Daha yakın tarihimize bakalım; ‘94 sürecine
baktığımızda takındığımız tutum ve mahkum ettiğimiz bir dizi pratiğin bugün
azınlık Merkez Komite üyeleri tarafından partiye nasıl dayatıldığını görürüz.
Şimdi o dönemin darbecileriyle birlik çağrıları üzerine yürütülen tartışmalara
bakalım.
“Birliği bozan veya “ayrılık sürecini tamamlayan” adım
II. MK toplantısıdır. Bu toplantı birliğin ruhuna aykırıdır. Partiye rağmen onu
reddeden bir içerikte gerçekleşmiştir. Ayrılık bu toplantıyla tescillenmiştir.
Darbe bu toplantı ile teminat altına alınmak istenmiş ve ayrılık için şartlar
olgunlaşmıştır. Bu toplantı ile MK çoğunluğu parti çoğunluğunu dışlamış ve
parti çoğunluğu da onu “parti dışı” ilan etmiştir. (Partizan, sayı: 71, s. 28)
Dönemin darbecilerine verdiğimiz yanıtta neyin darbe
olacağını görmeye-göstermeye çalışalım.
KALANLAR VE AYRILANLAR…
ST“dört kriter”e tekabül eden farklı görüşlerin ayrılık nedeni
olabileceğinden bahsetmektedir. Aramızdaki ayrılıkların önemli olsa da o
seviyede olmadığını özellikle vurgulamaktadır. Çünkü birlik önerisi “dört
kriter” zemininde gerçekleşmektedir. Bize böylece, “ayrılık noktalarını
abartarak birliğe olumsuz yaklaşmayın” demiş olmaktalar. Oysa bizim ileri
sürülen hiçbir “ayrılık noktasını” “bölünme gerekçesi” yapmamız mevzu bahis
değildir.
Daha da ötesi biz ST’nin ileri sürdüğü “dört kriter” üzerinden de “ayrılık
gerekçesi” üretmedik. Aslına bakılırsa biz ne DABK ile ne de “darbe” ile
ayrılık gerekçesi ileri sürdük. Her iki yapı da partiden ayrılmalarının
sonuçlarını yaşamışlardır. Program veya örgütsel kurallar ya da stratejik ve
taktik anlaşmazlık konuları olduğu için ayrılık ilan eden vaktinde DABK
olmuştur.
DABK II. MK’yı parti çizgisinden sapmakla, revizyonizmle suçluyordu.
Sonraki ayrılık ise darbe ve darbeye tavırla şekillenmiştir. “Ayrılık
gerekçesi” üretmeye ayrılacakların ihtiyacı olur. Oysa biz hiçbir zaman bu
ihtiyacı hissetmedik. Zaten hep kalan biz, ayrılan onlar olmuştur. Komünistler
bulundukları partiden ayrılmayı, o parti komünist geleneğin/enternasyonalin
temel kurallarına göre kurulduğu ve öyle işlediği sürece esasen ve hatta
neredeyse tamamen reddederler. Onlar için esas olan sonuna kadar parti için
mücadeledir.
TİİKP’in revizyonist önderliğine rağmen Kaypakkaya bu yolu sonuna kadar
zorlamış ve kendilerinin varlığı tehdit edildiği, ifade özgürlüğü yok edildiği
durumda, belki de “mecburen” demeliyiz, yeni bir parti kurmaya yönelmiştir.
Örgüt hukuku açısından meşru olduğu ve bunu bozmadığı sürece önderliği
oportünist olsa da komünistler, partiden ayrılmayı bir yol olarak
benimsemezler. Bunu bozacak kural, siyasi olarak nitelik değiştirecek bir
aşamada partinin önderlik misyonunu oynamaması olabilir.
Ustaların ve önderlerin genel tavrı bu yaklaşımı doğrulamaktadır. Lenin’in
devrim öngörüsünde bulunup devrime önderlik görevini öne sürmesiyle beraber
RSDİP içinde hem de merkezinde yaşanan karmaşa bilinir. Başlangıçta Lenin
neredeyse yalnızdır. Lenin’in devrim perspektifi, planı MK tarafından kabul
edilmemektedir.
Nihayet Lenin, istifa etmek durumunda kalacağını belirterek partiyi
son kez devrime önderlik etme sorumluluğunu almaya çağırır. Ancak ondan sonra
RSDİP MK’sı nihai kararı alır. Lenin için bu devrimi kavrayamayan, sürecin
gerisinde kalan bir karardır; başka bir ifadeyle, parti, kendiliğinden sürecin
altında kalmıştır ve terk edilebilir. Lenin istifa tehdidi içeren mektubuyla
komünist partiyi kesin bir ikileme sokmuş ve nihayet onun kendisini aşmasına,
devrime önderlik etme kararını almasına neden olmuştur. Aksi halde Lenin
mektupta ifade ettiği yolu tercih edebilir, RSDİP’tenkoparak yeni bir
örgütlenmeye girişebilirdi! Lenin’in pratiği ST’nin “dört kriteri” ile bire bir
açıklanamaz.
Sonuçta ideolojik olarak, program açısından, örgüt kurallarında, stratejik
ve taktiklerde -Lenin’in devrim öncesinde onlara dair sunduğu “yeni” görüşleri,
tezleri hariç tutulursa- bir ayrılık olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
Nihayet biliyoruz ki, parti “Lenin’in partisiydi”. Onun hemen her hücresine
nüfuz ettiği bir partiydi. Kuşkusuz burada da sonuç olarak “dört kritere”
tekabül eden olgulardan bahsedebiliriz.
Ancak bundan “sonuç olarak” bahsedebiliriz. İstifa mektubu bize bu
kavramların nasıl biçimleneceği hakkında olabildiğince bilgi vermektedir. Bütün
bunlar bize “basit” görünen kimi olguların büyük sonuçlara neden olabileceğini
ve aynı zamanda kimi “karmaşık” olguların da aynı partide bir arada olmaya
engel olmayabileceğini (elbette mücadelesiz değil) göstermektedir.
“Dört kriter”i referans aldığımızda Lenin’in Menşeviklerle ayrılık
gerekçesi üretmeye daha yatkın olduğu halde ayrılmayıp Ekim Devrimi öncesinde
Bolşeviklerden “ayrılma gerekçesi” üretmeyi “tercih” ettiğini görüyoruz! (Lenin
önderliğindeki Bolşeviklerin Menşeviklerle aynı partide bulunduklarını ve
çoğunluk iradesini kabul etmeyerek çoğunluk ile uyumlu çalışmayı reddedip
ayrılığı tercih edenlerin de Menşevikler olduğunu unutmayalım.) Bu, özgün ve
ilginç bir deneyimdir.
Buradan çıkaracağımız sonuç şu olmalıdır:
ST’nin belirlediği “dört kriter” iç içe bulunan halkalardır. Bu
halkalar derece derece çoğaltılabilir ve gene her pratiğin, her anın değerlendirilmesine
konu olabilir. Bunları belli, önceden belirlenmiş, kesin maddeler olarak
kavramak ve uygulamak eksiklik ve yanlışlıklara neden olabilir. Mesela program
maddelerindeki önemli bir anlaşmazlık birliğe engel görülmediği halde ve birlik
buna rağmen sürdürüldüğünde hata yapılmış olmazken bir tüzük maddesinin
çiğnenmesine göz yummak ciddi bir siyasi suç olabilir. Birincisi de “ayrılığa
gerekçe” olabilir ama bu ayrılığın doğru/haklı olduğu anlamına gelmez.
İkincisi; görünürde birincisinden daha az “dört kriter” ile ilgili olsa da
sonuçta ondan dolayı yaşanacak ayrılık “kaçınılmaz” kabul edilebilir, birlik
zemininin kaybedilmesi göze alınabilir. Dolayısıyla “dört kriter” hakkında,
sonuç olarak hem fikiriz. Ancak, bunların gerçeklik içerisinde somut olarak
kavranışında farklı düşünmekteyiz. Zaten sorunumuz da bu kavrayış farklılığında
yatmakta, o darbeyi “dört kritere” uygun olarak mahkûm edememektedir.
“ÖRGÜTSEL İLKELERDE BİRLİK VE PARTİDEN KOPMANIN YANLIŞLIĞI
” Şimdi en başa dönelim; darbe sürecine, darbeye ve de “ayrılığa” nasıl
yaklaştığımızı tartışalım. Görelim bakalım ST’yle ne derece ortak/uyumlu
olabiliyoruz? ST halen basit bir “ayrılıktan” ve halen “ayrılıp giden” olarak
bizden bahsetmektedir.
