Bilginin, sermayenin kendisine, hatta üretim
aracına dönüşmesiyle evden çalışma yoluyla kendi üretim aracının sahibi olan,
teknokrat bir sınıfın artık faşizmin yeni sosyal dayanağını oluşturduğu bir
çağda herşey karmaşıklaşmaktadır.
Bu makalede
gazetemizin yazarlarından Sayın Muzaffer Oruçoğlu’nun; “Kazanılmış Haklar ve
İttifaklar” başlıklı yazısında ifade ettiği görüşlerinin değerlendirilmesini
esas almaya çalışacağız.
Öncelikle
belirtmemiz gerekirki siyaset bilimimizin gelişimi ve açıklanmasını bekleyen
olguların çözümlerinin saklı olduğu pandoranın kutusunu parçalayabilecek bir
güce erişebilmesi için başka araçlara da ihtiyacımız olduğunu hatırlamak
gerekir.
Reel bir politik
tasarımın, toplumun mevcut ekonomik yapısının gerçekçi bir tarifi ve sosyolojik
ilişkilerinin analizi üzerinden yükselmesi gerektiği açıktır. Tabiki politik,
psikolojik, kültürel ve tarihsel başka toplumsal yapı taşlarıda iyice
incelendikten sonra sürece dahil edilmelidir. Geniş ittifaklara dayanmayan,
kapalı kapıcı ve ben merkezci bir sınıf mücadelesinin güçlenme ve başarma
şansının zayıf olduğunu belirten Oruçoğlu; devrimci, demokrat, liberal ve anti
komünist olmayan islami çevrelere kadar tekellerin baskısı altında ezilen
kesimlerle geniş bir ittifakı önermektedir.
Oruçoğlu’nun buraya
kadar tarifini yaptığı politik yelpazenin sınıfsal örüntüsü görünür ve net
olduğu için faydalı bir önerme gündeme getirdiğini rahatlıkla belirtebiliriz.
Biz burada yazarın bu konuda eksik bıraktığını düşündüğümüz bir hususu hatırlatmak
istiyoruz.
Sahadaki sosyalist,
demokratik kuvvetlere geniş ittifak ve yayılma siyaseti öneren Oruçoğlu’nun bu
politik ve örgütsel açılımı sağlayan araçların devrimci ideoloji ve felsefeyle
ilişkisini yeterince tarif etmesi de daha faydalı olurdu. Çünkü içinde
bulunduğumuz dönemin insan toplumları üzerindeki postmodernist etkisi hesaba
katılırsa, ideolojik bağlamla ilgili bilinçsel farkındalılığı kitleselleşme
çabalarından koparmamanın bizleri daha güçlendireceği açıktır.
Zaten Oruçoğlu’nun;
komünist hareketin bir kısım kadro ve taraftarının reformizme ve Kemalizme
sempati duymaya başladığı toplumsal ortamın kendisini zaten biz tarif etmeye
çalışıyoruz. Mesala son cumhurbaşkanlığı seçiminde, içinde devrimci kesimin de
bulunduğu ileri kitlelerin önemli bir bölümünün yazarın deyimiyle, “denize
düşen yılana sarılır” misali altılı masaya doğru hücum etmesinin önemli nedeni,
ülkede güçlü bir komünist hareketin olmamasıdır. Ama bu etkiyi yapan gücün de
esen postmodern kültür ve ideolojik rüzgarlar olduğunu görmemiz gerekir.
Bilinçlere bir karabasan gibi çökmüş olan postmodern zihniyet herşeyi dumura
uğratmakta ve doğasından uzaklaştırarak bulanıklaştırmaktadır.
Yazar, günümüz
devrimcilerinin Hamas ve Taliban gibi güçlerin yeterince desteklenmemesinden
yakınmaktadır. Ve yanılmıyorsak bu türden emperyalizmle çelişmesi olan güçlerin
bu geniş ittifak yelpazesinin bir parçası olarak görülmesini ummaktadır. Yazar,
burada referans olarakta kendi devrimci gençlik kuşağının dünyasında bu tür
olgulara karşı ortaya çıkan politik reflekslere bir gönderme yapıyor.
