Cafer Yıldız Arkadaşı Daha Özenli Davranmaya Çağırıyoruz: Yalana Tarih Çptmısına Değil Gerçeğe İhtiyacımız Vardır:..!
Cafer yıldız isimli bir arkadaş Ali Haydar Yıldızın kardeşi olmasının arkasına sığınarak, M-L önderlere ve devrimci harekete yalan-yanlış bilgi kırıntılarıyla, sağdan soldan aşırılmış ama somut bilgi ve belgelere dayanmayan savlarla-Troçki ve CİA merkezli ve Stalin düşmanı Menşeviklerden alınmış bilgilere dayanan iddialarla Staline saldırması ve hatta "Lenin'i Stalin'in zehirleyerek öldürttüğü " ve dahada ileri giderek Stalin düşmanı devrim kaçkını Menşeviklerin yalanlarına dayanarak Stalinin birleirni polise gambazladığı yalanını gerçekmiş gibi allayıp pullayıp yayınlaması aslında haklı olan bazı noktalarındaki eleştirilerini de boşa çıkarmakta ve mücadele içinde olan devrimciler arasında tepki uyandırmaktadır.
Elbette Cafer arkadaş devrimci ve sosyalist hareketi, kendi bakış açısına göre eleştirme hakkına sahiptir. Ama bu gerçekleri çarpıtma ve devrimci-sosyalist hareketi gözden düşürmeye hizmet ediyorsa orada uyarmak ve eleştirilerde gerçekçi davranmaya davet etmek gerekiyor.
Cafer arkadaş devrimci hareketin bazı hatalarını kullanarak, örgütlü savaşıma adeta savaş açıyor ve devlete karşı illegal temelde örgütlenme ve devrleti silahlı ayaklanmayla yıkıp emekçilerin kurtuluşunu amaçlayan yaklaşımları küçümsemekte, devrim için yaşamlarını ortaya koymuş devrim şehitlerini birileri tarafında boşu boşuna ölümü gönderilerek kullanılan" zavvallılar" olarak görerek göstererek, devrimci hareketin toptan mahkum edilmesi yolunu tutmaktadır.
Temcit plavı gibi hemen hergün tekrarlaya durduğu M.Oruçoğlu nezdinde TKP-ML hareketi hakkında muzaffer Oruçoğlu'nun Vartinikte Komde kalırken İ.G adlı devletle bağı olan bir kişiyle ilişki içinde olduğu ve kaldıkları mağarayı bu kişiye söylediği vb.iddiasıyla açıktan Oruçoğlu'nu ihbarcı olarak ilan etmektedir.
Aynı zamanda bu konuya dair yazıp çizdikleri açıktan TKP-ML Hareketi hakkında şaibeler yaymak ve emekçileri devrimci harekette uzak tutma yaklaşımını teşvik ediyor.
Cafer arkadaş hayali senaryolarla ve komplo teorileri ile çok içli dışlı olsa gerek ki, işkencede çözülmüş olan ve bu çözülmeleri bilinen TKP-ML Hareketinin yönetici kadrolarına dair, "hain, ihanetçi, devletin aparatı " vb. gibi ucuz değerlendirmeler de bulunması olaylara bilimsel bir yaklaşım içinde bakmadığını gösteriyor.
1973 yılında TKP-ML Hareketi 11 ay gibi kısa bir dönemin ardında devletin faşist saldırıları sonucu hareketini kurucu önderi İbrahim Kaypakkaya, Ahmet Muharrem Çiçek, Meral Yakar ve Ali Haydar Yıldız yoldaşlar katledilirken, örgütün yönetici kadroları ve militanları, taraftarlarının ezici çoğunluğu yakalanarak örgüt 1973 yılının başında çökertilmişti. 1973 yılında polis operasyonlarında yakalanan Koordinasyon Komitesi Üyelerinden (KK) örgütün kurucusu ve önderi Kaypakkaya yoldaş dışında diğer üyeler-Muzaffer Oruçoğlu, Ali Taşyapan, Cem Somel ve Aslan Kılıç- işkencede ser verip sır vermeme tutum içinde olamamışlardır.
