Sınıf Teorisi dergisi 3/2023 sayısında İbrahim Kaypakkaya
yoldaşın tezlerinin genel olarak değerlendirildiği yayında Muzaffer Oruçoğlu’da “Kemalist
Hareketin Kısa Bir Anatomisi” başlığıyla Kemalizm üzerine tezlerimize dair yazdı.
Kaypakkaya yoldaşın Kemalist hareket, Kemalizm, Türkiye’nin
tarihi gerçekleri ve sınıf tahlilleri güncel önemini koruyor. Bunu öncelikle
belirtmeliyiz.
Kemalizm tezlerimize dair yarım yüzyıl sonra “üzerinde
düşünme”yi gerekli gören noktalara dikkat çeken Oruçoğlu “Kemalist harekete
dair tezlerin yarım asır sonra temel noktalarda isabetini ve gücünü koruduğu
açık”tır dedikten sonra “ayrıntılar üzerinde duracağını belirtir.
”Şeytan ayrıntıda gizlidir” diye bir söz vardır. “Ayrıntı”
görülen ya da öyle sunulanın ne derece esasa uzanıp-uzanmadığını meselenin
üzerinde durdukça göreceğiz. Ama ondan önce bir iki noktada hakikate parmak
basalım. Yazımızda i̇brahim Kaypakkaya’nın Kemalist harekete dair tezlerinin
dayandığı toplumsal, iktisadi, sınıfsal, temelin güncel bağı kurularak
geliştirilmesi, Türk burjuvazisinin hakim siyasetinin Kemalist harekete uzanan
köklerinin açıklanması ve artan Kemalizm etkisinin devrimci saflarda yarattığı
kafa karışıklıklarına teorik yanıtlar üreten bir kafa açıklığı ve netliği yoktur.
Aksine yarım yüzyıl sonra Oruçoğlu’nun Kemalist harekete
dair tezlerimize “esas olmasa da tali noktalarda” kafasının karışık olduğu
anlaşılmaktadır. Oruçoğlu yaşamı boyunca Kaypakkaya yoldaşı anlattı.
Görüşlerini esas alarak savundu. Fakat hiçbir dönem Kaypakkaya siyasi ve
politik çizgisi ve düşüncesinin devrimci içeriği ve yöntemini derinlemesine
kavrayamadı. Kaypakkaya yoldaşla birlikte parti kuruluşunda yer alan hiçbir
kadronun Kaypakkaya yoldaşın tezlerini geliştirme, diyalektik materyalizm devrimci
yöntemini vurgulama da önderlik etme kapasitesinde olmadıkları tarihi süreçle
görüldü.
Bu sadece teorik kısırlık yaratmadı, aynı zamanda toplumsal
hal ve şartların devrimci yöntemini uygulamak, sınıf mücadelesinin sorunlarına
mevcut şartlara denk düşen çözümler üretmek yerine, yetersizliklerin nedeninin
geçmişte olduğu düşüncesinin öne alınmasına yol açtı ve bu anlayışla Kaypakkaya
yoldaşın kısa süren devrimci proleter pratiği üzerine “hata ve eksiklikleri”
bulma tartışmalarının sonu hiç gelmedi. Ve bu tartışmalarda hiçbir dönem
devrimci sonuçlar çıkarılamadı. Kaypakkaya yoldaş katledildi, tutsak düşen
kadroların hapishanede geriye dönük başlattığı tartışmalar hiç bitmedi.
Tezlerimizin özünü
kavrama ve uygulamaya odaklanmak yerine ya dogmatik tekrar ya da subjektif
geçmiş değerlendirmeler birbirini takip etti. Yarım yüzyıl sonra hala Oruçoğlu
kafa karışıklığını giderememiştir. Dahası yalnız değildir, Sınıf Teorisi
yazarlarının Kaypakkaya değerlendirmeleri evlere şenlik, ayrıca üzerinde durmak
gerekir. Ayrıca geleneğimizde takip edilen, tüm eleştirilere rağmen ne dediğine
bakılan Oruçoğlu’nun Marksizm, Leninizm, Maoizm devlet teorisinden anarşizm
devlet teorisine kaydığı, devrimci teorik yönünün oldukça aşınıp döküldüğünü
belirtmek durumundayız… Hatalı gördüğümüz fikirlerinin tümünü burada
değerlendirmek söz konusu değildir ama savurulmanın ifadesi düşüncelerinden
etkilenenlerin olduğu -Sınıf Teorisi gibi- biliniyor, ve
vurgulayarak geçiyoruz.
Kemalist harekete dair tezlerin temel noktalarda isabetini
koruduğu belirtildiğine göre Oruçoğlu mevcut durumda i̇brahim Kaypakkaya’nın
Kemalist harekete dair tezlerinde tali yönde, ayrıntılarda “hatalar” olduğunu
ileri sürmüş oluyor. Her ne kadar “ayrıntı” dense de üzerinde düşünülmesi
istenilen noktalar Kemalist harekete dair tezlerin temelini oluşturur.
Şöyle deniyor: “Tezlere göre ‘Devrimin önderleri daha
anti-emperyalist savaş yıllarında iken i̇tilaf emperyalizmi ile el altından
i̇şbirliğine girişmişlerdir”
Kaypakkaya yoldaşın bu tezinde çelişki olduğunu düşünen
Oruçoğlu’nun “ayrıntı” gördüğü tespit Kemalist hareketin sınıf karakterini,
siyasi, politik, i̇ktisadi sonuçlarını kapsayan esas noktadır.
Kaypakkaya yoldaş “TİİKP program taslağı eleştirisi“nde
Kemalist harekete dair değerlendirmesini özetini yapar bu meseleyi esas olarak
“Şafak revizyonistinin Kemalist hareket, Kemalist iktidar dönemi, ikinci dünya
savaşı yılları, savaş sonrası ve 27 mayıs hakkındaki tezleri” başlıklı
çalışmasında kapsamlı olarak açıklığa kavuşturur. Altmış iki sayfa tutan,
Kemalist ulusal devrim ve sonuçları, sınıf karakteri, hakim olan sınıfların
arasındaki ilişki ve mücadele, bu sınıfların emperyalizm ile işbirliğinin
tarihi kökleri vb. hakkındaki görüşlerin arasında Oruçoğlu’nun “Devrimin
önderleri daha anti-emperyalist savaş yıllarında iken itilaf emperyalizmi ile
el altından i̇ş birliğine girişmişlerdir” tespitini alarak, burada geçen
“anti-emperyalist savaş yıllarında” i̇fadesini “manşete” alarak Kaypakkaya’nın
ve dolaysız olarak Maoist hareketin Kemalist hareketin mücadelesini “anti-emperyalist”
olarak nitelendirdiği sonucunu çıkarması Kemalizm tezlerimizin muhtevasıyla
ilgisi yoktur.
“Anti-emperyalist savaş yıllarında” ibaresi Kemalist
harekete dair görüşlerin özetlediği maddelerin birinde geçiyor. Bu ibare ulusal
mücadeleyi bir bütün olarak “anti-emperyalist savaş” şeklinde tanımlaması
anlamında değil, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen ve sömürge durumuna düşen
Osmanlı’da emperyalist işgalin sonlandırılması hedefli bir süreci ifade eder ve
bu süreçte Kemalist burjuvazinin emperyalistlerle i̇şbirliğine girmesi de
açıklanır. Bu yönüyle Kaypakkaya’nın Kemalizm tahlilinde tutarlılık vardır.
