Millî Demokratik
Devrim, Türkiye'de 1970'li yıllarda
askerî bir müdahale ile Marksist-Leninist tipte bir sosyalist devrimin olması
gerektiğini savunan düşüncedir. Doğan Avcıoğlu'nun başı çektiği Yön ve Devrim
dergileri, Millî Demokratik Devrim'in savunucusuydu ve 12 Mart Sürecinde önemli
bir yere sahipti.
Millî
Demokratik Devrim, Türkiye İşçi Partisi
(TİP) içinde tartışılmış ve bölünmeye neden olmuştur. Özellikle Mehmet Ali
Aybar'ın liderliğindeki TİP çevresi, "Millî Demokratik Devrim" ile "Sosyalist
Devrim"i birbirinden ayrılamaz
olduğunu savunup doğrudan bir sosyalist devrimi tercih ederken Mihri Belli'nin
kavramlaştırdığı Millî Demokratik Devrim ise Türkiye'ye daha uygun bir devrim
olarak ikinci bir grup tarafından tercih edilmiştir.
Bu gruptakilere göre
devrim, iki aşamalı olmalıdır. Önce Millî Demokratik Devrim, "askerî
darbe" şeklinde "genç subayların" önderliğinde olacak; sonra da
"proleter devrim" şiddete dayanmadan kesintisiz bir şekilde işçi
sınıfının hâkimiyetini kuracaktır.
Çünkü MDD ile sosyalist devrim farklı türde çelişkilerin
çözümünü içermekte, dolayısıyla farklı hedef ve ittifaklara dayansalar da
birbirlerini tamamlamaktadırlar. Belli ve ekibi kendilerine yakıştırılan
MDD'ciler ismini reddetmiş ve kendilerini "proleter devrimciler"
olarak tanımlamayı tercih etmişlerdir.
MDD’cilerin
sosyalist devrimin birinci aşamasında bir askeri darbeye bel bağlamaları
kuşkusuz onların kemalizme ve Kemalist orduya biçtikleri ilerici misyondan
kaynaklanıyor ve bu nedenle de Marksist
devlet teziyle çelişiyordu.İşte tam
da burada İbrahim Kaypakkaya sosyalist devrimin asgari programına
karşılık gelen Demokratik Halk Devrimi (DHD)’nin dayanması gereken sınıf
ittifakları ve mücadele stratejisiyle her türden oportünist- revizyonist
çizgilerle arasına kalın bir çizgi çizmiştir.
Benzer bir yaklaşım Kemalizm konusundaki tereddütlereine
rağmen Mahir Çayan’da da mevcuttur.
İbrahim
Kaypakkaya’nın kendi sürecinde diğer devrimcilerden esas farkı, gerek devrim
aşaması olarak DHD’nin dayanması gereken işçi-köylü ittifakı ve gerekse ulusal
sorun bağlamında Kürt ulusal sorununun devrimci karakterine yaklaşımıyla, MDD’cilerin
asker-sivil aydın zümreden başka devrimci bir dinamik göremedikleri
coğrafyamızın devriminin asli dinamiklerine yaptığı vurgu ve stratejik
hattındadır.
Demokratik devrim
belirlemesi, ilk olarak Marks tarafından Almanya'da burjuva demokratik devrimin
tamamlanmamış görevlerine dair olarak yapılmıştır.
Daha sonra, kapitalizmin emperyalizm aşamasında, Lenin tarafından, sömürge ve yarı sömürgelerin devrim
programı olarak demokratik devrim, İşçi köylü temel ittifakı ile sosyalist
devrimin asgari programı olarak belirlenmiştir
Maoizm ise Çin
devrimi pratiğinde demokratik devrimi yine Sovyet devrimi gibi
sosyalist devrimin asgari programı olarak geliştirmesine rağmen, bu kez devrim
coğrafyasının bir yarı sömürge olmasıyla sınıf ittifakları daha geniş yelpazede,
milli
burjuvaziyi de kapsayacak bir biçimde gerçekleşmişti.
Maoizm Demokratik Halk Devrimi olarak tanımlanan devrim
programının karakterini milli olarak tanımlarken bu tanımlama devrim Demokratik
cephesinde milli burjuvazinin bulunmasından dolayı değil, hem komprador
kapitalizme hem de açık emperyalist işgale karşı gelişen devrimci sürecin
niteliğinden dolayıdır.
