer yandan her iki lider için ortak
sıfat olan faşist lider kimliğinin önemli bir tanımlayanı olarak bağımsızlık
vurgusu yapmalarıdır. Bunun ötesinde İzmir İktisat Kongresi’nde bağımsızlıkçı
bir iktisat politikası aramak abesle iştigal etmek olacaktır.
Kongreye katılım kış koşulları nedeniyle davet
edilen temsilcilerin üçte biri ile sınırlı kalmıştır. Katılanların da işçilerin
nasıl seçildiğini, çiftçi olarak temsil edilenlerin aslında toprak ağaları
olduğunu daha önce belirtmiştik. Dolayısıyla hem sayı hem de içerik olarak
Türkiye’nin tamamını temsil etmekten oldukça uzaktır.
Her ne kadar emperyalist güçlerle 1919’dan beri
devam eden ittifak söz konusu olsa da özellikle emperyalist güçlerin yeni TC
devletinin gideceği yönü kesinkes belirlemek istedikleri, kongreyi
toplayanların da bu isteğe uygun olarak iktisat politikalarını dünyaya duyurmak
istedikleri, emperyalist sermayeye ve yerli komprador sermayeye istedikleri
teminatları vermek istedikleri açıktır.
Kongrede farklı sınıfların temsilcilerinin talepleri
ele alınmış ve bunlar oylama sunulmuştur. Çiftçi adı ile kongreye katılan
toprak ağaları aşar vergisinin kaldırılmasına karşı çıkarken yine bu grubun
talep ettiği makineli tarım kabul edilmiştir. Ticaret burjuvazisinin geliştirilmesine
yönelik Milli Türk Ticaret Birliği’nin talepleri de kabul edilmiştir.
Görüleceği üzere İzmir İktisat Kongresi esasen egemen sınıfların yeni koşullar
içinde durumlarını ve emperyalist güçlerle ilişkilerini tanımlayıp, devleti
buna göre konumlandıracaklarını ilan ettikleri bir kongre niteliği
taşımaktadır.
İşçilerin bu kongreye dahil edilmeleri kongrede
Mustafa Kemal’in ilan ettiği “sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış bir millet”
argümanının üretilmesi ve bunun sonraki yıllarda da tekrarı içindir.
Kongrenin sonuçları
Daha evvel
belirttiğimiz gibi İzmir İktisat Kongresi’nin amacı yeni devletin burjuvazisi
toprak ağaları ve bunların emperyalist güçlerle ilişkilerinin tanımlanmasıdır.
Dolayısıyla kongrede izlenen yol ve yöntem, kongreye katılan sınıfların kongrede
ve sonrasına aldıkları kararların ne derecede uygulandığı bugüne dek uzanan TC
devlet siyasasını oluşturmuştur.
Mustafa Kemal’in “liberal bir politika izlememekle
beraber sosyalizm ve komünizm yoluna girmeyeceklerini” söylemesi bağımsızlıkçı,
yeni bir ekonomik yol anlamına gelmez. Faşist devletlerin ekonomik alanda
izlediği korporatist yaklaşıma denk düşer ki 1927 Sanayiyi Teşvik Kanunu ile
devlet eliyle kapitalist zümrelerin oluşturulması yaklaşımı da bunu tamamlar
niteliktedir. Bunun anlamı ise sermaye bakımından güçsüz olan burjuvazinin
devlet olanaklarını sermaye birikimi için kullanmasıdır. Devlet eliyle burjuva
yaratılmamaktadır. Burjuvazi devlet aygıtını kullanarak sermaye birikimini
sağlamaktadır. Buna da “millilik” denilmektedir.
Daha önce de söylediğimiz gibi bir taraftan “yeni
devletin niteliği konusunda Batı’ya bir fikir veriliyor” bir taraftan da, sınıf
arayışının, sınıfı geliştirmenin ve gerekirse “yeni bir sınıf yaratmak” için
gerekli müdahaleleri yapmanın yolları açılıyordu. Üst yapının alt yapıya
bağımlılığı, yöneticilerin kendilerine bir sınıf tabanı aramaları sonucunu
doğal olarak ortaya çıkarıyordu.
“Dolayısıyla ayakta bir tek, eski başkentin büyük ve orta
burjuvazisi kalıyordu. Üstelik yeni yönetici kadro toplumsal kökenleri ve yakınlıkları
dolayısıyla bu sınıfın çekim alanı içindeydi. Aynı zamanda bu sınıftan gelen
önerilerde daha çekiciydi. Bağımsızlık savaşının galipleri, ülkedeki
burjuvaziye var oluşunu ve refahını sürdürecek araçları sağlamak koşuluyla,
yönetici kadro olarak kalacaktı.
Bütün her şey, Türk halkını ve Türk ulusunu batı uygarlık düzeyine
yükseltme teranesi içinde yerini alacaktı. Böylece tercih önceden yapılmış veya
daha doğrusu, emperyalistlerle doğrudan doğruya ilişkiye giren ve Lozan barış
konferansına etkide bulunan büyük burjuvazinin zoruyla önceden kabul edilmişti.
Hükümet İzmir İktisat Kongresini toplamakla bir bakıma bu duruma, resmilik
kazandırmayı kararlaştırmış oldu.”