Ve halen Maoist parti anlayışını “darbeye karşı tavrımızın” karşısına
koymaktadır. O halen “ayrılık anı”ndaki durumu doğru görmekten uzak
davranmaktadır. Bundandır ki, kimi “düzeltmelerin” esasen bir yenilik,
değişim/düzeltme olmadığı biçimindeki değerlendirmemizi anlamamaktadır. ST,
II.Kongre’nin aldığı karardaki “ayrılıklarımız” listesinden özel olarak birini
temel aldığımızı anlamalıdır. Sorunu çözmek amacındaysa eğer, çözmeye buradan
başlamalıdır. Kuşkusuz “ayrı düşündüğümüz” yığınla konu, taktik mesele vardır
ve gelecekte de bunun önünü almak mümkün olmayacaktır. Zaten “bunun önünün
alınması” kaygısı da taşınmamalıdır.
Denebilir ki, yapıların herhangi birinde yer alıp da birçok konuda
diğeri ile daha çok “ortaklaşan” unsurlar bile olabilir… Hatta daha da ileri
gidip denebilir ki, örgütlü olmadığı halde teoride herhangi bir yapının
görüşlerini “ileri derecede” savunanlar da olabilir... Buna sınır koymak ne
anlamlıdır ne de gerçeğe uygundur. “Örgütsel ilkelerde birlik ve partiden
kopmanın yanlışlığı.” Bütün mesele nihayet bundan ibarettir.
ST’yle tartışmamızın ve yahut “tartışmamamızın” özü budur! Diğer tüm
meseleler ancak bunun doğru kavranması durumunda ST’nin belirlediği “birlik”
hedefi açısından da bir değer kazanmaya başlar. Peki, ST bunu kavrayabilir mi?
Şimdiye kadar gördüğümüz şey bunun mümkün olmadığıdır. Neden? Nedeni ayrı bir
konudur ve bu soruya yanıt oluşturan konuyu son söze bırakalım… “Örgütsel
ilkelerde birlik ve partiden kopmanın yanlışlığı” bu tartışmadaki temel
“sorunsal”dır. ST tüm süreci bu kavramı belirsizleştirerek kavramakta veya
anlatmaktadır.
Bugün ST ile “apayrı” yerlerde bulunmamızın temelinde bu vardır. Onlar kimi
yerde ve zamanlarda bu “ayrılığa” dair “ille de Maoizm”i benimsememeyi, “Stalin
Gerçeği” belgesi üzerinde farklı düşünmeyi, “Partimizin Büyük Proleter Kültür
Devrimi’nin ürünü olduğu” konusundaki sözde uzlaşmazlığı ve daha da ileri gidip
“yarı-Hocacılık” eleştirisini gündeme getirseler de, ayrı yaklaşımlara sahip
olduğumuz konularda görüşlerimizi çarpıtarak, anlaşılmaz hale getirerek bazı
“ayrılık gerekçeleri” uydursalar da temel sorun “örgütsel ilkelerde birlik ve
partiden ayrılmanın yanlışlığı”dır.
ST’nin DABK ayrılığına dair, en başından beri vurguladığımız temel
zaafa yıllar sonra “değinmesi” aslında konuya pek de yabancı olmadığını
gösteriyor! Şimdi bizim temel sorun kabul ettiğimiz olguyu “örgüt kurallarında
birlik ve partiden kopmanın yanlışlığı” olarak formüle ediyor olabilmesi de
aynı duruma işaret ediyor. Ancak bunun temelde kavranmadığına dair hükmümüzü
değiştirmiyor bu durum. ST halen, partiden kopmanın yanlışlığından dem
vurabiliyorken de “darbe”nin anlamının bu olduğunu görmezden gelip bizi
“ayrılanlar” olarak görmekte/göstermektedir.
Çevresine halen bunu propaganda etmekte,
ortadaki gerçekliği zorlamalar pahasına çarpıtmaktadır.
DARBE GERÇEKLİĞİ…
“Darbeye” dair gerçekleri ve görüşümüzü ortaya koyarak konuyu açalım. ST
konferans kararının iki kişi tarafından çiğnenmesinin TKP/ML’nin öne sürdüğü
“darbe” olduğunu, “darbe” demenin bundan ibaret olduğunu iddia ederek güya
“birlik ve ayrılık” anlayışımızı mahkum etmektedir:
“Kısaca TKP/ML’nin anlatarak bitiremediği sorun şudur: birlik
görüşmeleriyle birlikte TKP/ML’den yoldaşlarında ağırlıklı olarak içerisinde
olduğu önderlikler başta olmak üzere, konferans delegeleri de dahil hepsinin
birleşerek üyelere darbe yaparak aldıkları kararın, yine bu kültürün bir
parçası olan, yine önderlikten iki kişinin konferans delegelerinin iradesine
darbe yaparak açıklamasıdır.”
!!! (ags, Sf: 36)
Böylece hafif bir darbeye karşı benzer hafif darbeler de söz konusu edilerek
“Partiden ayrılık ilanı” teşhir edilmiş olmaktadır!
Şöyle diyor ST 37. sayfada: “TKP/ML’nin gelinen aşamadaki birlik ve
ayrılık anlayışı; eğer bir gün bulunduğunuz örgütlenmede bir karar uygulanamaz
ya da yanlış uygulanırsa sizlerin o yapıdan ayrılmanız ya da atılmanız için
yeterli sebep ortaya çıkmış demektir boyutuna gelmiştir”, “TKP/ML açısından bir
ayrılıkta temel meseleler önemli değildir. O gün açısından ayrılığı
meşrulaştıracak en uygun şey çok tali bir şey de olsa ayrılığın sebebi yapılabilir.”
Bu tespiti üzerinden eleştirilerini sakız çiğner gibi sürdürüyor ST. “Ne kadar
çok söylenir ve basitleştirilirse o kadar kabul ettirilebilir” varsaydığı için
olsa gerek, bu bölüm, tüm yazıdaki en geri yaklaşımı içerdiği halde gereksizce
uzatılıp sürdürülmüştür.
Ya da bu eleştiriye konu edilen yaklaşım neredeyse kimsenin
savunamayacağı bir niteliğe sahip olduğu için sürdürmek mümkün olmuştur!
Yazdıkça yazası gelmiştir yazanın! Bu basit yanlışa karşı üstünlüğün verdiği
haz abartıya neden olmuştur!..
Darbe dediğimiz şey nedir?
ST darbeye kadar varan sürecin belki de en dikkat çekici “başlangıcı”ndan
söz etmektedir. TKP/ML’nin darbe kabul ettiği şey ise bu değildir. Elbette
ST’nin konu ettiği olay ve ona dair tanımı reddetmiyoruz. Onun belirttiği gibi konferans
iradesine karşı ona rağmen yapılan bu hareket de bir “darbe”dir. Hakeza daha
güçlü bir irade olarak konferansın kararı da partiye karşı “darbe” olarak
adlandırılabilir. Bu anlayışla hareket edilerek yığınla yanlış arka arkaya
dizilebilir. Ama bu yanlışlar “parti içindeki ayrılıklar” olarak “birlik
içindeki sorunlar” olarak kavranılır ve bu çerçevede çözümlenir ki daima bu
anlayışla hareket edilmiştir.
“Başlangıç” olarak tanımladığımız ama ST’nin “TKP/ML’yi anlatarak
bitiremediği” dediği hareketten devam edelim tartışmaya…
Bu hareket başta planlı, amacı belli bir hareket olarak
değerlendirilmektedir. Bu hareketin öncesi de vardır sonrası da. Kendisiyle
sınırlı olsaydı elbette ne plandan bahsedilebilirdi ne de “sonuç”tan… Tuhaf
olan şey, ST’nin sonrasındaki gelişmelerle ve açığa çıkardığını belirttiği
düşman oluşumuyla bunu neredeyse hiç bağlantılandırmamasıdır!
TKP/ML’nin
darbe dediği olgu bu değildir.
Darbe, parti iradesinin tamamen gasp edilmeye çalışılması ve hatta bunun
gerçekleşmesine paralel olarak, bünyenin “nihayet” dışına atmayı başardığı
“sözde irade”nin oluş biçimidir. Parti bu oluşumu henüz gelişim halindeyken,
tamamlanmamışken çoğunluk iradesine
uymaya çağırdı; Onu konferansa yöneltmeyi denedi. Bu çağrı, uğraş parti
birliğine yaklaşımın somut ifadesidir.
Sorunların hangi yöntemle çözülebileceğine verilmiş yanıtlardır bunlar.
