Marksizm’e (MLM’ye) köklü ideolojik-teorik saldırı
temelinde, onu sulandırarak yozlaştırmayı hedef alan yarı-anarşist, post modern
ve sivil toplumcu anlayışlardan beslenen ve hiçte masum olmayan bir
“perspektif” sunmaktadır Öcalan.
PKK, Öcalan’ın çağrısını takiben Kongresini toplayıp fesih
ve silahları bırakma kararı aldı. Açıkçası, Öcalan’ın “benim için kongre
bitmiştir” mealindeki ifadesinden anlaşılacağı gibi, fesih ve silahları bırakma
kararı önce Öcalan’ın inisiyatifidir, sonrasında ise PKK’nin 12. Kongresiyle bu
kararı onaylayarak karar haline getirmesidir. Yani prosedür tamamlanarak karar
demokratik biçime kavuşturulmuş, resmileştirilmiş oldu. Olan bu. İlgili
kararların muhtevası, Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi (ve daha fazlası) adına
tarihi bir kırılmayı ifade etmektedir.
Kürt Ulusal Hareketi’nin büyük bir risk alarak kendisini
tasfiye etmek kaydıyla girmiş olduğu mevcut süreç, Öcalan’ın açık ifadesiyle,
bizzat “Bahçeli’nin çağrısıyla” başlamıştır. Bu başlı başına bir tehlike, bir
belirsizlik, kaybetmeyi göze alma pahasına ve bilerek ladese tutuşmaktır.
Sürecin Bahçeli’nin çağrısıyla ve Bahçeli tarafından başlatıldığı doğru kabul
edildiğinde, süreç Kürt Ulusal Hareketi ve mücadelesi açısından bir “zar atma”
niteliğinde mütalaa edilebilir zayıflıktayken, “demokratik toplum ve kardeşlik”
olarak adlandırılan sürecin güvenilirliği açısından da ciddi soru işaretleri
taşır. Ne var ki, Kürt Ulusal Hareketi mücadele varlığına ters orantılı olan
mevcut yönelim ve kararlarla büyük riskler alan ve barındıran sürece veya
keskin dönemece adeta gözlerini kapayarak girmiş, girebilmiştir…
Cereyan eden somut gelişme ve buna benzer gelişmelerin
yaşanması bizler için ne sürprizdi ne de beklenmedik gelişmelerdi. Bilakis,
sınıfsal dokuya bağlı olarak, stratejik zemin ve süreç içinde görece erken ya
da geç ama tamamen mümkün olan, öngörülebilir gelişmelerdi bu yaşananlar… Sınıf
dokusu veya doğası gereği, ulusal hareketlerin ekserisi benzer bir seyir
izlemiş, izlemektedir.
Hiçbir gelişme ya da hiçbir süreç rastlantı eseri değildir.
Her şey bir varlık nedenine dayanır, sebepsiz hiçbir şey yoktur. Tüm olay ve
olgular mutlak suretle bir nedene, bir sebebe dayanır ve kesinlikle bir arka
plana sahiptir. Sebepsiz/nedensiz hiçbir şey yoktur, açıklanmaz. Yoktan var
olma ya da düşüncenin maddeden önce geldiği tezi idealist zırvadır; diyalektik
ve tarihi materyalizm ve Marksizm (MLM) bilimine aykırıdır. Bütün teori ve
görüşler maddi gerçekten doğar, maddi gerçekle örtüştüğünde maddi güce
dönüşürler.
Niyetler ve nesnel gerçekle örtüşmeyen ya da nesnel gerçeğin
yerine koyulan sübjektif görüşler asla gerçekle bağdaşmazlar, bilimsel gerçek
karşısında hükümsüzdürler. Tüm teori, düşünce, somut plan, program ve araçlar
belli bir ihtiyaçtan doğar, tarihsel şartlarda anlam kazanırlar. Ulusal
hareketler bundan muaf değildir. Ulusal Hareketin izlediği çizgi ve bu çizginin
ürünü olarak gündeme gelen gelişmeler aynı diyalektik sürecin parçasıdırlar.
O halde sorun, yani mevcut gelişmeler kesinlikle bir sınıf
dokusu ve ideolojik-siyasi çizgi sorunudur. Tayin edici olan siyasi çizgidir.
PKK’yi ulusal hareket değil de halk hareketi vb. şeklinde değerlendiren
yaklaşımlar tabiatıyla mevcut gelişmelere anlam vermekte zorlanır, yaşananları
beklenmedik gelişmeler olarak yorumlar, sürprize yorarlar…
Sınıf hareketi ve sınıf mücadelesinden değil, ulusal
mücadele ve hareketten bahsediyoruz. Ulusal hareket ve mücadele, halkı dahil
alsa da esasta halkın ve sınıfın değil, doğrudan ulusun sorunu veya sorunlarına
endeksli bir orijindir. Ulusal sorunun özü pazar sorunudur. Ulus burjuvazisinin
kendi pazarına sahip çıkma isteminden daha anlaşılır, kendine göre haklı ve
genel olarak meşru bir arzu ve talebi yoktur. Ulus burjuvazisi farklı
propaganda ve çağrılarla halk kitlelerini peşine takarak, burjuva çıkarları
için harekete geçirir/geçirebilir. Fakat, halkın katılımı ulusal hareketi halk
hareketine dönüştürmez. Ve unutmamak gerekir ki, ulusal hareketler proleter
dünya devriminin yedeği, parçası ve ittifakıdırlar…
PKK sosyalizmden en çok etkilenmiş bir ulusal hareket olarak
ve sosyal tabanı Kürt yoksul işçi-köylüsüne dayandığı için klasik ulusal
hareketten farklı bir profil ortaya koyar/koyabilir ama bu onun özünü,
ideolojik-siyasi çizgisini yani burjuva-ulusal sınıf dokusunu ortadan
kaldırmaz… İşçisi, emekçisi, halkı, küçük-burjuvazisi, aşireti/aşiret reisi,
toprak ağası ve her düzeyden burjuvazisiyle bir bütün bir ulusu düşünün, işte
Kürt ulusal hareketi ve mücadelesi bu doku üzerinde biçimlenir. Bu proleter
değil, burjuvadır; ulusal-demokratik nitelikte olması (ve hatta reel politikte
devrimci rol oynaması da) bu gerçeği değiştirmez. İdeolojik-siyasi
kırılganlıklar taşıması tam da burjuva ulusal sınıf dokusundan ve
ideolojik-siyasi çizgisinden ileri gelir…
Ulusal hareketin devrimci sınıf hareketi ve özellikle de
Komünist hareket gibi davranması elbette beklenemez. Özellikle Sosyalist bloğun
veya güçlü sosyalist devletin olmadığı veya devrimlerin aktüel rüzgâr olmadığı
tarihsel şartlarda ulusal hareketlerin burjuvazi veya emperyalizmle ilişkilere
girmesi çok daha anlaşılırdır. Ulusal pazarına egemen/sahip olma temeline
dayanan ulusal bağımsızlık, kendi devletine sahip olma, kendisini yönetme,
yönetsel statülere sahip olma, diğer ulusal hak ve özgürlükler, ulusal hareket
ve ulus burjuvazisinin mücadelesinin gerekçeleridir.
Bunları veya
bunlardan bazılarını elde etmek mümkün olduğunda veya bunları elde etmek için
ulusal burjuvazi veya ulusal hareket egemen ulus burjuvazisiyle ya da
emperyalist devletlerle ilişkilere girer, anlaşma ve uzlaşmalar yaparlar. Bu uzlaşma
ve anlaşmalar temelinde, kendilerini fesh etme, mücadele biçimlerini değiştirme
veya mücadeleyi bırakma süreçlerine girerler.
Tıpkı Mustafa Kemal’in yarı işgali kaldırmak için
İngiliz-Fransız emperyalistleriyle iş birliğine girmesi, anlaşmalar yapması
gibi… Özcesi, proletarya önderliğinde olmayan ulusal burjuva önderlikli bütün
ulusal hareketler istisnasız biçimde anlaşma, uzlaşma süreçlerine girmiştir. Bu
uzlaşmalar temelinde mücadeleyi bırakmış, hatta genellikle silahlı örgütsel
varlıklarını sonlandırmışlardır… PKK’nin bugün yaşadığı da anlaşma, uzlaşma
sürecidir. Dünya ulusal hareketlerinin kimilerine göre, PKK elbette son derece
geri bir anlaşma yapmıştır…
Lakin sürecin bu yanına dönük eleştiriler geçerli kalsa da
esasen geriye düşmüştür. Ki, buna dönük eleştiriler az ya da çok yürütüldü.
Geriye düştü çünkü, Öcalan’ın PKK 12. Kongresi’ne sunduğu “perspektifle”,
sorun, Marksizm’in eleştirisi, sosyalizmin geliştirilmesi, Devlet-Komün tezleri
babında son derece iddialı ama altı doldurulamayan ve “Demokratik Sosyalizm”
gibi eğreti savlarla birlikte çok daha derinleşip başkalaşmış, aynı
perspektifin ruhunu yansıtan “fesih ve silahlı mücadeleyi sonlandırma”
kararından çok daha öne çıkmıştır… Fesih ve silahlı mücadeleyi sonlandırma
kararı, son tahlilde PKK kongre iradesinin kararı olarak veya olması itibarıyla
bizzat PKK’yi ilgilendirir. Fakat, PKK’nin yeniden yapılandırılmasına paralel
olarak Marksizm’in de aradan çıkarılmasını ihmal etmeyen ilgili yönelim
bambaşka bir soruna işaret eder ki, bu ciddi bir dizayn konsepti ya da
planıdır…
Marksizm’e (MLM’ye) köklü ideolojik-teorik saldırı
temelinde, onu sulandırarak yozlaştırmayı hedef alan yarı-anarşist, post-modern
ve sivil toplumcu anlayışlardan beslenen ve hiç de masum olmayan bir
“perspektif” sunmaktadır Öcalan. Marksizm’le açıktan hesaplaşmaya oturması,
ilgili ideolojik-teorik akımlardan etkilenmenin ürünümüdür ve yine
sosyalizm-komün meselelerine gösterdiği ilgi burjuva entelektüel ideologlarla
karşılıklı etkileşimin bir sonucu mudur, bunu bilemeyiz. Ancak etki sebebi her
ne olursa olsun, varılan sonuç ve sentezin içler acısı olduğunu söyleyebiliriz.