Sömürge durumundaki
Osmanlı’dan yarı-sömürgeye dönüşen Türkiye’nin sınıflar gerçeği açıklığa
kavuşturur. Türkiye’nin tarihi gerçekleri neyse, Kaypakkaya yoldaş bu toplumsal
ve iktisadi olguları materyalist anlayışla tahlil etmiştir. Kemalizm tahlili
bir bütün olarak kavranmalı. Belli başlı noktaları özetleyen tespit ve cümleler
konu hakkındaki esas görüşlerden koparılarak Oruçoğlu’nun “anti-emperyalist
savaş yıllarında iken” i̇fadesini aldığı gibi ele alınırsa kişi nereye varmak
istiyorsa oraya vardırabilir.
İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm tezleri esasta doğru, ama
ayrıntılarda hata, sorun gören Oruçoğlu şunları söylüyor:
“Tezlere göre ‘Devrimin önderleri daha anti-emperyalist
savaş yıllarında iken i̇tilaf emperyalizmi ile el altından i̇ş birliğine
girişmişlerdir” (…)
Kaypakkaya’nın bu tespitine karşı Oruçoğlu’nun üzerinde
düşünmemizin gerekli olduğunu belirtti ayrıntı ise şöyle konuluyor:
”(…) Burada üzerinde düşünmemiz gereken iki nokta vardır:
Birincisi, savaşın anti-emperyalist olarak nitelenmesi, i̇kincisi ise devrim
önderlerinin savaş yıllarında iken i̇tilaf emperyalizmi ile el altında iş
birliğine girmiş olmalarıdır. Anti-emperyalizm, emperyalizmin ortadan
kaldırılmasına, bulunduğu yerden defedilmesine matuf bir olgudur. Devrime
önderlik eden komprador burjuvazi; kompradorluğundan dolayı anti emperyalist
bir aksiyonu zaten üstlenecek yapıda değildir. Tezin bütününe, kurtuluş savaşı
yıllarındaki sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal yapının savaştan sonra
yarı-sömürge ve yarı-feodal bir yapı haline geldiği görüşü hakimdir. Hal böyle
olunca kurtuluş savaşının anti-emperyalist bir savaş değil, sömürge yapıyı
tasfiye eden ama yarı-sömürge yapıyı koruyan anti-sömürgeci bir savaş olduğu
savunulmuş oluyor” (Sınıf Teorisi, Sayı 3/2023, Sayfa:47, Muzaffer
Oruçoğlu)
Gerçekten şeytan ayrıntıda gizliymiş! Oruçoğlu’nun
“ayrıntıda” düşünülmesini istedikleri Kemalizm üzerine düşüncelerimizin esasına
giriyor. İşin özü tartışılmıyor, i̇çerikten kopartılmış kavramsal ikilik
yaratılıyor ve kafa karışıklığı dışında bir işe yaramıyor söylenenler. Kemalist
hareketin tarihi kökleri, sınıf niteliği, iktisadi yapının durumu,
burjuvazisinin kendi arasında çelişkisi, rekabeti ve mücadelesi Kemalist
burjuva milliyetçi hareketin emperyalizm ile işbirliğine girmesi vb. dair
detaylı ibrahim Kaypakkaya’nın görüşleri -görüşlerimiz- dikkate alınsa.
“anti-emperyalist savaş yıllarında iken” i̇fadesinin, i̇şgal altında, sömürge
durumundadaki topraklarda emperyalist işgalin sonlandırılması mücadelesiyle
ortaya çıkan Kemalist ulusal hareketin gelişimi ve dönüşüm geçirdiği koşulları
ve siyasi atmosferi ifade ettiğini anlamak hiç zor değil.
Kemalizm, ya da Kemalist hareket tahlillerimiz “anti-emperyalist
savaş” ya da Kemalist hareketin “anti-emperyalizmi” üzerine yürümediği için
Oruçoğlu’nun üzerine yarım yüzyıldır düşündüğü anlaşılan tezler bize çelişkili
görünmez, aksine tezlerimiz Kemalist burjuva milliyetçi hareketin ve önderlik
eden sınıfların emperyalizmle girdiği iş birliğini son derece açık ve net
açıkladığı için Türkiye’nin tarihi gerçekleri konusunda açık fikirler
sahibiyiz.
Oruçoğlu’nun kurduğu ikilemde Kemalist milliyetçi hareket
hangi sınıfı temsil ediyor, ulusal kurtuluşa hangi sınıflar önderlik etti? vb.
temel tespitleri tartışmaya açıyor. Ki bu da meselenin özüdür. Bu sorulara
verilen cevaplar Kemalizm tahlilinde yanlış ve doğru yaklaşımı açıklığa
kavuşturur. Yani öyle “ayrıntı” vs. değildir, işin esasıdır.
THKO, THKP/C gibi parti ve örgütlerden dallara ayrılan bir
çok parti ve örgütten tutalım da Kemalizm dalkavuğu TKP’ye ve bu çizgide
yürüyen çeşitli “komünist” i̇ddialı partiler, Vatan Partisi, EMEP, SOL Parti
gibi geniş bir politik cephe Kemalist hareketi ya orta burjuvaziyi ifade eden
milli burjuvazinin, ya da küçük-burjuvazinin devrimci anti-emperyalist hareketi
olarak tanımlıyor. Kimisi de sınıfları bir kenara atıyor, Kemalistleri sınıf
dışı, ya da üstü bir kategoriye yerleştiriyor.
“Askeri-sivil-aydın zümre”, “zinde güçler”, “millici güçler”
vs. diyor. İbrahim Kaypakkaya yoldaş komprador büyük burjuvazi ve toprak
ağaları sınıfının hareketi olarak Kemalist milliyetçi hareketi tahlil ediyor.
Bu Kemalizm konusunda Kaypakkaya ile Kemalizm hayranları -ya da burjuva
düşüncenin etkisi altında bilimum oportünistlerle- i̇le arasında esas ayrım ve
görüşlerin dayanak noktasıdır.
Oruçoğlu ise yarım yüzyıl sonra İbrahim Kaypakkaya’nın
Kemalist milliyetçi harekete dair bu görüşlerini tartışmaya açmak istiyor. Bu
tür tartışmalar yeni değil elbette, Kemalist burjuva düşüncesinin etkisi
altında olan sosyalist komünist iddialı parti ve örgütlerin hatalı görüşlerine
karşı Kaypakkaya takipçileri mücadele yürütüyor. Bu yönlü “yeni açılım”
çıkışlarının Sınıf Teorisi’nde çiçek açması yeniden parlatılan, yücelilen
Kemalizm olgusundan bağımsız değil. Dileriz hatalarla dolmuş karnelerine yeni
hatalar eklemezler.
”Üzerinde düşünmemizin gerekli olduğu” söylenen noktaları
daha iyi anlamak ve tartışılan meseleye dair görüşlerimizi derinleştirmek için
Kemalist ulusal devrim, bu devrimin sınıf karakteri, hakim olan sınıflar, bu
sınıflar arasında mücadele, yine bu hakim sınıfların emperyalizmle girdikleri
iş birliği hakkında İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini özetlediği bölümü
aktaralım.
1) Kemalist devrim, Türk ticaret burjuvazisinin, toprak
ağalarının, tefecilerin, az miktardaki sanayi burjuvazisinin, bunların üst
kesimlerinin bir devrimidir.
2) Devrimin önderleri, daha anti-emperyalist savaş
yıllarında iken, i̇tilaf emperyalizmi ile el altında iş birine girişmişler;
emperyalistler Kemalistlere karşı hayır-hah bir tutum takınmış, bir Kemalist
iktidara rıza göstermeye başlamıştır.