Açık ki o süreci yaşayanların birçoğu gidişatın nereye olduğunu sezmişlerdi ve
daha önce değindiğimiz “kaçınılmazlığı” öngörmüşlerdi. Ancak buna rağmen
“sonuna kadar” parti içi çözüm kopmakta olanlara sunulmuştu. Konu ettiğimiz
konferans çağrısı, “darbeye doğru yürüyenlere” partide kalma çağrısıdır.
II. MK’da reddedilen çağrı, birliğin reddi olmuştur. Darbe dediğimiz
budur! Partinin üçte birinin talebiyle toplanması mümkün olan konferans, MK
kararı ile reddedilmiştir. Böyle davranan MK, parti çoğunluğunun üzerinde irade
kurmaya yönelmiştir. ST’nin bunu gizlemek için “iki kişinin konferans
kararlarına muhalefeti”nden söz etmesi, gerçekliği çarpıtma girişiminden başka nasıl
tanımlanabilir? Üyelerin çoğunluğunun konferans talebi bulunduğu durumda MK’nın
konferansı gerçekleştirmekle yükümlü hale gelmesi parti disiplininin, çoğunluk
iradesinin tanınmasının bir gereğidir. Bunlar parti birliğinin temelidir.
ST’nin sıraladığı dört kriter ancak bu temel varken anlamlıdır,
güçlüdür… ST’nin bu çarpıtması aynı zamanda şaşırtıcıdır. Olayların yaşandığı
zamanda darbe hakkındaki tespitlerimiz, daha çok farklı olgular öne çıkarılarak
örtbas edilmeye çalışılmıştı. “Üyelerin çoğunluğu değil, çoğunluk bizden yana
tavır aldı”, “şu organ disiplinsizlik yaptı”, “hizipçi örgütlenmenin çağrısı
meşru değildir”, “ticaret işini yapanlar korunuyor”, “makyavelist parti anlayışına sahipler” vs. bunlar günümüzde
unutulmuş veya “terk” edilmiştir. Şimdi tespitin dayandığı olayı çarpıtmak
tercih edilmekte; TKP/ML II. MK toplantısı yerine “iki kişinin konferansın
gizli kararına muhalefeti” konulmaktadır. İkincisi bir disiplinsizlik, sıradan
bir “darbeci” tavrı, bu kültürün tezahürü şeklinde nitelenebilir.
Ama ya birincisi? ST yazarları, onun için de aynı “küçümseyici”
ifadeleri kullanabilecek misiniz? Yoksa ret mi edeceksiniz? Doğru değil, öyle
bir şey olmadı; olsa da parti çoğunluğu onay vermedi metne, hatta üçte biri
dahi vermedi mi diyeceksiniz?
“Darbe” dediğimiz, parti iradesinin, belli bir plan ile ve belki de düşman
yönlendirmesinin payıyla (o dönemdeki operasyonların örgüt mekanizmasına etkisi
özellikle dikkat çekicidir) üstelik
parti çoğunluğunun konferans çağrısının küstah biçimde reddiyle ele
geçirilmesidir. Parti çoğunluğu “irade” kendisine rağmen ele geçtikten
sonra onu tasfiye etmiş, birliği korumayı seçmiştir. “Ayrılan” yok, “ayrılmaya
gerekçe” de yok! Parti zemininde kalınmıştır. Darbeye tavır alınmasaydı,
partiye rağmen kendini dayatan irade kabul edilseydi, parti birliği onulmaz bir
yara almış olurdu.
Parti anlayışımız yenilmiş olurdu. Büyük bir siyasal suç işlenmiş
olurdu! Ayrıştığımız temel nokta budur! DABK ile de sizinle de ayrıştığımız husus
budur.
Şimdi sizler, bu
gerçekliği örtbas ederek ama “ileri derecede” birlikçi gibi davranarak “basit”
olayları “ayrılık gerekçesi” yapan TKP/ML’ye yol göstererek, onu parti anlayışı
konusunda olmadık “suçlama”larla “teşhir” ederek “birliği tartışalım” istiyorsunuz!
Biz ne samimiyet ne de yürünebilir bir yol görüyoruz. Samimiyet için
kavramlarımızın, tespitlerimizin çarpıtılmamasını ön koşul sayarız. Yürünecek
yol için uygun bir hedef, bir umut ararız!
DARBE OLGUSUYLA YÜZLEŞME GEREĞİ…
https://partizanarsiv8.net/file/2018/03/partizan_sayi_71.pdf
DARBE OLGUSUYLA
YÜZLEŞME GEREĞİ…
ST, başından beri temel sorunun parti anlayışı olduğunu bilmiyor
olamaz. Zira bugüne kadar ve hatta DABK ayrılığı da dikkate alınırsa öteden
beri ST’nde ifadesini bulan çizginin “parti anlayışı” dışındaki Üyelerin çoğunluğunun
konferans talebi bulunduğu durumda MK’nın konferansı gerçekleştirmekle yükümlü
hale gelmesi parti disiplininin, çoğunluk iradesinin tanınmasının bir
gereğidir.
Bunlar parti birliğinin temelidir.
ST’nin sıraladığı dört kriter ancak bu temel varken anlamlıdır, güçlüdür…
rüşleri “ayrılık gerekçesi” olarak tartışılmamıştır! Söz konusu görüşlerin
ayrılık nedeni olduğu iddialarının gerçeklerle ilgisi/ilişkisi yoktur.
DABK, farklı görüşler savunduğu,
Kaypakkaya çizgisinin yadsınmasına izin vermeyeceği iddiasıyla ayrılmaya karar
verdiğinde o savundukları nedeniyle değil, partiyi terk ettiği için
eleştirilmiştir.
Sonraki
dönemde partiye katılması için yapılan çağrıların özüde buna dayanıyordu. DABK’ın
ısrarla “ayrılık gerekçeleri” olarak “derin ayrılık”, “ideolojik-politik-teorik
ayrılık”tan bahsetmesi onun temel problemini çözmemiş, aksine parti birliğinin
temeli konusundaki sapmasını “düzelemez” noktaya ulaştırmıştır.
Bugün hepimiz bilmekteyiz ki
“ayrılık gerekçeleri” doğru ve yapılanı açıklayabilir değildir.
Yıllar sonra “birlik” iki taraflı olarak, bir şekilde gündeme geldiğinde ve
“ayrılık noktaları” üzerinden bazı değerlendirmeler yapıldığında meselenin özü,
temeli iyice umursanmaz hale gelmiş, tali (elbette önemli ama ayrılık gerekçesi
olmayan anlamında) görüş ayrılıkları ve “örgütsel birleşme”de uzlaşma
gerçekleşmiştir.
Ayrıca parti anlayışının
sorgulanması anlamına gelen “DABK ayrılığı” veya “III. Konferansa tavır
farklılığı”, çözümü sonraya bırakılan bir mesele olmuştur. Oysa temel noktanın,
sorunun o olduğu unutulmamalıydı.
Yıllar
sonra temel uzlaşmazlık tekrarlandı!
Böylece yıpratıcı döngüye girilmektedir. ’92’deki birlik
hakkındaki değerlendirmemiz nihayetinde bu uzlaşmazlığa dayanmaktadır.Ayrılığı
parti anlayışına dayandırmayan ve birliği de bunun üzerine inşa etmeyen
yaklaşım kaçınılmaz olarak hüsrana neden olmuştur.
Sonuç olarak bizi asıl
ilgilendiren konu “örgütsel ilkelerde birlik ve partiden ayrılmanın yanlışlığı”dır.
ST bu meseleye dair lafta “ileri düzeyde” açıklamalar yapıyor. Gerçeklere
bakmaksızın yapılacak tartışmalarda öyle görülüyor ki “ille de Maoizm” diyerek
bizi bir kaşık suda boğacak kadar kendinden emindir. Üstelik asıl kökleri
olarak kabul ettiğimiz DABK’ı tam da bu nedenle mahkum etmiş durumdalar!
Ayrıca ’94 ayrılığında “parti önderliği”ni de ciddi biçimde
eleştirdiler. Peki, bu mesele bu biçimde çözüme kavuşturulabilir mi?
Hayır!
Sorunun nedeni varlığını
korudukça onun çözüldüğü iddia edilemez. ST üzerinde bulunduğu zeminin
temelleriyle yüzleşmek durumundadır. DABK’ta vücut bulan ve devamında “darbe”
pratiğinde yeniden cisimleşen bütün süreçte kendini doğru tanımlamalıdır. Onun
DABK’a karşı duruşu ile darbeye karşı duruşu arasında özde bir fark yok.
Fark şudur:
zamanında DABK’a tavır almayıp kendini onunla
ifade edenler günümüzde darbeye tavır almayıp kendini onunla sürdürmektedir.