Ben, bu yazı dizisinde, Kim daha iyi ya da
daha kötü Kaypakkayacı tartışmalarına doğmatik bir perspektiften değil ama
73’ten günümüze değin olan gelişmeler bağlamında İbrahim Kaypakkaya’nın
görüşlerini gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirerek, onun her türden
revizyonizm ve oportünizmle arasına koyduğu kalın çizgileri belirsizleştirmeyen
yeni bir DHD perspektifi ortaya koymaya çalışacağım.
Çünkü, İbrahim
Kaypakkaya’dan günümüze değin olan gelişmeleri dikkate almayan doğmatik bir
savunu kadar, söz konusu değişimlerin ana yönlerini yanlış belirleyen ve
değişmeden kalan sosyo ekonomik ve siyasal olguları dikkate almayan herhangi
bir İbrahim Kaypakkaya revizyonunun da Anadolu ve Kürdistan devrimine tutarlı
bir perspektif getiremeyeceğini düşünüyorum.
Kuşkusuz, Kaypakkayacı gelenek Kemalizmin sınıfsal
niteliğine ilişkin tutumu ile resmi ideolojiden köklü bir kopuşa karşılık
gelmesiyle coğrafyanın devrim tarihinde farklı ve özgün bir konuma sahiptir.
Fakat, bu, komünistlerin birliği sorununun Kaypakkayacıların birliği sorununa
indirgeme yaklaşımlarına zemin oluşturabilecek bir olgu da değildir.
İbrahim Kaypakkaya’nın fark yaratan görüşlerinin derinliğinde
Kemalizmin faşist sınıfsal karakterinin teşhirinin yanı sıra, dönemin
MDD’cilerinin burjuva feodal devlet aygıtını ele geçirip onu devrim menfaatine
kullanma fantezilerinin ürünü olan anti Marksist, darbeci tezlerine karşı DHD
perspektifli devrim anlayışını, devrimin dayanması gereken temel sınıf ve
ittifaklar bağlamında net bir biçimde ortaya koyarken, yine, kendi döneminin
teorik yazınında hiç dikkate alınmayan ve o dönem için açık bir mücadele biçimi
almamış olan Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı kapsamındaki olası bir
mücadelesinin Anadıolu ve
Kürdistan devrimi için tayin
edici öneminin fark ederek Kürt ulusal sorununa ayrı bir önem vermesi ve 12
Mart sonrası silahlı mücadeleyi de Kürt coğrafyasından başlatmasıdır.
İyi bir Kaypakkayacı olmak her şeyden önce iyi bir Marksist-Leninist-Maoist
olmayı gerektirir.Bugün,iyi bir Kaypakkayacı olmanın ölçütü onu şuradan ya da
buradan savunmak değil onun görüşlerini
değişen ve değişmeyen koşullar bağlamında coğrafyanın devrim pratiğine tutarlı
bir biçimde uyarlamaktır.
Yoksa, Kapakkaya’yı doğmatik bir biçimde savunanlar kadar
onun Kemalizm tesbitlerinen ulusal soruna kadar görüşlerini muhafaza ederek
çeşitli biçimlerde revizyona tabi tutanlar da şu ya da bu biçimde
Kaypakkayacıdır, en azından ondan etkilenmiştir.Bu anlamda, kaypakkaya
çizgisinin coğrafyanın gerçekleriyle örtüşmeyen tutarsız reviyonları kadar onun
görüşlerini değişen koşulları dikkate almadan doğmatik bir biçimde savunmaya
çalışanlar da hatalıdır.
Ve eğer ortada bir hatalar silsilesi varsa bir komünist
olarak bize bu hatalar silsilesinin kaynaklarını göstererek Kaypakkkayacıları
tutarlı bir çizgide bir araya getirebilecek yeni bir perspektif arayışına
olanaklar ölçüsünde çaba göstermek düşer. Böylesine güç ve her an her cepheden
çeşitli biçimlerdeki tepkileri üzerine çekebilecek bir tartışmanın içine
bireysel bir yaklaşımla girmek ne kadar riski bir iş olsa da inandığım davaya
inancım bana böyle bir cüreti göstermem gerektiğini söylüyor.