3) Kemalistler, emperyalistlerle barış imzaladıktan sonra bu
işbirliği daha daha da koyulaşarak devam etmiş, Kemalist hareket “özünde
köylülere ve i̇şçilere; bir toprak devrimi imkanlarına karşı”
gelişmiştir.
4) Kemalist hareketin sonucunda Türkiye’nin sömürge ve
yarı-feodal yapısı, yarı-sömürge ve yarı-feodal yapı ile yer değiştirmiştir.
Yani yarı-sömürge ve yarı-feodal i̇ktisadi yapı devam etmiştir.
5) Sosyal alanda, eski komprador büyük burjuvazinin ve eski
bürokrasinin, ulemanın hakim mevkini, milli karakterdeki orta burjuvazi içinden
palazlanan ve emperyalizmle işbirliğine girişen yeni Türk burjuvazisi, eski
komprador Türk burjuvazisinin bir kesimi ve yeni bürokrasi almıştır. Eski
toprak ağalarının, büyük toprak sahiplerinin, tefecilerin, vurguncu tüccarların
bir kısmının hakimiyeti devam etmiş, bir kısmının yerini yenileri almıştır.
Kemalist iktidar bir bütün olarak, milli karakterdeki orta burjuvazinin
çıkarlarını temsil etmekte; yukarıdaki sınıf ve zümrelerin menfaatini temsil
etmektedir.
6) Politik anlamda, hanedanlık çıkarlarıyla birleştirilmiş
olan meşrutiyet i̇daresinin yerini, yeni hakim sınıfların çıkarlarına en iyi
cevap veren idare, burjuva cumhuriyet almıştır. Bu irade, sözde bağımsız,
gerçekte ise siyasi bakımdan emperyalizme yarı-bağımlı bir iradedir.
7) Kemalist diktatörlük sözde demokratik, gerçekte askeri
faşist bir diktatörlüktür.
8) “Kemalist Türkiye gittikçe daha çok bir yarı-sömürge ve
gerici emperyalist dünyanın bir parçası haline gelerek, nihayet kendini
İngiliz-Fransız emperyalizminin kucağına atmak zorunda kalmıştır.”
9) Kurtuluş savaşını takip eden yıllarda, devrimin baş
düşmanı Kemalist iktidardır. O dönemde; komünist hareketin görevi, hakim
mevkiini kaybeden eski komprador burjuvaziye ve toprak ağaları kliniğine karşı
Kemalistlerle ittifak değil, (böyle bir ittifak hiçbir zaman gerçekleşmemiştir)
komprador burjuvazi ve toprak ağlaarı kliniği temsil eden Kemalist iktidarı
devirmek, yerine işçi sınıfı önderliğinde ve işçi köylü temel ittifakına
dayanan demokratik halk diktatörlüğünü kurmaktır.
10) Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nın sonundan itibaren
komprador büyük burjuvazi ve toprak ağaları iktidara hakimdir. Fakat komprador
büyük burjuvazi ve toprak ağaları iki büyük siyasi kliğe ayrılmıştır. İktidara
de devlet mekanizmasına hakim olan klik, önce İngiliz-Fransız emperyalizminin,
1935’lerden i̇tibaren de Alman emperyalizminin iş birliğini yapmıştır. İkinci
Dünya Savaşı öncesine kadar genel olarak orta burjuvazide bu kliğin peşinde
harekete katılmıştır” (i̇brahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar)
Özcesi Kaypakkaya Kemalist hareketin “milli-ulusal
kurtuluşçuluk” niteliğini isabetle doğru tespit ediyor. Kurtuluşçuluk sömürge
yapının kalkması, emperyalizmin dolaylı hakimiyetinin süreceği yarı-sömürge
yapının yeniden kurulması ve muhafaza edilmesidir. Kemalist burjuva milliyetçi
hareketin komprador Türk büyük burjuvazisi ve toprak ağalarının siyasi
temsilcisi olduğunu yaptıklarıyla göstermiştir.
Stalin yoldaş Kemalistlerin sınıf niteliği, hangi koşullarda
yükseldiği ve kime karşı geliştiğini şöyle ifade etmiştir:
”Kemalist devrim üst tabakanın millî ticaret burjuvazisinin
(buradaki “milli”lik bizim anladığımız “orta burjuvazi” anlamında değil, Türk
olan burjuvazi anlamındadır. “Milli burjuvazi” ile “komprador burjuvazi” teorik
kategorileri ayrımı daha sonra Mao Zedumg’a aittr. Bu önemli ayrıntı akılda
tutulmalı.) bir devrimdir. Yabancı emperyalistlere karşı mücadelenin içinde
yükselen ama daha sonra özünde köylülere ve işçilere, bir toprak devrimi
i̇mkanına karşı gelişen bir devrimdir.”
Kaypakkaya buradaki “üst tabaka”yı i̇ttihat ve terakki
i̇çinde palazlanmış olan önce Alman emperyalizmine uşaklık eden, Birinci Dünya
Savaşı’nda Alman emperyalizminin yenilgisinden sonra da i̇ngiliz-Fransız
emperyalizmine yaklaşan “Türk komprador burjuvazisinin” ta kendisidir şeklinde
açıklar.
Bu aktarımlardan sonra meselenin esasına geri dönelim.
Kayakkaya’nın “Devrimin önderleri daha anti emperyalist savaş yıllarında iken”
i̇fadesi ile Stalin’in “Kemalist devrim (…) yabancı emperyalistlere karşı
mücadelenin içinde yükselen” i̇fadesi arasında kastedilen noktasında bir fark
yoktur. Çünkü her iki düşüncede emperyalistlere karşı mücadele içinde yükselen
Kemalist milliyetçi hareketin kısa sürede emperyalist cephede yerini aldığını
açıklıyor. Oruçoğlu ise bu ifadelerin dayanak noktasını ve gelişmesi, vardığı
sonucu dikkate almadan “savaşın anti-emperyalist olarak nitelenmesi” sonucunu
çıkarıyor ve bu subjektif anlayışın mantık hareketini komprador burjuvazinin
anti-emperyalist bir aksiyonu olamayacağı sonucuyla birleştirerek kendisine ve
Kaypakkayacı hareketlere “çelişkili noktaları” açığa çıkardığını göstermiş
oluyor(!) Anlaşılıyor ki, Oruçoğlu yarım yüzyıldır Kaypakkaya’nın Kemalizm
tahlilinin özünü kavramamış. Ona göre bu tezlerle “anti-sömürgeci bir savaş
olduğu savunulmuş oluyor”muş, “anti-sömürgeci”, “anti-emperyalist”
kategorilerinin karşı karşıya konulmasının iktisadi ve siyasi temeli yok.
Sormak gerekiyor Oruçoğlu’na sömürgeciler kim, emperyalistler kim?
İngiliz-Fransız sömürgeciler aynı zamanda emperyalist değil mi? Sömürge rejimi
kuran bunlar değil mi? Buradaki mesele yabancı emperyalistlerin açıktan
işgaline karşı mücadele içinde yükselen Kemalist burjuva milliyetçi hareketin
hangi sınıfı temsil ettiği, bu harekete hangi sınıfların önderlik ettiği ve
emperyalistlerle iş birliğine girip girmediği ve nasıl bir politik, siyasi,
sınıf iktidarının kurulduğudur. Kemalizm üzerine tahlilimiz de bütün bu temel
sorulara yanıtlar var.
