TDH içinde, 1960-1970’lerde “milli demokratik devrim”
argümanı ağır basıyordu. O günlerde bu saptama ülke gerçeği ile genelde
uyuşuyordu. Çünkü ülke gerçekten emperyalizmin yarı-sömürgesi durumundaydı ve
nüfusun yarısından fazlası köylerde yaşıyordu. Ancak, 50 yılı aşkın bir süre
sonra aynı sloganı kullanmak, işçi sınıfının önüne, stratejik hedefi olarak
“demokratik devrimi” koymak, ülke geçeği ile uyuşmadığı gibi, dün doğru olan
slogan bugün sosyalşevonist bir sapmaya dönüşmüştür.
Demokratik devrimin bir yanı emperyalizme karşı bağımsızlık
mücadelesini içerirken, bir yanı da tarım devrimini, daha doğrusu var olan
feodal ve de feodal kalıntıları ortadan kaldırmayı hedefler. Yoğun bir
topraksız köylü nüfusu olur ve toprak sorununu çözmek için demokratik bir devrim
gereklidir. Ve demokratik devrim sosyalizme giden yolda ara bir aşama olur.
Çin Devrimi, yarı-feodal ve yarı-sömürge ülkeler için bir
örnek teşkil eder. Kapitalizmin geliştiği, feodal üretim ilişkilerinin
kalmadığı bir ülkede, toprak devriminden söz etmek, kapitalizm gerçekliğiyle
bağdaşmaz. Ya da kapitalizm kısmen geliştiği, yarı-sömürgeciliğin ağır bastığı
ülkelerde, “milli demokratik devrim” gündemde olabilir. Bu tür ülkeler, genelde
Afrika'nın bazı ülkelerinde söz konusudur.
Örneğin, Ekim Devrimi öngününde, Rusya'da da yoğun bir
topraksız köylü nüfusu vardı. Ancak 1917 Şubat devrimi ile bu çözüldü. Çarlığın
devrilmesi ve burjuvazi ile uzlaşan menşevik ve Sosyalist Devrimciler'in
“geçici hükümet”de yer almasıyla, siyasal olarak demokratik devrim geçekleşmiş
oldu ve Bolşeviklerin önderliğinde gerçekleşen devrim doğrudan sosyalist devrim
oldu. Bolşeviklerin, Sosyalist Devrimciler'in tarım programını kullanmaları,
devrimin sosyalist niteliğini değiştirmedi.
Bazı anlayışlar, feodal üretimin yok edilmesi için “devrim”
bekliyor. Yani, feodalizmin topraktan tasfiyesinin ancak ve ancak proletarya
önderliğinde “demokratik devrimle”olacağı görüşünde. Bu gerçekci değildir.
Emperyalizm ve proleter devrimler çağında,, emperyalizm girdiği ülkelerde feodalizmin
çözülmesini hızlandırıcı bir rol oynamıştır.
Kapitalizm, girdiği
ülkelerde feodalizmle uzun süre birlikte içiçe yaşayamaz. Yeni olan, baskın
olan, eskiyi şu veya bu şekilde tasfiye eder. Bu tasfiye işlemi, devrimci bir
tarzda değil, kapitalist gelişmenin doğal eğilimi içinde olur. Emperyalist bir
dünyada, üretimin uluslararasılaşmasının en üst boyuta çıktığı bir süreçte,
eğer, feodal üretim ilişkileri, bazı ülkelerde, az ya da çok varlığını
sürdürüyorsa, emperyalistler arası çatışmanın, pazar paylaşımının sonucu ortaya
çıkan boşluklar içinde varlığını sürdürüyordur. Örneğin Afganistan ve Afrika
kıtasındaki bazı ülkelerde olduğu gibi...
Türkiye sosyalist devriminin önünde, bugün köylünün
topraklandrılması esas görev değildir. Deyim yerindeyse, gelinen aşamada köylü
kalmadı. TÜİK 2022 verilerine göre %7 civarında nüfus köylerde yaşıyor. Varolan
köylülerin bir “toprak sorunu” yoktur. Kapitalizm köylülüğü son elli yıl içinde
mülksüzleştirerek işçileştirdi. Varolan köylülük ise kapitalist üretim
ilişkileri içinde olan bir köylülüktür. Yani, sosyalist devrimin çözeceği bir
tarım sorunu vardır.
