3 Ekim 2024 Perşembe

2-ÇİN’DE YENİ DEMOKRATİK DEVRİM_Ocak_2021_Sayı_96_Toprak Devrimi Savaşı

Toprak Devrimi Savaşı ÇKP, objektif gerçekliği görebilen ve o doğrultuda hareket eden bir komünist partiydi. Kendi hattındaki örgütsel, pratik,siyasi sorunlara ve yanlışlara karşı tavır alan, nesnel bir partiydi. Sınıf bilinçli proletaryanın ideolojik-politik güzergahında ısrar eden bir parti olduğu için emperyalizme ve egemenlerine karşı verdiği mücadelede nasıl ki ısrar etmiş ve kararlı hat izlemişse; kendi iç yapısında oluşan yanlışlara karşı mücadelede de ısrar ve kararlılık göstermiştir.

 Nitekim ÇKP ve Çin halkı, 1927 yenilgisinin tahribatlarını hemen onarmış, sorunlar ve engeller karşısında yılmamış, kendini toparlamış ve edindiği tecrübelerle savaşa daha aktif atılmıştır. Emperyalizme, onun uşakları komprador burjuvazi ve toprak ağalarına karşı daha ileri mevzilerde mücadele yürütmüştür. İşçisınıfından, köylülere, esnaf ve zanaatkar kesimine kadar halk güçlerinin yer aldığı daha geniş alanlara açılmış ve geçmişe kıyasla daha fazla yığınları saflarında örgütlemeye gitmiştir.

Saf değiştirerek emperyalizm ve toprak ağaları ile birlikte hareket eden Guomindang’ın azgınca ve ani saldırıları karşısında, yaşanan kısmi yenilgiye karşın ÇKP’nin kararlı ve azimli tavrını Mao yoldaş şöyle tahlil etmiştir:

“Ama Çin Komünist Partisi ve Çin halkı yılmadı, boyun eğmedi ve yok edilemedi. Parti ve halk kendini toparladı, yaralarını sardı, ölen yoldaşlarını gömdü ve yeniden savaşa atıldı. Devrimin yüce bayrağını daha da yükselterek, silahlı direnişe girişti. Çin’de geniş bir bölgede halk hükümetleri kurdu: toprak reformu yaptı: halk ordusunu, yani Çin Kızıl Ordusu’nu kurdu: Çin halkının devrimci güçlerini korudu ve geliştirdi.

 

Dr. Sun Yatsen’in Guomindang gericileri tarafından terk edilen devrimci Üç Halk İlkesi, halk, Komünist partisi ve demokratlar tarafından sürdürüldü.”(abç) (17) Görüldüğü gibi ÇKP ve önderliğindeki Çin halkı, verdikleri silahlı mücadeleyi kararlı bir tarzda daha ileriye taşımıştır. Oluşturdukları Halk Ordusu’yla halk hükümetleri (kızıl siyasi iktidarlar) kurmuş, toprak reformu yapmış ve böylece gerici sınıflara ve karşı-devrim güçlerine karşı zaferler elde etmişlerdir. Sömüren ve ezenlere karşı üstünlük sağlayarak onları alt etmişlerdir. Özellikle toprak ağalarına darbe vurarak ve onların sömürü sistemine son vererek, Üç Halk İlkesi hattında kararlı adımlar atılmıştır. ÇKP, yeni demokratik devrim ve Halk Savaşı güzergahında verdiği kararlı savaşla, Çin halkının desteğini ve güvenini alırken, karşı devrimin iktidardaki eşkıya takımının bir gün mutlaka tümden alt edileceğini göstermiştir.

Mao, Seçme Eserler 3, s. 208, Kaynak Yayınları

Nitekim verilen savaşın özünü oluşturan toprak savaşı sonucu, asırlar önce ağalar tarafından gasp edilen ve zor yoluyla kendi mülkiyetlerine geçirilen topraklar kamulaştırılarak yoksul köylülüğün mülkiyetine geçirilmiştir. Nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan yoksul ve az topraklı köylülüğe mal edilen topraklar ile kurtarılmış bölgelerdeki feodal sömürüye son verilmiştir. Ve oluşturulan halk hükümetleri ile kurtarılmış bölgelerde köylüler üzerinden yönetimler oluşturulmuştur.

Toprak devriminin özünü oluşturan bu gelişmeler, Çin’de devrim güzergahını daha ilerilere taşımış demokratik devrimin bir ütopya olmadığının ve Çin’de üst düzeylere tırmanan feodal sömürü ve şiddetin tasfiyesini hedeflediğinin göstergesidir. Toprak Devrimi, Savaşı Mao’nun tahliline göre 1927’den itibaren yeni koşullar altında verilmiştir: “1927’den günümüze kadar süren Tarımsal Devrim Savaşı, yeni koşullar altında verilmiştir. Bu savaşta düşman yalnız emperyalizm değildir, ama aynı zamanda büyük burjuvazi ile büyük toprak ağalarının ittifakıdır. Ve ulusal burjuvazi, büyük burjuvazinin kuyruğu haline gelmiştir. Bu devrimci savaş, kesin önderliği elinde bulunduran Komünist Partisince yönetilmektedir.

Bu kesin önderlik, devrimci savaşın sonuna kadar azimle yürütülebilmesi için en önemli koşuldur. Bu olmaksızın, devrimci savaşı böylesine bir azimle yürütmek olanaksızdır.”(abç) (18) Mao’nun belirttiği Toprak Devrimi Savaşı, tüm gerici güçlere yöneliktir. Toprak Devrimi Savaşı’nın temel gücünü köylülük oluşturmuştur. Çünkü Toprak Devrimi’nde hedef alınan büyük toprak ağalarının sömürüsü ve baskısı esas olarak yoksul köylülüğü hedef alır. Köylüler feodal artı-ürün ve feodal rant sömürüsü ile asırlardır katmerli ve bağnaz sömürüye maruz kalmışlardır.

Demokratik devrimin temel gücünü oluşturmaları bunun sonucudur. Elbette ki köylü kitlesiyle birlikte işçi sınıfı ve küçük-burjuvazi de Çin Demokratik Devrimi’nin diğer ezilen ve sömürülen sınıfları olarak devrimde yer almışlardır. Ancak yukarıda Mao yoldaşın belirttiği gibi Toprak Devrimi Savaşı’nda “ulusal burjuvazi, büyük burjuvazinin kuyruğu haline gelmiştir”.

 Partizan/116 (18) Mao, Askeri Yazılar, s. 107, Sol Yayınları

Nitekim 1927-1937 dönemindeki Tarımsal Devrim döneminde ulusal burjuvazi, 1924-1927 İç Savaşı’ndaki gibi aktif yer almamıştır. Yapısı sonucu ikili karakter taşıyan sınıftır. Bir taraftan emperyalizmin sömürüsü, diğer taraftan feodalizm ona engel teşkil etmekte, çelişkiler yaratmaktadır. Bu uzlaşmacı ve ikili tavrına karşın ulusal burjuvazi yeni demokratik devrim sürecinde köylülük ve küçük-burjuvaziyle beraber proletaryanın stratejik müttefikidir. Bundan dolayı Birleşik Cephe’de yer alır.

Çünkü demokratik devrim, proletaryanın önderlik ettiği, çağımız koşullarında bile son tahlilde burjuva devrimdir. Bu tahlil, Mao yoldaş tarafından komprador kapitalizmle iç içe geçen yarıfeodal, yarı-sömürge ülkeler için geçerlidir.

Lakin demokratik devrim sorunu, Mao’dan önce Lenin ve Stalin yoldaşlar tarafından da belirlenmiş, Rusya’nın özgün koşullarında gündeme getirilmiştir. Rusya’da 1860’ta kısmen yukarıdan aşağıya uygulamaya konan Junker tipi kapitalizme rağmen tamamlanmayan demokratik devrim, 1905 ve 1917 Şubat devrimlerinde gündeme gelmiştir.

Çin’den çok farklı olan Rusya koşullarındaki demokratik devrimin sınırları, hedefleri ve devrimde yer alan sınıfların bileşimi daha dar olmasına karşın, son tahlilde sonuçlanmayan bir burjuva devrimdir. Ve Rusya’daki demokratik devrimin sosyal temelini de köylülük oluşturmuştur.

 Nitekim Lenin yoldaş bu durumu aşağıda getirdiği gibi müteakip defalar gündeme getirmiştir:

“Marksist’e göre, köylü hareketi,

sosyalist değil, demokratik bir harekettir.

Tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi Rusya’da da bu hareket, iktisadi ve toplumsal içeriği açısından burjuva olan demokratik devrimin zorunlu bir parçasıdır.

Köylü hareketi, hiçbir şekilde, burjuva düzeninin temellerine, meta üretimine ya da sermayeye karşı yöneltilmiş değildir.

Tam tersine, kırsal bölgelerdeki eski,serf ve kapitalizm öncesi ilişkilere karşı, serfliğin bütün kalıntılarının temel direği olan toprak beyliğine karşı yöneltilmiştir.

 Sonuç olarak, bu köylü hareketinin tam zaferi, kapitalizmi ortadan kaldırmayacak; tam tersine, onun gelişmesi için daha geniş bir alan yaratarak tam anlamıyla kapitalist gelişmeyi hızlandıracak ve yoğunlaştıracaktır. Köylü ayaklanmasının tam zaferi, ancak ilk kez, içinde burjuvaziye karşı bir proleter savaşımının en saf biçimiyle gelişeceği demokratik bir burjuva cumhuriyeti için iyi savunulan bir kale yaratabilir.”(abç) (19)

Görüldüğü gibi Rusya’da da demokratik devrim gündeme gelmiştir.

 Çin Devrimi’ne kıyasla Ekim Devriminin tarihsel muhtevası daha dar ve daha farklıdır.

Partizan/117 (19) Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, s. 181-182, Sol Yayınları

 Çin, emperyalizme bağımlı yarı-sömürge bir ülke iken Rusya emperyalizme bağımlı olmadığı gibi kendisi emperyalist bir ülkedir. Rusya’daki kapitalizm komprador kapitalizm değildir. Tekelci aşamaya ulaşmış, geri ülkelere sermaye ihraç eden, bağımlı kılan ve zor unsuruyla saldıran ülkedir. Ancak kendine has çok özgün bir yapıya sahiptir.

 Diğer emperyalist ülkelerin aksine alt-yapısında ve üst-yapısında demokratik devrimi tamamlayamamıştır. Tarihsel olarak pre-kapitalist toprak beyliği sınıfını ve köylülüğün sömürüsünü muhafaza etmiş, devletin üst yapısında ortaçağın çarlık yönetimini tümden tasfiye etmemiş, ulusal sorunu çözmemiştir. Birçok ulusun topraklarını ilhak etmiş onları tahakkümü altına almıştır.

Dolayısıyla Rusya’daki demokratik devrim, Çin’e kıyasla çok farklı özgün bir durum içermiştir ama diğer taraftan köylülüğü feodalizmin tahakkümü altında tutan ve “serfliğin bütün kalıntılarının temel direği olan toprak beyliğine karşı” olması, çelişkinin evrenselliğini ve Çin Devrimi’yle ortak yan oluşturmuştur. Bundan dolayı Rusya’da da demokratik devrim, sosyalist devrimden önce gündeme gelmiştir. Çin’deki demokratik devrimin askeri stratejisi Halk Savaşı Stratejisi’dir. Demokratik devrimin temel gücünü köylülüğün oluşturması ve devletin en zayıf olduğu alanların kırsal alanlar olması, halk savaşının kırsal alanlarda başlatılmasını zorunlu kılmıştır.

Tabi ki halk savaşı şehirlerde işçi sınıfının örgütlemesi, mücadeleye seferber edilmesi ve ayaklanması için fırsat kollanmasıyla birleştirilmiştir. Kızıl ordunun oluşturulması ve stratejik saldırıyla şehirlerin kuşatılması ve düşmanın yenilgiye uğratılması tahlilini yapmış ve ÇKP bu doğrultuda devrim güzergahı izleyerek hedefe ulaşmıştır. Mao, devrim öncesi yaptığı tahlille devrimin böyle bir yol izleyeceğini belirtmiştir. Ve ısrar ettiği Halk Savaşı, pratiğe uygulandığında demokratik devrim hedefine ulaşmıştır.

Mao, Halk Savaşı’nın stratejik ve taktik aşamalarını devamlı birlikte ele almıştır. Düşmanın güçlü olduğu koşullarda önce savunma, ardından saldırıyı savunmuştur. Önceleri düşman “güçlüdür” belirlemesini yapan Mao, düşmanın güçlü olduğu şartlarda “kuşatma” ve “ezme” seferine karşı önce savunmaya çekilmeyi, akabinde yapacağı saldırı ile birleştirilmesini savunmuştur: “Bu anlamda savaş, eski ya da modern, Çin ya da başka yerde yapılmış herhangi birsavaştan farklı değildir. Ne var ki, Çin iç savaşının özelliği, bu iki savaş biçiminin uzun bir süre ve birbiri ardına uygulanmasıdır.

 Her “kuşatma” ve “ezme” seferinde düşman, Kızıl Ordunun savunmasına karşı saldırıya geçmekte ve Kızıl Ordu, onun saldırısına karşı savunma yapmaktadır. Bu “kuşatma ve “ezme”ye karşı seferin ilk aşamasıdır. Bundan sonra düşman, Kızıl Ordunun saldırısına karşı savunmaya geçmekte, Kızıl Ordu ise saldırıda bulunmaktadır. Bu ise, karşı-seferin  ikinci aşamasıdır. Her “kuşatma” ve “ezme” seferinde, bu iki aşama vardır ve bunlar uzun bir süre boyunca taraf değiştirerek birbirini izlemektedirler.”(20) Toprak Devrimi döneminde uygulanan bu hat ile giderek düşmana darbeler vurulmuştur. Yoksul köylülerin olduğu alanlarda vurulan darbeyle birlikte köylüler üzerindeki sömürü ve baskı kaldırılırken, temelini köylülerin oluşturduğu askeri örgütlenmeye de gidilmiştir.

Askeri örgütlenme giderek kitlesel boyutlara ulaşır. Ve düşman karşısında güçlü askeri mevziler oluşturulur. 1924-1927 İç Savaşı’nda yaşanan yenilginin etkisi çabuk atlatılmıştır. Bunun sonucu 1 Ağustos 1927 tarihinde Nançang Ayaklanması döneminde Çin Kızıl Ordusu kurulur. Ki bu ordu ileride Japonya’ya karşı yürütülecek savaşta Sekizinci Yol Ordusu ve Yeni Dördüncü Ordu olarak daha kitlesel ve daha geniş bir ordu olacaktır. Çin Kızıl Ordusu, ÇKP önderliğinde önemli başarılara imza atmıştır.

Bu başarılara ÇKP sahip çıkar ve devrim mücadelesinde rehber edinir. Ama diğer taraftan parti içinde yanlış düşünce ve sapmalar da oluşur. Bu yanlışlar daha çok Cen-Dusiu dönemindeki sağ çizgiye karşı oluşan tepki sonucu sol çizgiye tekabül eder. 7 Ağustos 1927’de ÇKP Merkez Komitesi’nin yaptığı olağanüstü toplantıda Cen Dusiu’nun teslimiyetçiliği mahkum edilir. Edinilen tecrübe ve bilgi ile oluşan yanlış anlayışlara karşı mücadele edilir, yanlışa karşı tavır takınılır. Ayrıca Toprak Devrimi ve Guomindang’a karşı kararlı mücadele ile partinin önderliğini yürütme kararları alınır.

 Bunlar olağanüstü toplantıda alınan olumlu kararlardır. Ancak bu olumlu kararlarla beraber sağ ve teslimiyetçi çizgiye karşı tepki mahiyetinde “sol” görüşler de çıktı. Bu kendisini küçük burjuva aceleciliği, “sol” heyecanlar olarak gösterir. Bu “sol” görüşler ve oluşturduğu hatalar, bölgelerin koşullarını ve verilen savaşı objektif değerlendiremedi. 7 Ağustos 1927 toplantısında kendini gösteren bu “sol” görüşler, hızla büyür. 1927 Kasım ayında MK’nın büyük toplantısında maceracı çizgiye dönüşür.

“Sürekli Devrim” adı altında demokratik devrim ile sosyalist devrimin karıştırıldığı görüşler “

merkez yönetici organın 1927 Kasım’ındaki, büyük toplantısında tam bir maceracı çizgiye dönüştü ve ilk kez Partinin Merkez Yönetim organında “sol” çizgiyi hakim duruma getirdi.”(21) Ancak bu çizgi, dönemin Çin gerçekliğinden uzaktı ve düşmanın, kitlelerin ve partinin durumunu dikkate almıyordu. Strateji, taktik, politika belirlemekten kopuk maceracı ve salt askeri bakış açısı içeren bir anlayışın sonucuydu. Ancak bu yanlış çizgiye karşı parti içinde aktif tavır da alınır. 

(20) Mao, Askeri Yazılar, s. 120, Sol Yayınları (21) Mao, Seçme Eserler 3, s. 211, Kaynak Yayınları

Yanlış  karşısında Mao ve komünistler, askeri örgütlenmeyi öne çıkaran ve siyasetten koparan, birbirine karşıt şeyler olarak gören bu yanlışın üzerine gidip mahkum ettiler. Nesnel durum karşısında bu maceracı “sürekli devrim” çizgisi hayat hakkı bulmadı ve 1928’in Nisan ayında sona erdi. 1928’in Haziran ayında 6. Kongre, bu maceracı ve salt askeri bakış açısını mahkum eder. Ve o dönemin nesnel gerçekliğine uygun doğru tahliller yapılır ve doğru kararlar alınır.

Sosyo ekonomik yapı yarı sömürge, yarı-feodal olarak belirlenir.

 Ve burjuva demokratik devrim belirlemesini bir kez daha yapılır. Ancak birinci yenilgi sonrasına ilişkin bazı hatalı kararlar da alınır. Proletaryanın müttefikleri olan ara sınıfların, özellikle ulusal burjuvazinin ikili niteliği görülemedi. Ve karşı-devrimci sınıflar arasındaki çelişkiler de dikkate alınmadı.

ÇKP’nin özellikle yenilgi sonrası dönemde taktik düzeyde geri çekilmelere ihtiyaç duyabileceği, köylük üs alanlarının önemi, demokratik devrimin uzun süreli niteliği kavranamadı. 6. Kongre’deki doğrularla beraber bu yanlış görüşlerin tümden yok edilememesi ÇKP’de varolan sol düşünce ve görüşlerin belli boyutlarda devamına zemin teşkil eder. Hatta Çan Kay Şek ile bazı karşı devrimci güruhlar arasında çıkan savaşın patlak vermesi, devrimci durumun gelişmesine neden olur.

 Bu da bazı ÇKP üyeleri üzerinde “sol” çizginin tekrar daha etkin olmasını beraberinde getirir: “Mayıs 1930’da Çan Kay Şek ile Feng Yusiang ve Yen Si San arasında savaşın patlak vermesinden sonraki iç durumdan heyecana kapılan, yoldaş Li Li San’ın yönettiği, Merkez Komitesi Siyasi Bürosu 11 Haziran’da ‘Yeni Devrimci Atılım ve Bir Veya Daha Fazla Eyalette Zafer Kazanmak’ şeklindeki ‘sol’ kararı benimsediler; bunun üzerine ‘sol’ çizgi merkez yönetici organa, ikinci kez hakim oldu.”(22)

 

 Li Li San’ın çizgisi, partinin durumu ve kitlelere önderliği rolünü küçümsüyordu. Devrimin temel gücünü oluşturan köylülüğün örgütlenmesi ve devrime seferber edilmesini reddediyordu.

Dolayısıyla kırsal alanın esas alınmasını da reddetmiştir. Buna bağlı olarak kırsal alanda yaratılacak kızılsiyasi iktidar üsleriyle şehirlerin kuşatılması stratejisini ve halk savaşını da yadsıdı. Demokratik devrimi de reddeden bir çizgiyle devrimci durumun ülkenin her şehrinde aynı biçimde gelişip,şehirlerin devrime önderlik etmesi gerektiği, her yerde ayaklanmaların örgütlenmesi vb. tezleri savunmuş ve bu doğrultuda girişimlerde bulunmuşlardır.

Ancak Mao ve yoldaşları, bu “sol” çizgi karşısında tavır takınmış, 1930’un Eylül ayının sonunda yapılan 6. Merkez Komitesi Üçüncü Genel Toplantısı’nda bu “sol” çizgiye tavır takınmış ve sona erdirmişlerdir.