Ulusal devrime önderlik eden komprador burjuvazinin tekelci
sermayeye bağımlılığından dolayı emperyalist işgale karşı bir durusu
olamayacağı görüşü ileri sürülüyor. Bu anlayışla Kemalist milliyetçi harekete
önderlik eden sınıfların komprador burjuvazi olduğuna dair Kaypakkaya’nın
görüşünün yanlış olduğu söylenmiş olmaktadır. Oysa komprador burjuvazinin işgal
edilmiş ülkede sömürge durumunun sonlandırılması, kendi hakimiyetinin tesis
edilmesini istemediği, yabancı emperyalistlere bu meselede karşı durmayacağı
görüşü toptan yanlıştır.
Komprador burjuvazi ve yabancı sermayenin en büyük aracılık
örgütü devlet olmasına bağlı etkin olan komprador bürokrat burjuvazinin
emperyalizm ile işbirliği yapan ve devlete hakim olan burjuva-feodal tabakalar
Osmanlı’da oluşmuştu. Türk milliyetçilik akımına önderlik eden İttihat ve
Terakki partisinde siyasal ifadesini bulan komprador burjuvazi ve komprador
bürokrat burjuvazi uşaklık ettikleri Alman emperyalizmi ile Birinci Dünya
Savaşı’nda yenildikten sonra daha önce mali ve ticari ilişkileri olan İngiliz
ve Fransız emperyalistlerine yaklaşmakta hiç zorlanmadılar. Komprador Türk
büyük burjuvazisi sömürge durumunun sürmesi halinde mali, ticari avantajlarını
kaybedeceğini, ettiğini gördü. Komprador burjuvazi sömürge yapıdan yana olmadı
çünkü menfaatlerine uygun değildi. Kaypakkaya yoldaş komprador burjuvazinin
işgal karşıtlığının ekonomik temelini bu yönlü açıklar. Tarihi gerçeklerde
böyledir. Ermeni, Rum, diğer dini toplulukların işletmeleri, toprak
birikimlerine, sermayelerine el koyan yağmacı Türk burjuvazisinin aşırı
milliyetçi örgütü 1913-1918 arasında Osmanlı devletini yönetti. Birinci Dünya
Savaşı’nda yenildikten sonra dağılan İttihat ve Terakki Partisi bir süre Teceddüt
(yenilenme) partisi olarak kaldı. Sonra Teceddüt’ü oluşturan İttihatçılar
“Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ni örgütleyerek tamamı bu örgüte
geçmiştir. Mustafa Kemal’in liderliği nedeniyle Kemalist hareket denilen bu
Türk burjuva milliyetçi hareketin başı ve gövdesi İttihat ve Terakkinin
devamıdır. Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri 9 Eylül 1923’te CHP’ye
dönüşmüştür. İttihatçılar zaten emperyalistlerin işbirlikçileriydi, eski
pozisyonlarını korumak istemeleri çelişkili değil.
Yarı-sömürge Osmanlı yapısında emperyalistlerle işbirliği
temelini kurmuş, büyümek, Rum, Ermeni, Kürt ulusları ve azınlık milliyetleri
tümden yok etmek, mallarına çökmek istediğini pratiği ile göstermiş bu
komprador burjuvazinin yabancı emperyalistlerin işgal durumunu sonlandırmak
için mücadeleye önderlik etmeleri iktisadi çıkarlarının “tabii” i̇fadesidir.
Komprador Türk burjuvazisinin İTC’nin devamı Kemalist milliyetçi hareketin
sömürge yapının kalkması için ulusal mücadeleye önderlik etmesi söz konusu komprador
burjuvazi ve komprador bürokrat burjuvazinin hakim sınıfların iktisadi
çıkarlarıyla uyumludur. Buradaki “emperyalistlere karşı mücadele ve ulusal
kurtuluşçuluk” ulusal harekete özgü milliyetçi niteliktedir ve emperyalizmin
dünyaya mutlak hakimiyet koşullarında (sosyalizm kampı dışında) sömürge yapının
kalkması ama yabancı sermayenin özgürlüğüne tam güvence sağlanacağı
emperyalizmin dolaylı hakimiyetinin süreceği (1918’e kadar olduğu gib)
yarı-sömürge yapının kurulması içeriğindedir. İşte tam da Kaypakkaya Kemalist
burjuva milliyetçi hareketin emperyalizmle işbirlikçilik karakterini
açıklayabildiği için tüm Kemalizm dalkavukçularından ayrılıyor.
Sömürge bir ülkede ya da savaş yenilgisiyle sömürge durumuna
düşmüş Türkiye gibi koşullarda, ulusal kurtuluşa komprador burjuvazinin
önderlik etmesi kavramından, ya da aynı anlama gelen, Kemalist ulusal hareketin
komprador burjuvaziyi ve toprak ağalarını temsil ettiği ve emperyalist işgalle
mücadele içinde yükseldiği ve bu gelişmesini de emperyalizmin dolaylı hakimiyetinin
süreceği yarı-sömürge yapının yeniden kurulmasıyla tamamlaması gerçekliğini
ifade eden Kaypakkaya’nın Kemalist hareket değerlendirmesinden komprador
burjuvazinin kapitalizm ve nihai evresi emperyalizme -kapitalizmin yok
edilmesi, def edilmesi esaslı bir mücadele verildiğinin söylenmiş olduğu
sonucunu çıkarmak Kaypakkaya’nın net ve keskin Kemalizm değerlendirmeleri ve
tespitlerinin yontulması çabasının göstergesi olarak okunmalı. Başka da anlamı
yok. Oruçoğlu sömürge koşullarında emperyalizme karşı mücadeledeki burjuva
ulusal muhtevayı atlıyor. Ulusal meseledeki bu içerik bir yandan fiili işgalin
sonlandırması ve bağımsızlık, diğer yandan emperyalizmin dolaylı hakimiyetinin
süreceği yarı-sömürge yapının korunmasını içerir. Birbiriyle çelişkili görünen
bu yönler aynı şartlarda var olur ve ulusal hareketin yükselen gücüyle
birincisi ikincisine evrilir, yani sömürge yapının yerini yarı-sömürge yapı
alır. Komprador burjuvazinin emperyalistlere karşıtlığının buradaki çizgisi,
i̇şgalin sonlandırılmasıyla sınırlıdır. Ayrıca emperyalist işgale karşı
savaşacak komünist önderlik ortaya çıkmadığı için ulusal kurtuluşçuluk burjuva
milliyetçi Kemalist hareket üzerinden konuşulmaktadır. Proletarya ile
burjuvazinin ulusal kurtuluşçuluğu temelden farklıdır. Örneğin Çin’de Çin
Komünist Partisi dışında Çan Kay Şek’in liderliğinde Gumintang’da emperyalist
Japon sömürgecilerine karşı savaştı. Mao Zedumg’un önderliğinde ÇKP
emperyalizmi-sömürgeciliği yok etmek ve Çin’i proleter bir ülke ve ulus yolunda
yeniden kurmak için savaşıyordu. Gomintang ise i̇şgalin sonlandırılması ve
kapitalizmin, burjuvazinin hakimiyetinde bir ulusal kurtuluşçuluktan yanaydı.
Bu iki farklı yolda nihayetinde proletaryanın yürüyüşü zafer yolunda yükselince
Çankay Şek-Gomintang, ABD ve diğer emperyalistlerle işbirliği içinde ÇKP’ye
karşı savaştı. Sonunda yenildi ve bugün hâlâ sorun olmaya devam eden Tayvan’a
kaçtı. Demek ki ulusal meselede emperyalizme karşı mücadelede sınıf içeriği
dikkate alınmalı.
