8 Ocak 2025 Çarşamba

İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm Değerlendirmelerini Kavrayamayan Oruçoğlu’nun Görüşleri Üzerine…

Sınıf Teorisi dergisi 3/2023 sayısında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın tezlerinin genel olarak değerlendirildiği yayında Muzaffer Oruçoğlu’da “Kemalist Hareketin Kısa Bir Anatomisi” başlığıyla Kemalizm üzerine tezlerimize dair yazdı. 

Kaypakkaya yoldaşın Kemalist hareket, Kemalizm, Türkiye’nin tarihi gerçekleri ve sınıf tahlilleri güncel önemini koruyor. Bunu öncelikle belirtmeliyiz. 

Kemalizm tezlerimize dair yarım yüzyıl sonra “üzerinde düşünme”yi gerekli gören noktalara dikkat çeken Oruçoğlu “Kemalist harekete dair tezlerin yarım asır sonra temel noktalarda isabetini ve gücünü koruduğu açık”tır dedikten sonra “ayrıntılar üzerinde duracağını belirtir. 

”Şeytan ayrıntıda gizlidir” diye bir söz vardır. “Ayrıntı” görülen ya da öyle sunulanın ne derece esasa uzanıp-uzanmadığını meselenin üzerinde durdukça göreceğiz. Ama ondan önce bir iki noktada hakikate parmak basalım. Yazımızda i̇brahim Kaypakkaya’nın Kemalist harekete dair tezlerinin dayandığı toplumsal, iktisadi, sınıfsal, temelin güncel bağı kurularak geliştirilmesi, Türk burjuvazisinin hakim siyasetinin Kemalist harekete uzanan köklerinin açıklanması ve artan Kemalizm etkisinin devrimci saflarda yarattığı kafa karışıklıklarına teorik yanıtlar üreten bir kafa açıklığı ve netliği yoktur.

Aksine yarım yüzyıl sonra Oruçoğlu’nun Kemalist harekete dair tezlerimize “esas olmasa da tali noktalarda” kafasının karışık olduğu anlaşılmaktadır. Oruçoğlu yaşamı boyunca Kaypakkaya yoldaşı anlattı. Görüşlerini esas alarak savundu. Fakat hiçbir dönem Kaypakkaya siyasi ve politik çizgisi ve düşüncesinin devrimci içeriği ve yöntemini derinlemesine kavrayamadı. Kaypakkaya yoldaşla birlikte parti kuruluşunda yer alan hiçbir kadronun Kaypakkaya yoldaşın tezlerini geliştirme, diyalektik materyalizm devrimci yöntemini vurgulama da önderlik etme kapasitesinde olmadıkları tarihi süreçle görüldü.

Bu sadece teorik kısırlık yaratmadı, aynı zamanda toplumsal hal ve şartların devrimci yöntemini uygulamak, sınıf mücadelesinin sorunlarına mevcut şartlara denk düşen çözümler üretmek yerine, yetersizliklerin nedeninin geçmişte olduğu düşüncesinin öne alınmasına yol açtı ve bu anlayışla Kaypakkaya yoldaşın kısa süren devrimci proleter pratiği üzerine “hata ve eksiklikleri” bulma tartışmalarının sonu hiç gelmedi. Ve bu tartışmalarda hiçbir dönem devrimci sonuçlar çıkarılamadı. Kaypakkaya yoldaş katledildi, tutsak düşen kadroların hapishanede geriye dönük başlattığı tartışmalar hiç bitmedi.

 Tezlerimizin özünü kavrama ve uygulamaya odaklanmak yerine ya dogmatik tekrar ya da subjektif geçmiş değerlendirmeler birbirini takip etti. Yarım yüzyıl sonra hala Oruçoğlu kafa karışıklığını giderememiştir. Dahası yalnız değildir, Sınıf Teorisi yazarlarının Kaypakkaya değerlendirmeleri evlere şenlik, ayrıca üzerinde durmak gerekir. Ayrıca geleneğimizde takip edilen, tüm eleştirilere rağmen ne dediğine bakılan Oruçoğlu’nun Marksizm, Leninizm, Maoizm devlet teorisinden anarşizm devlet teorisine kaydığı, devrimci teorik yönünün oldukça aşınıp döküldüğünü belirtmek durumundayız… Hatalı gördüğümüz fikirlerinin tümünü burada değerlendirmek söz konusu değildir ama savurulmanın ifadesi düşüncelerinden etkilenenlerin olduğu -Sınıf Teorisi gibi- biliniyor,  ve vurgulayarak geçiyoruz. 

Kemalist harekete dair tezlerin temel noktalarda isabetini koruduğu belirtildiğine göre Oruçoğlu mevcut durumda i̇brahim Kaypakkaya’nın Kemalist harekete dair tezlerinde tali yönde, ayrıntılarda “hatalar” olduğunu ileri sürmüş oluyor. Her ne kadar “ayrıntı” dense de üzerinde düşünülmesi istenilen noktalar Kemalist harekete dair tezlerin temelini oluşturur. 

Şöyle deniyor: “Tezlere göre ‘Devrimin önderleri daha anti-emperyalist savaş yıllarında iken i̇tilaf emperyalizmi ile el altından i̇şbirliğine girişmişlerdir” 

Kaypakkaya yoldaşın bu tezinde çelişki olduğunu düşünen Oruçoğlu’nun “ayrıntı” gördüğü tespit Kemalist hareketin sınıf karakterini, siyasi, politik, i̇ktisadi sonuçlarını kapsayan esas noktadır. 

Kaypakkaya yoldaş “TİİKP program taslağı eleştirisi“nde Kemalist harekete dair değerlendirmesini özetini yapar bu meseleyi esas olarak “Şafak revizyonistinin Kemalist hareket, Kemalist iktidar dönemi, ikinci dünya savaşı yılları, savaş sonrası ve 27 mayıs hakkındaki tezleri” başlıklı çalışmasında kapsamlı olarak açıklığa kavuşturur. Altmış iki sayfa tutan, Kemalist ulusal devrim ve sonuçları, sınıf karakteri, hakim olan sınıfların arasındaki ilişki ve mücadele, bu sınıfların emperyalizm ile işbirliğinin tarihi kökleri vb. hakkındaki görüşlerin arasında Oruçoğlu’nun “Devrimin önderleri daha anti-emperyalist savaş yıllarında iken itilaf emperyalizmi ile el altından i̇ş birliğine girişmişlerdir” tespitini alarak, burada geçen “anti-emperyalist savaş yıllarında” i̇fadesini “manşete” alarak Kaypakkaya’nın ve dolaysız olarak Maoist hareketin Kemalist hareketin mücadelesini “anti-emperyalist” olarak nitelendirdiği sonucunu çıkarması Kemalizm tezlerimizin muhtevasıyla ilgisi yoktur.

“Anti-emperyalist savaş yıllarında” ibaresi Kemalist harekete dair görüşlerin özetlediği maddelerin birinde geçiyor. Bu ibare ulusal mücadeleyi bir bütün olarak “anti-emperyalist savaş” şeklinde tanımlaması anlamında değil, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen ve sömürge durumuna düşen Osmanlı’da emperyalist işgalin sonlandırılması hedefli bir süreci ifade eder ve bu süreçte Kemalist burjuvazinin emperyalistlerle i̇şbirliğine girmesi de açıklanır. Bu yönüyle Kaypakkaya’nın Kemalizm tahlilinde tutarlılık vardır.