Partizan120 (22) Mao, Seçme Eserler 3, s. 213, Kaynak Yayınları

 Mao bu yenilgilerin nedenini Çin’in objektif koşullarına uygun hareket edilmemesi ve devrimin burjuva demokratik yapısının ve köylü temelinin anlaşılamamasında yattığını müteakip defalar belirtir. Ve buna bağlı olarak Çin devriminin dengesiz, uzun süreli ve dolambaçlı hat çizdiğinin kavranılamayarak yerine getirilmediğini vurgular.

Nitekim 1927’deki sağ çizginin neden olduğu yenilgi sonrasında yaşanan diğer yenilgilerin ise “sol” çizgi sonucu olduğunu belirtir:

“Oysa gerçekte 1927’de devrimin yenilgisinden sonra sınıf ilişkilerini veri alırsak, bu hayalin ilk sonucu şehir çalışmasının başarısızlığa uğramasından başka birşey olmadı. İşte birinci “Sol” çizginin yenilgisi böyle oldu. İkinci “Sol” çizgi aynı şeyi tekrarladı, tek fark önemli bir güç haline gelen Kızıl Ordu’dan destek istenmesiydi. İkinci “Sol” çizgi de başarısızlıkla sonuçlandı. Ama gene de üçüncü “Sol” çizgi, büyük şehirlerde silahlı ayaklanmalar için “Gerçek” hazırlıklar talep etmeyi sürdürdü. Şimdi ise, tek fark temel talebin Kızıl Ordu’nun büyük şehirleri ele geçirmesi oluşuydu.

Çünkü şehirlerdeki çalışma çok fazla gerilerken Kızıl Ordu daha da güçlenmişti. Şehir çalışmasının büyük bölgelerdeki çalışmaya tabi tutulması yerine, köylük bölgelerdeki çalışmanın şehir çalışmasına tabi tutulmasının sonucu şehirlerdeki çalışma başarısızlığa uğradı.”(abç) (23) Mao’nun yukarıda belirttiği gibi iki “sol” çizgi mahkum edilse de parti içinde tümden tasfiye edilememiştir.

1927 yenilgisindeki önderliğin sağ çizgisi bir yerde yarattığı tepki sonucu sonraki sürecin “sol” çizgisinin oluşumuna da zemin yaratmıştır. Bunun sonucu 1927 sonrası oluşan iki “sol” çizgi üzerine gidilip mahkum edilse de kısa bir süre sonra 3. sol çizginin öne çıkması ve önderliği ele geçirmesi önlenememiştir. Ve devrimci üs(kızılsiyasi iktidar) alanlarında bu sapmanın öne çıkması, Merkezi Önderliğin bulunduğu bölgede “kuşatma ve baskı”ya karşı kampanyanın ve mücadelenin başarısızlığa uğramasına neden olmuştur.

Bunun sonucu partinin temel gücü olan kızıl ordu bu alanlardan çekilmiştir. Ve kazanılmış mevziler giderek terkedilmiş, düşmanın en güçlü olduğu şehirlere kayılmıştır. ÇKP’nin geçmişte oluşturduğu devrimci üslerin çoğunda ve “beyaz bölgeler”deki parti faaliyetleri başarısızlığa uğramıştır.

Buna neden olan “sol” dogmatik ve tasfiyeci kesim 6. MK’nın Dördüncü Toplantısı’nda önderliğe hakim olmuştur: “Partiye üçüncü kez hakim olan ve liderleri iki dogmatik yoldaş, Çen Şaoyu ve Çün Pang-sien olan hatalı “sol” çizginin esası, işte buydu.

Partizan/121 (23) Mao, Seçme Eserler 3, s. 232, Kaynak Yayınları

Dogmatik hatalar işleyen bu yoldaşlar, ‘Marksist-Leninist teori’ maskesi altında ve Dördüncü Genel Toplantının kurduğu siyasal ve örgütsel itibara ve etkiye dayanarak dört yıl boyunca partide üçüncü “sol” çizginin hakim olmasına yol açtılar. İdeolojik, siyasi, askeri ve örgütsel açıdan en ayrıntılı ve en sistemli bir biçimde parti içinde en derin etkiyi yapmasını ve bunun sonucu en büyük zararı vermesini sağladılar.”(24) Bu “sol” tasfiyeci çizginin hakim olduğu 1931-1934 yılları, ÇKP’nin tarihinde en ağır kayıpları verdiği dönemdir. Parti önderliğinde etkin olan “sol” oportünistler ÇKP’nin resmisiyasi çizgisinden kopuk hareket ederler. Dördüncü MK Toplantısı ile önderliğe hakim olan bu oportünist ve tasfiyeci çizgi “sol” kisveyle parti iradesini yansıtan 6. Kongre Kararlarını tahrif ederler.

Ve partiyi ağır kayıpların verildiği bir döneme sokarlar. Partinin geçmişte elde ettiği kazanımlar bu yanlış hatsonucu yitirilir. Düşmanın küçümsendiği ve Mao’nun deyimiyle ağır bedellerin ödendiği ve ağır kayıpların yaşandığı bir dönemdir bu... “...Kızıl Ordunun giriştiği kanlı muharebelerde kazanılan deneyleri reddettiler, emperyalizmin, Kuomintang’ın ve Kuomintang ordusunun gücünü küçümsediler ve düşmanın benimsediği yeni gerici ilkeleri görmezlikten geldiler. Bunun bir sonucu olarak, Şensi-Kansu sınır bölgesi dışındaki bütün devrimci üs bölgeleri yitirildi.

Kızıl Ordunun varlığı 300.000’den on binlere indi; Kuomintang bölgelerindeki Parti örgütlerinin hemen hemen hepsi yok edildi. Kısacası, bunun bedelini çok ağır ödedik ve bunun tarihsel bir önemi oldu.”(25) 3. “sol” çizginin neden olduğu kayıp ve bedeller çok ağır olur. Onlar, Çin’in nesnel gerçeğinden kopuk hareket etmişlerdir. Çünkü onlar demokratik devrimin gereklerini yerine getirmemişlerdir. Proletarya dışında müttefik sınıflar olan köylülüğün, küçük burjuvazinin ve ulusal burjuvazinin örgütlenmesi ve ittifak oluşturulmasını reddettikleri gibi karşılarına almışlardır. Ve halk safları içindeki bu sınıflara karşı mücadeleyisavunmuşlardır. Ve emperyalizm ve feodalizme karşı mücadele ile aynı mertebe içine alma yanlışına düşmüşlerdir.

 Bu “sol” çizgi cephe ittifakına ters düşmüş, halk katmanına giren sınıfları yadsımış ve düşman olarak görmüştür. Böylece tasfiyeci 3. “sol” çizgi minvalinde hareket eden kesimin yanlışları sonucu hem eldeki mevziler kaybedilir hem de düşman karşısında ağır kayıplar verilir. Bu “sol” çizgi de Toprak Devrimi’nin izlemesi gereken devrim güzergahına ters düşmüştür.

Partizan/122 (24) Mao, Seçme Eserler 3, s. 223, Kaynak Yayınları (25) Mao, Askeri Yazılar, s. 112-113, Sol Yayınları

 Mao önderliğindeki ÇKP komünistleri, bu yanlış hatta yer alan bu “sol” tasfiyecilere karşı ideolojik-politik güzergahta amansız mücadele verirler. Marksizm Leninizm’e daha sıkı sarılır ve verdikleri mücadeleyle bu “sol” çizgiyi de mahkum ederler:

“Buna paralel olarak “Sol” çizgiye karşı çıkan pek çok kadro ve parti üyesi Mao Zedung’un önderliğinde toplandı. Böylece Ocak 1935’te Kveyçov Eyaleti’ndeki Zunyişehrinde Mao Zedung yoldaş önderliğinde toplanan Merkez Komitesi Siyasi Bürosu Genişletilmiş Toplantısının, merkez yönetici organdaki “Sol” çizginin hakimiyetine başarılı birşekilde son vermesi ve partiyi bu en kritik anda kurtarması mümkün oldu. ...Toplantı Mao Zedung yoldaşın başkanlığında yeni bir merkezi önderliği iş başına getirdi.

 

 Bu, Çin Komünist Partisi’nde büyük önem taşıyan tarihi bir değişiklikti.”(26) Ocak 1935’te Kveycov Eyaleti’nin Zunyi şehrinde yapılan bu toplantı sonucu “sol” çizgi bir kez daha mahkum edilmiştir. Bir kez daha üzerine gidilmiştir. Ama bu sefer en etkin tavır takınılmış ve “sol” çizginin kökenine en ağır darbe vurulmuştur. Bununla beraber göreve getirilen yeni merkezi önderlik ÇKP’yi yeni bir tarihsel sürece sokmuştur. Bunun sonucu, ÇKP önündeki iç ve dış engelleri aşarak nesnel bir güzergaha yönelir. Yenilgilerden, yanlışlardan, sapmalardan çıkarılan derslerle kararlı ve inatçı bir perspektifle Çin gerçeğiyle uyum sağlayan bir sürece girilir.

Mao önderliğindeki komünistlerin yanlışlardan arındırdığı ve çelikleştirdikleri ÇKP, böylece Çin Devrimi’ne önderlik rolünü yerine getirir. Yönetime gelen önderlik, demokratik devrimin ve halk savaşının nesnel koşullarının dayattığı alanlara yönelir. Feodalizmin hakim olduğu ve düşmanın en zayıf olduğu kırsal alanları esas alır. Önceki “sol” oportünist akımların kongre kararlarını çiğneyerek yoğunlaştıkları Güneydekişehirlerden Kuzey-Batının kırsal alanlarına açılarak stratejik yer değiştirirler: “Çin iç savaşının ayırıcı özelliği, on bin kilometreden fazla birstratejik yer değiştirme de (Uzun Yürüyüş) dahil, iki savaş biçimindeki, yani saldırı ve savunmadaki uzun süreli değişikliklerle birlikte ‘kuşatma ve ezme’ seferlerinin ve bizim karşı-seferlerimizin uzun süreli yinelenmesidir.”(abç) (27) ÇKP, Uzun Yürüyüşü tamamlayarak Halk Savaşı koşullarının olduğu alanlara kayar ve oralarda yoğunlaşır. Demokratik Halk Devrimi’nin kitle temelini oluşturan köylüleri örgütler.

 

Partizan/123 (26) Mao, Seçme Eserler 3, s. 224, Kaynak Yayınları (27) Mao, Askeri Yazılar, s. 121-122, Sol Yayınları

Onlar üzerinden parti tabanının sayısını ve kızıl ordunun gücünü ve etkinliğini geliştirir. Yoğunlaştığı alanlar üzerinden halk savaşı koşullarını barındıran yeni alanlara açılır ve yeni mevziler edinir. Kızıl siyasi iktidarlar oluşturmak ve oluşturulan halk ordusu ile şehirlerin kuşatılması, ele geçirilmesi ve demokratik halk iktidarının kurulması hedef alınır. Toprak Devrimi Savaşı, inişler-çıkışlar göstermişse de ÇKP, bu doğru siyasi çizgiyi 1935’te yapılan Zunyi Toplantısı’ndan sonra hakim hale getirir ve pratiğe uygular. Emperyalizme, feodalizme ve komprador-kapitalizme karşı verilmesi gereken mücadele giderek daha sağlam bir zeminde verilir.

Tabii ki bunda parti içindekisağ ve sol yanlışlara karşı tavır almanın, üzerine gitmenin ve ML’ye daha sarılmanın payı esas olmuştur. Elbette ki, demokratik devrime ÇKP önderlik edecektir. Parti ve parti programı olmadan devrim gerçekleştirilemez. Ancak partinin önderliğinde silahlı mücadele ve halk ordusu ile halkın birleşik cephesi olmadan devrim hedefine ulaşamazdı. Bu gerçeği, ÇKP-MK’sı Zunyi Toplantısı’yla daha da pekiştirmiş ve pratikte uygulamaya koymuştur.

Çünkü Çin koşullarındaki yeni demokratik devrimin üç sacayağını parti, ordu ve cephe oluşturuyordu. Parti önderliğini “silaha, parti komuta eder” diyerek belirten Mao, partinin varlığını devam ettirmesini de “Silahlı mücadele olmadan, proletarya ve Komünist Partisi, Çin’de, asla ayakta duramazdı ve hiçbir devrimci ödev yerine getirilemezdi”(28) koşuluna bağlıyordu.

Mao buradan yola çıkarak kapitalist ülkelerden farklı olarak “Çin’de, savaş, mücadelenin temelşekli ve ordu örgütlenmenin temelşeklidir”(29) diyerek, diğer kitle örgütlenmeleri ve kitle faaliyetlerinin savaşa ve ordunun ihtiyaçlarına göre örgütlenmesini söylemiştir. Mao, demokratik halk devrimi sürecinde halkın birleşik cephesinin gerekliliğine ve önemine de değinmiştir. Halkın birleşik cephesi, stratejik bir örgütlenmedir.

Ve komünist partisinin geliştiği ve geniş bir kitle tabanına sahip olduğu koşullarda gündeme gelir. Halkın birleşik cephesi, komünist partisi önderliğinde proletarya ile köylülüğün temel ittifakına dayalı, küçük burjuvazinin ve ulusal burjuvazinin sol kanadının da yer aldığı birliğin ve örgütlenmenin sağlandığı güçtür. Dolayısıyla parti ve orduyla birlikte devrimin üç silahından birini oluşturan cephe örgütlenmesi, değişik süreçlerde farklı biçimler almıştır. 1924-1927 iç savaşında oluşan cephede halk güçleri yer almıştır. 1927 yenilgisi ile cephe dağılmıştır. Japon işgaline karşı oluşan Milli Demokratik Devrim koşullarında oluşan cephede ise halk güçleriyle birlikte karşı-devrimci Guomindang da yer almıştır.

Partizan/124 (28) Mao, Askeri Yazılar, s. 333, Sol Yayınları (29) Mao, Askeri Yazılar, s. 331, Sol Yayınları

 Mao bu dönemi şöyle tahlil eder: “İçinde olduğumuz dönem milli birleşik cephe dönemidir ve biz burjuvazi ile birlikte bir birleşik cephe meydana getirmiş bulunuyoruz. Bu dönem Japonya’ya: Karşı Direnme Savaşı dönemidir ve Partimizin silahlı kuvvetleri cephede, dost ordularla birlikte düşmana karşı acımasız bir savaş vermektedir.”(30) Japonya’nın işgali, Çin’i iç savaş ortamından ulusalsavaş ortamına sokar. Emperyalizme bağımlı Çin, askeri olarak işgal edilir. Böylece Japon emperyalizmi tarafından askeri olarak işgal edilmişsömürge bir yapıya büründürülür.

Bu durum Çin’deki mücadeleyi, savaşı, oluşturulan ittifakları daha farklı bir sürece sokar. Direnme Savaşı Japonya tarafından yapılan saldırı üzerine Çin, fiili olarak işgal edilir. İşgal öncesi yarı-bağımlı Çin, Japon emperyalizminin askeri işgali ile aynı zamanda sömürge bir Çin’e dönüşür. Böylece Çin sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal bir ülke halini almıştır. 18 Eylül 1931’de Japonya’nın Mançurya’ya girmesi ile işgalin ilk adımları atılır. Bölgedeki demiryollarını kendi denetimlerine alırlar ve o bölgeden saldırılarını ve işgallerini giderek artırırlar.

Ve Mançurya’da 1 Mart 1932’de Mancukuo adında kukla bir “devlet” kurarlar. İşgal edilen topraklar, 1936’ya kadar giderek genişler. Böylece yarı-sömürge Çin, aynı zamanda doğrudan askeri olarak toprakları gasp edilen sömürge ülke olmuştur. Bunun üzerine ÇKP, 1933 yılında yayınladığı bildiriyle Kızıl Ordu’ya ve halka yapılan saldırıların durdurulması ve halkın silahlandırılması koşuluyla, Japonya işgaline karşı Guomindang’a ve tüm güçlere ateşkes yapılması çağrısında bulunmuştur.

Ancak yaptığı çağrıya hiçbir güçten yanıt alamaz. ÇKP’nin 1934’te, Çin’in güneyinden başlattığı Uzun Yürüyüş, 1935’te kuzeybatı kesiminde sonuçlanmıştır. Uzun Yürüyüş’ün tamamlandığı dönemde ÇKP, Japonya’nın işgaline karşı tekrar tüm siyasi güçlere ve halk kesimlerine birlikte mücadele çağrısı yapmıştır. Ve işgale karşı birleşik ordu ve milli savunma hükümeti kurulması teklifinde bulunmuştur. ÇKP’nin önerisine olumlu yanıt veren milli burjuvazi ile 1935’in Aralık ayında milli birleşik cephe kurulması kararı alınır. Japonya’nın işgal ettiği toprakların genişlemesi ulusal mücadeleyi ve ulusal cepheyi daha öne çıkartmıştır.

Partizan/125 (30) Mao, Seçme Eserler 2, s. 274, Eriş Yayınları

Bunun üzerine ÇKP, 1936 yılının Mayıs ayında Nanking’deki Guomindang hükümetine gönderdiği telgrafla bir kez daha ateşkes çağrısı yapar. Ayrıca bir kez daha aynı yılın Ağustos ayında iç savaşın durdurulup Japon işgaline karşı birlikte cephe kurulması teklifinde bulunulur. 1936 yılının sonunda ÇKP ve Guomindang temsilcileri görüşür ve aralarındakisavaşı durdurma kararı alırlar. Bu görüşmeler 1937’de de devam eder ve 10 Şubat’ta gönderilen telgraf üzerine görüşmeler yapılır. Görüşmeler 1937 yılının Eylül ayında sonuçlanır. Resmi karar, 22-23 Eylül ayında yayınlanır.

Her ne kadar Guomindang tarafından bazı sorunlar çıkarılmış ve ulusal cephenin oluşturulması zaman kaybına uğramışsa da bu doğrultuda karar alınmıştır: “Yine de iki parti arasında birleşik cephenin kurulduğu ilan edilmiştir. Bu, Çin devrimi tarihinde yeni bir çığır açmıştır. Bu, Çin devrimi üzerinde geniş ve derin bir etki yapacak ve Japon emperyalizminin yenilgiye uğratılmasında tayin edici bir rol oynayacaktır.”(31) Alınan bu karar o günün nesnel koşullarına uygun düşen bir karardır.

Ülke, yabancı emperyalist devlet tarafından işgal edilmiş ve demokratik devrimin ulusal yönü öne çıkmıştır. İşgale karşı birlikte hareket edilebilecek tüm güçlerin ortak Direnme Savaşı’nı zorunlu kılmıştır. ÇKP de bu perspektifle hareket etmiştir. Elbette ki ulusal demokratik devrimin ortak bir programı vardır. Nitekim Japonya işgaline karşı Mao, bu ortak programa değinir.

Ortak Programın içeriğini 1924-1927 İç Savaş’ında Sun Yat Sen tarafından hazırlanan Üç Halk İlkesi ve ÇKP tarafından önerilen “Japonya’ya Karşı Direnmek ve Milleti Kurtarmak İçin On Maddelik Program” oluşturmuştur. ÇKP, nesnel gerçeklerden hareket eden bir komünist partisidir. Zaten komünist partileri nesnel gerçeklikten ve maddi koşullardan kopuk hareket edemezler.

Nitekim işgal öncesi demokratik halk devrimi perspektifiyle hareket eden ÇKP’nin, Japonya’nın işgali koşullarındaki stratejik hedefi milli demokratik devrimdir. Elbette ki ÇKP, sosyalizmi ve komünizmi savunan partidir. Lakin sosyalizm ve komünizm hedeflerinden evvel tarihsel olarak feodalizmin tasfiyesi ve emperyalizmin kovulması gibi tarihsel bir görev durmaktadır Çin Komünist Partisi’nin önünde... Bu, yeni demokratik devrimdir.