Örneğin 20. yüzyılda Afganistan’da Emenullah Han i̇ngiliz
emperyalist sömürgecilere karşı savaştı, düşünce dünyası demokratik ölçülerin
gerisinde olsa da, savaştığı için emperyalistleri darbelediğinden nesnel olarak
bu durum onu emperyalizm karşıtlığına yerleştiriyor. Ama bundan emperyalizmi
yok etmek kapitalizmi yok etmek sonucu çıkarılamaz. Buradaki “karşı” oluş
i̇şgalin sonlanması burjuva içeriği kapsamındadır.20. yüzyılda emperyalist
sömürgecilere karşı savaşan burjuva milliyetçi ulusal hareketlerin tümü aynı
zamanda emperyalistlerin işbirlikçisi olmuştur. Kemalist milliyetçi harekette
bu olgunun i̇lk örneklerinden biridir. Bu anlamıyla Kemalist komprador
burjuvazinin emperyalist işgalin sonlandırılması amacına “emperyalizmin yok
edilmesi” gibi bir anlam yüklenemez. Türk komprador burjuvazisinin “ulusal
kurtuluş”çuluktaki önderlik pozisyonuda bu temelde anlaşılması gerekli. Ayrıca
“kurtuluş savaşı” kavramı kullanıyoruz ama 1918-1923 yılları arasında
i̇ttihatçılar ve daha sonra Kemalist milliyetçi hareket i̇ngiliz-Fransız işgal
ordularına karşı silahlı bir savaş yürütmediler. Kemalistler 1919’dan i̇tibaren
doğrudan emperyalistlerle i̇letişim içinde oldular ve Sovyet devriminin yayılma
tehlikesine karşı anti-komünizm cephesinde emperyalistlerle işbirliğine
girmiştir. Biz buna “savaş” değilde mücadele dediğimizi düşünelim yine de
meselenin özü değişmez.
Muzaffer Oruçoğlu i̇brahim Kaypakkaya’nın tezlerinde “hem
komprador burjuvazi ulusal devrime önderlik etti, hem de daha anti-emperyalist
savaş yıllarında iken emperyalistlerle işbirliğine girişmiş” denilmesini
çelişkili buluyor.
Gerekçesi ise şudur: “Komprador burjuvazi kompradorluk
karakteri icabı anti-emperyalist bir hareketi üstlenemez” Peki doğrusu neymiş?…
Kemalist hareket anti-sömürgeci bir hareket olarak tanımlanmalıymış!. Aynen
böyle.
Belirttiğiniz gibi i̇brahim Kaypakkaya Kemalist milliyetçi
hareketi ve devrimi Oruçoğlu’nun “anti-emperyalist devrim” ya da
“anti-emperyalist savaş” karakteri ile değil, emperyalizm işbirlikçiliği
karakteri ile değerlendirir. Bu nedenle Oruçoğlu’nun yaptığı kelime oyunu
oldukça zararlıdır ve gerçeği yansıtmaz. Üstelik de komprador burjuvazinin neyi
neden ve nereye kadar istediği açıklanmış olmasına rağmen. “Emperyalizme karşı
mücadele içinde yükselmek” yada “anti-emperyalist savaş yıllarında iken” yani
emperyalistlerin işgaline karşı mücadele yıllarında ifadesi, Kemalist ulusal
devrime “anti-emperyalist devrim” denildiği anlamına gelmez. Kemalistlerin
gelişmesi ve yönetimi ele almaları bir süreçtir ve bu süreç aşamaları ile
değerlendirilmiştir. Türkiye tarihi gerçeklerinin gösterdiği gibi komprador
burjuvazinin çıkarları emperyalistlerin açıktan ülkeyi işgal etmesinde değil,
işgalin, sömürge yapının bir an önce sonlandırılmasındadır. Sömürge yapının
sonlandırılmasıın istenmesi ve bunun için mücadele edilmesi kapitalist-emperyalizmin
yok edilmesi ve tümden def edilmesi anlamına gelmez, sadece emperyalist
egemenliğin sömürge yapıdan yarı-sömürge yapıya geçmesi anlamına gelir. Bu
anlamda burjuvazi komprador nitelikte olsa da emperyalist işgalin
sonlandırılması mücadelesinde aksiyon üstlenir. Oruçoğlu’na göre hem
işgalin-sömürge yapının sonlandırılmasını isteyen komprador burjuvazinin, hemde
bu amacı doğrultusunda emperyalizm ile işbirliğine girmesi çelişkilidir.
Kaypakkaya yoldaşa göre ise, tarihsel olgularla sabit bir hakikattir.
Ayrıca emperyalizm çağında 20. yüzyılda kapitalist
sömürgecilik emperyalizmden ayrı düşünülemez. Kelime oyunu yapılmamalı. Sonuçta
anti-sömürgeci bir savaşta anti-emperyalist bir savaştır. Çünkü sömürgeci
güçler emperyalistlerdir. Sömürgeci emperyalist savaş burjuvazinin önderliğinde
yürütülüyorsa, sömürge yapının kaldırılması, ulusal bağımsızlığın kazanılmasını
-sakatlanmış bir bağımsızlık olsa da- i̇çerir. Buradaki karşıtlık biçimde
ulusal, içerikte burjuvadır, kapitalist sermayenin egemenliğine karşı değil,
sermaye dolaşımı ve üretimin ve sınıf iktidarının yeniden düzenlenmesidir.
Nitekim cumhuriyet zemini üzerinde Kemalist komprador burjuvazi ve toprak
ağalarının sınıf iktidarı yeniden tesis edilmiştir.
Komprador burjuvazi emperyalist sermaye yapının
sonlandırılması amaçlı milliyetçi harekete önderlik ettiğinde varlığını
yatsımış, yada sınıf karakterine ters bir tavır almış olmaz, yada bu onu
kapitalizm karşıtlığına götürmez, bilakis modern kapitalist toplum ve siyasal
düzenin göz önündeki örnekleri gibi bir ulusal devlette iktidara oturmak için
hareket ettiğini gösterir. Buradaki emperyalizme karşı duruş emperyalizmin yok
edilmesi değil, sömürge yapının yerini, bağımsız görünüm altında göbekten
bağımlı yarı-sömürge idari ve siyasi yapının alması çerçevesini aşamaz.
Herhangi bir ulusal hareketin bu sınıfsal niteliği emperyalist işgal sömürge
karşıtlığı ve mücadelesinden herhangi bir ulusal hareketin bu sınıfsal niteliği
emperyalist işgal sömürge karşıtlığı ve mücadelesinden yada savaşından
emperyalizmle iş birliğine varması durumuna “emperyalizm karşıtlığı” değil de
“sömürgecilik karşıtı” denilmesi üzerine tartışmalar yürütülmesi sadece
Kemalizme utangaçca göz kırpmakla açıklanabilir.
Yarım yüzyıl sonra hala Kaypakkaya’nın görüşleri üzerinde
Muzaffer Oruçoğlu’nun düşünmesi bir yanıyla i̇yi ve anlamlı, ama Kaypakkaya’nın
canlı devrimci açık ve net fikirlerinden uzaklaşıp canlı ruhunu yitirdiği için
devrimci sonuçları çıkaramaması yönüyle de kötü.