Bu yönetici kadrolar için çözülme düzeyleri bakımından farklılıklar göstermiş olsa da Cem Somel örgütlü mücadelede çekilme noktasına savrulurken, zindanlarda örgütün yeniden toparlanması sürecinde, kadroların ve taraftarların yeniden değerlendirilmesinde işkencede olumlu sınav vermiş kadrolardan oluşan -İrfan Çelik, H.Şenses ve Güner Alakoç- bir değerlendirme komitesi oluşturulmuş ve bu komite bir kadro ve ileri taraftarlarla tek tek görüşerek eleştiri ve önerilerini alarak bir rapor hazırlamışlar. Bu rapor yine doğal otorite olarak kabul edilen A.Kılıç , Muzaffer Oruçoğlu ve Ali Taşyapan'a sunulmuş.
Burada eleştirilmesi önderliğin yeniden oluşturulurken tutulan yöntemdir.
Bunda tüm örgütü bağlayan bir tüzüğünün olmaması ve yine deneyim ve tecrübesizlikten dolayı işkencede tavrın yönetici kadrolarda temel bir ayıraç olarak bilince çıkarılıp özümlenememesi, alt kadroların kendilerine güvende sorun yaşamaları, işkencede zaaflı kadroların KK'da görevlendirilmelerini önleyememiştir.
Zindanlarda yeniden oluşturulan KK komitesinde İrfan Çelik, H.Şenses M.Oruçoğlu ve A.Kılıç yer alırken, Ali Taşyapan poliste zaaf gösterdiğinden dolayı KK'da önce görev kabul etmemiş. Uzun tartışmaların ardında birkaç ay sonrasında A.Taşyapan'da ikna edilerek KK'da yer alması sağlanmıştır.
Böylece 1973 yılı başında çökertilen TKP-ML Hareketinin yeniden KK'si beş kişiden oluşmuştur. Yakalanmayıp dışarıda olan KK üyelerinden Ali Mercan ve Almanyalı Kadir örgüt merkezi olarak çökertildikten sonrası kararlı bir mücadele içinde olmadıklarından dolayı fiili olarak KK üyelikleri son bulmuş.
Almanyalı Kadir örgütlü mücadeleyi terk ederen Ali Mercan Güneydeki kentlerde sıradan bir kadro olarak hem kendisini korumuş ve hemde bazı kentlerde hareket taraftarlarıyla ilişkisini sürdürmüş.
1975 Ecevit affıyla KK üyelerinden İrfan Çelik, H.Şensen ve Ali Taşyapan'ın tahliyesiyle Ali Mercanlada ilişki kurulmuş ama KK'ya alınmamış.
Muzaffer Oruçoğlu yeniden mücadele sürecinde örgütlü mücadeleden yana tavır almış ve bu tutumunu uzun yıllar zindanlarda yatarak ortaya koymuştur.
Cafer arkadaş 1974 yeniden toparlanma sürecinde işkencede direnen kadrolarda örülü bir KK'nin oluşturulması gerektiği yönünde eleştiride bulunmuş olsaydı, yerinde eleştiri ve değerlendirme demek yanlış olmazdı.
Ama 1974 sürecinde önlerinde ciddi bir deney ve tecrübe olmayan, hatta hareketin çizgisini ve örgütsel ilkelerini özümlemekten uzak kadrolarda, sorunları daha derinlemesine ileri kavrayışla değerlendirmeler ve tutum beklemek hiçte gerçekçi olmayacaktır.
Bu tıpkı yeni doğmuş bir bebeğe neden koşmuyorsun demek gibi birşeydi.
Yine 1973 döneminde işkencede tutum ve ifade vermemede hatalı yaklaşımlar, bilinç çarpıklıkları söz konusudur.