Ve o devrim sürecinde olan Çin, Japon emperyalizminin askerisaldırısına da uğramış; bunun sonucunda ulusal mücadele öne çıkmıştır. Bu görev yerine getirilmeden sosyalizmin kesintisiz inşasına ve komünizm hedefine ulaşılamazdı:

 Partizan/126 (31) Mao, Seçme Eserler 2, s. 32, Eriş Yayınları

 “Komünizm, devrimin gelişmesinin ileri bir aşamasında uygulamaya konulacaktır; komünistler bugünkü aşamada bunu gerçekleştirebilme konusunda hiçbir hayale kapılmayacak, tarihin gerektirdiği milli ve demokratik devrimisürdüreceklerdir. Komünist Partisi’nin Japonya’ya karşı bir milli birleşik cephe ve birleşmiş bir demokratik cumhuriyet önermiş olmasının temel nedeni budur.”(32) Görüldüğü gibi Japon emperyalizminin saldırısına ve işgaline karşı o günün koşulları mücadeleyi içte, birleşilebilecek güçlerle birlikte zorunlu ve kaçınılmaz kılmıştır.

 ÇKP ve Guomindang ile bütün sınıflar yukarıda belirtilen Üç Halk İlkesi ve On Maddelik Program doğrultusunda cephe oluşturmuşlardır. Oluşturulan genişletilmiş Milli Birleşik Cephe sonucu Japon emperyalizmine ve bir avuç işbirlikçiye karşı Direnme Savaşı verilir. Çin’in somut koşulları uluslararası durumdan kopuk değildir. Nitekim Çin’i işgal eden Japonya’yla beraber emperyalist Almanya ve İtalya devletleri de dünya çapında saldırıya geçmişlerdir. Ayrıca çeşitli ülkelerde faşist mihraklar örgütlenmiş ve onlar da bulundukları alanlardaki saldırılarda yer almışlardır. Almanya ilk önce çevresindeki ülkelere sonra Sovyetler Birliği’ne de saldırır.

u mevcut durum sonucu saldırgan emperyalistlere karşın savaştan yana olmayan İngiltere, Fransa, Amerika emperyalistleri ile Sovyetler Birliği ve çeşitli ülkelerin komünist partileri, devrimci, demokrat güçleri ve partileri arasında uluslararası alanda güç birliği oluşturulmuştur. Uluslararası ülkelerde oluşturulan güç birliği tek tek ülkelerde de oluşturulmuş ve mücadele verilmiştir. Nitekim -iç koşullarla beraber- uluslararası durum da Çin’de de Japon emperyalizmine karşı Komünist Partisi ve Guomindang’la ittifaka gidilmesinin dış koşullarını oluşturmuştur.

Mao bu ittifakı değerlendirirken aynızamanda bunun Çin somutunda bir cephe oluşturduğunu belirtmiştir. Gerçi böylesi ittifaka yanaşmayan -Mao’nun tabiriyle- kapalı kapıcılar kesimi çıkmışsa da birleşik cephe oluşturulmuş ve bu minvalde işgalci Japonya’ya karşı savaş verilmiştir: “Birleşik cephe taktiği, düşmanı kuşatmak ve yok etmek amacıyla büyük kuvvetleri seferber etmeyi gerektirir. Kapalı-kapıcılık ise büyük bir düşmana karşı tek başına umutsuzca savaşmak anlamına gelir.  

Partizan/127 (32) Mao, Seçme Eserler 2, s. 36, Eriş Yayınları

Birleşik cephe taktiğinin savunucuları, eğer geniş bir devrimci milli birleşik cephe kurma olasılığının doğru bir değerlendirmesini yapacaksak, Japon emperyalizminin Çin’i birsömürge haline getirmek çabalarısonucunda Çin’deki devrimci ve karşı-devrimci güçlerin mevzilenmesinde ortaya çıkabilecek değişikliklerin de doğru bir değerlendirmesini yapmamız gerektiğini söylüyorlar.”(abç) (33) Görüldüğü gibi Japonya’nın işgali sonucu işgale karşı geniş bir cephe sorunu gündeme gelir. Çin’de cephe sorunu daha önce de gündeme gelmiştir.

Ancak daha önce 1924-1927 ve 1927-1937 dönemlerinde oluşturulan ve 1945 sonrası oluşturulacak cephe ile Japonya’nın işgali döneminde oluşturulan cephenin ortak yanıyla birlikte, farklı bir yanı da vardır. Daha önceki cepheler proletarya ve halk güçlerinin bileşiminden oluşmuştur. Ve stratejik bir nitelik barındırmıştır. Ancak Japonya’nın işgalisonucu oluşan cephenin sınıfsal bileşiminde halk güçlerinin dışında komprador burjuvazinin temsilcisi olan Guomindang da yer alır. Japonya’nın fiili işgali ve yarı-sömürge Çin’i aynı zamanda sömürge haline getirme durumu ve devrimci güçlerin mevcut durumu, birleşik cephenin içine Guomindang’ın alınmasını da gerekli kılmıştır.

Yarı-sömürge döneminde proletarya, köylülük, küçükburjuvazi ve ulusal burjuvazinin bileşiminden oluşan stratejik halkın birleşik cephesi; işgal şartlarındaki mücadelenin seyrinde, uygulanan taktiklerde ve ittifaklar politikasında gündeme gelen değişimler sonucu taktik bir cepheye dönüşmüştür. Mao yoldaş, bunu göremeyenleri kapalı-kapı taktiğinin savunucuları olarak değerlendirmiştir.

Çünkü bu anlayış nesnel gerçeklikten kopuk, köylülüğü, küçük-burjuvaziyi, ulusal burjuvaziyi de dikkate almayan ve dümdüz hat izleyenlerin anlayışıdır. Guomindang ile Komünist Partisi stratejik olarak karşıt kutuplarda yer alırken, Japonya’nın işgalisonucu taktik olarak ortak kutupta yer almışlardır. Bu taktik cephe, ÇKP ve Çin halkının stratejik hedefine hizmet etmiştir. Düşmanın bir kesimiyle cephe içinde yer almak, cephenin hedef aldığı işgalci Japon emperyalizmini öne çıkartmıştır. Mao’nun deyimiyle o koşullarda öne çıkan Japon emperyalizmi baş düşman olmuştur.

 Buradan yola çıkan Mao, halk güçleriyle birlikte, baş düşman olan Japon emperyalizmine karşı oluşturulan cephe içinde Guomindang’la birlikte savaşmaları gerektiğini belirtir: “Japon ve Çin karşı-devrimci güçlerinin ve Çin devrimci güçlerinin kuvvetli ve zayıf noktalarının doğru bir değerlendirmesini yapmadan geniş bir devrimci milli birleşik cephe örgütleme gereğini tam olarak kavrayamayız; kapalı-kapıcılığı yıkmak yolunda kararlı adımlar atamayız; milyonlarca halkı ve devrime yakınlık duyabilecek bütün orduları baş hedefimize yani Japon emperyalizmi ve onların

Partizan/128 (33) Mao, Seçme Eserler 1, s. 173, Eriş Yayınları

 uşakları olan Çinli hainlere vurabilmek amacıyla örgütleyip seferber etmede birleşik cepheyi bir araç olarak kullanamayız; ve bu taktik silahı, önümüzde duran baş hedefe vurmak için kullanamaz, bunun yerine silahlarımızı çeşitli hedeflere doğrulturuz. Öyle ki, kurşunlarımız baş düşmanı vuracağı yerde ikinci dereceden düşmanlarımızı ve hatta müttefiklerimizi vurur. Bu da baş düşmana vuramamak ve cephane israf etmek anlamına gelir.

 Onu kıstırıp tecrit edememek anlamına gelir. Bu, düşman kampında ve düşman cephesinde zorla bulunan herkesi ve bugün düşman olduğumuz ve yarın dostumuz olabilecek kimseleri kendi saflarımıza çekememek anlamına da gelir. Bu aslında, düşmana yardım etmek, devrimi dizginlemek, tecrit etmek ve dar boğaza sokmak ve devrimin gerilemesine hatta yenilmesine yol açmak demektir.”(abç) (34) Çin’in temel çelişmesinde Çin Devrimi’nin hedefi olan Çin hakim sınıflarının temsilcisi Guomindang, işgal şartlarında taktik hatta tali güç durumuna düşmüş ve milli birleşik cephe içine alınmıştır.

Bu mevcut durum, gündeme gelen değişikliğin sonucudur. Yarı-sömürge, yarı-feodal Çin’de mevcut feodal yapı ile halk yığınları arasındaki çelişkinin baş çelişki olduğu koşullar; Japonya’nın işgali ile yarı-sömürge ve sömürge Çin’de yerini ulusal çelişkinin baş çelişki olduğu koşullara bırakmıştır. Baş çelişki değişmiştir. ÇKP ve diğer halk güçleriyle Guomindang arasında oluşturulan cephe ittifakı, onlar arasındaki çelişkileri yok etmemiştir. Tersine varlığını devam ettirmiştir. Bu durum, ulusal cephe oluşturulmadan önce ÇKP tarafından bilinmekteydi. Ama ulusal cephe oluşturulduğunda bunun öne çıkarılmaması gerekirdi. ÇKP bu doğrultuda hareket etmiştir.

 Ama Guomindang aynı tutarlılığı göstermemiştir. Nitekim ulusal cephe içinde bile ÇKP ile Guomindang arasında oluşturulan ittifakla beraber; bazen onları karşı karşıya getiren savaşım da olmuştur. “Bugün Japonlara karşı verilen savaşta Guomintang, Japonlara karşı direnme isteği gösterdiğinden, Komünist Partisi, Guomintang’a karşı ve içerideki feodal güçlere karşı ılımlı bir politika güdüyor. Bu koşullar, bazen iki partiyi birleştiriyor, bazen karşı karşıya getiriyor. İttifak halinde olduklarızaman bile, işler bazen karışıyor ve ittifak ve savaşım aynı anda bile olabiliyor.”(35) Görüldüğü gibi bu cephe, ittifak içinde olan güçlerin bir araya geldiği gibi bazen de onların aralarındaki çelişkilerin sonucu karşı karşıya geldikleri bir yer oluyor.

Partizan/129 (34) Mao, Seçme Eserler 1, s. 173-17, Eriş Yayınları (35) Mao, Seçme Eserler 1, s. 331, Eriş Yayınları

Çünkü bu cephe bileşiminde yer alan güçlerin stratejik hedefleri ortak  değildir. ÇKP’nin yarı sömürge, yarı-feodal Çin karşısında stratejik hedefi demokratik devrimken, Guomindang’ın stratejik hedefi yarı-sömürge, yarı-feodal Çin’i muhafaza etmektir, gerici niteliğini devam ettirmektir. Görüldüğü gibi taktik olarak birleşen ve çatışan güçler, stratejik olarak hasımlardır. Dolayısıyla bu cephe gerçek stratejik cepheden farklıdır. Karşı-devrimle kurulan ilişkiler, ittifaklar, anlaşmalar taktik minvalde değerlendirilmelidir. Hatta mücadelenin belli evrelerinde uzlaşma dönemleri de yaşanır. “Uzlaşma vardır, uzlaşma vardır.

Her uzlaşmanın ya da uzlaşma çeşidinin durumunu ve somut koşullarını tahlil etmesini bilmek gerekir.”(36) Lenin bunu kendi ülkelerinde Alman emperyalizminin işgali sonucu mevcut koşulların dayatması üzerine yapılan Brest-Litovsk Anlaşması döneminde söylemektedir. Elbette ki Rusya’daki koşulların ve uzlaşmanın niteliği ile Çin’de ÇKP-Guomindang ile cephede birlikte yer alınması sorunu çelişkinin özgüllüğü açısından farklılık içermektedir. Ama bu özgül farklılığa karşın, her iki dönem de çelişkinin evrenselliğine tekabül eden zıtların birliği ve zıtların mücadelesi ilkesi ile içiçedir.

Yukarıda değinmeye çalıştığımız cephe ittifakı, 1937 güzünde ÇKP ile Guomindang’ın Japonya’ya karşı verdikleri Direnme Savaşı’nda oluşturdukları ittifakın nasıl bir muhtevaya sahip olduğudur. İşgale karşı verdikleri ulusalsavaşta aynı mevzide yer alıp, ulusal cephe içinde güçlerini birleştirmeleridir. ÇKP’yi ve Guomindang’ı göreli de olsa ortak zeminde bir araya getiren sürecin nesnel ve öznel koşullarına değinmeye çalıştık. Direnme Savaşı döneminin ittifaklar politikası ve ulusal cephesiyle beraber, askeri alanda da değişime gidilmiştir. Daha önce verilen iç savaş ve toprak savaşı döneminin askeristratejileri ile Japonya işgaline karşı verilen savaşın stratejisinde değişimler olmuştur.

Mao yoldaş, bu dönemlerin askeri stratejilerinde oluşan değişimleri görmüş ve her sürecin dayattığı kendine özgü savaş biçimlerine değinmiştir. İç savaş dönemi ile -Japon işgaline karşı verilen- ulusal savaşı dönemlerine ve her iki dönemin askeri stratejilerinde oluşan değişimlere değinmiştir. Stratejik dönemleri ikiye ayırmıştır. İç savaşın birinci dönemini oluşturan düşmanın güçlü olduğu dönemde, stratejik savunma esas olmuştur. Ama bu sürece bağlı olarak taktik saldırılar da esas olmuştur. Bu taktik saldırılarda da gerilla savaşı esas olmuştur. Ancak koşulların değiştiği ve ÇKP’nin güçlendiği ikinci dönem, bu seferstratejik saldırı esas hale gelmiştir.

 Partizan/130 (36) Lenin, Sol Komünizm Çocukluk Hastalığı, s. 28, Sol Yayınları

Bunun sonucu askeri alanda ordu örgütlenmesine gidilmiş ve düzenlisavaş öne çıkmıştır. Elbette ki o dönemin düzenlisavaşı, kuvvetlerin toplanması, askeri olarak merkezi örgütlenmeye ve planlamaya gidilmesinin sağlanmasıdır. Nitekim iç savaş döneminde Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) oluşturulmuştur. Ancak oluşturulan bu ordu ilk dönemler düşmanın düzenli ordusuna kıyasla düşük seviyededir. Bunun sonucu iç savaş döneminde verilen düzenli savaş döneminde HKO’nun oluşturulmasına karşın gerilla savaşı tümden kaldırılmamıştır. Daha yüksek düzeyde devam ettirilmiştir.

1927-1937 döneminde 4. Ordu ve 8. Ordu oluşturulur. Ama 1931-1934 döneminde yaşanan yenilgisonucu, bu ordu tahrip olmuş ve dağılmıştır. 1934-1935 döneminde yapılan Uzun Yürüyüş sonrası HKO tekrar hızla oluşturulur. Ve Japonya işgaline karşı ulusal cephe oluşturulmadan önce verilen iç savaş döneminde askeri olarak böylesi stratejik-savunma ve stratejik-saldırı süreçleri yaşanmıştır. Ancak Japonya işgaline karşı verilen Direnme Savaşı’nda oluşturulan cephe döneminde uygulanan askeristratejik süreçlerde değişime gidilmiştir.

Bunun sonucu iç savaş dönemindeki iki askeri stratejinin yerini, işgal döneminin iki stratejisi alır. Böylece iç savaş sürecinden, Japonya’ya Karşı Direnme Savaşı dönemine geçiş izlenen savaş stratejilerinde belli değişimleri zorunlu kılmıştır: “Böylece görüyoruz ki, iki süreç, iç savaş ve Japonlara Karşı Direnme Savaşı ve onların dörtstratejik aşaması,stratejide üç değişmeyi içermektedir. Birincisi, iç savaşta gerilla savaşından düzenlisavaşa değişmeydi. İkincisi, iç savaşta düzenli savaştan Direnme Savaşında gerilla savaşına değişmeydi.

 Ve üçüncüsü, Direnme Savaşından düzenli savaşa değişme olacaktır.”(37) Görüldüğü gibi farklısüreçlere girilmiştir. İç Savaş döneminin askeristratejik hattında verilen gerilla savaşı, daha sonra Halk Ordusunun oluşturulmasıyla düzenli savaş aşamasına geçmiştir. Her ne kadar yanlış sapma ve çizgiler sonucu kısmi yenilgiler yaşanmış ve kayıplar verilmişse de halk savaşının en uygun olduğu Kuzey bölgelerine açılarak, kitlelerin örgütlenmesi, özellikle kırsal alanda savaşa seferber edilmesi ve kızılsiyasi iktidarların oluşturulmasısonucu tekrar yeni demokratik devrim kulvarında yeni mevziler kazanılmıştır.

Ancak ne zaman ki, Japonya Çin’in belli alanlarına asker çıkarıp, işgal etmişse; mevcut bu durum oluşan yenişartlara intibak etmeyizorunlu kılmıştır. Bunun sonucu düzenli ordu ve düzenli savaş bu sefer gerilla ordusu ve gerilla savaşına dönüştürülmüştür.

Partizan/131 (37) Mao, Askeri Yazılar, s. 343, Sol Yayınları

 Politik ortam ve askeri koşullar yukarıda değindiğimiz gibi değişime uğradığında cephe bileşimi de genişleyerek, içine Guomindang’ı nasıl almışsa; savaş stratejisinde de değişime gidilmiş ve farklı bir askeri mücadelenin verildiği dönemece, Direnme Savaşı dönemecine girilmiştir. Çünkü bu sefer saldıran düşman askeri olarak güçlü silahlara sahip emperyalist bir devlettir. Zorunlu olarak stratejik hatta değişiklik gündeme gelmiştir. Konunun daha iyi anlaşılması açısından tekrar Mao yoldaşa başvurmakta yarar var:

 “Stratejideki ikinci değişme,

 1937 güzünde (Lukoyuçiyo Olayı’ndan sonra), iki ayrı savaş arasında oldu. Yeni bir düşmanla, Japon emperyalizmiyle karşı karşıya kaldık ve eski düşmanımız olan Kuomintang müttefikimiz oldu (ki hala bize karşı düşman idi) ve savaş sahnesi Kuzey Çin’in geniş alanlarıydı (ki oralar geçici olarak bizim ordumuzun cephesiydi, ama çabucak düşmanın gerisi oldu ve uzun süre öyle kaldı), bu özel durumda, strateji değiştirmemiz son derece ciddi bir şeydi. Bu özel durumda, geçmişin düzenli ordusunu bir gerilla ordusu haline (dağınık harekatları bakımından, yoksa örgütü ve disiplini bakımından değil) dönüştürmek zorunda kaldık ve geçmişin hareketli savaşını gerilla savaşına dönüştürdük, öyle ki, karşımızdaki düşmanın çeşidine ve önümüzdeki ödevlere uyarlandık.”(abç) (38) Direnme Savaşı döneminin askeri stratejisindeki bu değişim, sosyal pratiğin şartlarındaki değişim sonucu zorunlu kılınmıştır.

Çin düzenli ordu savaşından gerilla savaşına dönmüşse, bu nesnel durumun dayatması sonucudur. Bir devletin ülkeyi işgal etmesi sonucu oluşan şartlar savaş stratejisi ve taktik çizgisinin yeniden düzenlemesini doğurmuştur. Stratejik olarak ilk etapta Japonya’nın saldırısı öne çıkmıştır. İşgalci vasıflara sahip bir devlet olarak ilk etapta düzenlisaldırıstratejisini uygulamıştır. Ağır silahları ve ordusuyla saldırdığı yerleri işgal etmiştir.

 Buna karşın ÇKP ve HKO,stratejik savunmaya dönmüş, hatta bazı şehirleri terk ederek kırsal alanlara çekilmiştir. Düşmanın askeri olarak üstün olması gerçeği ÇKP’yi böylesi bir taktik değişimine itmiştir. Bu teslimiyet ya da yenilgi değildir. Tersine, göreli olarak üstün vasıflara sahip ilhakçı devlete karşı direnmek ve mücadele etmektir. Nitekim böylece Japon ordusuna harekat ve manevra kabiliyetinin olmadığı,sabit kaldığı ve zayıf düştüğü kırsal alanlarda, gerilla savaşının taktik vur-kaç saldırılarıyla darbe vurulmuştur. Kırsal alanda verilen bu savaş üzerinden ulaşılan alanlarda köylü ağırlıklı kitleler üzerinde yoğunlaşılmış ve onlar seferber edilerek, gerilla savaşı koşullarının olduğu yeni alanlara açılma stratejisi izlenmiştir.

 Partizan/132 (38) Mao, Askeri Yazılar, s. 343-344, Sol Yayınları

 Böylece çeşitli alanlarda hareketli gerilla savaşıyla ve taktik saldırılarla düşmana darbeler vurulmuş, tahrip edilmiş, yıpratılmıştır. Giderek savaş içerisinde yer alan kitlelerin sayısı hızla artmıştır. Kitleler ÇKP önderliğinde verilen savaşta HKO saflarında aktif olarak yer almışlardır. Japon işgaline karşı verilen gerilla savaşı, 1927-1937 döneminin gerilla savaşından farklılık da içermiştir.

