Kayıt dışı..**Ergün Diler Takvim
FİLM şeridinin son karesinden bakarak olayları anlamaya çalışmak gibi
bir özelliğimiz var.
Yetmiyor yine de bu metottan vazgeçilmiyor. Biliyorum olaylar benim baktığım
pencereden izlenmiyor. Tamamen farklı ve bence yetersiz pek çok kulvar
kullanılıyor. Bunun altında yatan neden ise YAŞANMAKTA olanları, YAŞANACAK OLANLARI bir BÜTÜN olarak
değerlendirme eksikliğimiz...
Uzun zamandır odak olarak MHP'yi buraya taşıyorum.
Hiç olmadığı kadar fazla... Çünkü KÜRESEL sonuçlar
verecek bölgesel değişimlerin Devlet Bey ve partisiyle yakından ilgisi vardı.
Gelin isterseniz bugün konuyu biraz daha açalım. Net adımlarla ilerleyelim...
Trump'ın Başkan Erdoğan'a yazdığı mektubu birkaç kez burada konu ettim. Ne
diyordu?
"Sorunlarınızın bazılarını çözmek için çok uğraştım. Dünyayı yüzüstü
bırakmayın. Harika bir anlaşma yapabilirsiniz. General Mazlum sizinle müzakere
etmek istiyor ve daha önce vermedikleri bazı ödünleri vermeye niyeti olduğunu
söylüyor. Size güvenerek, (Mazlum Kobani'nin) bana yazdığı, elime yeni ulaşan
mektubu da ekliyorum..." Mektup ANKARA'ya gelir
gelmez cevap hazırdı: ÇÖPE ATTIK.
Dikkat ederseniz ABD SURİYE'deki YPG/SDG ile o bölge
ile ilgileniyordu. Bir de PUZZLE'ın KUZEY IRAK tarafı vardı. İşte
bu noktada kompartımanları
ayırıp bakmak ve büyük mücadeleyi görmek gerekiyordu.
Trump'ın birkaç kez övgüyle sözünü ettiği Mazlum Kobani ya
da Ferhat Abdi Şahin ile KANDİL arasında
bir çekişme vardı. TERÖR ÖRGÜTÜ de OLSA mevzileri,
kulvarları ve en önemlisi arkadakiler farklıydı!
Seçimler döneminden hatırlayın!
KANDİL her
zaman Demirtaş ile ilgili bir koruma sağlıyordu! Aynı KANDİL Ferhat
Abdi Şahin'e ABD ile olan temaslarından dolayı mesafeliydi. Washington yaptığı
yardımları gizlemiyor her fırsatta ŞAHİN'i
legalleştirmek için çaba harcıyordu. Kandil ve HDP'nin ise buna sahip çıkan tek
satır sözü yoktu! İlginç değil mi! ABD bir teröristin arkasında duruyor, terör
yuvası KANDİL bunu görmezden geliyordu! Garip değil
mi?
Değil tabii ki...
Mesela Zeytin Dalı Harekatı sırasında Mazlum Kobani ya da Ferhat Abdi Şahin
zorda kalsın, silinsin diye KANDİL güçlerini geri çekiyordu! Şahin bitsin
tükensin SURİYE'deki oyun ellerine geçsin diye... Aslında kendi aralarında
farklı yollar rotalar oluşturulmuştu. Neden?
Elbette ABD ile İNGİLTERE, ABD ile AVRUPA arasındaki çekişmeden
dolayı... Çok nedeni olsa da "ENERJİ BASRA'ya mı
aksın, AKDENİZ'le mi buluşsun"
savaşı olarak da bakabilirdik buna... ABD net olarak YPG'nin
Mazlum Kobani'nin arkasındaydı. Kuzey Irak'ta ise TALABANİ adamlarıydı.
Barzani ise AVRUPA'ya yakın
bir odaktı.
Enerji savaşı, terör örgütü ile bizleri karşı karşıya getiriyordu. Siyasal
çözümlerle kapıya geliniyordu.
AVRUPA başka
İngiltere başka ABD ise bambaşka bir çerçeve çiziyordu. Mesele buydu!
Devam...
AK PARTİ iktidara
geldikten sonra ABD ile uyumun tam olduğu dönemlerde de MHP hedef
oluyordu. Deniz Baykal, kasetle gidiyor CHP'nin resmi ideolojiyi savunan tarafı
biçiliyordu. Kemal Bey bilerek ya da bilmeyerek bu görevi yerine getiriyordu.