 Sömürge durumundaki Osmanlı’dan yarı-sömürgeye dönüşen Türkiye’nin sınıflar gerçeği açıklığa kavuşturur. Türkiye’nin tarihi gerçekleri neyse, Kaypakkaya yoldaş bu toplumsal ve iktisadi olguları materyalist anlayışla tahlil etmiştir. Kemalizm tahlili bir bütün olarak kavranmalı. Belli başlı noktaları özetleyen tespit ve cümleler konu hakkındaki esas görüşlerden koparılarak Oruçoğlu’nun “anti-emperyalist savaş yıllarında iken” i̇fadesini aldığı gibi ele alınırsa kişi nereye varmak istiyorsa oraya vardırabilir. 

İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm tezleri esasta doğru, ama ayrıntılarda hata, sorun gören Oruçoğlu şunları söylüyor: 

“Tezlere göre ‘Devrimin önderleri daha anti-emperyalist savaş yıllarında iken i̇tilaf emperyalizmi ile el altından i̇ş birliğine girişmişlerdir” (…) 

Kaypakkaya’nın bu tespitine karşı Oruçoğlu’nun üzerinde düşünmemizin gerekli olduğunu belirtti ayrıntı ise şöyle konuluyor: 

”(…) Burada üzerinde düşünmemiz gereken iki nokta vardır: Birincisi, savaşın anti-emperyalist olarak nitelenmesi, i̇kincisi ise devrim önderlerinin savaş yıllarında iken i̇tilaf emperyalizmi ile el altında iş birliğine girmiş olmalarıdır. Anti-emperyalizm, emperyalizmin ortadan kaldırılmasına, bulunduğu yerden defedilmesine matuf bir olgudur. Devrime önderlik eden komprador burjuvazi; kompradorluğundan dolayı anti emperyalist bir aksiyonu zaten üstlenecek yapıda değildir. Tezin bütününe, kurtuluş savaşı yıllarındaki sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal yapının savaştan sonra yarı-sömürge ve yarı-feodal bir yapı haline geldiği görüşü hakimdir. Hal böyle olunca kurtuluş savaşının anti-emperyalist bir savaş değil, sömürge yapıyı tasfiye eden ama yarı-sömürge yapıyı koruyan anti-sömürgeci bir savaş olduğu savunulmuş oluyor” (Sınıf Teorisi, Sayı 3/2023, Sayfa:47, Muzaffer Oruçoğlu) 

Gerçekten şeytan ayrıntıda gizliymiş! Oruçoğlu’nun “ayrıntıda” düşünülmesini istedikleri Kemalizm üzerine düşüncelerimizin esasına giriyor. İşin özü tartışılmıyor, i̇çerikten kopartılmış kavramsal ikilik yaratılıyor ve kafa karışıklığı dışında bir işe yaramıyor söylenenler. Kemalist hareketin tarihi kökleri, sınıf niteliği, iktisadi yapının durumu, burjuvazisinin kendi arasında çelişkisi, rekabeti ve mücadelesi Kemalist burjuva milliyetçi hareketin emperyalizm ile işbirliğine girmesi vb. dair detaylı ibrahim Kaypakkaya’nın görüşleri -görüşlerimiz- dikkate alınsa. “anti-emperyalist savaş yıllarında iken” i̇fadesinin, i̇şgal altında, sömürge durumundadaki topraklarda emperyalist işgalin sonlandırılması mücadelesiyle ortaya çıkan Kemalist ulusal hareketin gelişimi ve dönüşüm geçirdiği koşulları ve siyasi atmosferi ifade ettiğini anlamak hiç zor değil.

Kemalizm, ya da Kemalist hareket tahlillerimiz “anti-emperyalist savaş” ya da Kemalist hareketin “anti-emperyalizmi” üzerine yürümediği için Oruçoğlu’nun üzerine yarım yüzyıldır düşündüğü anlaşılan tezler bize çelişkili görünmez, aksine tezlerimiz Kemalist burjuva milliyetçi hareketin ve önderlik eden sınıfların emperyalizmle girdiği iş birliğini son derece açık ve net açıkladığı için Türkiye’nin tarihi gerçekleri konusunda açık fikirler sahibiyiz. 

Oruçoğlu’nun kurduğu ikilemde Kemalist milliyetçi hareket hangi sınıfı temsil ediyor, ulusal kurtuluşa hangi sınıflar önderlik etti? vb. temel tespitleri tartışmaya açıyor. Ki bu da meselenin özüdür. Bu sorulara verilen cevaplar Kemalizm tahlilinde yanlış ve doğru yaklaşımı açıklığa kavuşturur. Yani öyle “ayrıntı” vs. değildir, işin esasıdır.

THKO, THKP/C gibi parti ve örgütlerden dallara ayrılan bir çok parti ve örgütten tutalım da Kemalizm dalkavuğu TKP’ye ve bu çizgide yürüyen çeşitli “komünist” i̇ddialı partiler, Vatan Partisi, EMEP, SOL Parti gibi geniş bir politik cephe Kemalist hareketi ya orta burjuvaziyi ifade eden milli burjuvazinin, ya da küçük-burjuvazinin devrimci anti-emperyalist hareketi olarak tanımlıyor. Kimisi de sınıfları bir kenara atıyor, Kemalistleri sınıf dışı, ya da üstü bir kategoriye yerleştiriyor.

“Askeri-sivil-aydın zümre”, “zinde güçler”, “millici güçler” vs. diyor. İbrahim Kaypakkaya yoldaş komprador büyük burjuvazi ve toprak ağaları sınıfının hareketi olarak Kemalist milliyetçi hareketi tahlil ediyor. Bu Kemalizm konusunda Kaypakkaya ile Kemalizm hayranları -ya da burjuva düşüncenin etkisi altında bilimum oportünistlerle- i̇le arasında esas ayrım ve görüşlerin dayanak noktasıdır.

Oruçoğlu ise yarım yüzyıl sonra İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalist milliyetçi harekete dair bu görüşlerini tartışmaya açmak istiyor. Bu tür tartışmalar yeni değil elbette, Kemalist burjuva düşüncesinin etkisi altında olan sosyalist komünist iddialı parti ve örgütlerin hatalı görüşlerine karşı Kaypakkaya takipçileri mücadele yürütüyor. Bu yönlü “yeni açılım” çıkışlarının Sınıf Teorisi’nde çiçek açması yeniden parlatılan, yücelilen Kemalizm olgusundan bağımsız değil. Dileriz hatalarla dolmuş karnelerine yeni hatalar eklemezler. 

”Üzerinde düşünmemizin gerekli olduğu” söylenen noktaları daha iyi anlamak ve tartışılan meseleye dair görüşlerimizi derinleştirmek için Kemalist ulusal devrim, bu devrimin sınıf karakteri, hakim olan sınıflar, bu sınıflar arasında mücadele, yine bu hakim sınıfların emperyalizmle girdikleri iş birliği hakkında İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini özetlediği bölümü aktaralım. 

1) Kemalist devrim, Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının, tefecilerin, az miktardaki sanayi burjuvazisinin, bunların üst kesimlerinin bir devrimidir. 

2) Devrimin önderleri, daha anti-emperyalist savaş yıllarında iken, i̇tilaf emperyalizmi ile el altında iş birine girişmişler; emperyalistler Kemalistlere karşı hayır-hah bir tutum takınmış, bir Kemalist iktidara rıza göstermeye başlamıştır. 

