21 Mart 2024 Perşembe

SENTEZ | Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi* 1-2

 

"Ekim Devrimi’ni takip eden aylarda halk, büyük bir yoksulluk içinde Bolşeviklerden açlığa son verilmesini ve savaşın sona erdirilmesini istiyordu. Bolşevikler için bir soluklanma dönemi şarttı.Ekim Devrimi’ni takip eden aylarda halk, büyük bir yoksulluk içinde Bolşeviklerden açlığa son verilmesini ve savaşın sona erdirilmesini istiyordu. Bolşevikler için bir soluklanma dönemi şarttı"

20 Mart 2024

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Narodniklere karşı esaslı mücadeleyi Plehanov yürüttü. Marksizm’in Rusya’ya yayılmasına Plehanov öncülük etti. Marks ve Engels’in birçok eserinin Rusça’ya kazanılmasında Plehanov’un emeği büyüktür. “Emeğin Kurtuluşu” grubu, Rusya’da henüz sosyal-demokrat hareket olmadığı bir sırada kuruldu ve Rusya’ya Marksizm’i yaydı.

Narodniklerin savunduğu; 1- Kapitalizmin Rusya’da tesadüfen doğduğunu, gelişme imkanı olmadığı ve dolasıyla işçi sınıfının da gelişemeyeceği; 2- İşçi sınıfının gelişme şansının olmadığından hareketle, işçi sınıfının dikkate alınmaması; 3- Onlara göre tarihi yaratanın sınıflar ve sınıf mücadelesi olmadığı, tarihi yaratanın tek tek kahramanlar olduğu vb. görüşlerin tümünü çürüten Plehanov, Marksist görüşleri geliştirdi ve somut olarak ortaya koydu. Ancak Emeğin Kurtuluşu grubu süreç içinde yanlış görüşleri ileri sürdü ve bir anlamda Narodniklerin etkisinden kurtulmadı.

Bu dönem Rusya’da sosyal demokrat hareketin yavaş yavaş ortaya çıktığı dönemdi. 1884-1894 arasında sosyal demokrat hareket hala işçi sınıfı ve geniş halk kesimleriyle ilişki kurmamıştı. Lenin’in deyimiyle sosyal demokratlar daha “ana rahminde oluşum sürecini” geçiriyordu. Lenin, Emeğin Kurtuluşu için işçi sınıfı hareketine ilk adımı attı diyordu. Rusya’da sosyal demokrat hareketi işçi sınıfıyla buluşturma ve Emeğin Kurtuluşu grubunun hatalarını düzetme işini Lenin yerine getirdi.

Lenin, 1895 yılında Peterburg’ta sayısı yirmiyi aşkın işçi derneğini İşçi Sınıfının Kurtuluşu Uğrunda Savaşım Birliği’nde bir çatı altında birleştirerek, devrimci bir partinin kurulması için ilk ciddi adımı atmış oldu. 1898 yılının Mart ayında Misk şehrinde ilk kongresini yapan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin kuruluşuna kadar Lenin, hem bu oluşum içinde yer alanlarla hem de dışındaki gruplarla yoğun bir iki çizgi mücadelesi yaşadı. Lenin, Narodniklere karşı verdiği savaşımın yanısıra, Legal Marksistlere karşı verdiği savaşımda büyük bir yer tutuyordu. Legal Marksistler de Narodniklere karşı mücadele diyor ancak proleter devrimi bir kenara atıyorlardı.

Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin birinci kongresinde Lenin bulunamadı. Sürgünde olan Lenin, buna rağmen iki çizgi mücadelesini elden bırakmıyor ve anti-Marksist akımlara karşı mücadeleyi sürdürüyordu. Bu dönemde öne çıkan Ekonomistler idi. Ekonomistler, işçi sınıfının sadece ekonomik savaşımla uğraşması gerektiğini ileri sürüyorlardı. Lenin “Ekonomistlerin bu yoldaki propagandalarını, Marksizm’den ayrılma, işçi sınıfı için bağımsız bir politik örgütün gereğini yadsıma ve işçi sınıfını burjuvazinin politik bir uydusu durumuna getirme çabası olarak anlıyordu.’’(55)

1898 yılında Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin kurulması ve birinci kongresini yapmasıyla parti tam olarak kurulmuş sayılmazdı. Her şeyden önce partinin tüzüğü ve programı yoktu. RSDİP’nin kuruluşundan sonra MK’nin tümünün yakalanması sonrası parti içinde büyük bir kargaşa meydana geldi. Bu dönemde öne çıkan iki çizgi mücadelesi, merkezileşmiş bir partinin gerekliliği ve buna karşı bunun gereksizliği üzerine yapılan tartışmalardı. Ekonomistler, bu işin en uçtaki temsilcileriydi.

RSDİP’in 2. Kongresi, 30 Temmuz 1903 tarihinde toplandı. Belçika’da toplanan kongre, polisin müdahale etmesi nedeniyle Londra’ya taşındı. 2. Kongresinin en önemli gündemi, parti programının tartışılıp kabul edilmesiydi. Yoğun bir iki çizgi mücadelesi yaşandı. Ekonomistler, Bundcular ve Marksistler arasındaki en önemli tartışma konusu, proletarya diktatörlüğü başlığıydı. Oportünistler, birçok sosyal demokrat partinin programında proletarya diktatörlüğü maddesinin olmadığından hareketle Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin programına proletarya diktatörlüğü maddesinin konmasına karşı çıkıyorlardı. Oportünistler, köylü sorununa ilişkin istemlerin parti programına alınmasına karşı çıkıyorlardı.

Bundcular ise ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına karşı çıkıyorlardı. Lenin, işçi sınıfının milli baskılara karşı savaşım yürütmesinin zorunlu olduğunu, parti programında bu maddenin yer almamasının proleter enternasyonalizmini bir yana bırakmak olduğunu söyleyerek bu görüşe karşı yoğun mücadele verdi. Kongre, Lenin önderliğinde hazırlanan parti programını kabul etti. Parti programı, biri azami, biri asgari olmak üzere iki kısımdan oluşuyordu. Azami program, işçi sınıfının iktidarı ele geçirdikten sonra sosyalist rejimi kurup proletarya diktatörlüğüne geçişi; asgari program ise önce Çar’ın devrilmesi, demokratik bir cumhuriyet ve 8 saatlik iş gününün kabul edilmesi, köylülüğün toprağa kavuşmasını hedefliyordu. Kongre, parti programını kabul ettikten sonra diğer bir konuya yani parti üyeliği sorununu tartışmaya geçti.

Bu konu yoğun bir iki çizgi mücadelesine sahne oldu. Lenin, parti üyeliği formülü olarak “partinin programını kabul eden, partiyi maddi bakımdan destekleyen ve parti örgütlerinden birinde üye olan herkesin parti üyesi olabileceğini” ileri sürerken Martov ise parti programının kabul edilmesi ve partiyi maddi olarak desteklemeyi kabul etmekle birlikte herhangi bir parti organında yer alınmasına karşı çıkıyordu. Lenin, üyelerin kendilerinin partiye kayıtlarını yapmalarını değil parti örgütlerinden biri tarafından kabul edilmesini disiplin açısından zorunlu görüyordu. Ancak dengeler birdenbire Bolşevikler aleyhine döndü ve parti üyeliği Martov’un önerdiği biçimde kabul edildi. Bolşevikler, mücadeleyi elden bırakmadılar. Kongre merkez komitesi seçimine gitmeden birkaç olay oldu. Bunlardan biri şuydu; Bund, parti içinde Rusya’da Yahudi işçilerin tek temsilcisi olarak kendilerinin kabul edilmesini istiyordu.

Kongre, Bundcuların bu isteğini reddetti. Bunun üzerine Bundcular kongreyi terk etti. Kongre, Ekonomistlerin ülke dışındaki birliğini partinin dış ülkelerdeki temsilcisi olarak kabul etmeyince Ekonomistler de kongreyi terk ettiler. Bu durumda Kongreyi terk eden delege sayısı toplam 7 oldu. Bu delegelerin Kongreyi terk etmeleriyle durum Leninistlerin lehine değişti. Ve kararlar Lenincilerin istediği gibi çıktı. 2. Kongrede kabul edilen program, SBKP’nin 8. Kongresinde kabul edilen yeni programa kadar RSDİP’in ana çizgisini belirledi.

2. Kongreden sonra RSDİP içindeki yoğun bir çatışma yaşandı. Menşevikler hem MK içinde hem de Iskra yazı kurulunda Bolşeviklerle eşit düzeyde temsil edilmeyi önderdiler. RSDİP, bu öneriyi kabul etmedi. Böylece Menşevikler, Martov ve Troçki’yle ittifaka geçerek Bolşeviklere karşı bir blok oluşturdular. Plehanov, 2. Kongrede Lenin’le birlikte hareket etmesine rağmen Kongre sonrası Menşeviklerle birlikte hareket etti. Menşevikler, yeni Iskra’da parti üyeliği konusunda görüşlerini yenilemeye ve azınlığın çoğunluğa uymasını istemenin mekanik olacağı şeklindeki görüşlerini yaymaya başladılar. Lenin, iki çizgi arasındaki bu mücadeleye “Bir Adım İleri, İki Adım Geri’’ adlı yapıtıyla cevap verdi.

Rusya’da işçi sınıfının yükselen mücadelesi, askerlerin örgütlülüğü, köylülerin Çar’a karşı mücadelesi karşısında RSDİP’in yeni taktikler saptaması gerekiyordu. Menşeviklerin parti içindeki yıkıcı tavırları netliğe kavuşturulması gerekiyordu. Ancak Menşevikler 3. Kongrenin adını bile duymak istemiyorlardı. 3. Kongreye katılmaları için tüm Bolşevik ve Menşevik parti örgütleri kongreye çağrıldı. Ancak Menşevikler, katılmayı reddettiler ve ayrı bir kongre topladılar. Sayıca az oldukları için kongre yerine konferans adını verdiler.

RSDİP 3. Kongresi, 1905 Nisan’ında Londra’da toplandı. Kongre, Menşevikleri partiden kopmuş kesim olarak ilan etti. Kongre ile aynı zamanda Cenevre’de de Menşeviklerin Konferansı yapıldı. Lenin bu durumu “iki kongre, iki parti demektir” sözleriyle sapladı. “Kongre de, konferans da aslında aynı taktik sorunları görüşme konusu yaptılar; ama, bu sorunlarla ilgili olarak alınan kararların niteliği birbirine taban taban aykırıydı. Kongrede ve konferansta kabul edilen kararlardan her biri, üçüncü Parti Kongresi’yle Menşeviklerin konferansı, Bolşeviklerle Menşevikler arasındaki taktik anlaşmazlıkları tüm derinliğiyle açığa vurdu.’’(56)

Anlaşmazlığın temel konusu taktik konulardaydı. “Üçüncü Parti Kongresinin taktik çizgisi; İlerlemekte olan devrimin burjuva-demokratik niteliğine ve bu devrimin, içinde yaşanılan şu anda kapitalizmin çerçevesi içinde mümkün olanın ötesine geçemeyeceğine karşın kongre, devrimin tam zaferinden en başta proletaryanın çıkarları olduğu, çünkü bu devrimin zafere ulaşmasının proletaryaya, kendisini örgütlemeye, politik bakımdan yükselmeye, emekçi halk yığınlarına öncülük etmede deyimce zenginleştirmeye ve burjuva devriminden sosyalist devrime  geçmeye olanak vereceği düşüncesindeydi.’’(57)

Menşevikler, Bolşeviklerin bu taktiğinin burjuva sınıfları devrimden ürküp sırt çevireceğini ve bu yüzdende devrimin hedefini daraltacağından hareketle devrimde köylülüğe rol vermeye karşı çıkıyor ve devrime burjuvazinin önderlik etmelerini savunuyorlardı. Menşevik konferans buna karşın şu taktiği benimsedi;

Devrim, madem ki, burjuva devrimdi, o halde devrimin öncüsü ancak liberal burjuvazi olabilirdi. Proletarya, köylüyle değil, liberal burjuvaziyle bağlaşma kurmalıydı. Önemli olan, liberal burjuvaziyi devrimcilikle ürkütmemek ve devrime sırt çevirmemesi için ona bahane vermemekti. Çünkü liberal burjuvazi devrime sırt çevirirse, devrim zayıf düşerdi.’’(58) Lenin Menşeviklerin bu tezini Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği adlı yapıtıyla sonradan yerle bir etti. RSDİP’nin 3. Kongresinde benimsediği ve Lenin’in geliştirdiği “Bu, Marksist partinin burjuva-demokratik devrimdeki taktik sorunları konusunda yeni ve Marksizmin silah deposunda o zamana dek bulunan taktik tezlerden temelden farklı bir tezdi. O zamana dek, örneğin Batı’da, burjuva devrimlerde öncülük rolü burjuvazideydi. Proletarya ister istemez burjuvazinin yardımcısı rolünü oynardı, köylü de burjuvazinin yedek gücü görevini görürdü. Marksistler böyle bir bileşimi, proletaryanın elden geldiğince kendisinin en acil sınıf isteklerini savunması ve kendi politik partisine sahip olması koşuluyla, aşağı yukarı kaçınılmaz bir şey sayarlardı. Lenin’e göre, yeni tarihsel koşullarda, artık durum değişmiştir; proletarya burjuva devrimin öncü gücüdür, burjuvaziyi devrimin yönetiminden uzaklaştırılmış ve köylü proletaryanın yedek gücü durumuna gelmiştir.’’