Görevin sonuçlarını görünce onca seçim kaybına rağmen ekranlara çıkıp partiyi
geri istiyordu. Olan biteni doğru değerlendiremiyordu.
Göremiyordu. CHP'nin dönüşümü belli noktaya gelse de bir engel daha vardı.
Önemliydi. MHP!
Devlet Bey ve partisinin sahip olduğu ideoloji Türkiye'ye verilmek istenen
bölgesel rolle asla ve kat'a uyumlu değildi. MHP, Türkiye içinde siyaset yapan
dışarı sarkan bir tarafı olmayan bir partiydi.
Ülke içinde de herkesi kapsaması BİRİNCİ PARTİ olması
pek mümkün değildi. Sahip çıktıkları MİLLİYETÇİLİK TONU buna
engeldi. IRAK'a iki kez asker yollayan bölgeyi değiştirmek
ve küresel rakiplerini burada yenmek isteyen bir ABD vardı. Amerika Birleşik
Devletleri'nde, MHP'nin anladığı şekilde milletten söz edilemezdi. Ancak
tartışmasız dünyanın en büyük gücüydü.
Ve o ABD, bölgede yolunu tıkayan MHP'nin o ideolojisi ile çatışıyordu.
Tasfiye etmek istiyordu. NET!
Bu saptamayı yapınca içeri girip yaşananları anlamak daha kolaydı...
Sinan Ateş suikastını çok yazdım. Türkiye'de yaşanan bunca siyasi cinayet
arasında ilk kez bu kadar açık, net, şeffaf işlenen bir suikast ve çuvallar
dolusu DELİL bulunmaktaydı. ORTADAYDI!
Polisin aradığı bulduğu bir şey değildi bunlar. KURGUYU hayata
geçiren akıl, bunun böyle olmasını istiyordu. Tüm OKLAR'ın
MHP'yi, ÜLKÜCÜ CAMİAYI hedef alması isteniyordu.
İsimlere, iletişimlere, tetiği çekenlere, çektirenlere, içeri alınanlara,
kendini savunanlara girmiyorum. Konumuz onlar değil.
Siyasi suikastlar siyasi sonuçlar için yapılırdı. TAMAM! Ama
burada çok daha farklı bir şey vardı. Bunu da ilk kez görüyorduk.
Tetiği çeken muhtemelen neden çektiğini bilmiyordu. Kurgu öyle işler
genellikle. Yakalanan kişi tutuklanıp hapse konuldu. İlişkiler ve iddia edilen
AĞ konusunda kimse net konuşamıyordu.
İşin ucunun nereye gideceği kestirilemiyordu! TETKİKÇİ Sinan
Ateş'e kurşun yağdırırken kurgu içinde yer alan bir başka isim bunu kayda
alıyordu.
CANLI YAYIN YAPMAKLA KALMAYIP kayıtları
bir başkasına ya da başkalarına yolluyordu.
Tetikçi yakalanıyor içeri atılıyordu.
Avukatıyla yaptığı tüm görüşmeler de günlerce haftalarca ses ve görüntü olarak
kaydediliyordu. Yani TETİKÇİ'nin
ağzından olayı alıp kaydediyorlardı. Siyasi sonuçları beklemeden sonuçların
sarsıcı hale gelmesi için daha önce yapılmayan bir yöntemle sahne alınıyordu. TETİKÇİ muhtemelen
bilebildiğini anlatıyor bunlar da SUİKAST HAVUZUNA AKIYORDU.
Haliyle YASA GEREĞİ kayıtların imha edildiği söyleniyordu, söylenecekti. Gerçek
öyle olamazdı. Mümkün değildi.
MHP'nin sahip
olduğu ideolojiden sapması için katlanarak gelen bir fırtına hazırlığı vardı.
Devlet Bey'in "Türkiye Cumhuriyeti, Suriye yönetimiyle el ele vererek, iş
birliği köprüsü inşa ederek, askeri operasyonlarla bölücü terör örgütünün
kaynağında kökü kurutulmalıdır..." çıkışına imza attığı gün Sinan Ateş'i
öldüren TETİKÇİ'nin kayıtlarının bulunduğu gerçeğini öğreniyorduk.
Bir el, Bahçeli'nin açıklamasının karşısında adeta el yükseltiyordu.
Bahçeli de zaten "ESAD" diyerek "İşbirliği" diyerek YPG'yi
yani ABD'nin kontrol ettiği bölgeyi işaret ediyordu!
