26 Ekim 2024 Cumartesi

ENTERNASYONAL PROTERYANIN BÜYÜK ÖNDERİ LENİN’İ, LENİNİZM İLE YAŞATMAK!..Halil Gündoğan--26.10.2024

 Lenin ve Leninizm üzerine başta Marksizm’in büyük öğretmenleri Stalin ve Mao olmak üzere birçok komünist önder, aydın ve siyaset bilimci devrimciler tarafından bugüne değin çokça şey söylendi. Söylenmeye de devam edilecek kuşkusuz. Çünkü Lenin, büyük eseri Leninizm ile bugünün sorunlarına ve devrimine kılavuzluk yapmaya devam ediyor. Yani o hâlâ güncel ve güçlü! Dolayısıyla da kaçınılmaz olarak lehte ve aleyhte konuşulmaya ve de tartışılmaya devam edilecek.

Özellikle Stalin ve Mao’nun, bir bütün olarak bir birini tamamlayan, Lenin’i ve Leninizm’i doğru ve gerektiği biçimiyle tanımlayan değerlendirmelerinin tekrarı olacak şeylerden ziyade; Leninizm’i, bir kısım “dost güçlerin”, esasen Stalin eleştiriciliği üzerinden kurguladıkları “Maoizm ” ve “İlle de Maoizm” teorisinin yaratmış olduğu sol sübjektif ve sekter “teori kirliliği” ve haksız ithamları karşısında, doğru tarzda savunup sahiplenmenin, bugün ve gelecek açısından, çok daha isabetli ve kıymetli olacağını düşünüyorum. Keza bu, aynı zamanda Mao’nun da çok daha doğru tarzda savunulup sahiplenilebilmesi anlamına gelecektir.

Çünkü “Maoizm” teorisinin başlıca oluşturucularından gerek Lin Biao ve sonrası süreçte Samir Amin, Bop Avakian, Muzaffer Oruçoğlu gibi öne çıkan şahıslar ve keza gerekse İbrahim Kaypakkaya ardılı partilerden MKP başta olmak üzere daha pek çoklarında “Maoizm”, çok bariz bir şekilde Mao’nun Stalin ile çatıştırılması zemininde kurgulanmış bir teori olduğundan, hem uluslararası proletaryanın Stalin gibi bir büyük değeri göz ardı etmesi ve hem de “sol” bir yorumla, Leninizm’in yadsınması ve zayıflatılması sonucunu doğuruyor.

 Çünkü Stalin üzerinden oluşturulan bu karşıt hat, aslında doğrudan Lenin’in proletarya diktatörlüğü teorisinin, özü itibariyle yadsınması sonucuna vardırmaktadır. Nitekim bilindiği üzere Mao’nun 1956-1957’lerde ileri sürdüğü, aralarında sürecin baş çelişmesi olarak ele alınması gereken proletarya ile burjuvazi çelişmesinin bir tarafını oluşturan burjuvazinin  de dahil olduğu “halk diktatörlüğü” anlayışı ve “halkın bir kesimi diğer bir kesimine diktatörlük uygulayamaz” şeklindeki yaklaşımıyla, burjuvazi üzerinde diktatörlüğü ön gören Leninist proletarya diktatörlüğü öğretisini dışta tutan ve keza bu anlayışın bir uzantısı olan “uzun süreli bir arada yaşama ve karşılıklı denetleme siyaseti” ile de Leninist sınıf mücadelesi teorisiyle ilkede ters düşen sağ liberal tutumlar sonucu parti ve devlet iktidarının (SSCB deki revizyonist rüzgarın sağladığı avantajın da etkisiyle) revizyonist kapitalist yolcuların eline geçmesine ortam hazırlamış oldu.

 “Maoizm” teorisi oluşturucularınca “Maoizm’in doruğu” olarak ilan edilen BPKD’nin bu arka planı özenle es geçile geldi. Oysa tarihi bir olgudur ki bu süreç, Mao’nun bu bariz sağ oportünist hatalarının yol açtığı, iktidarın “yeni burjuvaziye” kaptırılması sürecidir.Mao hatasını kısa sürede fark ederek, o çok meşhur yorumunu yapar: 

“Lenin neden burjuvazi üzerinde diktatörlük uygulamaktan söz etmişti?

 Bu meseleyi açıklığa kavuşturmak son derece gereklidir.

 Bu mesele açıklık kazanmazsa, revizyonizme yol açar.

 Bunun bütün ulusa kavratılması gerekir.” der. Yani bununla, kısa da olsa, tarihin bir kesitinde sınıf mücadelesini Lenin’in proletarya diktatörlüğü teorisi gereğince sürdürmediğini kabul ederek, kayda geçirir.