Örneğin " devrimciler yalan söylemez ve yaptıkları eylemleri gizlemezler, çünkü onlar mahkeme ve polisten, devlette korkmazlar" gibi işkencede ser verip sır vememe direnişinin özünü kavramada sorunlu bakış açısı nedeniyle sorunlu davranıldığıda bir gerçekliktir. Keza 1973 yılında polis tarafından yakalanıp işkencede hatalı davranan birçok yoldaşın daha sonrası örgütlü yaşamalarında işkencede ser verip sır vermeyen bir çizgide davrandıklarına tanık olduk.
Örneğin Zeki Şerit, M.Erdoğdu buna örnektir.
Buradan hareket ederek M.Oruçoğlu'nun ifadeleri sonucu İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devlet tarafından katledildiği ve bundan dolayıda İ.Kaypakkaya yoldaşın öldürülmesinin sorumlusu olarak işkencede zaaflı davranan Muzaffer Oruçoğlu,A.Kılıç, A.Taşyapan yada C.Someli göstermek, devleti küçümsemek ve basite almak anlamına gelir.
Faşist T.C Devleti İbrahim Kaypakkaya yoldaşın nasıl dirayetli ve ön açıcı komünist bir önder olduğunu PDA-Aydınlık sürecinden analiz ederek biliyor. Aydınlık-PDA önderliğinin Kaypakkaya yoldaşa dair vermiş olduğu bilgiler, devletçe biliniyor.
Buradan olarak M.Oruçoğlu ve diğer poliste zayıflık gösteren KK üyelerinin vermiş oldukları ifadeler sonucu, Kaypakkaya yoldaşın katledildiği iddiası, devletin işkence ve zulmünü görmezden gelen bir yaklaşımdır. Haliyle sapla saman bir birine karıştırılmamalıdır.
Yaşanmış olan gerçekler ışığında çıkarılması gereken temel ders, işkencede olumlu sınav vermeyen önder kadroların hiç birşey olmamış gibi yine de eskisi gibi yönetici görevlerde tutulması yada yönetici kademelere seçilmeleri hatalı bir yaklaşımdır. Ama 1974 yeniden toparlanma sürecinde örgüt kadrolarının önderliğin oluşumunda işkencede zaaflı davranan önder kadrolara yaklaşımda uzlaşmaz bir tutum içinde olmalarını beklemek gerçekçi olmazdı.
Nitekim devrimci ve komünist hareket bilgi birikimi ,deneyim ve tecrübeleri arttıkça, devrimci ilke ve değerleri daha derinden kavrayacak ve ilkelere sıkıca bağlanıp bu doğrultuda hareket etmede daha başarılı olacaktır.
Cafer arkadaşın
" Lenini Stalin zehirletti " savının ne kadar ayakları havada boş ve Stalin düşmanlarının somut hiçbir veriye dayanmayan "çamur at izi kalır" burjuva yönteminin çıkmaz sokak olduğunu hatırlatmak bakımından Sendika. Orgda bir yazıyı yayınlıyoruz
Emperyalistler, solu değersizleştirme kampanyasında çoğu zaman solcuları kullanırlar
Geçenlerde hemen hemen tüm tekelci basında Lenin’in Stalin tarafından zehirlendiği haberi yeniden yer aldı. Yeniden diyorum, çünkü buna benzer haberler düzensiz periyotlarla tekelci medyada sürekli olarak yer almaktadır. Maryland Üniversitesi’nde yapılan bir konferansa Dr Harry Vinters tarafından sunulan bir tebliğe göre, Lenin frengiden değil ama büyük ihtimalle stres kaynaklı damar sertliğinden ölmüş. Dr Vinters, Lenin’in zehirlenmiş de olabileceğini ama bu konuda delil olmadığını söylüyor.
Dr Vinters’in Lenin’in zehirlendiğine ilişkin hiçbir delilin olmadığını açıklamasına rağmen, hemen tüm tekelci medya Lenin’in Stalin tarafından zehirlendiği tezini işledi. Tüm bu dezenformasyon kampanyasının kaynağı Troçki’nin bir yazısıdır.
