“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle
ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya
göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır.
Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de
can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Demokratik Gelişim Enstitüsü, araştırmacı-yazar İzzet Akyol tarafından yazılan ‘Düşük Yoğunluklu 40 Yıllık Savaşın Türkiye’ye Ekonomik Maliyeti’ başlıklı bir rapor yayınlandı. (…) Raporda, 40 yıllık çatışmalı sürecin ekonomik maliyeti yaklaşık olarak 4 trilyon dolar (3 trilyon 865 milyar 358 milyon) olarak belirtilmiş. İzzet Akyol, raporda silahlı çatışma ortamının temelde dört yolla ekonomik büyümeyi yavaşlattığını belirterek, bu dört yolu şöyle sıralıyor:
1) Silahlı çatışmaların doğrudan maliyetleri,
2) Yatırımlardaki azalma ve verimlilik kayıpları,
3) Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının frenlenmesi,
4) Turizm gelirlerindeki azalma. Akyol’un da vurguladığı gibi, Kürt sorununa siyaset çerçevesinde çözüm bulmada başarısız olunmasının ülkeye muazzam bir ekonomik maliyeti var. (…)”
Gazeteci Nurcan Baysal’dan aktarılan bu iki
paragraftan ilkindeki sözler, doğrudan Recep Tayip Erdoğan’a ait.
Denilebilir ki savaşın ekonomik gösterge ve sonuçları,
halkın doğrudan yaşamında zaten en derin ve dramatik haliyle vücut buluyorken,
bunun için ayrıca kanıt sunmaya aslında pek de gerek yok, değil mi? Evet ama
insanlarımızın ezici çoğunluğunun bilinçleri bin bir yol ve hileyle öylesine
tarumar edilmekte ki yaşadıklarının ve kendilerine yaşatılanların gerçek
nedenlerinin bilincine varabilmeleri için bıkıp usanmadan bunları en ince
detaylarına kadar anlatmanın şart olduğunun da devrimciler bilincinde olmak
zorunda.
Öte yanda din, ari ırk ve “Vatan Millet Sakarya” “afyonunun” bu denli derinden hissedilip yaşandığı bu toplumsal realitede, bu değerler adına kitlelerin kolayca manipüle edilerek gerçek gündem ve gerçek düşmanları nezdinde hedef yitimine uğratılıp, bir yalanın peşine takılmalarını sağlamak da bir o kadar kolay.
Temel gıdaları mazlumların alın teri ve kanı olan sömürücü faşistlerin kitleleri manipüle etmedeki en temel silahı hiç kuşkusuz ki demagojidir. Dün, barış süreci vesilesiyle yukarıdaki gerçekleri kolayca dile getirip, kitleleri ikna edip rızasını almak isteyen Erdoğan, bugün de rahatlıkla Bahçeli’nin 2019 da ki şu demagojisi benzeri demagojiye başvurmakta hiçbir tereddüt göstermiyor örneğin:
“Fedakârlık olmadan bekamız ve bağımsızlığımız
muhafaza ve müdafaa edilemez. Terörle mücadelenin bir bedeli var. Bu bedele var
olmak için katlanmak zorundayız.” Dedikten sonra, kendisine has o matematiksel
yeteneğiyle: “Ekonomide spekülasyon yapanlar ne kurşunun ne de bombanın
maliyetini bilenlerdir. Bunlar boş boş konuşmaktadır… Fırtına obüsleri bir
saatte yaklaşık 240-250 mermi atabiliyorlar.