İbrahim Kaypak
kaya, 68 :sürecinin temel bölünmelerinden olan MDD -sosyalist devrim ayrımında
MDD geleneğinden gelmesine rağmen DHD surecini bir MDD olarak tanımlamaz.
Anadolu devrimin karakterinin DHD niteliğinde olduğunu,
Çünkü, burjuva demokratik devrimin tamamlanmadığını, feodal ve yarı feodal
üretim ilikşilerinin komprador kapitalizmle kompleks bir yapı oluşturduğunu
belirterek, işçi köylü temel ittifakı ve uzun sureli halk savaşı stratejisiyle
belirli bir DHD tanımlaması yapmıştır.
İşçi köylü temel ittifakına şehir küçük burjuvazisi ile birlikte
orta burjuvazinin devrimci kesimlerinizde katılabileceğini belirtirken, başta
Çin devrimi olmak üzere geçmiş devrim deneyimlerinin birikimleri üstünden
belirlemeler yapmıştır.
İbrahim Kaypakkaya,
yine, genel olarak demokratik devrimle ilişkisi bağlamında ulusal sorun ve özel
olarak Kürt ulusal sorununun niteliğine dair de çözümlemeler yaparken,
proletaryanın öncüsünün, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi
kapsamında, milli hareketler içindeki halk sınıflarının demokratik devrimde
kendiliğinden proletaryanın müttefiki potansiyeli taşıdığını da belirler.
Bizzat bu
belirlemenin kendisi doğrudan sosyalist devrim programlarında ulusal
hareketlere ve bu karakterdeki devrimci hareketlere hiç yer vermeyen yâ da
kendi kaderini tayin hakkinin demokratik muhtevasını genel olarak demokratik
devrim programı ile ilişkilendirmeyen anlayışlardan farklı olarak, Anadolu
devriminin niteliğinin, hem yarı feodal sosyoekonomik yapı ve dolayısıyla
demokratik devrimin tamamlanmamış olmasından dolayı ve hem de burjuva
demokratik bir hak kapsamında olan ulusal sorunun halen çözülmemiş olmasından
dolayı DHD karakterinde olduğunu belirlerken, DHD surecini ise içinden geldiği
siyasal gelenekten farklı olarak MDD olarak tanımlamamaktadır. Kuşkusuz bu
olguda oldukça yeterli bir ideolojik birikimle birlikte ulusal sorunun gelişme
eğilimlerine karşı güçlü bir siyasal ön sezi söz konusudur.
İbrahim Kaypakkaya’da,
Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının burjuva demokratik bir hak olarak
halen çözüme bağlanmamış olmasından dolayı coğrafyanın devrim sürecinin diğer
nedenlerle birlikte DHD süreci olduğuna
dair açık bir ifade bulunmamasına rağmen, Kürt sorununun ayrıntılı bir biçimde
gelecekte alabileceği biçimler bağlamında da irdelenmiş olması, onun, sorunu
DHD sürecinin ayrılmaz ve en önemli parçalarından biri olarak gördüğünü ortaya koyar.
Çünkü, bilindiği gibi DHD’nin birincil görevi
burjuva demokratik devrimin çözüme bağlamadığı ya da bağlayamadığı sorunları
çözüme bağlamaktır.
Anadolu ve
Kürdistan devrimi ,esas olarak, yukarıda belirtilen temel problemlerinden
dolayı bir DHD süreci tanımlasa da bu süreç bir MDD süreci olarak tanımlanamaz.
Her şeyden önce ,temel olarak iki farklı ulustan halk sınıflarının katılımı ile
gelişme eğilimi gösteren bir DHD süreci, ister farklı siyasal yapılar
biçiminde, isterse ortak bir siyasal program etrafında gelişsin her iki durumda
da MDD olarak tanımlanamaz
Her iki durumda da
DHD surecini MDD olarak tanımlamak eğer egemen ulusun milli nitelikteki
devrimini tanımlıyorsa en kaba biçimiyle bir şovenizme karşılık geldiği gibi
kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin demokratik muhtevasının da hem açık bir
ihlali ve hem de genel olarak ulusal sorunun DHD ile ilişkili diyalektiğine
karşı bir kayıtsızlığın göstergesidir.