3) Kemalistler, emperyalistlerle barış imzaladıktan sonra bu işbirliği daha daha da koyulaşarak devam etmiş, Kemalist hareket “özünde köylülere ve i̇şçilere; bir toprak devrimi imkanlarına karşı” gelişmiştir. 

4) Kemalist hareketin sonucunda Türkiye’nin sömürge ve yarı-feodal yapısı, yarı-sömürge ve yarı-feodal yapı ile yer değiştirmiştir. Yani yarı-sömürge ve yarı-feodal i̇ktisadi yapı devam etmiştir. 

5) Sosyal alanda, eski komprador büyük burjuvazinin ve eski bürokrasinin, ulemanın hakim mevkini, milli karakterdeki orta burjuvazi içinden palazlanan ve emperyalizmle işbirliğine girişen yeni Türk burjuvazisi, eski komprador Türk burjuvazisinin bir kesimi ve yeni bürokrasi almıştır. Eski toprak ağalarının, büyük toprak sahiplerinin, tefecilerin, vurguncu tüccarların bir kısmının hakimiyeti devam etmiş, bir kısmının yerini yenileri almıştır. Kemalist iktidar bir bütün olarak, milli karakterdeki orta burjuvazinin çıkarlarını temsil etmekte; yukarıdaki sınıf ve zümrelerin menfaatini temsil etmektedir.

6) Politik anlamda, hanedanlık çıkarlarıyla birleştirilmiş olan meşrutiyet i̇daresinin yerini, yeni hakim sınıfların çıkarlarına en iyi cevap veren idare, burjuva cumhuriyet almıştır. Bu irade, sözde bağımsız, gerçekte ise siyasi bakımdan emperyalizme yarı-bağımlı bir iradedir. 

7) Kemalist diktatörlük sözde demokratik, gerçekte askeri faşist bir diktatörlüktür. 

8) “Kemalist Türkiye gittikçe daha çok bir yarı-sömürge ve gerici emperyalist dünyanın bir parçası haline gelerek, nihayet kendini İngiliz-Fransız emperyalizminin kucağına atmak zorunda kalmıştır.” 

9) Kurtuluş savaşını takip eden yıllarda, devrimin baş düşmanı Kemalist iktidardır. O dönemde; komünist hareketin görevi, hakim mevkiini kaybeden eski komprador burjuvaziye ve toprak ağaları kliniğine karşı Kemalistlerle ittifak değil, (böyle bir ittifak hiçbir zaman gerçekleşmemiştir) komprador burjuvazi ve toprak ağlaarı kliniği temsil eden Kemalist iktidarı devirmek, yerine işçi sınıfı önderliğinde ve işçi köylü temel ittifakına dayanan demokratik halk diktatörlüğünü kurmaktır. 

10) Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nın sonundan itibaren komprador büyük burjuvazi ve toprak ağaları iktidara hakimdir. Fakat komprador büyük burjuvazi ve toprak ağaları iki büyük siyasi kliğe ayrılmıştır. İktidara de devlet mekanizmasına hakim olan klik, önce İngiliz-Fransız emperyalizminin, 1935’lerden i̇tibaren de Alman emperyalizminin iş birliğini yapmıştır. İkinci Dünya Savaşı öncesine kadar genel olarak orta burjuvazide bu kliğin peşinde harekete katılmıştır” (i̇brahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar) 

Özcesi Kaypakkaya Kemalist hareketin “milli-ulusal kurtuluşçuluk” niteliğini isabetle doğru tespit ediyor. Kurtuluşçuluk sömürge yapının kalkması, emperyalizmin dolaylı hakimiyetinin süreceği yarı-sömürge yapının yeniden kurulması ve muhafaza edilmesidir. Kemalist burjuva milliyetçi hareketin komprador Türk büyük burjuvazisi ve toprak ağalarının siyasi temsilcisi olduğunu yaptıklarıyla göstermiştir. 

Stalin yoldaş Kemalistlerin sınıf niteliği, hangi koşullarda yükseldiği ve kime karşı geliştiğini şöyle ifade etmiştir: 

”Kemalist devrim üst tabakanın millî ticaret burjuvazisinin (buradaki “milli”lik bizim anladığımız “orta burjuvazi” anlamında değil, Türk olan burjuvazi anlamındadır. “Milli burjuvazi” ile “komprador burjuvazi” teorik kategorileri ayrımı daha sonra Mao Zedumg’a aittr. Bu önemli ayrıntı akılda tutulmalı.) bir devrimdir. Yabancı emperyalistlere karşı mücadelenin içinde yükselen ama daha sonra özünde köylülere ve işçilere, bir toprak devrimi i̇mkanına karşı gelişen bir devrimdir.” 

Kaypakkaya buradaki “üst tabaka”yı i̇ttihat ve terakki i̇çinde palazlanmış olan önce Alman emperyalizmine uşaklık eden, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman emperyalizminin yenilgisinden sonra da i̇ngiliz-Fransız emperyalizmine yaklaşan “Türk komprador burjuvazisinin” ta kendisidir şeklinde açıklar. 

Bu aktarımlardan sonra meselenin esasına geri dönelim. Kayakkaya’nın “Devrimin önderleri daha anti emperyalist savaş yıllarında iken” i̇fadesi ile Stalin’in “Kemalist devrim (…) yabancı emperyalistlere karşı mücadelenin içinde yükselen” i̇fadesi arasında kastedilen noktasında bir fark yoktur. Çünkü her iki düşüncede emperyalistlere karşı mücadele içinde yükselen Kemalist milliyetçi hareketin kısa sürede emperyalist cephede yerini aldığını açıklıyor. Oruçoğlu ise bu ifadelerin dayanak noktasını ve gelişmesi, vardığı sonucu dikkate almadan “savaşın anti-emperyalist olarak nitelenmesi” sonucunu çıkarıyor ve bu subjektif anlayışın mantık hareketini komprador burjuvazinin anti-emperyalist bir aksiyonu olamayacağı sonucuyla birleştirerek kendisine ve Kaypakkayacı hareketlere “çelişkili noktaları” açığa çıkardığını göstermiş oluyor(!) Anlaşılıyor ki, Oruçoğlu yarım yüzyıldır Kaypakkaya’nın Kemalizm tahlilinin özünü kavramamış. Ona göre bu tezlerle “anti-sömürgeci bir savaş olduğu savunulmuş oluyor”muş, “anti-sömürgeci”, “anti-emperyalist” kategorilerinin karşı karşıya konulmasının iktisadi ve siyasi temeli yok. Sormak gerekiyor Oruçoğlu’na sömürgeciler kim, emperyalistler kim? İngiliz-Fransız sömürgeciler aynı zamanda emperyalist değil mi? Sömürge rejimi kuran bunlar değil mi? Buradaki mesele yabancı emperyalistlerin açıktan işgaline karşı mücadele içinde yükselen Kemalist burjuva milliyetçi hareketin hangi sınıfı temsil ettiği, bu harekete hangi sınıfların önderlik ettiği ve emperyalistlerle iş birliğine girip girmediği ve nasıl bir politik, siyasi, sınıf iktidarının kurulduğudur. Kemalizm üzerine tahlilimiz de bütün bu temel sorulara yanıtlar var. 