Marksizm-sosyalizmle girilen bu hesaplaşmanın amaç olarak devrimci hedef ve
sonuçlar doğurmayacağı, bilakis tasfiyecilikle ünlü olduğu aşikâr. PKK’nin feshi
bu tasfiyeciliğin kanıtıdır. Tıpkı tarihte görüldüğü gibi, Marksizm ve
Marksizm’i geliştirme adına hareket edip Marksizm’i revizyona tabi tutmaktadır
“perspektif.” Proleter devrimcilerin Marksizm’in temellerine oynayan sağdan
revizyon girişimlerine kayıtsız kalması tasavvur edilemez…
Marksizm’e dönük eleştiri, Marksizm’in geliştirilmesi,
demokratik sosyalizm, komün-devlet ve sınıf mücadelelerine dönük tezleri ile
sosyalizmin geçersizliği ve sosyalist teorinin geliştirilmesi iddiasıyla ortaya
konan tablo, eleştiriye muhtaç olup, keskin ideolojik-siyasi bir tartışma ve
eleştiri konusu olarak bütün eleştirilerin merkezine oturmuştur… Kısacası, adı
geçen “perspektif” uzun ve ayrıntılı bir tartışma yürütmeye konu olacak kadar
derin sorunlar taşımasına rağmen, eleştirilerimizi belli başlıklar altında
özetlemekle ama kendi zaviyemizden öze dönük söylenmesi gerekenleri ifade
etmekle yetineceğiz. Lakin “perspektif” metninin giriş bölümünde yer alan kimi
noktaları önemli gördüğümüz ve bizzat önemli oldukları için es geçmeyeceğiz…
Geleceği biçimlendirecek stratejinin ruhu
Öcalan, sunduğu bu perspektifin esasen ön-özet bir metin
olup yeni döneme geçiş kapsamlı muhtevası üzerinde çalışılarak incelenmesi ve
geliştirilmesi gerektiğini ifade ederek bunu yapacağını, fakat bunun zaman
alacağını, geçen zamanın sorunlara yol açacağını ve mevcut metnin sorunun
ruhunu verdiğini/yansıttığını belirtmektedir. Yapılan vurgu(lar)dan anlaşılıyor
ki, önümüzdeki kısa dönemde(Öcalan bu zamanı 1 ay olarak belirtiyor) mevcut
“perspektifi” daha da “zengin eden” birçok “yenilik” ve gelişmeyle tanışacağız!
Elbette ruhu yansıtan “perspektif” metninde bu gelişmelerin ipuçları yeterince
var. Fakat spekülatif yorumlara girmeden, bunları kaynağından görmek için
biçilen kısa zamanı beklemek yeğdir. Zira “perspektif” metni oldukça zor
anlaşılan ve hatta anlaşılmayan bir dizi karmaşıklığa sahiptir. Ancak,
“Perspektif” metninde yer alıp tarif edilmeye yeteri kadar açık olan, bu manada
açıklanacak belgeye ruh veren mevcut içeriği yorumlamaktan imtina edemeyiz. Bu
ruha bakacağız. Bu ruh, silahlı mücadele ve örgütün tasfiyesiyle son derece
anlamlı başlayıp, sınıf mücadeleleri, sosyalizm ve Marksizm’in reddiyesinde,
hem de sosyalizm ve Marksizm’in geliştirilmesi adına bunların reddedilmesinde
karşılık bulmaktadır. İlerleyen bölümlerde bunları ele alacağız.
“Perspektif” metnindeki alt başlıklardan önceki giriş
kısmında önemli gördüğümüz ve bizlerin görmesinden bağımsız olarak
kendiliğinden önemli olan, dolayısıyla eleştirilmesi kaçınılmaz olan sorunlu
yaklaşımlar, belli bir anlayışa dayanıp aynı anlayış bütünlüğü içinde cereyan
etmektedir. Bu da, savaşın birincil temsilcileri olarak barışa da karar veren
tek inisiyatif olanlar arasında olmak kaydıyla; Bahçeli’nin çağrı yaparak
başlattığı ve Öcalan’ın gecikmeksizin yanıt verdiği, bu temelde geleneksel
Kürtlüğün bitip tükenmesi gibi, PKK mücadelesinin de tıkandığı, bu tıkanmayı
“yeni dönem paradigmasıyla” aşmak üzere, bizzat Öcalan’ın çağrısı ve istemi
temelinde PKK 12. Kongresi’nin toplanarak feshini karar altına aldığı, böylece
fiilen girilen bu sürecin “başlangıçtan daha ileri bir noktaya getirildiği” ve
“devlet denetiminde” yapılan toplantıda programının hazırlandığı Kürt
“sorunsalına” dair “yeni dönemin” yeni paradigmasına, perspektifine ve daha
fazlasına dayanıyor…
Tarihe yaklaşımda çarpık tarih bilinci ve inkâr
edilenlerin inkara sarılması
“Perspektifin” giriş bölümündeki tüm gayreti çabası, PKK’nin
fes edilerek silahlı mücadelenin terk edilmesi suretiyle “demokratik siyaset
yapma” orijininde geri çekilmeyi/geriye düşmeyi sağlamak, yani Türk
burjuvazisiyle barış/uzlaşma temelinde düzen içi barışçıl mücadele stratejisine
geçiş anlamına gelen ve “yeni dönem”, “yeniden yapılanma” denilen sağ tasfiyeci
düşüşü meşrulaştırıp aklamaktır… Ki, bu uğurda fesih gerçeği bağlamında kendini
yadsımaktan, Kürt isyanları ve tarihini yerip reddetmekten, bu isyanların
“geleneksel Kürtlüğü” tükettiğini ileri sürerek dinsel/mezhepsel özelikleriyle
birlikte, uydurma olan bu mezheplerin (Aleviliğin vb.) Kürt varlığının inkâr
politikaları temelinde yapay olarak üretildiklerini savlamaktan geri
durulmamaktadır…
Çarpık tarih bilinciyle ele alınmış, yakın tarih Kürt Ulusal
İsyanları’na yerici ve hiçleştirici yaklaşan, hâkim sınıfların Kürt Ulusu
inkarına karşı gelişen bu Kürt İsyanları’nı (“fesihle” taçlandırılmış ve
Marksizm’le münakaşayı dert edinmiş olarak tasfiyeci olan) “yeni dönemin”
geliştirilmesine feda eden, dolayısıyla birçok zorlamayı barındıran sorunlu
yaklaşım tarzı, “perspektifin” giriş bölümündeki satırlarda adeta
bağırmaktadır. Bu ele alış doğru tarih bilincinden yoksun olduğu kadar,
ben-merkezci bakış açısının gölgesini koyu biçimde taşımaktadır…
İlgili Kürt İsyanları önderlerinden Şeyh Sait ve Seyit Rıza
dinsel-mezhepsel nitelikleriyle mahkûm edilirken, tarihsellik ve koşullardan
azade bu yapılmıştır. Oysa, dini-mezhebi niteliği ne olursa olsun, bunlar, son
tahlilde birer Kürt isyan önderleri olup, kalkışmaları ulusal baskıya ve bu
baskıyı uygulayan egemen sınıflara ve “TC” devletine karşı Kürt kimliğiyle
giriştikleri bir ulusal başkaldırıdır. Ancak, “perspektif” çarpık tarih
bilinciyle bu gerçekliği yok saymakta, bunları “geleneksel Kürtlüğün”
bitmesi/bitirilmesi olarak tarif etmekle birlikte, bunların mezhepsel gerçeğini
öne çıkararak temsil ettikleri mezhepleri “Kürtlerin varlık mücadelesini
baltalamak için üretildiklerini” iddia ederek rencide etmektedir. Ama bu, aynı
zamanda kendi tarihsel dayanaklarına da inkarla yaklaşmaktır…
Evet onlar “geleneksel Kürtlüğü” üretmekten ileri
gidemediler diyebiliriz. Ama Onlar Kürtlük davasını güderek, Kürtlük adına
isyan ettiler. Dahası, en azından Seyit Rıza ve Dersim İsyanı özgülünde,
kendilerini “TC” devletinden görmeme ve ayrı olarak Kürt tarif etme,
kendilerinin olmadığı bu devlete vergi ve asker vermeme, kendilerini idare etme
gibi bir bilince sahip idiler. Tarihsel sınırlılıklar, toplumsal ve bilimsel gelişmeler
seviyesi açısından bakıldığında, bu isyan önderlerinin geri yanları pekâlâ
anlaşılabilir. Bugünün tarihsel koşullarıyla o günün koşullarını kıyaslamak
doğru olmadığı gibi, tarihsellik içinde biçimlenen isyan ve ayaklanmalar da
aynı ölçülere tabi tutulup kıyaslanamazlar… Kısacası, Öcalan bu zaviyeden
bakmamakta, dolayısıyla yukarıdaki Kürt isyanları ve önderlerini doğru tarih
bilinciyle değerlendirmemektedir…
Ulusal hareket nasıl biçimlenir ve nasıl açıklanır? Klasik
deyimle ulusal sorunun özü pazar sorunudur. Ve ulusal hareket somutta farklı
talep ve haklar ekseninde biçimlense de onun kendi pazarına egemen olma
arzusuna bağlı olarak kendi bağımsız devletine sahip olma, bu devleti kurma
onun genel eğilimidir. Bilinir ki, pazar özüne rağmen ulusal sorun zemininde
doğan ulusal hareket bazen doğrudan bağımsızlıkçı eğilim ve devletini kurma
hedefi/talebiyle ortaya çıkabildiği gibi, bazen toprak sorunu, kültür-dil
sorunu ve hatta din sorunu gibi, ulusal baskının herhangi birini gerekçe
yaparak ve bu temelde sınırlı taleplerle ortaya çıkar, çıkabilir.
Ulus burjuvazisi, vatan-bayrak-dil-din elden gidiyor
demagojisiyle ulusal kitleleri ve halk kitlelerini kendi imtiyazları etrafında
toplayarak harekete geçirebilir, peşine takabilir. Ve bu ulusal hareketler bazı
tarihi koşullarda tamamen gerici, dinci, iş birlikçi nitelikte
biçimlenebilirler. Bu niteliklerinden bağımsız olarak, bunlar ulusal hareket
veya ulusal isyanlar olarak değerlendirilir, bu özelliklerini yitirmezler.