Tarihte, ulusal
hareketlerin, bir coğrafyada sosyalizm mücadelesinden daha güçlü siyasal
dinamikler geliştirmesi, özellikle, 68 sonrası süreçlere dair nadir bir
olgudur. Sosyalizm deneyimlerinin yenilgileri ile birlikte sosyalizmin dünya
genelinde yaşadığı saygınlık kaybı ve sonrasında 3.emperyalist paylaşım
Savaşlarının dünya genelinde bölgesel çatışmalar biçiminde gelişmesi ulusal
kurtuluş mücadelelerinin gelişme trendini güçlendiren uluslararası koşulları
yaratmıştır.
Anadolu
coğrafyasında da Kürt ulusal sorunu etrafında gelişen ulusal kurtuluş
mücadelesi kendi kaderini tayin hakkı ilkesi bağlamında demokratik bir
muhtevaya sahiptir.
Kuşkusuz, iki farklı milliyetten halk sınıflarının faşizme
karşı mücadelesi, ister farklı siyasal yapılanmalar biçiminde gelişsin isterse
ortak bir siyasal program etrafında gelişsin bir MDD tanımlamaz. Çin devrim
deneyimi ve sonrasında tek uluslu ya da ezilen ulus konumunda olan siyasal
hareketlerin devrim süreci MDD olarak tanımlansa da Anadolu devriminde ,Kürt
ulusal sorununun, aynı zamanda, tarım ve köylü sorunuyla iç içe geçmiş bir
niteliğe sahip olması ,Kürt ulusal sorunun nihai çözümünü DHD sureci ve
sosyalist devrimle hem asgari program ve hem de azami program bağlamında
esastan ilgilendiren bir nitelik göstermektedir.
Dolayısıyla ulusal
kültür, dil sorunu gibi ulusal sorunun argümanlarını oluşturan meselelerin DHD
ile ilişkisi bağlamında bir MDD programının kapsamı ile sınırlandırılamaz
niteliği ve yine, Anadolu ve Kürdistan
coğrafyası için ulusal sorundan başka farklı kimlik ve aidiyet sorunlarının
varlığı ,DHD’nin asgari programının alanını genişletmekte ve DHD surecini bir
MDD olarak tanımlamaya olanak tanımamaktadır. DHD’nin asgari programının
genişleyen kapsamı devrimin niteliğine dair MDD belirlemelerini pratikte
uygulanması olanaksız ütopik belirlemeler haline getirmektedir .
Komprador kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasının hâkimiyetinde
yarattığı bölgesel dengesizlikler ve özellikle Kürt coğrafyasının iklimsel ve
tarımsal farklılığı ile birlikte kapitalist gelişmenin verimli tarım alanları
etrafında ve ulaşım yolları üstünde gelişme eğilimi, Kürt coğrafyasında
kapitalist gelişme bakımından büyük uçurumlar yaratmaktadır. Kürt köylülüğü
kendi coğrafyasının dışında proleterleşmekte bu olgu da Kürt ulusal sorunu
sınıf mücadelesi ile ortaklaştıran bir nitelik göstermektedir.
Kürdistan ve Anadolu
devrimi bir birinden farklı iki ayrı MDD süreci olarak belirlense dahi ne Kürt coğrafyasının ne de Anadolu coğrafyasının yalnızca
kendi dinamikleri MDD sürecini sonuca vardıracak yeterliliklerden yoksun
görünmektedir. Kürt coğrafyası için tanımlanabilecek bir MDD süreci,
köylülüğün, esas eğilim olarak, kendi coğrafyası dışında proleterleşme eğilimi
sebebiyle sınıfsal dinamiklerden yoksun olduğu gibi, Kürt milli burjuvazisinin,
yine, esas olarak ticaret sermayesi niteliğinde olması ,Kürdistan
devriminin tutarlı bir MDD süreci olarak
gelişmesini olanaksız hale getirmektedir. Yine, Kürt milli burjuvazisinin esas
olarak tarım kökenli sermaye yapısı ve milli burjuvazinin de tarımın yarı
feodal yapısına bağlı olarak sermaye birikiminin üretim süreci dışında, değişim
süreçlerinde oluşması eğilimiyle tefeci tüccar sermayesi niteliğinde olması ,bu
sınıfın komprador kapitalizmle çelişkilerinin esas olarak pazar çelişkileri alanında
kalmasının koşullarını yaratırken, yine ,Kürt milli burjuvazisini anakent
şehirlere bağımlı hale getirmekle milli devrimin tutarlı bir MDD süreci olarak
gelişmesine olanak tanımamaktadır
Kapitalizmin
emperyalizm aşamasında ,yarı sömürge ve sömürgelerde geliştirilen
komprador kapitalizmlerin bütün dinamikleri tarımın yarı feodal
niteliğine bağımlı olarak inşa edilir.