Darbe süreci DABK’ı “mahkum” etmelerine kendilerini bir ölçüde
arındırmalarına olanak vermiş oldu ama darbeyi savunmak ve sürdürmek pahasına. Bizim
için özde bir fark yok. Kuşkusuz gördüğümüz “korkunç” zararı bu
değerlendirmeden ayrı tutuyoruz! Şimdi ayrılığı mahkum etmelerini ummanın haklı
bir nedeni olabilir mi? Yıllarca onunla var olduktan sonra şimdi onu yadsımak
mümkün olmasa gerek…
DABK’ı “mahkûm” etme başarısı
gösterenler neden darbeye karşı aynı başarıyı gösteremezler?
Çünkü, DABK eski bir
sayfadır. ’92 birliği bu sayfayı biçimsel olsa da kapatmıştır. Birlik olmadan
DABK çıkışı mahkum edilebilseydi nasıl bir boşluk oluşurdu, düşünün?!
Ya da “birlik” süresince bu konunun neredeyse “dokunulmaz”
kılındığını hatırlayın ve değindiğimiz “boşluk” ile anlamlandırmayı deneyin… Bu
ifadelerimiz DABK’ın devrimci yanını, ödediği bedeli, onun samimi ve fedakâr
unsurlarını görmezden gelmek, küçümsemek olarak algılanmamalıdır.
DABK’ı kusurlarına ve parti ile
ilişkilerindeki suçuna karşın devrimci bir değer olarak görmekte ve o ölçüde
sahiplenmekteyiz.
Ortaya koyduğumuz görüş, ’92 birliğini DABK tarafından işlenmiş
suçu açıkça değil ama biçimsel olarak örtmüş olmasına dairdir. VI. Konferans’ın (2. OPK) bu soruna
dair aldığı karar bilinmektedir.
Darbeyi mahkûm etmeksizin birliği tartışmak istiyorlar
ve kuşkusuz “birlik” istiyorlar… Bu talep ayrılık ilan etmenin,
partiden ona zarar vererek ayrılmanın bir kez daha, bu kez darbe için
meşrulaşması talebidir. Elbette son ayrılığı biçimlendiren, onu öncekinden daha
“sorunlu” hale getiren olgulardan söz etmeye gerek duymayışımız yanlış
yorumlara neden olabilir.
Yazdıklarımız “aradaki farkı” örtmez… Ancak şunu tekrarlamak da
gerekmektedir:
Bunlar temel sorunlar değildir. Daha samimi olmak şüphesiz
önemlidir. Ama ondan da önemli olan politik hattır; parti anlayışındaki
seviyedir. Birlik önerisinde bulunanlar neden ayrılık yaşandığını gerçeğe uygun ve
doğru olarak ortaya koymalıdır.
Varlıklarının bir darbe üzerine bina edildiğini, bu anlamda
partinin reddi ile eşanlamlı bir süreçten ibaret olduklarını kavramalıdır.
Yazılarında sözünü ettikleri “ayrılık noktaları” bizim için de birliğe engel
oluşturmaz.
En başından beri bunun
bilincindeyiz.
Daha da ötesi, “ayrılık nedeni” olarak parti anlayışı
dışındaki daha somut ifadeyle “darbe” dışındaki konulara değindiklerinde, bunu
bizim ileri sürdüğümüzü iddia ederek gerçeği çarpıttıklarına tanık oluyoruz
sadece!
Bu uydurmalara sadece canımız sıkılıyor ve karalama
içerikli olması nedeniyle tepki duyuyoruz!... Sanırız bu meselenin anlaşılması
için bu açıklama yeterlidir.
DARBECİLİKTEN ARINMA...
Partiden ayrılmanın türlü biçimleri olur.
Üzerinde durduğumuz biçim darbedir.
Darbe yapmak; partiden
ayrılmaktır.
Partiye rağmen kendini parti ilan etmek; ayrılmadır.
Partiye rağmen “önderliğe” itaati dayatmak; partiden ayrılmadır.
Ayrılık sürecinde; tüm yapıya parti iradesini ortaya koyma çağrısı
yapıldıktan sonra buna uymayanlar ayrılmıştır. Meselenin özü budur…
“Birliğin temeli sınıf disiplini, çoğunluğun iradesinin tanınması,
bu çoğunluğun saflarında ve onunla yan yana uyumlu çalışmadır.
”
(Proletaryanın Sınıf Partisi üzerine, Lenin, Sf: 319)
Şimdi sizler (birlik önerisinde bulunanlar) birlik hedefinde tutarlı
olmak için bizimle aranızdaki bu “temel” soruna bir çözüm bulmak zorundasınız.
Halen darbe ile gerçekleşen bu ayrılığı sürdürme nedenini, varlığınızı
temellendirerek açıklamalısınız.
Darbeye, darbeyle oluşan yapıya kıyafetler giydirip etrafında
dönüp durmanızın bizler tarafından alkışlanabilecek, olumlanacak bir yanı
olamaz.
Biz o kıyafetler içindeki yapıyı tanıyoruz. Sizler de
dil ucundan doğru tanımlara yakın belirlemeler yapıyorsunuz. Ama çekinerek!
Darbeye değiniyorsunuz, ayrılığı
zorlamayı eleştiriyorsunuz, el altından gerçekleştirilen örgütlenmeyi anlayış
olarak doğru görmediğinizi ifade ediyorsunuz… Biz darbeye en başından açık tavır alamadığımız için kendimizi
eleştirdik. “Birliğin yolunu bu biçimde arayarak, çekingen hareket
tarzı izleyerek hata yaptığımız”ı vurguladık.
Darbe konusundaki tutum
farkını ve bunun büyük önemini görmemeniz mümkün mü? Buna inanmak zor! Bu
farkın tarafınızdan da görül[1]düğünden
emin olduğumuzu söyleyebiliriz.
Bu nedenle birlik tartışmalarını,
önerisini “hiç” sağlıklı bulmuyoruz. VI. Konferans “birlik”i mahkûm ederken onu
sürdürme çabasının neden olduğu sorunlara da dikkat çekmişti. DABK tam olarak
yadsınmadan inşa edilmeye girişilen birlik daha başından parti anlayışı bakımından
“uyumsuz” olanların birliği oldu.
Aynı evde “yaşayamayacak” olanların
evdeki düzeni sorun etmeleri genellikle kaçınılmazdır. Ve çözümü de ev içinde
aramaları “nihayet” gerçekçi değildir. VI. Konferans bizce olası bir birliğin
ana özelliği hakkında önemli ve yadsınamayacak bilgiler verebilmiştir. Bu,
“partiden ayrılma”nın affedilmez bir suç olduğunun kabul edilmesinin zorunluluğudur.
Partiden
ayrılmanın suç olması temel argüman olarak kavrandığında,
tartışmadan uzak duruşumuzun nedenini de anlamış olacaksınız. ST’nin darbe
süreci hakkındaki anlatım ve yorumu “Tarihi Muhasebe” belgesindeki açıklamalara
dayanıyor:
“Yakın tarihimizde TKP/ML ile Maoist Parti arasında yaşanan iki
ayrılık ve birliğe ilişkin doğru değerlendirme esasta Maoist Partinin muhasebe
belgelerinde mevcuttur.”
(ST, Sf. 35) Daha önce değindik, darbe süreci “birilerinin
disiplinsizlikleri”ne karşı olup olmamakla açıklanamaz.
Bu süreç parti birliğinin temeline yaklaşımımız ile açıklanabilir.
Parti iradesine, çoğunluğun tavrına “iki kanat” nasıl yaklaşmıştır? Buna göre
bir parti önderliği ve bir bütün parti değerlendirmesi yapılmalıdır. ST bunu
yapmıyor! O “grupçuluk” umacısı ile uğraşmayı tercih ediyor. Hiçbir özeleştiri
yapmadığımız iddiasını “grupçuluk hastalığı”mız ile birleştirerek hem ayrılığı
olumsuzluyor(!) hem de döneme ait oportünizmi, örgütsel hataları, yanlış
anlayışları, suçları; elbette “büyük bir kadirşinaslık”la(!) ve “iki taraflı
olarak” mahkum ediyor…
Bir süreci belirleyeninden ayırdığınızda aslında o süreci yok
saymış olursunuz. ST’nin yaptığı budur.Yıllar
önce bu yöntemi “Komutan Nihat” özgülünde uyguladılar. “Komutanın Cesedine
Lanet, Ruhuna Fatiha” başlıklı yazımızda bu özelliği teşhir etmiştik.