Kongrenin bu
koşullarda istediği, “tam bir uyum” olsa gerek ve mutlaka “birlik ve beraberliğe
muhtaç olduğumuz…” ya da “devletin ülkesi ve milleti…” gibi başlayan, artık
kanıksadığımız ara konuşmalar yapılmıştır. Uyum, kongre sırasında ve sonrasında
emekçiler oyalanarak, yok sayılarak ya da reddedilerek başarıyla sağlanmıştır!
Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri için her devirde sorun, egemen sınıflar
arasındaki uyumun korunması ve bunun yabancı sermaye ile desteklenmesi
oluşturmakta ve bu sorun kongre ile konjoktürel olarak giderilmektedir.
K.Boratav bu “sorun giderme” işlevini şöyle
özetlemektedir:
“Genel olarak kalkınmacı, yerli ve yabancı sermayeyi ve piyasaya
dönük çiftçiyi özendirici, ekonomik hayatın denetiminin ‘milli’ unsurlara
geçmesini kolaylaştırıcı ve ılımlı bir konum açıklığı öngören tezlerin ön plana
çıktığı ve Kongre’ye İstanbul tüccarlarının sürüklediği ticaret burjuvazisi ile
toprak unsurlarının egemen olduğu söylenebilir. Yeni rejimin izlemesi istenen
iktisadi yol konusunda, egemen ekonomik güçler birbirleriyle çatışmaya düşmeden
ortak mesajlarını siyasi kadrolara etkili bir biçimde ilettiler. Kongre’de
oluşan genel felsefenin, gümrük politikasındaki zorunlu sınırlamalar türünden
istisnalar dışında yedi yıl boyunca genç Türkiye Cumhuriyeti’nin iktisat
politikalarına da egemen olacağı gözlenecektir.”12
İzmir İktisat
Kongresi’ni değerlendirirken bu kongrenin aslında Kurtuluş Savaşı adı verilen
1919-1923 yılları arasında yerli ve yabancı sermaye güçlerinin kurmuş olduğu
ittifakla sınırlamak bir miktar yanıltıcı olabilir. Esasen bu ittifakı, 1908
İkinci Meşrutiyet yıllarına kadar götürmek gerekir.
Burada Türk komprador burjuvazisi ve toprak
ağalarının emperyalist güçlerle -o dönem baskın olan Almanya’dır- girdikleri
ittifak neticesinde 1915 Ermeni Soykırımı’na imza atmaları ve Ermeni taşınır ve
taşınmaz sermayesine zorla el koymaları bu ittifakın ilk icraatıdır.
Bunu 1919-1923 Pontos Rum Soykırımı, 1932
Trakya Pogromu ve 1955 Rum Pogromu takip edecek böylelikle sermayenin
“millileştirilmesi” yönünde Kemalistlerin başlattıkları hareket ilerleyecektir.
Kemalizmin milliliği işte ancak bu anlamla sınırlıdır; katliam ve soykırım ile
Anadolu’da yaşayan diğer milletlere ait sermayeye zorla el konulması. Diğer
taraftan Kemalistler emperyalist güçlerle 1908’den gelen ittifakı geliştirmiş
ve bugüne kadar gelen ilişkileri ortaya çıkarmışlardır.
İzmir İktisat Kongresi ekonomik programları
tartışmak üzere toplanmış olsa da doğaldır ki siyasete etkisi ya da siyasi
sonuçları çok daha belirgindir. Komprador burjuvazi ve toprak ağalarının
emperyalist güçlere verdikleri teminatlara karşın işi sınıfı üzerinde 1925
Takrir-ı Sükun uygulamaları ile baskının artması, İzmir İktisat kongresinde
sözde kabul edilen işçilerin sendikalar kurma haklarının gasp edilmesi ve hemen
ertesinden de işçilere yönelik sayısız tutuklama saldırıları düzenlenmesi TC
devletinin bu öne çıkan siyasetinin içeriği hakkında net veriler sunmaktadır.
Kaynaklar ve dipnotlar
1.
Karabekir K., İktisat
Esaslarımız-Hatıra ve Zabıtlarıyla 1923 İzmir İktisat Kongresi- Emre Yayınları,
1 . Baskı, s. 156
2.
Ersoy T., Lozan bir
anti-emperyalizm masalı nasıl yazıldı? Sorun Yayınları, 2. Baskı, s. 68-69
3.
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/370993 ,
s. 9
4.. İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, s. 139
5.
Ökçün Gç, Türkiye İktisat
Kongresi, Kongre Açılış Konuşmaları Mustafa Kemal, Ankara 1997, s. 210
6. Ersoy
T., Lozan Bir Anti-Emperyalizm Masalı Nasıl Yazıldı?, s. 82
7. Ökçün
G., Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir ‘İzmir İktisat Kongresinde İşçi ve
Köylü (Şefik Hüsnü), s. 38-39
8. Ökçün,
age, s. 138-146
9. Ersoy
T, age, s. 87
10. Başkaya
F, Paradigmanın İflası, Doz yayınları, s. 124
11. Başkaya,
age, s. 130
12. Ersoy
T, age, s. 87
13. Kazım
Karabekir, İktisat Esaslarımız -Hatıra ve Zabıtlarıyla 1923 İzmir İktisat
Kongresi- Emre Yayınları, 1. Baskı, s. 222
14. Ersoy
T, s. 90-91
https://ozgurgelecek51.net/analiz-izmir-iktisat-kongresi-emperyalizme-bagimliligin-ilani-1/
https://ozgurgelecek51.net/analiz-izmir-iktisat-kongresi-emperyalizme-bagimliligin-ilani-2/