Ulusal devrime önderlik eden komprador burjuvazinin tekelci sermayeye bağımlılığından dolayı emperyalist işgale karşı bir durusu olamayacağı görüşü ileri sürülüyor. Bu anlayışla Kemalist milliyetçi harekete önderlik eden sınıfların komprador burjuvazi olduğuna dair Kaypakkaya’nın görüşünün yanlış olduğu söylenmiş olmaktadır. Oysa komprador burjuvazinin işgal edilmiş ülkede sömürge durumunun sonlandırılması, kendi hakimiyetinin tesis edilmesini istemediği, yabancı emperyalistlere bu meselede karşı durmayacağı görüşü toptan yanlıştır. 

Komprador burjuvazi ve yabancı sermayenin en büyük aracılık örgütü devlet olmasına bağlı etkin olan komprador bürokrat burjuvazinin emperyalizm ile işbirliği yapan ve devlete hakim olan burjuva-feodal tabakalar Osmanlı’da oluşmuştu. Türk milliyetçilik akımına önderlik eden İttihat ve Terakki partisinde siyasal ifadesini bulan komprador burjuvazi ve komprador bürokrat burjuvazi uşaklık ettikleri Alman emperyalizmi ile Birinci Dünya Savaşı’nda yenildikten sonra daha önce mali ve ticari ilişkileri olan İngiliz ve Fransız emperyalistlerine yaklaşmakta hiç zorlanmadılar. Komprador Türk büyük burjuvazisi sömürge durumunun sürmesi halinde mali, ticari avantajlarını kaybedeceğini, ettiğini gördü. Komprador burjuvazi sömürge yapıdan yana olmadı çünkü menfaatlerine uygun değildi. Kaypakkaya yoldaş komprador burjuvazinin işgal karşıtlığının ekonomik temelini bu yönlü açıklar. Tarihi gerçeklerde böyledir. Ermeni, Rum, diğer dini toplulukların işletmeleri, toprak birikimlerine, sermayelerine el koyan yağmacı Türk burjuvazisinin aşırı milliyetçi örgütü 1913-1918 arasında Osmanlı devletini yönetti. Birinci Dünya Savaşı’nda yenildikten sonra dağılan İttihat ve Terakki Partisi bir süre Teceddüt (yenilenme) partisi olarak kaldı. Sonra Teceddüt’ü oluşturan İttihatçılar “Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ni örgütleyerek tamamı bu örgüte geçmiştir. Mustafa Kemal’in liderliği nedeniyle Kemalist hareket denilen bu Türk burjuva milliyetçi hareketin başı ve gövdesi İttihat ve Terakkinin devamıdır. Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri 9 Eylül 1923’te CHP’ye dönüşmüştür. İttihatçılar zaten emperyalistlerin işbirlikçileriydi, eski pozisyonlarını korumak istemeleri çelişkili değil. 

Yarı-sömürge Osmanlı yapısında emperyalistlerle işbirliği temelini kurmuş, büyümek, Rum, Ermeni, Kürt ulusları ve azınlık milliyetleri tümden yok etmek, mallarına çökmek istediğini pratiği ile göstermiş bu komprador burjuvazinin yabancı emperyalistlerin işgal durumunu sonlandırmak için mücadeleye önderlik etmeleri iktisadi çıkarlarının “tabii” i̇fadesidir. Komprador Türk burjuvazisinin İTC’nin devamı Kemalist milliyetçi hareketin sömürge yapının kalkması için ulusal mücadeleye önderlik etmesi söz konusu komprador burjuvazi ve komprador bürokrat burjuvazinin hakim sınıfların iktisadi çıkarlarıyla uyumludur. Buradaki “emperyalistlere karşı mücadele ve ulusal kurtuluşçuluk” ulusal harekete özgü milliyetçi niteliktedir ve emperyalizmin dünyaya mutlak hakimiyet koşullarında (sosyalizm kampı dışında) sömürge yapının kalkması ama yabancı sermayenin özgürlüğüne tam güvence sağlanacağı emperyalizmin dolaylı hakimiyetinin süreceği (1918’e kadar olduğu gib) yarı-sömürge yapının kurulması içeriğindedir. İşte tam da Kaypakkaya Kemalist burjuva milliyetçi hareketin emperyalizmle işbirlikçilik karakterini açıklayabildiği için tüm Kemalizm dalkavukçularından ayrılıyor. 

Sömürge bir ülkede ya da savaş yenilgisiyle sömürge durumuna düşmüş Türkiye gibi koşullarda, ulusal kurtuluşa komprador burjuvazinin önderlik etmesi kavramından, ya da aynı anlama gelen, Kemalist ulusal hareketin komprador burjuvaziyi ve toprak ağalarını temsil ettiği ve emperyalist işgalle mücadele içinde yükseldiği ve bu gelişmesini de emperyalizmin dolaylı hakimiyetinin süreceği yarı-sömürge yapının yeniden kurulmasıyla tamamlaması gerçekliğini ifade eden Kaypakkaya’nın Kemalist hareket değerlendirmesinden komprador burjuvazinin kapitalizm ve nihai evresi emperyalizme -kapitalizmin yok edilmesi, def edilmesi esaslı bir mücadele verildiğinin söylenmiş olduğu sonucunu çıkarmak Kaypakkaya’nın net ve keskin Kemalizm değerlendirmeleri ve tespitlerinin yontulması çabasının göstergesi olarak okunmalı. Başka da anlamı yok. Oruçoğlu sömürge koşullarında emperyalizme karşı mücadeledeki burjuva ulusal muhtevayı atlıyor. Ulusal meseledeki bu içerik bir yandan fiili işgalin sonlandırması ve bağımsızlık, diğer yandan emperyalizmin dolaylı hakimiyetinin süreceği yarı-sömürge yapının korunmasını içerir. Birbiriyle çelişkili görünen bu yönler aynı şartlarda var olur ve ulusal hareketin yükselen gücüyle birincisi ikincisine evrilir, yani sömürge yapının yerini yarı-sömürge yapı alır. Komprador burjuvazinin emperyalistlere karşıtlığının buradaki çizgisi, i̇şgalin sonlandırılmasıyla sınırlıdır. Ayrıca emperyalist işgale karşı savaşacak komünist önderlik ortaya çıkmadığı için ulusal kurtuluşçuluk burjuva milliyetçi Kemalist hareket üzerinden konuşulmaktadır. Proletarya ile burjuvazinin ulusal kurtuluşçuluğu temelden farklıdır. Örneğin Çin’de Çin Komünist Partisi dışında Çan Kay Şek’in liderliğinde Gumintang’da emperyalist Japon sömürgecilerine karşı savaştı. Mao Zedumg’un önderliğinde ÇKP emperyalizmi-sömürgeciliği yok etmek ve Çin’i proleter bir ülke ve ulus yolunda yeniden kurmak için savaşıyordu. Gomintang ise i̇şgalin sonlandırılması ve kapitalizmin, burjuvazinin hakimiyetinde bir ulusal kurtuluşçuluktan yanaydı. Bu iki farklı yolda nihayetinde proletaryanın yürüyüşü zafer yolunda yükselince Çankay Şek-Gomintang, ABD ve diğer emperyalistlerle işbirliği içinde ÇKP’ye karşı savaştı. Sonunda yenildi ve bugün hâlâ sorun olmaya devam eden Tayvan’a kaçtı. Demek ki ulusal meselede emperyalizme karşı mücadelede sınıf içeriği dikkate alınmalı. 