MHP ve ÜLKÜ OCAKLARI bir şekilde büyük bir
sızıntıyla iç içeydi, karşı karşıyaydı. MHP'yi değiştirmek
isteyenler, MHP'nin içinden geliyordu. MHP'yi, AK PARTİ'nin
taşıyamayacağı bir noktaya sürüklüyorlardı. MHP giderse ANLAŞMA olacak
CHP gelecekti.
O da gerçekleşmezse, Başkan Erdoğan ve partisi büyük
basınç altında kalacaktı.
ANKARA'da büyük ve şiddetli bir mücadele vardı. Mesele KÜRESEL SONUÇLAR DOĞURACAK olan
bölgesel değişimdi...
BİNLERCE KEZ YAZDIM!
NEREDEN BAKARSANIZ BAKIN
TÜM YOLLAR KÜRT KARTINA ÇIKACAKTI...
MHP'nin ABD ile savaşı buydu...
Yeni senaryo
TÜRKİYE'DE neler
olacak?
İran Cumhurbaşkanı Reisi'nin
helikopterin düşmesi ya da düşürülmesi sonucu ölmesi haliyle tüm dikkatleri
yine bölgeye çekti. Türkiye seçimleri geride bıraksa da atlatamadığı krizlerle,
tartışmalarla, türbülanslarla uğraşmakta.
Sinan Ateş suikastı, tanıkların, dostların, olayın içindekilerin konuşması,
Ankara'dan yükselen mafyaya ait frekanslar, içeri alınanlar, kaçanlar, sembol
isim haline gelenlerin tutukluluğu ya da serbest kalması gibi yakıcı konular
hiç eksik olmuyor.
Bu iklimde "Türkiye ne yapacak?" ya da "Türkiye'yi neler
bekliyor?" diye sormak son derece yerinde...
Açalım...
MHP'yi merkeze alarak ilerleyelim. Çünkü MHP KÜRESEL odak HALİNE GELMEKTE,
GETİRİLMEK İSTENMEKTE. Bunun da yerel, bölgesel ve küresel
sonuçları olacaktı.
Yaşı tutanlar bilecektir.
MHP, Sovyet döneminde KOMÜNİZM ile ciddi mücadele
verdi. SOL ile karşı karşıya geldi. Genel Merkez, Sovyetler Birliği'ni
karşısına alarak ilerliyordu. Ritmi belliydi. Duruşu da sesi de tonu da...
Sonra dengelerle birlikte ROL de değişti.
Lider de... CHP'de Deniz Bey'den sonraki değişimin bir benzeri
MHP'de yaşanıyordu.
ABD ile uyumlu olan ve KOMÜNİSTLERE karşı mücadele eden parti
gidiyor, yerine ABD ile kavga eden karşı çıkan dik duran bir siyasi anlayış
geliyordu. Doğal olarak bu küçük ölçekte, MHP'nin ülke içindeki yerini, küresel
ölçekte ise DÜNYADAKİ Türkiye idealini ortaya koyuyordu.
Böyle bakılmalıydı gelişmelere, tercihlere, olaylara! Partiler liderleri hangi
ittifakı çizgiyi benimsiyor? TÜRKİYE nerede kiminle
duracaktı? SORULAR BUYDU! Siyaset bu nedenle
yapılırdı... NET!
Sık sık yazdığım gibi her partide iki ana ekol kollarını bulundurmaktadır. AK
PARTİ geldiğinde KÜRESEL POLİTİKALARA yakınken
şimdi uzağındaydı. MHP ile birlikte... Milliyetçi Hareket Partisi DNA'sı
gereği, MİLLİYETÇİLİK damarı nedeniyle KÜRESEL anlayışa
yakın olamazdı. Mümkün değildi. Ancak parti içinde de Devlet Bey gibi
düşünmeyen insanlar vardı. Devlet Bey ve partisi bu nedenle hedefteydi.
Kasetlerle gelinmesi LİDERİN değişmesi eskisi gibi aynı kulvara
dönülmesi içindi. Devlet Bey partisini korudu. Aradan zaman
geçti. Bölgesel denklem sıkıştı. Türkiye'den hamle bekleyenler,
karşısında MHP'yi buldu. Bu nedenle Bahçeli ve partisi
yine UYGULANMASI DÜŞÜNÜLEN politikaların önündeki ENGEL olarak görülmeye
başlandı. Sinan Ateş cinayeti ve mafya ile MHP'yi yan
yana getirme çabalarının altında yatan gerçek buydu.