Troçki, Liberty adlı liberal bir dergide 10 Ağustos 1940 tarihinde yayımlanan yazısında, Stalin’in Lenin’i zehirlemiş olduğunu iddia eder. Lenin’in Stalin tarafından zehirlendiği iddialarının temelini Troçki’nin öldürülmeden kısa bir süre önce yazdığı bu yazı oluşturur.
Troçki’ye göre Stalin 1923 Şubat’ının sonunda, kendisinin ve Kamenev ile Zinovyev’in de bulunduğu gayriresmi bir politbüro toplantısına gelmiş ve Lenin’in kendinden zehir istediğini iddia etmiştir.
İddia edilen şeyler oldukça ciddidir.
Troçki, Lenin’in Stalin’den böyle bir talebi olup olmadığının gerçekte bilinmediğini söyler, çünkü hastalığı nedeni ile Lenin ile konuşmak ve bunu doğrulamak mümkün değildir, eğer Lenin’in böyle bir talebi olmuş ise bile, bunu Lenin ya Stalin’i denemek için böyle bir yöntem izlemiştir, ya da kendisini öldürmekte çıkarı olan tek kişinin Stalin olduğunu Lenin de bildiği için, Lenin zehiri ondan istemiştir. Troçki’ye göre Lenin ve Stalin düşmandırlar ve eğer Lenin ayağa kalkarsa Stalin’in işini politik olarak bitirecektir.
Bu yüzden Lenin’in ölmesi Stalin’in çıkarına uygundur. Ayrıca diye devam eder Troçki, Lenin partiye yazdığı ve vasiyatnamesi olarak geçen son mektuba yaptığı bir ekle Stalin ile tüm ilişkilerini bitirdiğini ilan etmiştir. Bu olaydan iki hafta sonra Stalin politbüroya Lenin’in kendinden zehir istediğini söylemiştir.
Troçki’nin bu yazısından bu yana sürekli olarak Lenin’in Stalin tarafından öldürüldüğü ileri sürülür. Troçki’nin yazısının ingilizce metnine nette şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.libertymagazine.com/mysteries_trotsky.htm
Troçki, Yagoda’nın mahkum edilmesini de söylediklerine kanıt olarak gösterir. 1937 yılında Bukharin’in yargılandığı davada Bukharin ile beraber eski içişleri bakanlarından Genrikh Yagoda da yargılanmıştır. Yagoda birçok başka ciddi suçun yanısıra, eski içişleri bakanlarından Menzinsky, Maksim Gorki ve Gorki’nin oğlunu zehirleyerek öldürtmekle de suçlanmış ve suçlu bulunarak idam edilmiştir.
Mahkeme de Yagoda kendisi aleyhindeki iddialardan Gorki’nin oğlunu zehirleyerek öldürttüğünü kabul eder ama Gorki’yi kabul etmez. Onun ölüm nedenini gizli oturumda açıklayacağını söyler. Ama dediğim gibi sonunda bu suçlardan (ve bir hayli başka suçlardan da) suçlu bulunur ve idam edilir. Yagoda’nın işlediği cinayetler o dönem Sovyet basınında parti içi muhalefetin Stalin ve diğer Bolşevik önderlere yönelik işlediği cinayetlerin bir parçası olarak kabul edilmiştir.
Bu arada parentez olarak açıklayalım 1906 yılından beri bolşevik olan Yagoda ilginç bağlantıları olan bir kişiliktir. İngiltere’de Liberal Parti Genel Başkanı ve hükümette Başbakan Yardımcısı olan Nick Glegg’in büyük halası Baroness Moura Budberg Yagoda’nın 1930’lı yıllardaki sevgililerinden birisi idi. Önemli bir Rus aristokratı olan bu kadın İngiliz Mata Hari olarak adlandırılır ve 1918 yılında ünlü İngiliz casusu Lockhard ile beraber Lenin suikastından tutuklanmış ve daha sonra serbest bırakılmıştır. Baroness Moura Budberg hakkındaki bilgilere ilişkin İngiltere’de hala gizlilik yasağı vardır.