Devamla “Lenin, çarlığı devirmek ve demokratik cumhuriyeti kurmak için en önemli araç olarak, halkın zafere giden silahlı ayaklanmasını kabul ediyordu. Menşeviklerin tersine Lenin, ‘genel demokratik devrimci hareketin artık silahlı ayaklanmayı zorunlulaştırıldığı’ ve ‘partinin en önemli başlıca ve zorunlu görevlerinden biri olarak proletaryayı ayaklanmaya hazırlama işinin artık ‘gündeme girmiş olduğu’ ve ‘proletaryayı silahlandırma ve ayaklanmayı doğrudan yönetme olanağını sağlamak için en enerjik önlemleri almak’ gerektiği düşüncesindeydi.’’(59)

1905 devrimi Bolşeviklerin ön gördüğü şekilde gelişti. Köylüler büyük toprak ağalarının topraklarını işgal ederken ordu içindeki devrimci askerler Kronştad’daki Karadeniz filosunda ayaklanma yapıyor, işçiler ise Moskova ve diğer birçok şehirde silahlı ayaklanmalar yaparak barikatlarda savaşıyorlardı. Ayaklanma ülke çapında Çar birlikleri tarafından bastırıldı. Ve Rusya’da “gericilik yılları” olarak adlandırılan geçici bir geri çekilme söz konusu oldu. Ayaklanmadan sonra Bolşevikler ve Menşevikler arasında taktik konusunda farklı iki çizgi ortaya çıktı. Silahlı ayaklanmadan sonra Plehanov “silaha sarılmamalıydılar” diyerek RDSİP’e ciddi eleştiriler getirdi. Menşevikler, ayaklanmanın gereksiz olduğunu, sınıfa zarar verdiğini, ayaklanmaya girişmeden de mücadelenin yürütülebileceğini, barışçıl yoldan da başarıya ulaşılabileceğini savundular. Bolşevikler ise Menşeviklerin bu yaklaşımını tam bir ihanet olarak değerlendirdiler. Bu silahlı ayaklanmadan kazanılan deneyim, işçi sınıfının başarılı bir silahlı savaşım vereceğini gösterdi. Ve Lenin, Plehanov’un “silaha sarılmamalıydılar” değerlendirmesine karşın şunları dile getirdi; “Tam tersine, silaha daha kararlı, daha enerjik ve daha keskin bir saldırı atılımıyla sarılmalıydık; yığınlara öyle yalnız kavgasız barışçı yoldan grevlerle yetinilemeyeceğini ve amansız silahlı savaşımların kaçınılmaz olduğunu anlatmalıydık.’’(60)

1905 devrimi yenilgiyle sonuçlanınca Bolşevikler yeni taktik politikalar geliştirdiler. Duma seçimlerinde izlenecek taktik üzerine Tammerfors’ta yapılan parti konferansında Bolşevikler, Birinci Devlet Dumasını boykot kararı aldılar. Ve partinin birliğini yeniden sağlamak için Menşeviklere öneri de bulundular. Partinin birleşmesi aynı zamanda işçilerin de istemiydi. Lenin birleşmeden yanaydı. Ancak sorunların üzerini örten bir birlikten yana da değildi.

Kongrede, devrim sorunlarının tüm yönleriyle tartışıldığı ve bunun işçiler tarafından da bilinmesini istiyordu. RSDİP’in “birlik kongresi” olarak da bilinen 4. Parti Kongresi Nisan 1906’da İsveç’te toplandı. 1905 yenilgisinden sonra Bolşevikler birçok parti örgütünü kaybetmişti. Menşevikler ise Marksizm’le ilgisi olamayan birçok unsuru saflarına almışlardı. Kongrede Menşevikler çoğunluktaydı. Kongrede kıyasıya bir iki çizgi mücadelesi yaşandı. Tartışmalar; toprak sorunu, içinden geçilen sürecin değerlendirilmesi ve işçi sınıfının görevlerinin belirlenmesi, Devlet Duma’sına karşı tavır sorunu idi. Lenin, Çar’ın devrilmesinden sonra toprağın millileştirilmesini savundu. Menşevikler ise bir belediye programıyla geldiler ve toprağın belediyelerin emrine verilmesini savundular. Kongrede, Menşeviklerin programı oy çoğunluğuyla kabul edildi. Kongreden sonra Menşeviklerle Bolşevikler arasındaki iki çizgi mücadelesi daha da yoğunlaştı.

İkinci Devlet Duması konusunda Bolşevikler yeni bir taktikle Duma’ya katılmaya karar verdiler. Buna karşın Menşevikler ise Duma’ya Çarlık hükümetini yola getirme gözüyle bakıyor ve Anayasacı Demokratlarla bir anlaşmaya varılarak Duma’da onların desteklenmesini istiyorlardı. Bolşevik parti örgütleri buna karşı çıkıyor ve partinin bir an önce kongreye gitmesini savunuyorlardı. Mayıs 1907’de Londra’da RSDİP’nin 5. Kongresi toplandı. Kongreye toplam 336 delege katıldı. Kongrenin başlıca konusu; burjuva partilerine karşı izlenecek tutumdu. Kongre, Bolşeviklerin çizgisini onayladı. “Rus Halkının Birliği, Monarşistler, Birleşmiş Soylular Kurulu gibi bütün aşırı gerici partilere karşı, gerek 17 Ekim Birliği’ne (Oktobrisler), Ticaret ve Sanayi Partisi’ne Barışçı Yenilik Partisi’ne karşı amansız bir savaşım yürütülmesine karar verdi. Bütün bu partiler açıktan açığa karşı-devrimciydiler.’’(61)

1905 devriminin yenilgiye uğramasından sonra RSDİP içinde Menşevikler yeni bir devrim yükselişine inanmıyorlardı. Panik içinde geri çekiliyorlardı. RSDİP’in programının emrettiği gibi hareket etmiyor, partinin devrimci sloganlarından vazgeçiyorlardı. RSDİP’in dağıtılmasını istiyorlardı. Bu aynı zamanda Menşeviklerin yeni bir çizgide demirlemesini de getirdi. Menşevikler bu görüşlerinden dolayı parti içinde “Likidatörler” olarak anılmaya başlandı. Bu karşın Bolşevikler, birkaç yıl içinde yeni bir devrimci yükselişin olacağına inanıyorlardı. Partinin bu yükselişe önderlik etmesini ve kitleleri örgütlemeyle karşı karşıya olduklarını savunuyorlardı.

Lenin, Likidatörlüğün henüz yeni yeni filizlendiği ilk günden başlayarak bu akıma karşı mücadeleyi elden bırakmadı. Onları RSDİP içinde liberal burjuvazinin ajanları olarak görüyordu. Aralık 1908’de RSDİP’nin Tüm Rusya Konferansı, Paris’te toplandı. Lenin’in önerisi üzerine konferans, Likidatörlüğü bir kısım partili aydının, Menşeviklerin “RSDİP’nin mevcut örgütünü dağıtıp ortadan kaldırma ve yerine parti programından, taktiklerinden ve geleneklerinden açıkça vazgeçme pahasına, onu ve ne olduğu belirsiz legal çalışan bir dernek haline getirme” girişimiyle suçladı.

Konferans, tüm partiyi bu yeni çizgiye çarşı savaşmaya çağırdı. Menşevikler konferansın bu kararına uymadılar. Onlar Çar’dan legal bir parti için söz almak istiyorlardı. Ve aynı zamanda 8 saatlik iş günü ve toprak ağalarının topraklarına el koymaktan vazgeçiyorlardı. Bolşevikler sadece Menşeviklere karşı değil aynı zamanda oportünizmlerini “sol” lafazanlıkla maskeleyen Otzovistlere karşı da uzlaşmaz bir savaşım veriyorlardı.

Otzovistler, eski bir kısım Bolşeviklerden oluyordu. Bunlar her türlü legal mücadeleye karşı çıkıyor ve işçi temsilcilerinin Devlet Duma’sından geri alınmalarını savunuyorlardı. 1909 yılında Otzovistlerin durumunu görüşen Bolşevikler, bunları tüm parti örgütlerinden atarak hiçbir ilişkilerinin kalmadığını açıkladı.

RSDİP iki cepheden likidatörler ve otzovistlere karşı savaşım yürütürken Troçki Menşevikleri destekliyordu. O, 1912 yılında sonraları RSDİP içinde Ağustos Bloğu olarak tabir edilen bloğun kurucusu oldu. RSDİP içinde tüm parti aleyhtarı grupları biraraya getiren Troçki, tüm temel meselelerde Menşevikler gibi düşünüyordu. Troçkisler, RSDİP içinde orta yolcu bir politik çizginin temsilcisi durumundaydılar. Stalin “orta yolculuk politik bir kavramdır. Orta yolculuğun ideolojisi uzlaştırıcı bir ideolojidir; ortak bir parti çerçevesi içinde proletaryanın çıkarlarını, küçük-burjuvazinin çıkarlarına bağımlılaştıran bir ideolojidir. Bu ideoloji Leninizm’e yabancı ve temelden aykırıdır(62) diyordu.

Likidatörlere ve Otzovistlere karşı RSDİP içinde yürütülen mücadele, Bolşevikleri nihayet bir parti çatısı altında sıkı sıkıya kenetlenmiş bir partide birleştirme fikrini doğurdu. Bu sadece parti içinde oportünizme karşı değil, aynı zamanda işçi sınıfı güçlerini biraraya toplama için de zorunluydu. Bunun için oportünist çizgileri partiden temizlemek gerekiyordu. Bolşevikler, Menşeviklerle artık aynı parti içinde kalmak istemiyorlardı. Ancak sorun sadece Menşeviklerden arınma değil aynı zamanda onlardan ayrıldıktan sonra yeni tipte bir parti kurmaktı. Oportünizmden arınmış bu yeni tipte parti, Batı Avrupa’daki sosyal demokrat partilerden de farklı bir parti olmak zorundaydı.

Bolşevikler, gerçek devrimci ve Marksist bir partiye sahip olmak amacı taşıyanların hepsi için örnek olabilecek yeni bir partiyi, bolşevik partisini yaratmak istiyorlardı. Bolşevikler, ta eski Iskra gazetesi günlerinden bu yana böyle bir parti hazırlıyorlardı. Bu hazırlık çalışmalarında Lenin’in Ne Yapmalı?, İki Taktik vb. gibi yapıtları belirleyici bir rol oynadı. Lenin, böyle bir partiyi, ideolojik bakımdan Ne Yapmalı? adlı yapıtında, örgütsel bakımdan Bir Adım İleri, İki Adım Geri adlı yapında hazırladı. Politik bakımdan Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği adlı yapıtında ve böyle bir partinin teorik bakımdan silahlanmasını da, Materyalizm ve Ampirio-kriztisizm adlı yapıtında sağladı.”(63)

6.                  Parti Konferansı, Menşevikleri partiden atıp, yeni tipte partiyi kurma görevini yerine getirmek için Ocak 1912’de Prag’ta toplandı. Konferans, parti mekanizmalarının yenilendiğini ve ortaya çıktığından bu yana RSDİP için en zor yılların gericilik yılları olduğunu açıkladı. Konferans bildirisinde şöyle deniliyordu; “Rusya Sosyal Demokrat Partisi’nin yalnız bayrağı değil programı ve devrimci geleneği de ayakta kaldı; proletarya partisi takibat ve baskılarla zayıflatılmasına karşın; hiçbir zaman parçalanmaya uğratılamadı, onun yaşamasına engel olunamadı.’’(64) Prag Konferansı, oportünizme karşı yürüttüğü mücadelenin bütünlüklü bir muhasebesini yaptı ve Menşevikleri partiden atmayı kararlaştırdı. Konferans, partinin acil politik sloganı olarak 8 saatlik iş günü ve toprak ağalarının topraklarına el koyma sloganını ileri sürdü.