MHP TÜRKÇÜ olduğu için bölgeyle etkileşimi de iletişimi de
farklıydı.
Bu partinin KOD'ları ile ilintiliydi. Anlaşılırdı. Anlamayan
dışarısıydı! MHP ülkenin içiyle ilgileniyor dışarıdaki dengelere gelişmelere
sırtını dönüyordu. Bölgesel güç haline getirilmek istenen Türkiye'de MİLLİYETÇİLİK yapılması
çok anlamlı olmazdı. Dün de bugün de Devlet Bey bölgesel politikaların
uygulanması için tasfiyesi istenen liderdi.
MHP, TÜRKİYE'nin ÇIKARLARINI "MİLLİYETÇİLİK" olarak
savunacak bir isme verilmek istenmekteydi. Bu partinin ideolojisinin yumuşaması
fakat politikasının tamamen değişmesi anlamına gelecekti. Zaten operasyonlar da
bu nedene yapılırdı.
Rahmetli Adnan Menderes Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında mutabakata
varılan Üçlü Kıbrıs Antlaşması'nı imzalamak üzere 1959'da Londra'ya gitmek için
havalandı.
Uçak Gatwick Havalimanı'na 4,5 kilometre kala, Surrey bölgesindeki Newdigate
köyü yakınlarındaki ormanlık alana çakıldı. Uçaktaki 14 kişi hayatını
kaybederken içinde Menderes'in de bulunduğu 7 kişi şans eseri yaşama
tutunuyordu. Sonra DARBE ile tasfiye ediliyordu!
Rahmetli Özal da bölgesel politikalardaki cesur tavrı nedeniyle saf dışı
bırakılıyordu.
Reisi'nin başına gelenler bize yabancı değildi yani...
Hepsi KÜRESEL sonuçlar DOĞURACAK bölgesel POLİTİKALARI engellemek
içindi!
Bahçeli ve arkadaşları, MİLLİ sınırlar içinde MİLLİ olmayı
savunan bir siyasi organizasyon olarak KÜRESELLEŞME karşıtı
bir duruş sergiliyordu. NET... Bu da rahatsızlık veriyordu. Çatışma
burada başlıyordu. AK PARTİ içinde her ne kadar tasfiye edilse
de KÜRESELCİ ruha yakın çok isim vardı. MHP'de
olduğu gibi... CUMHUR İTTİFAKI'na uygulanan basıncın
nedeni, ÇATLAMAYI MEYDANA getirmekti.
Sorti'ler sürecekti! AK PARTİ ile MHP arasındaki
felsefe farkı yani TABANLARININ dayandığı RUH kaşınacaktı.
Farklılıkları zenginlik olarak değil, AYRILIK NEDENİ olarak öne
çıkartılacaktı. Öyle de yapılmakta.
Tam da bu nedenle Devlet Bahçeli, Ülkücü Şehitleri Anma Günü'nde Ülkücü
Şehitler Anıtı'nı ziyaret ettikten sonra açıklamalarda bulunuyordu...
"Dünün ülkücü katilleri sözde ülkücü savunması yapıyor.
Bir senaryo ile üstümüze geliniyor. Müfterilerle helalleşmeyeceğiz. Ülkücü
katilleri ile hesaplaşacağız...
Bizden olmadığı halde bizimle ilgili konuşan, kokuşmuş zevatın kuyruk acısını
biliyoruz. Cumhur İttifakı'nı zafiyete uğratmak maksadı ile bir senaryo ile
üzerimize gelenlerin yumuşak karnımızı yoklayanların dış bağlantılı ajanlarla
taşeronluk yapanları karşılayıp paramparça etmek nimet borcumuzdur..."
Oysa biz konulara kişi, isim, parti ve tepki ekseninde bakıyoruz... Bölgesel ve
küresel oyun kurucuların ne yapmak istediği ne yaptığı ile ilgili tek saniyelik
enerji bile harcamıyoruz. CHP şu hali ile kesinlikle AK
PARTİ-MHP çizgisinde değildi. Olmayacaktı.
Diğer partiler de... AK PARTİ ile yollarını ayıran etkili isimlerle
ideolojileri farklı da olsa aynı kulvarı paylaşmaktaydılar.
CUMHUR İTTİFAKI'nın ruhuna itiraz edenler politikasına karşı
çıkanlar, DIŞARISININ da desteğiyle kapıları zorlayacaktı...