Kemalizm Proleter Devrimci Aydınların Gözünde “Muteber” Değil…
Muzaffer Oruçoğlu’nun i̇brahim Kaypakkaya’nın Kemalist
hareket değerlendirmesine “isabetli ve gücünü koruduğunu” vurgulaması ve
“ayrıntılara dikkat çekme” adı altında temel noktalarda gedik açan fikirler
ileri sürmesinin doğru bir tarafı yok. Bunu Kemalist yönetimin faşist yönünü
belirtse bile burjuvazinin pek sevdiği ve en öne koyduğu “aydınlanmacı, laik,
modern” yönüne alan açarak düşüncesindeki zayıflığı açığa vuruyor. Böylece
başta tartışmaya açtığı iki noktayı sonunda “modernist” yönüyle tamamlıyor ve Kaypakkaya’nın
Kemalizm üzerine görüşlerini yumuşatacak, sınıfsal gerçekliğinden koparacak bir
zemin sunuyor. Burjuvazi ve tüm sosyal-şoven Kemalizm dalkavukları Mustafa
Kemal’i “modern, laik, aydınlanmacı, i̇lerici” kavramlar kullanarak “çağın
lideri, devrimci, demokrat” olduğu yönünde propaganda yapıyorlar. Kurulan bu
egemen sınıf ideolojik hegemonyası ile M. Kemal’in liderlik ettiği sistemin
faşist, kendisinin de faşist bir diktatör olduğu gerçeği gizleniyor. Hitler,
Mussolini, Franco modernizm, aydınlanma, laiklik karşıtı mıydı? Hayır! Demek ki
faşizm modern dünyada tekelci finans-kapitalin en kanlı, en saldırgan,
soykırımcı siyasal diktatörlüğüdür. Faşist liderlerin modernliğinin zerre
değeri yoktur. Aydınlar, komünist iddialı partiler, bilim insanları,
sanatçıların Hitler, Mussolini, Franko, Japon faşistlerinin i̇nsanlığa karşı
işledikleri suçları, sınıf karakterleri, amaçlarını değilde, “aydınlanmacı,
modern, laik” yönlerini çalışmaları ne kadar çarpık, kabul edilemezse,
jenositçi, amansız bir baskı diktatörlüğü kurulmasına liderlik etmiş M. Kemal
faşizmine ama “aydınlanmacı ve modernistti” vb. Kavramlarla “Kemalist hareket
bu yönüyle birlikte düşünülmeli” demek sadece Kemalizm denilen milliyetçi,
ırkçı egemen burjuva düşüncesine hizmet eder. Kafası milliyetçilik düşüncesiyle
örümcek bağlamış Kemalist burjuva aydınlarının bu yönlü propagandası anlaşılır
anlaşılmasına da M. Oruçoğlu’nun “Kemalizmi bu yönüyle birlikte düşünme”yi
önermesi şaşırtıcı ama hoşgörüyle karşılayacağımız bir şey değil. Şunu belirtmeliyiz,
savrulmanın sınırı yok. “Anatomisi”ni şu tespit ve düşüncelerle
sonlandırıyor:
“Sonuç olarak kemalist hareketi modern ve faşist yönleriyle
kavramak gerekiyor. Bu hareketin modernist yönü, kısmi bir aydınlanmaya ve laik
yaşama yol açtı ve bu yönüyle en çok Türk aydınlarını etkiledi. Ama bizi biz
eden geçmiş kültürümüzden bir yönüyle kopardı. Yani başında asırlar boyu
yaşadığımız, dilinden ve kültüründen etkilenip zenginlikler devşirdiğimiz İran,
Ermeni, Kürt, Rum, Süryani gibi güçlü yerleşik uygarlıklardan da kopardı.
Faşist yönü ise günümüzü de içine alan ezen ağır sorunlara, travmalara yol
açtı. Ülkenin demokratikleşmesini, milliyetçi tekçi, i̇nkarcı, katliamcı
karakteriyle engellemeye çalıştı.
Modernist ve faşist kavramların çelişen kavramlar olmadığını
belirtmem gerekiyor. Modernizm veya modernleşme, kapitalizmin ve kapitalist
devletlerin, hangi biçimde olursa olsun ister demokratik ister monarşik,
biçimde olsun vazgeçemeyeceği bir olgudur. Azami karın olmazsa olmazıdır. Her
biçim, modernleşmeyi kendi meşrebine uygun tarzda uygular. Kemalizmi günümüze
kadar yaşatan, ayakta tutan, aydınların gözünde muteber kılan da zaten onun bu
modernite yanıdır.” (Muzaffer Oruçoğlu, Sınıf Teorisi Sayı: 2023/3
Sayfa-52)
İşte “tezlerimizin ayrıntıları üzerinde düşünmekle”
savunulan fikirlerin vardığı yer burası!. Ne kadar masum değil mi?
Oruçoğlu modern faşizm ile modernizm birlikte düşünülmeli,
bu yönü de görülmeli diyor. O halde biraz daha geriye gitmeli. 1876’da i̇lk
anayasaya “Türkler milleti hakimdir”i yazdıran, Türkçeyi resmi dil ve eğitim
dili yapan, modern eğitimin ilk örnekleri okulların yaygınlaşmasına kuruculuk
eden, Avrupa sermayesi ile iş birliğini devlet sisteminde kurumsallaştıran,
komprador bürokrat burjuva ve feodal sınıf katmanın baş aktörü padişah
Abdülhamid başta olmak üzere, çoğu Abdülhamid dönemindedeki okullarda askeriye,
tıbbiye vb. vd. mezun olan ve Türk milliyetçilik akımının liderliğini yapan
i̇ttihat ve Terakki Partisi’nin Türk “modernleşmesi ve aydınlanmasında”
i̇ktisadi, mali, eğitim, kültür, politika alanında yaptıklarını Kemalist
hareketle karşılaştırmalı. Şayet modernleşmeyi hatırlatıyorsa, o zaman Kemalist
hareketi oluşturan İttihat ve terakkiciler ve daha da eskiye giderek
Abdülhamit’in yaptıklarını da katarak tüm bu zalimlerin “modern aydınlanmacı”
yönlerini “muteber”likleriyle hatırlatması gerekiyor.
M. Kemal’in ve arkadaşlarının ezici çoğunluğunun üyesi
oldukları İttihat ve Terakki partisi yönetimi jenositçiydi, aşırı Türk
milliyetçisiydi, ama aynı zamanda “modernistti” Oruçoğlu İttihatçıları
“unutmuş” neden? Çünkü yüz yıldır hakim Kemalist burjuva düşünce Türk
modernleşmesini M. Kemal hareketiyle başlatır da ondan. Kaypakkaya’nın yoldaşı
Oruçoğlu’da bu burjuva etkiden kurtulamamıştır. Kalkmış sınıf bilinçli
proleterlere, i̇şçi, emekçilere, Kemalizm denilen faşist burjuva ideolojisine
cepheden karşı duranlara Kemalistlerin “muteber yönleri” olduğunu hatırlatma
ihtiyacı duyuyor. Ne yazık ki yazar bu meselede de sınıfsal ve diyalaktik
düşünmüyor.
Soralım:
Kemalizm hangi sınıfın aydınları arasında “muteber”? Yoksa
topluma egemen burjuva düşüncesinin etkisinde bu zararlı fikirleri tekrar eden
demokrat hatta komünist iddialı küçük-burjuva aydınların gözünde mi?
Hangilerinin gözünde muteber?
