4
Mart 2024
Lenin, proletarya diktatörlüğü sorununun, uluslararası
işçi sınıfının en temel sorunu olduğunun altını, hiçbir şüpheye yer vermeden
net olarak çizmiştir:
“Proletarya diktatörlüğü sorunu, istisnasız tüm
kapitalist ülkelerde modern işçi hareketinin temel sorunudur. Bu sorunda tam
açıklığa kavuşmak için, onun tarihini bilmek gerekir. Uluslararası bir ölçek
koymak gerekirse, genelde devrimci diktatörlük ve özelde proletarya
diktatörlüğü öğretisinin tarihi, devrimci sosyalizmin tarihiyle, özellikle
Marksizm’in tarihiyle örtüşür.
Ayrıca –ve
tabii ki bu en önemlisidir- ezilen ve sömürülen sınıfın sömürücülere karşı tüm
devrimcilerin tarihi, diktatörlük sorununa ilişkin tüm bilgimizin ana
malzemesini ve ana kaynağını oluşturur. Her devrimci sınıfın, zafer kazanmak
için kendi diktatörlüğünü kurmak zorunda olduğunu kavramamış olan, devrim
tarihinden hiçbir şey kavramamıştır ya da bu alanda hiçbir şey bilmek
istememektedir.” (17)
Küçük burjuva oportünizmin temel sorunu, ücretli
sömürü sistemi kapitalist toplumu yıkıp yerine sosyalim ve komünizm inşa
olmadığı için, proletarya diktatörlüğü yerine kolayca ve rahatlıkla “halkın
devleti” ibaresini, arada niteliksel bir ayrım yokmuşçasına koyabilmektedir.
Küçük burjuvazi sınıf mücadelesini kabul etmeyi yeterli gördüğü için, komünizm
sorununu tarihsel bir sorun olmaktan öte, taktiksel bir sorun olarak ele
aldığından, “halkın devleti” sorununu proletarya diktatörlüğü yerine geçirmekte
bir beis görmüyor.
“Marx’ın devlet üzerine öğretisinin özünü -der
Lenin- ancak, bir tek sınıfın diktatörlüğünün yalnızca genelde her sınıflı
toplum için, yalnızca burjuvaziyi devirmiş olan proletarya için değil, ama aynı
zamanda kapitalizmi ‘sınıfsız toplumdan’, komünizmden ayıran tüm tarihsel dönem
için gerekli olduğunu anlayanlar kavramışlardır.”(18)
Proletarya diktatörlüğü yerine “halkın devleti”
önermesini ileri sürenlerin bir gerekçesi olarak da “diktatörlük” kelimesinden
vazgeçmek gerekiyormuş ve halk bu kelimeden korkuyormuş ve aynı zamanda
“demokrasi”yi dıştalıyormuş vb. gibi burjuva zırvaları ileri sürmekten de geri
durmuyorlar.
Lenin, Macar işçilerine selam gönderdiği konuşmasında
ise şunları söylüyor:
“Ama proletarya diktatörlüğünün özü, tek başına, ya
da hatta esas olarak kuvvet değildir. Bunun başlıca özelliği, amacı sosyalizmi
kurmak, toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü ortadan kaldırmak, toplumun her
bireyini çalışan insan haline getirmek, ve insanın insan tarafından
sömürülmesinin her türlü temelini yok etmek olan proletaryanın, çalışan halkın ileri
müfrezesinin, onların öncüsünün, tek liderinin örgütlenmesi ve disiplinidir.”(19)
Stalin ise, proletarya diktatörlüğü konusunda Lenin’in
yolundan devam eder.
“Proletarya diktatörlüğü … sadece sömürücü sınıflar
üzerine uygulanan zor demek değildir, ve hatta her şeyden önce, zor değildir.
Bu devrimci zorun iktisadi temeli, onun canlılığının ve başarısının güvencesi,
proletaryanın kapitalizme oranla toplumsal çalışma örgütlenmesinin üstün bir
tipini sunması ve gerçekleştirmesidir. Sorunun özü buradadır. Komünizmin
kaçınılmaz tam zaferinin güç kaynağı ve güvencesi buradadır.”(20)
Ülkemizde de “sol” liberal Birikim’ci, Ömer Laçiner,
daha 1978 yılında, Lenin ve Stalin’in savunduğu “proletarya diktatörlüğünü”(21) yanlış buluyordu. Ve bu liberal “sol”lar,
Marksizm karşıtı kim varsa, onları Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’nun
karşısında “haklı” çıkarırlar.