Günümüzde devrimci
öznelerinin aynı refleksi göstermediğini sorgulamaya çalışıyor. Aslında
Oruçoğlu, değişen bu tutumun nedenlerini daha önceki tezlerinde, kapitalist
modern çağın ideolojik bir salgını olan “Medeniyetler çatışması” gibi
kategoriler içerisinde haklı olarak aramaya çalıştı. Bu beklentiden postmodern
bir etkileşimin izlerini aramak ve bu konuda şüpheye düşmeye açık bir alan
olduğu da ayrı bir gerçektir. Ama gördügümüz, sayın Oruçoğlu’nun bu düğümü tam
istediği gibi açılmamış olan konuya birde böyle bir paradigma ile bakmasıdır.
İdeolojinin kendisi
de tarih içerisinde ekonomik ve sosyal değişkenlik parametreleriyle ilişki
içerisinde değişime uğramaktadır. Nasıl ki biz, komünistler açısından Maoizmi
çağın koşullarıyla ilişkisi içinde yeniden kavramak ve doğmakta olan toplumun
tarihsel değişken parametreleri yeterince olgunlaştıktan sonra onu tamamen
aşmak olanak dahilinde görülüyorsa, aynı şekilde proleter olmayan ideolojilerde
başka yönlere doğru değişim içerisindedir.
Burada asıl
belirleyici olan şey ekonomik ilişkilerin sürekli bir değişim içerisinde
olmasıdır. Bu durum günümüzdeki bir politik hareketin siyasal denklemdeki
rolünü, onu ortaya çıkaran geçtiğimiz yüzyıldaki koşullardan farklı kılmaya
itimlemektedir. Biz, eğer eski yüzyılın ittifak politikasını ve toplumsal
görüngülerden yola çıkarak mekanik bir şekilde harekete geçmesi gereken
refleksler toplamını bir makine işleyişi gibi içinde bulunduğumuz yüzyıla
uygulamaya kalkarsak, kaba mekanik bir felsefenin içinde kendimizi bulabiliriz.
Nasıl ki 19. yy’daki İngiliz İşçi Partisi
günümüzde artık devrimci değil, kapitalist devletli bir uygarlığın parçası
haline dönüştüyse, Ortadoğu’da günümüzde ortaya çıkan bazı dinci hareketlerde
geçmiş yüzyılda Kuzey Afrikalı müslümanların kurtuluş gücü olan ve Senusi
tarikatının mensubu Ömer Muhtar hareketi gibi olmayabilir. Çünkü sömürgeci
güçlere karşı Afrika müslümanlarının soluğunu daima diri ve taze tutan bir çok
tarikatın niteliği, ekonomik nedenlerlen günümüzde değişmiş olmalıdır.
En azından günümüz Libyasında, Senusi tekke ve
şeyhlerinin kültürel devamcılarının hangi durumda oldukları, yani bağımsız
ulusal bir çizgide mi yoksa bir bölge gücünün etkisi altında nitelik
değiştiripi değistimediği incelenmeye muhtaç bir durumdadır.
Mesala İngiliz İşçi
Partisi’ni ve Alman Sosyal Demokrasi Partisi’ni dönüştüren maddi zemin,
başlangıçta işçi aristokrasisiydi. Yani ulusun egemen gücü olan emperyalist
sınıfın savaş, sömürü ve soygundan kendi bir kısım işçisine verdiği pay, alt
yapıda iş gördü. Zamanla bu güç sermaye ve iktidar ortaklığı şeklinde
palazlandı.
Bernstein’in
Marksizmi olumsuz yönde revize ederek başlattığı çizgi, zamanla evriminde
ilerleyerek günümüzde Ukrayna’daki savaşı besleyip, kaşıyan bir devlet gücüne
dönüştü. Artık zamanında işçi sınıfı temsilcisi olan bu güçlerle karşı karşıya
gelmek İngiltere ve Almanya devletiyle karşı karşıya gelmek anlamına geliyor.
Bu işçi aristokrasisini besleyen, eskideki kırıntılar zaten revizyonizmi
besleyen bir nedendi aynı zamanda.
Biz en azından Şeyh Said ya da Ömer Muhtar
zamanında dünyada İtalya, Fransa, Türkiye ve benzeri ülkeleri kapsayan ya da
etkileyen bir küreselleşme eğiliminin henüz başlamadığından eminiz en azından.
Bu küresel çapta sermaye hareketlerinin doğasıyla beraber değişiminin ulusal
pazar, politika, ilişkiler ve kültür üzerindeki etkilerinin henüz ortaya
çıkmadığı bir dünyanın politik öznelerinin hareketlenmelerini bir şema gibi bu
yüzyıla aynen uygulayabilirmiyiz acaba?.