Çünkü 1937-1945 yıllarının işgal dönemindeki gerilla savaşı, HKO’nun Sekizinci Hareket Ordusu tarafından yürütülmüştür. Ve Direnme Savaşı’nın birinci aşamasındaki (stratejik savunma) gerilla savaşı, bu düzenli ordunun gerilla örgütlenmesine dönüştürülmesiyle verilmiştir. Ama düzenli ordu potansiyelini devamlı taşımıştır. Ve izlenen doğru önderlik politikası ve düzenli ordu potansiyelinin varlığı ve giderek kitlelerin ÇKP önderliğindekisavaşa aktif olarak katılması, kitle gücünü ve askeri gücü artırmış ve ÇKP’yi daha ileri mevzilere taşımıştır.

Nitekim belli bir süre sonra Japon ordusu aldığı darbelerle giderek tahrip olmuş ve savunma pozisyonuna düşmüştür. Mao yer yer stratejik savunma dönemiyle birlikte ele aldığı ve stratejik durgunluk olarak değerlendirdiği bu dönemi, aynızamanda savaşın ikinci aşaması olarak da değerlendirir: “İkinci aşama, stratejik durgunluk denilebilecek dönem olacaktır. İlk aşamanın sonunda düşman, asker eksikliği ve bizim azimli direnişimiz dolayısıyla stratejik savunması için bazı uç noktalarısabitleştirmek zorunda kalacaktır.

Bu aşamada,stratejik saldırıya son verecek ve işgal ettiği bölgeleri koruma aşamasına girecektir.”(abç) (39) Görüldüğü gibi verilen haklı ve meşru savaş işgalci devleti yıpratmış ve geri adım attırmıştır. Yeni demokratik devrimin temel gücü olan köylülük başta olmak üzere, Çin halkının aktif ve inançla katıldığı halk savaşı ile Japon emperyalizminin manevra alanı giderek daraltılmıştır. Öyle ki, artık Japonya yeni alanlara açılamamış, işgal ettiği toprakları koruma dürtüsüyle hareket etmiştir. Stratejik saldırı hattından çıkmış ve savunma hattına kaymıştır. ÇKP bu kazanımlarla yetinmemiş ve düşmanın üstüne daha aktif bir şekilde yürümüştür. Uzatmalı savaşta tekrar düzenli ordu savaşına yönelmiştir. Düzenli ordu savaşı, düşmana karşı verilen savaşta belirleyici unsurdur.

Elbette ki gerilla savaşına son verilmemiş, devam ettirilmiştir. Ama mevzi savaşları daha öne çıkarılmış ve belirleyicisavaş halini almıştır. Tüm bu gelişmeler,savaşstratejisinde yeni değişimleri beraberinde getirmiş, stratejik savunma ve stratejik durgunluk (denge aşaması) yerini ÇKP’nin stratejik saldırı aşamasına ve düzenli ordu ve mevzi savaşının öne çıktığı dönemece bırakmıştır:

Partizan/133 (39) Mao, Askeri Yazılar, s. 262, Sol Yayınları

“Üçüncü aşamada, savaşımız artık stratejik savunma savaşı olmayacak, kendisini stratejik karşı-saldırı halinde gösterecek, stratejik karşı-saldırı halini alacaktır ve artık stratejik iç hatlarda dövüşülmeyecek, ama yavaş yavaşstratejik dış hatlara doğru kayılacaktır... Üçüncü aşama, uzatmalı savaşın son aşaması olacaktır ve biz, savaşta sonuna kadar sebat etmekten söz ederken, bu aşamayı sonuna kadar sürdürmeyi kastediyoruz.”(40) Guomindang’ın içinde yer aldığı genişletilmiş ulusal cephe bileşimiyle, Japon emperyalizmine karşı verilen savaşta öncü güç, ÇKP olmuştur. Temel güç köylülük başta olmak üzere, işçiler, küçük burjuvazi ve ulusal burjuvazinin sol kanadının bileşimince oluşan Çin halkı bu savaşın sosyal katmanlarını oluşturmuşlardır.

Guomindang ve temsil ettiği komprador burjuvazi de yukarıda değinmeye çalıştığımız gibi dönem dönem karşı tavırlar içerisine girse de müttefik bir güç olarak ulusal cephede ve savaşta göreli olarak yer almıştır. Ama Çin halkını temsil eden güç olarak değil, karşısında bir güç olarak yer almıştır. Buna karşın öncü ve tutarlı güç olan ve halk katmanlarını temsil eden ÇKP giderek öne çıkmıştır. Halk ÇKP’ye güvenmiş ve onun yanında yer almıştır. Uzun Yürüyüş öncesi güç kaybetmesine rağmen sınıf bilinçli proletaryanın çizgisi doğrultusunda hareket eden ve tekrar öne çıkan ÇKP, giderek Çin halkının öncü müfrezesi olmuştur. Japon emperyalizmine karşı verilen aktifsavaşta geniş kitleleri mücadeleye seferber eden ÇKP olmuştur. Halk yığınlarının savaşta yer almaları sonucu Japonya yenilgiye uğratılmıştır. Emperyalizmi yenilgiye uğratan Çin halkı, kendisine güven veren ÇKP’nin önderliğinde bu tarihselzafere imza atmıştır. Bunun içindir ki, Guomindang yerine ÇKP saflarında yer almışlardır.

Giderek sayılarını artırmış ve saflarında yer aldıkları ÇKP’yi kitle partisi haline getirmişlerdir. Nitekim 24 Nisan 1945 tarihli ÇKP raporunda bu durum net birşekilde belirtilmiştir. “Uzun Yürüyüşteki kayıplarımız ve başka nedenler yüzünden, bu mevcut, birkaç on bine düştü” diyen Mao Zedung devamında “Ama halk, en iyi yargıçtır. Halk, Sekizinci Hareket Ordusunun ve Yeni Dördüncü Ordunun, sayıca yetersiz olmakla birlikte, üstün nitelikte olduğunu, gerçek bir halk savaşını ancak onların verebileceğini ve onlar bir defa Japonlara karşı kurulan cepheye ulaşıp oradaki geniş yığınlarla birleşince,sınırsız umutlar doğacağını biliyordu. Ve halk, haklıydı. Şimdi, bu raporu hazırlarken, ordumuz 910.000 kişiye çıkmıştır ve normal üretici çalışmadan çekilmemiş olan kır milislerimizin sayısı 2.200.000’i aşmıştır.”(41)

Partizan/134 (40) Mao, Askeri Yazılar, s. 264-265, Sol Yayınları (41) Mao, Askeri Yazılar, s. 366, Sol Yayınları

Mao’nun raporunda belirttiği ordu ve milis rakamları 1945 yılına aittir. Japon emperyalizmi yenilgiye uğratıldıktan sonra ABD destekli Guomindang’a karşı verilecek savaşta parti daha güçlenecek, ordu ve milis güçlerinin sayısı daha artacaktır. Japonya’nın yenilgiye uğratıldığı Direnme Savaşı’nda önderliği ÇKP yapmıştır. Uzun Yürüyüş ile geldiği alanda hızla kitleler içerisinde örgütlenen ÇKP, savaş döneminde halkı seferber etmiştir. Düşmandan arındırdığı alanlarda kızılsiyasi iktidarlar kurmuş ve giderek bu alanların sınırlarını genişletmiştir. Oluşturulan kurtarılmış bölgeler üzerinden daha geniş alanlara açılmıştır.

Şehirlerde de örgütlenmiş, mücadele ve etki sahasını daha geniş alanlara yaymıştır. Böylece güçlenen ve giderek kitleselleşen ÇKP ve önderliğindeki HKO, ulusal cephenin içindeki en etkin, Direnme Savaşı’nın ana gücünü oluşturmuştur... Çin Devrimi Japon emperyalizminin ve bir avuç işbirlikçisinin yenilgiye uğratılması mücadeleyi yeni birsürece sokar. Artık Çin,sömürge olmaktan çıkmıştır ama, yarı-sömürge, yarı-feodal yapı varlığını devam ettirir. Bunun sonucu Çan Kay Şek önderliğindeki Guomindang, 1937-1938 döneminde oluşturulan cepheden ayrılır.

Şartlar ve değişen koşullar sonucu ÇKP’nin ve tüm Çin halkının karşısında yer alır. Bu parti, komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının temsilcisi ve ABD emperyalizminin uşağıdır. Yapısı ve sınıfsal konumu gereği yarı-sömürge, yarıfeodal Çin’in muhafaza edilmesinden yanadır. Çin halkını sömüren, katmerli baskı ve tahakküm altına alan mevcutstatükonun temsilcisidir. Bu yapısı gereği, bir dönem ulusal cephe içinde yer aldığı işçileri, köylüleri, küçük-burjuvaziyi ve ulusal burjuvaziyi yeniden hedef alır. Onlar üzerindeki sömürü ve baskı çarkını devam ettirmek ister.

Bunun sonucu bu sınıflara önderlik eden ÇKP’yi de hedef alır. Japon emperyalizmine karşı verilen savaşın öncü partisini tanımaz ve kendilerine teslim olmasını ister. Oysa ÇKP ve verdiği mücadele kitleler üzerinde etkinlik ve saygınlık yaratmıştır. Yaptığı önderlik ile emekçi yığınların önemli kesimini kendisaflarında örgütlemiştir. Kurtarılmış bölgeler oluşturulmuş ve bu mevzilerde halk üzerindeki baskı mekanizmasına son verilmiştir. Ayrıca halk ordusu oluşturulmuştur. Direnme Savaşı sonrasında böylesi bir güce erişen ÇKP’nin varlığı, Çin hakim sınıflarını ve Guomindang’ı rahatsız etmiştir. Bunun sonucu Guomindang, Çin halkına önderlik eden ÇKP’nin halk hareketi olduğunu, kitleler üzerinde siyasi ve askeri otoritesini görmezden gelmişlerdir. Karşı-devrimci imgeyle salt kendilerini öne çıkartmış ve kendilerini dayatmışlardır.

 Bunun için ÇKP’yi tanımamış ve yok etmek istemişlerdir. Demokratik devrimi önüne koyan ve tüm ezilen sınıfları örPartizan/135 gütleme görevini üstlenen parti, onların karşısında engel teşkil eden bir durum oluşturmuştur. Bunun sonucu karşı-devrimin hedefi olmuşlardır. Öyle ki, Japon işgalinin son döneminde, yenilgisinin kesinleşmesi üzerine,zaferi salt kendilerine mal etmek kurnazlığıyla, ÇKP ve halk ordusunu ve tüm kurumları Japon işgaline karşı savaşmalarını yasaklayan karar almışlardır. Amaç, öncü gücü etkisiz kılmak, yok etmek ve meydanı boşaltarak rahat hareket etmektir. 11 Ağustos 1945’te kendilerince tek yanlı şöyle bir “karar” alırlar:

“11 Ağustos’ta, Japon istilacılarının nihayet yok edilmekte olduğu can alıcı bir anda Çan Kay Şek, Sekizinci Yol Ordusu, Yeni Dördüncü Ordu ve bütün diğer halk silahlı kuvvetlerinin Japon ve kukla askerleriyle savaşmasını yasaklayan bir milli ihanet emri yayınladı. Elbette bu emir, kesinlikle kabul edilemez ve edilmemelidir. Kısa bir süre sonra Çan Kay Şek, sözcüsü aracılığıyla Çin halkının silahlı kuvvetlerini ‘Halk Düşmanı’ ilan etti. Bu, Çan Kay Şek’in Çin halkına karşı savaş ilan ettiğini göstermektedir.”(42) ÇKP bu karara uymaz. Çin halkının öncü gücü, devrimin hedefi olan siyasal partinin bu kararını tanımaz ve kararlılıkla bunu onlara iletir. 8 yıl boyunca kurulan bu ittifak döneminde giderek gelişen ve öne çıkan Çin proletaryasının önder gücüne karşı; Guomindang dönem dönem kaypaklık yapmış ve anti-komünist tutum ve tavırlara girişmiştir.

 1940, 1941 ve 1943 yıllarında Direnme Savaşı’nı baltalamak, komünist partiye karşı saldırı girişiminde bulunmak ve aleyhte kampanyalar yürütmek tavırları içerisine girmişlerdir. Çeşitli provokasyon girişimlerinde bulunulmuş, iç savaşa yeltenilmiş ama bunlar boşa çıkarılarak savaşsonuçlana kadar cephe içerisinde tutulmuşlardır. Onların tutarsızlıklarına karşın soğukkanlı davranılmıştır. Japonya tümden teslim olduktan sonra Guomindang, karşı-devrimci tutumunu daha öne çıkarır. Arasına giderek derin bir çizgi çekerek ÇKP’yi etkisiz hale getirmek ister. Ama ÇKP boyun eğmez ve Japon emperyalizminin teslim olması sonrası kararlı mücadelesini sürdürür. Yaptığı atılımla irili ufaklı 59 şehir ve köylük bölgeleri ele geçirir.

Etki alanını genişletir. 1945 yılının Ağustos ayında ele geçirilen toplam şehirlerin sayısı 175’i bulur. Özellikle Kuzey Çin’de kaybedilen Veyhayvey, Yentay, Longku, Yıdu, Ziçuan, Yangliuçing, Bikeçi, Boay, Cangciaku, Cining, Fengçen gibi yerler geri alınır. Ayrıca birçok demiryolları, köy, kasaba, ilçe ve il gibi yerleri ele geçirme kararları da alınır. ÇKP’nin bu hamlesi ve dünya demokratik kamuoyunun oluşturduğu baskısonucu ABD emperyalizmi ve Çan Kay Şek geri adım atar.

  Partizan/136 (42) Mao, Seçme Eserler 4, s. 45, Kaynak Yayınları

Bunun sonucu Çan Kay Şek, 14- 20 ve 23 Ağustos 1945 tarihlerinde Mao Zedung’a gönderdiği üç telgrafla barış görüşmeleri için onu Çunking’e davet eder. Mao ve yoldaşları 28 Ağustos’ta görüşmeye giderler ve 43 gün süren görüşme yaparlar: “Guomindang ile Çin Komünist Partisi arasında Çungking’de yapılan görüşmeler bu kez kırk üç gün sürmüştür. Sonuçlar gazetelerde yayınlanmış bulunuyor. İki partinin temsilcileri görüşmeleri sürdürmektedirler. Görüşmeler verimli olmuştur. Guomindang, barış ve birlik ilkelerini onaylamış, halkın bazı demokratik haklarını tanımış ve iç savaşın önlenmesi ve yeni bir Çin inşa etmek için iki partinin barış içinde iş birliği yapması gerektiğini kabul etmiştir. Bu noktalarda anlaşmaya varılmıştır. Üzerinde anlaşmaya varılamayan başka noktalar vardır. Kurtarılmış bölgeler sorunu çözülememiştir ve silahlı kuvvetler sorunu da aslında çözülmüş değildir.”(43) Guomindang anlaşmaya varılamayan sorunların dışında anlaşma sağlanan sorunların çözümünde de samimi davranmaz. Verdiği sözleri yerine getirmez.

Böylece Guomindang ile yapılan bu anlaşmalar pratikte uygulanmaz ve kağıt üzerinde kalır. Çan Kay Şek Hükümeti, kurtarılmış alanlarda yer alan ÇKP’yi, demokratik hükümetlerin yasallığını, Çin Halk Kurtuluş Ordusunu tanımaz. Anlaşma kurallarını çiğneyerek ÇKP’ye ve kurtarılmış bölgelerdeki halk yığınlarına karşı 800 bin askerle şiddetli bir saldırıya geçer. Böylece 10 Ekim Anlaşması’nın ilk maddesi olan “barış ve ülkenin yeniden inşası” kararını çiğner. Amacı ÇKP’yi yok etmek ve kitleleri kendi tahakkümü altına almaktır. Bunun sonucu Şansi Eyaleti’nin Şangdang bölgesi başta olmak üzere, birçok alanda şiddetli çatışmalar olur. Ancak bu ilk çatışmalarda Guomindang’ın saldırıları ÇKP ve önderliğindeki HKO tarafından püskürtülür ve Guomindang yenilgiye uğratılır.

 ÇKP, Guomindang’ın 10 Ekim Anlaşması’na uymayacağını ve saldırıya geçeceğini biliyordu. Ama, bir öncekisüreçte ittifak içinde olan güçlerden hangisinin bu ittifakı tanımayıp ve alınan kararlara uymayıp yapacağısaldırıyla, kitleler nezdinde gerçek yüzünü deşifre etmesi gerçeği söz konusuydu. Ayrıca II. Empetyalist Paylaşım Savaşı bitmiş ve dünya çapında barışa gidilmiştir. Dünyada olduğu gibi Çin’de de barış atmosferi öne çıkmıştır. ÇKP bunu görmüş ve anlaşmada kitleler nezdinde tutarlı tavır göstermiştir. Ancak Guomindang, bu minvalde hareket etmemiş ve saldırgan bir tavır takınmıştır. Bunun sonucu kurtarılmış bölgelere karşı saldırıya geçmiştir. Bunun üzerine ÇKP ve HBC (Halkın Birleşik Cephesi), Guomindang’ın saldırılarını göğüslemiş ve halkın güvenini kazanmıştır.

Partizan/137 (43) Mao, Seçme Eserler 4, s. 55-56, Kaynak Yayınları  

Onların desteğini daha aktif boyutlarda almıştır. Guomindang ise hem kayıp vermiş hem de giderek teşhir olmuştur. 10 Ocak 1946’da Guomindang, ÇKP ile bir kez daha Ateşkes Anlaşması imzalar. Çin halkınca teşhir olan, askerlerinin morali bozulan, ekonomik durumu kötüleşen Guomindang, ateşkese ihtiyaç duymuştur. Ateşkesin muhtevası, 13 Ocak gecesinden itibaren iki tarafın da askeri harekatlarını durdurmalarını öngörüyordu. Çan Kay Şek bir kez daha ateşkese mecbur kalmıştı. Ama diğer taraftan ileride saldırıya geçmeyi planlıyordu. Ve bu doğrultuda yapmayı planladığı askeri saldırı için yaptığı hazırlıkları kamufle ediyordu.

Bunun sonucu, 10 Ekim 1945’te ÇKP ile ateşkes imzalayan Nancing Guomindang Hükümeti, 10 Ocak 1946 tarihinde ÇKP ile bir kez daha ateşkes imzalar: “Ocak 1946’da Parti, Guomindang’la yeniden bir ateşkes anlaşması imzalamış ve demokratik partilerle iş birliği yaparak Guomindang’ı Siyasi Danışma Konferansı ortak kararlarını kabul etmeye zorlamıştır. Çin Komünist Partisi, o günden bu yana demokratik partiler ve halk örgütleriyle birlikte anlaşmayı ve kararları vargücüyle savunmaya çalışmıştır.”(44) Bunun üzerine Guomindang Hükümeti, Çin Komünist Partisi ve diğer demokrat partilerin katılımıyla gerçekleşen Siyasi Danışma Konferansı’na katılmak zorunda kalır. 10 Ocak 1946’da yapılan bu konferansta alınan ateşkes kararıyla barış ve demokrasiden yana bir dizi karar alınır. Ancak Guomindang, konferansa kerhen katılır.

 Çünkü ÇKP ve diğer halk güçlerinin Çin halkı üzerindeki güven ve saygınlığı, Guomindang tarafından kabullenilemez. Dolayısıyla konferansta alınan kararlara da uymazlar. Bunun sonucu Goumindang, 1946 Haziran’ında ateşkes ve konferansta alınan kararları bir kez daha ihlal etti. Kurtarılmış bölgelere, Çin halkına ve ÇKP’ye karşı saldırıya geçer. Temmuz ayında ateşkes anlaşmasını yırtıp atar ve Guomindang birliklerine stratejik alanların ele geçirilmesi emrini verir. Böylece Çan Kay Şek, ÇKP’nin etkin olduğu ve kızıl siyasi iktidarların olduğu alanlara yönelik başlatılan bu saldırı furyasıyla savaşı fiilen başlatır.

 Bunun üzerine ÇKP Merkez Komitesi, saldırıya karşı “Çan Kay Şek’in Taarruzunu Savunma Savaşıyla Ezelim” başlığıyla bir talimat yayınlar ve tüm parti savaşa seferber edilir: “1. Çan Kay Şek ateşkes anlaşmasını çiğnedikten, Siyasi Danışma Konferansı’nın kararlarını çiğnedikten ve Kuzeydoğu’da Siping’i, Çangçun’u ve bize ait diğer şehirleri işgal ettikten sonra şimdi Doğu ve Kuzey Çin’de bize karşı yeni bir geniş çaplı taarruza başlamaktadır; daha sonra yeniden Kuzeydoğuya saldırması mümkündür.