Yagoda ise mahkemede bu casuslar ile olan ilişkilerini görev gereği olarak savunmuş, açıklamalarını ise gizli bir celsede yapmak istemiştir. Ne yazık ki bu konuda Rus belgeleri de hala gizlidir. Yagoda aynı zamanda Çeka’nın başkanı olarak Kirov cinayetini kolaylaştırmaktan mahkum olmuştur.
Troçki işte bir dönem Çeka başkanı olan Yagoda’nın Gorki ve diğerlerini zehirlediğini kabul eder. Yazısında bunun doğru olduğunu söyler ama der, Yagoda tüm bu cinayetleri Stalin’in emri ile işlemiştir. Troçki’ye göre Yagoda Stalin’in has adamı idi ve mahkemede onu mahkum ettirerek Stalin her şeyi bilen birinden kurtulmuştur. Lenin’i zehirleyen zehiri Stalin Yagoda’dan almış olmalıdır
Troçki’ye göre.
Burada ilginç olan nokta Troçki’nin Yagoda’nın cinayetlerini inkar etmemesi ve kabullenmesi. Ama bu cinayetleri bir kalem darbesi ile Stalin’in üzerine yıkıyor. On yedi seneye yakın bu konuda niye sustuğu ama birden 1940 yılında bu olayları niye hatırladığı konusunda da hiçbir açıklama getirmiyor. Troçki’nin bu yazısı elde hiçbir delil yok iken emperyalist propaganda çevrelerinde Kirov’u da aslında Stalin’in öldürttüğüne delil olarak sayıldı. Troçki’nin bu iddiaları emperyalistlerin solu, Sovyetler Birliği ve sosyalizmin tarihini değersizleştirme kampanyalarında kullanılan en önemli yazılardan biridir.
Düzenli aralıklarla Stalin’in Lenin’i zehirlettiği, öldürdüğü haberlerinin dünyanın önemli tekelci medyasında yer almasının nedeni budur.
Ama yukarıda da belirtiğim gibi, Troçki birçok gerçeği ters yüz etmekte, bazı konuları saklamakta, bazı konularda da alenen yalan söylemektedir. Birincisi Yagoda, Bukharin ekibinin içindedir. Sadece Yagoda değil ama ondan sonra gelen Çeka başkanı Yezhov da Bukharin ekibinden olan bir kişidir. Bu konuda 1970’li yılarda Bukharin’in eşi tarafından yazılan anılarına bakılabilir.
Öyle ki kocası Yezhov döneminde idam edildiği halde Anna Larina (Bukharin’in eşi) Yezhov’un ne kadar iyi bir adam olduğunu söyler durur. Ama Troçki’nin ters yüz ettiği tek şey Yagoda hakkındaki bilgiler değildir. Lenin’in ne zaman zehir istediği, ve kimlerden zehir istediği hakkında da yalan söylemektedir.
Troçki’nin verdiği bilgiler arasında bulunan tek doğru bilgi Lenin’in Stalin’den zehir istediğidir. Ama Troçki’nin iddia ettiği gibi 1923 Şubat’ında değil, çok daha önceleri, önce 1921-22’de daha sonra da 1922 Mayıs’ında Lenin Stalin’den zehir ister. Lenin hastadır, bir bitki gibi yaşamak istememektedir, artık sonunun geldiğini düşünmektedir. O psikoloji altında en yakını olarak gördüğü Stalin’den kendisine zehir getirmesini ister.
Stalin ise bu isteği Lenin’i sakinleştirerek, ve doktorların hala umutlarını kesmediğini söyleyerek başından savar. Ve Lenin’in kızkardeşi Maria Ulyanova’nın ve karısı Krupskaya’nın mektuplarının gösterdiği gibi bunu Troçki de dahil tüm politbüro üyeleri bilmektedir.