Bilginin, sermayenin
kendisine, hatta üretim aracına dönüşmesiyle evden çalışma yoluyla kendi üretim
aracının sahibi olan, teknokrat bir sınıfın artık faşizmin yeni sosyal
dayanağını oluşturduğu bir çağda herşey karmaşıklaşmaktadır. İşte zurnanın zırt
dediği yer, aslında tamda buradan başlıyor. Biz, eğer politik tasarımlarımızı
oluşturan bütün tikel olguların tümel ile ilişkisi bağlamında diyalektik ve
tarihsel materyalist felsefe ile bağını kurmaya kalkarsak o zaman kavramların
ve ilişkilerin doğası görünür olacaktır. Yazarın bu son ifade ettiği eleştirel
soru bu minvalde tartışılmaya devam ederse, bu konuda ortak bir yeni senteze
varmak mümkün olacaktır.
Böyle bir önermenin başlangıçta toptan bir
şema gibi algılanılıp, uygulanması ya da toptan reddi de yanlış olacağı
kanaatindeyiz. Yani, yazarın dile getirdiği öneri yeterince tartışılmaya değer
bir konudur. Uluslararası ilişkilerde gelişen bir olgunun hangi yönünün desteklenip,
hangi yönünün desteklenmeyeceğine dair analitik bir politika belirleme imkanı
zamanın değişen bilgilerinin ışığında yapılacak bir tartışma sürecinden sonra
daha daha görünür olacaktır…
Yeni Politika Arayışlarına Eleştirel Bir Katkı- 2
Siyasetten uzaklaşan ya da siyaset dışı bir sosyal faaliyetle politik erke
yaklaşmak ütopik bir yönelim olabilir. Lenin’in benzer bir şekilde “Belediye
Sosyalizmi”ne dönük eleştirilerinde ifade ettiği gibi; bu yol ve yöntemin
siyasal mücadelenin kendisi yapılması durumunda işçi sınıfının dikkati burjuva
devlet, iktidar ve ekonomi politiğinden uzaklaşarak siyaset dışına sürüklendiği
koşulda merkezi politik iktidarın alınması süresiz ertelenmiş olacaktır.
23 Mart 2024
İnsanın doğa, toplum ve iktidar ile arasındaki
ilişkilerini henüz çözememiş olan küçük burjuva anlayışların, postmodern
ilizyonik ortamın sarhoşluğuyla kendisini siyasal ve örgütsel ortama dayattığı
bir tarihsel dönemden geçiyoruz. Cinsiyet, din, dil, etnik köken ve alt
kültürden beslenen kimlikleri keşfeden bu sorunlu kesimler, yeni bir kıta
bulmuş gibi heyecana kapılmaktadırlar. Politik ürünlerini doğa ve toplum ile
diyalektik ilişki temelinde tanımlamaktan kaçınan basit meta üretiminden
türemiş bilinçler, kendi yaratımlarının zamandaki gücüne yaslanmadan pespaye
politik varoluşlarını ucuz yöntemlerle kanıtlanma yolunu tercih etmektedirler.
Bahsettiğimiz bu ortam bireyi ve toplulukları tüketim
ve gösteri toplumunun birer paçavrasına dönüştürmektedir. Ara sınıfların
siyasette aynı zamanda bahtı kara sınıfları temsil ettikleri birer gerçektir.
Burjuva reformist bataklığın içine saplanmak ya da esen postmodern rüzgârlara
karşı tutunamayarak, bir yaprak gibi savrulmak bu bahtsız sınıflar için bir
alın yazgısı gibidir. Burjuvalaşan toplumsal ortamın insan çoğunluğu tarafından
keşfedilmeyi bekleyen bir pırlanta madeni olduğuna yönelik anlayışların
günümüzde güçlendiği aşikârdır.
Aslında
proletarya nezdinde burjuvalaşmış politik ortamlar aktörleriyle beraber
pırlantadan çok atomları yapay nesnellikten oluşmuş çakma bir gerçekliği
andırmaktadırlar. Politik ortamı etkileyen toplumsal ana rüzgârların
proletaryanın aleyhine estiği bu özgün dönemde yeni politika arayışlarına dair
saflarımızdaki öneri ve tartışmalar ayrı bir anlam kazanmaktadır. Kanaatimize
göre yeni politik tasarımlar, onların uygulanmaya konulacağı koşullar ile
beraber ele alındığında gerçek anlamına kavuşacaktır.