Biz proleter devrimcilerin gözünde Kemalizmin zerre
“muteber” yanı yoktur ve olamaz!. Sınıf kavramını unutuyor Oruçoğlu, hakim
düşüncenin dayandığı iktisadi temeli de!. Günümüzde M. Kemal’i, Kemalist
düşünceyi geçerli, egemen kılan, Oruçoğlu’nun i̇fadesiyle “muteber” klan
modernist yönü falan değil, emperyalizmin işbirlikçisi komprador sermaye
diktatörlüğünün dayandığı temelin yıkılmadan sürmesidir. Çünkü Kemalizme özünü
veren milliyetçilik ve ırkçılık anlayışında çözülme demokrasinin önünde engel
olan faşist diktatörlükle bir çözülmenin sonucu olabilir, bu aynı zamanda
emperyalist sermaye ve işbirlikçi kapitalistler sınıfın ortalama kârının çok
üstünde azemi kâr sağlayan yarı-sömürge iktisadi yapıda bir kırılma anlamına
gelir.
Ayrıca Kemalist faşist diktatörlük “bizi biz eden geçmiş
kültürümüzden bir yönüyle kopardı” i̇fadesi son derece yetersiz kalır.
Türkiye’de başta Kürt ulusu olmak üzere diğer çeşitli milliyetleri farklı din
ve inanç topluluklarını köklerinden “bir yönüyle” değil tüm yönleriyle kopardı.
Bu nedenle kökler üzerinde yeniden yeşermek için ulusal mücadele, din ve inanç
özgürlükleri için mücadele Kemalist asimilasyoncu egemen burjuva politikasına
karşı hâlâ sürmektedir. Kürtleri, Ermenileri, Rumları ve diğer milliyetleri
köklerinden koparmakla kalmadı, uygarlıkların modern yaşamının gelişmesini
emperyalistler, işbirlikçileri komprador burjuvazinin menfaatleri doğrultusunda
engelledi. Kemalist Türk milliyetçilik, ırkçılık, Türk-islam sentezi sınıf
ideolojisi sermayenin bu sömürü çarkını meşrulaştırmanın sistemleşmiş
düşüncesinden politikasından başka bir şey değildir.
Oruçoğlu yalnız değil Kemalizm’in “modernliği”ni gözönüne
alan sosyalist, komünist iddialı çok parti ve örgüt var. “Sarıklı,
i̇lkel, şeriatçı, gerici, eski düzenden yana ilkel Kürtlere” karşı TKP,
“i̇lerici, aydınlanmacı, modernist” tanımladığı kemalist hareketi
desteklemişti!. Aynı kafalar “dinci, gerici, laiklik karşıtı, modernizm,
Kemalizm ve cumhuriyet karşıtı” şeklinde tanımladıkları AKP’ye karşı M.
Kemal’i, Kemalizmi yere göğe sığdıramayacak kapsamda savunuyor CHP’nin
kuyruğuna takılıyorlar. Çünkü Kemalizmi modernist, aydınlanmacı ve devrimci
görüyorlar. Kemalist faşizm ise kendilerine görünmüyor bile.
Oysa Kaypakkaya yoldaşın yarım yüzyıl önce Kemalizm
hayranlarına “TKP (eskisi) D. Avcıoğlu, H. Kıvılcımlı, Şafak ve TKP
revizyonistlerinin (geçmişte ve bugün) i̇ddia ettiği gibi, kemalist iktidar,
devrimci ve ilerici bir iktidar değildi. Kemalist iktidarla ittifak yapmayı
düşünmek, karşı-devrim safına iltica etmek demektir. Çünkü Kemalist iktidarın
kendisi, bizzat karşı devrimi temsil ediyordu.” söyledikleri CHP’yi kurtarıcı
görenler için önemini koruyor. Özcesi “modernlik, aydınlanmacı, laik ve
i̇lericilik”de Kemalizm savunucularının i̇şlevli kategorileridir. Kemalizmi
“modernlik” kategorisi ile kavrayanların pozisyonu proletaryanın devrimci sınıf
mücadelesi içindeki yeri pek muteber değildir. Bunu önemle hatırlatmak
isteriz.
Oruçoğlu’nun “Kemalist hareketi günümüzde ayakta tutan
modernlik yanıyla” kavrama önermesi faşist Kemalist diktatörlükte olumlu yönler
arama ifadesidir. “Modernist, laik yaşama yol açan yönü” vurgulanırken bile
olumsuzlukların sıralandığı görülmektedir. İlginçtir, Kemalist hareketin
“aydınlanma modernleşme laiklik yanından bahsedilirken, ezilen uluslar, ezilen
ve ezen sınıflar, unutulmaktadır. Oysa Kemalizme atfedilen modernleşme,
aydınlanma, laiklik kim, hangi ulus, millet, din için. Hangi sınıfın anlayışı,
felsefesi, kültürü sanatı? Kemalister modern ve laik yaşamın, aydınlanmanın
yaratıcısı değildir, aksine Kemalist hareketin kendisi Osmanlı’da 19. yüz yılda
Avrupa kapitalizmine kapıların açılmasıyla iktisadi ve toplumsal yapıda ağır
ağır olsa da gerçekleşen değişimler ve bu koşullar içinde başlayan modern yaşam
ve aydınlanmanın dayandığı nesnel maddi temelin bir ürünüdür. Ama işin başında
sakatlanmış, zehirlenmiş bir ürünüdür. Komprador Türk büyük burjuvazisinin ve
aynı zamanda modern Türk milliyetçilik akımının ana merkezi İttihat ve
Terakki’nin siyasal ve ideolojik devamı olan Kemalist hareket, nesnel toplumsal
temeli oluşan modern yaşam, düşünce, kültür, sanat, eğitim, bilim, laiklik ve
demokratik toplumsal yaşam, millet ve milliyetlerin eşit ve özgürce birarada
yaşama, haklarına saygı göstermeyi içeren toplumsal istekleri Türk ırkına
dayalı egemen ve ayrıcalıklı ulus devlet amacı uğruna siyasi ve politik olarak
manipüle etti, kullandı, Türkler dışındakileri ezip geçti. Kemalist hareketin
İttihat ve Terakkicilerden devraldığı Türk modernleşmesi anlayışı ve pratiği
Kürt, Ermeni, Rum, Keldani, Süryani, Alevi, Ezidi toplulukların modernleşmesi
ve aydınlanmasını engelleme ve bastırma üzerine kuruludur. Bu anlamıyla en
başında modern demokratik yaşamı dışlayan İttihatçılar ve Kemalistler Türk
modernleşmesini sakatlamıştır. Demokrasiyle tanışmamış modern toplumsal yaşam
21. yüzyılda hala faşizmle prangalıdır. İşçi sınıfının kendisini kurtaracak
sınıf bilincini edinmesi -ki bu gerçek anlamda modern çağın en devrimci
toplumsal aydınlanmasıdır- diktatörlükle engellenirken, burjuvazi’nin modern
düşüncesi ve lanetli milliyetçilik, onu kutsayan İslami gericilikle yoğrulmuş
faşist düşünce topluma egemen kılınmıştır.
Kemalist “modernleşme” Kürt, Rum, Ermeni, Süryani, Roman,
Arap, Çerkez, Gürcü vd. saymadıklarımızın modern yaşamını demokratik yönde
geliştirmesini engellemekle kalmadı, Türk modernleşmesini de faşizm ile
sakatlamıştır, derinliğine yozlaştırmıştır.