Dolayısıyla,
yalnız
emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazinin değil milli burjuvazinin de tarımda yarı
feodal biçimleri tasfiye edecek ve tarımı kapitalistleştirecek bir niteliği
yoktur.
Çünkü,
bu sınıfların tamamı bizzat tarımın yarı feodal niteliğinin
yarattığı ekonomi politik dinamiklerle kendilerini yeniden üretmektedirler.
Bu olgu, egemen
sınıflar cephesinden bir gerçeklik olduğu gibi halk sınıfları cephesinden de
böyledir.
Örneğin,
Anadolu coğrafyasında halk sınıflarının
kaynağı köylülüktür. Proletarya gibi küçük burjuvazi ve orta sınıflar da
köylülüğün farklılaşması sonucu gelişmektedir. Köylülüğün farklılaşması
süreçler,i kapitalizmin emperyalizm öncesi serbest rekabetçi kapitalizm
döneminden farklı nitelikler gösterir.
Komprador
kapitalizm,
bir taraftan ,ucuz iş gücü ve hammaddeyi tarımın yarı feodal
niteliğine bağlı olarak yeniden üretirken, diğer taraftan ,bu yarı feodal yapı toplumun
diğer bütün sınıfsal farklılaşmalarının niteliğini de belirlemektedir.
Örneğin,
ekilebilir arazilerin sabit kalmasıyla kırlarda oluşan artı
nüfus şehirlerde birikirken, bu artı nüfusun bir bölümü tamamen köyle
iliksisinden koparak proleterleşirken, bir bölümü de Köyle ilişkisini yarıcı ve
kiracı ekonomisi ile sürdürerek köydeki toprağının büyüklüğüne göre şehirlerde
yarı proletarya, küçük burjuvazi ve orta sınıfları meydana getirmektedir.
Şehirlerde biriken bu
artı nüfusun, yarı proletaryayı oluşturan kısmı, köyden bir miktar gelirinin
olmasıyla emeğin kendisini yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu miktara
karşılık gelen gerekli emek zamanını düşürerek ortalama ücretleri
düşürmektedir. Bu olgu, komprador kapitalizme ucuz iş gücü yaratan dinamiklerin
esasını oluşturmaktadır. Yine, şehirlerde biriken artı nüfustan işsiz kitleler
de arz ve talep dengeleri ile ortalama ücretleri düşürmektedir.
Diğer taraftan,
küçük ölçekli aile tarımı niteliğindeki yarı feodal tarımda üretim sürecine
giren feodal angaryanın farklı biçimleri ve esas olarak satın alınmış ücretli
emek kullanımının tali kalması, tarımsal ürünlerin ve dolayısıyla sınaî
hammaddelerin ilk elden fiyatını düşürmekle komprador kapitalizm ve
emperyalizme ucuz hammadde kaynağı yaratmaktadır. Sermaye birikiminin, tarımda
esas eğilim olarak üretim süreçleri dışında, değişim sürecinde gelişme eğilimi tefeci
tüccar sermayesi biçimini alırken, bu tefeci tüccar sermayesi ,iş birlikçi
holding sermayesinin olduğu gibi bizzat devletin ekonomik faaliyetinin de
niteliğini belirlemektedir.
Yine, orta sınıflar ve milli burjuvazi de tarımla
ilişkisi bağlamında tefeci tüccar sermayesi niteliği göstermektedir.