Yazının yayımlandığı tarihteki “duygusal” ortam belki dikkatli bir
okumayı engellemiştir. Yeniden ve şimdiki ortamda okumak faydalı olabilir…
ST darbe sürecini “grupçuluk” ile açıklamakta, doğal olarak
“kişiler”, “klikler” etrafında bir anlatım ve yorum geliştirmektedir. Oysa
sorun, temelde önder[1]lik
ve partinin birliği sorunudur. Birlik, henüz gerçek[1]35 ST darbe sürecini
“grupçuluk” ile açıkla[1]makta,
doğal olarak “kişiler”, “klikler” etra[1]fında
bir anlatım ve yorum geliştirmektedir. Oysa sorun, temelde önderlik ve partinin
birliği sorunudur. leşmişken ve öz itibarıyla sorunluyken “grupçuluk” ya[1]kınmasında
bulunmak gerçeklikle zaten örtüşmez. O dönemin üyelerini bu nedenle eleştirmek
haksızlık olur.
Asıl sorunu ortaya koymadığınızda sıralayacağınız her türden zaaf,
eksiklik ve hata doğru kavranmamış olacaktır. Kimin ne dediğinin, ne
yaptığının, ne savundu[1]ğunun,
sonradan ne olduğunun, bu meseleyi çözmek için fazla bir önemi yok. Konu tüm
açıklığıyla, kesinliğiyle belirtilmelidir:
Parti iradesine
karşı suç işlenmiş midir? Evet!
Bu nasıl bir suçtur ve sorumlusu olan çizgiyi kimler temsil
etmektedir? Yani mesele ne klik olmak, farklı görüşler savunuyor olmak, iktidar
hırsı taşımak ne de başka bir çizgiye tahammülsüzlük olarak açıklanabilir.
Bunlar bilimsel açıklamalar değildir, çünkü gerçeklere dayanmamak[1]tadır.
Şüphesiz tüm bu saydıklarımız ve bunlara ben[1]zer pek çok
sayamadığımız mevcuttu; bu redde[1]dilemez.
Ancak bunlar önceden de, belki başka biçim[1]lerde ama vardı; gene
başka biçimlerde bugün de var[1]dır,
yarın da olacaktır… Tartıştığımız “ayrılma”, somut olarak gerçekleşen darbeye
ve bu darbenin partide egemenlik kurmasını engellemeye dayalıdır.
Darbeyi, darbecileri, parti
iradesi üzerinde tahakküm kurma girişimi nedeniyle mah[1]kum edip parti dışına
itenler ne onlar gibi farklı görüşleri “ayrılık gerekçesi” yapmışlar ne de
sonradan ST’nin çokça sözünü ettiği monolitik parti anlayışını savunmuşlardır.
Herhangi bir farklı görüşü, rakip çiz[1]gisine
aykırı gördüğü için lanetlemek ve onu savunan[1]ları parti dışı ilan
etmek bu partinin bir özelliği değildir… Konu darbedir. Suç darbedir. Bir arada
olunamaz olan darbedir. Gerektiği ölçüde mahkum edilemedi[1]ğinde
sorun olmaya devam edecek olan da darbedir.
ST, II. MK toplantısına, o
toplantının örgütlenme amacına ve sonuçlarına, parti çoğunluğunun konferans istemine,
dolayısıyla darbeye hiç değinmeden değerlendirmeyi noktalıyor:
“Maoist Komünistlerin 1. Kongre’de onaylanan ve 2. Kongre’de bazı
eksikleri giderilen muhasebe belgesindeki ayrılık süreci incelendiğinde
görülecektir ki ayrılık nedeni ne “mafyacılık” nede “darbecilik”tir.
Birlik anlayışını kavramamış iki grubun birbirini alt etme
anlayışı sonrasında bütün partiyi etkisi altına alarak bölmeleri meselesidir.
Maalesef başta komünist kadrolar olmak üzere, tüm partinin her iki kanadının da
grupçulukta ve ayrılıkta tartışmasız payı vardır.
” (Ags, Sf: 37)
Bu açıklama hiçbir şey söylememekle, dolayısıyla darbeyi
onaylamakla eş anlamlıdır. Biz gene de bu açıklamanın nasıl bir subjektivizme
dayandığını gösterelim… ST “genel olarak birlik anlayışı” hakkında
açıklamalarda bulunurken I. Kongreye kadar “geçmiş birlik ve ayrılık
savunucuları”nın, görüşlerini “temel ilkelere dayanarak ortaya koymadıkları”nı
özellikle vurgulama gereği duymuştur.
Kendi tarihimiz açısından
bu tespiti doğru bulmuyoruz. Ancak “gerçekleşen birliği” oportünist
değerlendirdik ve “bozulmasını” da içinde taşıdığı “darbe”ciliğe bağladık.
Kuşku yok ki bununla beraber birlik sürecindeki “partiye yakışmayan” diğer
olumsuzlukların da altını çizdik. Kendi başına darbeye yaklaşımda, kimi
ikircikli tutumlar hakkındaki tespitlerimiz bile buna örnek verilebilir.
Ki darbeye tavırdan sonra da önemli yanlışlara, dar[1]beye
tekabül eden tutumlara, bunlarla mücadelede başarısızlıklara dair karar altına
alınmış değerlendirmeler bulunmaktadır. Eminiz ki, bu olumsuzluklar tamamen yok
olmadı ve olmayacaklar. Sonuçta birliğin oportünist karakterine, “birlik
anlayışını kavramamış iki grubun” diyerek ve aynı zamanda “temel ilkelere
dayanan birlik anlayışının birinci parti kongresine kadar ortaya konamadığını”
ifade eden ST de değiniyor (Evet değiniyor ama üzerinde durmuyor.)
Buna rağmen o, birliğin bozulmasını “grupçuluk”
eleştirisiyle açıklamayı sürdürüyor. Bu durumda “sonu belli olan birliği”
eleştirmektense sonucu eleştirmek, kadroları “grupçu” diye mahkum etmek ne
derece haklı olabilir?
Temel ilkelere dayanmayan bir birlik, birlik anlayışını kavramamış
iki grup, ayrılıkçı kültür…
Sonuç olarak ST bu şekilde süreci siyasal olarak açıklamış oluyor!
Birlik anında ve sürecinde var olanları sıralamak “ayrılığı” açıklamaya yetiyor
onlara göre.
Bu subjektif bir
yaklaşımdır.
Ayrılık denen olay[1]daki
somut gelişmeler, tartışmalar veya genel olarak “değişimler” esas olarak göz
ardı ediliyor veya gözden ırak tutuluyor… ST daha önce bunu “kişiler ve
klikler” merkezli yapıyordu. Şimdi “gruplar” merkezli yapıyor!
“Tarihi Muhasebe” denen belgede iki kliğin neden olduğu ayrılık
olumsuzlanıyordu; darbe özellikle korunuyordu. Yaklaşım özünü koruyarak devam
ediyor. Zaten bizede “Tarihi Muhasebe”yi eleştirel bir gözle okumayı tavsiye
ediyor.
Öyle ki tarihi muhasebenin ilgili bölümünde, ’94 ayrılığı
hakkındaki kısmın bilimsel bir yön[1]temle
yazılmadığına dair kararları bile bulunmaktadır. II. Kongre “muhasebe
belgesindeki hatalar” konusunda ikinci maddede şunu kararlaştırmıştır:
“Partimizdeki ’94
ayrılığının sadece askeri komisyon kliği ile (…) kliği arasındaki çekişmeye
bağlanması yanlıştır. Yaşanan ayrılıktan esasta partinin önderliği başta olmak
üzere tüm partiyi sorumlu tutmak yerine sadece iki isime ve etrafındaki
kliklere bağlamak yanlıştır, bu yönüyle muhasebe belgesinin bilimsel yöntemiyle
de örtüşmemektedir.
Bazılarının birinci derecede rolü olsa da, ayrılıktan MLM kadroların da
dahil olduğu önderlik başta olmak üzere tüm parti sorumludur.” (ST, Sayı 12,
Sf. 26)
Şimdi durup bize dediklerine göre “ne yapacağımızı” gözden
geçirelim: ’94 ayrılığını kavramak için temel ilkeleri doğru anlatılmış birlik
anlayışını okuyacağız. Sonra eleştirel bir gözle “bilimsel olmayan bir
yöntemle” yazılmış ve yanlış biçimde salt bir çekişmeye bağlanmış muhasebedeki
’94 ayrılığı hakkındaki bölümü okuyacağız!..
Sizce de bir tuhaflık yok mu burada?
Darbe
konusunda yazdıklarımızın yok sayıldığı bu bilimsel olmayan belgeden ve temel
ilkelere dayanmayan birlik savunuculuğundan ne öğrenmemiz isteniyor?
Subjektivizm aynı zamanda böyle bir şeydir:
Kerameti kendinden menkul!