1912 yılından, I. Emperyalist Savaşın öngününe kadar Rusya’da işçi sınıfının mücadelesi giderek büyümeye başladı. 1914 başında işçi sınıfının grevleri durmak bilmiyordu. Bolşevikler her alanda gelişirken, Menşevikler ise sürekli olarak kan kaybediyorlardı. I. Emperyalist Savaşın kaçınılmaz bir hal aldığı bir dönemde Bolşeviklerin çıkacak emperyalist savaşa karşı tutumları açıktı. Çarlık, 14 Temmuz 1914’te genel seferberlik ilan etti.

1 Ağustos’ta ise Almanya Rusya’ya savaş ilan etti. Savaşın patlak vermesinden sonra Bolşeviklerle diğer küçük burjuva partileri arasında savaş konusunda iki çizgi mücadelesi yoğun ve açık bir şekilde sürdü. Liberal burjuvazinin partisi (Anayasacı Demokrat Parti) muhalefet partisi gibi hareket etmesine rağmen Çarlık hükümetinin dış politikasını olduğu gibi destekliyordu. Sosyalist-Devrimciler ve Menşevikler, sosyalizm bayrağını yüzlerine bir maske olarak takıp savaşın emperyalist yağmacı bir savaş olduğunu halktan gizliyorlardı. Sadece Bolşevikler doğru Marksist tavır koydular. Bolşevikler, savaşın başından beri yağmacı ve yabancı toprakları ele geçirme savaşı olduğunu savunarak, savaşa karşı tutum geliştirdiler. Emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme Bolşeviklerin sloganı idi.

Çar, tüm cephelerde yenilgiye uğruyordu. Rusya’da açlık başgösterdi. Halk artık savaşmak istemiyordu. Bolşevikler, Rusya’da savaşa karşı geliştirdikleri Marksist tutumla, işçi sınıfı, köylülük ve askerler içinde örgütlendiler. Çar, bütün alanlarda yenilgiye uğradı ve Şubat 1917’de Rusya’da İşçi ve Asker Sovyetleri kuruldu ve ardından geçici hükümet kuruldu. Bu, ikili iktidardı. Bolşevikler, Nisan’dan itibaren ikili iktidara son vermeyi ve sosyalist devrime geçmeyi savundu.

Bolşeviklerin 6. Kongresi, Petrograt’da toplandı. Bolşevikler ikili iktidardan çekildiler. İkili iktidar sona ermiş ve tüm iktidar geçici olarak hükümetin eline geçti. 6. Kongre toplandığında burjuva basın, tüm Bolşeviklerin tutuklanmasını istiyordu. Lenin arandığı için 6. Kongreye katılamadı. Kongre iki çizgi mücadelesi iktidarın alınması ya da burjuvaziyle birlikte bu işe devam etmesi üzerine yapılan tartışmalarla geçti. Kongre, Troçki’nin partiye alınmasını kabul etti. Troçki, kongrede iktidarı ele geçirme kararına ancak Batı’da proleter devrim olursa Rusya’nın sosyalizme geçmesi gerektiğini savundu. Buharin ise köylülüğün savaş yanlısı bir ruh hali taşıdığı ve burjuvaziyle uzlaştığı için proletaryanın arkasından gelmeyeceğini savundu. Kongre tüm bu çizgileri reddetti ve Bolşeviklerin ekonomik programını görüşüp onayladı. Kongre, sosyalist devrimde işçi sınıfı ve köylülüğün bağlaşması konusunda Lenin’in tezini onayladı. Sendikaların tarafsız olması gerektiği şeklindeki Menşevik tezi reddetti. Kongrede Troçki, Kamenev, Rikov başta olmak üzere Lenin’in karşı devrimcilerin mahkemesine çıkmasını ve yargılanmasını önerdiler. Kongre bu öneriyi reddetti ve Lenin’in mahkemeye gitmemesini kararlaştırdı.

Ekim Devrimi’ni takip eden aylarda halk, büyük bir yoksulluk içinde Bolşeviklerden açlığa son verilmesini ve savaşın sona erdirilmesini istiyordu. Bolşevikler için bir soluklanma dönemi şarttı. Emperyalist güçlerle savaşı devam ettirmek o şartlara pek uygun değildi. Bundan dolayı Bolşevikler, adil bir barış çağrısında bulundular. Fransa ve İngiltere bu çağrıya olumsuz cevap verdi. Bunun üzerine Bolşevikler, Almanya ve Avusturya’yla görüşmeye karar verdi. Görüşmeler, 3 Aralık’ta Brest-Litovsk’ta başladı ve 5 Aralık’ta da bir ateşkes anlaşması imzalandı. Barış anlaşması konusunda RSDİP partisi içinde ve dışında iki çizgi ortaya kondu. Menşevikler ve Sosyalist devrimciler tüm güçleriyle barış anlaşmasına karşı yoğun bir propaganda başlattılar.

İçte de başta Troçki, Radek ve Piatokov’la birlikte kendilerine “Sol Komünistler” adını veren Buharin barış görüşmelerine karşı çıkıyor ve parti içinde Lenin’i hedef gösteriyorlardı. 10 Şubat günü barış görüşmeleri kesildi. Buna neden olan Troçki idi. Sovyetler adına Brest-Litovsk’ta bulunan ve barış görüşmeleriyle görevlendirilen Troçki, Almanlarla anlaşmayı reddedince savaş yeniden başladı. Troçki’nin ihaneti Sovyetler’e pahalıya mal oldu ve daha ağır şartları Sovyetler, 23 Şubat 1918’de kabul etmek zorunda kaldı. Barış konusunu karara bağlamak için 7. Parti Kongresi 6 Mart 1918’de toplandı. Bu kongre, iktidarın ele geçirilmesinden sonra yapılan ilk parti kongresiydi. Kongrede Lenin, Brest-Litovsk barışı konusunda yaptığı konuşmada, “parti içinde bir ‘sol’ muhalefetin ortaya çıkması yüzünden partinin geçirmekte olduğu ağır buhran, Rus devriminin karşı karşıya olduğu en büyük buhranlardan biridir’’ değerlendirmesinde bulundu. Kongre, Lenin’in barış konusundaki politik tutumunu onayladı. Barış konusu genç Sovyetler’e zaman kazandırdı. Sovyetler’in zaman kazanması ve güçlenmesini sağladı. Barış Anlaşması sonrasında Almanlar yenilince tüm anlaşmalar da kendiliğinden sona erdi.

Bolşevik partisinin 8. Kongresi Mart 1919’da topladı. Sovyetler birçok cepheden kuşatılmış, İtilaf Devletleri Sovyet Rusya’ya karşı gerici blok daha da güçlenmiş ve içteki karşı devrimci ayaklanmalar Sovyet Rusya’yı zor durumda bırakırken 8. Parti Kongresi toplandı. 8. Kongre yeni bir programı kabul etti. Bu programın sosyalizmin ihtiyaçlarına göre şekillenmesi büyük bir önemdeydi. Kongre, emperyalizm geniş bir şekilde yeniden açıklıyor ve iki sistemin, sosyalizm ve burjuva sisteminin bir karşılaştırmasını yapıyor ve partinin sosyalizm uğrundaki savaşımın somut görevlerini belirliyordu.

Bu görevler şöyle açıklandı; Burjuvaziyi mülksüzleştirmenin tamamlanması, ülke ekonomisinin tek bir sosyalist plana göre yöneltilmesi, sendikaların ulusal ekonominin örgütlenmesine katılması, burjuva uzmanlardan yararlanma, köylülüğün adım adım sosyalist kuruluş çalışmalarına katılması. Kongrede ekonomik program ve diğer birçok konuda iki çizgi mücadelesi içinde şekillendi. Buharin bu işin başını çekenlerden biriydi, Buharin, Lenin’in “ekonomik sistemimizin karmaşıklığının göz önünde bulundurmasını, ülkede orta köylülerin temsil ettiği küçük emtia üretimi de içinde olmak üzere, farklı ekonomik biçimlenmelerin varlığını programda belirtmeyi zorunlu” sayıyordu. Bunun için Lenin, program görüşülürken kapitalizmle, küçük emtia üretimiyle, orta köylü ekonomisiyle ilgili noktaların programdan çıkartılmasını öneren Buharin’in Bolşevizm aleyhtarı görüşlerine şiddetle karşı koydu. Buhari’nin görüşleri, Sovyet devletinde orta köylülerin rolünün Menşevikçe, Troşkistçe bir yadsıması demekti. Buharin, aynı zamanda köylülerin küçük meta üretiminden kulakların üreyip geliştiği gerçeğini de görmezlikten geliyordu.’’(65)

Kongre ulusal sorunda da Bolşeviklerin çizgisini kabul ederken, Buharin ve Piattakov’un ulusal sorundaki yaklaşımlarını çürüttü. Onlar programda ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının yer almasını istemiyorlardı. 8. Kongre köylülüğün sorununu da bir çözüm getirdi. Buna göre yoksul köylüye güvenme, orta köylülükle bağlaşma ve kulaklara kaşı savaşım yürütülmesi kararlaştırıldı. Kongrede askeri sorunda da iki çizgi mücadelesi yaşandı. Ortaya “askeri muhalefet” diye bir grup çıktı. Bu muhalefet eski “sol komünistler” ve ordu içindeki partililerden oluşuyordu. Bu muhalefet düzenli orduya karşı çıkıyor, orduda disipline karşı çıkıyor ve askeri uzmanlardan yararlanılmasını savunuyorlardı

9.                  Parti Kongresi, iç savaş yıllarında karşı devrimci ayaklanmalara önderlik eden Denikin ve Kolçak’ın yenilgiye uğratılmasından sonra Mart 1920 tarihinde toplandı. Kongre ulaşım, akaryakıt, demir-çelik sanayinin kalkındırılması ve ülkenin elektriklendirilmesini hedef alan tek bir sosyalist ekonomik planın uygulanmasını içeriyordu. Kongrede tüm bu konularda yoğun bir iki çizgi mücadelesi yaşandı. Kongre, sanayinin tek elden yönetmesi ve yöneticilerin kişisel sorumluluğuna karşı çıkarak sanayinin yönetiminde sınırsız bir grup yönetimini ve kişisel sorumluluğu savunan ve kendisine “demokratik merkeziyetçilik” adını veren grubu yenilgiye uğrattı. Bu muhalefetin başını Sapronov, Osinski, V.Smirnov çekiyor, Rikov ve Tomski de kongrede bunları destekliyordu.

10.   Parti Kongresinden sonra parti içinde yaşanan iki çizgi mücadelesi birçok konuda devam etmekle kalmadı. Bu tartışmalarda Sovyetler’i zayıflatmak için birçok grup birleşerek Bolşeviklere karşı saldırıya geçti. İki çizgi esas olarak savaş sonrası ekonomik kalkınma konularında sürüyordu. Parti, savaşın devam ettiği yıllarda uyguladığı savaş komünizminin artık kaldırılması gerektiğini ve fazla ürünlerin bir aynı vergi sistemi getirilerek fazla ürünlerin köylüler tarafından istendiği gibi kullanılması dönemine geçilmesi ve böylece sanayinin canlanmasını savunuyor ve bunun için sendikaların desteğinin alınmasını savunurken, parti içindeki muhalefet böyle düşünmüyor, Troçkistler, işçilerin muhalefeti, sol komünistler, demokratik merkeziyetçiler barış içinde sanayinin kalkındırılmasına karşı çıkıyor, bunların bir kısmı savaş komünizmine devamı savunurken, bir kısmı ise ekonominin kalkınmasında partinin geri çekilmesini ve her şeyin sendikalara bırakılmasını savunuyorlardı.

11.   Parti Kongresi Rusya’da yaşanan bu tartışmaların içinde 8 Mart 1921’de toplandı. Kongre, sendikalar sorununda geniş bir değerlendirme yaptı ve Lenin önerisini kabul etti. Kongre, parti içindeki bütün kliklerin dağıtılmasını kararlaştırdı. Kongre, kararlara uymayan, merkez komitesi içinde klikçi çalışmalara göz yuman bunların merkez komitesinden çıkartılmasını karar altına aldı. Bütün bu kararlar, Lenin’in önerdiği ve kongrenin kabul ettiği “parti birliği üzerine” kararında somutlaştırıldı. Ve Kongre (NEP) yeni ekonomik politikayı onayladı.