Küçük ve orta ölçekli tarım
ve buna bağlı olarak halk sınıflarının bileşiminde çekirdek proletaryanın zayıf
konumu ve toprak talebinin zayıflığı, asgari programın ekonomik talepler ve
sınıf dinamikleri olarak handikaplı niteliğini oluşturur Anadolu coğrafyasında,
halk sınıflarının birleşiminde ,küçük burjuvazi ve yarı proletaryanın belirgin
hakimiyeti ile birlikte, küçük ve orta ölçekli tarıma bağlı olarak toprakta
küçük mülkiyetin belirleyici niteliği ile toprak talebinin zayıflığı DHD asgari
programının handikaplarını oluştururken, tarihsel olarak köklü bir ulusal
sorunla birlikte, yine tarihsel kökleri olan bir kimlik sorunu olarak alevi
kimliğinin demokratik talepleri asgari programın siyasal muhtevasını
genişleterek DHD’nin içeriğini sınıfsal dinamiklerle birlikte
derinleştirmektedir.
Köylü ve tarım sorunuyla iç içe
geçmiş olan Kürt ulusal sorunu ve alevi kimliğinin demokratik talepleriyle
birlikte diğer ezilen toplumsal kimliklerin talepleri asgari programın siyasal
muhtevasını ve kitle tabanını sınıfsal dinamiklerin ötesine taşımaktadır.
Bu
niteliği ile Anadolu ve Kürdistan coğrafyasının DHD süreci, Kürt ve Türk
coğrafyasında iki ayrı MDD biçiminde değerlendirilse dahi her iki coğrafyanın
gerek sınıfsal, gerekse kimliksel dinamikleri DHD sürecinin bir MDD biçiminde
gelişmesine yeterli siyasal koşulları üretememektedir.
Dolayısıyla, bütün
ekonomik ve siyasal göstergeler Kürdistan demokratik devrimi ile Anadolu
demokratik devrimini ortaklaşa ve iç içe süreçler haline getirmesine rağmen,
gerek Kürt milli burjuvazisi ve bir kısım toprak ağalarının, dört ayrı devlet
coğrafyasına bölünmüş olan Kürt realitesinin bölgesel faşizmlerle çatışmasında,
halen meşru bir niteliğe sahip olan demokratik taleplerin temsilcisi konumunda
olması ve bu olgudan dolayı Kürt proletaryası ve köylülüğünü halen siyaseten
yedekleme avantajlarıyla ve gerekse ,Anadolu devrimci dinamiklerinin siyaseten
ve örgütsel yetersizlikleri, Kürt ve Anadolu demokratik devriminin ortaklaşma
koşullarını olumsuz etkilemektedir.
Görünen odur ki
Anadolu devrimi ile Kürdistan devriminin ortaklaşma koşulları ,Kürdistan
demokratik devrimi için asıl mücadele eden kitleleri oluşturan Kürt proletaryası ve
köylülüğünün, yalnızca kimliksel ve demokratik taleplerinin değil ama sınıfsal
taleplerinin de Kürt milli burjuvazisi ve toprak ağalarından farklılaşacağı bir
siyasal konjonktüre kadar Anadolu devrimi ve Kürdistan devriminin
siyasal öncü düzeyinde ortaklaşma koşulları handikaplıdır.
DHD’nin bütün bu handikaplarına rağmen, Kürdistan ve Anadolu
coğrafyasının iki farklı MDD sureci olarak gelişme olanaklarının yetersizliği ,Kürdistan ve Anadolu devrimini giderek
daha güçlü siyasal dinamiklerle iç içe süreçler haline getirmektedir.
Burada,
özellikle, şu olgunun vurgulanması da gerekir ki Anadolu ve
Kürdistan DHD süreci için işçi- köylü temel ittifakının müttefik sınıfı genel
olarak orta burjuvaziye karşılık gelen
milli burjuvazi değil ama yalnızca Kürt milli burjuvazisidir. Çünkü, Türk milli
burjuvazisi, özellikle, Kürt sorununun
varlığı bağlamında komprador burjuvazi saflarında şoven bir siyasal pozisyonu
işgal etmektedir.
Diğer nedenler bir tarafa bırakılsa dahi Kürt milli
burjuvazisinin DHD sürecinde işçi –köylü temel ittifakının müttefiki olmasını
koşullayan Kürt ulusal sorunu bile tek başına varlığı dahi coğrafyanın devrim
sürecinin DHD süreci
olduğuna dair yeterli bir sebep teşkil eder.