Mesele MHP'nin ne yaptığından çok ABD'nin ÇİN ile
olan mücadelesini daha fazla erteleme şansının bulunmayışıydı. Bu da Türkiye
için önemli ve hassas bir nokta oluşturmaktaydı.
Yaşadıklarımızın ana özeti bu.
Konu Kürt Kartı üzerinden Demirtaş'a, Kavala'ya, Kerkük'e, YPG'ye,
Talabani'ye, Barzani'ye, HAMAS'a, siyasette yumuşamaya da gitse,
son durak ÇİN'di...
KÜRESEL ARENADAN, BÖLGEYE gelelim...
Avustralya ve Fiji arasındaki takım adalardan oluşan Yeni Kaledonya, 19. yüzyıldan bu yana Fransa'ya ait bir bölge. Paris yönetimi ile takım adada nüfusun yüzde 40'ını oluşturan yerli Kanak halkı arasındaki gerilim bir süredir yüksekti. Kanaklar, bölgede 10 yıldan fazla yaşayan Fransızların oy hakkına sahip olmasını öngören yeni anayasanın, yerel halkın yönetimdeki gücünü azaltacağından duydukları kaygı nedeniyle sokağa çıktı.
ADALAR savaş alanına döndü.
Olağanüstü hal ilan edildi. 3 bin
kişilik ÖZEL FRANSIZ birlikleri yollandı. Macron 24 saatlik uçuşla bölgeye gitti.
Sorun hala çözülmüş değil.
Peki ne oluyordu?
Çok sık yazdığım gibi ABD İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'ndan sonra aldığı imparatorluğu ısrarla geri isteyen İNGİLTERE ile çatışma halindeydi.
Bu savaş her yerdeydi! İngiltere'yi düşünün! Küçük
bir ADA! Nüfusu da etkisi de görünürde sınırlı. Nasıl oluyordu da görünür güç ABD ile mücadele edebiliyordu? Londra'ya akan PARA ve emperyal olarak kağıt üzerinde
"yönetmediği ülkeleri" bir araya getirerek oluşturduğu mukavemetle...
Türkiye'yi düşünün. Londra'da evi,
parası, varlığı olan ne kadar sanatçı-siyasetçi-sporcu-işadamı var... Bunu KÖRFEZ'e ve Çin'e oradan da RUSYA'ya oligarklara uzatın! Diktatörlere kadar esnetin.
Devasa zenginlik İNGİLTERE'ye yani City of London'un kontrolüne akıyordu.
Bu ABD'nin Bretton Woods'ta kurduğu DOLAR sistemi üzerindeki koca bir delikti. ABD silahla,
askerle, teknoloji ile bunu kapatıyor olsa da İNGİLTERE çok az maliyetle, akılla buna karşı
çıkıyordu. ÇİN bunun sonucuydu!
Eğitim sistemimiz bir İNGİLİZ'in nasıl düşüneceğini bize açıklamazdı.
Anlayamazdık.
Günün sonunda ABD'ye "Bize imparatorluğumuzu
verin.
Karışmayız ha..." tehdidinde bulunuyorlardı.
ABD de boş durmuyordu. Duramazdı.
Yeni Kaledonya da Suriye de Kuzey Irak da aynı
savaşın farklı ve birbirine uzak mevzileriydi.
ABD, İngiltere'nin elinden AVUSTRALYA'yı çekip aldı.
AUKUS bunun içindi. Çin ile arası iyi olan AVUSTRALYA artık sert ve netti. ABD'nin yanındaydı.
Pentagon da oradaki ÜSLERDEN tüm bölgeyi saniye saniye dinliyor ve izliyordu.
OKYANUSLARI kontrol edemeden dünyayı yönetemezdiniz. Avustralya gidince Fransızlar'ın elindeki YENİ KALEDONYA'nın da gitmesi gerekiyordu. Nasıl AFRİKA'da pek çok ülke elinden alındıysa, aynısı yapılmaktaydı.
Operasyon buydu.
ÇİN'i kuşatıyor aynı anda aynı akılla ÇİN'e güç verenleri de buduyorlardı. Afrika
operasyonları neyse, Yeni Kaledonya neyse HAMAS da oydu! Reisi'nin öldürülmesi de oydu! Çin'in havuzuna
su taşıyan herkes hedefti. Bu bize KÜRESEL MÜCADELENİN nasıl yaşandığını gösteriyordu. Tabii alışkanlıklarımız ve
kafa konforumuz bunu görmeyi zorlaştırıyordu. İsimlere, demeçlere bakarak olan
biteni anlamaya gayret ediyorduk.