NEP’in doğru bir politik karar olduğu, daha ilk yılında verimi verdi. NEP, işçi ve köylüler arasında yeni bir ittifak geliştirdi. Proletarya diktatörlüğünün gücü gelişti. Kulakların vurgunculuğuna son verildi. Sovyet hükümeti, NEP döneminde de tüm ekonomi üzerinde denetimini sağlamlaştırdı. 11. Parti Kongresi bu şartlar içinde toplandı. Ve Lenin kongrede “Bir yıldan buyana geri çekiliyoruz. Parti adına artık bunu durdurmalıyız. Geri çekilmekte güdülen amaç elde edilmiştir. Bu dönem artık sona ermek üzeredir ya da sona ermiş bulunmaktadır. Şimdi amacımız farlıdır-güçlerimizi yeniden bir araya getirmektir.”(66) 11. Parti Kongresinden sonra ekonomik atılımlar yeni hamlelerle devam ettirildi. Ekim 1922’de Sovyetler büyük bir zaferi kutladı. İşgalcilerin elinde kalan son Sovyet toprağı Vladisvokstok Japonların elinden kurtarıldı. Aralık 1922 yılında, Sovyetler’in 1. Kongresi toplandı. Lenin ve Stalin’in öneriyle Sovyet milliyetlerinin geçici bir devlet birliği, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) kuruldu.

12.               Parti Kongresi, Nisan 1923’te toplandı. Sovyetler’in kurulmasından sonra Lenin’in katılmadığı ilk kongreydi. Kongre, Lenin’in son mektuplarında dile getirdiği tüm hususları göz önünde bulundurdu. Kongre, Yeni Ekonomik Politika’yı, sosyalizmden vazgeçmeyi ve kapitalizme teslim olma olarak anlayanların teorik görüşlerini çürüttü. Kongrede Troçki ve onu destekleyen Radek ve Krasin, Sovyetler için can alıcı sanayi kollarının ayrıcalıklarını yabancı tekellere verilmesini istiyorlardı. Bununla da kalmayıp Çar’ın dış devletlere olan borçlarının üslenilmesini istiyorlardı. Kongre tüm bu önerileri reddetti. Buharin ve Sokonikov daha kongre öncesi, dış ticaret üzerindeki devlet tekelinin kaldırılmasını istiyorlardı. Bu önerinin temelinde de yeni ekonomik politikanın kapitalizme teslim olunması olarak görülmesinden ileri geliyordu. Kongrede iki çizgi mücadelesinin yoğun olarak yaşandığı bir diğer konuda ulusal sorundu. Stalin’in hazırlayıp sunduğu raporda “ulusal sorundaki politikamızın uluslararası önemini açıkladı. Sovyetler Birliği, ulusal sorunu çözüme bağlamakta ve ulusal baskıyı ortadan kaldırmakta, Doğu’nun ve Batı’nın ezilen halkaları için bir örnekti. Stalin, Sovyetler Birliği milliyetleri arasındaki ekonomik ve kültürel eşitsizliği ortadan kaldırmak için enerjik önlemler almanın zorunlu olduğunu belirtti. Ulusal sorundaki saptamalara karşı, Büyük–Rus şovenizmine ve sorundaki saptamalara karşı, Büyük–Rus şovenizmine ve yerel burjuva milliyetçiliğine karşı, partiyi kararlı bir savaşıma çağırdı.

Kongrede, milliyetçi saptamacılar ve bunların ulusal azınlıklara karşı egemen-ulus politikası açığa çıkartıldı. O sıralarda, Gürcü milliyetçi sapmacı Mdivani ve ötekiler partiye karşı çıkıyorlardı. Bunlar, Trankafkasya federasyonunun kurulmasına ve Transkafkasya milliyetleri arasında dostluğun güçlendirilmesine karşıydılar. Bu sapmacılar, Gürcistan’daki öteki milliyetlerden haklara karşı tam bir egemen-ulus şovenizmi gibi davranıyorlardı. Gürcü olmayanları, özellikle Ermenileri Tiflis’ten yığınlar halinde sürüyorlardı; öyle bir yasa kabul etmişlerdi ki, bu yasa Gürcü olmayanlarla evlenen Gürcü kadınlarının Gürcistan yurttaşlığından çıkartılması hükmünü taşıyordu. Gürcü milliyetçi sapmacılar Troçki, Radek, Buharin Skripnik ve Rakovski destekliyordu.’’(67)

Kongre sonrası ekonomik alanda istenilen düzeyde başarılar elde edilemedi. Sanayi hala savaş öncesi düzeyin altında bulunuyordu. Sanayi ülkenin artan gereksinimi altında bulunuyordu. 1923 yılının sonlarında ülkede hala bir milyon işsiz vardı. Köylülerin hububat satışlarından elde ettikleri paranın değeri hızla düşmüştü. Troçki o dönem Ulusal Ekonomi Yüksek Konseyi’nde bulunuyordu. Troçki, Pyatakov’la birlikte güya sanayiyi geliştirmek için bütün yöneticilere mamul maddelerin satışından daha fazla kâr elde etmek için talimatlar verdiler. Bu durum köylüleri oldukça zor duruma soktu ve köylüler mamul madde almaktan vazgeçtiler.

Troçkistler Lenin’in hastalığını da fırsat bilerek parti içinde yeni bir atağa geçtiler. Troşki, ekonomik alanda yeni bir çizgi geliştirmek için, parti içindeki, tüm anti-Leninist unsurları bir araya getirerek yeni bir muhalefet programı oluşturdu. Bunlara “Muhalif Kırkaltılar” denildi. Demokratik Merkeziyetçiler, Sol Komünistler ve İşçilerin Muhalefeti gruplarının biraraya gelerek oluşturdukları program, ağır bir ekonomik buhranın olacağını ve bununda Sovyetler’i mahvedeceği, bunun atlatılması içinde parti içinde kliklere ve gruplara izin verilmesi isteniyordu. Troçkistler hazırladıkları dokümanları tüm parti örgütlerine yolladılar ve partiyi bu konularda tartışmaya çağırdılar. Parti içinde açılan tartışmalarda Troçkistler yenilgiye uğradılar.

Kasım 1924 yılında 13. Parti Konferansı toplandı. Konferans yapılan tartışmaların bir değerlendirmesini yaptı ve Troçkist muhalefeti, Marksizm’den bir küçük burjuva sapma olarak mahkum etti. Troçkistler kendi çizgilerini daha da ileri düzeyde savunmaya devam ettiler. Troçki 1924 güzünde “Ekim Dersleri” adıyla yayımladığı bir yazıda Leninizm yerine Troçkizm’i koyarak Leninizm’e saldırdı. Buna karşı Stalin Troçki’nin bu çizgisine karşı Leninizm ilkeleri adlı eseriyle Troçkizm’i mahkum etti. 21 Ocak 1924’te Lenin hayata veda etti. Lenin’in ölümü Bolşevik Parti içinde bir kenetlenmeyi birlikte getirdi.

13.               Parti Kongresi, Mayıs 1924 tarihinde toplandı. Kongre 14. Parti Konferansında kararlaştırılan Troçkizm’in küçük burjuva bir sapma olduğu kararını onayladı. Kongre, kentle köy arasındaki bağı güçlendirmek için hafif sanayinin daha da geliştirilmesinin zorunlu olduğunu belirtti. Kongre, İç Ticaret Halk Komiserliği’nin kurulmasını kararlaştırdı ve ticaretle uğraşan bütün kurumların önüne pazarı denetleme görevi koydu ve özel sermeyenin ticaret alanından kovulması görevini benimsedi. Kongre, köylülere devlet kredilerinin azamiye çıkartılmasını ve böylece tefecilerin bu alandan silinmesi kararı aldı. Kongre ayrıca kooperatif hareketinin geliştirilmesi kararı aldı.

Ekonomik ilerleme işçilerin ve köylülerin yaşam seviyelerini yükseltmiş, 1924-1925 yılında Sovyetler köylülere yardım için 290 milyon ruple ayırdı. “Ulusal ekonomiyi yeniden-kurma çalışmaları tamamlanmak üzereydi. Ama, Sovyetler Birliği için, sosyalist kuruluş halindeki bir ülke için, yalnızca ekonominin yeniden –kuruluşu, yalnızca savaş öncesindeki düzeye ulaşmış olması yeterli olamazdı. Savaş öncesi düzey, geri bir ülkenin düzeyiydi. Daha ileriye gitmek gerekiyordu. Sovyet devletinin elde ettiği uzun soluk alma dönemi böyle bir gelişme için olanaklar taşıyordu.

Ama bu, tüm ivediliğiyle bir sorunu da yanında getiriyordu; Gelişmemizin ve kuruluşumuzun izleyeceği çizgi ve niteliği ne olacaktı, Sovyetler Birliği’nde sosyalizmi nasıl bir gelecek bekliyordu? Ekonomik gelişme sosyalizm yönünde mi olacaktı, yoksa başka bir çizgi mi izleyecekti? Sosyalist bir ekonomi sistemi kurmalı mıydık ya da kurabilir miydik; yoksa biz başka bir ekonomi sistemini, kapitalist ekonomi sistemini doğuracak koşulları mı hazırlıyorduk? Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nde sosyalist bir ekonomi sistemi kurmak olanaklı mıydı; olanaklıysa bunun kapitalist ülkelerde devrimin gecikmesi koşullarında, kapitalizmin istikrara kavuştuğu koşullarda gerçekleştirmesinin olanakları var mıydı?

Ülkede sosyalizmin güçlerini her bakımdan güçlendirmekle ve artırmakla birlikte gene de belli bir ölçüde kapitalizmin gelişmesi olanağını veren Yeni Ekonomik Politika yoluyla bir sosyalist ekonomi sistemi kurabilir miydik? Bir sosyalist ekonomi sistemi nasıl kurulacaktı, bu kuruluşa nerden başlanacaktı. Bütün bu sorunlar, yeniden-kuruluş döneminin sorunlarına doğru, partinin karşısına, artık teorik sorunlar olarak değil, pratik sorunlar, ekonomik kuruluşun güncel sorunları olarak dikildi. (…) Evet dedi parti, ülkemizde sosyalist ekonomi kurulabilir, kurulmalıdır; çünkü sosyalist bir ekonomi sistemini kurmak ve tam bir sosyalist toplum kurmak için zorunlu olan her şeye sahibiz. 1917 Ekim’inde işçi sınıfı kendi politik diktatörlüğünü kurarak kapitalizmi politik bakımdan yenmişti. O zamandan buyana, Sovyet Hükümeti, Kapitalizmin ekonomik gücünü çökertme ve bir sosyalist ekonomi sistemi kurma uğrunda gerekli koşulları yaratmak için her türlü önlemi almıştı.’’(68)

SBKP’nin bu çizgisine karşı Torçkistler Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin zafere ulaşmasına inanmıyorlardı. Partinin çizisine karşı Troçkistler, “Sürekli Devrim Teorisi”ni ileri sürdüler. Buharinciler açıktan bir çizgi ileri sürmeseler de, diğer taraftan “burjuvazinin sosyalizme barış içinde ilerlemesini öngören kendi ‘teorilerini’ öne sürdüler”. Ve bunu yeni bir sloganla “zenginleşin” sloganıyla ileri sürdüler. Zinovyev ve Kamenev, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin teknik olarak geri olmasından dolayı sosyalizmin zaferinin mümkün olmadığını ileri sürdüler.

14.               Parti Kongresi, parti içinde sosyalizmin zaferi konusunun mümkün olup olmadığı konusunda yaşanan iki çizgi mücadelesinin yoğun tartışmaları içinde Aralık 1925 tarihinde toplandı. Parti tarihinde Leningrad gibi parti merkezinin tüm delegelerinin MK’ya karşı toptan tavır almaya hazırlandığını gösteren bir durum hiç yaşanmamıştı. MK adına raporu Stalin sundu. Stalin, Sovyetler Birliği’nin politik ve ekonomik alandaki yükselişini dile getirdi ve gelinen noktada durmamak gerektiğini vurguladı. Stalin, Sovyetler’in kapitalist ülkelere bağımlılıktan kurtulan bir ülke seviyesine gelmeyle karşı karşıya olması gerektiğini vurguladı. Zinovyevciler, partinin genel çizgisine karşı harekeye geçtiler.