Önderliği dinci, gerici de olsa, ezen ulus burjuvazisine yönelen ulusal
hareketler haklı ve meşru hareketlerdir. Bunların, ulusal-demokratik olan
haklı, ileri yanları desteklenirken, burjuva imtiyazlarına dönük yanları
desteklenmez… Yine, ulusal hareketler, sosyalist blok var ve devrim mücadeleleri
aktüel akım ise, bu hareketle genel olarak devrim cephesinde yer alır, proleter
devrimlerin yedeği ve ittifakı olarak pozisyon alırlar.
Ama koşullar böyle
değilse, ulusal hareketler kendilerini güvenceye almak ve taleplerini kazanmak
vb. vs. için emperyalist güçlerle ilişkiye girebilir, ezen egemen ulus
burjuvazisiyle anlaşma-uzlaşma siyasetine yönelirler. Ulusal hareketler son
tahlilde burjuva olduğu için, bu doğası ya da sınıf dokusuna bağlı olarak
ideolojik kırılmalar barındırırlar; genel olarak geri çizgiler izlemeye veya
emperyalist devletlerle iş birliği ilişkilerine girmeye hazır ve yatkındırlar.
Bu, onun sınıf dokusu ya da karakterine bağlı bir durumdur… Lakin Öcalan,
tarihteki ilgili Kürt isyan hareketlerini, tek yanlı değerlendirmekle birlikte,
bunları Kürt varlığına dönük mücadelenin engellenmesi için mezhepsel karakterde
üretilmiş yapay mezheplerdir diyerek, bunların Kürt Ulusal İsyanları olduğunu
boşa düşürmektedir. Çarpık tarih bilincinin yansıdığı yerlerden biri de budur…
Kürt sorunsallığı temelinde yakın tarihe bakma adına (bizce geliştirilen yeni
sürecin selameti adına) değerlendirilen ilgili Kürt isyanları tarihe
gömülürken, PKK de gerçek durumundan farklı bir portre olarak negatif çerçeveye
yerleştirilip, tıkandığı ilan ediliyor…
Mesele evirilip-çevrilip PKK’nin feshini doğrulamaya
getirilmektedir ki, bunun için önce tarihteki ilgili Kürt isyanlarının
defterinin dramatik biçimde dürülmesi gereksinim edilmiştir. Bu yapıldıktan
sonra, “aranın arası dönem” yurtsever olarak değerlendirilip, Sait Elçi, Sait
Kızıltoprak ve bu dönemde yer alan diğerlerinin iş birlikçi olmadıkları
vurgulanmaktadır. (Bu vurgu, tabi ki, Şeyh Saitlerin iş birlikçi niteliklerine
de bir atıftır.) Bu “aranın arası” dönemin bir PKK prototipi olduğunu da olumlu
manada eklemektedir…
Nihayet son olarak, Öcalan ve/veya önderlik dönemine
geliniyor. Uzun uzadıya anlatılıyor, esasta haklı olarak olumluyor bu dönemi…
Burada biz konuşalım; hiç şüphesiz ki, PKK dönemindeki Kürt Ulusal Hareketi,
tarihteki Kürt isyanlarından katbekat ileri, gelişkin ve moderndir. Önderlik
niteliği ve temsili bakımından da Öcalan, Şeyh Sait ve Seyit Rızalarla
kıyaslanmayacak kadar ileri ve gelişkindir. Hepsi Kürt ulusal direnişleri ve bu
mücadelenin önderleri de olsa, farklı tarihsel koşulların ürünü olarak tamamen
farklı nitelik edinmiştir ya da farklı niteliği ifade ederler. Daha da
önemlisi, PKK, diğer ulusal hareketler içinde sosyalizmden en çok etkilenen, en
modern, en demokratik bir ulusal harekettir. Kısacası, “perspektifin” bu dönemi
olumlayan değerlendirmeleri bu çerçeve itibarıyla ve esasta doğrudur. Fakat bu
döneme dair eleştirilmesi gereken hatalı, ben-merkezci ve zorlama
değerlendirmeler vb. vs. de bir o kadar çoktur…
Öcalan, “Perspektifinin” ilgili yerinde; “elli yıldır
anlatıyorum, yeniden anlatıyorum ve yeniden anlatıyorum ama anlamıyorsunuz”
dedikten sonra, “önder olamıyorsunuz, yapamıyorsunuz, kavramamakta ve gerilikte
ısrar ediyorsunuz; yeter artık” mealinde PKK veya kadro bütününe dönük
değerlendirmelerde bulunarak, yeni bir dönemin başlatılmasını bunlarla
gerekçelendiriyor. Öcalan ne demektedir “perspektifte”; “PKK Kürt varlığını
kanıtlama ve özgürlüğün kapısını aralama hareketidir. Ve bu noktada tıkanma var
işte.”
Oysa PKK elli yıldır bir savaş veriyor ve bu savaşı her
bakımdan tahkim ediyor. Tıkandığı iddiası görelidir ve esasta tıkanmış
değildir, kazanım ve gelişmesi, eylem ve savaş kapasitesi düşünüldüğünde öyle
değerlendirilemez. PKK siyasette, taktikte, önderlikte ve savaşmakta ya da
savaşı geliştirmekte son derece yetkin bir önderlik rolü ortaya koyuyor. Büyük
savaşlar ve direnişler gerçekleştirdi. Kitleselleşmede, kurumsallaşmada,
örgütlenmede alabildiğine zengin, yaygın ve kapsamlı bir güç tesis etti. IŞİD
çetelerine karşı muazzam ve çıplak biçimde başarılı bir savaş verdi, bu savaşla
uluslararası alanda büyük bir sempati ve meşruiyet kazandı. “TC” devletinin
işgal ve ilhakçı saldırganlıklarına karşı, ağır kayıplar pahasına başarılı
direnişler gösterdi.
Hatta bizzat Öcalan’ın kendi beyanıyla, PKK mücadelesi
Kürtlerin varlığını kabul ettirmiş, devlette kırılma yaratarak Bahçeli’nin
çağrısı gibi bir sonuca yol açmıştır vb. vs… Bu özet bile Öcalan’ın aksini
söylüyor. Dolayısıyla, Öcalan, PKK veya önderlik yapan kadrolara dönük zorlama
eleştiriler yürütüyor. Zira PKK her şartta kendisini örgütleyerek büyük
saldırılara yanıt verme yeteneği göstermektedir. Ve esasta da tıkanmış,
yapamıyor, yürütemiyor değildir. Kürtlerin felç edildiği de diğer zorlama
eleştiridir. Çünkü Kürtler en dinamik güç ya da en mücadeleci ve en fedakâr
ulusal/toplumsal bir kesimi temsil etmektedirler…
Öte taraftan, “PKK Kürt varlığını kanıtlanma ve özgürlüğün
kapısını aralama hareketidir. ” sözü temelden sorunludur. Birincisi, Kürt
varlığı kanıtlanacak veya kanıtlanması gereken değildir. O vardır, kanıtlamaya
muhtaç değildir. Tarihteki isyanlarıyla, ulusal yaşamıyla,
toprağı-dili-pazarı-kültürüyle, tarihteki devletiyle, mevcut devletin kurucu
öğelerinden biri olma iddialarıyla vb. vs. Kürt varlığı kanıtlanmaya muhtaç
olmayan netlikte vardır. Olsa olsa inkârcı, tekçi, ırkçı-faşist Türk egemen
sınıflarına kabul ettirilmesi gereken bir gerçekliktir ve en fazla böyle bir
sorundan bahsedilebilir… İkincisi, “PKK Kürt varlığını kanıtlama hareketidir”
iddiasının boşa çıktığını varsayarak geçersek, PKK kanıtlı/katıksız olan bir
varlığı kanıtlama değil, bizzat ulusun özgürlüğünü kazanma ve özgürlüğü kazanma
olmasa bile, Kürt ulusunu belli bir statüye kavuşturma, ulusal hak ve
taleplerini kazanma hareketidir demek daha isabetli olur. Ki, PKK, Kürt
ulusunun ulusal bilincinin gelişmesi, demokrasi ve demokratik mücadele
kültürünün yükselmesi, ulusal bilinç ekseninde ulusal örgütlenmesi, biz dizi
hak ve talebin kazanılması, bilhassa Kürt ulusunun kabul ve tanınmasını sağlama
gibi birçok kazanım elde etmiş, ödediği bedellerle değer yaratmış, ilerleme
sağlamıştır…
Üçüncü olarak, PKK hem genel ve hem de “özgürlüğün kapısını
aralama” görevine bağlı misyonunu yerine getirme açısından tıkandı demek
fevkalade yanlış olur. PKK mücadelesiyle devlet üzerinde baskı kurarak geri
adımlar attırmış, Kürt ulusunun hak ve özgürlüklerinde bir dizi gelişme
sağlayarak rolünü oynamış, oynamaya da devam etmekteydi. Nitekim geçmişteki
barış-çözüm süreçleri ve bugün gündeme gelen yeni süreç bu mücadelenin basıncı
ve kazanımıdır…
Özetle, Öcalan’ın yukarıdaki eleştiri ve değerlendirmeleri,
esas olarak Öcalan mimarlığında devletle girilen yeni süreci ve bu sürece bağlı
olarak PKK’yi fesh edip silahlı mücadeleyi bırakma stratejisini doğrulayarak
hayata geçirmek için başvurulan zorlama gerekçelerden ibarettir. Ve elbette PKK
mücadelesi ve gerçeğine karşı bir inkâr da mütalaa edilebilir Öcalan’ın bu
eleştirilerinde…
Devam
edecek.
Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin
Temmuz-2025 tarihli 51. sayısında yayımlanmıştır.
Marksist Teori-Pratiğin Reddiyesi ve Sınıflar
Mücadelesinin Bittiği Safsatasıyla Sosyalizm Geliştirilmez- 2
Tekrara girme pahasına kısa bir özet giriş yapalım.