Türkiye'de, topraksız köylülük lafı edilmeyecek derecede
azalmıştır. Çünkü daha önce var olan topraksız köylüler, şehirlere çekilerek
işçileştirilmişlerdir. Az miktarda toprak sahibi olan köylülükte şehirlere göç
etmiş ve köylülerin bir kısmı ise mülksüzleştirilmiştir. Özellikle Kuzey
Kürdistan'da eski feodal toprak ağaları yoktur. Bunlar tamamıyle kapitalist
çiftlikler halini almıştır. Ve tarım bütünüyle kapitalistleşmiştir.
Kürdistan'da halen büyük toprak sahibi “şeyh” “şıh” varsa, bunlar kapitalist
“şeyh” ve “şıh”tır. Toprağa bağlı müritleri olmayan, ama ücretli işçileri,
dinsel ve siyasal etkinliği olan kesimlerdir. En gelişmiş kapitalist ülkelerde
de bunların benzerleri bulunabilir. “Büyük Toprak Sahiplerinin Tasfiyesi”
başlığı altında köylü-toprak sorununa yeniden döneceğim.
Kapitalizm Boş Pazar Bırakmaz
Kapitalizm her şeyi pazara bağlamıştır. İran'ın şeriat
rejmiyle yönetilmesi, Katar, S. Arabistan, BAE gibi ülkelerin “şeriat
rejimleri” olması, o ülkelerin feodal ya da yarı-feodal bir ekonomiye sahip
oldukları anlamına gelmiyor. Tersine özellikle körfez dikatatörlükleri en
gelişmiş kapitalist ülkelerdir. Uluslararası sermayenin yoğunlaştığı
alanlardır. Bu adlarını saydığım ülkeler emperyalist ülkelerdir. Nasıl ki,
İngiltere ve Avrupa'nın bir çok ülkesinde “monarşi” kralların olması, o
ülkelerin niteliğini “feodal” yapmıyorsa, “şeriat” adı altındaki yönetimleri de
“feodal” nitelikli yapmıyor. Eğer, Afganistan, Taliban yönetimi altında devam
ederse, dışardan ve içerden karıştırmalar olmazsa, orası da, bir süre sonra
kapitalist üretim ilişkilerin egemen olduğu yer olmaktan kaçamayacaktır.
Emperyalizm günümüzün en gerici sistemidir ve devamlı gericilik üretir. “Tanrı,
nasıl, Trump'ı ABD'ye lider olarak gönderiyor”sa, bunları da yönettikleri
halkın, inandığı tanrı “lider olarak gönderiyor”.
Ayrıca, belirtmek gerekiyor, emperyalizmin krizi
derinleştikçe, emperyalistler arası kutuplaşmadan kaynaklı çelişmeler keskinleştikçe,
dinsel gericileşme, dine daha fazla sarılma'da birlikte gelir. Tek tanrılı
dinler, her zaman egemen sınıfların hizmetinde olmuştur. Günümüzde de en sıkı
şekilde emperyalizmin yayılmacılığının ve kapitalist sömürünün hizmetindedir.
Kapitalist burjuvazi, feodal aristokrasiye karşı sekülerdi. Kapitalist
gelişmenin o zaman buna gereksinimi vardı. Bugün emperyalizmin, sermaye
birikimi ve egemenlik alanlarını genişletmesi için, sekülerizme değil dinsel
gericiliğe gereksinimi var. Kapitalizmi seküler olarak görmek yanıltıcıdır. O
gerilerde kaldı. Şimdi çağımız emperyalizm ve proleter devriler çağıdır.
Burjuvazinin karşısında, feodal aristokrasi değil, onu yıkmak ve daha ileri bir
sistem (sosyalizm) kurmak isteyen devrimci proletarya var.
Buradan hareketle, kapitalist bir ülkede “demokratik devrim”
savunuculuğu geri bir adım ve gericiliktir. Hele hele, Türkiye gibi emperyalist
bir ülkede “Bağımsız Demokratik Bir ülke İçin Anti Emperyalist Mücadele1 “yi
proleteryanın önüne esas starateji olarak koymak, Türk tekelci burjuvazisinin
ülkeye her yönüyle egemen oluduğu gerçeğini yadsımak olur ki, bu sosyal
şovenist bir teorik belilemedir.