Sormak gerekiyor hangi Türk aydınları Kemalizmin bu
“modernleştirirci” yönünü tutmuştur? Türk burjuvazisinin sınıf menfaatlerini,
Kürtlere ve diğer milliyetlere uyguladığı milli baskı ve genel olarak azami kar
sağlayan sermayenin sömürü düzeninin siyasi ve politik meşruluğunu ifade eden
Türk milliyetçiliği -i̇slam sentezi Kemalizm ideolojisini statükocu ve sömürücü
sınıfın kaynaşmış burjuva aydınları savunuyor. Ama bu savunu Kemalist hareketin
modernizmi yönünden etkilendikleri için değil, egemen Türk burjuvazisinin sınıf
çıkarları bunu gerektirdiği için savunuldu, savunuluyor. Kemalizm i̇smiyle
ifade edilen burjuva sınıf düşüncesinin esası Türk milliyetçiliğidir. En büyük
savunma örgütü tepeden tırnağa silahlı sınıf devletidir, i̇lk okuldan
başlayarak, Kemalizm burjuva düşüncesinin işçi sınıfı ve bütün halk
kitlelerinin bilincinde “muteber” kalması, etkisinin zayıflamaması için sermaye
sınıfı ve devlet gücüyle her türlü araç ve yöntem kullanılmaktadır.
“Türkiye çıkarı” denilen kapitalistler sınıfının menfaatleri
söz konusu olunca “Kemalizm cumhuriyet karşıtı” görülen AKP ve ortağı MHP en
tutucu Kemalizm savunucuları görünen Vatan Partisi-Perinçek, DSP, Ergenekon
grupları, BBP, Turan Feyzioğlu, Ümit Karasakal ve benzerleri hepsi aynı siyasi
kampta yer almakta ve Kemalist hareketin tarihi politikasını güncel şartlarda
uygulamaktadırlar.
Neden bu politika: Bağnaz milliyetçilik, yayılmacılık, savaş
ve işgal, ırkçılık, i̇çte demokratik hakların bastırılması, muhalefetin
ezilmesi, i̇şçi sınıfının sömürülmesi, tutuklama, katliam, azgın bir Kürt
düşmanlığı, komünist hareketin ezilmesi, asimilasyon, i̇nanç ve dinlere baskı,
yasaklara dayalı politika… Komşu ülkelerde denetim kurma, Suriye’de Baasçı Esad
yönetiminin devrilmesi ve Suriye’nin i̇slami-cihatçı örgütlere bırakılması
gibi. Ve Güney, Rojava Kürdistan’da Kürtlere karşı yürütülen savaş, Kürt
kentlerinde belediyelere -İstanbul’da Kürtlerin etkin olduğu Esenyurt’ta dahil-
kayyum atama ve tıpkı tüm yetkilerin M. Kemal’de merkezileştiği gibi günün
cumhurbaşkanında tek kuvvet halini aldığı ulusal “şef, reis”e bağlı demir
yumruklu bir yönetim. Bu anlamıyla Kemalizmi yıllar önce “tasfiye eden”lerin
aksine sanılanın çok ötesinde güncel ve AKP-MHP yönetimi ile uygulamadadır. AKP
karşısında demokrat pozları takınan dağılan “ “Millet İttifakı” burjuva kampın
bileşenleri CHP, İYİP, SP, DEVA, Gelecek, DP vd. bir çok burjuva parti Suriye,
Afrika, Kafkasya’da AKP’nim dış politikasında hizalandılar. Kürtlere karşı
yürütülen savaş ve milliyetçi politikanın destekçileridirler. İçte komünist
hareket ve Kürt hareketinin ezilmesi, sermayenin çıkarlarını koruyan
politikanın yürütücüsü AKP’ye başta CHP olmak üzere burjuva muhalefeti gerekli
desteği yapmaktadır. Hükümet ve muhalefetiyle burjuva partiler İttihat ve
Terakki’nin devamı Kemalist hareketin miras bıraktığı Türklerin Kürtler ve
diğer milletlerden ayrıcalıklı ve egemen (siz bu ayrıcalıktan Türk
burjuvazisinin ayrıcalıklı çıkarlarını anlayın) olduğu devlet iktidarının
korunması politikasında hepsi aynı çizgidedir. Kemalizmin bu güne kadar etkin
olması Türk burjuvazisinin çıkarlarını güvenceleyen faşizmin sürmesi
realitesinden bağımsız düşünülemez.
Tüm bu nedenlerle i̇brahim Kaypakkaya’nın Kemalist harekete
dair kapsamlı değerlendirmeleri bize canlı, i̇sabetli ve güncel görünmeye devam
ediyor.
Muzaffer Oruçoğlu’nu Kemalizmde “muteber” ve “modern yönler”
aramayla baş başa bırakalım!
Kaypakkaya’nın ifadeleriyle Kemalizmin ne demek olduğunu
hatırlatan özetle sonlandıralım. Çünkü “muteber” ve “modern yönler”den ziyade
işçi sınıfı ve tüm emekçi halka Kemalizmin sınıf karakteri ve faşist yönünün
açıklanması ve halkın bilinçlendirilmesine ihtiyaç var. Oruçoğlu’nun hatasını
görmesini diliyoruz.
Kemalist sınıf iktidarı “siyasi bakımdan bağımsız bir milli
burjuva diktatörlüğü” değil komprador nitelikte Türk büyük burjuvazisinin ve
toprak ağlarının bir kesiminin emperyalizme yarı-bağımlı diktatörlüğüdür.
Kemalist “milli şef”e bağlı bir devlet yapısını kurarak
işçilere, köylülere, Kürtlere, azınlıklara karşı sermayenin toprak ağalarının
menfaatini korumaya devam etti. Kemalist Türkiye’de sermayenin çoğunluğu
İngiliz, Fransız, Alman emperyalistlerine aitti. Kemalist hükümet ve yüksek
bürokrasi Osmanlı’da olduğu gibi ve daha da artan oranda emperyalist
şirketlerle ortaklaşan yatırımlara giriştiler. Yabancı sermayeye aracılık
ettiler. Emperyalist bağımlılık derinleşti. Mevcutta beşyüz milyon dolara
dayanan borç yükü bu yarı sömürge yapının tarihi kökleri üzerinde
serpildi.
”Türkiye gerçekleri gösteriyor ki; Kemalizm demek, fanatik
bir anti-komünizm demektir. Kemalizm demek, i̇şçi ve köylü yığınlarının, şehir
küçük burjuvazisinin ve küçük memurların sınıf mücadelesinin kanla bastırılması
demektir. Kemalizm demek, her türlü ilerici ve demokratik düşüncenin zincire
vurulması demektir. Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtması,
azınlık milliyetlere amansız bir milli baskı uygulaması, zorla Türkleştirme ve
kitle katliamı demektir. Kemalizm demek,”istiklalci tam bağımsızlık” i̇lkesi
demek, yarı-sömürgelelik koşullarına seve seve razı olma ilkesi demektir.
Kemalist Türkiye, yarı-sömürge Türkiye’dir. Kemalist iktidar İngiliz, Fransız
emperyalizmine ve daha sonra Alman emperyalizmine uşaklık eden, onlarla
i̇işbirliği eden bir iktidar demektir. (…) Kemalistlerin emperyalistlerle olan
sınıf kardeşliği, milli düşmanlıklarından ağır basmıştır.” (İbrahim
Kaypakkaya)
İşte biz Kemalizmi bu yönleriyle kavrıyoruz!!!
Sistemin siyasi karakterini oluşturan Kemalizmin tüm bu
karşı-devrimci özüne, Kemalist milliyetçilik düşüncesine karşı sınıf bilinçli
Türkiye proletaryası mücadele yürütmeli.