Örneğin 20. yüzyılda Afganistan’da Emenullah Han i̇ngiliz emperyalist sömürgecilere karşı savaştı, düşünce dünyası demokratik ölçülerin gerisinde olsa da, savaştığı için emperyalistleri darbelediğinden nesnel olarak bu durum onu emperyalizm karşıtlığına yerleştiriyor. Ama bundan emperyalizmi yok etmek kapitalizmi yok etmek sonucu çıkarılamaz. Buradaki “karşı” oluş i̇şgalin sonlanması burjuva içeriği kapsamındadır.20. yüzyılda emperyalist sömürgecilere karşı savaşan burjuva milliyetçi ulusal hareketlerin tümü aynı zamanda emperyalistlerin işbirlikçisi olmuştur. Kemalist milliyetçi harekette bu olgunun i̇lk örneklerinden biridir. Bu anlamıyla Kemalist komprador burjuvazinin emperyalist işgalin sonlandırılması amacına “emperyalizmin yok edilmesi” gibi bir anlam yüklenemez. Türk komprador burjuvazisinin “ulusal kurtuluş”çuluktaki önderlik pozisyonuda bu temelde anlaşılması gerekli. Ayrıca “kurtuluş savaşı” kavramı kullanıyoruz ama 1918-1923 yılları arasında i̇ttihatçılar ve daha sonra Kemalist milliyetçi hareket i̇ngiliz-Fransız işgal ordularına karşı silahlı bir savaş yürütmediler. Kemalistler 1919’dan i̇tibaren doğrudan emperyalistlerle i̇letişim içinde oldular ve Sovyet devriminin yayılma tehlikesine karşı anti-komünizm cephesinde emperyalistlerle işbirliğine girmiştir. Biz buna “savaş” değilde mücadele dediğimizi düşünelim yine de meselenin özü değişmez. 

Muzaffer Oruçoğlu i̇brahim Kaypakkaya’nın tezlerinde “hem komprador burjuvazi ulusal devrime önderlik etti, hem de daha anti-emperyalist savaş yıllarında iken emperyalistlerle işbirliğine girişmiş” denilmesini çelişkili buluyor. 

Gerekçesi ise şudur: “Komprador burjuvazi kompradorluk karakteri icabı anti-emperyalist bir hareketi üstlenemez” Peki doğrusu neymiş?… Kemalist hareket anti-sömürgeci bir hareket olarak tanımlanmalıymış!. Aynen böyle. 

Belirttiğiniz gibi i̇brahim Kaypakkaya Kemalist milliyetçi hareketi ve devrimi Oruçoğlu’nun “anti-emperyalist devrim” ya da “anti-emperyalist savaş” karakteri ile değil, emperyalizm işbirlikçiliği karakteri ile değerlendirir. Bu nedenle Oruçoğlu’nun yaptığı kelime oyunu oldukça zararlıdır ve gerçeği yansıtmaz. Üstelik de komprador burjuvazinin neyi neden ve nereye kadar istediği açıklanmış olmasına rağmen. “Emperyalizme karşı mücadele içinde yükselmek” yada “anti-emperyalist savaş yıllarında iken” yani emperyalistlerin işgaline karşı mücadele yıllarında ifadesi, Kemalist ulusal devrime “anti-emperyalist devrim” denildiği anlamına gelmez. Kemalistlerin gelişmesi ve yönetimi ele almaları bir süreçtir ve bu süreç aşamaları ile değerlendirilmiştir. Türkiye tarihi gerçeklerinin gösterdiği gibi komprador burjuvazinin çıkarları emperyalistlerin açıktan ülkeyi işgal etmesinde değil, işgalin, sömürge yapının bir an önce sonlandırılmasındadır. Sömürge yapının sonlandırılmasıın istenmesi ve bunun için mücadele edilmesi kapitalist-emperyalizmin yok edilmesi ve tümden def edilmesi anlamına gelmez, sadece emperyalist egemenliğin sömürge yapıdan yarı-sömürge yapıya geçmesi anlamına gelir. Bu anlamda burjuvazi komprador nitelikte olsa da emperyalist işgalin sonlandırılması mücadelesinde aksiyon üstlenir. Oruçoğlu’na göre hem işgalin-sömürge yapının sonlandırılmasını isteyen komprador burjuvazinin, hemde bu amacı doğrultusunda emperyalizm ile işbirliğine girmesi çelişkilidir. Kaypakkaya yoldaşa göre ise, tarihsel olgularla sabit bir hakikattir. 

Ayrıca emperyalizm çağında 20. yüzyılda kapitalist sömürgecilik emperyalizmden ayrı düşünülemez. Kelime oyunu yapılmamalı. Sonuçta anti-sömürgeci bir savaşta anti-emperyalist bir savaştır. Çünkü sömürgeci güçler emperyalistlerdir. Sömürgeci emperyalist savaş burjuvazinin önderliğinde yürütülüyorsa, sömürge yapının kaldırılması, ulusal bağımsızlığın kazanılmasını -sakatlanmış bir bağımsızlık olsa da- i̇çerir. Buradaki karşıtlık biçimde ulusal, içerikte burjuvadır, kapitalist sermayenin egemenliğine karşı değil, sermaye dolaşımı ve üretimin ve sınıf iktidarının yeniden düzenlenmesidir. Nitekim cumhuriyet zemini üzerinde Kemalist komprador burjuvazi ve toprak ağalarının sınıf iktidarı yeniden tesis edilmiştir. 

Komprador burjuvazi emperyalist sermaye yapının sonlandırılması amaçlı milliyetçi harekete önderlik ettiğinde varlığını yatsımış, yada sınıf karakterine ters bir tavır almış olmaz, yada bu onu kapitalizm karşıtlığına götürmez, bilakis modern kapitalist toplum ve siyasal düzenin göz önündeki örnekleri gibi bir ulusal devlette iktidara oturmak için hareket ettiğini gösterir. Buradaki emperyalizme karşı duruş emperyalizmin yok edilmesi değil, sömürge yapının yerini, bağımsız görünüm altında göbekten bağımlı yarı-sömürge idari ve siyasi yapının alması çerçevesini aşamaz. Herhangi bir ulusal hareketin bu sınıfsal niteliği emperyalist işgal sömürge karşıtlığı ve mücadelesinden herhangi bir ulusal hareketin bu sınıfsal niteliği emperyalist işgal sömürge karşıtlığı ve mücadelesinden yada savaşından emperyalizmle iş birliğine varması durumuna “emperyalizm karşıtlığı” değil de “sömürgecilik karşıtı” denilmesi üzerine tartışmalar yürütülmesi sadece Kemalizme utangaçca göz kırpmakla açıklanabilir. 

Yarım yüzyıl sonra hala Kaypakkaya’nın görüşleri üzerinde Muzaffer Oruçoğlu’nun düşünmesi bir yanıyla i̇yi ve anlamlı, ama Kaypakkaya’nın canlı devrimci açık ve net fikirlerinden uzaklaşıp canlı ruhunu yitirdiği için devrimci sonuçları çıkaramaması yönüyle de kötü. 