Hiç şansımız yoktu!
Devletlerin üzerinde bir güç net olarak vardı.
Fransız yayıncı ve Cizvit din adamı Abbé Augustin Barruel, 1797'de İlluminati
Düzeni gibi gizli toplulukların Fransız Devrimi'ne öncülük ettiğini öne sürdü.
Öncesinde ABD'deki DEVRİM,
SAVAŞLARI ve sonuçları kontrol edenin de aynı akıl olduğu
iddia edildi.
ABD'nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson'ın, bu
örgüte üye olduğu ileri sürüldü. George Washington'ın da yazdığı bir mektupta
İlluminati'den söz ettiği SIR değildi. Bu örgüt mü yapıyordu?
Bilemem. Acaba dünyada olan bitenin önemli bir
kısmını BAVYERA KÖKENLİ, ALMAN KÖKENLİ
İLLUMİNATLAR MI gerçekleştiriyordu... Açık kaynak haliyle yok. Olanları sorgulayınca bir iktidarın yapacaklarından çok fazlası gibi durmakta... Bence...
Neyse...
Kafanızı karıştırmak istemem.
Oyunun büyük olduğu büyük akılların
çarpıştığı kesin.
Ve bizler devamlı olarak içeride şablonlarla,
etiketlerle, alışkanlıklarla konuşuyoruz. Anlamak gayreti içinde değiliz.
Bölerek, ayrıştırarak, dışlayıp yürüyoruz.
Aylardır burada "KÜRT KARTI" önümüze gelecek diye yazıyorum Savaşın tonu ve amacı belli.
Gelmemesi mümkün değil. İşte Devlet
Bey bunca yılın tecrübesiyle olayları merkezinde izlemenin verdiği avantajla
çok önemli bir çıkışa imza attı. Devlet Bey'in "Türkiye, Suriye yönetimi
ile karşılıklı el ele vererek işbirliği köprüsü inşa ederek terör örgütünün
istilasına müsaade edilmemelidir. Bölücü terör örgütünün kaynağında askeri
operasyonlarla kökü kurutulmalıdır..." sözleri çok kritik ve önemliydi.
DEM üzerinden, Demirtaş üzerinden
Özgür Özel'e yüklenmesi, İmamoğlu'nu pas geçmemesi de... Ve "Türk cihan
hakimiyetinin ilk merkezi İstanbul'dur..." çıkışı da...
Devlet Bey, Sinan Ateş suikastı ve MAFYA üzerinden ÜLKÜCÜLER'i hedef alan, almaya çalışanlara SURİYE üzerinden cevap veriyordu. Adres doğrudan
ABD'ydi. CHP'ydi. Ve MHP lideri bu çok konuşulacak çıkışı Seferberlik ve Savaş Hali
Yönetmeliği'nin değişmesinden sonra gerçekleştiriyordu.
Reisi, İSRAİL'LE SAVAŞ İSTEMEDİĞİ için tasfiye ediliyordu. ORTA
DOĞU'nun kaynaması, KÜRESEL hesapların alt üst olması ve tansiyonun buraya park etmesi anlamına gelmekteydi. Görünen o ki oraya doğru hızla gidilmekte... Reisi'nin yerine kimin geldiği yeterince ipucu verecekti. Belki de daha önce hiç yaşamadığımız sertlikte bir türbülans bölgeyi bekliyordu.
Yaşayıp göreceğiz. Her ne olursa olsun Devlet
Bey'in açıklamalarını tekrar tekrar okuyun. İyi okuyun.
Not edin. Olacakları bu yazı üzerinden
değerlendirin...
………………….
Teröre Şam'ar
O KADAR kritik gelişme oluyor ki hangisini buraya taşıyacağımı
şaşırıyorum. Yıllardır DIŞ GÜCÜN ne
olduğunu nasıl sonuç aldığını aktardım. Sadece Türkiye değildi oyun alanı.
Binlerce örnek vardı. Ve şimdi klavyenin başında bütün olan bitenin hesabını
yaptığımda DEVLETLERÜSTÜ BİR AKILLA karşı
karşıya olduğumuzu görüyorum. NET!