15.   Onlar partinin sosyalist sanayileşme politikasına karşı çıkarak, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin esas olarak hammadde ve tarım alanında üretim yapan ve ihraç eden bir ülke olarak kalmasını savunuyorlardı. Kongre, Zinovyecilerin ekonomik “plan” olarak ileri sürdüğü bu programı reddetti. Devlet sanayinin sosyalist olmadığı, yolundaki tezler ve aynı şekilde köylülüğün işçi sınıfının bir bağlaşığı olmadığı savı da kongrede mahkum edildi. Ekonomik alandaki sorunlar üzerindeki tartışmaları gözden geçiren kongre şu ünlü kararı aldı. “Kongre, ekonomik gelişme alanında, proletarya diktatörlüğünün ülkesi olan ülkemizde, ‘tam bir sosyalist toplum kurmak için zorunlu bütün önkoşulların’ (Lenin) varolduğu görüşündedir. Kongre, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde sosyalist kuruluşun zaferi uğrundaki savaşımın partimizin başlıca görevi olduğunu kabul eder. 14. Kongre, partinin yeni tüzüğünü onayladı. Ve 14. Parti Kongresi’nden itibaren partimiz, Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevikler) SBKP(B) adını taşımaya başladı.’’(69)

Zinovyevciler, kongrede yenilgiye uğramalarına rağmen, kongre sonrası parti kararlarına uymadılar ve kendi çizgilerinin propagandasını yaymaya devam ettiler. Zinovyevciler, kongreden sonra Komünist Gençler Birliği Leningrad Komitesi’ni bir toplantıya çağırdı. Bu komitenin yönetici grubu Zinovyev, Zalutski, Bakayev’den destekleniyordu. Leningrad il komitesi ve Komünist Gençler Birliği aldıkları bir kararla 14. Parti Kongresinin kararlarını tanımama kararı aldılar.

14.               Kongreden sonra parti, ülkenin sosyalist sanayileşmesi uğruna çetin bir savaşım içine girdi. Yeniden kuruluş döneminde görev önce tarımı canlandırmak, mevcut atelye ve fabrikaları yeniden işletmeye açmak hedeflendi. Ancak yeniden-kuruluş döneminde üç eksiklik vardı; Birincisi; imalathane ve fabrikalar eksikti. Geri teknik ve aşınmış makineler, İkincisi; Sanayi dar bir temel üzerindeydi. Ülke için makine üreten fabrikalar yoktu. Üçüncüsü; Bu dönemde ağır sanayiden çok hafif sanayi ağırlıktaydı. Milyonlarca küçük işletmelerden, büyük köylü işletmelerine geçişi sağlamak için traktör fabrikalarına ihtiyaç vardı.

Emperyalist ülkeler, Sovyetler Birliği’nin büyüyüp gelişmesini kendileri açısından tehlikeli görüyorlardı. Bu yüzden emperyalistler Sovyetler’de bir belirsizlik ve güvensizlik yaratmak için ellerinden geleni yapmaya başladılar. Sovyetler’de kargaşalık yaratmak için b ir dizi sabotaj ve saldırı gerçekleştirdiler. İngiliz muhafazakarları Arkos’a karşı bir saldırı gerçekleşti ve İngiliz hükümeti Sovyetler’le olan diplomatik ve ticari ilişkisini kestiğini açıkladı. 7 Temmuz 1927’de Vorşova’da Sovyet büyükelçisi Polonya uğruna girmiş bir beyaz Rus tarafından öldürüldü. İngilizler Leningrad’da bir parti kulübüne bomba atıla ve 30 kişiyi yaraladılar. Tüm bunlar Sovyet hükümetinin üstesinden gelen diğer zorluklardı. Sovyetler, baskılara boyun eğmedi ve tüm saldırıların üstesinden gelmeyi başardı.

SBKP içinde Troçkistler yıkıcı eylemlerine devam ettiler. 1926 yılında Troçkistler ve Zinovyevciler, SBKP’ye karşı bir blok içinde birleştiler. Parti tüzüğünü ve 14. Kongre kararlarını açıktan çiğnediler. 15. Konferansına yakın bir dönemde bu blok SBKP içinde yeni bir tartışma açmak istiyorlardı. Tartışma, Troçkist programın yeniden tartışmaya açılmasından öteye gitmiyordu. Bunun üzerine MK bu parti aleyhtarı bloğa karşı daha fazla göz yumamayacağını açıkladı. Bunun üzerine Muhalefet MK bir mektup sunarak kendi klikçi faaliyetlerine son vereceklerini açıkladılar. Kasım 1926 yılında toplanan 15. Parti Konferansı, Troçkistlerin bu yönelimini değerlendirerek Troçkistleri bölücülükle suçladı. Ama onlar hiçbir şekilde durmadılar.

İki çizgi adına, partinin demokratik merkeziyetçiliğini tanımıyor, fırsat buldukça disiplini tanımıyor ve kararlara uymuyorlardı. 1927 yılında bu sefer de “Seksen Üçler Programı’’ adı altında yeni bir programla ortaya çıktılar. Troçkistler bu sefer bilinen tarzlarından farklı olarak yeni programlarında; parti birliğinden yana olduklarını, bölünmeden yana olmadıklarını, parti programına hiçbir itirazlarının olmadığını, tümüyle sanayileşmeden yana olduklarını hatta MK’sını sanayileşmeye yeterince hız verdiği konusunda suçluyorlardı. Ancak programlarında aynı zamanda, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde sosyalizmin zaferine ilişkin karara karşı alaycı bir dil kullanıyor ve fabrikaların işletme haklarının yabancılara verilmesini savunuyorlardı. Troçkistler programlarında kolektif çiftlik hareketinden yana olduklarını ve MK’nın kolektifleştirme hareketine yeterince hız vermediği konusunda suçladırlar.

Ancak diğer taraftan da, işçi sınıfı ve köylüler arasında “çözümü olanaksız çatışmaların” kaçınılmaz olduğunu ileri sürerek bütün umutlarını kulaklara bağlıyorlardı. MK, parti tüzüğüne göre hareket ederek tartışmaların kongreye ancak iki ay kala açılabileceğini söyleyerek tartışmaları başlatmayı reddetti. SBKP parti tüzüğüne uyarak 15. Parti Konferansına iki ay kala tartışmaları başlattı. 15. Konferansta Troçkist muhalefet yenilgiye uğradı. Onlar kendi görüşlerini hakim kılma hedefinden çıkarak Sovyetler’i yıkma hedefine giriştiler. 15. Parti Konferansının tartışmaları son buldan Leningrad ve Moskova’da sokak gösterileri yapmayı kararlaştırdılar. Bunun içinde 7 Kasım günü umdukları kitleyi sokağa sökemeyince hezimete uğradılar. Troçkiçtlerin ve Zinovyecilerin Sovyet aleyhtarı olduklarına artık kuşku yoktu. Bunun üzerine 14 Kasım 1927’de Merkez Komitesi ile Denetim Komitesi yaptıkları ortak toplantıda Troçki ve Zinovyev’i partiden atmayı kararlaştırdı.


15.               Parti Kongresi, 2 Aralık 1927’de yapıldı. Kongre esas olarak Sovyetler’deki Sosyalist sanayileşme ve köylülük sorununu üzerine tartışmalar yaptı. Stalin Kongreye sunduğu raporda sosyalist sanayileşmenin hızla geliştiği yönleri vurguladı ve partinin önüne şu görevi koydu: “Kentteki ve köylük bölgelerdeki bütün ekonomi dallarında sosyalist kilit noktalarını yaymak ve sağlamlaştırmak ve ulusal ekonomiden kapitalist öğeleri silmek.’’(70)

O zaman kadar Sovyetler’de köylülüğün istenilen düzeyde gelişmediğini saptayan parti, “çıkar yol nedir?” sorusuna Stalin şu cevabı verdi: “Çıkar yol torağın işlenmesi temeli üzerinde, küçük ve dağınık köylü işletmelerini, geniş birleşik çiftliklere dönüştürmek yeni ve daha ileri bir teknikle kolektif bir biçimde işlenmesini sağlamaktır. Çıkar yol, küçük ve cüce köylü işletmelerini kerte kerte, ama inandırma yoluyla, toprağın kooperatif ve kolektif bir biçimde işlenmesi temeline dayanan ve kolektif tarım araçlarının, traktörlerin ve verimliliği artırıcı çiftlikler içerisinde birleştirmektir. Başka çıkar yol yoktur.’’(71) Kongre bu değerlendirmeler ışığında tarımın kolektifleştirilmesi için bir karar aldı. Kongre ayrıca köylük bölgelerde kapitalist çiftliklerin önüne geçmek için Kulakların adım adım temizlenmesi kararı aldı.

15.               Kongre, sosyalist kuruluş sorunlarını çözüme bağladıktan sonra Troçkist ve Zinovyeci bloğun partiden atılması sorununu da karara bağladı. Kongre, MK ve Denetim Kurulu’nun aldığı kararı onayladı. Ve ayrıca Radek, Preobrajenski,Rakovski, Piatakov Serebriakov, İ.Smirnov, Kamenev, Safarov, Lifşits, Mdivani, Similga gibi Troçkist unsurlarında partiyle ilişkilerinin kesilmesine karar verdi.

16.   Parti Kongresinin kararı doğrultusunda Kulaklara yöneldi. Bu yaparken parti, yoksul köylülere dayanma, orta köylülükle bağlaşmayı güçlendirme sloganıyla gerçekleştirdi. Kulaklar direnişe geçtiler. Hükümetin belirlediği fiyatları kabul etmeyerek ellerindeki hububatı satmayı reddettiler. Ancak Kulakların direnişi kısa sürede yıkıldı. Kolektifleştirme hareketi adım adım örülmeye başlandı. Kulaklara karşı başlatılan saldırı sırasında parti içinde, öteden beri kulaklara sıcak bakan Buharin’ci çizgi sahipleri, partinin kulaklara karşı izlediği politikaya karşı çıkmaya başladılar. Bu çizgi sahipleri alınan önlemlerin bir an önce kaldırılmasını yoksa tarımın çökeceğini ileri sürüyorlardı. Ve çizgilerini “sınıf savaşımının yatışması teorisi”ne dayandırıyorlardı. Bu teoriye göre; “Sosyalizmin kapitalist öğelere karşı sağladığı her zaferle sınıf savaşımının kısa sürede tümden ortadan kalkacağını ve sınıf düşmanının savaşmaksızın bütün mevzilerini terk edeceğini, bundan dolayı da kulaklara karşı saldırının gerekli olmadığını ileri sürüyorlardı. Böylece kulakların barışçıl yoldan sosyalizmle kaynaşacağını öne süren eski burjuva teorilerini canlandırmaya çalışıyorlar ve Leninizm’in ünlü sosyalizm gelişmesini sınıf düşmanlarının direnişinin de o derecede keskin biçimlere bürüneceğini ve sınıf savaşımının ancak sınıf düşmanının ortadan kaldırılmasından sonra ‘söneceğini’ belirten tezini ayaklar altına alıyorlardı.’’(72)

Nisan 1929 yılında 16. Parti Konferansı Birinci-Beş Yıllık Plan’ı görüşmek üzere toplandı. 16. SBKP Parti Konferansı sağ teslimiyetçilerin beş yıllık dar planını reddetti ve planın geniş şeklini onayladı. Beşinci Beş Yıllık Planın hedefi şunlardan ibaretti: “Beş-Yıllık Plan’ın başlıca hedefi ülkemizde yalnızca sanayiyi değil, ulaştırmayı ve tarımı da -sosyalizm temeli üzerinde- yeniden donatabilecek ve yeniden örgütleyebilecek güçte bir sanayi yaratmaktır hedefi ortaya kondu.”

1929 büyük emperyalist buhran dünyada büyük bir alt üst oluşu birlikte getirdi. 1929’daki dünya ekonomik buhranı, emperyalistlerin savaştan galip çıkan ile yenilgi alan ülkeler arasındaki, emperyalist devletlerle, sömürgeler arasındaki, işçilerle kapitalistler arasındaki, köylülerle toprak ağaları arasındaki çelişkileri daha da kızıştırdı. 16. Parti Kongresine MK adına sunduğu politik raporda Stalin; “Burjuvazinin ekonomik buhrandan bir kurtuluş yolu bulmak için, bir yandan kapitalizmin en gerici, en şoven, en emperyalist öğelerinin diktatörlüğü olan faşist diktatörlüğü kurmak suretiyle işçi sınıfına sömürgelerin ve nüfus bölgelerinin yeniden bölüşülmesi uğrunda savaş kışkırtıcılığı yapacağını belirtti.  Ve olaylar böyle gelişti.’’(73) Ve 1932 yılında Japonya savaş tehdidinde bulundu. 1933’te Almanya’da faşist Hitler başa geldi. Fransa, İngiltere ve ABD Uzakdoğu’da yeni tedbirler alırken Japonya silahlanmaya hız verdi.