Öcalan’ın PKK kongresine sunduğu perspektif metninde eleştirilmesi gereken
hatalı anlayış ve yaklaşımlar içinde, komünist toplum perspektifli devrimci
sınıf hareketi olarak bizleri doğrudan muhataplıkla ilgilendiren başat meselelerden
biri, hiç şüphesiz ki, Kürt ulusunun Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı temelinde
bağımsız devletini kurma hakkına sahip olmasına dönük ilgili perspektif
metninde ortaya konulan geri yaklaşım iken, diğeri sosyalizmin geliştirilmesi
adına, sosyalist teorinin kökten revizyonunu hedefleyen ve sosyalizmi
teori-pratiğiyle mahkum etmeyi görev edinen, bu temelde “Komünalizm” ve “yeni
sosyalizm/demokratik sosyalizm” savunusunu “demokratik toplum” teziyle ortaya
atan ve bunu sınıf orijini dışında telakki ederek sınıflar arası çelişki ve
mücadeleyi reddeden sorunlu yaklaşımdır. Ki, “demokratik toplum’’, “demokratik
sosyalizm” argümanlarıyla teorize ettiği (etmeye çalıştığı) devletsizlik
savunusuyla tarihsel bir bocalama ve tahrifata düşerken, katıksız bir paradoksa
örneği sergilemektedir Öcalan.
Daha da garip olan şu ki, devletsizlik teorisini salt Kürt
ulusuna özgü olarak savunmakta, buna karşın Türk devletini ise güçlendirmeye
dönük siyaset gütmektedir. Böylece tek taraflı ve çifte standartçı bir tutum
sergiliyor ve bu tutumla devletsizlik teorisini inşa ediyor…
İslam dininin geri kaldığı eleştirilerine paralel olarak, bu
dine yüklenen misyon ve övgüler dizen tutum da Öcalan’ın perspektif metninde
dikkatten kaçmayan başka bir özellik olarak not edilmesi gereken önemdedir.
Biraz daha garip olan ise, sosyalizmin savunulması veya geliştirilmesi
iddiasına rağmen İslam dininin savunulmasıdır… Doğanın neredeyse her şeyin
belirleyeni olduğu şeklindeki aşırı anlamlar atfedilerek değerlendirilmesi de
mitolojiyle sıkı ilişkinin ürünü olan yaklaşımın eseri olarak ilgili
perspektifte yer almaktadır…
Mesele sadece hayati önemde olan Kürt ulusunun kendi
kaderini tayin etme hakkının reddi, ulusal/ulusal-demokratik hak ve
özgürlüklerinin kuşa çevrilmesi, bunların son tahlilde egemen ulus
burjuvazisinin ehven yaklaşımına havale eden sorunlu yaklaşımla sınırlı bir
problem değil, bilakis köklü bir savruluşla çok daha derindir sorun…
Girilen “yeni süreç paradigmasıyla” Kürt ulusunun kaderi en
azından bir dönem için (ama uzun bir dönem için) belirlenmektedir! Belirlenen
bu kader, açık ki Kürt ulusunun bağımsızlığı temelinde değil, O’nun yeni
şartlarda daha derin ve sorunsuz bağımlılıkla ilhakının perçinlenmesi
yönündedir. “Perspektif” metninde işaret edilen yeni sürecin kodları dikkate alındığında
daha fazla iyimser olmak mümkün değildir…
Öte taraftan, sosyalizm ve “komünalizm” gibi temel
argümanlar, yeniden tarif edilmek suretiyle sahiplenilirken, bunun tılsımı,
sınıf karakteri belirsiz bırakılan, nasıl kurulup mümkün olacağı ikna kabiliyetinde
yanıtlanamayan ve asla da yanıtlanamayacak soyutlukta olan “demokratik toplum”
bilmecesiyle ilan edilmektedir. Bu hayali demokrasinin ve hayali demokratik
toplumun hangi sınıfların demokrasisi, kimin ve nasıl bir demokrasi olduğu
sorularına bilimsel sosyalizm teorisi ve sınıflar mücadelesi bilimine uygun
rasyonel bir yanıt verilmemiş fakat sınıf mücadelelerinin reddi konusunda
ortaya konulan yaklaşımla, bu belirsizlik burjuva demokrasisi lehine belirli
hale getirilmiştir.
Sınıf savaşımı veya sınıflar mücadelesinin reddi, “toplumsal
kitleleri sınıf temelinde bölme” zaafı gerekçesiyle savunulmaktadır. Gerek
sınıfların ve sınıf mücadelesinin reddine dayanan anlayış, gerekse de ileri
sürülen mevcut “demokratik toplum” tasavvuru, sınıf işbirlikçiliğini savunan
anlayış ve yaklaşımından başkası değildir. Burjuvazinin egemen sınıf olduğu
şartlarda bu sınıf iş birliği proletaryanın değil, burjuvazinin lehinedir. Pek
tabii ki, demokrasi ve “demokratik toplum”da onların sınıf demokrasisi özünde
karakter kazanır…
Komünistlerin ulusal soruna dönük çözümü etnik, coğrafik,
ekonomik, kültürel vb. gibi şartlara göre belirlenmiş bölge temelinde, geniş
demokratik özerklik, yerinde yönetim olarak kendi kendini yönetme özüne oturan
sosyalist çözüm modeliyken, soruna dönük temel yaklaşımı uluslar arasında tam
hak eşitliği ve temel ilkesi Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme Hakkı
ilkesidir (UKKTH’dir). Proleter devrimciler UKKTH ilkesini kayıtsız şartsız
olarak tanır, savunurlar. Kürt ulusal sorunundaki yaklaşımları da bu ilke ve
anlayış temelinde biçimlenir.
Kürt ulusal hareketi ile “TC”devleti arasında aktüel olan
sürece yaklaşımları da aynı arka plandan feyz alır… Lakin, Öcalan yeni
paradigmasıyla UKKTH ilkesini bir çırpıda rafa kaldırmış, uluslar arasında tam
hak eşitliğini yedi kat yerin dibine gömmüş, çözümü de “demokratik toplum”
olarak mühürlemiştir. UKKTH ilkesini kaldırırken yerine ne koymaktadır? Genel
teori ve savunularına göre, demokratik toplum, demokratik sosyalizm
kavramlarını koymaktadır. Yani, UKKTH’i tedavülden kaldırıp “demokratik toplum”
savını ileri sürmektedir… “Demokratik toplum” savı da “ulus devlet tarihte
kaldı” fikrine uygun olarak teorize edilen devletsizlik savunusuyla
noktalanmaktadır. Yani, demokratik toplum savı, yarı-anarşist anlayış olan devletsizlik
savunusuna, hem de ulus devletin gericiliği ile gerekçelendirilen UKKTH’nin
reddine merhem edilmektedir…
PKK’nin Nitel Tarifi Yeni Paradigma Çerçevesine
Uyarlanmaktadır
PKK’nin kuruluştan bu yana, özellikle “TC” devleti ile
girilen “ateşkes, barış, çözüm” gibi süreçlerle birlikte, kuruluş orijini ve
genel amacına paralel aldığı Kürt Özgürlük Hareketi tanımlamasına ters orantılı
olarak strateji değişikliklerine gittiği bilinmektedir. Öcalan’ın malum
komployla tutsak edilmesinden sonraki süreçte bu strateji değişikliği spesifik
hal aldı… Strateji değişikliklerine ve kuruluş çizgisinden geriye doğru
kırılmalara rağmen, PKK kendisini Kürt Özgürlük Hareketi olarak tanımlamaktan
vazgeçmedi; hala da Kürt Özgürlük Hareketi iddiasını korumaktadır. Öyle ki,
PKK, Kürt Ulusal Hareketi biçimindeki tanımlamalara (ki, bu, Kürt Özgürlük
Hareketi olmasıyla çatışmaz) karşı çıkarak ve kabul etmeyerek, “Kürt Özgürlük
Hareketiyiz” tepkisi vermektedir.
PKK’nin Kürt Özgürlük Hareketi olup olmadığı tartışması
yazımızın konusu olmayıp ayrı bir tartışmadır. Ancak genel manada özgürlük
hareketidir denilebilir; denilebilir çünkü, PKK’nin tam bir özgürlük
getirmeyeceği ileri sürülse de kısmi özgürlükler getireceği/getirebileceği bir
gerçektir. Bu bağlamda PKK’nin bir biçimiyle Kürt Özgürlük Hareketi olduğu, en
azından kuruluş kodları itibarıyla böyle olduğu söylenebilir. PKK’nin kendisini
“Kürt Özgürlük Hareketi” olarak tanımladığı da unutulmamalıdır ki, bu çerçevede
PKK’nin Kürt Özgürlük Hareketi olduğu genel bir kabuldür diyebiliriz… Buradan
çıkarılması gereken veya objektif olarak çıkan sonuç; PKK’nin amacı, kuruluş ve
mücadele nedeni (ve Kürt ulusuna vaadi de) Kürt ulusuna özgürlük getirmek, O’nu
milli baskı ve zulüm prangalarından kurtararak özgür kılmaktır biçiminde
özetlenebilir.
Özgürlük hareketinin tutarlı karşılığı budur; özgürlük
getirmek veya bu özgürlüğü getirmeyi amaç edinmektir… Ne var ki, gelinen
aşamada ve girilen yeni strateji/paradigma zemininde özgürlük hareketi iddiası
özünde terk edilerek, PKK’nin esasta Kürt-ulus varlığını kabul ettirme hareketi
olduğuna zımnen varılmakta, bu zımni anlayıştan hareketle de PKK’nin miadını
doldurduğu ilan edilmektedir. Böylece, PKK’nin Kürt Özgürlük Hareketi olduğu
savı aslen reddedilerek çürütülmekte ve PKK objektif olarak Kürt-ulus varlığını
kabul ettirme amacına indirgenerek buraya hapsedilmekte, dolayısıyla
alabildiğine güdükleştirilmektedir. Zira özgürlük hareketi, bu özgürlüğü
kazanmadan misyonunu doldurmuş olamaz. Hedeflediği özgürlüğü kazanmadan,
ilhakçı-gaspçı “TC” devleti-iktidarıyla ve onun imtiyazları esasına oturan
“demokratik toplum” tasavvuruna varmaz…
PKK Taktiksel Olarak Silahlı Mücadeleyi Geçersiz
Görebilir Ama PKK Miadını Doldurmamıştır!