Kemalizm Proleter Devrimci Aydınların Gözünde “Muteber” Değil… 

Muzaffer Oruçoğlu’nun i̇brahim Kaypakkaya’nın Kemalist hareket değerlendirmesine “isabetli ve gücünü koruduğunu” vurgulaması ve “ayrıntılara dikkat çekme” adı altında temel noktalarda gedik açan fikirler ileri sürmesinin doğru bir tarafı yok. Bunu Kemalist yönetimin faşist yönünü belirtse bile burjuvazinin pek sevdiği ve en öne koyduğu “aydınlanmacı, laik, modern” yönüne alan açarak düşüncesindeki zayıflığı açığa vuruyor. Böylece başta tartışmaya açtığı iki noktayı sonunda “modernist” yönüyle tamamlıyor ve Kaypakkaya’nın Kemalizm üzerine görüşlerini yumuşatacak, sınıfsal gerçekliğinden koparacak bir zemin sunuyor. Burjuvazi ve tüm sosyal-şoven Kemalizm dalkavukları Mustafa Kemal’i “modern, laik, aydınlanmacı, i̇lerici” kavramlar kullanarak “çağın lideri, devrimci, demokrat” olduğu yönünde propaganda yapıyorlar. Kurulan bu egemen sınıf ideolojik hegemonyası ile M. Kemal’in liderlik ettiği sistemin faşist, kendisinin de faşist bir diktatör olduğu gerçeği gizleniyor. Hitler, Mussolini, Franco modernizm, aydınlanma, laiklik karşıtı mıydı? Hayır! Demek ki faşizm modern dünyada tekelci finans-kapitalin en kanlı, en saldırgan, soykırımcı siyasal diktatörlüğüdür. Faşist liderlerin modernliğinin zerre değeri yoktur. Aydınlar, komünist iddialı partiler, bilim insanları, sanatçıların Hitler, Mussolini, Franko, Japon faşistlerinin i̇nsanlığa karşı işledikleri suçları, sınıf karakterleri, amaçlarını değilde, “aydınlanmacı, modern, laik” yönlerini çalışmaları ne kadar çarpık, kabul edilemezse, jenositçi, amansız bir baskı diktatörlüğü kurulmasına liderlik etmiş M. Kemal faşizmine ama “aydınlanmacı ve modernistti” vb. Kavramlarla “Kemalist hareket bu yönüyle birlikte düşünülmeli” demek sadece Kemalizm denilen milliyetçi, ırkçı egemen burjuva düşüncesine hizmet eder. Kafası milliyetçilik düşüncesiyle örümcek bağlamış Kemalist burjuva aydınlarının bu yönlü propagandası anlaşılır anlaşılmasına da M. Oruçoğlu’nun “Kemalizmi bu yönüyle birlikte düşünme”yi önermesi şaşırtıcı ama hoşgörüyle karşılayacağımız bir şey değil. Şunu belirtmeliyiz, savrulmanın sınırı yok. “Anatomisi”ni şu tespit ve düşüncelerle sonlandırıyor: 

“Sonuç olarak kemalist hareketi modern ve faşist yönleriyle kavramak gerekiyor. Bu hareketin modernist yönü, kısmi bir aydınlanmaya ve laik yaşama yol açtı ve bu yönüyle en çok Türk aydınlarını etkiledi. Ama bizi biz eden geçmiş kültürümüzden bir yönüyle kopardı. Yani başında asırlar boyu yaşadığımız, dilinden ve kültüründen etkilenip zenginlikler devşirdiğimiz İran, Ermeni, Kürt, Rum, Süryani gibi güçlü yerleşik uygarlıklardan da kopardı. Faşist yönü ise günümüzü de içine alan ezen ağır sorunlara, travmalara yol açtı. Ülkenin demokratikleşmesini, milliyetçi tekçi, i̇nkarcı, katliamcı karakteriyle engellemeye çalıştı. 

Modernist ve faşist kavramların çelişen kavramlar olmadığını belirtmem gerekiyor. Modernizm veya modernleşme, kapitalizmin ve kapitalist devletlerin, hangi biçimde olursa olsun ister demokratik ister monarşik, biçimde olsun vazgeçemeyeceği bir olgudur. Azami karın olmazsa olmazıdır. Her biçim, modernleşmeyi kendi meşrebine uygun tarzda uygular. Kemalizmi günümüze kadar yaşatan, ayakta tutan, aydınların gözünde muteber kılan da zaten onun bu modernite yanıdır.” (Muzaffer Oruçoğlu, Sınıf Teorisi Sayı: 2023/3 Sayfa-52) 

İşte “tezlerimizin ayrıntıları üzerinde düşünmekle” savunulan fikirlerin vardığı yer burası!. Ne kadar masum değil mi? 

Oruçoğlu modern faşizm ile modernizm birlikte düşünülmeli, bu yönü de görülmeli diyor. O halde biraz daha geriye gitmeli. 1876’da i̇lk anayasaya “Türkler milleti hakimdir”i yazdıran, Türkçeyi resmi dil ve eğitim dili yapan, modern eğitimin ilk örnekleri okulların yaygınlaşmasına kuruculuk eden, Avrupa sermayesi ile iş birliğini devlet sisteminde kurumsallaştıran, komprador bürokrat burjuva ve feodal sınıf katmanın baş aktörü padişah Abdülhamid başta olmak üzere, çoğu Abdülhamid dönemindedeki okullarda askeriye, tıbbiye vb. vd. mezun olan ve Türk milliyetçilik akımının liderliğini yapan i̇ttihat ve Terakki Partisi’nin Türk “modernleşmesi ve aydınlanmasında” i̇ktisadi, mali, eğitim, kültür, politika alanında yaptıklarını Kemalist hareketle karşılaştırmalı. Şayet modernleşmeyi hatırlatıyorsa, o zaman Kemalist hareketi oluşturan İttihat ve terakkiciler ve daha da eskiye giderek Abdülhamit’in yaptıklarını da katarak tüm bu zalimlerin “modern aydınlanmacı” yönlerini “muteber”likleriyle hatırlatması gerekiyor. 

M. Kemal’in ve arkadaşlarının ezici çoğunluğunun üyesi oldukları İttihat ve Terakki partisi yönetimi jenositçiydi, aşırı Türk milliyetçisiydi, ama aynı zamanda “modernistti” Oruçoğlu İttihatçıları “unutmuş” neden? Çünkü yüz yıldır hakim Kemalist burjuva düşünce Türk modernleşmesini M. Kemal hareketiyle başlatır da ondan. Kaypakkaya’nın yoldaşı Oruçoğlu’da bu burjuva etkiden kurtulamamıştır. Kalkmış sınıf bilinçli proleterlere, i̇şçi, emekçilere, Kemalizm denilen faşist burjuva ideolojisine cepheden karşı duranlara Kemalistlerin “muteber yönleri” olduğunu hatırlatma ihtiyacı duyuyor. Ne yazık ki yazar bu meselede de sınıfsal ve diyalaktik düşünmüyor. 

Soralım: 

Kemalizm hangi sınıfın aydınları arasında “muteber”? Yoksa topluma egemen burjuva düşüncesinin etkisinde bu zararlı fikirleri tekrar eden demokrat hatta komünist iddialı küçük-burjuva aydınların gözünde mi? Hangilerinin gözünde muteber? 