Son olarak Evrensel'in TÜİK'in “yabancı şirketlerle” ilgili
haberini buraya alalım:
"TÜİK yabancı kontrollü girişim istatistikleri"ni
açıkladı. Buna göre, yabancı kontrolündeki girişim sayısı 2021'de 7 bin 424
iken, 2022'de 8 bin 134 oldu. Bu girişimlerin toplam cirodaki payı 2021'de
yüzde 12,9, 2022'de ise yüzde 12,7 olarak kayıtlara geçti.”2
Almanya'dan da bu konuyla ilgili rakamlar verelim. “2022
yılında tam 38.438 şirket yurt dışında yerleşik bir ana şirkete aitti.” ve
“2022 yılı itibariyle, yaklaşık 4,4 milyon kişi yabancıların kontrolündeki
şirketlerde çalışıyor.” ... “2022 raporlama yılında, Alman şirketlerinin
neredeyse %14'ü orada (diğer Avrupa ülkelerinde -YK-) bulunan ana şirketler
tarafından kontrol ediliyordu. ... ”3 Almanya'da faaliyet sürdüren yabancı
tekellerin, Almanya'daki istihdam içindeki payları %10,2 iken, toplam cironun
%22,3'dür. Ve bu satışların değeri ise 1 trilyon 95 milyar Avro kadardır.4
Oysa, Almanya'nın 2021 yılı GSYIH 3 trilyon 676 milyar Avro kadardı.5 Yani,
Alman milli gelirinin yaklaşık üçte biri yabancı tekellerin kontrolündeki
şirketlerin satışından elde edilmiştir. Ve bu tekellerin Almanya içindeki
yatırımların payı, toplam yatırımların % 13,6'ını oluşturuyor. Almanya'daki
brüt katma değerin %16,7'sini yabancı tekellerin işletmelerinden geliyor.
Akdağ'ın anlayışıyla hareket edersek, Alman emperyalizmi yabancı emperyalist tekellerin
işgali altında.
Bu örnekleri vermemin nedeni, sorunu yüzeysel ele alıp,
emperyalist sistemin genel yapısı gözardı edilmektedir. İyi niyetli
“anti-emperyalizm” karşıtlığı, emperyalist sistemin geldiği aşamayı doğru
çözümlemeye yetmiyor. Emperyalist sistemin geldiği aşama diyalektik materyalist
anlayışla ele alınmalıdır. Onu, ağır gümrük duvarları ile geriye döndürmenin
olanaksızlığı açıktır.
İçinde Sosyalizm geçmeyen bir anti-emperyalizm
Y. Akdağ'ın adı geçen iki makalesinde de “sosyalizm” kelimesi
geçmiyor. İnkar etmemek içn söyliyeyim. Bir tane geçiyor. O da M. Kemal'den
aldığı bir alıntı içinde.
Türkiye'yi „kapitalist ülke“, „tekelci burjuvazinin
egemenliği„ olarak değerlendirenlerin, sosyalist devrim yerine „demokratik
devrimi“ esas almaları, kendi teorik saptamalarıyla çelişiyor. Bunlardan
bazılarını buraya alıp değerlendirelim.
“...%98’i küçük işletme ölçeğinde olan işletmeler bu
koşullarda faaliyet yürütmekte, bir kısmı tekelci ve emperyalist baskı
nedeniyle iflasa sürüklenerek yok olurken, diğer bir kesimi büyükler için
taşeron ve taşeronun taşeronu olarak yürüttükleri faaliyetle varlıklarını
sürdürmekte;” 6
Yazar, bu değerlendirmeyi, ülkedeki küçük işletmelerin
emperyalizmin etkisiyle iflasa sürüklendiğini gerekçelendirmek için yapıyor:
KOBİ'lerin toplam işletmeler içindeki yeri -en büyük
emperyalist ülkelerden az gelişmiş kapitalist ülkelere kadar-, hemen hemen aynı
orandadır. Yani, %99 -%98 arasındadır. Bu bilgi ve veriler “Emperyalist
Türkiye” kitabımda yer almaktadır. Örneğin Almanya'da KOBİ'lerin toplam
işletmeler içindeki oranı %99,3, büyük işletmelerin oranı ise %0,7 kadardır.7
Tekelciliğin geliştiği yerde, küçük üreticilerin ve küçük işletmelerin iflas ve
yutulmaktan başka çareleri olamaz. Bu, ister Türkiye'de olsun, isterse ABD'de,
genel durum budur ve bu, kapitalizmin olmazsa olmaz bir eğilimidir.