16.               Parti Kongresi 26 Haziran 1930’da toplandı. SBKP 16. Parti Kongresi “sosyalizmin bütün cephelerde yürüttüğü geniş saldırısını, kulakların sınıf olarak oradan kaldırılmasını ve tam kolektifleştirmenin gerçekleştirilmesini partinin tarihine geçiren kongre olarak bilinir.”

17.   Kongrede Stalin, Sovyetler’in bir tarım ülkesi olmaktan çıkıp hızla bir sanayi ülkesi olma yolunda ilerlediğini belitti. Ve SBKP 16. Parti Kongresi partinin önüne “Sosyalist kuruluşta canlı Bolşevik adımlarının sürdürülmesini ve Beş Yıllık Plan’ın Dört Yılda tamamlaması” görevi koydu. 1933 yılının başlarında yapılan bir değerlendirme, ortaya konan Beş Yıllık Planın dört yılda tamamlandığı belirtildi.

SBKP 17. Parti Kongresi Ocak 1943’te toplandı. Kongreye bir milyon 874 bin 488 parti üyesini ve 935 bin 298 üye adayını temsil eden, oy hakkına sahip 1.225 delegeyle yalnızca söz hakkına sahip 736 delege katıldı. 17. Kongre, 16. Kongreden bu yana alınan kararları ve uygulamaları değerlendirdi. Ekonomi ve kültür alanında elde edilen başarılarla, partinin genel çizgisinin bütün alanlarda uygulandığı vurgulandı. 17. Parti Kongresi “zafer” kongresi olarak ilan edildi. 17. Kongre, İkinci Beş Yıllık Plan üzerinde karar aldı. Bu plana birinci plandan daha kapsamlıydı. Bu plana göre 1937’de sanayi üretimi, savaş öncesi dönemin sekiz katına çıkartılması, tarımın esas olarak makineleştirilmesi, traktör gücünün altı kat daha artırılması, ulaştırma ve haberleşme araçlarının teknik olarak yenilenmesi, işçilerin köylülerin ekonomik ve kültürel olarak ilerletilmesi için dev bir plan hazırlandı.

17.               Kongre, yeni bir parti tüzüğü kabul etti. Bu tüzüğün diğerlerinden ayrı olan özelliği, bir giriş bölümünün eklenmesi idi. Bu giriş bölümünde partinin kısa bir tanı yapılıyor ve partinin proletaryanın savaşımındaki önemi ve proletarya diktatörlüğü aygıtındaki yeri belirtiliyordu. 17. Kongrenin bir diğer özelliği de, o güne kadar farklı çizgiyi savunan ve bu çizgilerinde direten Buharin, Rikov ve Tomski’nin SBKP’ye verdikleri özeleştiridir. Kongrede sadece bunlar değil Zinovyev ve Kamenev’de özeleştiri yaparak SBKP’yi öven konuşmalar yaptılar. Kongre sonrası Sovyetler’de çok önemli gelişmeler oldu. 1 Aralık 1934’te Leningrad’da Kirov bir suikast sonucu öldürüldü. Rikov’un öldürülmesiyle geniş bir soruşturma başlatıldı. Soruşturma sonucunda “1933-1934 yıllarında Leningrad’da gizli bir karşı devrimci terörist grubun kurulduğu, Zinovyev muhalefetinin eski üyelerinin bu gruba katıldıkları ve başlarında mahut Leningrad Merkezi’nin bulunduğu öğrenildi. (…) Çok geçmeden ‘Moskova Merkezi’ adında gizli bir karşı-devrimci örgütün varlığı ortaya çıkartıldı. Yapılan ilk soruşturma ve yargılama sırasında Zinovyev’le Kamenev’in ve Yevdokimov’un ve bu örgütün öteki liderlerinin, yandaşlarına terörist düşünceyi aşılamada, Parti Merkez Komitesi ve Sovyet Hükümeti üyelerini öldürme tertiplerinde alçakça rol oynadıkları açığa çıktı.’’(74)

 

Kaynaklar

55- Bolşevik Parti Tarihi, s. 33

56- age, s. 83

57- age, s. 83

58- age, s. 84

59- age, s. 90-91

60- age, s. 107

61- age, s. 115

62- age, s. 170

63- age, s. 172

64- age, s. 176

65- age, s. 289

66- age, s. 316

67- age, s. 323

68- age, s. 227-228

69- age, s. 338-339

70- age, s. 345

71- age, s. 355

72- age, s. 358

73- age, s. 359

74- age, s. 360-361

* Bu yazı Partizan dergisinin 66. sayısında yayınlanan Tarihi Dersler Işığında Komünist Partilerde İki Çizgi Mücadelesi yazısının SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi bölümünden alınmıştır. Güncel olması bakımından bu bölümü Lenin anısına yeniden yayınlıyoruz.

SENTEZ | Dünya Proletaryasının Önderi Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına Lenin, Dünya İşçi Sınıfına Yol Göstermeye Devam Ediyor – 2

"Geniş yığınlara devrimci tarzda nüfuz etmek, somut koşulların somut analizinden hareketle; koşulları proletaryanın sınıf çıkarları lehine ileriye taşıcı, yığınları parti kitlesine yakınlaştırıcı ve kitlelerle bağları güçlendirici uygun mücadele biçimleri uygulanmalı ve geliştirilmelidir"

4 Mart 2024

Lenin, proletarya diktatörlüğü sorununun, uluslararası işçi sınıfının en temel sorunu olduğunun altını, hiçbir şüpheye yer vermeden net olarak çizmiştir:

Proletarya diktatörlüğü sorunu, istisnasız tüm kapitalist ülkelerde modern işçi hareketinin temel sorunudur. Bu sorunda tam açıklığa kavuşmak için, onun tarihini bilmek gerekir. Uluslararası bir ölçek koymak gerekirse, genelde devrimci diktatörlük ve özelde proletarya diktatörlüğü öğretisinin tarihi, devrimci sosyalizmin tarihiyle, özellikle Marksizm’in tarihiyle örtüşür. Ayrıca –ve tabii ki bu en önemlisidir- ezilen ve sömürülen sınıfın sömürücülere karşı tüm devrimcilerin tarihi, diktatörlük sorununa ilişkin tüm bilgimizin ana malzemesini ve ana kaynağını oluşturur. Her devrimci sınıfın, zafer kazanmak için kendi diktatörlüğünü kurmak zorunda olduğunu kavramamış olan, devrim tarihinden hiçbir şey kavramamıştır ya da bu alanda hiçbir şey bilmek istememektedir.” (17)

Küçük burjuva oportünizmin temel sorunu, ücretli sömürü sistemi kapitalist toplumu yıkıp yerine sosyalim ve komünizm inşa olmadığı için, proletarya diktatörlüğü yerine kolayca ve rahatlıkla “halkın devleti” ibaresini, arada niteliksel bir ayrım yokmuşçasına koyabilmektedir. Küçük burjuvazi sınıf mücadelesini kabul etmeyi yeterli gördüğü için, komünizm sorununu tarihsel bir sorun olmaktan öte, taktiksel bir sorun olarak ele aldığından, “halkın devleti” sorununu proletarya diktatörlüğü yerine geçirmekte bir beis görmüyor.

Marx’ın devlet üzerine öğretisinin özünü -der Lenin- ancak, bir tek sınıfın diktatörlüğünün yalnızca genelde her sınıflı toplum için, yalnızca burjuvaziyi devirmiş olan proletarya için değil, ama aynı zamanda kapitalizmi ‘sınıfsız toplumdan’, komünizmden ayıran tüm tarihsel dönem için gerekli olduğunu anlayanlar kavramışlardır.”(18)

Proletarya diktatörlüğü yerine “halkın devleti” önermesini ileri sürenlerin bir gerekçesi olarak da “diktatörlük” kelimesinden vazgeçmek gerekiyormuş ve halk bu kelimeden korkuyormuş ve aynı zamanda “demokrasi”yi dıştalıyormuş vb. gibi burjuva zırvaları ileri sürmekten de geri durmuyorlar.

Lenin, Macar işçilerine selam gönderdiği konuşmasında ise şunları söylüyor:

Ama proletarya diktatörlüğünün özü, tek başına, ya da hatta esas olarak kuvvet değildir. Bunun başlıca özelliği, amacı sosyalizmi kurmak, toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü ortadan kaldırmak, toplumun her bireyini çalışan insan haline getirmek, ve insanın insan tarafından sömürülmesinin her türlü temelini yok etmek olan proletaryanın, çalışan halkın ileri müfrezesinin, onların öncüsünün, tek liderinin örgütlenmesi ve disiplinidir.”(19)

Stalin ise, proletarya diktatörlüğü konusunda Lenin’in yolundan devam eder.

Proletarya diktatörlüğü … sadece sömürücü sınıflar üzerine uygulanan zor demek değildir, ve hatta her şeyden önce, zor değildir. Bu devrimci zorun iktisadi temeli, onun canlılığının ve başarısının güvencesi, proletaryanın kapitalizme oranla toplumsal çalışma örgütlenmesinin üstün bir tipini sunması ve gerçekleştirmesidir. Sorunun özü buradadır. Komünizmin kaçınılmaz tam zaferinin güç kaynağı ve güvencesi buradadır.”(20)

Ülkemizde de “sol” liberal Birikim’ci, Ömer Laçiner, daha 1978 yılında, Lenin ve Stalin’in savunduğu “proletarya diktatörlüğünü”(21) yanlış buluyordu. Ve bu liberal “sol”lar, Marksizm karşıtı kim varsa, onları Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’nun karşısında “haklı” çıkarırlar. Bu nedenle, kendini Marksist saflarda görenler ile “sol” liberallerin “ineğe inek” demeleri de aynı değildir. Onlar, ineği sağmal, Marksistler ise öncelikle canlı bir organizma olarak görürler ve “sağmal” oluşunu, tarihsel materyalizm içinde ele alıp incelerler. Bu yaklaşım, nitel bir farktır.

Laçiner, 1978 yılında Birikim Dergisi’nde “Sosyalizmin Temel Sorunları” başlığı altında yazdığı yazıda şöyle diyordu:

Proletarya diktatörlüğünün Marksizmin özü olduğunu öne süren III. Enternasyonal’in ihtilalci eğilimi, bu kavramı yadsıyan ve “demokratik sosyalizmi” savunan II. Enternasyonal eğilimini Marksizm düşmanı olarak nitelemiş, aralarında uzlaşmaz derin bir karşıtlık olduğunu belirterek tüm ilişkilerini koparmıştı.”(22)

Birikimciler, zamanla, elbette bütün suçu Stalin’e atacaktır. II. Enternasyonal’le III. Enternasyonal arasında fazla bir fark olmadığını da yazacaklardır. Ve ikisini de uzlaştırmak isteyeceklerdir. “Lenin neyse”, “ah bir Stalin olmasaydı”, “demokratik sosyalizm” gelip yerleşecek ve sınıfsız toplumda kurulmuş olacaktı. Bunlar, 1978’lerde savunuluyordu ancak, elbette önceli vardı. 1960’larda Kuruşçev’in “halkın devletini” savunması ve Avrupa’nın bir zamanlar “saygın” KP’lerinin Kruşçev’in peşinden giderek kendi emperyalist burjuvalarıyla uzlaşmaları sonucu, “Avrupa Komünizmi” adı altında geliştirdikleri sınıf uzlaşmacılığı teorisini savunmaları, ülkemizde, Aren-Boran-Aybar ve de Birikim vb. çevrelerde adresini bulmuştu.

Kendine MLM diyen kimi küçük burjuva devrimcileri, “proletarya diktatörlüğüne” karşı çıkarken, II. Enternasyonal’in ve “Avrupa Komünizmi”nin, “demokratik sosyalizmi”ni ve “güleryüzlü sosyalizmini” de incelemelidir. Kendi savundukları ile bunların savundukları arasındaki farkları ortaya koymalıdırlar. Ne var ki, bu benzerliğin salt biçimsel düzeyle sınırlı olmayıp, içerikte de olduğu görülecektir.

Kapitalizme ait ne varsa yıkılmadan sosyalizm asla ve asla inşa olmaz ve toplum, sınıfsız topluma, komünizme erişemez. Sosyalizm içinde var olan kapitalizme ait olan tüm öğeler (ufak ya da büyük), sosyalizmin inşası önünde ciddi bir ayak bağı ve aynı zamanda, kapitalizme dönme tehlikesini içinde barındıran bir içerikte olur. Sosyalist devlet içinde bürokratik yapıyı kırmak ya da bunun gelişmesinin önüne geçmek; işçi sınıfının örgütlü bir şekilde devreye girmesinin tüm koşullarının oluşturulması ve sağlam bir işçi sınıfı örgütlenmesinin her alanda yaratılması ve devlet mekanizmalarının kontrolünün işçi denetimi altına alınmasıyla gerçekleşebilir.