Meselenin başka boyutu da var… PKK’nin tıkandığı-gitmediği
ve miadını doldurduğu iddia edilmektedir. Varsayalım ki, PKK miadını doldurmuş
olsun, ama PKK Kürt varlığını kabul ettirme rolüyle sonuç alabilen ve sonuca
gidebilen bir hareket olduğunu kanıtlamış olur. Ki, Kürt varlığını kabul
ettirmesinden nasıl bir çıkarsama yapılır? Kürt varlığını kabul ettiren realite
PKK ve silahlı savaşıydı. O halde aynı PKK silahlı savaşla başka sonuçlar da
yaratabilir. Bu PKK’nin ve silahlı mücadelenin miadını doldurmadığını kanıtlar…
Dolayısıyla, PKK’nin tıkandığı, gitmediği, miadını doldurduğu ve bu nedenle
fesih edilmesi gerektiği biçimindeki yaklaşım toptan yanlıştır…
Strateji değiştirme sürecine girilebilir, bu son derece
olası, normal ya da olağandır. Hatta savaş/silahlı mücadele taktiksel bakımdan
geçersiz görülebilir, buna dönük farklı yaklaşım ve yorumlar getirilebilir;
taktik siyaset bağlamında olmak kaydıyla devletle görüşmeler, anlaşmalar
yapılabilir, taktik barış süreci geliştirilebilir… Ve tabii ki, savaşanlar
barış yapabilir. Savaşmayanlar zaten barış halindedir.
Evet sadece savaşanlar/savaşan taraflar barış
yapar/yapabilirler fakat savaştan sonra gelen barış, savaşın sonucu olarak
gündeme gelir ve sonuçlarını yenilen taraf ağır fatura olarak öder… Yapay bir yenilgi
tarif edilmez ise, PKK ile “TC” devleti arasında yaşanan savaşta bir
yenilgi/yengi süreci gerçekleşmedi. O halde barışın üzerinde yükseldiği zemin,
savaşan taraflardan birinin elde ettiği galibiyet ve mağlubiyet sonucu değil,
esasta ideolojik-teorik açmazlar ya da yaklaşımların ürünü olan başka
sebeplere; sübjektif-zorlama ve yapay sebeplere dayanmaktadır. Burada iki
tarafta da bir kırılma durumunun olduğu iddia edilebilir. Fakat önemli olan
gelişen sürecin hangi taraf lehine, hangi taraf aleyhine olduğudur. Ya da barış
sürecinin adil, eşit ve demokratik normlarda gelişip gelişmemesidir. Elbette
tek taraflı olarak bir tarafın imtiyazlarına dayanan ve iki taraf arasında tam
hak eşitliğine dayanmayan bir barış süreci benimsenemezdir, göreli bir barış sürecidir.
Ki taraflar arasında yaşanan bu barış sürecinde tarafların ne kazandığı ne
kaybettiği belli değil; özellikle Kürt ulusunun kazanımları açısından tamamen
muğlaktır… Kısacası, bu barış sürecinin savaşan iki taraf arasında kaçınılmaz
olarak gündeme gelen bir barış süreci olmadığı olgulardan anlaşılmaktadır…
Marksizm’in Köklü Revizyonuyla Marksizm’in Radikal
Yıkımına Azmetmek
Marksist teorinin geliştiği/geliştirildiği reddedilemez bir
gerçektir. Ve Marksist teorinin geliştirilmesi bizzat Marksizm’in öğüdüdür.
Leninizm ve Maoizm bu gelişimin veya geliştirmenin olgusal kanıtlarıdır.
Dahası, Marksizm gibi, Leninizm ve Maoizm evresinin geliştirilerek
ilerletilmesi de onun bilimsel dokusunun tezahürü ve gelişme-çelişki yasasını
bir temel alan Marksizm (MLM) biliminin doğası ve buyruğudur… Ne var ki, MLM
biliminin geliştirilmesi iddiasıyla ortaya atılan veya ortaya çıkan her
yönelimin MLM ile doğru orantılı olmadığı da tarihsel tecrübelerle sabittir. Bu
iddiaların çoğu kez MLM’nin sağdan revize edilerek yozlaştırılmasını
hedeflediği de bilinmektedir… Aynı biçimde tecrübe edilen sosyalizmin aldığı
geçici yenilgi sonrası, haklı olarak sosyalizmin sorunları bağlamında bir
tartışma yürütmeyi de gündeme getirmiştir.
Yenilginin nedenleri incelenip açığa çıkarılmadan ya da
sosyalist toplumda yaşanan hata ve eksiklikler objektif bilimsellikle açığa
çıkarılmadan ne yenilgi ters yüz edilebilir ne de sosyalizm temsil edilebilir.
Nitekim bu kapsamda UKH içinde yaygın ve yoğun bir tartışma sürdü, sürmektedir
de… Öcalan da kendi cephesinden bu tartışma sürecine dahil olmakta ve bu sürece
katılarak sosyalizme dönük eleştirilerde bulunmaktadır. Ancak, Öcalan bu
tartışmaya (mevcut fikir ve eleştirileri bağlamında) pozitif cepheden değil,
negatif cepheden katılmakta, MLM’nin temellerine yönelmektedir. Sınıfları ve
sınıflar mücadelesini reddeden yaklaşımlarıyla köklü bir kopuşu temsil ederken,
sınıf mücadelesine yaklaşımları ve demokratik toplum teziyle alenen sınıf iş
birliğini benimsiyor… Ki, “bugünkü topluma demokrasi demek gerekir” mealindeki
ifadeleriyle bu değerlendirmemizi tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta
doğrulamaktadır.
Yukarılarda eleştirel değinilerle özetlediğimiz konular
aşağıda bizzat Öcalan’ın perspektif metninden yaptığımız aktarımlarda
görülecektir. Fakat yaptığımız alıntıların ayrıntılı olarak eleştiriye tabi
tutulması gerçek manada uzun bir metne ihtiyaç duyar ki, bu, bu yazıyı aşan bir
uğraştır. Dolayısıyla, alıntıladığımız fikirleri mümkün olduğu ölçüde özet
tutmakla yetineceğiz…
Perspektif
metninde ne diyor Öcalan;
‘‘Tarihsel materyalizm sınıf savaşı yerine ‘komünü’
ikame etmeli. (…) Sınıf çatışmasına dayalı tarihsel materyalizm ve sosyalizm
tanımı yerine, devlet ve komün ikilemine dayalı bir tarihsel materyalizm ve
sosyalizm alternatifinin daha doğru olduğuna inanıyorum.
Marksizm’i
gözden geçirmeyi, bu kavram yerine gerçekleştirmeyi daha doğru buluyorum. Yani
tarih bir sınıf savaşımı tarihi değil, bir devlet ve komün çatışmasından
ibarettir.
Marksizmin bu sınıf ayrımına dayalı çatışma teorisi
reel sosyalizmin çöküşünün ana nedenidir. Eleştirmeye bile gerek yoktur. Ama
nedenlerinin başında bu sınıf ayrımına dayalı sosyolojiyi inşa etmeye çalışması
gelir.
Peki bu ayrımın
yerine geçen devlet ve komün ikilemi ne anlama geliyor? Çok değerli bir tespit.
Veya biliniyor ama sistematize edilmemiş.
Benim burada
yaptığım bir sistematik düşünmedir. Tarihsel materyalizmi bu kavram setinde
çözümlemek istiyorum. Ayrıca güncel sosyalizmi sınıf diktatörlüğüne dayalı bir
komünizm değil de devlet ve komünalite ilişkilerini düzenleyen bir kavram
setine dayandırmak istiyorum.”
Öcalan
Sınıflar Mücadelesini Reddediyor
Tarihsel materyalizmin neden sınıf savaşı yerine ‘Komünü’
ikame etmesi gerekiyor? Bu neyi değiştirecek, hangi zayıflığı ve teoriyi tahkim
edecek? Teoriyi tahkim mi edecek, tahrif mi edecek? Açık ki, köklü tarihsel
düşmanlıkla uzlaşmaz sınıf çelişkilerine dayanan sınıflı toplumlarda ya da bir
sınıfın (burjuvazinin) öteki sınıfı (işçi sınıfını) ezip sömürdüğü, baskı ve
esaret altında tutarak köleleştirdiği sınıflı bir toplumda, sınıflar
mücadelesini reddetmek Marksist teoriyi tahkim değil, alenen tahrif etmektir.
Ki, Öcalan’ın argüman, anlatım, yaklaşım ve mantığında sınıfsal bir nitelemeye
neredeyse rastlamak olası değil. Zira sınıfları ve sınıf mücadelelerini mutlak
biçimde reddediyor…
Komün de sınıfsal bir topluluk veya toplum biçimidir.
Dolayısıyla komün kavramını sınıflara yabancı ve kayıtsızmış gibi, sınıf
kavramının karşısına koymak tutarsız, anlamsız, yapay ve zorlama bir karşıtlık
yaratmaktır. Sınıfları ve sınıflar mücadelesini reddetmek fiilen komünü de
reddetmektir; şayet komün anladığımız gibi burjuva egemen sınıfları yadsıyan
içerikte tarif ediliyor ise komün ile sınıf aynı anlama gelir… Komünist toplum
veya sosyalizm yerine, komün kavramını koymak ileriye doğru değil, geriye doğru
bir tahkim ya da tahrifatçı bir tahkimdir.
Bilimsel teorinin öngördüğü en ileri ve tek dünya toplumu
örgütlenmesi komünizmdir. Komünizmden komüne dönüş geriye dönük değilse,
anlamsızdır veya manipülasyon amaçlı kulağı tersten göstermektir… Dahası, komün
sosyalist veya yeni demokratik toplum içinde ve sürecinde yer alan bir
örgütlenme biçimidir. Sovyet, meclis, kooperatif, kolhoz-solhoz vb. gibi, komün
de devrimci ve sosyalist topluma özgü bir örgütlenmedir. Başka deyişle, komünün
dünya ölçeğindeki örgütlenmesi komünist toplum, tek-tek ülkelerdeki
örgütlenmesi ise sosyalist toplum olarak ifade edilebilir.
Öcalan, Marksizm’i (MLM’yi) kökten reddediyor, radikal sağ
tasfiyesini üstleniyor. Marksizm’i kökten reddediyor çünkü, Marksizm’in kapitalizmden
komünizme geçişte bir ara geçiş toplumu olan sosyalizmi, anlam noksanlığından
ibaret olan ya da anlamsız olan “demokratik sosyalizm” argümanıyla reddediyor.
Sınıfları, sınıflar mücadelesini ret ve inkar ederek Marksizm’i (MLM’yi) kökten
reddetmiş oluyor. Zira, Marksizm, kendisinden önceki felsefe ve diyalektikten
farklı olarak, diyalektik yasa olan çelişki yasasını topluma, toplumsal gelişme
ve çelişkilere uyarlayarak, sınıflar mücadelesi yasasını keşfediyor. Ki,
Marksizm’i ayırt eden temel özelliklerden biri, çelişki yasasını topluma
uyarlaması ve sınıflar mücadelesi yasasını keşfetmesidir.
