Kürt Ulusal Hareketi ve Yerel Seçimler
2 Mart 202
Yeni politik tutumun Kürt halkı nezdinde olumlu bir havada karşılanmasının
en önemli nedeni genel seçimler sonrası DEM Parti’nin geniş kitle
toplantılarına yaslanarak yürüttüğü eleştiri-özeleştiri süreci oldu. Burada
kitlenin temel eleştirilerinin yeni seçim sürecindeki politikaya yansıyışı bu
bağlamda verili politikanın sahiplenmesini de beraberinde getirdi.
Kuşkusuz Kürt hareketinin yerel seçim taktiği salt genel seçimler sonucu
gelişen eleştirilerle sınırlı değil. Geleceğe dair alacağı yeni pozisyonların
bir sonucu olarak da değerlendirilmelidir. Birincisi bu politikada esas olarak
yönünü İstanbul’a değil de Amed’e dönen bir tutum öne çıkarılıyor.
Bu T. Kürdistanı’ndaki kitlesinin
ihtiyaçlarını ve çıkarlarını öne çıkaran bir konumlanış olarak görülebilir.
İkincisi, AKP-MHP faşist blokunun CHP ile ortaklık üzerinden kitleleri DEM
Parti karşıtı bir pozisyonda saf tutmasının engellenmesi hedefi taşıyor.
T. Kürdistanı’nda özellikle faşist düzen partisi CHP ile yakınlaşmaya karşı
gelişen bir tepki söz konusuydu. Bu tepki kitleleri daha “muhafazakâr ve
milliyetçi” bir siyaset arayışına iterken HÜDA-PAR ile ortaklık üzerinden
verili tepki AKP-MHP blokuna yarayacak bir politikaya dönüştürüldü. HÜDA-PAR’a
açılan siyaset alanı da bunun en somut göstergesiydi. Bu bağlamda Kürt ulusal
mücadelesinin yerel seçim politikasının ve bağımsız bir politik çizgiye
meyletmesinin argümanlarının güçlü nedenlere dayandığını söyleyebiliriz.
YENİDEN “ÜÇÜNCÜ YOL”
DEM Parti’nin yerel seçimlerde yukarıda özetlediğimiz tutumu esas
itibarıyla İstanbul seçimlerine dair aldığı kararda öne çıktı. Başak
Demirtaş’ın adaylık süreci ile başlayan tartışmalarda CHP’yi batıda destekleme
tavrının terk edildiği açığa çıkmış oldu. Kürt hareketi özgülünde bu anlayış
“üçüncü yol” olarak ifade edilse de bir kez daha bu çizginin muğlak sınırlar
içerdiğini söylemek mümkün.
Mayıs 2023 seçimlerine dönersek o tarihlerde de Kürt hareketi
Kılıçdaroğlu’na destek tavrını “üçüncü yol” olarak tanımlamış, bu politikayı
etkin uyguladığını ifade etmişti. “Üçüncü Yol” hedefi ile tutumunu açıklayan
Kürt hareketi; böylelikle iki faşist ittifakın dışında farklı mücadele
güçleriyle demokratik temelde bir araya geleceğini beyan ederek Türkiye’nin iki
seçeneğe mahkûm olmadığının vurgulandığı “üçüncü yol” seçeneğini öne çıkardı.
Ancak hem pratikte hem de ana siyasal söylemlerde “Erdoğan’ın devrilmesi adına”
Kılıçdaroğlu’na destek tavrı öne çıkarıldı. “Demokratik güçlerle ittifak”ın
öncellenmesi de esas itibarıyla bu politikaya angaje oldu. Yeniden yerel
seçimler gündemine döndüğümüzde “üçüncü yol” ile bir politikanın, seçim
tavrının benimsendiği ifade ediliyor.
DEM Parti genel seçimler deneyiminden dersler çıkararak egemen kliklere
angaje olmadan kendi bağımsız gücüyle hareket edeceğini söylüyor. Kuşkusuz
Kılıçdaroğlu’nu ve önceki yerel seçimlerde kendi adayını çıkarmadan Millet
İttifakı adaylarını destekleyen Kürt hareketinin her iki taktiği de nesnel
olarak farklılığa tekabül ediyor. Dolayısıyla her iki politikaya da “üçüncü yol
denilebilir mi?” ya da “üçüncü yol denilen politik tutum her iki pozisyona da
yol verir bir nitelikte mi?” soruları karşımıza çıkıyor.
Kürt hareketinin verili seçim tavrı önceki seçim deneyimlerinden çıkarılan
derslere dayanıyorsa -ki ifadelerden böyle bir yönün bulunduğu anlaşılıyor- her
iki seçim taktiğinin nesnel farkları “üçüncü yol” denilerek
muğlaklaştırılmamalı. Bu durum çok temelde mevcut seçim tavrının politik gücünü
ve önceki eleştiri sürecinin etkisini zayıflatır.
“Üçüncü Yol” tartışmaları Kürt
Ulusal Hareketi özgülünde de belirgin bir karmaşıklığı içeriyor. Yeni Özgür
Politika’da Hasan Kılıç bu kavramı “Bugün Türkiye’de depolitizasyonun üretim
merkezi sistem içi iki hegemonik güç arasında bir tercihte bulunmaktır.