Oysa, sosyalizmde bürokratik örgütlenmenin önüne geçmenin yolu, işçi sınıfı dışında küçük burjuva emekçi kesimlerin devlete egemen olmasını sağlamakla ya da onları, “önder” olarak önderliğe ortak etmekle olamaz. Bir taraftan, “bürokratik örgütlenmeyi önleyelim” derken, diğer yandan küçük üretimin yaygınlaşması ve giderek kapitalist büyük üretime dönüşmesinin yolları açılmış olur ve bunun sonucu, sosyalizmin yıkılmasıdır. Sosyalist devletlerin yıkılmasının nedenleri arasında bunları bulabilirsiniz. Özgürlüğü üretim ilişkilerinden bağımsız ele almak, sapla samanı birbirine karıştırmak olduğu gibi, bu aynı zamanda idealistçe bir yaklaşımdır da. Üretim ilişkilerinin niteliği, özgürlüğün sınıfsal niteliğini de belirler.

Sosyalizmin ve nihayetinde komünizmin anlamı; kapitalist olan her şeye saldırmak ve yıkmaktır. Ve elbette, başta, kapitalist “özgürlük” denen şeye de saldırmak ve yıkmaktır. Sınıfsız temelde özgürlüğü onun yerine kurmak ve inşa etmektir.

Kapitalist “demokrasi” ve kapitalist “özgürlük”, üretim araçlarının belli ellerde toplanmasının özgürlüğüdür. Üretim araçlarına sahip olanların özgürlüğü, ona sahip olamayanların ise köleliği anlamındadır. Emekçilerin devletinin ekonomik adı olan küçük üretim ise, bu tip “özgürlüğün” gelişmesinin en küçük temel birimleridir. Toplumsal iş bölümü kalkmadan sosyalizmi sınıfsız (komünist) topluma dönüştürmek ya da en azından, bürokratik gelişmeleri ortadan kaldırmak ya da devlet varken sınıfları ve sınıf çatışmalarını ortadan kaldırmanın hayal olduğu görülmelidir. Bunlar, proletarya diktatörlüğü altında geliştirilebilecek bir sürecin ürünü olacaktır.

Proletarya diktatörlüğü ya da proletarya demokrasisi (sosyalist demokrasi) ile burjuva diktatörlüğü ve burjuva demokrasisi karşı karşıya getirildiğinde, proletarya demokrasisi, “en demokratik” burjuva demokrasisinden ya da devletinden, her yönüyle daha demokratiktir. Bu ikisinin biçimsel olarak karşılaştırılması halinde dahi, sosyalist demokrasi burjuva demokrasisinden bin kat daha demokratiktir. İçerik ve biçimsel olarak da bu böyledir. Sömürünün olduğu yerde, insanların elinden bütün geçim araçları özel mülkiyet adı altında bir avuç burjuvazinin elinde toplandığı bir sistemde, çoğunluğun özgürlüğünde ya da çoğunluk için demokrasiden söz etmek, tam da, sömürü ve baskı rejimini gizlemek için bir avuç burjuvaziye özgü bir sahtekarlık ve iki yüzlülüktür.

Peki, burjuvazinin diktatörlüğü burjuvazi için özgürlük proletarya ve emekçiler için ise sömürü ve baskı oluyorsa, proletarya diktatörlüğü neden işçiler için bir “zulüm cenneti” olsun?

Proletarya kendi kendine mi baskı uygulayacak?

Sömürü yoksa baskı da yoktur. Üretim araçlarının özel mülkiyeti yoksa, sömürü de baskı da olamaz. Çünkü, üretim araçlarının özel mülkiyeti, sömürü ve baskıyı koşullar. Bu ayrım önemlidir. Bu ayrım gözden ırak tutulduğunda, tam da küçük burjuva oportünizminin düştüğü çukura; burjuva sahtekarlıklarını kitlelere şirin gösterme yanlışına düşülür.

Marksizm’in kurucularından Engels “Gotha ve Erfurt Programlarını” üzerine, August Bebel’e gönderdiği mektupta, halkçı devlet sorununa da değinir ve şöyle der:

Devlet, savaşımda, devrimde devrim düşmanlarını bastırmak için yararlanmak zorunda olduğumuz geçici bir kurumdan başka bir şey olmadığına göre, özgür halkçı bir devletten söz etmek saçmadır; proletaryanın devlete gereksinimi olduğu sürece, o, bunu, özgürlük için değil, hasımlarını alt etmek için kullanacaktır. Ve özgürlükten söz edilmesi olanaklı olduğu gün, devlet, devlet olarak ortadan kalkacaktır.(23)

Lenin’in öğretileri Leninizm proletarya diktatörlüğü konusunda da hala günceldir ve proletarya diktatörlüğü savunulmadan sosyalizm inşa edilemeyeceği gibi komünist toplum da kurulamaz. Daha doğrusu, proletarya diktatörlüğü savunulmadan burjuva diktatörlüğü olan kapitalist toplum yıkılamaz ve yerine proletarya önderliğinde sosyalizm kurulamaz ve proletarya diktatörlüğü olmadan sosyalizmden komünizme geçilemez.

Lenin ve komünist parti

Lenin, Rusya’da sınıf mücadelesi içine atıldığında, öncelikle, Marksizm’in temel ilkeleri temelinde; proletaryanın örgütlülük sorununu ve onun öncü partisi olan komünist partisinin örgütlenmesi ilkelerini ele almıştır. Çünkü, burjuvaziye karşı savaşta proletaryanın en temel savaş aracı olarak komünist partisini görmüştür.

Burjuvazi, kitleler üzerinde uyguladığı diktatörlüğünü, kitlelerin örgütsüz kendisinin ise muazzam derecede örgütlü oluşunda yatmaktadır. Burjuvazi, kendi örgütlülüğünü burjuva devleti içinde somutlaştırmıştır. İdeolojik, siyasi, kültürel ve bunların yanında burjuva zorun temsilcisi askeri, bürokrasi, mahkemeler, hapishaneler, polis vb. zor aygıtlarıyla, kitleler üzerinde sıkı bir denetim kurmuştur.

Bir avuç burjuvazinin geniş kitleler üzerindeki bu diktatörlüğünün yıkılması, ancak ve ancak kitlelerin, daha açık bir ifadeyle işçi sınıfının sağlam bir örgütlüğüne bağlıdır. Bu da ancak sınıfın öncü partisinin Marksist-Leninist-Maoist (MLM) dünya görüşüyle donanmasına ve proleter çelik disipline sahip olmasıyla gerçekleşebilir.

Rusya’da Ekim Devrimini gerçekleştiren ve sosyalizmin inşasına önderlik eden Lenin’in kurduğu Bolşevik Parti’nin ilkeleri hala geçerliliğini korumaktadır. Ne var ki, günümüzde, genelde Leninist parti ilkeleri oportünistlerin saldırılarına yoğun bir şekilde maruz kalmaktadır. Ve uluslararası komünist hareket (UKH) içinde, bu çarpıtmalara karşı direnen ve Leninist parti ilkeleri etrafında örgütlenen çok az sayıda komünist partisi vardır.

Leninist parti ilkesinin en temel özelliklerinden biri, onun işçi sınıfının öncü partisi olmasıdır. Bunun anlamı; partinin işçi sınıfı içinde örgütlenmesi, işçi sınıfı içinde inşa olması ve işçi sınıfına sıkı sıkıya bağlı olarak, sınıf mücadelesinde işçi sınıfına önderlik etmesi, somut koşulların somut tahlili ışığında onun strateji ve taktiklerini belirlemesidir.

İşçi sınıfının öncü partisi, sınıfın en ileri öncülerini saflarında toplamalıdır. Ama, en geri kitleleri de örgütlerken kitle kuyrukçuluğuna düşmeden bunu başarmalıdır. Kendiliğindenci kitle hareketlerinin peşinden sürüklenmek yerine, sınıfın en ileri çıkarlarını dikkate alan ve devrimci eyleme geçiren ileri bir hareket örgütlemelidir.

Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri adlı eserinde şöyle der:

Biz bir sınıfın partisiyiz. Bu yüzden, hemen hemen bütün sınıfın (ve savaş sırasında, iç savaş sırasında bütün sınıfın) bizim partimizin önderliğinde hareket etmesi, mümkün olduğu kadar yakından bizim partimize bağlanması gerekir. Ama kapitalizmde, bütün sınıfın, ya da hemen hemen bütün sınıfın öncüsünün, yani kendi sosyal-demokrat partisinin bilinç ve eylem düzeyine çıkabileceğini düşünmek manilovizm ve “kuyrukçuluk” olur.”(24)

Lenin’in, “Bir Adım İleri İki Adım Geri” eseri, RSDİP içindeki devrimci kanat (Lenin) ile oportünist kanat arasındaki öğretici tartışmaları içermesine karşın bugün de öğretici yanları oldukça fazladır. Özellikle o süreçte II. Enternasyonal’in oportünist kanadının uluslararası komünist hareket içinde etkinliği fazlaydı. Örneğin, parlamentarizm ve kitle kuyrukçuluğunda başı çekiyorlardı. Partinin görevini devrim yapmak değil, burjuva seçimlerine katılmakla yeterli olarak sınırlıyorlardı. Bu oportünist anlayış elbette bugün de devam etmektedir. Birçok işçi sınıfı partileri, mücadelelerini salt burjuva parlamentosu içinde yer almakla sınırlamışlardır. Oysa, işçi sınıfı partisinin esas görevi, burjuva diktatörlüğünü yıkarak sosyalizmi gerçekleştirmektir. Bütün görevlerini ve eylemlerini kapitalist sistemi yıkmaya yönlendirmelidir. Burjuva parlamentosunu, işçi sınıfı ve geniş yığınları aydınlatmanın geçici bir aracı olarak kullanmalıdır.

Dünyada sadece tek bir doğru teori vardır; o da, objektif gerçeklikten çıkarılan ve gene objektif gerçeklik tarafından doğrulanan teoridir. Bizce başka hiçbir şey teori olarak anılmaya layık değildir. Stalin, teorinin, pratikten kopuk olduğu zaman amaçsız bir hale geldiğini söylemiştir.”(25)

Sınıf mücadelesi salt burjuvaziye karşı değil, parti içinde de oportünizme karşı mücadele etmek zorundadır. Parti içinde oportünizme karşı mücadele edilmeden burjuvaziye karşı mücadele edilemez. Lenin bunu daha da ileri götürür:” Oportünizme karşı mücadele edilmeden emperyalizme karşı mücadele edilemez.”

En ileri teori ile donanmış işçi sınıfı partisi, aynı zamanda işçi sınıfının “sınıf örgütünün en yüksek biçimidir -Stalin-”.

Sınıflı toplumun bir üyesi olan işçi sınıfının öncü partisi, kendini salt burjuvaziye karşı savaşımla sınırlayamaz, kendi içindeki oportünist öğelere karşı da savaşım vermek zorundadır. Bu da, proletarya partisinin sınıf savaşımı içindeki çok yönlü savaşımının çok yönlü bir kesitini oluşturur. Parti içindeki bu savaşımın kazanılması –çünkü bu mücadele parti içinde süreklidir- sınıf savaşımının kazanılmasının başlangıcıdır, savsaklamaya ya da gevşetilmeye gelmez. Parti içindeki bu savaşım, dönem dönem sınıfın burjuvaziye karşı savaşımının bile önüne geçebilir, çünkü bu kazanılmadan burjuvaziye karşı savaşım yürütülemez. Lenin; “Sosyal-demokrasi kendi kendini kirletmezse, başkası kirletemez.

Proletaryanın öncüsünün kendini kirletmesi teoride başlar ve giderek bütün alanlara yansır, yukarıdan aşağıya bütün hücrelerinde yozlaşma başlar. Sağlam teorik temellere dayanan, gerçeği nesnel olgularda arayan, pratiğinden öğrenen, kendini ve sınıfını bu politikayla eğiten bir KP sınıf savaşımında yıkılmaz. Mao, “savaşı savaşarak öğreneceğiz” derken, tam da bunu kastediyordu. Kendi pratiğinden öğrenen ve bunu teorisine aktarıp pratiğine yol gösteren, eleştiri-özeleştiri yöntemini uygulayan bir parti sürekli yenilenmesini ve savaşta ustalaşmasını becerebilir. “… komünist için sorun –der Marx-, mevcut dünyayı devrimci bir şekilde değiştirmek, bulmuş olduğu duruma saldırmak ve onu pratik olarak değiştirmektir.