(Ve tam
da bundandır ki, son derece isabetli olarak toplumlar tarihinin gelişimini,
gelişim yasasını açıklayarak “toplumlar tarihinin gelişmesi sınıf mücadelelerinden
ibarettir” tespitinde bulunmuştur.)
Şayet Marksizm bütün bunları yapmamış olsaydı, kendinden
önceki felsefe ve diyalektikten kopamaz, siyasi ve nitel anlamda onlardan
farklı olamazdı. Marksizm’in devrimciliği, esasta çelişki yasasını topluma
uyarlayarak sınıflar mücadelesi yasasını keşfetmesi ve bunun teori-pratiğini
gerçekleştirmesinden ileri gelir; onun irade-eylem birliği ilkesine dayanan
eylemsel niteliğinde karşılık bulur. “Dünyayı yorumlamak yetmez, aslolan onu
değiştirmektir!” derken, doğrudan devrimci sınıf mücadelesini, sınıf savaşları
yoluyla gerici iktidarların devrim yoluyla yıkılıp işçi iktidarlarının,
proletarya diktatörlüğü/devletinin kurulmasını işaret ediyordu Marksizm! Eğer
sınıflar ve sınıflar mücadelesi olmasaydı, Marksizm ne işçi sınıfı bilimi
olurdu ne de Marksizm olurdu; başka bir şey olabilirdi ama Marksizm asla!…
Öcalan’ın iddia ettiği gibi, Marksizm (MLM), tüm tarihi ya
da bütün insanlık tarihini sınıflarla başlatmıyor, sınıflar mücadelesiyle
açıklamıyor. Bilakis, sadece toplumlar tarihinin ilerlemesini sınıflar
mücadelesiyle açıklıyor; “toplumlar tarihinin ilerlemesi sınıf mücadelelerinden
ibarettir” diyor. Marksizm bunu derken son derece haklı, tamamen bilimseldir.
Misal, köle isyanları olmasaydı köleci toplum aşılabilir, feodal topluma
geçilebilir miydi? Ya da burjuva devrimler/burjuva demokratik devrimler
olmasaydı, feodal toplum aşılarak burjuva kapitalist topluma geçilebilir miydi?
Ve şayet, işçi sınıfı mücadelesi ve devrimleri olmasaydı, sosyalist topluma
ulaşılabilir miydi?… Burjuva devrimlerden işçi sınıfı/proleter ve halk
devrimlerine kadar yaşanan bu devrimler neyi teyit eder ne devrimleriydi ne
sonuçlar doğurdular? Bu süreç, toplumlar tarihinin sınıf
mücadeleleri/devrimleri yoluyla gelişip ilerlediğinin tanığıdır. İlkel komünal
toplumdan sosyalist topluma kadar ilerleyiş bu zeminde gelişmiştir; değilse bu
toplumlar tarihindeki bu ilerleme neyin ürünü olarak ve nasıl gelişti izah
edilmek durumundadır.
Öcalan buna ikna edici, rasyonel ve bilimsel bir yanıt
vermiyor, veremiyor… Bilimsel olmasa da bir yanıt veriyor; “Tarih (…)
bir devlet ve komün çatışmasından ibarettir” diyor. Burada yapılan şu,
sınıf mücadelesinin inkarı için, sınıf mücadelesi yerine komün kavramını
koymaktır bu bir. İki, sınıf niteliği/siyasi niteliği vb. belirtilmeden genel
geçer “devlet” kavramı kullanılarak, aslında burjuva/gerici sınıf devletine
değil, her türden devlete karşı olduğunu zımnen anlatmış, söylemiş oluyor.
Devletsizlik, tarihsel koşul ve şartlar dikkate alınmadan savunulduğunda
anarşizme denk düşen bir durumken, burada sergilenen devletsizlik Öcalan’ın
başını ağrıtacak bir savunu biçimidir. Zira, Öcalan devletsizlik
tezi-savunusunda tutarlı değildir.
Ulus devlete karşı çıkma gerekçesiyle, Kürt ulusal
hareketinin demokratik toplum ve demokratik siyaset sürecine geçerek “devleti
hedeflemez” olan bir hareket olarak tarif ederken, Kürt ulusunun devletini
isteme ve kurma süreçlerini reddediyor ama geliştirilen yeni süreci “TC”
devletiyle birlikte geliştiriyor vb. vs… yani, Kürt sorunu bir Kürdistan
sorunuyken, Öcalan Kürt ulusu için bir devlet öngörmüyor, bu devlet hakkını
ortadan kaldırıyor. Ama “TC” devleti ile ilgili aynı tartışmayı yürütmüyor.
Bilakis onun Orta Doğu’da gelişip güçlenmesini olumlayarak, Orta Doğu’da bir
güç olmasını istiyor. Ve fiilen de süreci, “TC” devleti ile ve bu devletin
icazeti ile yürütüyor…
Toplumları oluşturan sınıflardır. Toplumun dinamik çelişkisi
sınıf çelişkisidir. Mücadele bu çelişki zemininde iki sınıf arasındaki çatışma
biçiminde cereyan eder, bu çelişki ve mücadele ekseri olarak dinamiktir. Bir
sınıf zor-şiddet yolu ve son tahlilde silahlı savaş ve baskı unsurlarıyla öteki
sınıf üzerinde üstünlük kurarak iktidarı elinde tutar, ele geçirir vb… bu
sınıflar mücadelesinin ta kendisidir, toplumlar tarihini ilerleten siyasi
dinamiktir…
Her toplum sınıflardan/iki sınıftan oluşur ve her toplumsal
aşama bir sınıf niteliği taşır. Sosyalizm de bir sınıfın damgasını taşır, bir
sınıfın diktatörlüğü/devleti olarak nitelik taşır. İsterse “demokratik” ekli
sosyalizm olsun, sosyalizmi savunmak ama sınıfları inkar etmek ve sınıflar
mücadelesini reddetmek tamamen eğreti, hepten tutarsız, tam bir paradokstur.
Sosyalizm sınıflar mücadelesinin ürünüdür, işçi sınıfı önderliğinde geniş halk
kitlelerinin katıldığı devrimci sınıf mücadelesiyle/işçi sınıfı mücadelesiyle
kazanılır ki, sınıfsız sosyalizm yoktur…
Diğer taraftan, bilimsel teori, yani Marksizm (MLM) nesnel
gerçeğe dayanır, tüm teorisinde nesnel gerçeklikten beslenir. Teoriyi pratikten
çıkarır, ona dayandırır; keyfi olarak veya pratikten ve nesnel gerçeklikten
bağımsız bir teori üretmez. Yani, sonuca varmak için emarelerden yola çıkar;
neden-sonuç ilişkisi içinde olay ve olgulara yaklaşır. Bilimsel yöntem budur.
Lakin Öcalan, mealen “bu kavram setine dayandırmak, çözümlemek istiyorum” diyerek,
istem(in)e göre belirlemeler yapmış oluyor, nesnel olgu-olay ve gerçeğe ya da
sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına göre değil; bilimsel ilkelere göre hiç değil…
Bütün bunlara karşın, Öcalan sınıflar mücadelesi tezinin
hatalı olduğunu ileri sürüyor. Marksist otoritelerin temel hatasının bu
olduğunu söylüyor; geliştirmeye çalışsalar da bunu başaramadıklarını ileri
sürüyor. Ulusal hareketin sınıf mücadelesini reddetmesi anlaşılır, zira ulusal
hareket sınıfsal kökeni itibarıyla son tahlilde burjuva harekettir. Lakin
Öcalan bunu sosyalizmi savunma, sosyalizmi geliştirme adına, bu iddiayla
yapıyor. (Tıpkı tarihte Marksizm’in sağdan/burjuva açıdan revize edilmesini
yine Marksizm tabelasını kullanarak yapan revizyonistler gibi… Öcalan’ın
ifadesiyle; “Buna Marxizmin en köklü revizyonu diyoruz. Marxizmin
sınıf kavramı yerine komünü geçiriyoruz. (…)” Öcalan, bu
revizyona, Marksizm’in yetersizliklerini tamamlayarak aşma iddiasıyla pozitif
mana yüklese de bu revizyonun negatif içerikte olduğu aşikardır. Bunu devam
eden eleştirilerimizde, ilgili bölümlerde görmüş olacağız.) Öcalan, sosyalizmi
“savunarak” onun “geliştirilmesini” üstleniyor. Ama burjuvaziyle birlikte ve
bir sınıf mücadelesi olmadan bir demokratik toplum tasavvuruyla bunu yapıyor.
Öcalan’ın perspektifinde ortaya koyduğu demokratik toplum tezi, sınıfın,
sınıflar mücadelesinin reddi ve sınıflar arası çelişkinin siyasi yansıması olan
sınıflar mücadelesi yerine devlet ve komün çelişkisini koyması şeklindeki
teorilerinin tümü tutarlılık arz etmeyen görüşler olmakla birlikte, Marksizm’e,
sosyalizme, bilimsel sosyalizm teorisine taban tabana zıt ve yanlış
fikirlerdir…
Devam
edecek…
Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin Eylül-2025 tarihli 52.
sayısında yayımlanmıştır.
Marksist Teori-Pratiğin Reddiyesi ve Sınıflar
Mücadelesinin Bittiği Safsatasıyla Sosyalizm Geliştirilmez- 3
Bu, işçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerine baskı anlamına gelirken, burjuvazinin kendisine demokrasi ve özgürlüktür. Halkın ve tüm ezilen zümrelerin bir özgürlüğü yoktur…
“Perspektif”ten Aynaya Yansıyan Fikri Karmaşa ve
Kaotizmdir…
“Perspektif”in içeriğine dönük yürüttüğümüz tartışmayı birkaç
noktaya sığdırarak toparlamaya çalışacağız. Zira, her biri bir anlayıştan
beslenen, başlı başına anlayış olup belli bir anlayışa dayanan her kavram ya da
argümanı eleştiriye tabi tutmak bu yazının sınırlarını fazlasıyla aşar… Misal,
sanki sosyalizm özgürlükçü değilmiş gibi, “özgürlükçü sosyalizm” denmektedir
ki, bunun gibi daha bir dizi izaha muhtaç dil-kavram-argüman kullanılmaktadır.
Ve bunların tümüne yanıt vermek, en azından burada ele almak pek mümkün değil.