1990’lardan sonra Sovyet arşivlerinde bazı belgelerin gizlilik kaydı kaldırıldı. Arşivlerde Lenin’in kızkardeşi Maria Ulyanova’nın parti merkez komitesine Lenin ölmeden önce yazdığı bir mektup var. Ulyanova bu mektupta “1921-22 kışında Lenin hasta düştü.
O sıralarda, tam olarak ne zaman olduğunu hatırlamıyorum, Lenin, Stalin’e büyük ihtimalle felç olacağını söylemiş ve ondan eğer böyle bir şey olursa potasyum siyanür elde etmesi ve bunu kullanmasında yardım edeceği sözü vermesini istemiş. Stalin bu sözü vermiş. Bunun için Stalin’i seçmesinin nedeni onun gerçekten duygusallıktan uzak, sert ve çelikten bir insan olduğunu bilmesi idi.
Bu tür bir şeyi isteyebileceği herhangi bir başkası yoktu. Mayıs 1922’de olan ilk felçten sonra Lenin, Stalin’den aynı şeyi tekrar istedi. Lenin artık sonunun geldiğine karar vermişti ve Stalin’in yanına getirilmesini istedi. O kadar ısrar etmişti ki, onu kıramadılar. Stalin, Lenin ile beş dakika kadar bile olmayan kısa bir süre görüştü ve odadan dışarı çıktığında bana ve Bukharin’e Lenin’in ondan artık sözünü yerine getirme vakti geldiği için zehir istediğini söyledi. Stalin ona yapacağı sözünü vermiş, Lenin onunla kucaklaşmış ve Stalin odadan çıkmış.
Hep beraber konuştuktan sonra biz Lenin’i teskin etmeye karar verdik ve Stalin tekrar odaya girdi ve doktorlarla konuştuğunu, onların hala ümitli olduklarını, ve Lenin’e verilen sözün yerine getirilme vaktinin daha gelmediğini söyledi. Lenin oldukça neşelenmişti ama yine de Stalin’e ‘beni kandırmıyorsun değil mi?’ diye sordu. Stalin ise ‘ben seni ne zaman kandırdım’ diye cevap verdi. Ayrıldılar ve birbirlerini Lenin kendini daha iyi hissedinceye kadar görmediler…
O günlerde Stalin diğerlerinden daha fazla onun ile beraberdi.” Kremlin arşivlerinden aktaran, Edward Radzinsky, Stalin sayfa 184-185. (Anti komünist bir gazeteci olan Radzinsky 1991 yılında arşivler aşıldığında Kremlindeki arşivlere ilk girenler arasındadır ve Troçki’yi yalancı çıkaran yukarıdaki mektubun ve diğer belgelerin ortaya çıkmasından hiç de memnun değildir. O yüzden mektuptan sonraki birkaç sayfada aslında Stalin’in ne kadar karaktersiz bir adam olduğunu yeniden tekrarlar durur. Stalin hakkındaki birçok iddianın arşivlerde geçersizleştiğini görünce çok mutsuz olmaktadır ve bu da kitabına yansımaktadır.)
Aslında Lenin’in zehir istediği tek kişi Stalin değildir. Yine yeni çıkan arşiv belgelerine göre eşi Krupskaya 1923 17 Mart’ında gizli kalması kaydı ile Politbüroya gönderdiği bir mektupta Lenin’in ondan bir miktar potasyum siyanid bulmasını istediğini yazar. “Ama” der Krupskaya “ben bu ricayı yerine getirecek güçten yoksunum.” (Radzinsky, age, sayfa 196.) Ama Stalin Lenin’in ötenazi isteğine karşı çıkar ve politbüro da bu kararı alır.