Hiçbir zaman dünya üzerindeki devletlerin kendi istediklerini yapıp sonuçta
ortaya çıkan tablo üzerinden konuşulduğunu varsaymadım!
Mümkün değildi bu! Hiçbir zaman...
Bugün çok geniş yelpazeden gidelim. Türkiye'ye gelelim... Ve o aklı görmeye
çabalayalım...
Sokakta çevirdiğimiz yüz kişiden 99'nun bile haritada yerini gösteremeyeceği YENİ KALEDONYA diye
bir OKYANUS DEVLETİ var.
Fransa'ya bağlı. Orası karıştı.
Devlet Bey içeride MHP'ye ve ÜLKÜCÜLER'e
gelen rüzgarı gördü ve elini yükseltti.
"ESAD ile
anlaşalım. Terörün kökünü birlikte kazıyalım..." dedi. Üstüne bir de CHP
lideri Özgür Özel'in YUMUŞAMA ve NORMALLEŞME çıkışlarına
değindi. İyice yüklendi: Türkiye'de anormal bir şey yoktur. Özgür Bey'e adam
gibi duruş sergilemesini tavsiye ediyorum...
Yani günlerdir yazdıklarım yavaş yavaş sahne alıyordu.
Alacaktı. Kaçış mümkün değildi.
Açalım isterseniz...
KÜRESEL ARENADAN, BÖLGEYE gelelim...
Avustralya ve Fiji arasındaki takım adalardan oluşan
Yeni Kaledonya, 19. yüzyıldan bu yana Fransa'ya ait bir
bölge. Paris yönetimi ile takım adada nüfusun yüzde 40'ını
oluşturan yerli Kanak halkı arasındaki
gerilim bir süredir yüksekti. Kanaklar, bölgede 10 yıldan
fazla yaşayan Fransızların oy hakkına
sahip olmasını öngören yeni anayasanın, yerel halkın yönetimdeki
gücünü azaltacağından duydukları kaygı nedeniyle sokağa
çıktı.
ADALAR savaş alanına döndü.
Olağanüstü hal ilan edildi. 3 bin kişilik ÖZEL FRANSIZ birlikleri
yollandı. Macron 24 saatlik uçuşla bölgeye gitti. Sorun hala çözülmüş değil.
Peki ne oluyordu?
Çok sık yazdığım gibi ABD İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'ndan
sonra aldığı imparatorluğu ısrarla geri isteyen İNGİLTERE ile
çatışma halindeydi.
Bu savaş her yerdeydi! İngiltere'yi düşünün! Küçük bir ADA! Nüfusu da etkisi de
görünürde sınırlı. Nasıl oluyordu da görünür güç ABD ile
mücadele edebiliyordu? Londra'ya akan PARA ve
emperyal olarak kağıt üzerinde "yönetmediği ülkeleri" bir araya
getirerek oluşturduğu mukavemetle...
Türkiye'yi düşünün. Londra'da evi, parası, varlığı olan ne kadar
sanatçı-siyasetçi-sporcu-işadamı var... Bunu KÖRFEZ'e ve
Çin'e oradan da RUSYA'ya oligarklara uzatın! Diktatörlere kadar
esnetin.
Devasa zenginlik İNGİLTERE'ye yani City of London'un kontrolüne
akıyordu. Bu ABD'nin Bretton Woods'ta kurduğu DOLAR sistemi
üzerindeki koca bir delikti. ABD silahla, askerle, teknoloji ile bunu kapatıyor
olsa da İNGİLTERE çok az maliyetle, akılla buna karşı
çıkıyordu. ÇİN bunun sonucuydu!
Eğitim sistemimiz bir İNGİLİZ'in
nasıl düşüneceğini bize açıklamazdı.
Anlayamazdık.
Günün sonunda ABD'ye "Bize imparatorluğumuzu verin.
Karışmayız ha..." tehdidinde bulunuyorlardı. ABD de boş durmuyordu.
Duramazdı. Yeni Kaledonya da Suriye de Kuzey Irak da aynı savaşın farklı ve
birbirine uzak mevzileriydi.
ABD, İngiltere'nin elinden AVUSTRALYA'yı
çekip aldı.
AUKUS bunun
içindi. Çin ile arası iyi olan AVUSTRALYA artık
sert ve netti. ABD'nin yanındaydı.
Pentagon da oradaki ÜSLERDEN tüm bölgeyi saniye saniye dinliyor ve
izliyordu. OKYANUSLARI kontrol edemeden dünyayı yönetemezdiniz.