Partizan/138 (44) Mao, Seçme Eserler 4, s. 301, Kaynak Yayınları

   Çin halkı, ancak Çan Kay Şek’in taarruzunu bir savunma savaşıyla bütünüyle ezdikten sonra, tekrar barışa kavuşabilir. 2. Partimiz ve ordumuz Çan Kay Şek’in taarruzunu ezmek ve böylece barışa kavuşmak için her türlü hazırlığı yapmaktadır.” 3. Çan Kay Şek’i yenmek için yürüteceğimiz savaşın genel yöntemi hareketli savaştır. Bu yüzden, belirli yerlerin ve şehirlerin boşaltılması sadece kaçınılmaz değil, aynı zamanda zorunludur. Belli yerler ve şehirler, başka türlü kazanılması olanaksız olan kesin zaferi kazanmak için, bütün parti üyelerimize ve Kurtarılmış Bölgelerdeki bütün halka bunu kavratmalıyız.”(45) ÇKP, Guomindang’ın saldırısına karşısavunma savaşı kararı alır. Yukarıdaki genelgenin 3. maddesinde belirtildiği gibi bu savaş ÇKP açısından hareketlisavaştır. Yani bu dönem düzenli orduya sahip ve askeri olarak güçlü olan düşmana karşı şehirler ve güçlü olduğu alanlar geçici olarak boşaltılmıştır. Bu stratejik savunmadır, ama geri çekilen kırsal alanda gerilla savaşı öne çıkarılarak taktik saldırılar esas alınmıştır.

 Gerilla savaşı esnek birsavaştır. Yani düşmanın zayıf olduğu kırsal alanlarda vur-kaç taktiğiyle darbeler vurulması, yıpratılması ve tahrip edilmesidir. Buna bağlı olarak giderek halk ordusu oluşturularak düzenli savaşa geçmek ve Guomindang’ın güçlü olduğu şehirlerde kuşatma altına alıp yenilgiye uğratılmasıdır. Böylece savaşta belirleyici olan düzenli ordu oluşturmak ve stratejik saldırıya geçmenin öznel şartlarını da oluşturmaktır. Mao bunu defalarca kez belirtmiştir. Ama bu hedefe ulaşmak için önce gerilla savaşının esas alınmasını da belirtmiş ve bu doğrultuda bir savaşstratejisi izlenmiştir. Ki ileride belirteceğimiz gibi, düzenli ordunun oluşturulmasıyla stratejik saldırı aşamasına da geçilecektir.

Nitekim ÇKP savunma savaşıyla bu doğrultuda mücadele yürütür. Bunun için kitle temelini güçlendirmek ve onları örgütlemek görevini önüne koyar. Başta yoksul köylülere dayanılmıştır. Bunun sonucu onların toprak sorunlarının çözümüne gidilmiş ve üzerlerindekisınıfsal baskıya son verilmiş ve güvenleri kazanılmıştır. Ayrıca orta köylülerle de ilişkiye geçilmiştir. Toprak sorununun çözümünde orta ve küçük toprak ağalarına karşı da esnek tavır takınılmıştır. Amaç, düşmana verilen desteği azaltmak ve kurtarılmış bölgeleri güçlendirmektir. Buna karşın büyük toprak ağaları, mütegalibe ve zorba kesimler ile komprador burjuvaziye kararlı ve sert tavırlar alınmıştır. Bu gerici,sömüren ve Guomindang saflarındaki bu zorba kesimler demokratik halk devriminin hedefi olmuşlardır. Şehirlerde de işçisınıfı, küçük burjuvazi ve ulusal burjuvazi ile ilişki kurmak, birleşmek hedeflenmiştir.

 Partizan/139 (45) Mao, Seçme Eserler 4, s. 88-89-90, Kaynak Yayınları   

Böylece demokratik halk devriminin birleşik cephesinin oluşturulması görevi de pratiğe indirgenmiştir. Böylece komünist partisi önderliğinde, halk savaşının yürütülmesi ve halkın birleşik cephesinin oluşturulması giderek gelişmiştir. Nitekim daha savaşın ilk dönemlerinde Çan Kay Şek’in kurtarılmış alanlara yönelik saldırıları püskürtülmüş, geri adım attırılmış ve darbeler vurulmuştur. Nitekim Guomindang’a bağlı 190’ı aşan tugayın 25’i ilk üç ay içinde imha edilmiştir. Bu imha ve darbeler, daha sonraki süreçlerde daha üst boyutlara tırmanmıştır. Guomindang giderek zayıflamış, ÇKP, HKO ve halkın birleşik cephesi ise giderek daha güçlenmiştir. Bu haklı ve meşru savaş, Çin’in komprador burjuvazisi, feodal ağaları ve tüm mütegalibe kesimleri ile Guomindang’a karşı verilmiştir. Ama bu savaş aynı zamanda yerli gericiliğin yörüngesinde hareket ettikleri ABD’nin emperyalizmine karşı da verilmiştir.

 Böylece Guomindang’la beraber onları destekleyen, sevk ve idare eden ABD emperyalizmi Çin halkını birleşik cephede birleşmeye zorlamıştır. “ABD emperyalizmi ile Çay Kay Şek’in bu gerici siyasetleri, Çin halkının bütün kesimlerini kendi kurtuluşlarınısağlamak için birleşmeye zorlamıştır. Bu kesimler; işçileri, köylüleri, şehir küçük burjuvazisini, milli burjuvaziyi, aydınlanmış eşrafı, diğer yurtsever unsurları, azınlık milliyetlerini ve yurt dışındaki Çinlileri kapsamaktadır. Bu, bütün milletin çok geniş bir birleşik cephesidir. Japonya’ya Karşı Direnme Savaşı dönemindeki birleşik cepheyle karşılaştırıldığında, bu cephenin hem daha geniş bir kapsamı hem de daha derin temelleri vardır. Bütün Partili yoldaşlar, bu birleşik cepheyi sağlamlaştırmaya ve geliştirmeye çalışmalıdırlar.”(46) Nitekim verilen savaş ile köylüler ve tüm halk güçlerinin aktif desteği alınmıştır.

Pratik olarak halk güçleri bu savaşta daha üst düzeyde ve daha aktif yer almışlardır. Düşmana karşı üstünlük sağlandıkça “toprak işleyenindir” siyaseti daha sistemli bir şekilde işletilmiştir. Demokratik devrimin temel sorunu olan toprak sorunu ciddiye alınmıştır. Böylece düşmanın kovulduğu kurtarılmış alanlardaki bu topraklarda, büyük toprak ağalarının gasp ettikleri ve zoraki mülkiyetlerine geçirdikleri topraklar asıl sahipleri olan köylülerin mülkiyetine devredilmiştir. Ki bu, köylü devrimidir. Bunun sonucu köylülük, Çin Devrimi’nde temel gücü oluşturmuştur. Ayrıca Çin’de yeni demokratik devrim siyasi iktidar organında devrimde yer alan halk güçlerine yer vermiştir.

 Partizan/140 (46) Mao, Seçme Eserler 4, s. 118, Kaynak Yayınları

Bu bölgelerde birleşik cephenin siyasi iktidar organlarının siyaseti olan “üç üçte bir sistemi” uygulanmıştır. Bu sistem daha önce Japonya işgaline karşı uygulandığı gibi bu dönemde de cephe içinde yer alan tüm sınıfların demokratik siyasi iktidar organları içinde temsil edilmesidir. Bunun sonucu “üç, üçte birsisteminde” Komünist Partisi üyeleri bu organ içinde üçte biri solcu ilericiler üçte biri ve ulusal burjuvazi ve diğer kesimler de diğer üçte biri oluşturmuşlardır. Böylece cephe içinde yer alan sınıf ve güçlerin birliği daha sağlamlaştırılmış ve daha pekiştirilmiştir. Böylece halk güçlerine dayanan ve onları daha güçlü mevzilerde örgütleyen ÇKP, Halk Kurtuluş Ordusu ve halkın birleşik cephesine dayalı üç sacayağı, giderek sağlamlaşmış ve Guomindang’a ağır darbeler vurmuştur. Halkın Birleşik Cephesi, devrim güçlerini daha birleştirip, daha sağlam temeller üzerine oturttukça Guomindang ciddi kayıplar vermiştir.

Mao verilen bu savaşın bir yıllık bilançosunu şöyle açıklar: “Bunun sonucu olarak, 1.120.000 düşman askerini yok etmeyi başardık, düşmanın kuvvetlerini dağılmaya zorladık, kuvvetlerimizi çelikleştirdik ve güçlendirdik, Kuzey-Doğu’da, Cebol’da, Doğu Hopey’de, Güney Şansi’de ve Kuzey Hunan’da, stratejik karşı saldırılara başladık. Geniş alanları yeniden ele geçirdik ve yeni geniş bölgeler kurtardık.”(47) Savaşın birinci yılındaki bu başarı, ÇKP’ye yeni mevziler kazandırmıştır. Düşmana ağır darbe indirilmiş ve karşı-devrim saflarında tahribatlar oluşturmuştur. Elde edilen başarı ile ele geçirilen yeni alanların sınırları giderek genişletilmiştir. Manevi olarak da Guomindang saflarında yılgınlık ve moral bozukluğu oluşmuştur.

Onların saflarında inanç daha sarsılmıştır. Kitleler içinde Guomindang’ın gerçek yüzü daha iyi görülmüştür. Halk düşmanı bir parti olduğu gerçeği giderek daha açığa çıkmıştır. Guomindang’ın emperyalizmin uşağı ve komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının çıkarlarını savunan gerçek yüzü, verilen devrimci mücadele içerisinde iyice deşifre olmuştur. Buna karşın ÇKP’nin halk üzerindeki otoritesi ve saygınlığı giderek daha öne çıkmıştır. Halk güçlerini temsil eden ve onların çıkarları doğrultusunda hareket eden bir yapı olduğu gerçeği daha iyi görülmüştür. Bunun sonucunda halkın desteği daha da artmış ve pratikte ÇKP ve HKO saflarında daha aktif olarak yer almışlardır. Kısacası yeni demokratik devrim sürecinde devrim ile karşı-devrim saflaşması daha netleşmiştir. Tüm bu gelişmeler, ÇKP tarafından görülmüş ve savaşın ikinci yılına ilişkin yeni kararlar alınmıştır.

 Partizan/141 (47) Mao, Askeri Yazılar, s. 398, Sol Yayınları

Bu kararlar ile iç hatlardaki kurtarılmış alanları korumak ve o mevzilere tutunarak giderek savaşı Guomindang alanlarına taşımak ve onlara daha etkin darbeler vurulmasını hedefleyen kararlar alınır. Askeri olarak ÇKP 4. ve 8. Orduyu hem iç alanlarda hem de düşmanın etkin olduğu alanlarda daha öne çıkartarak, gerilla savaşını daha ileri mevzilere taşımış ve hareketlisavaşın sınırlarını daha da genişletmiş, mevzi savaşın adımları da atılmıştır. Haziran 1947’yi kapsayan bu dönem içerisinde ikinci yılına girilen savaşta, HKO Guomindang’ın birçok alandaki saldırısını etkisiz kılmıştır. HKO, Guomindang’ın kurtarılmış bölgelere saldırarak halk ordusunu yenilgiye uğratmak ve ezmek emellerini boşa çıkartmıştır. Karşı-devrim yenilgiye uğratılmış ve savaş giderek kurtarılmış bölgelerden Guomindang’ın etkin olduğu bölgelere kaydırılmıştır. Bu savaşta HKO saldırırken, Guomindang savunma durumuna düşmüştür.

Böylece savaşta yeni bir döneme girilmiştir. ÇKP açısından stratejik savunma sürecinin yerini stratejik saldırı süreci almıştır. Mao’nun tahliliyle böylece savaşın seyrinde önemli değişiklikler oldu. ÇKP önderliğindeki savaşın seyri yeni bir dönem yönelir. Temmuz 1946-Haziran 1947’de Guomindang saldırı, HKO savunma halindeyken; Temmuz 1947-Haziran1948 tarihlerinde savaşın seyri değişime uğradı: “Bu yüzden savaşın ilk yılında (Temmuz 1946-Haziran 1947) Guomintang saldırı halinde, Halk Kurtuluş Ordusu da savunma halindeydi.

...İkinci yılda (Temmuz 1947-Haziran 1948) savaşın gidişinde önemli bir değişme oldu. Oldukça çok sayıda düzenli Guomintang askerini temizleyen Halk Kurtuluş Ordusu, güney ve kuzey cephelerinde,savunmadan saldırıya, oysa Guomintang, tersine, saldırıdan savunmaya geçtiler. ...Artık, Halk Kurtuluş Ordusu hem mevzii savaş ve hem de hareketli savaş verebiliyordu.”(48) Görüldüğü gibi iki yıllık savaş bilançosu ÇKP’nin lehine seyir izlemiştir. Eylül 1948’de toplanan ÇKP Merkez Komitesi, süreci değerlendirmiş ve HKO’nun savunma durumundan saldırı durumuna geçtiği değerlendirmesini yapmıştır. Bu değerlendirme sonucu, tahliller yapılır ve yeni kararlar alınır.

Yeni demokratik devrimin kendi içinde ve askeri stratejik hattında yeni bir dönemece girmesi düşmanın olduğu mevzilere saldırıyı ön plana çıkarır. Askeri alanda bu doğrultuda bir hat izlenir. Savaşın bilançosunu da değerlendiren ÇKP Merkez Komitesi, HKO’nun askeri gücünün hem nicel hem de nitel olarak daha geliştiğini belirlemiştir. HKO düzenli orduyu geliştirerek saldırı aşamasını esas alarak, mevzi savaşını öne çıkartmıştır.

 Partizan/142 (48) Mao, Askeri Yazılar, s. 457-458, Sol Yayınları

 Artık savaş ÇKP’nin önderliğinde ve HKO’nun daha öne çıkması sonucu giderek kırsal alandan şehirlere doğru kaymıştır. ÇKP yeni alanlar ele geçirmiş ve kurtarılmış alanlara dahil etmiştir. Diğer taraftan savaşın bu boyutu güçler dengesinde de kendisini gösterir. HKO parti önderliğinde yeni alanlara açılırken,saflarında yer alan kitlelerin sayısı hızla artar. Öyle ki, ÇKP’nin önderlik ettiği HKO’nun askeri gücü hızla artarken, Guomindang’ın ise askeri gücü giderek zayıflar.

“Savaşın üçüncü yılının ilk dört ayı içinde, yani Şanyang’ın 1 Temmuzile 2 Kasım arasında, Guomindang ordusu 1 milyon asker kaybetti” diyen Mao Zedung hemen akabinde “Buna karşılık, 1946 Haziran’ında 1.200.000 askere sahip olan Halk Kurtuluş Ordusu’nun mevcudu 1948 Haziran’ında 2 800 000’e ulaşmış ve bugün 3 milyonu aşmış bulunmaktadır”(49) diyerek askeri bakımdan güçler dengesinde kendi lehlerine olan gelişmeyi vurgulamaktadır.

1948 Mart-Haziran aylarında HKO düşmana karşı ciddi darbeler vurmuş ve ağır kayıplar verdirmiştir. Bütün savaş meydanlarında düşmana karşı üstünlük sağlamıştır. Özellikle Güney ve Kuzey cephelerinde Guomindang’ın ordusu yenilgiye uğratılmış ve safdışı bırakılmıştır. Bu ağır yenilgi sonrası Çan Kay Şek’in komutasındaki Guomindang ordusu bu alanlardan çekilmiştir. Artık bir dönemler güçlü oldukları ve hükmettikleri alanları kaybeden Guomindang böylece gücünü ve etkinliğini yitirmiştir.

 Bu bölgelerdeki Guomindang tugaylarına, alaylarına büyük darbeler vurulmuş, imha edilmiştir. Böylece HKO bu toprakları ele geçirmiştir. Yeni mevziler edinmiştir. Savaşta inisiyatifi tümden denetimine almıştır. Öyle ki, geliştirilen düzenli ordu ile üstünlük sağlanılan alanlarda askeri bakımdan da yeni güç ve mevziler oluşturmuştur. Guomindang’a karşı topçu, saldırı ve savunma taburları oluşturulmuştur. Bunun sonucu kayıplar veren, gerileyen ve eldeki mevzileri yitiren Guomintang’a bağlı uçaklı ve tanklısavunma sistemi de büyük ölçüde tahrip olmuş, kullanılamaz duruma getirilmiştir. Böylece düşman cephesi ve mevzileri büyük ölçüde çökertilmiş, temizlemiştir.

Guomintang güçleri az bir güçle Doğu Çin ile merkezdeki ovalarda kalmışlardır. 1948 yılı Mart-Haziran ayları ABD emperyalizminin güdümündeki Guomintang’ın iyice çökertildiği ve püskürtüldüğü dönem olmuştur. 1949 yılında ise Guomintang daha ağır kayıplar almıştır ve yenilgiye uğramıştır. Öyle ki, Guomintang’ın Nanking Hükümeti, ÇKP ile barış görüşmeleri yapılmasını kabul eder.

 Partizan/143 (49) Mao, Seçme Eserler 4, s. 274-275, Kaynak Yayınları

1 Nisan 1949’da Nanking’den gelen Guomindang temsilcisi bir heyet, ÇKP heyeti ile barış görüşmeleri yapmak için Payping’e gelir. 1.5 aylık görüşme sonrası bir İç Barış Anlaşması Taslağı hazırlanır. Yapılan görüşmede sekiz koşul üzerine anlaşılır: “Bu koşullar şunlardır: savaş suçlularının cezalandırılması; sahte Anayasanın yürürlükten kaldırılması;sahte ‘anayasal yetkinin’ yürürlükten kaldırılması; bütün gerici birliklerin demokratik ilkelere göre yeniden örgütlenmesi; bürokratik sermayenin kamuya mal edilmesi; toprak sisteminin ıslahı; ihanet anlaşmalarının ilgası; gerici unsurların katılmayacağı yeni bir Politik Görüşme Konferansının toplanması ve Nanking Kuomintang Hükümeti ile ona her kademede bağlı olan hükümetlerin güç ve yetkilerini devralacak demokratik bir koalisyon hükümetinin kurulması.

 Bu sekiz temel koşulu Nanking hükümeti kabul etti.”(50) Bu anlaşmayı önce kabul eden Guomindang pratikte bu anlaşmaya uymaz. Alınan kararların gereklerini yerine getirmez. Getirmediği gibi karşıt tavır takınır. Karakterlerine uygun bir tarzda ikiyüzlü bir tavır sergilerler. Bu anlaşmayla zaman kazanıp saldırma tutumu içinde oldukları gözlenir. Barış koşullarını reddeder, Çin halkına karşı gerici ve faşist tutumlarında diretirler. Bunun sonucu bulundukları yerlerde saldırgan tutum sergilerler. Sonuç alamazlar ama anlaşmanın kurallarına uymazlar ve alınan kararları ihlal ederler.

Böylece Nanking’deki hükümet iki yüzlü tavır sergiler. ÇKP ve Çin halkı bu gerici tavrı kabul etmezler. Çin halkı bu gerici tavra karşı Halk Kurtuluş Ordusu’nun yanında yer alır. Guomindang birliklerinin etkisiz hale getirilmesi ve temizlenmesinde ısrar eder. Islah olmaz bu saldırgan Guomindang güçlerinin tutuklanmasını ve yargılanmasını isterler. Bunun sonucu yenilgiye uğratılmış Guomindang’ın son çırpınışının da etkisiz hale getirilmesi için orduya talimat verilir.