Biz proleter devrimcilerin gözünde Kemalizmin zerre “muteber” yanı yoktur ve olamaz!. Sınıf kavramını unutuyor Oruçoğlu, hakim düşüncenin dayandığı iktisadi temeli de!. Günümüzde M. Kemal’i, Kemalist düşünceyi geçerli, egemen kılan, Oruçoğlu’nun i̇fadesiyle “muteber” klan modernist yönü falan değil, emperyalizmin işbirlikçisi komprador sermaye diktatörlüğünün dayandığı temelin yıkılmadan sürmesidir. Çünkü Kemalizme özünü veren milliyetçilik ve ırkçılık anlayışında çözülme demokrasinin önünde engel olan faşist diktatörlükle bir çözülmenin sonucu olabilir, bu aynı zamanda emperyalist sermaye ve işbirlikçi kapitalistler sınıfın ortalama kârının çok üstünde azemi kâr sağlayan yarı-sömürge iktisadi yapıda bir kırılma anlamına gelir. 

Ayrıca Kemalist faşist diktatörlük “bizi biz eden geçmiş kültürümüzden bir yönüyle kopardı” i̇fadesi son derece yetersiz kalır. Türkiye’de başta Kürt ulusu olmak üzere diğer çeşitli milliyetleri farklı din ve inanç topluluklarını köklerinden “bir yönüyle” değil tüm yönleriyle kopardı. Bu nedenle kökler üzerinde yeniden yeşermek için ulusal mücadele, din ve inanç özgürlükleri için mücadele Kemalist asimilasyoncu egemen burjuva politikasına karşı hâlâ sürmektedir. Kürtleri, Ermenileri, Rumları ve diğer milliyetleri köklerinden koparmakla kalmadı, uygarlıkların modern yaşamının gelişmesini emperyalistler, işbirlikçileri komprador burjuvazinin menfaatleri doğrultusunda engelledi. Kemalist Türk milliyetçilik, ırkçılık, Türk-islam sentezi sınıf ideolojisi sermayenin bu sömürü çarkını meşrulaştırmanın sistemleşmiş düşüncesinden politikasından başka bir şey değildir. 

Oruçoğlu yalnız değil Kemalizm’in “modernliği”ni gözönüne alan  sosyalist, komünist iddialı çok parti ve örgüt var. “Sarıklı, i̇lkel, şeriatçı, gerici, eski düzenden yana ilkel Kürtlere” karşı TKP, “i̇lerici, aydınlanmacı, modernist” tanımladığı kemalist hareketi desteklemişti!. Aynı kafalar “dinci, gerici, laiklik karşıtı, modernizm, Kemalizm ve cumhuriyet karşıtı” şeklinde tanımladıkları AKP’ye karşı M. Kemal’i, Kemalizmi yere göğe sığdıramayacak kapsamda savunuyor CHP’nin kuyruğuna takılıyorlar. Çünkü Kemalizmi modernist, aydınlanmacı ve devrimci görüyorlar. Kemalist faşizm ise kendilerine görünmüyor bile. 

Oysa Kaypakkaya yoldaşın yarım yüzyıl önce Kemalizm hayranlarına “TKP (eskisi) D. Avcıoğlu, H. Kıvılcımlı, Şafak ve TKP revizyonistlerinin (geçmişte ve bugün) i̇ddia ettiği gibi, kemalist iktidar, devrimci ve ilerici bir iktidar değildi. Kemalist iktidarla ittifak yapmayı düşünmek, karşı-devrim safına iltica etmek demektir. Çünkü Kemalist iktidarın kendisi, bizzat karşı devrimi temsil ediyordu.” söyledikleri CHP’yi kurtarıcı görenler için önemini koruyor. Özcesi “modernlik, aydınlanmacı, laik ve i̇lericilik”de Kemalizm savunucularının i̇şlevli kategorileridir. Kemalizmi “modernlik” kategorisi ile kavrayanların pozisyonu proletaryanın devrimci sınıf mücadelesi içindeki yeri pek muteber değildir. Bunu önemle hatırlatmak isteriz. 

Oruçoğlu’nun “Kemalist hareketi günümüzde ayakta tutan modernlik yanıyla” kavrama önermesi faşist Kemalist diktatörlükte olumlu yönler arama ifadesidir. “Modernist, laik yaşama yol açan yönü” vurgulanırken bile olumsuzlukların sıralandığı görülmektedir. İlginçtir, Kemalist hareketin “aydınlanma modernleşme laiklik yanından bahsedilirken, ezilen uluslar, ezilen ve ezen sınıflar, unutulmaktadır. Oysa Kemalizme atfedilen modernleşme, aydınlanma, laiklik kim, hangi ulus, millet, din için. Hangi sınıfın anlayışı, felsefesi, kültürü sanatı? Kemalister modern ve laik yaşamın, aydınlanmanın yaratıcısı değildir, aksine Kemalist hareketin kendisi Osmanlı’da 19. yüz yılda Avrupa kapitalizmine kapıların açılmasıyla iktisadi ve toplumsal yapıda ağır ağır olsa da gerçekleşen değişimler ve bu koşullar içinde başlayan modern yaşam ve aydınlanmanın dayandığı nesnel maddi temelin bir ürünüdür. Ama işin başında sakatlanmış, zehirlenmiş bir ürünüdür. Komprador Türk büyük burjuvazisinin ve aynı zamanda modern Türk milliyetçilik akımının ana merkezi İttihat ve Terakki’nin siyasal ve ideolojik devamı olan Kemalist hareket, nesnel toplumsal temeli oluşan modern yaşam, düşünce, kültür, sanat, eğitim, bilim, laiklik ve demokratik toplumsal yaşam, millet ve milliyetlerin eşit ve özgürce birarada yaşama, haklarına saygı göstermeyi içeren toplumsal istekleri Türk ırkına dayalı egemen ve ayrıcalıklı ulus devlet amacı uğruna siyasi ve politik olarak manipüle etti, kullandı, Türkler dışındakileri ezip geçti. Kemalist hareketin İttihat ve Terakkicilerden devraldığı Türk modernleşmesi anlayışı ve pratiği Kürt, Ermeni, Rum, Keldani, Süryani, Alevi, Ezidi toplulukların modernleşmesi ve aydınlanmasını engelleme ve bastırma üzerine kuruludur. Bu anlamıyla en başında modern demokratik yaşamı dışlayan İttihatçılar ve Kemalistler Türk modernleşmesini sakatlamıştır. Demokrasiyle tanışmamış modern toplumsal yaşam 21. yüzyılda hala faşizmle prangalıdır. İşçi sınıfının kendisini kurtaracak sınıf bilincini edinmesi -ki bu gerçek anlamda modern çağın en devrimci toplumsal aydınlanmasıdır- diktatörlükle engellenirken, burjuvazi’nin modern düşüncesi ve lanetli milliyetçilik, onu kutsayan İslami gericilikle yoğrulmuş faşist düşünce topluma egemen kılınmıştır. 

Kemalist “modernleşme” Kürt, Rum, Ermeni, Süryani, Roman, Arap, Çerkez, Gürcü vd. saymadıklarımızın modern yaşamını demokratik yönde geliştirmesini engellemekle kalmadı, Türk modernleşmesini de faşizm ile sakatlamıştır, derinliğine yozlaştırmıştır. 