Bu anlamda Sayın Muzaffer Oruçoğlu’nun demokratik
siyaset alanı için önerdiği
legal parti benzeri bir dizi örgütsel ve politik açılım
projesinin içinde bulunduğumuz tarihsel şartların ışığında irdelenmesi
gerekmektedir.
Başlangıçta anlattığımız, bizleri çevreleyen politik
dünyanın kaba ve belirgin hatlarıyla genel tablosudur. Ürettiğimiz politik
orjinli ürünler bu tablo içerisinde bizlerin sınıf ihtiyaçları için bir anlam
kazanacaktır. Marksizm’e göre nesnel gerçeklik içsel ilişki parçalarından
oluşur ve bu parçalarda genişletilebilinir ilişkiler ağlarından meydana
gelirler.
Hatta bir olgunun koşullarıyla ilişki temelinde
kavranmasının ötesine geçen Marksizm; bir şeyin varlığının koşullarını o şeyin
ne olduğunun bir parçası olarak ele almaktadır. Bu anlamda legal parti gibi
devrimin dolaylı araçlarından bir tanesi onu ortaya çıkaran tarihsel koşulların
tarifi üzerinden politik denklemdeki yerini bulacaktır.
Sayın Oruçoğlu,
Türkiye’de legal parti kurma hakkının kazanılmış bir hak olarak görülmesi
taraftarıdır. Gazete Patika’da 14 Şubat tarihinde çıkan “Birlikte
Israr Etmek, İttifakı Genişletmek” adlı makalesinde, kazanılmış tarihsel
imkânların yeterince değerinin bilinmediği bir politik ortamın eleştirisini
yapmaktadır. Bu hakkı ortaya çıkaran geçmişteki acıların yeterince
hissedilmediğini düşünen yazar bu durumu; “Ürettiğimiz malların bize
yabancılaşması, fetiş haline gelmesi gibi bir durumdur bu.” diyerek
açıklamaktadır. Bugün elde olan demokratik hakları sadece kazanılmış ve hep
çizgisi ileriye doğru akan pozitif araçlar olarak görmek siyaset bilimimizi
yeterince güçlendirmeyebilir.
Evet, Oruçoğlu buraya kadar haklıdır belki ama
kanımızca bu olgunun görünmeyen bir yönü bulunmaktadır. Ve tabi ki
aydınlatılmaya muhtaç bir durumdadır. Bazen bilim açıklamakta zorlandığı
konulara açıklık getirmek için soru sormayı sever. Bir mantık örüntüsünün
anlatamadığı ya da açamadığı bir kapıyı bir soru açabilir belki.
Biz şimdi Sayın
Oruçoğlu’na şöyle bir soru sormak istiyoruz.
Bugün eldeki kısmi demokratik haklarımızı devlet bir
çırpıda geri almak istese onu engelleyecek ya da geri adım attıracak bir
toplumsal gücümüz var mı?
Devrimci hareketin
bu kadar dibe vurduğu ve hatta neredeyse birçok şeye takatinin kalmadığı
bir dönemde beyaz rejim bu kısmi hakları neden geri almamaktadır?
Biz eğer bu sorulara gerçekçi cevaplar aramaya
başlarsak eldeki bazı demokratik kırıntıların burjuva sınıfı için nasıl bir
politik silaha dönüştürülmek istendiğini de belki anlamaya başlayabiliriz.
Kanımızca legal parti ya da yerel iktidarlara gelme hakkı burjuvazi için
devrimci hareketi reformizme ederek düzen içine kafeslemenin bir aracına
dönüşme imkânı verdiği için şimdilik yasalar buna müsaade etmektedir.
Yani burjuvazi
sınıflı uygarlığın tecrübesinden damıtılan sentezlerle öyle bir yönetsel
şeytana dönüştü ki; hiçbir olgu boşlukta ya da ortada duramamakta ve sihirli
bir el tarafından adeta sahibine doğru dönen bir bumeranga dönüşmektedir.
Yani Sayın Oruçoğlu’nun belirttiği gibi sadece
ürettiğimiz malların bizden uzaklaşarak fetişistleşmesi değil, aynı zamanda bir
bumeranga dönüşerek bizlere doğru dönmesi durumu da vardır.
İşte
Kaypakkayacı demokratik hareket böyle bir toplumsal ortamı kavramaya başlayarak
yeni politik konseptini oluşturmalıdır. Tabi buraya kadar anlattıklarımız,
bizim sosyalist demokrasi süreçlerinde legal parti ve benzeri araçları her
koşulda ret etmemiz gereken lanetli araçlar olarak gördüğümüz anlamına
gelmiyor.