Obüsler günde iki saat kullanılıyor, bu da ortalama 500 obüs
mermisinin kullanıldığı anlamına geliyor. Bu mermilerin ortalama fiyatı 1000
dolar. Günde 500 mermi 500 bin dolar eder. Tek bir fırtına obüsünün sadece
atıştaki mermi maliyeti 50 milyon dolara yaklaşıyor. Bir harekatta 100 obüs
topu kullanıldığını düşünürsek yılda sadece 5 milyar dolar obüs maliyeti
karşımıza çıkar. Bir savaş uçağının attığı sıradan bir bombanın fiyatı 2500
dolar. Bir F-16’nın hiç ateş açmadan bir saat havada uçmasının maliyeti 14 bin
dolar. Sadece Zeytin Dalı Harekatı’nın ilk gününde uçan savaş uçaklarımızın
yakıt bedeli 1 milyon dolar.” (Aynı kaynak)
Elbette bir halkın ve bir ulusun beka ve bağımsızlığı söz
konusu olduğunda, her türlü fedakârlık ve özveride bulunulacaktır. Ama Türkiye
Cumhuriyeti Devleti adına yürütüle gelen bu savaş asla bir “beka” ve
“bağımsızlık savaşı” değildir. Tam aksine “kardeş” addedilen bir halk ve ulusun
temel haklarına karşı yürütülen işgalci, ilhakçı ve bundan ötürü de tamamen
haksız bir savaştır. Dolayısıyla da böylesi bir savaşta halktan fedakârlık
istemek, kardeş bir halka karşı yürütülen haksız bir savaşa, “bekamız” ve
“bağımsızlığımız” aldatmacasıyla halkı da dahil etmektir.
Şayet ortada gerçekten de bahsedildiği gibi bir “beka” ve
“bağımsızlık” savaşı olsaydı bu savaş, Erdoğan’ın methiyeler dizdiği “çözüm
süreci” denilen o sürece asla evrilmemesi gerekirdi herhalde ki değil mi?
Kürt Ulusal Hareketi, örneğin bugün Cumhur İttifakı
içinde yer alan bir HÜDA-PAR gibi federasyon bile talep etmeyip, yerel
yönetimler özerkliği şeklinde, üniter devlet yapısı kapsamında son derece geri
pozisyonda taleplerle çözüm talep ediyorken dört parçada; ortada hangi haklı
gerekçelere dayandırılarak, hem de sırf kendi sınırları dahilinde de değil,
Suriye ve Irak’ı da kapsayan bir “beka” ve “bağımsızlık” savaşı yürütüldüğü
iddia edilebilir ki?
İki yüzlülüğün daniskası var burada hem de. Bir tarafta Irak’ta
federatif bir çözümle şekillenen Kürt iradesini resmi olarak tanıyacaksın ve
ama öte taraftan Suriye Devleti’nin merkezi otoritesini tanıyan özerk Kürt
yapılanmasını kendi “beka” sorunun addedip, savaş ilan edecek ve işgal etmeye
kalkışacaksın.
Çözüm sürecinin rafa kaldırılmasından sonraki 9-10
yılı bulan bu süreçte aralıksız sınır ötesi askeri operasyonlar ve fiili savaş
yürütülmekte. Hem de Bahçeli’nin hesapladığı o maliyetin binlerce misli bir
maliyetle süren bir savaş.Ve kuşku yok ki bugün emekçi halkın yaşanmakta olduğu
bu yoksullaşmada bunun payı son derece belirleyici bir orandadır. Bunu,
Erdoğan’ın yukarıda ki itirafından da anlamak pekâlâ mümkün. Ortada zaten
bir “beka” ve “bağımsızlık” sorununun da olmadığı kesin.
O halde, yüzlerce-binlerce can kaybının yanı sıra, yaşanan
ekonomik krizin de en başta gelen nedenlerinden olan bu haksız savaşı, kim ne
adına sürdürme hakkını kendisinde bulabiliyor?
Tek gıdaları kan olan bir avuç ırkçı faşist yönetici zümre ve silah tekelleri dışında kimsenin çıkarına olmadığı besbelli olan bu savaşın derhal sonlandırılmasını talep etmek ve bunu örgütlü güçlü kitlesel bir güce dönüştürerek, geniş kitlelere mal ederek yapmak, bugünün son derece haklı ve meşru bir eylemli olacaktır. Bunun zemini fazlasıyla mevcuttur, yeter ki geniş bir ittifak ile, propagandası doğru ve gereğince yapılabilsin.