Sormak gerekiyor hangi Türk aydınları Kemalizmin bu “modernleştirirci” yönünü tutmuştur? Türk burjuvazisinin sınıf menfaatlerini, Kürtlere ve diğer milliyetlere uyguladığı milli baskı ve genel olarak azami kar sağlayan sermayenin sömürü düzeninin siyasi ve politik meşruluğunu ifade eden Türk milliyetçiliği -i̇slam sentezi Kemalizm ideolojisini statükocu ve sömürücü sınıfın kaynaşmış burjuva aydınları savunuyor. Ama bu savunu Kemalist hareketin modernizmi yönünden etkilendikleri için değil, egemen Türk burjuvazisinin sınıf çıkarları bunu gerektirdiği için savunuldu, savunuluyor. Kemalizm i̇smiyle ifade edilen burjuva sınıf düşüncesinin esası Türk milliyetçiliğidir. En büyük savunma örgütü tepeden tırnağa silahlı sınıf devletidir, i̇lk okuldan başlayarak, Kemalizm burjuva düşüncesinin işçi sınıfı ve bütün halk kitlelerinin bilincinde “muteber” kalması, etkisinin zayıflamaması için sermaye sınıfı ve devlet gücüyle her türlü araç ve yöntem kullanılmaktadır.

“Türkiye çıkarı” denilen kapitalistler sınıfının menfaatleri söz konusu olunca “Kemalizm cumhuriyet karşıtı” görülen AKP ve ortağı MHP en tutucu Kemalizm savunucuları görünen Vatan Partisi-Perinçek, DSP, Ergenekon grupları, BBP, Turan Feyzioğlu, Ümit Karasakal ve benzerleri hepsi aynı siyasi kampta yer almakta ve Kemalist hareketin tarihi politikasını güncel şartlarda uygulamaktadırlar. 

Neden bu politika: Bağnaz milliyetçilik, yayılmacılık, savaş ve işgal, ırkçılık, i̇çte demokratik hakların bastırılması, muhalefetin ezilmesi, i̇şçi sınıfının sömürülmesi, tutuklama, katliam, azgın bir Kürt düşmanlığı, komünist hareketin ezilmesi, asimilasyon, i̇nanç ve dinlere baskı, yasaklara dayalı politika… Komşu ülkelerde denetim kurma, Suriye’de Baasçı Esad yönetiminin devrilmesi ve Suriye’nin i̇slami-cihatçı örgütlere bırakılması gibi. Ve Güney, Rojava Kürdistan’da Kürtlere karşı yürütülen savaş, Kürt kentlerinde belediyelere -İstanbul’da Kürtlerin etkin olduğu Esenyurt’ta dahil- kayyum atama ve tıpkı tüm yetkilerin M. Kemal’de merkezileştiği gibi günün cumhurbaşkanında tek kuvvet halini aldığı ulusal “şef, reis”e bağlı demir yumruklu bir yönetim. Bu anlamıyla Kemalizmi yıllar önce “tasfiye eden”lerin aksine sanılanın çok ötesinde güncel ve AKP-MHP yönetimi ile uygulamadadır. AKP karşısında demokrat pozları takınan dağılan “ “Millet İttifakı” burjuva kampın bileşenleri CHP, İYİP, SP, DEVA, Gelecek, DP vd. bir çok burjuva parti Suriye, Afrika, Kafkasya’da AKP’nim dış politikasında hizalandılar. Kürtlere karşı yürütülen savaş ve milliyetçi politikanın destekçileridirler. İçte komünist hareket ve Kürt hareketinin ezilmesi, sermayenin çıkarlarını koruyan politikanın yürütücüsü AKP’ye başta CHP olmak üzere burjuva muhalefeti gerekli desteği yapmaktadır. Hükümet ve muhalefetiyle burjuva partiler İttihat ve Terakki’nin devamı Kemalist hareketin miras bıraktığı Türklerin Kürtler ve diğer milletlerden ayrıcalıklı ve egemen (siz bu ayrıcalıktan Türk burjuvazisinin ayrıcalıklı çıkarlarını anlayın) olduğu devlet iktidarının korunması politikasında hepsi aynı çizgidedir. Kemalizmin bu güne kadar etkin olması Türk burjuvazisinin çıkarlarını güvenceleyen faşizmin sürmesi realitesinden bağımsız düşünülemez. 

Tüm bu nedenlerle i̇brahim Kaypakkaya’nın Kemalist harekete dair kapsamlı değerlendirmeleri bize canlı, i̇sabetli ve güncel görünmeye devam ediyor. 

Muzaffer Oruçoğlu’nu Kemalizmde “muteber” ve “modern yönler” aramayla baş başa bırakalım! 

Kaypakkaya’nın ifadeleriyle Kemalizmin ne demek olduğunu hatırlatan özetle sonlandıralım. Çünkü “muteber” ve “modern yönler”den ziyade işçi sınıfı ve tüm emekçi halka Kemalizmin sınıf karakteri ve faşist yönünün açıklanması ve halkın bilinçlendirilmesine ihtiyaç var. Oruçoğlu’nun hatasını görmesini diliyoruz. 

Kemalist sınıf iktidarı “siyasi bakımdan bağımsız bir milli burjuva diktatörlüğü” değil komprador nitelikte Türk büyük burjuvazisinin ve toprak ağlarının bir kesiminin emperyalizme yarı-bağımlı diktatörlüğüdür. 

Kemalist “milli şef”e bağlı bir devlet yapısını kurarak işçilere, köylülere, Kürtlere, azınlıklara karşı sermayenin toprak ağalarının menfaatini korumaya devam etti. Kemalist Türkiye’de sermayenin çoğunluğu İngiliz, Fransız, Alman emperyalistlerine aitti. Kemalist hükümet ve yüksek bürokrasi Osmanlı’da olduğu gibi ve daha da artan oranda emperyalist şirketlerle ortaklaşan yatırımlara giriştiler. Yabancı sermayeye aracılık ettiler. Emperyalist bağımlılık derinleşti. Mevcutta beşyüz milyon dolara dayanan borç yükü bu yarı sömürge yapının tarihi kökleri üzerinde serpildi. 

”Türkiye gerçekleri gösteriyor ki; Kemalizm demek, fanatik bir anti-komünizm demektir. Kemalizm demek, i̇şçi ve köylü yığınlarının, şehir küçük burjuvazisinin ve küçük memurların sınıf mücadelesinin kanla bastırılması demektir. Kemalizm demek, her türlü ilerici ve demokratik düşüncenin zincire vurulması demektir. Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskı uygulaması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir. Kemalizm demek,”istiklalci tam bağımsızlık” i̇lkesi demek, yarı-sömürgelelik koşullarına seve seve razı olma ilkesi demektir. Kemalist Türkiye, yarı-sömürge Türkiye’dir. Kemalist iktidar İngiliz, Fransız emperyalizmine ve daha sonra Alman emperyalizmine uşaklık eden, onlarla i̇işbirliği eden bir iktidar demektir. (…) Kemalistlerin emperyalistlerle olan sınıf kardeşliği, milli düşmanlıklarından ağır basmıştır.” (İbrahim Kaypakkaya) 

İşte biz Kemalizmi bu yönleriyle kavrıyoruz!!! 

Sistemin siyasi karakterini oluşturan Kemalizmin tüm bu karşı-devrimci özüne, Kemalist milliyetçilik düşüncesine karşı sınıf bilinçli Türkiye proletaryası mücadele yürütmeli.

 https://www.devrimcidemokrasi3.org/ibrahim-kaypakkayanin-kemalizm-degerlendirmelerini-kavrayamayan-orucoglunun-gorusleri-uzerine/

 

Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)