Kore Yarımadasının kısa tarihi
‘’Kore Yarımadası’nın bilinen tarihi MÖ 2333 yılında Kral
Dangun tarafından kurulan Gojoseon Krallığı ile başlatılmaktadır. MÖ 2.
Yüzyılda parçalanan bu devletin yerine Üç Krallık Dönemi olarak bilinen süreç
başlamış ve MS 7. Yüzyıla kadar Kore Yarımadası Goguryeo, Baakje ve Silla
hanedanları bölgenin hakimiyetini ele geçirmiştir. Bu üç krallık 676 yılında
Silla’nın hâkimiyeti altında birleşmiştir. (…)”
“20. Yüzyılın başlarına kadar bağımsızlığını koruyan Kore, 1910 yılında Japonya tarafından işgal edilmiş ve 1945 yılına kadar Japonya’nın hâkimiyeti altında kalmıştır. (…) 1910-1945 yılları arasında devam eden Japon işgali, Japonya’nın savaşı kaybetmesiyle (2. Dünya Savaşı. Bn.) sona ermiş, savaş sonrasında 38. Paralelin güneyinde ABD, kuzeyinde SSCB kontrolünde iki farklı yönetim ortaya çıkmıştır. 1948 yılında her iki yönetim de devlet ilanıyla yarımadanın tamamında egemenlik iddia etmiş, bunun üzerine Kore Savaşı patlak vermiştir.
ABD, İngiltere ve Birleşmiş Milletler (BM) birliklerinin
Güney yönetimini, SSCB ve Çin’inse Kuzey yönetimini desteklediği savaş,
1950-1953 yılları arasında üç yıl devam etmiş, bu süreçte 2,5 milyonu sivil
olmak üzere 3 milyondan fazla insan hayatını kaybetmiştir. (Bilindiği üzere
Türk Devleti de NATO’ya alınma karşılığında bu savaşta 15 bin civarında
askerle, Güney Kore saflarında katılmıştı. Bu emekçi halk çocuklarından 750’si
hayatını kaybetmiş, 175’i kaybolmuş, 400 civarında esir düşmüş ve 250’si de
yaralanmıştı. Bu savaşta da sembolik te olsa tek bir zengin çocuğu dahi yer
almamıştı. Bn.) Savaş sonunda Güney Kore ve Kuzey Kore olmak üzere iki farklı
devlet ortaya çıkmış, savaşsa resmi olarak ancak 2018yılında sona ermiştir.” (https://www.insamer.com/tr/ulke-profili-kuzey-kore/ )
Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti
Kuzey Kore, 2. Dünya Savaşı sonrası, Kore İşçi Partisi
önderliğinde önce “Kuzey Kore Geçici Halk Komitesi” adı altında, sonra da SSCB
denetiminde, “Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti” olarak, 9 Eylül 1948 tarihinde
kuruldu. 1960’lı yıllara kadar kendisini “Marksist-Leninist ve Juche
temellerine dayalı sosyalizm” olarak tanımlar. Ancak önce Juche ve ardından da
Songun revizesiyle; 2012 de gerçekleştirilen 4.Konferansta parti tüzüğünde
esaslı bir değişiklik yapılır. Kimilsungizm-Kimjongilizmin “partinin tek yol
gösterici fikri” olduğu kabul edilir. Zaten 2010 yılında yapılan 3.
Konferansta, partinin nihai hedefi olarak önsüzde yer verilen “komünist bir
toplum kurma” hükmü de tüzükten çıkarılır.
Babadan-oğula devredilen bir hanedanlık rejimi
İlk devlet başkanı: Kim İl-sung’dur. Ardından, 1994 yılında
oğlu Kim Jong-il ve 2011 yılından beri de torunu Kim Jong-un devlet başkanlığı
makamındadır. Yani demek oluyor ki Kuzey Kore halkı arasında Kim’ler dışında
gerek parti liderliği ve gerekse devlet başkanlığı vasfı gösterebilen başka
kimsecikler çıkmıyor ki babadan oğula, üç nesildir devam edegelen bir
hanedanlık rejimi kurulmuş.
Demokrasi yoksa, halk demokrasisi veya sosyalizm de
yoktur
Sırf bu olgu bile o rejimin sosyalist, ya da resmi anayasal
adıyla “demokratik halk cumhuriyeti” olduğunu tartışmalı kılar. Çünkü
demokrasi, her iki rejimin de vaz geçilmez temel ilkelerindendir. Hanedanlık
ise hem demokrasinin hem halk demokrasisinin ve hem de sosyalist demokrasinin
dokusuyla uyuşmayan, totaliter bir diktatörlüktür.
Anayasasına göre yönetim “demokratik seçimler” yoluyla
belirleniyor. Her ne kadar da üç küçük parti daha varsa da ancak tek resmi
parti Kore İşçi Partisi’dir. Bu parti, iktidar partisi olup, devlet ile
özdeşleşmiştir de. Keza Parti, 1946 yılında kurulan ve ülkedeki tek yasal
siyasi hareketi olan “Anavatanın Yeniden Birleşmesi için Demokratik Cephe” sine
de liderlik yapmaktadır.