O öğretir ama sen öğrenemezsin!...
ÖZELEŞTİRİDEN MUAFİYET… ST
Bizi süreci sadece darbe ile açıklayıp, hiçbir özeleştiri yapmamakla
da suçluyor. Zaten ona bakılırsa tamamen özeleştiri özürlüyüz!
Şöyle suçluyor ST
bizi;
“94 ayrılığına ya da diğer
ayrılıklarında yapılan darbeler, şiddet uygulamaları, grupçuluklar, ticaret
gibi insanlık suçu ve daha sayabileceğimiz onlarca eksiklik olmasına karşın
Maoist komünistlerin dışında bir tek özeleştiriye rastlamak mümkün değildir.” (ST, Sayı 13, Sf. 40)
Bu suçlama hakkında çok ağır ifadeler kullanabilirdik ama herkes
kabul edecektir ki, bu bizlerin en son ihtiyaç duyduğu şeydir.
Polemiklerde uygun bir
düzey yakalamak ve sürdürmek sorumluluk ve hatta görevdir. Gerçeği uluorta, her
şeye rağmen ve güven duygusunu yerle bir edecek denli çarpıtmak inanılır gibi
değil.
Subjektivizmin, oportünizmin, kimi ilkelerden yoksunluğun sonucu
olumsuzluklar başkadır, apaçık gerçeklerin reddi başka! Ticaret meselesi
uzun süre çok kötü bir eleştiri, suç[1]ama
malzemesi olarak kullanıldı. Öyle ki kimliğimiz bununla tanımlanır oldu
arkadaşlarca. Şimdi de yukarıda alıntıladığımız suçlamanın öz olarak aynı amacı
taşıyor olması, “nereden nereye kadar gelinebildiğini” somutlaştırıyor. Bu
mesele ile ilgili özeleştiri verilmiş ve olay kimliğimizle bağdaşmaz kabul
edilmiştir.
Bu özeleştiri kitlelere de sunulmuştur.
Bu suçlama, amacı
itibarıyla çirkindir. ST’nin bu suçlamasına konu ettiği olaylar bir tarafa,
bahsi geçen süreçlere dair değerlendirmeler ve kuşku yok ki eleştiriler,
özeleştiriler de vardır.
Örneğin
darbeye karşı tavırda yeterli bir bütünlük oluşturulamaması, darbeye
karşı açık ve güçlü bir mücadelenin geliştirilememesi, partinin yeniden
örgütlenmesi esnasındaki hatalar, vs. eleştirilmiş, bunlardan dersler çıkarılmıştır.
Bunları tek tek yazmak ne anlamlı ne de doğrudur.
ST’nin bu
suçlaması gerçeklerden değil, onun somut süreçten kopuk değerlendirmelerinden
kaynaklanmaktadır. Grupçuluk tanımı hakkında ST’nden farklı olan değerlendirmemizi
sunarak bu faydasız ve gereksiz tartışmayı sonlandıralım.
GRUPÇULUK…
“Grupçuluk” tespiti ya da tanımı ST’nin ortaya koyduğu “genel”
olumsuz anlamının dışında tartışılan dönemdeki somut görünümü ve hatta esas
olarak bu anlamıyla ele alınmalıdır. Soruyu şöyle sormak gerekir:
Ne için, nasıl bir “grupçuluk”?
ST darbe sürecine, darbeye gözünü kapadığı için “grupçuluğu” somut
olarak anlamaya hiç yönelmiyor… Süreci kabaca tanımlarken “belli bir aşamadan
sonra birlik sürecinin ‘birlik karşıtı’olarak geliştiği”ni ve “kısa bir süre
sonra bir kanadın çeşitli, biçim ve yöntemlerle zayıflatılması ve belli bir
anlayışın hemen her alanda kendi dayatması”na dönüştüğünü ifade etmiştik.
Bu bir
tasfiye sürecidir. ST’ni “tasfiyeci” olarak değerlendirirken onun kökenlerinin
burada ve hatta DABK’ın çıkış sürecinde olduğunun bilincindeyiz. Grupçuluğu
tanımlarken biz bu tasfiye amacını, darbe sürecini görmezden gelmenin sonucu
siyasal bir hata olduğunu belirtiyoruz.
Tasfiye
amacını net olarak gördükten ya da tasfiye amacı net olarak açığa çıktıktan
sonra “birlik” adı altında bir arada olanların çeşitli zaaflar taşımakla birlikte
“grup” tavrı göstermeleri kaçınılmazdır. Buna olumsuz manada “grupçuluk” demek
siyasetten, birlik içindeki siyasi durumdan bihaber davranmaktır.
Bir tasfiye ortamında
bulunurken, darbe gelişirken, bir taraf adamakıllı zayıflatılırken “grup”
tavrına olumsuz anlam yüklemek gidişata göz yummak olur. Kuşkusuz saflaşmada
yanlışlar, usulsüzlükler, gerilikler vardı. Ama bunlar bütünü görmemeye neden olmamalıdır.
Parçadaki zaaflar belirleyici değildir. Bu zaaflara dair eleştiriler parçalarda
oldukları ölçüde yapılır.
Özeleştiriler de esas olarak bunlara dairdir. ST ile bütün hakkında farklı düşünüyoruz. Dolayısıyla özeleştiriye
yaklaşımımız da, özellikle grupçuluk konusunda farklıdır. ST’nin eleştirisi bahsettiğimiz
“ortam” dahilinde bize Troçki’nin “fraksiyonsuzculuk” tavrını hatırlatıyor.
Lenin’in “en kötü fraksiyonculuk” olarak tanımladığı fraksiyonsuzculuk! Söz
konusu ortamda tavırlar ve buna göre grupçuluk şöyledir:
Darbeye göz yummuş “merkezcilik/MK’cı[1]lık” ve darbeye karşı
birliği amaç edinen “çoğunlukçuluk/konferansçılık”.
Burada ST’nin genelleştirerek suçladığı grupçuluk esas olarak
Marksist-Leninist[1]Maoist
tavırdır. VI. Konferans değerlendirmesine göre ST’nin tanımıyla grupçuluk ama
doğru tanım olarak “darbeye karşı birleşme ve mücadele” en başından itibaren
açık biçimde gerçekleştirilmeliydi.
Bu konuda yeterli birlik
ve cüret gösterilememiştir. Bunun nedenleri de ortaya kondu konferansta ve
zaten kısa bir süre içinde partide bu açıdan sorunun daha da büyük olduğu
görüldü!..
Parti ilkelerini korumada, darbeye,
tasfiyeciliğe karşı mücadelede “grupçuluk” olumludur ve burjuva tarzdaki
yönelimlerden farklıdır. Buna “grupçuluk” denmemelidir. Bu bir gruplaşmadır,
taşıdığı kaygı ve amaç onu “parti birliğini doğru temelde koruma çabası” olarak
adlandırmayı gerektirir.
İşte ST ile burada anlaşamıyoruz. Bizim için iyi onlar için kötü
bir konumlanma!.. ST “muhataplarınca görmezden gelinen” ama “kitlesinde ve
devrimci kamuoyunda önemli yansımalar bulduğu”nu iddia ettiği, birlik
önerisini/yazılarını aynı zamanda bir iki çizgi mücadelesi olarak değerlendirdiğini
belirtmektedir. Onun temel tezi
şudur:
Esasta
aynı çizgi ve programı savunan “Türkiye ve Kuzey Kürdistan” siyasal coğrafyasında
parti, grup, çevre ve bireyler birleşmelidir. Bunun için özel bir politika belirlenip
ısrarla uygulanmalıdır. Zira mesele dönemsel değil stratejiktir. Kaba görünüşü
pek doğru ve “karşı çıkılamaz” bu tez biraz incelendiğinde hiç de gerçeklere
uygun ve muhataplarını ciddiye alan bir içerikte olmadığı görülmektedir.
O, gerçekleri ters yüz ederek olguları-olayları bulunduğu yere göre
tanımlayarak ilerlemeyi benimsemektedir. Çoğunlukla meseleleri
basitleştirmekte, muhatabını bunun üzerinden suçlu kılmakta ve sonra da ona
amansızca saldırmaktadır. “İyi niyetini” sorgulamayı işimiz görmeyip şunu hatırlatmak isteriz:
Hiçbir şey gerçekliğinden koparılıp değerlendirilemez ve de
değiştirilemez. Eğer bir şeyi değiştirmek istiyorsanız o şeyle gerçekten ilişkilenmeli,
onu olduğu gibi kavramalısınız. Yoksa
“kirlenen kültür, örgütlerin tartışma adı altında birbirlerini karalama, iftira
atma, abartı, ‘bitirme’, deşifrasyon” gibi yöntemler kaçınılmaz bir biçimde
sizin araçlarınız olurlar. Unutmayın, insanlar doğuştan kötü değildir.