Ama bu sefer Radzinsky Stalin’in bu kararını eleştirir! Burjuvalara dönek olmadığınız sürece hiçbir zaman yaranamazsınız! Bu arada Krupskaya’nın mektubunun tarihine bakınız. Troçki’nin Stalin’in Lenin’in zehir istediğine ilişkin söylediği tarihler.
Olayı gündeme getiren Stalin değil Krupskaya, üstelik sözlü değil yazılı bir mektup ile. Üstelik daha önceden benzer bir talep Maria Ulyanova’nın mektubu ile olay politbüroya bildirilmiş. Politbüroda Stalin’e zehirin verilmesine karşı çıkan kişi ise Stalin.
Yukarıdaki belgelerden de anlaşılacağı gibi
Lenin hastalığının ilerlediği günlerde ve iyileşme umudunun kalmadığı anlarda çevresinde bulunan kişilerden, karısından ve arkadaşlarından ötenazi isteğinde bulunmuştur. Bu konuda Stalin’i seçme sebebi eşi Krupskaya’yı seçmesi ile aynıdır.
Yakın ve güvendiği arkadaşıdır. Ama ikisi de bu isteğini onu teskin ederek savuşturmuşlardır. Üstelik Lenin’in ötenazi isteği gayriresmi bir politbüro toplantısında değil resmi bir politbüro toplantısında tartışılmıştır. Tüm bu kararlar ve mektuplar bir politbüro üyesi olan Troçki’nin bilgisi dahilinde idi ve Troçki bunlara rağmen politik çıkarları uğruna gerçekleri çarpıtmıştır.
Troçki’nin niye böyle bir yalan söylediğini anlamak için
aslında 1940 yılı ağustosuna geri gitmekte fayda vardır. Troçki bu yazı öncesi ABD’de Komuüist Parti faaliyetlerini soruşturan Dies komitesine ifade vermeyi kabul etmiş ve bu durum kendi taraftarları arasında bile büyük tepki toplamıştı. Troçki daha sonra bu tepkiyi, Dies komitesini bir platform olarak kullanacağını iddia ederek yumuşatmak istemiştir. Başkanı olan Martin Dies adı ile anılan Dies komitesi daha sonra yine başkanı olan Mc Carthy adı ile anılan Mc Carthy komisyonunun öncelidir.
Ancak faşist bir komisyonda Sovyetleri ve takipçilerini (yani ABD komünistlerini) eleştirmenin, onların faaliyeterini teşhir etmenin nasıl bir platform olacağı bellidir. O yüzden bu açıklama kendi taraftarlarını bile tatmin etmemiştir. Zaten bu yazının yayımlanmasından 20 gün sonra, 30 Ağustos 1940’ta Troçki’nin oldukça yakın çevresinden olan Jacques Monarc/Roman Mercader Troçki’yi kafasına bir çekiç ile vurarak öldürdüğünde gerekçe olarak onun Dies komitesine ifade vermek istemesini ve onun kız arkadaşı ile evlenmesine karşı çıkmasını gösterir. Troçki’nin sekreteri katilin birkaç yıllık kız arkadaşıdır
ve
Troçki ve katil iyi aile dostudurlar.
Emperyalistler, solu değersizleştirme kampanyasında çoğu zaman solcuları kullanırlar.
Halil Berktay ve Gün Zileli gibilerin 35 yıl sonra 1 Mayıs katliamını tam da 12 Eylül iddianamesi açıklandığında solun üzerine yıkıp devleti ve 12 Mart darbecilerini aklamaya çalışması böyle bir çabanın ürünüdür.
Biz tarihe günümüzü aydınlatması açısından bakarız, geçmiş sosyalist devletler ve deneyimler de bu açıdan eleştirel bir gözle incelenmeli ve tartışılmalıdır. Ancak Soğuk Savaş propagandaları ile geçmişi anlamak mümkün değildir. Geçmişi anlayabilmek ve onun sağlıklı bir değerlendirmesini, eleştirisini yapabilmek için, önce dezenformasyon ile gerçeğin birbirinden ayrılması gereklidir.