Başkan Mao ile başkomutan Çu Teh’in imzasıyla bu doğrultuda çıkan talimatta bu açık ve net olarak belirtilir: “Bütün orduların komutan ve savaşçı arkadaşları, güney gerilla bölgelerindeki Halk Kurtuluş Ordusu’nun arkadaşları! Çin Komünist Partisi ile Nanking Kuomintang hükümeti temsilcileri arasında yapılan uzun görüşmelerden sonra hazırlanan İç Barış Anlaşması Taslağı (bkz: bu yapıtın 474.sayfası) bu hükümetçe reddedilir. Nanking Kuomintang hükümetinin sorumlu üyeleri, hala Amerikan emperyalizmi ile Kuomintang eşkıya çetesinin sergerdesi Çan Kay Şek’in emirlerine itaat ettikleri, Çin halkının kurtuluş davası ile

Partizan/144 (50) Mao, Askeri Yazılar, s. 475, Sol Yayınları

 iç mücadelelerinin barışçı yoldan çözümlenmesine engel olmak istedikleri için, bu anlaşmayı reddettiler.”(51) Bu talimat üzerine HKO düşmanın elinde kalan son toprakları ele geçirmek için taarruza geçer. 21 Nisan 1949 tarihinde HKO önderliğinde başlayan saldırılar sonucu Guomindang ordusunun son kırıntıları imha edilmiştir. Düşmanın Yangçe Nehri üzerinde kurduğu savunma hattı 3.5 ayda tümden imha edilmiş ve bu topraklar devrimin üç temel gücünü oluşturan ÇKP, HKO ve Halkın Birleşik Cephesisaflarında kalmıştır.

 22 yıl karşı-devrimci Guomindang yönetiminin merkezi olan Nanking de kurtarılmıştır. Böylece gerici Guomindang hükümeti resmen devrilmiştir. Ayrıca HKO hızla güneye doğru ilerler ve Nisan ayında Hançov, Nançang ve Çin’in en büyük şehri olan Şanghay’ı da kurtarır. Mayıs ayında stratejik kentler olan Vuçang, Hanyang ve Hankong kentleri de kurtarılır. Eylül ve Ekim aylarında Pay Çung-Si komutası altındaki güçler de etkisiz hale getirilir. Diğer bölgelerdeki iller de 1949’un aralık ayına kadar HKO tarafından ele geçirilir.

Böylece 1949 sonunda Guomindang askeri ve siyasi olarak tümden yenilgiye uğratılır ve tümden temizlenir. Böylece Çin Devrimi sonuçlanır. Bu devrim ÇKP önderliğinde ve Çin halkının bir bütün olarak yer aldıkları yeni demokratik devrimdir. Çin Devrimi elbette ki Çin’in özgül koşullarına göre olan bir devrimdir. Ama Çin dışında henüz burjuva devrimini yapmayan ve emperyalizme bağımlı olan birçok ülke de mevcuttur. Dolayısıyla bundan dolayı Çin’deki demokratik halk devrimi aynı zamanda uluslararası muhteva taşıyan devrimdir. Dolayısıyla bu devrim uluslararası alanda birçok ülkeye de ışık tutmuştur.

Çin devrimi feodalizmle beraber komprador kapitalizmi hedef almıştır. Ama beraberinde bağımlı olduğu emperyalizm de Çin’de gerçekleşen yeni demokratik devrimin diğer hedefini oluşturmuştur. Daha önce vurguladığımız bu gerçeği Stalin’e dayanarak bir kez daha belirterek yazımızı sonuçlandıralım:

 “İşte bu nedenle Komüntern, Çin’de burjuva demokratik devrimin aynı zamanda anti-emperyalist bir devrim olduğunu söylüyor. Dolayısıyla bugün Çin’deki devrim, devrimci hareketin iki kolunun, yani feodal kalıntılara karşı hareketle emperyalizme karşı hareketin bir birliğidir. Çin’deki burjuva-demokratik devrim feodal kalıntılara karşı mücadele ile emperyalizme karşı mücadelenin bir birliğidir.”

(51) Mao, Askeri Yazılar, s. 471-472, Sol Yayınları

(52) Stalin, Milli Demokratik Devrim, s. 83-84, Kaynak Yayınları

Bitti....................

1-ÇİN’DE YENİ DEMOKRATİK DEVRİM_Ocak_2021_Sayı_96

 https://www.yüzçiçekaçsın.de/2024/10/1-cinde-yeni-demokratik-devrim.html

2-ÇİN’DE YENİ DEMOKRATİK DEVRİM_Ocak_2021_Sayı_96_Toprak Devrimi Savaşı

https://www.yüzçiçekaçsın.de/2024/10/2-cinde-yeni-demokratik.html

 

 

1 Ekim 2024 Salı

1-ÇİN’DE YENİ DEMOKRATİK DEVRİM_Ocak_2021_Sayı_96

1-ÇİN’DE YENİ DEMOKRATİK DEVRİM

 Çin Devrimi elbette ki Çin’in özgül koşullarına göre olan bir devrimdir. Ama Çin dışında henüz burjuva devrimini yapmayan ve emperyalizme bağımlı olan birçok ülke de mevcuttur.Dolayısıyla bundan dolayı Çin’deki demokratik halk devrimi aynı zamanda uluslararası muhteva taşıyan devrimdir.   

Geçen yüzyılın tarihselsürecine bakıldığında en göze çarpan özelliklerden biri proletarya önderliğinde devrimlerin yaşandığı bir dönem olmasıdır. Yaşanan çağın ekonomik, sosyal, politik vb. vasıflarla bir önceki çağa kıyasla çok farklı bir nitel değişim içerisine girmesi beraberinde sınıf saflaşma ve sınıf çelişkilerini de çok farklı bir sürece sokar. Bir önceki sürecin sınıfları, 20. yüzyılda farklı karakterler almış, aralarındaki ilişki farklı düzeylerde kendisini gösterir olmuştur.

 Köylülük ve işçi sınıfı, önceleri saflarında yer aldıkları burjuvazinin karşı saflarında yer almışlardır. Tüm bunlar, uluslararası alandaki jeo-stratejik ve jeo-politik dengelerin çağa uygun değişimler içerisine girmesini ve tarihsel bir sürecin öne çıkmasını beraberinde getirir. Dolayısıyla bu değişim, sınıfların değişim karşısında tavrı, karakteri, işlevi ve oynadığı misyon ile kendisini gösterir.

19. yüzyılın ikinci yarısına kadar ilerici yapıya sahip olan sınıf burjuvaziydi. Dolayısıyla demokratik devrim, burjuva devrimidir. Bu devrimin tarihsel rolü ve üstlendiği hedef, kapitalizm öncesi sosyo-ekonomik yapının, pre-kapitalist üretim tarzının, üretim ilişkilerinin,sosyal ilişkilerin,siyasal yapının, kültürel ilişkilerin, kapitalizm öncesi dini misyonun vb., kısacası kapitalizm öncesi yapının köklü tasfiyesini içerir.

 Bunun için de eski yapıyı muhafaza eden devletin devrilmesi ve yerine yeni toplumla uyum gösteren devletin inşası rolünü yükler. Ancak ne zaman ki burjuvazi 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gericileşti, devrimi gerçekleştiren sınıf olmaktan çıkıp, devrimin önünde engelteşkil eden sınıf haline geldi; tarihsel olarak üstlendiği rol ve oynadıkları roller de değişti.

 Stalin burjuvazinin henüz devrimci olduğu döneme ilişkin tavrını aşağıda şöyle belirtir: “Batı’daki burjuva devrimleri (İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya) bilindiği gibi, başka bir yolu izledi. Orada devrimde hegemonya, zayıflığından ötürü bağımsız bir siyasi güç oluşturmayan ve oluşturamayacak da olan proletaryada değil, tam tersine liberal burjuvazideydi. Orada köylülük, feodal düzenden kurtuluşu, sayıca güçsüz ve örgütlenmemiş olan proletaryanın elinden değil, tam tersine burjuvazinin elinden elde etti.

Orada köylülük liberal burjuvaziyle ortaklaşa, eski düzene karşı yürüdü.

 Orada köylülük, burjuvazinin bir yedek gücünü oluşturdu.

Orada dolayısıyla devrim, burjuvazinin siyasi ağırlığının muazzam bir şekilde güçlenmesine yol açtı.”

(1) Ancak burjuvazi yaptığı devrimlerle, ekonomik ve siyasi alanda üstünlüğü sağladıktan sonra ilerici karakterini yitirir. Artık kendisistemini kuran ve kendi hegemonyasını hakim hale getiren burjuvazi, devrim yapan vasfını yitiren sınıf olmaktan çıkan, kurduğu düzeni ve iktidarı koruyan, muhafaza eden statükocu bir sınıf olur.

Bunun sonucu kurduğu üstyapı devrime önderlik rolünü terk eder ve sistemi ve devleti muhafaza eden kuruma dönüşür. Artık bu tarihsel süreç burjuvazinin konumunu değiştirdiği gibi, önderlik ettiği temel güç olan köylülüğü de karşısına alır. Ve bir dönemler müttefiki olan proletarya da artık karşısına önder sınıf olarak öne çıkar. Bu durum Rusya Devrimi’nin arifesinde de net bir şekilde kendisini gösterir: Rusya’da ise burjuva devrim tamamıyla taban tabana zıt sonuçlar verdi. Rusya’da devrim, bir siyasi güç olarak burjuvazinin güçlenmesine değil, tam tersine zayıflamasına, onun siyasi yedek güçlerinin artmasına değil, tam tersine, onun temel gücünün yitirilmesine, köylülüğün yitirilmesine yol açtı. Rusya’daki burjuva devrim, liberal burjuvaziyi değil, tam tersine, çevresinde milyonlarca köylü kitlesini birleştiren devrimci proletaryayı ön plana çıkardı.

”(2) Stalin’in değerlendirmesi burjuvazinin giderek gericileştiği ve devrimin karşısında yer alan bir sınıf haline gelmesi üzerinedir. Burjuvazinin karşı-devrimci hatta geçişi diğer sınıflarla olan ilişkilerinde kopuklukları da beraberinde getirir. Bir dönemler devrim saflarında ittifak kurduğu köylülük artık burjuvazinin müttefiki değil tersine “rakibi” haline gelmiştir. Bunun sonucunda Rusya somutunda verdiği örnekle tarihsel olarak demokratik devrime ve sosyalist devrime önderlik edecek sınıf olarak proletaryanın ön plana çıktığını belirlemektedir.

Nitekim Rusya’da 1917 Ekim Devrimi ile pratikte proletarya bunu göstermiştir. Artık devrimde proletarya öncü sınıf rolünü üstlenmiştir. Diğer taraftan, gericileşen ve emperyalist aşamaya ulaşan uluslararası tekelci burjuvazi ve ekonomik olarak

Partizan/101 (1) Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 58, İnter Yayınları (2) Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 59, İnter Yayınları

ilhak ettiği,siyasi olarak bağımlı kıldığı ülkelerin komprador burjuvazisi ve feodal sınıflar da demokratik devrimin önünde engel teşkil etmişlerdir. Bilindiği gibi Lenin, bu tarihsel saflaşmayı ve devrim sürecinin girdiği çağın güzergahını “emperyalizm ve proleter devrimleri çağı” şeklinde belirlemiştir. Devrime önderlik rolünü, sınıf bilinçli proletaryanın öncü müfrezesine yüklemiştir.

Böylece köhneyen, işçi sınıfı ve ezilen yığınlardan korkan burjuvazinin önderliğindeki devrimler miadını tamamlamıştır. İbrahim yoldaşın sözleriyle “1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, bütün dünyada eski tip devrimler dönemini kapamış, proletarya önderliğinde yeni-demokratik devrimler ve sosyalist devrimler dönemini açmış bulunuyordu.”(3)

Görüldüğü gibi, eski tip devrimler dönemi kapanmıştır.

 Çünkü burjuvazi gerici, statükocu ve devrimin önünde engel teşkil eden yapıya bürünmüştür. Oysa tarihsel materyalizm, toplumsal gelişmeyi zorlamakta ve dayatmaktadır. Eski sistem, gelişen çelişkiler sonucu tahrip oldukça yeni sistemin ön koşullarını da oluşturmaktadır. Dolayısıyla -burjuvazi önderliğinde demokratik devrimleri yapan ülkelerin dışında- henüz demokratik devrimlerin yapılmadığı ülkeler vardır.

Bu ülkelerde emperyalizme bağımlı komprador kapitalizm olsa da bu kapitalizm geçmişte liberal ve ulusal burjuvazinin önderliğinde kendi iç dinamiğiyle gelişen ve feodalizmi tasfiye eden kapitalizm değildir.

 Bu ülkelerde her türden pre-kapitalist ilişkiler yeni demokratik devrimi gündemde tutmaktadır. Komprador kapitalizmle feodalizmin içiçe girerek oluşturduğu yarı-feodal yapı içinde, feodal yapının hacmi, sınırları bazı ülkelerde daha geniş bazılarında daha dardır.

Ama sonuçta bu gibi ülkelerde demokratik devrim tamamlanmamıştır.

Daha açık bir deyimle burjuvazinin tarihsel görevi proletaryaya devredilmiştir.

Dolayısıyla, Lenin’in Rusya somutunda “Rusya’da demokratik devrim sosyo-ekonomik özü bakımından bir burjuva devrimidir”(4) belirlemesi, burjuva devrimini yapmayan ülkeler için de geçerlidir. Lenin’in açık bir şekilde belirttiği, burjuva devrimlerinin olmadığı ülkelerde sosyalist devrimden evvel bu burjuva devrimlerin yapılması görevidir.

Ancak demokratik devrimle sosyalist devrimin şartları oluşturulur.

Burjuva devrim, feodalizmi tasfiye eden, eski sistemin tüm kalıntılarını yok eden, dolayısıyla özgür ve hızla gelişen kapitalizmin önünü açan devrimdir. Ancak bu devrimle kesintisiz sosyalist devrime ve sosyalizmin inşasına geçilebilir. Aksi takdirde sosyalizmin inşası gündeme gelemez.

 Bu da mevcut çağda sınıf bilinçli proletaryanın sınıf pektifiyle yerine getirilebilir.

 Partizan/102 (3) İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, s. 277 (4) Lenin, Seçme Eserler, cilt 3, s. 113, İnter Yayınları

 Tarih, burjuva devrimin gerçekleşmediği ya da tamamlanmadığı bu ülkelerde proletaryaya ve öncü müfrezeye böylesi bir görev yüklemiştir. Burjuva devrim ya da proletaryanın önderliğindeki deyimiyle yeni demokratik devrimin toplumsal işlevi şu şekilde yaşam bulur: “Burjuva devrim, geçmişin kalıntılarını, (yalnızca otokrasiyi değil, monarşiyi de içeren) feodal kalıntıları, en kararlı bir biçimde süpürüp atan ve kapitalizmin en geniş, en özgür ve en hızlı bir biçimde gelişmesini en eksiksiz bir biçimde güvence altına alan bir altüst oluşun ta kendisidir.

İşte bu yüzden, burjuva devrim, proletaryaya en büyük ölçüde yarar sağlar. Burjuva devrim, proletaryanın çıkarları için mutlak bir gerekliliktir. Burjuva devrim, ne kadar tam, kararlı ve tutarlı olursa, proletaryanın sosyalizm uğruna burjuvaziye karşı başarısı o ölçüde güvence altına alınmış olacaktır. Ancak bilimsel sosyalizmin abecesinden habersiz olanlar, bu yargıyı yeni, garip, ya da paradoksal görebilirler.”(5)

 Demokratik devrim tarihsel rolü ve işlevi bakımından sosyalist devrimden önce gündeme gelen devrimdir. Çünkü kapitalizm,sosyalist toplumdan önce tarih sahnesinde yer almış toplumdur. Feodalizmi tasfiye eden özgür, bağımsız kapitalizmin önünün açılması ile sosyalizmin nesnel ve öznel koşulları oluşturulabilir. Sosyalizm ancak kapitalizm öncesi tüm feodal kalıntıların tasfiyesiyle gündeme gelir. Emperyalizme bağımlı ve feodal yapıyla içiçe geçen komprador kapitalizmle bu mümkün değildir. Proletarya ancak o zaman sosyalizmin inşası görevini yerine getirebilir.

Bu da yeni demokratik devrimle mümkündür. Görüldüğü gibi yeni demokratik devrim,sosyalist devrimden ayrışır. Ama diğer taraftan sosyalist devrimin ve sosyalizmin inşasının temel ve koşullarını da yaratır.

Mao bu gerçekliği görmüş ve Çin Devrimi bu doğrultuda hat izlemiştir: “Komünist Partisi’nin önderliğinde yeni tipte kapsamlı bir burjuva demokratik devrim olmadan,sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal düzenin yıkıntıları üzerinde bir sosyalist toplum inşa etmeye çalışmak bir ham hayal olur.

Bazı kişiler, komünistlerin kapitalizmden korkmak şöyle dursun, belirli koşullarda onun gelişmesini niçin savunduklarını anlayamıyorlar. Cevabımız basittir: Belirli bir düzeydeki kapitalist gelişmenin yabancı emperyalizm ve yerli feodalizm baskısının yerini alması, sadece bir ilerleme değil, kaçınılmaz bir süreçtir. Bu burjuvazi için olduğu kadar, proletarya için de yararlıdır, hatta belki de proletarya için daha da yararlıdır. Bugün Çin’de gereksiz olan yerli kapitalizm değil, yabancı emperyalizm ve yerli feodalizmdir; aslında bizdeki kapitalizm pek küçüktür.

”(6) Partizan/103 (5) Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, s. 144-145, Sol Yayınları (6) Mao, Seçme Eserler 3, s. 291, Kaynak Yayınları

Mao yoldaşın birçok yerde belirttiği gibi, burjuva devrimi gerçekleştirmemiş ülkelerin yıkıntıları üzerinde sosyalizmi inşa etmek mümkün değildir. Çünkü sosyalizm, feodalizmi ve bağımlı komprador kapitalizmi tasfiye eden ulusal kapitalizmin alternatifidir. Bu nedenle Çin halkı böylesi bir tarihsel misyon üstlenmiş ve yerine getirilmiştir. Ancak bu devrim ÇKP önderliğinde gerçekleştirilmiştir. ÇKP’nin önderliği olmasaydı devrim gerçekleştirilemezdi.

2-Emperyalizmin İlhakı ve ÇKP’nin Ortaya Çıkış Koşulları

Devam edcek… Çin Devrimi’ne önderlik eden partinin oluşumundan evvel onu var eden koşullara bakmakta yarar var. ÇKP’nin kurulmasına maddi zemin teşkil eden nesnel ve öznel şartların ortaya çıkması beraberinde sınıf mücadelesinin seyrini de farklı bir sürece sokmuştur.

19. yüzyılın ikinci yarısına doğru dışarıdan gelen sömürgeci kapitalist devletlerle Çin’deki feodalizmin iktisadi ve sosyal yapısında belli değişimler kendisini gösterir. Bu dönem Çin’in kendi iç yapısını farklılaşma sürecine sokar, köylülüğün ve zanaatkarın önemli bir kesiminin iflası Çin burjuvazisinin oluşumunu beraberinde getirir. Çin’deki saf feodalizmi çözülme sürecine sokmuş, köylülüğün, zanaatkarın, küçük üreticinin iflasını ve beraberinde işgücünün oluşumu dönemecine girilmiştir.

Saf feodalizmin birbirinden kopuk ve kapalı doğal ekonomisinin yıkımının da gerçekleştiği döneme giren Çin’i geniş ve merkezi pazar sistemine sokmuştur. Böylece ilkel birikim sürecine giren Çin’in kapitalizm şafağında burjuvazi ve proletarya sınıfları da oluşmaya başlamıştır. Ancak bu kapitalizm, dışarıdan giren ve giderek komprador bir mahiyet kazanan kapitalizmdir.

Mao’nun tahliliyle komprador kapitalizm, feodalizmi çözülme sürecine sokmuş ama tasfiye etmeyerek içi içe girmiştir. Böylece yarı-feodal ve yarı-sömürge yapı oluşmuştur. Çin’i böylesi bir sosyo-ekonomik sürece sokan İngiltere, Fransa, Japonya, ABD gibi kapitalist-emperyalist devletlerdir.

Bununla beraber 20. yüzyılın başlarında Çin’de milli kapitalizm de oluşur.

 I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında emperyalist devletlerin savaş içinde olması sonucu Çin’deki etkileri geçici olarak zayıflar ve bu dönem, Çin’de ulusal kapitalizmin ve ulusal burjuvazinin en geliştiği dönem olur. Ulusal burjuvazinin belli bir kesimi giderek palazlanıp emperyalizmin güdümüne girerken, diğer bölümü ise ulusal düzeyde kalır.