Koşullar ve düşünüş biçimleri onları belirler…
Bu yazınızda daha baştan
dikkat çekip “Eleştirilerimizin yöntemi, dili, tarzı ve üslubu Maoistlerin açık
mücadele anlayışı ile hedeflerine uygun olmalıdır” (ags, sf. 6) dediğiniz halde
aynı zaaflardan kendinizi kurtaramamışsınız!
Aynı soruna “Tarihi Muhasebe” ve önceki “birlik mektubu”nda da
rastlamıştık… “Birlik” konusunda sonuçta kendi çapınızda haklısınız:
Aynı
örgütlenmelerde/yerlerde bulunan komünistlerin birliğini sağlamak stratejik bir
görevdir. Eğer komünist kabul ettiğiniz parti, grup, birey var ise onlarla
birleşmek birincildir. ST bu amacını açıkça ortaya koymuş ve bunun için
çalışmaktadır.
Bizi ilgilendiren kısım da bundan sonra başlıyor:
ST nasıl bir çalışma yürütmektedir? Kavramlarından ithamlarına,
eleştirilerine kadar izlediği yöntem bize sorunlu görünmektedir.
İKİ ÇİZGİ MÜCADELESİ—devami var
https://partizanarsiv8.net/file/2018/03/partizan_sayi_71.pdf
İKİ
ÇİZGİ MÜCADELESİ…
Bu bölüme ST’nin iki çizgi mücadelesi üzerine yazdıklarının kısa bir eleştirisiyle başlamak istiyoruz.
“Ay[1]rılık noktaları” hakkında ST bir dizi konuya değinirken bu meseleye de özellikle yer vermiştir.
Önceki bölümlerde “çizgi” kavramının “ikili” tanımına vurgu yapmıştık. Hem bir hizbin niteliğini belirtmek üzere kullanılan, hem de partinin karşıtların birliği olduğunu açıklayan kavram bağlamında “iki çizgi mücadelesi”ndeki “çizgi” tanımı.
Birinde “her görüş bir çizgi olarak görülemez” denilip “süreklilik” olmadığı ileri sürülebilecekken diğerinde “her görüş bir çizgiye tekabül eder” denilip “süreklilik” olduğu kabul edilir.
ST’nin bu “ikili” tanımı göz ardı edip eksik, dolayısıyla yanlış bir eleştiri yaptığını açıklamıştık. Eleştirisindeki kısmi doğruluğa (iki çizgi mücadelesinin sürekliliğinin kavranmadığı eleştirisinin doğruluğu) rağmen ST hem bunun geçmişteki bir zaaf olduğunu bilmelidir hem de bu yazı[1]sında ortaya koyduğu “iki çizgi mücadelesi” anlayışının önemli bir zaaf taşıdığını…
Çünkü anlayışları komünist partisini tasfiyeyi içeren bir mantık barındırmaktadır.
İki çizgi mücadelesi hakkında yazdıklarıyla ST bize bir ölçüde farklı bir tartışma alanı sunmuştur. O, iki çizgi mücadelesini tüm topluma, dünyadaki her fikir ve davranışa ilişkin bir kavram olarak kullandığında bizim kavrayışımızdan farklı bir yaklaşım da sergilemiş oluyor.
Doğrusu böyle bir yaklaşım kaçınılmaz olarak bizimle birlik önerisini de “iki çizgi mücadelesi” olarak tartışacaktır.
Bundan daha doğal bir şey olamaz! ST diyor ki; “İki çizgi mücadelesi ilerici veya gerici her hareketin yaşadığı doğru-yanlış mücadelesidir.
Dün[1]yada her fikir ve her davranış kendi zıddını (proletarya ya da burjuva çizgileri) içerisinde taşır.” (Sf. 9) Biz ise iki çizgi mücadelesini komünist partilerdeki bir mücadele, daha doğrusu tüm komünist bünyeler[1]deki bir mücadele olarak kavrıyoruz.
Çünkü komünist çizgiyi, proleter ideolojiyi kendiliğinden hareketin bir ürünü olarak değil, ancak onun kavranmış ve sistemleştirilmiş hali olarak algılıyoruz.
Bu algılayış her fikir ve davranışta burjuva ve proleter çizginin mücadelesi olduğunu kabul etmez. Herhangi bir fikrin veya davranışın nihayet haklı ve doğru olması; ona tekabül etmesi onu bir çizgi ilan etmemizde yeterli değildir.
Bunun olabilmesi için bu fikir veya davranışın tekabül ettiği, nihayet denk düştüğü “çizgi”nin gelişme ve egemen hale gelme olanağı olmalıdır.
Aksi halde sözde bir mücadeleden, değiştirme gücü ve olanağı olmayacak bir “çizgi”nin varlığından bahsedilmiş olunur. Toplumda, komünist unsurların dışında proleter çizginin varlığından söz edemeyiz. Toplumda doğru yanlış arasındaki mücadele de bir çizgi mücadelesi olarak yaşanmaz. Eğer çizgi mücadelesi olarak yaşansaydı kendiliğinden devrim mümkün olurdu; kendiliğinden hareket komünist partiye evrilirdi; proleter ideoloji sınıfın trade unioncu, kendiliğindenci örgütlerinden çıkardı…
Oysa biliyoruz ki, proleter ideoloji, proletaryanın burjuvazi ile karşılaşması ya da bir arada olmasının kendiliğinden sonucu değildir. Proletaryanın kendiliğinden bir sınıf olmaktan kendi için bir sınıf olarak varolmaya geçmesi salt sınıf mücadelesinden gelen deneyimi değil ilkeleri Marks ve Engels tarafından ortaya konmuş kuramı da gerektirir.
Marksist öğreti bilimsel olarak açıklanmış, tahlil edilip sentezlenmiş sınıf mücadelesidir. Proletarya ideolojisi ancak Marksist öğretiyi içerdiğinde tamamlanmış olur. Bu yüzden proleter ideoloji denildiğinde akla kendiliğinden/trade unioncu sendikalist mücadele değil …..
Marksizm-Leninizm-Maoizm
gelir/gelmelidir.
Marksist
tarih,
toplumsal yapıları sınıf mücadelesi ve devrimciler bilimi proleter ideoloji öğelerdir. Bu nedenle Marksist kuramı içermeyen ideolojiyi burjuva ideolojisine alternatif görmek yanlıştır.
Proleter ideolojiyi
diğer ideolojilerden nitelik olarak farklı kılan da onun bilimsel olmasıdır;
bunu Marks’a borçlu olduğumuz bilinir.
Kuşkusuz bunu Marks ancak proletaryanın varlığında başarabilirdi. Ne tek başına proletaryanın sınıf mücadelesinden bahsedebiliriz ne de bilimden; proleter ideolojisi dediğimizde ikisinin bileşiminden bahsede[1]riz. Marks bilimsel olarak sınıflar mücadelesini açıklamak, kapitalizmi sentezlemek için muazzam bir çalışma ortaya koydu. Bunu proletaryanın ayaklanmasına hazırlıklı bir bilinç için zorunlu gördü. O yaşamı boyunca proletaryayı “çizgi”si ile birleştirmenin, bilimsel ideolojisi ile kaynaştırmanın çabasını vermiştir.
Keza, Lenin’in KP anlayışı da tamamen bunun üzerinden şekillenmiştir. O proletaryaya sınıf bilinci[1]nin/proleter ideolojinin dışarıdan götürüleceğini ve bu nedenle sağlam,sürekliliği olan, sınıf disiplinine sahip, her üyesi profesyonel bir partiye ihtiyacı ısrarla savunmuş ve onu da yaratmıştır. Tarihine baktığımızda hiç[1]bir kendiliğinden proleter hareketin komünist partiyi yaratmadığını ve devrimlerin de kendiliğinden olmadığını görürüz…
Neden böyle?
Bunun nedeni proletaryanın varlık alanının her bakımdan burjuvazi tarafından belirleniyor oluşudur. Egemen ideoloji, sınıfın kendiliğinden bilincini (sıradan proleter bilinci) belirlemektedir. Ona karşıt olmakla beraber nihayet ona boyun eğmesinin nedeni de budur.
Proletaryanın MLM’ye ilgisinin nedeni kurtuluşu orada görmesidir ve elbette ondan da önce kendini onda görmesi ve burjuvaziyle mücadeleyi nihayet onda kavramasıdır. MLM başardığı sürece proletaryanın ideolojisi olacaktır. Toplumsal gerçeklikte “sınıf mücadelesi” yerine “iki çizgi mücadelesi”nden söz etmek, ideolojik mücadeleyi komünist parti dışındaki bir olgu olarak tanım[1]lamak, çizgi ve ideoloji kavramlarının tartışılmasını gerektirir. Bu tartışma kendiliğinden mücadelenin sınırlarını ister istemez gündeme getirir.