Geleneğimiz saflarında
mekanik bir zihniyetle legal parti önermesinin bağlamından koparılarak
reformizmi çağrıştıran sonuçlarıyla algılandığını biliyoruz. Bu konuda haklı
endişeleri olmakla birlikte bilimsel kavramlaştırma yeteneğindeki gerilemeler
nedeniyle politik tutum alma noktasında önemli oranda insan kaynaklarımızın
zorlandığı gözlemlenmektedir.
Makalemizin gelecek bölümünde bu konuyu etraflıca
işlemeye çalışacağız. Marksist siyaset bilimine göre eğer politik yaşamın
bütünü ya da kendisi legalleşiyorsa ideolojik sorunlar baş gösteriyor demektir.
Ya da başka bir ifadeyle; taktik siyaset eğer politik yaşamın kendisine dönüşüyorsa
biz burada artık tasfiyeciliği gündemimize alıp konuşabiliriz demektir.
Ama “Legal
Parti” adını duyduğumuzda bir boğanın matadorun elindeki kırmızı bezi
gördüğünde gösterdiği tepkiyi vermek anlamsızdır.
Sayın Oruçoğlu’nun yeni politik konsepte ilişkin
gündeme getirdiği bazı önermelerde tabi ki eleştiriyi hak etmektedir. Yazar
yerel iktidarların alınmasını halkı merkezi iktidarın alınmasına hazırlamak
olduğunu söyleyerek bir paradoksa yol açıyor. Enternasyonal proletaryanın gerek
yazılı metinleri ve gerekse de deneyimleri yereldeki burjuva kamu kuruluşlarını
halkın iktidarının bir embriyosu ya da biçimi olarak görmüyor.
Yani burjuva kamu hizmetinin böyle tarihsel bir
karşılığı yok.
Sanırız Sayın
Oruçoğlu,
burada legal
partiyle, proletarya partisinin birbirine karıştırılmasına yol açacak sözler
sarf etmiş farkında olmadan. Bu bölümü daha açık ifadelerle yazmış olsaydı iyi
olurdu. Eğer kastettiği kurulacak legal partinin önce yerel iktidarları
fethedip sonra merkezi iktidara yürümesi hadisesiyse, bu yükselişin parlamento sınırlarında son bulacağını
kendisi de bilmektedir. Zira geleneğimiz saflarında değerli bir aydın olarak
Marksist devlet teorisini en fazla kurcalayan bir yazar olduğunu hepimiz
biliyoruz.
“Yerelde
şu ya da bu şekilde iktidar olamayan bir güç merkezi iktidar olamıyor zaten.”
diyen Sayın Oruçoğlu, aslında belediyelerin proletaryanın portatif ya da hücre
devleti anlamına gelen kızıl siyasi iktidarlar olmadığını kendisi de
bilmektedir.
“Merkezi iktidar alınsa bile yerel deneyimi olmayan
yönetemiyor onu” diyen Oruçoğlu, merkezi yönetimin tıpkı belediyeler gibi
demokratik yollardan mı yoksa başka tarihsel yasaların yardımıyla mı
alınabileceğini belirtmesi konuyu daha anlaşılır yapardı. Eğer legal parti
merkezi iktidarı alırsa bunun adı zaten işçi egemenliği olmayacaktır. Zaten bir
dahaki seçimlerde iktidarı burjuvazinin diğer kazanan partilerine geri vereceği
için burjuva diktatörlüğüne ve devletin varlığıyla birlikte şiddet tekeline hiç
bir zaman dokunamayacaktır.
Yok, eğer
Oruçoğlu’nun söylemek istediği; biz komünistler şimdilik demokratik yöntemlerle
yerel yönetimleri yönetmenin tecrübesini kazanalım bu devrim sonrası merkezi
işçi iktidarını yönetmeye bize lazım olacak diyorsa ayrı bir tartışma alanına
kapı açıyor demektir.
Bu ise; Lenin
yoldaşın 1895 deneyiminden çıkardığı dersler ışığında; yerellere hapsolmuş bir
komünist hareketin merkezi iktidar araçlarından yoksun kalacağı tespitinde
somutlaşan gerçeklikten başka bir şey değildir.