Bu nedenle, kendini Marksist saflarda görenler ile
“sol” liberallerin “ineğe inek” demeleri de aynı değildir. Onlar, ineği sağmal,
Marksistler ise öncelikle canlı bir organizma olarak görürler ve “sağmal”
oluşunu, tarihsel materyalizm içinde ele alıp incelerler. Bu yaklaşım, nitel
bir farktır.
Laçiner, 1978 yılında Birikim Dergisi’nde “Sosyalizmin
Temel Sorunları” başlığı altında yazdığı yazıda şöyle diyordu:
“Proletarya diktatörlüğünün Marksizmin özü olduğunu
öne süren III. Enternasyonal’in ihtilalci eğilimi, bu kavramı yadsıyan ve
“demokratik sosyalizmi” savunan II. Enternasyonal eğilimini Marksizm düşmanı
olarak nitelemiş, aralarında uzlaşmaz derin bir karşıtlık olduğunu belirterek
tüm ilişkilerini koparmıştı.”(22)
Birikimciler, zamanla, elbette bütün suçu Stalin’e
atacaktır. II. Enternasyonal’le III. Enternasyonal arasında fazla bir fark
olmadığını da yazacaklardır. Ve ikisini de uzlaştırmak isteyeceklerdir. “Lenin
neyse”, “ah bir Stalin olmasaydı”, “demokratik sosyalizm” gelip yerleşecek ve
sınıfsız toplumda kurulmuş olacaktı.
Bunlar,
1978’lerde savunuluyordu ancak, elbette önceli vardı. 1960’larda Kuruşçev’in
“halkın devletini” savunması ve Avrupa’nın bir zamanlar “saygın” KP’lerinin
Kruşçev’in peşinden giderek kendi emperyalist burjuvalarıyla uzlaşmaları
sonucu, “Avrupa Komünizmi” adı altında geliştirdikleri sınıf uzlaşmacılığı
teorisini savunmaları, ülkemizde, Aren-Boran-Aybar ve de Birikim vb. çevrelerde
adresini bulmuştu.
Kendine MLM diyen kimi küçük burjuva devrimcileri,
“proletarya diktatörlüğüne” karşı çıkarken, II. Enternasyonal’in ve “Avrupa
Komünizmi”nin, “demokratik sosyalizmi”ni ve “güleryüzlü sosyalizmini” de
incelemelidir. Kendi savundukları ile bunların savundukları arasındaki farkları
ortaya koymalıdırlar. Ne var ki, bu benzerliğin salt biçimsel düzeyle sınırlı
olmayıp, içerikte de olduğu görülecektir.
Kapitalizme ait ne varsa yıkılmadan sosyalizm asla ve
asla inşa olmaz ve toplum, sınıfsız topluma, komünizme erişemez. Sosyalizm
içinde var olan kapitalizme ait olan tüm öğeler (ufak ya da büyük), sosyalizmin
inşası önünde ciddi bir ayak bağı ve aynı zamanda, kapitalizme dönme
tehlikesini içinde barındıran bir içerikte olur.
Sosyalist devlet içinde bürokratik yapıyı kırmak ya da
bunun gelişmesinin önüne geçmek; işçi sınıfının örgütlü bir şekilde devreye
girmesinin tüm koşullarının oluşturulması ve sağlam bir işçi sınıfı
örgütlenmesinin her alanda yaratılması ve devlet mekanizmalarının kontrolünün
işçi denetimi altına alınmasıyla gerçekleşebilir.
Oysa, sosyalizmde bürokratik örgütlenmenin önüne
geçmenin yolu, işçi sınıfı dışında küçük burjuva emekçi kesimlerin devlete
egemen olmasını sağlamakla ya da onları, “önder” olarak önderliğe ortak etmekle
olamaz. Bir taraftan, “bürokratik örgütlenmeyi önleyelim” derken, diğer yandan
küçük üretimin yaygınlaşması ve giderek kapitalist büyük üretime dönüşmesinin
yolları açılmış olur ve bunun sonucu, sosyalizmin yıkılmasıdır. Sosyalist
devletlerin yıkılmasının nedenleri arasında bunları bulabilirsiniz.
Özgürlüğü üretim ilişkilerinden bağımsız ele almak,
sapla samanı birbirine karıştırmak olduğu gibi, bu aynı zamanda idealistçe bir
yaklaşımdır da. Üretim ilişkilerinin niteliği, özgürlüğün sınıfsal
niteliğini de belirler.