Avustralya gidince
Fransızlar'ın elindeki YENİ KALEDONYA'nın da gitmesi gerekiyordu.
Nasıl AFRİKA'da
pek çok ülke
elinden alındıysa, aynısı yapılmaktaydı.
Operasyon buydu.
ÇİN'i kuşatıyor
aynı anda aynı akılla ÇİN'e güç
verenleri de buduyorlardı. Afrika operasyonları neyse, Yeni Kaledonya neyse HAMAS da
oydu! Reisi'nin öldürülmesi de oydu! Çin'in havuzuna su taşıyan herkes hedefti.
Bu bize KÜRESEL MÜCADELENİN nasıl
yaşandığını gösteriyordu. Tabii alışkanlıklarımız ve kafa konforumuz bunu
görmeyi zorlaştırıyordu. İsimlere, demeçlere bakarak olan biteni anlamaya
gayret ediyorduk. Hiç şansımız yoktu!
Devletlerin üzerinde bir güç net olarak vardı. Fransız yayıncı ve Cizvit din
adamı Abbé Augustin Barruel, 1797'de İlluminati Düzeni gibi gizli toplulukların
Fransız Devrimi'ne öncülük ettiğini öne sürdü. Öncesinde ABD'deki DEVRİM, SAVAŞLARI ve
sonuçları kontrol edenin de aynı akıl olduğu iddia edildi.
ABD'nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson'ın, bu örgüte üye olduğu ileri sürüldü.
George Washington'ın da yazdığı bir mektupta İlluminati'den söz ettiği SIR
değildi. Bu örgüt mü yapıyordu?
Bilemem. Acaba dünyada olan bitenin önemli bir kısmını BAVYERA KÖKENLİ, ALMAN KÖKENLİ
İLLUMİNATLAR MI gerçekleştiriyordu... Açık kaynak haliyle
yok. Olanları sorgulayınca bir
iktidarın yapacaklarından çok fazlası
gibi durmakta... Bence...
Neyse...
Kafanızı karıştırmak istemem.
Oyunun büyük olduğu büyük akılların çarpıştığı kesin. Ve bizler devamlı olarak
içeride şablonlarla, etiketlerle, alışkanlıklarla konuşuyoruz. Anlamak gayreti
içinde değiliz. Bölerek, ayrıştırarak, dışlayıp yürüyoruz. Aylardır burada "KÜRT KARTI" önümüze
gelecek diye yazıyorum Savaşın tonu ve amacı belli. Gelmemesi mümkün değil.
İşte Devlet Bey bunca yılın tecrübesiyle olayları merkezinde izlemenin verdiği
avantajla çok önemli bir çıkışa imza attı. Devlet Bey'in "Türkiye, Suriye
yönetimi ile karşılıklı el ele vererek işbirliği köprüsü inşa ederek terör
örgütünün istilasına müsaade edilmemelidir. Bölücü terör örgütünün kaynağında
askeri operasyonlarla kökü kurutulmalıdır..." sözleri çok kritik ve önemliydi.
DEM üzerinden, Demirtaş üzerinden Özgür Özel'e yüklenmesi, İmamoğlu'nu pas
geçmemesi de... Ve "Türk cihan hakimiyetinin ilk merkezi
İstanbul'dur..." çıkışı da...
Devlet Bey, Sinan Ateş suikastı ve MAFYA üzerinden ÜLKÜCÜLER'i
hedef alan, almaya çalışanlara SURİYE üzerinden
cevap veriyordu. Adres doğrudan ABD'ydi. CHP'ydi. Ve MHP lideri
bu çok konuşulacak çıkışı Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği'nin
değişmesinden sonra gerçekleştiriyordu.
Reisi, İSRAİL'LE SAVAŞ İSTEMEDİĞİ için tasfiye ediliyordu. ORTA DOĞU'nun kaynaması, KÜRESEL hesapların alt üst
olması ve tansiyonun buraya park etmesi anlamına gelmekteydi.
Görünen o ki oraya doğru hızla gidilmekte... Reisi'nin yerine
kimin geldiği yeterince ipucu verecekti. Belki de daha önce hiç
yaşamadığımız sertlikte bir türbülans bölgeyi bekliyordu.
Yaşayıp göreceğiz. Her ne olursa olsun Devlet Bey'in açıklamalarını tekrar
tekrar okuyun. İyi okuyun.
Not edin. Olacakları bu yazı üzerinden değerlendirin...