Ancak kullanılan dil-kavram-argüman “setiyle” büyük bir liberasyonun
yürütüldüğünü söylemeden geçemeyiz…
Bahis konusu “perspektif” metniyle anons edilen yeni
paradigma iskeletinin kurgusu oldukça dağınık, karmaşık, indirgemeci ve bir o
kadar da iç tezatlıklar barındıran eklektik zeminde bina edilmektedir. Marks,
Lenin, Stalin ve Mao’ya atfen yapılan değerlendirmeler, sınıf/komün tasnifi,
devlet olgusu ve ortaya çıkışı, mitolojiden destek alarak demokrasi-devlet gibi
siyasi olguların açıklanması ve sınıflarla komün arası açının tarifi veya
bunların tamamen karşıt şeylermiş gibi birbirine alternatif olarak sunulması,
demokratik sosyalizm, özgürlükçü sosyalizm, demokratik toplum,
komün-komünalite, komünal toplum ve demokratik konfedaralizm olarak teorize
edilip sınıf özlerinde bağımsız biçimde ayakları havada bırakılması, demokrasi
ön isimli kavram/argüman enflasyonu vb. vs. konulardaki anlayış ve yaklaşımlar
ilgili perspektif metninin iç tutarsızlık ve tezatlarını, indirgemeci ve
karmaşık niteliğini yansıtan konulardandırlar…
Kullanılan tüm kavram ve argümanlar sınıf kategorisinden
bağımsız olmamasına karşın, sınıfları (ve sınıflar mücadelesini) rafa
kaldırarak devre dışı bırakmak izaha muhtaç bir tutarsızlık ve eklektizm
halidir… Kapitalizme, kapitalist moderniteye vb. vs. karşı çıkmak objektif olarak
bir sınıfa, sınıf egemenliğine ve sınıf orijinli toplumsal sisteme karşı çıkmak
değil midir? Kapitalizme ve hatta reel sosyalizme alternatif olarak,
komün-komünal toplum, demokratik toplumu ve özgürlükçü sosyalizmi vb. savunmak,
sınıf karakteri temeline dayanan bir savunu değil midir?
Sınıf ve sınıf mücadelesi yerine ikame edilen “devlet/komün
çatışması” sınıf temelinden ayrı mütalaa edilebilir mi? Devlet, başından beri
ve doğrudan bir sınıfın damgasını taşır, sınıfa ait bir örgütlenmedir; baskı
örgütüdür. Sınıflar üstü bir devlet tasavvuru bonapartçılığı aşmaz. Komün de ha
keza öyle, devletle çatışıp mücadele halinde olacağından ötürü, otomatikman
devleti elinde tutan egemen sınıfa karşı, ezilen/yönetilen diğer sınıfın
damgasını taşır, mücadelesini ve karşıtlığını anlatır…
Demokratik toplum tezi net ve kesin biçimde savunulmaktadır.
Fakat bunun programı, strateji ve taktiği üzerinde çalışılacaktır denmektedir.
Yani programı, strateji ve taktiği olmayan toplumsal statü ya da belirsiz olan
ve ama adına demokratik denilen bir toplum tasavvur edilmektedir. Kısacası,
neye göre, nasıl ve hangi temellere dayanacağı belli olmayan, amaç ve hedefi
muğlak, nasıl örgütlenip işlev kazanacağı muamma olan, sınıf karakteri ve
siyasi niteliği henüz saptanmamış olup “demokratik” tılsımla kotarılmaya
çalışılan ütopik bir toplumdan söz edilmektedir. Bu toplumun nasıl ve neye göre
biçimleneceği, hangi kriterler üzerine kurularak bir toplum statüsünü temsil
edeceği henüz saptanmamış olup bilinmeyen, sınıf karakteri açısından aynı bilinmezlikleri
taşıyan ve bu sınıfsal nitelik bilinmezliğini burjuva toplum lehine izlerle
yansıtan ve bütün bunlar bakımından içinden çıkılamaz bir tasarım olduğu
aşikardır…
“Yeni paradigma” cilasıyla sükse yapan “Perspektif” metni,
kendi deyimiyle “reel sosyalizmi”, devlet iktidarını ele geçirme, devleti
proleterleştirme yani, proletarya diktatörlüğü yönelimli olduğu için demokratik
özü zayıftır biçiminde eleştirerek, sosyalizm yerine “demokratik sosyalizm”
argümanını kullanıyor ve bunu sosyalizmin/sosyalist teorinin geliştirilmesi
atfıyla mütalaa ediyor. Doğrudur sosyalizm bir toplumsal sistem olarak devletin
karakteridir, devlet iktidarının ta kendisi ve niteliğidir.
Proleter olarak inşa ve tarif ettiği devleti yeniden
proleterleştirme çabası mana zayıflığı taşısa da elbette devletin proleter
niteliğini geliştirip güçlendirilmek devrimci şarttır; sosyalizm ve bilimsel
sosyalizm teorisi bakımından doğrudur. Sosyalizmle proleter iktidar ve devlet
ya da proletarya diktatörlüğü benimsenip uygulanmayacaksa, ne yapılacaktır?
Bütün bunlar sosyalizm ve sosyalist devrimle doğru orantılı değil midir?
“Perspektif”, proletarya diktatörlüğü nedeniyle sosyalizmi yeniden tarif etme
ihtiyacı duyuyor ve en ileri demokrasiyi temsil eden sosyalizmi, “demokratik
sosyalizm” gibi manasız bir adlandırmayla sulandırıyor, en önemlisi de komünist
toplum perspektifli sosyalizmi “demokratik sosyalizm” nitelemesiyle geriye
çekiyor.
Proleter nitelik ve diktatörlüğe karşı çıkmasından da
anlaşıldığı gibi, “Perspektif” burada demokrasiyi, devrim ve sosyalizmin
amansız düşmanı olan büyük burjuva sınıfları kapsayan, onlara da uygulanan bir
demokrasi tasavvuruna sahiptir!.. Halbuki, demokrasi her niteliğiyle bir sınıf
damgası taşır ve sınıf diktatörlüğünü ifade eder. Sınıflardan ve son tahlilde
diktatörlüğe denk gelen bir yönetim biçiminden başka bir şey değildir
demokrasi. Bu durumda, proletarya diktatörlüğü yönelimi nedeniyle, sosyalizm
yerine, “demokratik sosyalizmi” ikame eden “Perspektif”, fiilen bir diktatörlük
biçimini savunmakta ve sosyalizmi liberasyondan geçirip burjuva nitelikle
uzlaştırmaktan başka bir şey yapmamış oluyor… Öte taraftan, sosyalizmin
demokratik özünün zayıf olduğu bir bühtandır. Elbette sosyalizmde sınırsız bir
özgürlük yoktur. Ki, sosyalizm ve yeni demokratik iktidar şartlarında sınırsız
özgürlüğü savunmak burjuva anlayıştır, burjuva özgürlükçü yaklaşımdır.
Dolayısıyla sosyalizmde özgürlükler sınırsız ve sonsuz
değildir. Aynı zamanda sosyalizm sorunları bağlamında özgürlüklerin
genişletilmesi perspektifi elbette güdülmek durumundadır ve tabi ki sosyalizmde
kusursuz ve tam bir özgürlük, demokrasi yoktur… Zaten proletarya iktidara
gelirken, yani sosyalist iktidar kurulurken, bunun bir sınıf iktidarı olup
siyasi niteliğinin proletarya diktatörlüğü olduğu alenen beyan edilmektedir;
sosyalizmin proletarya diktatörlüğü olarak bir sınıf iktidarı olduğunu sadece
işçi sınıfı ve öncü kurmayı komünist parti söyler. Hiçbir burjuva iktidarın,
“ben burjuva sınıf diktatörlüğü/iktidarı veya devletiyim” dediği görülmemiştir
ama proletarya bunu alenen beyan eder…
Burjuvazi demokrasiden bolca söz eder, demokrasiyi temsil
ettiğini ve uyguladığını iddia eder. Fakat uyguladığı şey burjuva demokrasisi
ve burjuva diktatörlüğüdür. Biçimde burjuva demokrasisi olsa da özü genellikle
faşizmdir. Bu, işçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerine baskı anlamına gelirken,
burjuvazinin kendisine demokrasi ve özgürlüktür. Halkın ve tüm ezilen
zümrelerin bir özgürlüğü yoktur… Kısacası, sosyalizm ile demokrasiyi karşı
karşıya koymak ve buradan sosyalizmin sağdan revizyonuna yönelmek beyhude bir
çabadır. Sosyalist demokrasi, halk demokrasisi ve/veya devrimci demokrasiden
koparak burjuva demokrasisine dümen kıran rota, sosyalist olmadığı gibi, iddia
edilen sosyalizmin geliştirilmesi hiç değildir. Bilakis, burjuva demokrasiye
demir atmaktır…
Ne kadar evirip-çevirseniz de her demokrasi bir
diktatörlüktür. Burjuva demokrasisi burjuva diktatörlüğünün biçimlerindendir.
Sosyalist ya da halk demokrasisi ise, proletarya ya da halk diktatörlüğünün bir
biçimidir. Bunların hepsi istisnasız olarak sınıf karakteri taşır; sınıflar
üstü bir demokrasi, bir devlet, bir diktatörlük yoktur. Mesela, sosyalist
demokrasi yaşadı, halk demokrasisi yaşandı ve elbette burjuva demokrasisi de
uygulandı, uygulanıyor. “Demokratik sosyalizm” hangi sınıf demokrasisi ya da
sosyalizmidir? Bunun sınıflar dışında/sınıflar üstü olarak tasavvur edildiği
aşikardır.
Fakat yaşadığımız dünya ve dünya toplumları tepeden tırnağa
sınıflıdır, sınıflardan mevcuttur… Sınıflar ortaya çıktıktan bu yana
sınıflardan bağımsız bir demokrasiye, bir toplum örgütlenmesine rastlanmadı.