“Marksizm’in bir doğma değil eylem kılavuzu” olduğunu kabul eden her komünist partisi, kendinin her an yenileyebileceği gibi, pratikten çıkan teoriyi de zenginleştirip daha gelişmiş bir pratik mücadele ortaya çıkarır. Kalıplaşmış doğmalardan çıkamayan, eskinin somut olgularını yeni gelişen somut olguların yerine koymaya devam eden ve sosyal olgulardaki değişimi yakalayamayan bir komünist partisi, işçi sınıfından kopmaya ve giderek marjinalleşmeye ve içten içe çürümeye mahkumdur ve böyle bir parti işçi sınıfının öncü partisi olamaz.

 

Lenin ve mücadele biçimleri

Lenin’in, Ne Yapmalı, İki Taktik, Emperyalizm, Devlet ve Devrim; Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky; “Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı gibi eserleri, Marksizm’in ortak hazinesine büyük katkıları içerir. (Stalin)

Lenin önderliğindeki Bolşevik Parti’nin Rus Ekim Devrimi’ni başarması; “Leninizmin stratejisi ve taktiği proletaryanın devrim mücadelesine önderlik bilimidir(26) belirlemesinin en büyük kanıtıdır. Ama, onu, proletaryanın sınıf mücadelesinden usta bir taktiysen yapan hiç kuşkusuz Marksizm’i bir doğma değil bir eylem kılavuzu olarak ele almasından kaynaklıdır.

Ve bu nedenle şöyle der:

Marksizm, bizi, sınıflar ilişkisinin ve tarihin her anının somut özelliklerinin en doğru, aslına en uygun ve nesnel olarak doğrulanabilir, denetlenebilir bir hesabını yapmaya zorunlu kılar. Biz Bolşevikler, bu kurala, bilimsel temellere dayanan bir siyaset bakımından kesinkes zorunlu olan bu kurala her zaman bağlı kalmak zorundayız.”(27)

Proletarya partisi, sorunlara bilimsel yaklaşmak ve bir bilim insanın ciddiyetiyle çalışmak ve somut koşulları buna göre analiz etmek zorundadır. Baştan bir siyaset belirlenip, koşullar değişmemiş gibi hareket etmek, daha baştan sınıftan ve sınıf mücadelesinden kopmak demektir. İşçi sınıfının öncüleri öncelikle işçi sınıfı içinde çalışmaya ve onlarla bağlarını nasıl güçlendireceğinin teori ve pratiğini yapmalı ve her değişen anı MLM’nin bilimsel analize tabi tutarak mücadele biçimleri ve taktikler geliştirmelidir.

“Marx ve Engels, tarihsel sürecin her özel döneminin somut ekonomik ve siyasal koşullarıyla zorunlu olarak değişebilen genel görevlerinin olsa olsa yalnızca sınırlarını belirleme yeteneğindeki ‘formüllerin’ salt ezberlenmesi ve yinelenmesiyle haklı olarak alay ederek her zaman ‘bizim kuramımız bir doğma değil bir eylem kılavuzudur’ demişlerdir.(28)

Proletaryanın devrimci savaşımında tek bir mücadele biçimleri ve taktikleri yoktur. Her koşulda, her durumda değişen bin bir çeşit mücadele biçimleri vardır. Parlamenter mücadele biçimlerinden silahlı mücadele biçimlerine kadar vs. Ancak, bu mücadele biçimlerini belirleyen, o an içindeki ekonomik ve siyasal durumdur. Kitlelerin somut ruh hali, düşmanın durumu, proleter devrimin müttefiklerinin durumu, yani, dost ve düşman cephesinin iç çelişkileri, çatışmaları, birbirleriyle ilişkileri incelenerek, proletaryanın sosyalist sınıf mücadelesini daha ileriye taşıyıcı yeni mücadele biçimleri ve taktikler geliştirilmelidir. Bu toplumsal olguları burjuva idealist penceresinden ve dünya görüşünden değil, materyalist diyalektik bakış açısıyla yaklaşıldığında gerçekleşebilir.

Lenin, ülkede koşulları olduğunda parlamenter mücadele biçimini küçümseyen, reddeden küçük burjuva “sol” anlayışlara karşı sert eleştiriler getirmiş ve bunları “sol” komünizm bir çocukluk hastalığı olarak adlandırmıştır. Küçük burjuva solculuğu, somut koşulların somut analizini yapıp ona göre taktik ve mücadele biçimleri geliştirme yerine, hiçbir şey değişmemiş gibi kabul eder ve at gözlükleriyle sorunlara yaklaşır. Bu, Marksizm’i, ölü bir dogma olarak ele almaktan ileri gelir.

Eğer Parti -der Stalin- Dumaya, zamanında katılmaya karar vermemiş olsaydı, eğer güçlerini Dumada çalışma üzerinde toplamamış ve Dumanın hiçliğini, kadetlerin vaatlerinin yalan olduğunu, çarlıkla anlaşmaya varmanın olanaksızlığını, köylülükle işçi sınıfı arasında bir ittifakın acil zorunluluğunu kendi deneyimleriyle kavrama olanağını kitlelere sağlamasaydı, önce, işçi sınıfından kopardı ve işçi sınıfı, kitlelerle bağlarını kaybederdi. Kitlelerin bu deneyimi olmasaydı, kadetlerin maskelerini düşürmek ve proletaryanın hegemonyasını sağlamak mümkün olamazdı.(29)

Demek ki, koşulları olduğunda ve koşulları zorlayarak burjuva parlamentoya katılmak, işçi sınıfı ve kitleler için önemli deneyimler kazandırıyormuş.

Küçük burjuva “sol” oportünistler, parlamenter mücadele biçimlerini reddettikleri gibi, genelde legal mücadele biçimlerini de, legal mücadele örgütlenmeleri yaratmayı da reddederler. Küçük burjuva “sol”culuğu burjuva parlamentosundan yararlanmayı genelde küçümser ya da katılmazlar. Bu burjuva kurumu kitleleri eğitme ve burjuvaziyi teşhir kürsüsü olarak kullanmaya yanaşmazlar. Oysa, kitlelerin büyük bir bölümünün hala burjuva parlamentosundan umudunu kesmediği yerde, burjuva parlamentosuna katılıp, onu kendi kalesinden teşhir etmek ve kitleleri doğrudan eğitmek, proleter yığınların buraların gerçek yüzünün görmelerini sağlayarak burjuva hayallerini yıkmak için, en iyi mücadele araç ve yöntemlerden birisidir. Komünistler, kitlelerin olduğu her alanda çalışma ve örgütlenme yapmak zorundadır. Nerede kitle varsa orada komünistler olmalıdır ve hatta en gerici alanlarda da örgütlenme ve propaganda yapma olanakları zorlanmalı ve yaratılmalıdır.

Bir devrimci ve bir sosyalizm yandaşı ya da genel olarak bir komünist olmak yetmez. Her belirli uğrakta, bütün zinciri tutmak ve sonraki halkaya geçişi sağlamca hazırlamak için kavranması gereken belirli halkayı bulmasını bilmek gerekiyor; bir tarihsel olaylar zincirindeki halkaların ardışıklık düzeni, biçimleri, bir araya gelmeleri ve onları birbirinden ayıran şeyler, bir demircinin elinden çıkan zincirdeki kadar basit değildir.”(30)

Lenin’in bu öğretisinden hareketle gelişen somut olgulara göre yeni mücadele biçimleri geliştirme ve pratiğin önünü açama her komünist partisinin strateji ve taktikleri arasındadır.

Lenin önderliğindeki Bolşevik Parti’nin, 1917 Ekim Devrimi’nin gerçekleştirmesindeki esas teorik sağlamlık burada yatmaktadır. Her değişen durumda mücadele biçimlerini ve taktiklerini geliştirmek, taktiklerde olabildiğince esnek olmak, işçi sınıfının mücadelesini her adımda, her koşulda ileriye taşımak; genel teorik kalıplara yapışıp kalmakta değil, yeni duruma göre taktikler geliştirmekten geçtiği görülmek durumundadır. Mücadele biçimleri ve taktiklerde olabildiğince esnek olmak ve bütün mücadele biçimleri ve taktiklerin esas hedefe, yani, proletarya önderliğindeki devrime hizmet etmesini sağlamak, bir KP için devrimci önderliğin olmazsa olmaz temel ilkeleridir.

Mao Zedung’un da önemle vurguladığı, somut olguların değişimini dikkate alarak mücadele biçimleri ve taktikler geliştirme yerine, salt kitabi bilgilere bağlı kalarak, olgulardaki diyalektik gelişmeyi gözardı eden anlayışlar, proletarya kitlesiyle sıkı bağlar kuramaz ve sınıf mücadelesinin gerisinde kaldığı gibi kendiliğindenciliğin içine hapsolurlar. “Kitaba tapma” ve Lenin söylemiyle, geçmişe takılıp kalma ya da geçmişi olduğu gibi uygulama şablonculuğu, sınıf mücadelesinden geri kalma olarak öne çıkar. Bir sosyal olguyu hiç araştırma yapmadan, gelişmenin diyalektik sürecinin bilince çıkarmadan hareket tarzı belirlemek, tam da küçük burjuva “sol”culuğunun “değişen bir şey yok” basma kalıp anlayışının ve diyalektik materyalist inceleme tarzını reddeden yaklaşımının ürünüdür.

Sosyal bilimleri sadece kitaplardan öğrenme yöntemi de, … son derece tehlikelidir ve hatta insanı karşı-devrim yolunu tutmaya kadar bile götürebilir. Sosyal bilimleri öğrenirken kendilerini sadece kitaplarla sınırlamış bir yığın Çin komünistinin karşı-devrimciler haline gelmeleri, bunu açıkça ispatlamaktadır.”(31)

Teori ve pratiğin diyalektik birliğini kuramayan, bu iki öğeyi birbirinin zıddı olarak ele alan yaklaşım ve anlayışlar, daha çok kitabi bilgilerle hareket etme yolunu mücadele ve inceleme yöntemi olarak ele alan küçük burjuva “sol” ve sağ oportünist akımlarda görülmektedir. Bu tür bir inceleme ve mücadele yöntemleri, teori ve pratikte kendini dogmatik ve subjektivizm olarak ortaya çıkaran anti-Leninist bir yöntemdir.

Geniş yığınlara devrimci tarzda nüfuz etmek, somut koşulların somut analizinden hareketle; koşulları proletaryanın sınıf çıkarları lehine ileriye taşıcı, yığınları parti kitlesine yakınlaştırıcı ve kitlelerle bağları güçlendirici uygun mücadele biçimleri uygulanmalı ve geliştirilmelidir.

Bu Leninizm’dir!

Dipnotlar:

17- Lenin, Seçme Eserler, C.7, s. 255

18- Lenin, Devlet ve İhtilal, s. 50, 6. Baskı, Bilim ve Sosyalizm Yayınları

19- Lenin’den aktaran Stalin, s. 149

20- Lenin’den aktaran Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 148, Lenin’in “Büyük İnisiyatif” makalesinden.

21- Ö.Laçiner, Sosyalizmin Bunalımı: Ne Yapmalıydık? 1, s. 379-403, Birikim Yayınları

22- Ö.Laçiner, Sosyalizmin Bunalımı: Ne Yapmalıydık? 1, s. 381, Birikim Yayınları

23- Marx-Engels, Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi, s. 57, 3. Baskı, Sol Yayınları

24- Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, s. 75-76

25- Mao Zedung, Seçme Eserler, Cilt 3, Partinin Çalışma Tarzını Düzeltelim makalesi

26- Stalin, Leninizmin İlkeleri, Sol Yayınları, s. 33

27- Lenin, Nisan Tezleri, s. 20, Eriş Yayınları

28- Lenin, Nisan Tezleri, s. 20, Eriş Yayınları

29- Stalin, Leninizm’in İlkeleri, Sol Yayınları, s. 37

30- Lenin, Sovyetler İktidarının İvedi Görevleri, Ekim Devrimi Dosyası, Sol Yayınları, s. 278

31- Mao Zedung, Partinin Çalışma Tarzını Düzeltelim, s. 11, Birinci Baskı 1975, Aydınlık Yayınları

 https://ozgurgelecek51.net/sentez-leninin-olumunun-100-yili-anisina-leninde-kararlilik-ve-iki-cizgi-mucadelesi-sbkpde-iki-cizgi-mucadelesi/ 

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)