DHD’den
sosyalist devrime doğru olacak olan gelişme, DHD
sürecinde kazanılacak mevzilerin belirleyeceği,konjonktürdeki değişmelere
göre çeşitli mücadele biçim ve
yöntemlerinin birbiriyle yer
değiştireceği uzun soluklu bir mücadele sürecini güncellemektedir.
Gerek Anadolu
coğrafyasında, hem halk sınıfları cephesinden hem de kimlik ve aidiyet
sorunları cephesinden DHD’nin asgari
programı için engel oluşturan olgular aynı zamanda her iki coğrafyanın
devriminin siyasal öncülüğünün gelişme dinamiklerini de yine çelişkinin bu
özgün niteliği koşullarında belirlemeye adaydır. Halk sınıfları cephesinden,
proletaryanın zayıf konumu ve köylülüğün esas olarak küçük ve orta köylülükten oluşması sebebiyle toprak
talebinin zayıflığı koşullarında, halk sınıflarının bileşiminin de küçük
burjuvazi ve yarı proletaryanın çoğunluğu teşkil etmesiyle, devrimci
dinamiklerin, esas olarak küçük burjuvazi ve yarı proletaryanın devrimci
unsurları zemininde gelişmesi ,güçlü bir proletarya partisinin mevcut siyasal
konjonktürde yaratılma koşullarına handikap oluşturmakta ve devrim cephesinde
çok parçalı siyasal bir görünüm oluşmasına sebep olmaktadır.
DHD’nin esas dinamiklerinde güçlü bir hareket yaratma
yeterliliğinde bir proleter öncülüğün yaratıma koşulları, kendi coğrafyası
dışında proleterleşen Kürt halk sınıflarının, siyaseten kendi mülk sahibi
sınıflarından farlılaşacağı bir siyasal konjonktürün gelişme koşulları
tarafından belirlenecektir. Kürt köylülüğü ve proletaryasının, kendi ulusal
kimlik sorunlarının ötesinde ,sınıfsal dinamiklerle katılmadığı bir DHD Anadolu
coğrafyası için pratikte gerçekleşmesi olanaksız bir ütopyadan ibarettir.
Yine,
özellikle orta sınıfların ve milli burjuvazinin ekonomik
dinamiklerinin tarıma bağımlı niteliği ile örneğin, KOBI tarzı işletmelerin ve
mikro işletmelerin faaliyet dışı gelirlerinin tarım kaynaklı olması, komprador
kapitalizmin ekonomik buhranlarına bir esneklik vermekte ve bu olgu halk
sınıflarının birleşiminde çekirdek
proletaryanın zayıf konumu ile birleşerek emperyalizmin ve komprador kapitalizmin
ekonomik buhranlarının siyasal buhranlara dönüşmesindeki yetersizliklere sebep
teşkil etmektedir.
Anadolu coğrafyası için DHD sürecini Bir MDD
süreci olarak algılayan siyasal anlayışlar, kitlelerde beklenen politizasyonun
istenen düzeyde gelişmediği koşullarda ve özellikle halk savaşı için köylülüğün
toprak talebinin zayıflığından dolayı kitlesel gelişmenin yetersizliği
koşullarında, DHD’nin bu şabloncu dogmatik anlayışından cayarak, bu kez modern değişimci bir konuma
savrularak doğrudan sosyalist devrim tezlerine sarılmaktadır.
Oysa, diyalektik olarak düşünüldüğünde, sınıfsal
dinamiklerin bir DHD süreci için dahi engel oluşturduğu ve yetersizlik
gösterdiği koşullarda sosyalist devrimin hangi sınıfsal dinamikler üstünde
gelişeceği kocaman bir soru işareti olarak durmaktadır.
Bütün siyasal ve ekonomik göstergeler Anadolu ve
Kürdistan demokratik devrimlerini gerek kimlik sorunları etrafında ve gerekse
sınıfsal dinamikler etrafında ortaklaşmaya doğru sürüklemektedir.
Sosyalist devrim ve DHD’nin azami programı ile asgari programının
birleşme dinamikleri tam da Anadolu ve Kürdistan devrimlerinin zorunlu
ortaklaşma dinamiklerinden gelişmeye aday konumdadır.