 İşte proletarya diktatörlüğü koşullarında sınıf mücadelesinin Leninist perspektifle sürdürülmesi gerektiğine dair bu tarihi derstir, BPKD yolunu açtıran bilinç ve irade.

Ve ama böyleyken “Maoizm” teorisinin oluşturucuları, Çin’de revizyonistlerin parti ve devlet iktidarının ele geçirmelerinin kolay ortamını oluşturan o sürecin örneğin “yüz çiçek açsın, yüz fikir akımı yarışsın”, “uzun süreli bir arada yaşama ve karşılıklı denetim”, “burjuvazinin halk saflarında görülmeye devam edilmesi”, dolayısıyla da “halkın bir kesiminin diğeri üzerinde diktatörlük uygulamayacağı” ve keza burjuvazinin de dahil edildiği  bu “halk kesimleri arasında özdeş çıkarlar vardır” gibi, âlâsından anti-Leninist yaklaşım ve tutumları dahi, Mao, BPKD pratiğiyle bunları reddedip Leninizm’e dönmüşken; bunların tamamını da Mao’nun ML teoriye “nitel katkıları” olarak sunacak kadar, sorunu karikatürize edebiliyorlar.

Evet, BPKD sürecinde Mao;

 “Eğer burjuva ideolojisine serbestlik tanınırsa, bu kaçınılmaz olarak proletarya diktatörlüğünün içten yıkılmasına ve Kruşçev gibi burjuva temsilcilerinin ortaya çıkmasına yol açar.” demişken ve bununla, yüz fikir akımı barış içinde kardeş kardeş yan yana var olup yarışsın anlayış ve tutumunu mahkûm ederken; birilerinin de Mao’ya rağmen bu anlayışı Mao’nun ML teoriye nitel katkıları olarak sunması, herhalde ki normal olmasa gerek.

Çünkü bu anlayış çok bariz bir şekilde Leninizm’in yadsınmasıdır. Çünkü Leninizm her şeyden önce evet, her şeyden önce ve esasen de proletarya diktatörlüğü teorisidir. Yani Leninizm, “emperyalizm ve proleter devrimleri çağı” olmaya devam eden günümüz koşullarında da iktidarı ele geçirme ve proletarya diktatörlüğü sistemi altında devrimi sürdürmenin, bir başka ifadeyle, sosyalizmi kurmanın ve inşasını tamamlayarak komünizme ulaşmasını sağlamanın bütünlüklü teorisidir.

Nitekim yukarıda Mao’nun bir dönemi için sağ oportünist yaklaşımlar olarak tanımlanıp sıralanan bu anti-Leninist yaklaşımları, ML teoriye katkı olarak savunup sunanlardan örneğin Praçanda’nın o şanlı devrim yürüyüşünü getirip demirlediği liman ortada.

Keza örneğin MKP’nin 3. Kongre kararı olarak proletarya diktatörlüğü yerine “ezilenlerin demokrasisi” türü, sosyalizmdeki uzlaşmaz sınıf karşıtlığı olgusunu ve dolayısıyla da Leninist sınıf mücadelesi teorisini dışlayan savruluşu, keza Leninist proletarya diktatörlüğü teorisinin bariz bir şekilde revize edilmesinin ve bir nevi seçimli parlamenter sistem ifadesi olan, Praçanda eseri şu “21. YY. Demokrasisi” veya “demokratik sosyalizm” veya  “Komün Cumhuriyeti” gibi anlayışların, Mao’nun BPKD ile aştığı proletarya diktatörlüğü yerine ikame edilmeye çalışılan “halk diktatörlüğü” anlayışının birer versiyon ifadeleri olduğu açık değil midir?

Öte yandan “Maoizm” teorisi oluşturma aşkıyla örneğin Samir Amin: “(…) Köylülük üzerinde, yani halkın çoğunluğu üzerinde bir diktatörlük, ancak revizyonist despotizmin habercisi olabilir. Maoizm, bu çelişkiyi açıkça ortaya koyup doğru bir biçimde çözdüğü için Bolşevizm’i aşan tarihsel bir gelişmeyi temsil eder.” diyerek;

MKP ise, “(…) Günümüzde sadece Marksizm-Leninizm formülasyonunu savunmakla sınıfsal kurtuluş devrimlerinin gerçekte başarıya ulaşamayacağı ve oradan da sosyalizm ve nihai hedefimiz olan komünizme varılamaz. (…)” ya da Leninizm’i, “(…) Leninizm denen olgunun ‘proleter devrimleri ve emperyalizm çağının’ ilk çeyrek asrının teori ve pratiği olması gerçekliği (…)” olarak yorumlayıp değerlendirmeleri açıktır ki adına “izm” icat ettikleri Mao’nun kendisinin de yadsınması anlamına gelir ki bunun ayırdında bile değiller.