Politika kurucu olma vasfını ancak apolitizasyon ve depolitizasyon tuzaklarına
düşmeden gerçekleştirebilir.
Bunun imkânı da Üçüncü Yol’un
örgütlenmesidir. Meylin sistem içi iki hegemonik gücün siyasal alanı tamamıyla
kapladığı bir düzen olan egemen siyasete karşı siyasal alanda ezilenlerin
alanını yaratan bir siyaset tercihi kurucu olabilir” ifadeleriyle iki egemen
güç dışında bir konumda ve karşıtlık ilişkisi içerisinden nitelerken,
“Kirlenmemiş Şeyler Uğruna” başlıklı mektupta Demirtaş, “Üçüncü Yol” siyaseti
için DEM Parti’nin hem AKP ile hem CHP ile hem de diğer siyasi partilerle
görüşmesini gerektiren bir siyaset olarak tanımladı. Kimilerine göre karşıtlık,
kimilerine göre ise uzlaşı, diyalog vb. olarak görülen bu çizgi kuşkusuz Kürt
Ulusal Hareketinin paradigmasının bir çıktısı.
Mevcut paradigmanın krizleri seçim
ve benzeri süreçlerde depreşirken verili tartışmalar ve eleştiriler
projeksiyonu bu niteliğe değil görüngüdeki kimi uç durumlara tutuyor. Bu da
güçlü bir bağımsız çizginin inşa edilmesine engel olabilecek bir yöntem
sorununa işaret ediyor.
ÇÖZÜM SÜRECİ TARTIŞMALARI
DEM Parti’nin kendi adaylarıyla seçime girme kararı belli çevrelerde “yeni
bir çözüm süreci” tartışmalarını da beraberinde getirdi. “Kürt oyları”
üzerinden bir “çözüm pazarlığı” tartışması yine bilindik çevrelerden geldi.
Kürt burjuvazisinin iş birlikçi takımı bu tartışmaların başını çekti. G.
Ensarioğlu, Altan Tan gibi isimler DEM Parti’nin seçim tavrını “olumlu”
bulduklarını ifade ederek “çözüm süreci” tartışmalarını eşanlı olarak
başlattılar.
Galip Ensarioğlu bu noktada en
kullanışlı aparat. Ensarioğlu, AKP aday tanıtım toplantısında DEM Parti’yi “Hak
etmedikleri bir şerefin üzerine oturmak”la eleştiriyor, halkın geçmişte
“korkudan” Kürt hareketine oy verdiğini iddia ediyordu.
DEM Parti’den “Her yerde aday çıkarma” açıklaması yapılınca aynı Ensarioğlu
DEM Parti’nin “Doğru bir siyaset izlediği”ni söyleyecekti. Başak Demirtaş’ın
İstanbul adaylığı için başvuru yapmasının ardından tutuklu Demirtaş’ın
“mağduriyeti”ni hatırlatacak ve övgüyü daha da ilerleterek “iyi bir siyasetçi”
olduğunu söyleyecekti.
Ensarioğlu gibi iş birlikçi Kürt burjuvalarının rolü tam da bu süreçlerde
etkin bir hal alıyor. AKP-MHP faşist bloku bu isimlerin “yorumları” üzerinden
“çözüm süreci”, “kayyum atanmaması”, “Demirtaş ve belli siyasilerin tahliye
edilmesi” gibi beklentilerle kendi seçim çıkarları için hem Kürt ulusal
hareketini hem de Kürt halkını konsolide etmeye çalışıyor.
Madalyonun diğer yüzünde ise yine ezen Türk ulusunun farklı bir siyasal
temsili bulunuyor. Kürt meselesinde imha, inkâr ve asimilasyoncu resmî
ideolojiye secde eden bu çevre ise “Kürtlerin AKP ile anlaştığı”, “AKP’nin yeni
bir çözüm süreci başlatacağı” söylemleri üzerinden şovenizmi ve AKP-MHP bloku
etkisindeki milliyetçi kesimleri kendilerine yedeklemeye çalışan bir politika
izliyorlar. Her iki anlayış da ezen ulusun çıkarları bağlamında şekillenen
meşum bir politikayı içeriyor.
Kürt ulusal mücadelesinin “içeriden” ve “dışarıdan” geliştirilen bu sinsi
politik hamlelere karşı uyanıklığı ve etkin mücadeleyi içeren bir pozisyon
alması elzemdir. Bu pozisyon, yerel seçimler özgülünde kendi kitle gücüne ve
meşru mücadelesine dayanan güçlü bir bağımsız bir çizgiyi harekete geçirerek
güçlendirilebilir.
Bugünkü koşullarda yerel seçimler sonrası elde edilen kazanımlar her ne
kadar sınırlı ve etkisi kayyum saldırılarıyla sınırlandırılmış olsa da Kürt
Ulusal Hareketinin deneyimi ve mücadelesi koşulları tersine çevirebilecek bir
birikime dayanıyor. Bu birikimin güçlü bir bağımsız çizgiyle kitlelere
taşınması yerel seçimlerde elde edilecek en önemli kazanım olabilir.