Örneğin,
ulusal sorunun köylü sorunu
ile iç içe niteliği ile birlikte, Kürt köylülüğünün kendi coğrafyası dışında
proleterleşme koşulları bu sınıfsal dinamiklerden başlıcalarını oluştururken,
yine, bir toprak reformunun yarı feodal tarla tarımının niteliğinde bir değişim
yaratmayacağı ve küçük tarımı ortadan kaldırmayacağından dolayı ,tarım ve köylü
sorunun nihai çözümünün tarımın kolektifleştirilmesine zorunlu bağımlılığı,
asgari programın azami programa koordine olduğu siyasal içeriği oluştururken,
DHD den sosyalist inşaya geçiş süreçlerini de iç içe olgular haline
getirmektedir.
Anadolu DHD’ni MDD
formatında kavrayan siyasal anlayışlar serf niteliğinde topraksız köylülükten
çok küçük ve orta köylülük yapısındaki kırlardan beklenen reaksiyonu gerçekleştiremediklerinde
bu kez DHD’nin temel tezlerini Külliyen
yadsımakla doğrudan sosyalist devrim paradigmaları geliştiriyorlar.
Oysa,
DHD sürecinin toprak ve köylü sorunu, ulusal sorun, kimlik ve
aidiyet sorunları etrafındaki asgari programı atlanarak doğrudan azami programı
esas almakla bir sosyalist devrim paradigması yaratmak olanaksızdır.
Çünkü,
asgari programa niteliğini veren ve böylece devrim sürecinin
de niteliğini belirleyen sorunlar silsilesi etrafında gelişen pilitizasyon,
örneğin, içeriği kendi kaderini tayin hakkı gibi burjuva demokratik bir hak
olan, bizzat Kürt sorununun varlığı, doğrudan azami programı siyasallaştırmaya
olanak tanımadığı gibi yukarıda belirtildiği gibi halk sınıfları içinde
çekirdek proletaryanın konumunun
belirleyici nitelikte olmaması da doğrudan sosyalist devrim paradigmalarını
pratikte uygulanması olanaksız kağıt üstünde tezler haline getirmektedir.
Herhangi bir coğrafyada devrim sürecinin niteliği o
coğrafyanın ekonomi politiğinden, devrimci ve karşı devrimci sınıflar
arasındaki çelişkilerin niteliğinden ve varsa ulusal sorun ve kimlik sorunları
gibi siyasal sorunlar etrafında gelişen taleplerin niteliğinden bağımsız olarak
belirlenemez.
Doğrudan sosyalist devrim paradigmaları ,asgari programı
azami programın kuyruğuna yedeklemekle devrimin siyasal içeriğini
belirlediklerini sanmakla yanılmaktadırlar.
Çünkü,
doğrudan sosyalist devrim
paradigması esas olarak proletaryayı
öncü ve temel güç olarak belirlemeyi gerektirir ve baş çelişki emek sermaye
çelişkisi olarak belirlenir.
Oysa, baş
çelişkinin niteliğindeki bu farklılık yalnızca yukarıda belirtilen sebeplerden
dolayı emek kitlesinde antikapitalist bir pilitizasyon yaratmaya yetmeyeceği
gibi asgari programın görevlerini de tali hale getirerek
savsaklayacaktır.
Çünkü,
Anadolu coğrafyasında, zaten, DHD perspektifi için asil sorun
köylülüğün proleterleşme sürecinin kendine dair niteliğinden kaynaklanmaktadır.
Köylülüğün proleterleşme süreci tarımın yarı feodal yapısı ve küçü ve ortak
ölçekli tarım karakterine bağlı olarak komprador kapitalizm koşullarında yavaş
ve sıkıntılı bir nitelik göstermektedir.
Yine, bu süreç, kırsal artı nüfustan yalnız proleter
kitleleri değil ama ondan daha belirgin olarak yarı proleter ve küçük burjuva kitleleri
de türetmektedir. Yarı proletarya ve küçük burjuvazinin halk sınıflarının
birleşiminde belirgin bir çoğunluk teşkil ettiği bir siyasal coğrafyada bir de
bu olguya ulusal sorun ve diğer aidiyet ve kimlik sorunları eklenmişse doğrudan sosyalist devrim paradigması bir ütopyadan öte
bir anlam ifade etmeyecektir.
---------------
Fikret Karavaz