Tarih buna tanıklık yapmadı. Demokrasiyi bunlar dışında tarif etmek, ütopik
olduğu kadar, paradoksal bir yaklaşımdır. Dahası, sınıfsız ve sınıf diktası
dışında telakki edilen “demokratik toplum” taahhülü ve aynı eksende dile
getirilen tutarsız fikirler karmaşası tam bir kaotik tabloyu ortaya koyar ki,
bu, anarşizmin ip uçlarını en çıplak biçimde ele vererek açık eder…
Kaos ve karmaşa “Perspektif” metnine sadece kavram ve
argümanlar enflasyonuyla hâkim olmuyor, aynı zamanda kavram ve argümanlar
arasındaki uyumsuzluk ve çelişmelerle de yansıyor. Bir taraftan sınıflar
mücadelesini reddetmek, öteki taraftan “güncel topluma demokratik toplum demek
gerekir” demek ve sonra da “demokratik toplum bu dönemin siyasi programıdır”
deyip, “devleti hedeflemez” diye eklemek ve yetmezmiş gibi, “Komünün kendisi de
demokratik komündür” demek ve “Ancak özenle ve gerçek bir antikapitalist
mücadeleyle mümkündür” demek ve sınıflar mücadelesini yanlış görmeye rağmen
bunu demek tam bir kafa karışıklığıdır.
Bu muğlaklığın vardığı nokta kendini yadsımaktır. Zira,
“güncel toplum” demokratik ise, o halde “demokratik toplum” kurmanın manası
nedir? Şayet “güncel toplum demokratik toplum” ise, o halde “demokratik
toplum”, “özgürlükçü toplum” gibi tezler ileri sürmek ne gibi bir yeniliği
temsil eder? Öte taraftan, sınıf mücadelesini yadsırken, gerçek bir
antikapitalist mücadeleyi şart koşmak fikir karmaşasının kanıtı olarak anlam
taşıyabilir. Ve yine, “demokratik toplum” ile “özgürlükçü toplum” kavramlarını
eşdeğer olarak kullanmak bir başka sorundur. Bir toplumun ya da tez edilen
toplumun demokratik olması ayrı, özgürlükçü olması (ikisi belli bir bağ taşısa
da) bir ve aynı şey değildir. Demokratik veya demokratiklik ayrı, özgürlükçü veya
özgürlükçülük ayrı siyasal süreç ya da kategorilerdir. Demokratik ya da
demokratiklik sınırlıdır; kapsamı değişkendir, görelidir vb. vs… ama
özgürlükçü-lük çok daha sistematik, sınırsız ve muhtevası genel bir içeriktir.
Özgürlükçü-lük bir
perspektif sunar veya bir perspektife işaret eder. Tek bir döneme, sürece,
zamana, olay ve olguya sığdırılamaz kadar geniş bir yelpaze ve yönelimi
anlatır. “Demokratik” sıfatlama “özgürlükçü” sıfatın yanında güdük kalır.
Özgürlükçü-lük bir ruhtur, gelecek perspektiflidir. Demokrasi/demokratiklik bir
siyasi sistem, bir yönetim ve iktidara denk gelir, bir diktatörlük biçimi
olarak siyasi yapıdır vb. vs… ama özgürlükçü-lük bir siyasi iktidar ve
diktatörlükten öteye ve onlara sığmayan bir ütopya, bir ufuk, bir ruhtur… Demokrasi
ile Özgürlük formatlarındaki karmaşanın bir benzeri ya da sorunlu yaklaşımların
koşulladığı kavram karmaşasının bir biçimi de, ulus kavramı ile toplum
kavramlarında sergilenmektedir… Evet, kavramların yersiz/isabetsiz ve hatta
rastgele kullanılmasındaki yaklaşım, “ulus” ile “toplum” kavramları şahsında da
kaba biçimde sergilenmektedir…
Bilindiği gibi, “Perspektif” metninde “demokratik
modernite”, bunun çözüm perspektif olarak “demokratik ulus” ve bununla da
eşdeğer/aynı olan “demokratik toplum” gibi kavram ve argümanlar
kullanılmaktadır. Öncelikle, ister demokratik ve isterse başka olsun, “toplum”
farklı bir kategori, “ulus” ise ayrı kategoridir. Kavramsal ve argümansal
çerçeveleri ve içerikleri ya da yorumlanmaları farklıdır. Misal, ulus
kapitalizmin şafağında doğdu ve toprak-dil-pazar birliği, ortak ruhi şekillenme
ve kültür birliği gibi belli şartlarla tanımlandı; bu şartları barındırdığı
oranda ulus olarak tanımlandı. Ulus milli/etnik bir tanım iken, toplum siyasi
bir tanımdır. Toplum, ulustan önce de vardı ve tek ulustan oluşabileceği gibi,
birden fazla ulustan da teşekkül olan bir sistemin karşılığıdır. Biri etnik,
öteki siyasi orijindir… Lakin “perspektif” bütün bunları atlayarak, demokratik
ulusla demokratik toplum aynı anlama gelir demektedir. Bu bir kafa karışıklığı
değilse, kaotik fikir bahçesinin meyvesidir…
İsrail-Filistin Konfederalizm Mutlak İhtiyaç Ama Kürt
Ulusu İçin “Her şey” Geçersiz…
“Perspektif”in yaklaşımında bir türlü izah edilip
anlaşılamayan ve biraz da trajikomik olan tablo şudur: Öcalan’ın kaleminden
çıkıp “Yeni paradigma” olarak lanse edilen ve bu paradigmanın bir sunumu/özet
sunumu olan “Perspektif” metninin, sosyalizm teorisinin geliştirildiği
iddiasını da dahil alan temel yaklaşımı; reel sosyalizmin/aslen sosyalizmin bir
garabeti olarak PKK’ye de bulaştığı söylenen ve temel bir sapmayı ifade ettiği
ileri sürülen sosyalizm, UKKTH, ulusal bağımsızlık, devlet ve hatta özerklik,
otonomi vb. vs. gibi siyasi formasyon, şiar, kavram ve statü envanteri tümden
Kürt ulusu için geçersiz saymakta, mühürlenip tedavülden kaldırılmaktadır.
En önemlisi de Kürt
ulusu veya Kürt sorunu şahsında bu yapılırken, Ortadoğu bölgesini kasten,
“bölge” için ise, “konfederalizm mutlak bir gereklilik” olarak öngörülmektedir.
Yani, Kürt sorunu ve Kürt ulusu için devletten, bağımsızlıktan, özerklikten,
federasyondan, Kendi Kaderini Tayin Hakkından vb. vazgeçilmekte ama bölge için
konfederalizm savunulmaktadır. Bu çifte standartçı yaklaşımdır ama kendi
ulusu/ulusal sorunu aleyhine bir çifte standartçılıktır; haliyle tuhaftır.
Tuhaftır çünkü, Türk ulusu ile Kürt ulusu için de pekâlâ konfederalizm çözümü
önerilebilirdi. Tıpkı İsrail-Filistin çatışmasına önerildiği gibi…
“Perspektif”in ilgili sözleri şöyle; “Bölge konfederalizmi mutlak
bir gereklilik olarak ön plana çıkıyor. İsrail- Filistin çatışması, mezhep
çatışmaları, ulus-devlet çelişkilerinin panzehiri Demokratik Konfederalizmdir.”
“Demokratik Konfederalizm” meselesinde gülünç bir tablo
sergilenmektedir. Sosyalizm teorisini geliştiriyoruz iddiasıyla sunulan “Demokratik
Konfederalizm” tezinde, “ulus devlet yerine demokratik toplumu koyduk”
denilirken, konfederalizm savunusuyla tekrar ulus devlet savunulmakta,
savunulma durumuna düşülmektedir. Zira, konfederalizm son tahlilde ulus
devletlerin oluşturduğu veya ulus devletlerden teşekkül olan bir birlik
biçimidir. Tek tek ulus devletlerin konfederal yapıdaki birliği veya merkezi
ortak yapısıdır… Burada ilginç bir husus da her kavram ve argümanın başına
istisnasız biçimde “demokratik” ibaresinin koyulmasıdır. Sosyalizmi ve hemen
tüm diğer statüleri reddederken, belli bir siyasi statü, nitelik ve yönetim
biçimi olan demokrasiye, demokrasi ibaresiyle yer vermek tüm savunulanları
alt-üst ederek yadsıyor. Bu, sosyalizm teorisinin geliştirildiği iddiasını da
boşa çıkaran bir özellik taşıyor. Sosyalizm teorisinin geliştirilmesi değil,
ancak yozlaştırılmasından bahsedilebilir…
Özetle, “Perspektif”te eleştirdiğimiz bir dizi anlayış ve
yaklaşım var. Temel sorun olarak eleştirdiğimiz, sosyalizm ve MLM’nin revizyonu
gibi çok ciddi bir saldırı var. Kürt ulusal sorununa dönük son derece yanlış
bir yol ve rotaya girilmekte, sorun Türk hâkim sınıfları ve devletine emanet
edilerek ciddi bir tasfiye ve kırılma yaşanmaktadır. Her “kötülüğü”, bilimsel
sosyalizm teorisinin, sınıf mücadelesinin ve proletarya diktatörlüğünün üstüne
boca ederek, proleter devrim ve MLM biliminin ideolojik-teorik temelleriyle
oynanarak, külleri savrulmak istenmektedir. Ve bunun gibi düzinelerce
eleştirdiğimiz anlayış ve yaklaşım var. Fakat daha da önemlisi, “Demokratik
toplum bu dönemin siyasi programıdır. Devleti hedeflemez.”, “Güncel topluma
demokratik toplum demek gerekir.”, “Bunu önce Türkiye Cumhuriyeti ile başarmayı
önemsiyoruz. Mevcut görüşmelerimiz işi bu noktaya taşıdı.”, “Burada ulaşılacak
bir başarı Suriye, İran ve Irak’a da yansıyacaktır. Türkiye Cumhuriyeti için de
hem kendisini yenileme, demokrasiyle taçlanma hem de bölgede öncülük yapma
şansı oluşacaktır.” gibi sindiremediğimiz/tahammül edemediğimiz
oldukça büyük kamburlar da var.
Sonuç olarak, tüm savunu ve muhtevasıyla “Perspektif”, Kürt
ulusal sorununda yaşadığı derin kırılmaya paralel olarak, sosyalizmin sorunları
bağlamında yürütülen tartışmalarda pozitif cephede değil, negatif cephede yer
almaktadır. Sosyalizmi savunup geliştirme kaygısından değil, onu kaotik zemine
sürüp “tabutuna çivi çakmayı” objektif ya da subjektif olarak görev alan,
niyetli-niyetsiz olarak buna hizmet eden ve bu kaygıyı taşıyandır… Dolayısıyla,
yeni paradigmayla cilalanan ve tasfiyeci karakteri berrak olan mevcut süreci ve
sunulan “Perspektif”i benimseyerek savunmamız düşünülemez…Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin
Ekim-2025 tarihli 53. sayısında yayımlanmıştır.