Mülksüzleştirilme son sınırına kadar, yani mülksüzleştirenlerinde
mülksüzleştirilmesine kadar devam eder.
(Bir makalemde belirttiğim gibi,
mülksüzleştirienlerin mülksüzleştirilmesi sürecine çoktan girilmişttir.)8 Büyük
işletmeler %1'in altında olmasına karşın, belirleyici olan, ekonomiye ve siteme
damgasını vuran ve devleti elinde tutanlar, söz konusu olan bu %1'dir. Bunun
anlamı tekelleşmedir. Tekelci burjuvazinin egemenliğinin matematiksel
göstergesidir. Ayrıca, küçük esnafın (genel anlmada KOBİ'lerin) iflasa
sürüklenmesi, salt Türkiye'ye özgü değil, kapitalizmin en gelşmiş olduğu
ülkelerde de KOBİ iflasları kapitalizmin krizileriyle daha da yagınlaşır.
Yazarın, söz konusu küçük şirketlerin iflasının yoğunluğunu sadece
“”yarı-sömürge”lere bağlaması, kapitalist sistemin genel yapısıyla çelişir.
Sadece küçük şirketler değil, büyük tekellerin battığı ya da yutulduğu,
kapitalist ekonominin genel bir eğilimdir. Özellikle krizi dönemlerinde bu tür
iflaslar çoğalır. Şirket iflasları aynı yıl içinde Türkiye'de ise %19
azalmıştır.9 Şirket iflasları, “emperyalizme bağımlı ya da bağımsız olmakla”
doğrudan bir ilişkisi olmayıp, kapitalizmin yapısal sorunudur.
Sosyalist devrimi'in “anti emperyalist” görevi yok mu?
Türkiye'deki bir çok devrimci örgüt ve parti, nedense,
emperyalizmin ülkeden kovulmasının, ancak ve ancak “demokratik devrimle”
başarılabileceğine inanıyor olmalılar ki, sosyalist devrimin önüne
anti-emperyalizm görevini koymuyorlar. Ya da sosyalist devrimin böyle bir
görevi başarıyor olabileceğine inanmıyor olmalılar ki, anti-emperyalist devrimi
salt “demokartik devrim”le sınırlıyorlar.
Örneğin, MLKP'nin parti programının IV Bölümü'nde ; “asgari
program” olarak, “anti-faşist, anti-emperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü
demokratik devrim”10. Bütün görevi demokratik devrime yüklemişler. Ama,
sosyalizm de anti-faşist, anti-emperyalist, anti-sömürgeci ve “cins
özgürlükçüdür”. Ayrıca, kadınların özgürlüğü demokratik devrimle kısmen
gerçekleşirken, esas olarak sosyalizmle gerçekleştiği ve gerçekleşeceği bir
gerçektir. Proletarya önderliğindeki demokratik devrimin herşeyden önce sınıf
bileşimi daha farklıdır. Sosyalist devrimde proletarya önderliğindedir, ama
sınıf bileşimi ve sınıf egemenliği daha farklıdır. Çin ve Rus Ekim Devrimleri
bu iki devrime örnektir.
Ülkenin ekonomik yapısının kapitalist ve egemenliğin tekelci
burjuvazinin elinde olduğu kabul edilecek, ancak, yine devrim “demokratik”
nitelikli olacak? Oysa, tekelci burjuvazi soyut bir kavram değildir. Ülkedeki
kapitalistleşmenin tekelci olmasından kaynaklıdır. Tekelci burjuvazinin olduğu
yerde tekelci kapitalizm vardır. Kapitalist bir ülkede ise proletaryanın
önündeki görev; (ülkede kapitalizm ve kapitalizmle bağlantılı ekonomik ve
siyasal yapılar, buna emperyalist ilişkiler ve yatırımlarda dahildir) sosyalist
devrimdir.