Sosyalizmin ve nihayetinde komünizmin anlamı;
kapitalist olan her şeye saldırmak ve yıkmaktır. Ve elbette, başta, kapitalist
“özgürlük” denen şeye de saldırmak ve yıkmaktır. Sınıfsız temelde özgürlüğü
onun yerine kurmak ve inşa etmektir.
Kapitalist “demokrasi” ve kapitalist “özgürlük”,
üretim araçlarının belli ellerde toplanmasının özgürlüğüdür. Üretim araçlarına
sahip olanların özgürlüğü, ona sahip olamayanların ise köleliği anlamındadır.
Emekçilerin devletinin ekonomik adı olan küçük üretim ise, bu tip “özgürlüğün”
gelişmesinin en küçük temel birimleridir.
Toplumsal iş bölümü kalkmadan sosyalizmi sınıfsız
(komünist) topluma dönüştürmek ya da en azından, bürokratik gelişmeleri ortadan
kaldırmak ya da devlet varken sınıfları ve sınıf çatışmalarını ortadan
kaldırmanın hayal olduğu görülmelidir. Bunlar, proletarya diktatörlüğü altında
geliştirilebilecek bir sürecin ürünü olacaktır.
Proletarya diktatörlüğü ya da proletarya demokrasisi
(sosyalist demokrasi) ile burjuva diktatörlüğü ve burjuva demokrasisi karşı
karşıya getirildiğinde, proletarya demokrasisi, “en demokratik” burjuva
demokrasisinden ya da devletinden, her yönüyle daha demokratiktir. Bu ikisinin
biçimsel olarak karşılaştırılması halinde dahi, sosyalist demokrasi burjuva
demokrasisinden bin kat daha demokratiktir. İçerik ve biçimsel olarak da bu
böyledir.
Sömürünün
olduğu yerde, insanların elinden bütün geçim araçları özel mülkiyet adı altında
bir avuç burjuvazinin elinde toplandığı bir sistemde, çoğunluğun özgürlüğünde
ya da çoğunluk için demokrasiden söz etmek, tam da, sömürü ve baskı rejimini
gizlemek için bir avuç burjuvaziye özgü bir sahtekarlık ve iki yüzlülüktür.
Peki, burjuvazinin diktatörlüğü burjuvazi için
özgürlük proletarya ve emekçiler için ise sömürü ve baskı oluyorsa, proletarya
diktatörlüğü neden işçiler için bir “zulüm cenneti” olsun?
Proletarya kendi kendine mi baskı uygulayacak?
Sömürü yoksa baskı da yoktur. Üretim araçlarının özel
mülkiyeti yoksa, sömürü de baskı da olamaz. Çünkü, üretim araçlarının özel
mülkiyeti, sömürü ve baskıyı koşullar. Bu ayrım önemlidir. Bu ayrım gözden ırak
tutulduğunda, tam da küçük burjuva oportünizminin düştüğü çukura; burjuva
sahtekarlıklarını kitlelere şirin gösterme yanlışına düşülür.
Marksizm’in kurucularından Engels “Gotha ve Erfurt Programlarını”
üzerine, August Bebel’e gönderdiği mektupta, halkçı devlet sorununa da değinir
ve şöyle der:
“Devlet, savaşımda, devrimde devrim düşmanlarını
bastırmak için yararlanmak zorunda olduğumuz geçici bir kurumdan başka bir şey
olmadığına göre, özgür halkçı bir devletten söz etmek saçmadır; proletaryanın
devlete gereksinimi olduğu sürece, o, bunu, özgürlük için değil, hasımlarını
alt etmek için kullanacaktır. Ve özgürlükten söz edilmesi olanaklı olduğu gün,
devlet, devlet olarak ortadan kalkacaktır.”(23)
Lenin’in öğretileri Leninizm proletarya diktatörlüğü
konusunda da hala günceldir ve proletarya diktatörlüğü savunulmadan sosyalizm
inşa edilemeyeceği gibi komünist toplum da kurulamaz. Daha doğrusu, proletarya
diktatörlüğü savunulmadan burjuva diktatörlüğü olan kapitalist toplum yıkılamaz
ve yerine proletarya önderliğinde sosyalizm kurulamaz ve proletarya
diktatörlüğü olmadan sosyalizmden komünizme geçilemez.
Lenin ve komünist parti
LENİN 100 | Dünya Proletaryasının Önderi Lenin’in Ölümünün
100. Yılı Anısına Lenin, Dünya İşçi Sınıfına Yol Göstermeye Devam Ediyor-1
https://www.yüzçiçekaçsın.de/2024/02/lenin-100-dunya-proletaryasnn-onderi.html