Zaten
Oruçoğlu’nun kendisi de son makalelerinde belediye faaliyetinin devrimci bir
çalışma olarak görülmemesi gerektiğini ifade ediyor.
Parti faaliyeti ya da devrimci bir çalışma olmayan
burjuva kamusal hizmet sektörü yoluyla merkezi bir politik iktidar arasında çok
güçlü diyalektik bağlar yoktur. Siyasetten uzaklaşan ya da siyaset dışı bir
sosyal faaliyetle politik erke yaklaşmak ütopik bir yönelim olabilir.
Lenin’in benzer bir şekilde “Belediye Sosyalizmi”ne
dönük eleştirilerinde ifade ettiği gibi; bu yol ve yöntemin siyasal mücadelenin
kendisi yapılması durumunda işçi sınıfının dikkati burjuva devlet, iktidar ve
ekonomi politiğinden uzaklaşarak siyaset dışına sürüklendiği koşulda merkezi
politik iktidarın alınması süresiz ertelenmiş olacaktır.
Sonuçta Sayın Oruçoğlu:
“Derinleşmeyi ve genişlemeyi esaslı bir şekilde
yürütmenin, yerel ve merkezi iktidarı almanın en etkili aracıdır parti.” diyerek kurulmasını istediği legal partinin sadece
burjuva belediyeleri değil, bizzat burjuva devletini de yönetmesi gerektiğini
ifade etmiyor herhâlde?
Eğer Oruçoğlu’nun dediği gibi; politik çalışma bütün
çalışmaların can damarı oluyorsa, bunun belediye gibi bir hizmet sektöründe
zaman geçirilerek nasıl yapılacağını da yeterince tarif etmelidir.
Her ne kadar
yazar kentte ve köyde işçiler arasında çalışmak esastır şeklinde bir doğru
tespitte bulunuyorsa da yasal sınırlara hapsolmuş bir partinin işçi sınıfının
olası politik istemlerine nasıl öncülük yapabileceği konusunu yeterince
kavramlaştırmalıydı.
Sonuç olarak Oruçoğlu;
“Eldeki sınırlı güçle arzunun sesine uyarak
genişlemenin sorun yaratacağı açıktır.” demektedir. Ama bizce sorun yaratacak
olan eldeki gücün nicelik olarak az olmasından çok ideolojik ve siyasi
donanımın yetersiz olmasıdır. Zira taktik politik alanda son yıllarda daha yeni
yeni tecrübe kazanmaya başlayan politik geleneğimiz bu alanda hala ciddi oranda
ideolojik ve siyasi yetmezlikler yaşamaktadır.
Genişleme ve derinleşmede tahkimatın şart olduğunu
belirten Oruçoğlu, bu örgütsel ve kadrosal tahkimatın hangi ideolojik esaslara
göre düzenlenmesi gerektiğini de etraflıca
tarif etmesinde fayda vardır…
https://gazetepatika22.com/yeni-politika-arayislarina-elestirel-bir-katki-1-150869.html
https://gazetepatika22.com/yeni-politika-arayislarina-elestirel-bir-katki-2-151244.html
Tali alanlarda kuluçkaya yatmış,
proleter bir embriyon eğer emekçi kitleler içinde hücreler öremiyorsa ve
herşeyden önemlisi elinde tuttuğu nispeten geri mevzileri büyük politik
söylemlerin bir aracına dönüştürecek yaratıcı yeteneği gösteremiyorsa, zamanla
devrimci niteliğini yitirerek sönecektir.
Ortaçağ cadı kazanından ortalığa saçılan arkaik kalıntı ve
hurafeleri bir zenginlik olarak keşfeden ara katmanların kapitalist toplumun
değişen ihtiyaçlarının yardımcı bir bileşenine doğru evrildiği zamanlardayız.
Bu sorunlu sınıflardan beslenen politik eğilimler; geçmiş ve gelecekle
ilgilenmeyen, bütünlüklü bir teorik açıklama kaygısı duymayan ve yerel motifli
anlık ve değişken inanç karmaşasına yaslanan bir sosyal eğilime doğru
sürüklenmektedirler.
Küçük burjuva toplumsal siyasal, modern dönemin geleceği kuran
rasyonel bireyciliğinden çok, zamanı önünde bulduğu gibi hazır yaşayan ve alt
kültürel kimliklerden ideolojik açıklamalar yapmaya çalışan bir karmaşa
yumağına doğru sürüklenmektedir. Kapitalist toplumun postmodern restarasyon ile
yaşamış olduğu parçalanmanın ürettiği şeyleşmelere küçük burjuva
devrimciliğinin büyük bir iştah kabarttığı gözlemlenmektedir.