Türkiye'de ulusal sorunun olması, bu sorunu sosyalist
devrimin çözemeyeceği anlamına gelmez. Soyalist devrim altında birden fazla
ulusal sorunun çözümüne, Rus Ekim Devrimi buna en iyi örnektir.
„Ülkede feodalizm ya da feodal kalıntılar var, ve bunlar baş
çelişkidir” diyenler, kendi belirlemeleri içinde “demokratik devrimi” esas
almakla (ülkenin sosyo ekonomik yapısıyla çelişmesine karşın) tutarlıdırlar.
Ama, kapitalizmin ve tekelci burjuvazinin egemenliğinden söz edenlerin,
“demokratik devrime” sarılmalarının tek bir nedeni olabilir, halkçı politik
çizgiden vazgeçememelerindendir. Halkçılık ise küçük burjuvazinin politikası ve
düşünce tarzıdır. İleri olana karşı bu tür ayak diremeler, devrimci radikalizm
yerine, reformizme sarılma düşünce tarzı olmasından kaynaklıdır. Tipik küçük
burjuva düşünce tarzı.
Teori ve Eylem yazarı Y. Akdağ'dan uzun bir alıntı alalım.
“Demokratik devrim”i savunanların hemen hemen hepsi aynı argümanları ileri
sürüyorlar.
“Bu da bağımsızlık için bağımlılık ilişkilerinin tüm biçimlerine
son verilmesini; emperyalizmin, mali sermaye ve uluslararası tekellerin
hakimiyetinin son bulmasını gerektirir. Ancak, emperyalist sömürü ve bağımlılık
ilişkilerinin tasfiyesiyle işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak
sahiplerinin egemenliğine son verilmesi için yürütülen mücadele birbirinden
soyutlanamaz. Anti emperyalist mücadelenin zafere ulaşması için, emperyalizmin
içerideki işbirlikçilerinin iktidarına son verilmesi ve halkın demokratik
egemenliğine dayanan bir yeni yönetimin oluşturulması şarttır ve bu mücadele
ancak işçi sınıfı öncülüğünde, tutarlı antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı
çizgide sürdürülürse kesin zafer yönünde ilerletilerek bağımsızlık teminat
altına alınabilir. İşçi sınıfı öncülüğü, tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleri
iktidarının yıkılması ve yeni bir toplumsal yaşamın tesisi için en güvenilir
toplumsal sınıf dayanağını oluşturacak, mücadelenin başarılı ve tutarlı şekilde
sürdürülmesini sağlayacaktır.”11
“Büyük toprak sahibi” , “yarı-feodal üretim tarzı”, “feodal
kalıntılar” gibi belirlemelerde bulunanlar, bunların ülke ekonomisi içindeki
yerlerini istatiksel olarak birer birer açıklasalar ne iyi ederler. Türkiye'de
bütün tekeller, irili ufaklı işletmeler, üretilen ve tüketilen mallar, bütün
kalemleriyle ithalatı ve ihracatı, tarımı, sanayisi ve hizmet sektörü, kısacası
her şey kayıt altında. Hatta kaynağı “belirsiz” olarak ülkeye giren sermayenin
bile tutarı bilinmektedir.12 O zaman, bu meşhur “büyük toprak sahipleri”de
bilinebilir. Böylece bunların nasıl bir iktidar ortağı olduğunu o zaman daha
iyi analayabiliriz.
Yanlış bir anlamaya mahal vermeden, bütün ülkeler
emperyalist ekonomik zincirin birer halkalarıdır. Uluslararası üretimin
gelişmesiyle bu daha da pekişmiştir ve uluslar arası emperyalist sermaye bütün
ülkelerin ekonomi ve siyasetine şu veya bu şekilde yön veriyor, etki ediyor.
Emperyalist Türk tekelci burjuvazisi de uluslararsı emperyalist sermayeden ayrı
değidir. Ama bu, birbirine bağımlılık, birbiriyle kıran kırana çatışmadıkları
ve küçüklerin büyüklere boyun eğmediği anlamına da gelmiyor.