Çin’de komprador ve ulusal kapitalizmin oluşumu böyle bir seyir izler. Gerek komprador kapitalizm gerekse ulusal kapitalizmle birlikte ulusal burjuva ve komprador burjuva sınıflarıyla beraber proletarya sınıfı da oluşmuştur. Ve proletarya giderek daha çoğalmış ve daha gelişmiştir. Ancak Çin’deki kapitalizm, emperyalizme bağımlı hale geldikçe komprador kapitalizm esas hale gelmiştir. Komprador kapitalizm, feodalizmin çözülme sürecine girmesi ile dışarıdan emperyalizm tarafından ihraç edilen bağımlı, güdük kapitalizmdir. Dolayısıyla feodalizmi tasfiye eden kapitalizm değildir.

Çözülme sürecine giren feodalizmle iç içe geçen ve varlığını muhafaza eden kapitalizmdir. Bunun sonucu Çin’de komprador kapitalizm ve çözülme sürecine giren feodalizmin iç içe geçmesi yarı-feodal yapıyı oluşturmuştur. Yarı-feodal yapı, emperyalizmin güdümünde oluştuğu için yarı-sömürge statüyle de iç içe geçmiş, böylece Çin, emperyalizme bağımlı yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke halini almıştır.

Çin’in sosyo-ekonomik ve siyasi yapısının oluşumu kısaca şöyle tarihsel bir seyir izler:

Çin’e ilk giren devlet İngiltere’dir. İngiltere, Hindistan’da üretilen afyonu da Çin’e sokmuştur. Çin’de giderek afyon bağımlılığı oluşur. Çin hükümeti önceleri izin verdiği afyon ithalatına yasak getirince İngiltere, 1840’da Çin’e savaş açar. Afyon Savaşı’nı kazanan İngiltere, Nanking Antlaşması ile Hong Kong’u sömürge olarak ilhak eder. Diğer şehirler de liman ve pazar olarak İngiltere’nin denetimi altına alınır. Her türden malın ihracatı ve ithalatı serbest bırakılarak İngiltere’ye kapılar ardına kadar açılır.

Artık askeri, siyasi ve ekonomik olarak dünya pazarlarına açılan dönemin kapitalist-sömürgeci devletlerinin en fazla yöneldikleri ülkelerden biridir Çin... Nitekim 1856-1860 arası İngiltere bu kez Fransa’yla birlikte Çin’e savaş ilan eder.

ABD ve Çarlık Rusya’nın da desteğiyle yapılan saldırı sonucu Çin topraklarını işgal eden İngiltere ve Fransa, Çin Hükümeti’ne Tiantzin Antlaşması ve Pekin Antlaşması’nı imzalatarak, deniz kıyısındaki şehirleri tümden kendi çıkarları doğrultusunda kullanır. Ayrıca seyahat etme, misyoner faaliyeti gösterme, nehir ulaşımı gibi imtiyazları kullanıma sokarlar.

Giderek sahillerden iç bölgelere kadar açılır ve ülkeyi kendilerine daha bağımlı kılarlar. Devamında 1884’te Fransa’nın ve 1894’te Japonya’nın saldırıları olur. Çin artık emperyalizmin ekonomik ve siyasi olarak topyekun ilhak ettiği bir ülke haline gelir. Öyle ki, 1900 yılında İngiltere, Fransa, Amerika, Almanya, Japonya, Rusya, İtalya, Avusturya-Macaristan emperyalistleri Çin’e saldırırlar.

Çin topraklarının bazı bölümlerini açıktan işgal ederler, bazı yerleri de “kiralama” yaftasıyla kontrolleri altına alır, ülkeyi  sömürge, yarı-sömürge haline getirirler. Ayrıca “savaş tazminatı”na tabi kılarlar. Ticari limanları da kendi denetimleri altına alarak işletirler. Böylece gümrük ve ticari kontrolü ele geçirerek mallarını Çin’e serbestçe sokarlar. Çin’deki malları da rahatlıkla çıkarıp kendi ülkelerine ithal ederler. Bu gelişmiş kapitalist devletler, meta ihracına dayalı talan ve yağmaya bağlı olarak, giderek Çin’i borçlandırırlar. Emperyalist aşamaya geldikçe sermaye ihracını daha öne çıkarır ve Çin’i kendilerine iyice bağımlı kılarlar. Ayrıca Çin’de askeri alanda kara ve  deniz kuvvetleri de oluşturulur.

Ekonomik olarak ilhak ettikleri Çin’i,siyasi ve askeri olarak kendilerine bağımlı kılarak, ülkeyi kendi hegemonyaları altına alırlar. Artık bir dönemlerin feodal imparatorluğu olan Çin, emperyalist devletlerin hegemonyası altında yağmalanan, talan edilen ve bağımlı kılınan bir pazar halini almış, emperyalistler tarafında komprador ve tefeci tüccar sınıf yaratılmıştır.

 Feodal toprak ağası sınıfı ile kompradorlar, emperyalizmin dayanak sınıfları haline getirilirler. Böylece Çin; sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke olmuştur. Tüm bu saldırı ve ilhak, Çin halkının sömürüsünü ve yoksullaşmasını da hızlandırır. Çin köylüleri ve zanaatkar sınıfları giderek iflas ederler. Köylüler, esnaf ve zanaatkarlar, işçiler; emperyalistler ve onlara bağımlı komprador burjuvazi, tefeci-tüccar sınıfları ve toprak ağaları tarafından daha katmerli boyutlarda sömürülürler. Ayrıca emperyalizmin güdümünde toprak ağalarının ve komprador burjuvazinin baskı ve tahakkümü de artarak daha üst düzeylere tırmanır.

O süreçle birlikte Çin halkı, tarihinde en fazla yoksullaştığı, en fazla özgürlükten yoksun kılındığı ve en fazla baskıya maruz kaldığı sürece girer. Tüm bunlar Çin halkının isyanını da beraberinde getirir. Afyon Savaşı’yla birlikte sömürgeci ve emperyalist devletlerin artan sömürü ve saldırıları sonucu ilk başlarda daha çok köylü isyanları baş gösterir. Giderek yoksullaşan köylüler; sömüren, talan eden, baskıyı daha artıran kapitalist-emperyalistlere, toprak ağalarına, komprador burjuvaziye karşı defalarca ayaklanır. Ancak köylü ayaklanmaları, merkezi önderlikten yoksun ve birbirinden kopuk olduğu için genelde bastırılır. Çin köylüleri tarihleri boyunca toprak ağaları, tefeci ve tüccarların ve devletin sömürüsü ve hükmü altında yaşamışlardır.

 

Ezici çoğunluğu topraksız, az topraklı ve yoksul olan köylüler feodalizmden, yarı-feodal sürece kadar bu sömürü ve tahakküm altında yaşamışlardır. Bu tarihsel süreçte Çin’de köylü başkaldırı, isyan ve ayaklanmaları sık sık yaşanmış ve de tarihi gelişmenin itici gücünü oluşturmuşlardır. Ama devrimi gerçekleştiren sınıf olamamışlardır.

 Mao, Çin’deki köylü ayaklanmalarını şöyle değerlendirir:

“Çin tarihindeki kadar geniş çapta köylü ayaklanmaları ve köylü savaşları hiçbir yerde görülmemiştir. Köylülerin sınıf mücadeleleri, köylü ayaklanmaları ve köylü savaşları Çin feodal toplumunun gerçek itici gücü olmuştur. Çünkü her önemli köylü ayaklanması ve köylü savaşı, zamanın feodal rejimine bir darbe indirmiş ve böylece bir ölçüye kadar sosyal üretici güçlerin gelişmesini sağlamıştır.

Buna rağmen, o günlerde köylü ayaklanmaları ve köylü savaşları, proletaryanın ve komünist partisinin bugün sağladığı doğru önderlikten yoksundur. Bunun nedeni, yeni üretici güçlerin, yeni üretim ilişkilerinin, yenisınıf güçlerinin ve ileri bir   siyasi partinin var olmamasıydı. Her köylü devrimi başarısızlığa uğradı ve köylülük değişmez birşekilde toprak ağaları ve soylular tarafından ya devrim sırasında ya da sonra hanedanın değişmesini sağlamak için bir araç olarak kullanıldı; bu yüzden her büyük devrimci köylü mücadelesinden sonra bazı toplumsal ilerlemeler olduysa da feodal iktisadi ilişkiler ve siyasi sistem esas olarak aynı kaldı.

Farklı türden bir değişme ancak son yüzyılda meydana gelmiştir.”(7) Köylülük, evrensel olarak alternatif sınıf olmadıkları için tek başına ve kendi önderliklerinde tarihsel olarak devrim yapacak sınıf değildir. Nitekim tarihsel olarak devrimlere bakıldığında köylülüğün önderliğinde yıkılan ve yerine başka düzenin inşa olduğu devrim yoktur. Sömürülen ve ezilen köylüler, devrime önderlik eden burjuvazinin ve proletaryanın önderliğindeki devrimlerde yer almışlardır. Ama önder sınıf olarak değil, devrime önderlik eden burjuvazinin ve daha sonraları proletaryanın önderliğindeki demokratik burjuva devrimlerinde müttefik güç olarak yer almışlardır.

Devrim sonrasında -toprak ağası ve zengin köylüler dışında yoksul ve küçük üretici konumundaki köylüler işçi sınıfına dönüşmüşlerdir. Elbette ki, feodalizm ve kapitalizmin dönemlerinde tüm ülkelerde bağımsız köylü isyanları ve başkaldırıları olmuştur. Bazı isyanlar bastırılmış, bazı isyanlar sonucu belli haklar elde etmişlerdir. Ancak hiçbir köylü ayaklanması ile mevcut sistemin alt yapısı ve üst yapısıyla alt edilip, yerine yeni bir sistemin inşa edilmesi mümkün olmamıştır.

Ancak köylü ayaklanmaları bastırılsa da Çin halkının 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ayaklanmaları giderek artar. Bu ayaklanmalar sömürülen köylü yığınlarının haklı ve meşru başkaldırılarıdır. Giderek bu ayaklanmalar, tarih sahnesine çıkan ulusal burjuvazinin, aydınların ve proleter sınıf ve halk katmanlarının yer aldığı ayaklanmaları beraberinde getirir.

Çünkü artık emperyalizmin sömürüsü beraberinde bu sınıfları oluşturmuş ve Çin’i yeni bir tarih sürecine sokmuştur. Bu süreç beraberinde yeni saflaşmalar oluşturur. Bu saflaşmanın kriterini Çin’i sömüren, bağımlı kılan ve kendi hegemonyasına alan emperyalizm karşısındaki tutum oluşturmuştur. Düzenin en gericisınıfı olan büyük toprak ağaları, tefeci-tüccar kesimler, emperyalistlerin ilk dayanağını oluştururlar. Burjuvazinin bir kısmı da palazlanır ve emperyalistlerin yörüngesinde hareket eden komprador burjuvaziye dönüşür.

Bu gerici sınıflar, karakterleri gereği emperyalizmin güdümünde halkın çoğunluğuna karşı ittifak oluştururlar. Emperyalizme ve gerici sınıflara karşı bağımsız hareket eden ulusal burjuvazi de vardır.

 (7) Mao, Seçme Eserler 2, s. 296, Eriş Yayınları  

Ulusal burjuvazinin sağ kanadı giderek gerici mevzilere kayarken,sol kanadı emperyalizmin sömürüsünden ve feodalizmin varlığından olumsuz etkilenmektedir. Dışarıdan ihraç edilen komprador kapitalizm beraberinde Çin proletaryasını da oluşturur. Proletarya yeni bir sınıf olmasına rağmen hızla gelişen en ileri sınıftır. Geçmiş dönemin köylülüğü ile küçük burjuvazi de sömürülen ve ezilen sınıflar katmanına giren diğer muhalif sınıflardır. Devrim ve karşı-devrim saflaşması ezen ve ezilen sınıfları karşı karşıya getirir.

Ezilen sınıfların ittifakında önceleri öne çıkan ulusal burjuvazi olmuştur. Dr. Sun Yat Sen önderliğindeki ulusal burjuvazinin Guomindang Partisi 1911 yılının Ekim ayında işçilerin, köylülerin, küçük burjuvazinin desteğiyle başlattığı ayaklanma sonucu Çin Hanedanı’nın istibdat rejimini yıkar.

Vuçang’da başlayan ayaklanma, Çin’in diğer eyaletlerine de yayılır. 1 Ocak 1912 tarihinde Nancing’de Çin Cumhuriyeti Hükümeti kurulur. Sun Yat Sen geçici Başkan seçilir. “Emperyalist baskının bir kurbanı olan Çin burjuvazisi de bir zamanlar 1911 Devrimi gibi devrimci mücadelelere önderlik etti ya da başrollerden birini oynadı.”(8) Ancak Çin ulusal burjuvazisi, uzlaşmacı yapısı sonucu devrimin devamını getiremez. Ve devrim yenilgiye uğrar. Çin Hanedanı’nı devirir ama ulusal burjuvazinin önderliğindeki devrim tamamlanmaz. Köylü sorununa çözüm getiremez.

Bunun sonucu emperyalizmi ve feodal güçlerin baskısını alt edemediği için iktidar Kuzeyli savaş ağası Yuan Şikay’ın eline geçer. Sömürü sistemi ve katmerli baskı ve tahakküm varlığını devam ettirir. Çin tarihine damga vuran hareketlerden biri 4 Mayıs Hareketi’dir. Bu hareket 1911 Hareketi’nden daha ileri bir harekettir. Emperyalizme ve feodalizme karşı tutarlı, aktif ve kararlı bir mücadele yürütülür.

4 Mayıs 1919 tarihinde başlayan bu hareketin olduğu dönem iç ve dış konjonktür emperyalizmin ve yerli gericiliğin en gerilediği, teşhir olduğu ve zayıfladığı bir dönemdir. Çünkü Rusya’da 1917 Ekim Devrimi gerçekleşmiştir. Bu devrim, Çin’i etkilemiştir. Bunun sonucu hareketin başını çeken aydınlar aktif olarak yer aldıkları harekette anti-emperyalist, anti-feodal sloganlarla sosyalizme olan inançları ilk kez haykırmışlardır. Emekçi kitlelerin ve köylülerin sonradan katıldığı hareket giderek Pekin’den diğer eyaletlere yayılır.

4 Mayıs Hareketi Mao’nun gözlemiyle “Rus Devrimi’nden ve Lenin’in çağrısından doğmuştur.” “4 Mayıs Hareketi, dünya devriminin, Rusya devriminin ve Lenin’in çağrısı (8) sonucunda meydana geldi.

Mao, Seçme Eserler 2, s. 304, Eriş Yayınları    

4 Mayıs Hareketi o günün dünya proletarya devriminin bir parçasıydı. O sırada, Komünist Partisi henüz kurulmamış olduğu halde Rusya Devrimini benimseyen ve komünist ideolojinin temel ilkelerini bilen çok sayıda aydın vardı. Başlangıçta, 4 Mayıs Hareketi, halkın üç kesiminin, yani komünist aydınların, devrimci küçük burjuva aydınlarının ve burjuva aydınlarının (bu sonuncusu hareketin sağ kanadını oluşturuyordu) cephesinin devrimci hareketiydi.

Hareketin eksikliği, aydınlarla sınırlı kalması ve işçilerle köylülerin harekete katılmamasıydı. Ama 4 Mayıs Hareketi 3 Haziran Hareketi’ne dönüştüğünde, yalnızca aydınların değil, proletaryanın, küçük burjuvazinin ve burjuvazinin de katıldığı hareket ülke çapında devrimci bir hareket haline geldi.

 4 Mayıs Hareketi sonucunda doğan kültür devrimi, feodal kültüre karşı uzlaşmaz bir muhalefet yürüttü; Çin tarihinin başlangıcından bu yana hiçbir zaman böylesine büyük ve köklü bir kültür devrimi olmamıştı.”(9) Tüm bu gelişmeler Çin’i tarihsel olarak yeni bir sürece sokar. Bu süreç Çin tarihinde ilk kez komünist partisinin oluştuğu dönemi beraberinde getirir. Zaten sınıf çelişkilerinin giderek keskinleşmesi, emperyalizmin ekonomik ve siyasi tahakkümünün de uç boyutlara tırmanması, komünist partisinin oluşmasının objektif koşullarını oluşturuyordu.

Bununla beraber dışta 1917 Ekim Devrimi ile içte 1919’daki 4 Mayıs Hareketi, komünist partisinin oluşmasının subjektif koşullarını oluşturur. Sosyalizme olan sempati bu hatta örgütlenmeyi zorunlu kılar. Bunun sonucu 1921’de ÇKP kurulur.

Komünizme sempati duyan aydınlar ve sınıf bilinçli proleterler ve emekçilerin saflarında yer aldığı komünist partisi böylece sınıf mücadelesinde ve gerici Çin Devleti’ne karşı mücadelede yer alır. Bunun sonucu olarak Çin’de artık öncü güç burjuvazi değil, proletarya olur. Burjuvazinin tarihsel olarak gericileşmesi demokratik devrime önderlik rolünü proletaryaya devrediyordu.

Her ne kadar Çin’de ulusal burjuvazi olmasına karşın, burjuvazinin esas kesiti tekelci ve komprador karakter alarak devrimin önünde engel teşkil etmiştir. Bunun sonucu artık devrimin öncü müfrezesini sınıf bilinçli proletarya ve komünist partisi oluşturmuştur.

Çin’de demokratik devrim olmadığından sosyalist devrimden evvel tarihsel olarak burjuvazinin yapması gereken burjuva demokratik devrim ÇKP’nin gündemindeydi. Sosyalist devrim demokratik devrimin yerine getirilmesiyle gündeme gelecekti. Bu gerçeği Mao daha o zamanlar görüyor ve ÇKP’nin önüne bu asgari programı koyuyordu:

(9) Mao, Seçme Eserler 2, s. 363, Eriş Yayınları

 

“Üçüncü Enternasyonal’in Çin konusundaki kararı ile tam bir görüş birliği halindeyiz. Hiç kuşkusuz Çin, hala burjuva demokratik devrimi aşamasındadır. Çin’de tam bir demokratik devrim programı, tam bir ulusal kurtuluşa ulaşmak için dışta emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmayı, içerde ise kentlerde komprador sınıfın iktidar ve etkisinin yokedilmesini, köylerde feodal ilişkilere son vermek için tarımsal reformun tamamlanmasını ve savaş ağaları hükümetinin devrilmesini kapsar.

 Sosyalizme geçmek için gerçek temelleri atmadan önce böyle bir demokratik devrimden geçmemiz gerekir.”(10) Böylece Çin’de burjuva demokratik devrimi örgütleyecek ve önderlik edecek parti, demokratik devrim programını önüne koyar ve o doğrultuda hat izler.

ÇKP böylesi bir ihtiyacın ürünü olarak Sovyet Devrimi ve 4 Mayıs Hareketi sonucu oluşur ve Çin Devrimi’nde yerini alır……

Devam edecek...............

1924-1927 İç Savaşı ve ÇKP Guomindang Cephesi ÇKP’nin üstlendiği demokratik devrim, artık eski tarz değil yeni demokratik devrimdir. Gericileşen burjuvazinin artık devrime önderlik eden sınıf olmaktan çıkıp, devrime engel teşkil etmesi devrimin öncü müfrezesini değiştirmiştir. Devrimin anti-feodal muhtevası, özü, rolü devam etmesine karşın devrime önderlik eden sınıf ve parti değişir, devrimin hedefini oluşturan toprak ağaları, tefeci-tüccar sermayesi sınıflarına emperyalist ve komprador burjuvazi sınıfları da dahil olurlar.

Bu minvalde devrime önderlik eden ÇKP, ML’in evrensel ilkelerini, Çin’in öznel durumu ve somut pratiğiyle birleştirir. Bunun sonucu anti-feodal, anti-emperyalist örgütlenmeye ve mücadeleye gidilir. Gerici sınıflara ve devlete karşı sömürülen, ezilen ve baskı ve tahakküm altında tutulan halk katmanları devrim saflarına çekilir. Bu misyonu üstlenen ÇKP, beraberinde ulusal burjuvazinin sol kanadı ve partisi Guomindang ile de ittifak oluşturma kararı alır.

Ve bu doğrultuda adım atılır ve ulusal burjuvaziyle birlikte diğer halk güçlerinin de içinde yer aldığı cephe oluşturulur. “1924’te Dr. Sun Yatsen, Çin Komünist Partisi’nin önerilerini kabul ederek, Komünistlerin de katıldığı Guomindang Birinci Milli Kongresi’ni topladı: Rusya ile ittifakı, Komünist Partisiyle işbirliğini ve köylülerle işçilere yardımı öngören Üç Büyük Siyaseti benimsedi.