Teknolojinin gelişmesine paralel olarak iş örgütlenmesinde
meydana gelen değişimler sonucu toplumsal yaşam ve dolayısıyla ulusal
kültürlerin de değişime uğradığını biliyoruz.
Küresellleşme eğilimlerine giren kapitalist pazarın sonucu
olarak yerelliğin ve alt kültürel kimliklerin hortlaması durumu sosyalist
demokrasi mücadelesi süreçlerinin siyasal dokusuna sirayet etmektedir.
Küçük burjuva sosyalistleri, küresel ekonomik gelişmelerin toz altında kalmaya başlamış olan
yerelliği diriltmesi sonucu ortaya çıkan büyüye kendisini, öbek öbek
kaptırmaktadırlar. Bu kesimlerin demokratik siyaseti, hatta ideolojinin
kendisini yerellerde tarihsel uykuya çekilmeye başlamış ortaçağ kent
efsaneleriyle yeniden örmek istedikleri bir politik ortam bizleri
kuşatmaktadır.
Bu durum, bir kısım gelenek ardılının Dersim’deki yerel seçimler
politikasına düşen hemşerilicilik, mezhepçilik, kent yurttaşlığı ve mahalli
efsanelerin gölgesiyle ete kemiğe bürünmektedir.
Toplumsal süreci anlamak yerine toplumsal sürecin ortaya
çıkardığı rüzgarlara kapılmak böyle bir zeminde gelişmektedir.
Bu anlamda Sayın
Muzaffer Oruçoğlu’nun sosyalist kamuoyunda gündeme getirdiği yeni politik
konsepte dair bazı önermeler, ideolojik zemin yoklaması yapılmadan sahaya
sürüldüğü taktirde burjuva toplumunun bir bileşenine ya da üreticisine dönüşme
ihtimali barındırmaktadır.
İçinden
geçtiğimiz zamanın dünyasının sağ tasfiyeci dalganın etkisinde olduğunu
biliyoruz.
Günümüzde asıl tehdit ve
tehlike sağ tasfiyeciliktir.
Devrim dalgasının geriye
çekildiği, düzene karşı koyuşların yerini düzen içine eklemlenmenin aldığı bir
dönemde devletin yasalarının izin verdiği ölçüde bu tahribatı en aza indirgemek
ne kadar mümkün olabilir; bunu henüz bilemiyoruz.
Herşeyden önce
sosyalist devrimin çeşitli araç ve biçimleri konusunda yeterli bir bilgi
birikimi ve ideolojik donanıma sahip olmayan önemli orandaki politik pratisyenin
varlığı bu konuda endişe etmeye yeterli kanıt sunmaktadır.
Sosyalist demokrasi mücadelesinin araç, yol ve yöntemlerini ustaca
birleştiremeyen örgütsel toplulukların, burjuva ana akımın güçlü olduğu bu
tarihsel dönemde savrulma ihtimalinin bulunduğunu akıllarda tutmakta fayda
vardır.
Evet risk alan bazı
mücadele biçimlerinden korkmamak gerekiyor belki, ama yeterli ideolojik ve
siyasi hazırlık yapmadan tasfiyeciliğin ulus aşırı bu kadar güçlü estiği
koşullarda “Midyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak.” Özdeyişinde
olduğu gibi bir sonuçla karşılaşmak da ihtimal dahilindedir.
Biz, tabiki ilke olarak hiç bir mücadele biçiminin
yalnız başına fetişleştirilmesinden taraf değiliz. Bizce, “legal parti” belli
tarihsel ve ekonomik koşullarda beliren sınıf mücadelelerinde proletaryanın
ihtiyaç duyduğu geçici araçlardan birisidir.
Stratejiye dair
tarihin zorunlu yasalarının gözetimindeki temel mücadele yöntemleri esas olarak
ortadan kalkmaz ama, bazı özgün tarihsel koşullarda tali mücadele biçimleri
geçici olarak ön plana çıkabilmektedir. Özellikle ağır yenilgiye uğramış
politik güçlerin fırsat bulduğunda geri ya da tali mücadele mevzilerinde
kuluçka durumu anlaşılır bir haldir.