Örneğin Mao, 1958 yılında (ki bu süreç, Mao’nun 8. Kongre kararlarını revizyonist ilan edip, artık cepheden bayrak açtığı süreçtir.) yapılmış olan Çengtu Konferası’nda yaptığı konuşmada, SSCB’deki sosyalist inşa sürecini kendilerininkiyle kıyaslayarak şunları ifade eder: “(…) ülkemizde daha fazla Leninizm var. Diğer yanda, onlar, Leninizm’in kısmen yok olmasına izin vermişlerdir. Donuk ve cansızdırlar. (…) Lenin’in nabzı kitlelerle birlikte atardı, kalbini kitlelere vermişti.”

Mao’nun kendisinde Leninizm olarak tanımlanıp sunulan şeyler dahi, “Maoizm” teorisi oluşturucularınca, büyük bir maharetle “Maoizm” teorisi oluşturmanın harcı yapılırken, Leninizm de böylece es geçilebiliyor. Aslında bir bakıma bu tarz, “Maoizm’i” Leninizm’e aştırmanın ‘makul’ bir yolu olarak kullanılıyor.

Özetle: Stalin’i “şeytanlaştıran”, Mao’yu Leninizm dışına çıkaran ve Leninizm’i de “emperyalizm ve proleter devrimleri çağı”nın çeyrek yy. nın teorisi olarak ekarte eden ve Uluslararası Komünist Hareket saflarında asılsız nedenlere dayalı gereksiz, çok parçalı bir durumu oluşturan bu sekter, sol sübjektif teoriye  karşı güçlü ve etkili bir ideolojik mücadelenin  yürütülmemiş olması, açıktır ki günümüz sorunlarının ve devriminin perspektifi olmaya devam eden Leninizm’in güçlü bir çekim merkezi olabilmesini ve keza Uluslararası Komünist Hareket’in de etkili bir  güç odağı olarak varlık göstermesini de  bir şekilde olumsuz etkileyen bir durum olarak tespit etmek gerekiyor.

Besbelli ki Lenin, ancak ki onu ölümsüzleştiren büyük eseri Leninizm güçlü bir şekilde sahiplenilip savunularak, yapılan ideolojik saldırı ve haksız itham ve eleştiriler boşa çıkarılarak, keza gelişme ve değişmelere uyarlı halde ilerletilerek yaşatılabilir. Aksi takdirde Lenin gerçek anlamda ve samimi bir benimseme ile sahiplenilip savunuluyor olamayacaktır.

*Yazıdaki alıntılar için Halil Gündoğan’ın “Mao Zedung Değerlendirmeleri Üzerine” adlı 3 ciltlik kitaplarına bakılabilir.

 

 PDF Kitaplar

Merhaba,Halil Gündoğan'ın yazmış olduğu kitapların bir kısmına aşağıda ki linklerden (PDF formatlı haline) ulaşabilirsiniz. ……..İyi okumalar...

H.Gündoğan_A. Öcalan'ın Demokratik Cumhuriyeti Kimin Cumhuriyetidir

https://drive.google.com/file/d/195TlEpd8kSe_HGD3toGmfltLgHEKJHmH/view?usp=sharing 

H.Gündoğan_Dersim Dağlarında

https://drive.google.com/file/d/1g-6loNdhjoyS1hqKIff3s1yla_D1MowL/view?usp=sharing 

Halil_Gündoğan_Maoizm Üzerine_1.kitap

https://drive.google.com/file/d/1VWqx7Pm6NU_YanA8q-aSxObNJ7wPX27b/view 

 H.Gündoğan_Maoizm Üzerine_3.kitap

https://drive.google.com/file/d/1xPpqwO2ajsBuUvyff9XKNy1ZsTa04Vy6/view?usp=sharing 

H.Gündoğan_SİYASAL ÖZNELCİLİK ve DOGMATİZM 

https://drive.google.com/file/d/1V-whuBfEtRHSSXGQL_U6sgCbDP9CXK9e/view?usp=sharing 



H.Gündoğan_"Türkiye" ve Sosyalist Devrim Gerçekliği (MKP III.Kongre Kararları Üzerinden)

https://drive.google.com/file/d/1B20gg54-_whODK7uruxvOLgW8HRwm2r1/view?usp=sharing 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)