Elbette sınıfa bilincin dışarıdan götürüleceği ve dolayısıyla komünist partinin misyonu da bu tartışmanın konusu olur… ST anladığımız kadarıyla bu konularda aykırı görüşler savunmuyor. Ama o iki çizgi mücadelesinin tüm toplumda, dünyada, her fikir ve davranışta mevcut olduğunu iddia ederken üstelik bunun iki sınıfın, proletarya ve burjuvazinin ideolojik mücadelesi olduğunu savunurken, bu esaslardan uzaklaşmaktadır.
“İki çizgi mücadelesi” proleter ideolojinin gerçekten var olabildiği, egemenlik sağlayabildiği komünist partilerinde geçerlidir. Ki burada kavram proleter ideolojisinin varlığına dikkat çekmekten çok, burjuva ideolojisinin varlığına dikkat çeker. Komünistleri “sürekli” olarak burjuva ideolojinin partiyi, bünyeyi ele geçirme çabasına karşı uyarır.
ST iki çizgi mücadelesini tüm fikir ve davranışlarda tanımladığında, proleter ideoloji ve komünist partisini komünist bilinç dışında tanımlamış olmaktadır. Biz buna itiraz ediyoruz. O, toplumdaki sınıf mücadelesini “iki çizgi mücadelesi” olarak tanımlayarak kavram karmaşasına neden olmakla kalmıyor, aynı zamanda komünist partisi ve komünist bilincin toplum içindeki özgün durumunu, proleter ideolojiyi temsil yeteneğini ve devrime önderlik misyonunu kavramadığınıda göstermiş oluyor.
Somutlaştırdığımızda, kavramlara dair şu tespitleri
yapmak gerekir:
Sınıf mücadelesi toplumsal yaşamın her alanında baştan sona daima hüküm sürer, bunun için bilimsel bilgi şart değildir. Oysa ideolojik mücadele sınıf mücadelesinin bir alanı/düzeyi olarak toplumsal yaşamın her alanında gerçekleşmez. İdeolojik mücadele için proletaryanın sınıf bilincinin geliştirilmiş, örgütlenmiş olması gerekmektedir.
Marks’ın proletaryaya kazandırdığı bu olmuştur. Marks ve Engels’e kadar proletarya burjuva ideolojisinin sınırlarını aşamadı. Proleter ideoloji yalnızca proletaryanın varlığı ile değil, aynı zamanda ekonomik[1]politik, felsefe ve devrim bilimindeki nitel gelişmelerle ve nihayet sosyalizm bilincinin bunlarla birleşmesiyle (ütopik sosyalizmden bilimsel sosyalizme) açıklanabilir.
Bunların bütünleştiği, bir konsept oluşturduğu yer komünist bilinçtir; proleter ideoloji orada tamamlanır. İdeolojinin henüz proletaryanın ilk zamanlarındaki varlığı, onun “ideoloji” olarak tanımlanmasına, bu nedenle “iki çizgi mücadelesinin” bir öğesi olarak kavranmasına uygun değildir.
Proletaryanın kendiliğinden bilinci burjuva bilinci aşamaz, onun için “dışarıdan taşınan” komünist bilinç ile donatılması gerekecektir. İki ya da çoklu çizgi mücadelesi her şeyin çelişki barındırması anlamında, elbette her yerde ve her şeyde vardır.
Ancak her iki çizgi “proleter ideoloji ile burjuva ideoloji” olarak tanımlanamaz. Bu ancak proleter ideo-lojinin olduğu yerde, komünist unsurun bulunduğu bünyede mümkündür.
Bununla beraber, kavramın özel karakter, anlam kazandığı yer de komünist oluşumlardır.
“Çelişki”
kavramının veya “zıtların mücadelesi” kavramının yerine ikame edilen/olan bir kavramdan değil, bu kavramların komünist durumlardaki özel halinden bahsetmiş olmaktayız, iki çizgi mücadelesi derken. ST tüm bunları karıştırmaya uygun hale getirmektedir. O, bu haliyle, tanımadığı şeyleri birbi[1]rine benzeten, hatta aynılaştıran “yeni öğrenen”lere benzemektedir.
Oysa Japonlar özü itibarıyla Çinlilere benzemez. İki çizgi mücadelesini, komünist bünyenin/oluşumun varlık koşulu olarak saptadıktan sonra da ST ile anlaşmazlığımız devam ediyor.
O, iki çizgi mücadelesini bir kez “bu biçimde” kavradıktan sonra “gereksiz ayrılıkların” olmayacağını ya da geçmişte henüz “bu biçimde” bir kavrayış olmadığı zamanlarda “birçok küçük grubun” ortaya çıktığını savunmaktadır:
“Nitekim ’92 birlik ve ’94 ayrılığı ve sonrasında birçok küçük grubun her iki tarafta da ortaya çıkması bunun en açık örnekleridir”
(Sf. 10) İki çizgi mücadelesini kavramak ve komünist partiden ayrılmanın yanlışlığını savunmak hiç kuşku yok ki, “gereksiz ayrılık”ları engeller. Ne var ki, tartışma konusu olan zaten iki çizgi mücadelesini kavramamak, bu anlamda uygulayamamak ve ayrılma yanlışına yol açan siyasi yetmezliktir.
Yani burada
tartıştığımız zaten “gereksiz ayrılık” ilan edenlerdir.
ST “parti ile bütünleşememiş”, “ona rağmen var olan” ve “olumsuz tarzıyla varlığını sürdüremez hale gelmişlerin” ayrılmalarını partide iki çizginin kavranamaması olarak açıklarken esasen yanılgı içindedir. Zira komünist partisi ayrılıkları olumlayan bir tutumdan çok, olumsuzlayan bir tutum içinde olmuştur.
DABK ayrılığı, Komün ayrılığı, :L
darbe hep olumsuzlanmıştır; parti anlayışını kavramadıkları için eleştirilmiştir. Bu ayrılıkların gerekliliği tamamen onları gerçekleştirenlerin tasarrufundaki bir olgudur. Buradan hareketle “gereksiz ayrılık”lar nedeniyle ST’nin partiyi eleştirmesi ve iki çizgi mücadelesini benimsememiş olmakla itham etmesi, olana şaşı bakmaktır.
Eğer ayrılığın “gereksiz” olduğu
tespit ediliyorsa bundan nihayet ayrılanlar sorumludur.
Bunu ters yüz etmek neden? Bununla beraber iki çizgi mücadelesini partinin gelişim dinamiği olarak kavrayamamak, parti içinde ideolojik düzeyde sürekli var olan burjuva çizgiye karşı mücadelede zayıf kalmak, bu anlamda sürekli bir komünistleşme pratiği sergileyememek, üyelerin dönüşümünü, gelişimini büyük oranda sağlayamamak, politik seviyeyi geliştirememek ve ayrılığı tercih edenlerin de “zaaflı kalması”ndan dolayı eleştiriler esasen ve hatta neredeyse tamamen haklıdır.
Bu, partideki komünist bilincin, proleter ideolojinin yetmezliğini, güç[1]süzlüğünü işaret eder. Bunlardan öğrenmesini bilmek gerekir.
Bütün bunlar iki çizgi mücadelesinin kavranmamış
olmasına tekabül eder.
Çünkü iki çizgi mücadelesinin perspektifi “gereksiz ayrılık”ları engellemek değildir. -Bu siyasal suçu işleyenler parti ilkelerinden mahrumdurlar- Onun perspektifi, partinin ideolojik düzeyde proleter karakterinin burjuva karaktere karşı sürekli mücadele içinde sağlamlaşması ve politik seviyesinin aralıksız yükselmesidir.
ST iki çizgi mücadelesini “gereksiz ayrılık”ları engelleyici bir unsur olarak görürken kısmen haklıdır ancak esasen haksızdır.
Haklı olduğu
yan, “gereksiz” ayrılıkların, parti içinde eğitilmemiş, ideolojik olarak
burjuva yanlarından yeterince arındırılamamış ve partiye bağlı hale gelememiş
unsurların eseri olmasıdır.
ST “gereksiz” ayrılıkların parti ilkelerinden mahrum oluşlarını esas almayarak, burjuva ideolojiye uygun olarak yaptıkları tercihlerden ve verdikleri zararlardan dolayı partiyi suçlarken haksızdır…
İKİNCİ ÇİZGİYE ŞİDDET…