Bizlerin öğrenilmiş
alışkanlıklarını ve yerleşmiş sağduyularını inciten gerçek dünyanın
nesnelliğinden damıtılmış, real politikaları anlamadan bir siyasi hareketi
pasifizm, sağcılık ya da reformizm ile yaftalamak bir küçük burjuva
hastalığıdır.
Kaldı ki …..
proleter sınıf
örgütlerinin geçmişte soldan tasfiyesi de mümkün olmuştu. Lenin yoldaşın “Sol
Komünizm bir çocukluk hastalığı” diye tanımladığı tasfiyeci çizginin özelliği,
illegal mücadele biçiminin fetişleştirilerek onun dışındaki bütün araç ve
biçimleri sağcı olduğu gerekçesiyle hor görmekti.
Eğer
tarihi yapacak olan halk ise halka gidebilmenin bütün biçimleri komünist büyük
bir planın varlığında, devrimci olmaktadır. Yalnız içinde bulunduğumuz dönemde
sağ tasfiyeci gerici dalga uzun bir süredir devam ediyor olduğu için yeni
politik ve örgütsel bir konsept oluştururken dikkatimizi bu yöne vermekte fayda
vardır.
Bu anlamda Sayın Muzaffer Oruçoğlu’nun gündeme getirdiği
legal parti önermesi böyle tarihsel bir koşulun parçası yapılmadan bu
düzlemde oluşturulmak istenen hareketin yönünün, ne yöne doğru gidebileceği
kestirilemiyecektir.
Bize göre bir
hareket stratejik örgütlenme, merkezi bir politika ve Rus devrimci atılımı ile
Amerikan zekasından müteşekkil olmuş kadro tahkimatında kendisini yeterince
güçlü hissediyorsa böyle bir örgütsel politikayı hayata geçirip denemelidir.
Sayın Oruçoğlu, bu önermeyi gündeme
getirirken, içinde bulunulan dönemin epistomojisi, dünyaya nasıl bir anlam
yüklüyorsa öyle bir dünya içinde rahatlıkla biçimlenmeye hazır, küçük burjuva
sosyalizminden müzdarip, politik ve örgütsel atmosferi de hesaplamalıdır
kanımızca.
Tali alanlarda
kuluçkaya yatmış, proleter bir embriyon eğer emekçi kitleler içinde hücreler
öremiyorsa ve herşeyden önemlisi elinde tuttuğu nispeten geri mevzileri büyük
politik söylemlerin bir aracına dönüştürecek yaratıcı yeteneği gösteremiyorsa,
zamanla devrimci niteliğini yitirerek sönecektir.
Doğanın ve toplumun
yasalarının işleyişinin postmodern yorumu sonucu dönemin epistomojisinin
sınıfsız ve ideolojisiz siyaseti toplumsal çoğunluğa kabul ettirdiği koşullarda
devrimci, işçi sınıfının
çeşitli politik silahlarından birisi olan legal partinin yolunu nasıl bulacağı da ayrı bir tartışma konusudur.
En azından kendisini
burjuva toplumunun üreticisine dönüşmekten neredeyse kimsenin kurtaramadığı bir
toplumsal ortamda kadro tahkimatının ne kadar önemli olduğunu belirtmek
isteriz.
Kurucu olanın bütünlüklü teori
değil birey olduğu yönündeki postmodern parçalanma hali devrimci siyasetin
doğasını bozup bulanıklaştırmaktadır. Hatta devrimci siyasetin önemli bir
bölümünün postmodern yapısal bir dönüşüme uğradığını söylemek abartılı bir
tespit olmayacaktır.
İktisadi program ve bazı işçi
örgütlerinin ideolojik bir konu olmaktan çok toplumsal yaşamın teknik bir
konusuymuş gibi algılanması bazı devrimci örgütlerde yankısını bulmakta ve
içinde bulunduğu örgütü toplumsal fabrikanın bir parçası gibi görme eğilimleri
güçlenmektedir.
Proleter istihkamı yeterince güçlenmemiş politik hareketlerin bu
ilizyonik toplumsal süreç içerisinde doğalarının, bozulup dönüşmesi olanak
dahilindedir. İdeolojik yelpazenin zıt kutuplarında bulunan ideolojilerin
birbirine yaklaşmaya başladığı, dünyanın tek bir anlamının bulunmadığına dair
inancın güçlendiği ve her bireyin keyfi yaratımı kadar çoklu gerçekliğin olduğu
yönündeki bir toplumsal ortamın tarifini yapmaya çalışıyoruz…
·
30 Mart 2024