Üretim araçları üzerinde devlet mülkiyeti = sosyalizm
değildir
Kuzey Kore Anayasanın 3. Maddesine göre “Kimilsungizm-Kimjongilizm”,
Kuzey Kore’nin resmi ideolojisi olup; genel olarak üretim araçları ve özel
olarak da devlet tarafından işletilen tüm işletmeler ve keza “kolektif işletme”
statüsüne dönüştürülmüş çiftlikler devlete aittir. Yani bu anlamıyla,
alışıla gelmiş klasik deyimiyle “kamu mülkiyeti” kategorisinde görünüyor. Fakat
biliyoruz ki sosyalist sistemde devlet erki, proletarya diktatörlüğü altında,
ta kurulduğu andan itibaren, koşullara bağlı olarak, tedricen sönümlenme
sürecine girmemişse, tam aksine halkın doğrudan yönetim aygıtları olan Sovyet
sistemini giderek işlevsizleştirerek, tüm yetkileri elinde toplayan katı
merkeziyetçi bürokratik bir yapı olarak toplum üzerinde bir otoriteye
dönüşmüşse; orada o “kamu mülkiyeti” artık gerçek anlamda kamunun, yani “tüm
halkın mülkiyeti” değildir. O, artık tamamen bir avuç bürokratın mülkiyetine
dönüşmüştür. Bu da aslında, kapitalizmin özünün ifadesi olan üretim araçları
üzerindeki özel mülkiyetin, “zümre mülkiyeti” formatıyla, kendisini yeniden
üretmeye devam etmesi anlamına gelir. Dolayısıyla da resmi adı sosyalist de
olsa, komünist de olsa, o rejim basbayağısından kapitalisttir. Buna “devlet
kapitalizmi” veya “bürokratik kapitalizm” de denir.
Yani gerek adındaki “demokratik halk cumhuriyeti” gerek
üretim araçları ve işletmelerin mülkiyetinin “devlet mülkiyeti” olarak anayasal
güvenceye alınmış olması ve gerekse sağlık hizmetleri, eğitim, barınma ve temel
gıda maddelerinin esasen devlet tarafından karşılanıyor olması gibi bazı
özelliklerin hâlâ devam ediyor olması Kuzey Kore’ye yine de “sosyalist sistem”
payesi kazandırmaz.
Kuzey Kore, Juche prensibine rağmen, “bağımlı ülke”
konumundan çıkamamıştır
KİP’in kurucu lideri ve ilk devlet başkanı Kim İl Sung’un
kendisi tarafından teorize edilen “Juche ideolojisi”ne ilişkin tanımı şöyledir:
“Başkalarına bağımlılığı reddetmek, kendi gücünü kullanmak, kendi gücüne
inanmak ve devrimci özgüven ruhunu sergilemek için bağımsız bir duruş” Bu temel
anlayış üzerinden de şu üç ilke ileri sürülür: “Chaju: Siyasi bağımsızlık, Chawi:
Askeri bağımsızlık, ulusal savunmada özgüven, Charip: Ekonomik bağımsızlık ve
kendine yeterlilik.” (https://www.dsjournal.org/kuzey-kore-juche-ideolojisi/ )
Fakat buna rağmen kuruluş sürecinde esas olarak SSCB
tarafından finanse edilen, sonra (ve ama özellikle de Sovyet Bloğunun
çökmesiyle) ekonomik ilişkilerinde esasen Çin’e dayanan Kuzey Kore, iktisaden
aslında kendi kendine yetebilen bir konuma ulaşmayı esasen başaramamıştır. Şatafatlı/yaldızlı
askeri atraksiyon ve nükleer silah sahibi, “güçlü devlet” sunumlarına karşın,
yaşam standartlarının hayli düşük olduğu, halkın ezici çoğunluğunun yoksulluk
sınırlarında bir yaşam sürdüğü rahatlıkla söylenebilir.
Devasa askeri harcamalar yoksulluğun bir diğer nedeni
Ve tabii bütün bunlara ek olarak bir buçuk milyonluk bir
ordunun toplam masrafları da dahil edildiğinde, bu devasa askeri harcamalar,
halkın bu yoksul yaşama mahkûm edilmesinin başlıca nedenleri arasında olsa
gerek.
Kuzey Kore ne karşılığında Ukrayna’da Rusya adına
savaşacak?
Bu soru, spekülasyondan ibaret, temelsiz bir soru değil
elbet. Kuzey Kore’nin Ukrayna cephesine asker gönderme kararı muhtemelen,
Haziran 2024 tarihinde Rusya ile yapılan, “herhangi bir saldırı halinde
birbirlerini koruma” şeklindeki prensip anlaşmasının bir gereği olarak izah
edilecektir. Fakat esas nedenin tek başına bu olmadığı açık. Esas nedenler
taraflar açısından farklılık arz ediyor: Rusya açısından esas neden, sahada
savaşacak asker açığını belli ölçülerde giderme ihtiyacıdır. Kuzey Kore
açısından ise çok daha farklı nedenler söz konusudur. Öncelikli neden, cephede
savaşacak asker karşılığında “gıda yardımı ile ekonomik ve teknolojik destek”
alabilecek olmasıdır. Bunun yanında gelişmiş savaş uçağı temin edebilecek
olması ve keza askerlerine doğrudan sıcak savaş ortamında tecrübe kazandıracak
olmasıdır. Tabii dünyanın hızla yeni bir emperyalist paylaşım savaşına doğru
sürüklendiği bir süreçte Kuzey Kore, müttefiklerine “güvenilir partner” olacağı
güvencesi verme ihtiyacı da duyuyor olabilir. (https://www.dw.com/tr/g%C3%BCney-kore-istihbarat%C4%B1-kuzey-kore-rusyaya-asker-g%C3%B6nderdi/a-70533913 )
Kuşku yok ki bu “al-ver” pazarlığının masum insanların
kanının pazarlanması üzerinden yapılıyor olması, tarih boyunca egemen zorbalar
açısından zerre kadar dert edilmediği gibi, nitekim bugün de asla dert
edilmiyor işte