 Vampoa Askeri Akademisi’ni açtı ve Guomindang, Komünist Partisi ve halkın bütün kesimlerinin milli birleşik cephesini kurdu. Bunun sonunda, Kvangtung Eyaleti’ndeki gerici güçler 1924-1925’te yok edildi, muzaffer Kuzey Seferi 1926-1927 boyunca sürdürüldü. Yangze ve Sarı Irmak boyunca birçok bölge zaptedildi.

Partizan/110 (10) Mao, Askeri Yazılar, s. 54, Sol Yayınları  

 Kuzeydeki savaş ağası hükümeti yenilgiye uğratıldı ve halkın kurtuluş mücadelesi o güne kadar Çin tarihinde görülmemiş bir ölçüde yayıldı.”(11) Görüldüğü gibi ÇKP Guomindang’a yaptığı teklifle cephe kurar. Bu cephe, ulusal burjuvaziyle birlikte köylüleri ve işçileri de içine alır. Çin’de ilk kez oluşturulan cephe tüm halk güçlerinin saflarında yer aldığı cephedir.

 Bu cephe içinde yer alan sınıfların ortak çıkarları üzerine oluşturulmuştur. Böylece emperyalizm ve uşaklarının katmerli baskısı altındaki sınıflar bir araya gelerek birlikte mücadele verirler.

Onları birleştiren ve aynı mevzide mücadeleye sevk eden anti-emperyalist, anti-feodal güzergâh olmuştur. Komünist partinin öneri ve öncülüğünde oluşturulan bu cephenin siyasi temelini Üç Halk İlkesi, Üç Büyük Siyaset oluşturur. 17 Ekim Devrimi’nden ve ÇKP’nin kuruluşundan evvel Guomindang’ın gündeme getirdiği Üç Halk İlkesi, eski sürece tekabül ediyordu. Daha Ekim Devrimi’nin yapılmadığı ve Çin özgülünde Komünist Partisi’nin oluşmadığı süreçte, Sun Yat Sen önderliğindeki Guomindang tarafından belirlenen bu eski Üç Halk İlkesi’ni “Milliyetçilik, Demokrasi ve Halkın Refahı” hedefleri oluşturuyordu.

 1908 Yuan Ayaklanmasısonrası oluşturulan eski dönemin Üç Halk İlkesi, o günün koşullarına uygun düşen doğrudan burjuvazinin önderliğindeki demokratik devrimin ilerici hedeflerini içeriyordu. Dolayısıyla “Eski Üç Halk İlkesi eski dönemde devrimci idi ve bu dönemin tarihi özelliklerini yansıtıyordu.”(12)

Ancak 1917’de Ekim Devrimi’nin olması, 1 Temmuz 1921’de ÇKP’nin kuruluşu ve halkın birleşik cephesi koşullarının oluşmasıyla beraber, 1924 tarihinde yeni kategoriye dahil Üç Halk İlkesi gündeme gelmiştir. Bu gerçek görülmeli, eskiden doğru olan ama bu koşullarla beraber içeriği değişen ve eskinin yerini alan yeni Üç Halk İlkesi görülmeli ve pratiğe uygulanmalıydı.

Nitekim Sun Yat Sen, bu gerçeği görmüş, Guomindang’ın 1. Kongresi’nde eskinin yerine yeni koşulların Üç Halk İlkesi’ni gündeme getirmiştir. Mao da bu değişikliği tasvip etmiştir: “Bildiri, Üç Halk İlkesi’nin tarihindeki iki dönemi ayırt eder. Üç Halk İlkesi, bildiriden önce, eski sınıflamaya aitti; yarı-sömürge bir ülkede eski burjuva demokratik devrimin Üç Halk İlkesi, eski demokrasinin Üç Halk İlkesi, eski Üç Halk İlkesi’ydi. Bildiriden sonra ise Üç Halk İlkesi yeni bir sınıflamaya girdi, yarı-sömürge bir ülkede yeni burjuva demokratik devrimin Üç Halk İlkesi, Yeni Demokrasi’nin Üç Halk İlkesi, yeni Üç Halk İlkesi haline geldi. Yeni dönemin devrimci Üç Halk İlkesi sadece ve sadece bunlardır.

Partizan/111 (11) Mao, Seçme Eserler 3, s. 265, Kaynak Yayınları (12) Mao, Seçme Eserler 2, s. 357, Eriş Yayınları

Yeni dönemin devrimci Üç Halk İlkesi, yeni ya da gerçek Üç Halk İlkesi, Rusya’yla ittifak, Komünist Partisiyle işbirliği ve köylülere ve işçilere yardım şeklindeki Üç Büyük Siyaseti kapsar. Bu Üç Büyük Siyasetten herhangi birinin olmaması halinde Üç Halk İlkesi yeni dönemde ya sahte ya da eksik olur.”(13) Mao’nun birçok yerde belirttiği gibi Üç Halk İlkesi, ÇKP ile beraber Sun Yat Sen önderliğindeki Çin milli burjuvazisinin esasta ortak hedeflerini oluşturur. Ama bu hedef, Çin ulusal burjuvazisinin azami programıdır, ÇKP’nin ise asgari programıdır. Çin’de o dönem gündemde olan demokratik devrimin programıdır. ÇKP elbette ki bu asgari programla yetinmeyip, azami programı da önüne koyarak kesintisiz devrimle sosyalizmin inşasını da üstlenecektir.

Ancak sosyalizmin inşasından evvel o süreç ÇKP’nin önüne demokratik devrim aşamasını koymuştur ve mücadele o minvalde verilecektir. O tarihsel süreç feodalizmin tasfiyesi, emperyalizmin kovulması ve komprador kapitalizmin tasfiyesi görevi demokratik devrimin asli hedefini oluşturmuştur.

Üç Halk İlkesi bunu içermektedir. Mao, Üç Halk İlkesi mücadelesinin, ÇKP’nin asgari programını içerdiğini ve demokratik devrimin esas görevinin olduğunu müteakip defalar belirtmiştir: “Ancak bu Üç Halk İlkesi, özünde daha önceki, eski Üç Halk İlkesi’nden farklı olarak, bir Yeni Demokrasi programıdır. Kuşkusuz bunlar ‘Çin’in bugün ihtiyaç duyduğu şeyler’dir ve yine kuşkusuz ‘Partimiz, onların tam olarak gerçekleştirilmesi için savaşmaya hazırdır’. Biz Çin Komünistlerine göre, Partimizin asgari programı için mücadele ile Dr. Sun’un devrimci ya da yeni Üç Halk İlkesi için mücadele, (her bakımdan olmasa bile) temelde tek ve aynı şeydir. Bu nedenle Çin Komünistleri geçmişte ve bugün olduğu gibi gelecekte de devrimci Üç Halk İlkesi’nin en içten ve en titiz uygulayıcıları olacaklardır.”(14)

1924-1927 İç Savaş başlar. İlk başlarda emperyalistlerin desteğindeki büyük toprak ağalarına karşı verilen mücadelede büyük başarılar elde edilir. ÇKP-Guomindang ittifakına dayalı köylüler, işçiler mücadeleye seferber edilir ve İngiliz emperyalistleriyle işbirliği yapan Kanton bölgesindeki gerici toprak ağaları ve kompradorların askeri gücü “Tüccar Kıtası” yenilgiye uğratılır.

Ardından Kanton’dan çıkan devrimci ordu, yaptığı Doğu Seferi’nde bölgenin köylüleriyle birlikte bölgenin savaş ağasını da yenilgiye uğratır. Daha sonra Kanton’a tekrar dönen halkın birleşik cephesi, bölgedeki diğer karşı-devrim güçlerini, savaş ağalarını yok eder. Bu mücadele, emperyalizmin uşakları feodal güçlere ve komprador burjuvaziye karşı verilir ve onlara karşı darbe vurur.

Ancak bu başarının devamı gelmez.

Partizan/112 (13) Mao, Seçme Eserler 2, s. 353, Eriş Yayınları (14) Mao, Seçme Eserler 3, s. 292, Kaynak Yayınları

Guomindang’ın önderi Sun Yat Sen’in savaş döneminde ölümü üzerine, Guomindang önderliği ulusal burjuvazinin gerici kliğinin ve kompradorlaşan burjuvazinin temsilcisi olan Çan Kay Şek’e geçer ve gerici klik devrime ihanet eder. Guomindang artık karşı-devrim saflarında yer alır ve Sun-Yat Sen döneminde oluşturulan ulusal cephe bozulur.

Bir dönemler proletarya, köylüler ve küçük burjuvazi ile aynı cephede yer alan ulusal burjuvazinin örgütsel yapısı düşman olurlar. Bu durum birbirlerine karşı yeni saflaşma ve çatışmayı beraberinde getirir. Bunun sonucu emperyalizmin güdümünde yer alan Çan Kay Şek ve diğer gerici klikler, Çin halkına karşı saldırıya geçerler. Artık Goumindang, karşı-devrim hattında yer almıştır. Mao’nun deyimiyle, burjuva demokratik devrim yarı yoldayken, Guomindang şehirlerde komprador burjuvazinin ve köylük bölgelerde savaş ağalarının partisi haline gelmiş ve karşı devrim yoluna girmiştir. “Çin’in ivedilikle bir burjuva-demokratik devrimine ihtiyacı vardır ve bu devrim yalnız proletarya önderliğinde tamamlanabilir. Proletarya, Guangdung’dan başlayarak Yangze ırmağına doğru yayılan 1926-1927 devrimine sağlam bir biçimde önderlik edemediği için, komprador ve toprak ağası sınıfları önderliği ele geçirdiler ve devrimin yerini karşı-devrim aldı.

Böylece burjuva-demokratik devrim geçici bir yenilgiye uğradı. Bu yenilgi, Çin proletaryası ve köylülüğü için de aynı zamanda Çin burjuvazisi için de (ama komprador ve toprak ağası sınıfları için değil) ağır bir darbeydi.”(15) Mao bu dönemi değerlendirirken geçici yenilgiden bahseder. Bunun sonucu burjuva demokratik devrim hedefine ulaşamaz ve kesintiye uğrar.

Kazanılan mevziler yitirilir ve halkın oluşturduğu cephe de dağıtılır. Guomindang’ın gerici kliğinin ihaneti yenilgiye ve halk güçlerinin oluşturduğu ittifakı yitirmelerine neden olur. Yenilginin bir diğer nedeni de ÇKP’nin iç yapısındaki durumdur. ÇKP içinden çıkan tasfiyeci, Troçkist ve karşı devrime meyillenen kliğin giderek önderliği ele geçirmesidir. 1927 yılında Guomindang’ın karşı-devrim saflarında yer almasıyla beraber, aynı tarihlerde ÇKP önderliğinin de devrim mücadelesinde teslimiyetçi bir hatta girmesi yenilginin diğer nedenini oluşturur.

Guomindang’ın devrime ihanetinin yanında, önderliğin de rolünü ve oynaması gereken misyonu yerine getiremeyişi alınan yenilginin subjektif nedenini oluşturmuştur. Mao yoldaş bunu açıkça vurgular:

Partizan/113 (15) Mao, Seçme Eserler 1, s. 62, Eriş Yayınları

“Ne var ki, bu devrim yenilgiyle sonuçlandı, çünkü 1927’de, o zamanlar bizim müttefikimiz olan Guomindang’taki gerici klik devrime ihanet etti, çünkü o zamanlar emperyalizm ve gerici Guomindang kliğinin birleşik kuvvetleri çok güçlüydü ve özellikle Partimizde, Cen Dusiu’nun temsil ettiği sağcı ideoloji bu devrimin bitim döneminde (altı ay kadar) Komünist Enternasyonal’in ve Stalin yoldaşın birçok akıllıca direktifini reddeden, Mao Zedung yoldaş ve öbür yoldaşların doğru görüşlerini reddeden teslimiyetçi bir politikaya dönüştü ve Parti’nin yönetici organına hakim oldu; (abç) bunun sonucu olarak, Guomindang devrime ihanet edip, halka birden saldırdığında, Parti ve halk etkili bir direnme hareketi örgütleyemedi.”(abç) (16)

Cen Dusiu’nun önderliğindeki bir avuç Troçkist kırmasının yer aldığı yönetici organ, Guomindang’a karşı teslimiyetçi tavır aldı. Son altı ayda Parti ve halk devrimci kulvardan kopuk teslimiyetçi bir hatta sokulmak istendi. Önderliği ele geçiren sağcı ve teslimiyetçi klik ÇKP’nin önüne koyduğu demokratik devrime karşı çıktı. Toprak Devrimi reddedildi. Ayrıca “sosyalist devrimin yapılması için gelecek günlerin beklenmesi” ve “Milli Meclisİçin” sloganıyla devrimci hareketin yok edilmesini savundular.

Mao ve komünist yoldaşları, devrime ihanet eden, teslimiyetçi Cen Dusiu güruhuna karşı aktif ideolojik-örgütsel tavır takındılar. Onların uzlaşmacı, teslimiyetçi, tasfiyeci ve partiye karşı hizip oluşturan pratiklerine karşı, parti ilkeleri doğrultusunda alınan tavırla partiden ihraç edildiler. Sonradan karşı-devrime yönelen Cen Dusiu kliğine karşı alınan kararlı tavırla partinin önü açıldı.

Elbette ki ÇKP, bu dönemi değerlendirdi. ÇKP Merkez Komitesi, 7 Ağustos 1927’de yaptığı olağanüstü toplantı sonucu sağ oportünizme tekabül eden hata ve zaafları belirleyerek mahkum etme ve partiyi daha ileriye taşıma kararı alındı. Ve bu doğrultuda hareket edildi. Bunun sonucu, önderliğin rolü ve önemi daha iyi kavrandı. Çünkü önderliğin sapması partiyi olumsuz etkilemiş, demokratik devrim hattından belli kopukluklar içerisine girilmişti. Silahlı mücadelenin önemi 1926’daki Kuzey Seferi’ne katılana kadar yeterince kavranamamış ve demokratik devrimin askeri stratejisi doğrultusunda gereken pratik hat izlenmemiştir.

Bunun sonucu askeri örgütlenme, askeri strateji ve taktikler öne çıkarılamamıştır. Kitle örgütlenmesi askeri örgütlenmeden kopuk olmuştur. Guomindang gerici saflarda yer aldığında kitle hareketi çökmüştür. Silahlı mücadelenin önemi ve kesintisiz sürdürülmesi tahlili kendisini bir kez daha doğrulamıştır.

Partizan/114 (16) Mao, Seçme Eserler 3, s. 208, Kaynak Yayınları

Böylece ÇKP, yanlış ve eksiklerden çıkardığı dersleri, doğrularıyla birleştirme ve devrimi daha ileriye taşıma kararı almıştır. Devrimin üç asli görevi olarak bir kez daha parti inşası, ordunun inşası, halkın cephesi kararı alınmıştır. Bu daha net görülmüştür. Bu mevziler daha sağlam temeller üzerine oturtulmalıydı. Bu üçlü mevzi, Çin’deki yeni demokratik devrimin sacayağını oluşturuyordu.

Devam edecek..........

Toprak Devrimi Savaşı

 


30 Eylül 2024 Pazartesi

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi_Halil Gündoğan

https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/bay-ozkok-gibilerinin-vicdan-muhakemesi

 Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. 

Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

 

Kan dondurucu soğuklukta ki böylesi bir soru ancak ki akıl ve vicdanını emperyalist haydutların hizmetine sunmuş olanlarca sorabilir. Çünkü genel olarak yeryüzünün ve özel olarak da Orta Doğu’nun tarihsel gerçekleri herkesçe görülebilir yalınlıkla orta yerde duruyor. Böyleyken; yaşanan ve yaşanmakta olanların asli fail ve sorumlusu olarak emperyalist devletler yerine, mağdurları aslı fail ve sorumlular olarak ileri sürmenin başka nasıl bir izahatı olabilir acaba?

 

Özel olarak sadece Orta Doğu’yu konu edinirsek; Bay Özkök bilmiyor olabilir mi Orta Doğu’nun hem öncesi ve ama hem de yakın dönem tarihini? Bilmiyor olabilir mi Orta Doğu’nun yaşadığı bu lanetli “makus talihinin” bir fiil emperyalist devletler marifeti olduğunu?

 Keza bugünün,

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonuçlarının doğrudan kanlı mirası olduğunu bilmiyor olabilir mi?

Keza bugünün Orta Doğu’sunun özgün sorunlarının başında gelen “Filistin sorununun” bir fiil ABD ve İngiliz emperyalistlerinin eseri olduğunu bilmiyor olabilir mi? Dünya halklarının en önde gelen baş düşmanlarından olan bu emperyalist güçlerin

2. Emperyalist Paylaşım Savaşı akabinde, dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahudileri, tarihi Kenan Ülkesine getirtip orada Siyonist emellerini gerçekleştirebilmeleri için kukla bir İsrail Devleti kurdurttuklarını bilmiyor olabilir mi acaba? İsrail Devleti’nin, kurulduğu tarihten bugüne, sürekli bir şekilde Filistinlerin topraklarının işgaliyle topraklarını büyütmeye devam ettiğini bilmiyor olabilir mi? Son Gazze işgali, sınır tanımayan yıkımı ve Filistin soykırımını bir fiil ve doğrudan ABD ve İngiliz emperyalistleri başta olmak üzere yekvücut Batı Avrupa emperyalist devletlerinin her türlü maddi-manevi desteğiyle yürüttüğünü bilmiyor olabilir mi?

 

Elbette bunların hepsini biliyor. Fakat yalın gerçekleri biliyor olmak bazıları için pek de bir şey ifade etmez. Çünkü böylelerinin vicdan kantarı gerçekleri baz almaz. Onların tek ölçü birimi vardır; o da vicdan ve akıllarını ipotek verdikleri emperyalist haydutların çıkarlarıdır. İşte tamamen böyle olduğu içindir Gazze’yi havadan bombalarla, karadan buldozerlerle yerle bir eden, çoluk çocuk demeden on binlerce sivili katleden, yani Filistinlileri açıkça geleceksizliğe mahkûm eden faşist İsrail Devleti’nin ardında ve yanında duran emperyalist güçlerin yardım ve desteğini bu yıkımdan sorumlu tutmaz.

Tam aksine, gerçeği tersyüz ederek, Hizbullah’ın Filistinlilerle geliştirdiği dayanışma direnişini, Hizbullah’ın İsrail’e savaş açması olarak sunar. Dolayısıyla da İsrail ve ardındaki emperyalist güçlerin gerçekleştirmekte olduğu bu yıkım ve soy kırım savaşının sorumlusunun Hizbullah olduğunu göstermeye çalışır. Örneğin: “İran yanlısı Hizbullah’ın İsrail’e savaş açması Filistin halkına destek değil tam aksine köstek oluyor.”, “Hizbullah Gazze halkının değil İran’ın menfaatlerinin savaşını veriyor orada.” şeklindeki bu sözleriyle. (Aynı yer.)

 

Arsızlıkta sınır tanımama hali bu olsa gerek. Sanki ortada Gazze’nin yıkımı ve Filistin topraklarının işgal ve ilhakı yokmuş, bir halk soykırımdan geçirilmiyormuş da sırf İran çıkarları gereği Hizbullah’ın sebepsiz yere İsrail’e savaş açması durumu varmış!..

 

Oysa ortada Hizbullah tarafından İsrail’e açılmış bir savaş gerçekliği de yok. Emperyalist dünya devletlerinin desteğiyle Siyonist İsrail Devletinin ölçüsüz yıkıcılığı karşısında durup, mazlum Filistin halkının direnişine omuz vermeye çalışmaktan ibaret bir pozisyon. Bunun, savaş literatüründeki yalın karşılığının savunma savaşı olduğu açık değil midir?

Peki bay Özkök bunu bilmiyor olabilir mi?

Keşke cahilliğine verebilmek mümkün olsaydı. Ama maalesef bay Özkök çok bilinçli bir şekilde sorunu manipüle ediyor:

Mazlumu ve destekçilerinin kendilerini savunma direnişini saldırganlık; savaş suçu işlemekten yargılanan soykırımcı, işgalci ve zorba Siyonistleri ve destekçilerini ise masum ve mazlum göstermeye çalışıyor.

 

Görünen o ki bay Özkök kendisini emperyalist güçler ve İsrail Siyonistleri adına psikolojik harp enstrümanı olarak işlevlendirmiş. Ve muhtemelen, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın İsrail tarafından katledilmiş olmasından duyduğu sevinçle kıçına kına da yakmıştır.  

 

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)