Öncelikle, alıntıdaki birinci cümleden başlayalım.
Kapitalizmin egemen olduğu bir ülkede, sosyalizm neden bu görevi yapamasın?
Sosyalist devrimin bunları başaramaması için bir neden mi var? “Demokratik
devrimi” ileri sürenlerin tek bir nedeni olabilir? “Milli burjuvaziyi”
küstürmemek ya da onları da devrime katma niyeti?
Oysa, enternasyonal proletaryanın önünde çok önemli bir
sosyalist devrim deneyimi var. Rus Ekim Devrimi. O, nüfusun yaklaşık %70'nin
köylü olduğu bir ülkede sosyalist devrimi gerçekleştirdi ve tam 14 emperyalist
ülkeye karşı savaşım verdi ve onları ülkeden attı. Ama Lenin, “bu bir
demokratik devrim” demedi.
Eğer “demokratik devrim”in gerekçesi, salt emperyalistlerin
ülkedeki yatırımıysa, Türkiye'li devrimcilerden çok Alman, İngiltere ve ABD'li
devrimcilerin önünde “anti-emperyalist bağımsızlık” mücadelesi olmalıdır.
ABD'de uluslararsı yabancı tekellerin sermaye yatırımları, ABD'li tekellerin
dış ülkelerdeki sermaye yatırımlarından daha fazladır.
Akdağ, emperyalizme bağımlılıkta yabancı sermayenin ülke içindeki
sermaye yatırımlarına bakarak değelendirme yapmış. Türkiye'de 2022 yılında
yaklaşık 202,5 milyar ABD doları sermaye yatırımı varken, 2023 yılında bu 156,5
milyar dolar'a düşmüş. Bu da bir yıl içinde, Türkiye'den ciddi bir sermaye
kaçışının göstergesidir. Türk devletinin uzun zamandan beri ekonomik krizden
çıkamamasının bir nedeni de bu büyüklükte bir sermaye çıkışı(kaçışı)dır.
(UNCTAD WIR 2024)
ABD'ye bakalım. 2023 yılı itibariyle, ABD'ye dışardan gelen
toplam yabancı sermaye yatırımı 12 trilyon 817 milyar ABD doları ve ABD'den dış
ülkelere giden toplam sermaye yatırımının tutarı ise, 9,4 trilyon dolar. Yani,
ABD yabancı sermaye cenneti. Akdağ'ın anlayışına göre, ABD'li devrimcilerin
önünde duran esas görev; “antiemperyalist bağımsızlık” için “demokratik devrim”
olmalı. Çünkü ABD'de Uluslar arası sermayeye “göbekten bağımlı”dır.
İngiltere'de durum farklı değildir.
İşte, İngiltere'nin iç ve dış sermaye yatırım toplamı:
2023 yılı itibariyle, uluslararası yabancı tekellerin
İngiltere'ye toplam sermaye yatırımı 3 trilyon ABD doları, İngiltere'nin dış
ülkelere yabancı sermaye yatırımının toplamı ise 2 trilyon ABD doları
civarındadır. Çin emperyalizminin durumu da farklı değildir. Bu ülkede
uluslararası sermayeye “göbekten bağımlı”dır. İç sermaye (dışardan Çin'e gelen
dış sermaye) stoku 3,5 trilyon ABD doları, dış sermaye (Çin'den diğer ülkelere
giden doğrudan sermaye yatırım) stoku ise 2,9 trilyon ABD doları
civarındadır.13 Faşist Trump'ın Çin'e giden dış sermaye yatırımını ABD'ye
çekerek “Make America Great Again” ” vaat etmesinin bir nedeni de budur. ABD'ye
daha fazla dış ülkelerden sermaye akışını kolaylaştıracak baskı ve teşvik
politikalarını yürürlüğe sokmak istiyor. ABD ve diğer emperyalist ülkelerin dış
borçlarını ise hesaba katmadım. ABD'nin toplam borcu, GSYIH'na oranı %130'u
geçmektedir.
Burada anlatmak istediğim, uluslararsı sermaye yatırımının
fazla olması, o ülkenin “yarı-sömürge”liğini göstermez. Dış sermaye daha fazla
gereksinim duyduğu bir gerçektir. Bütün ülkeler, dış sermaye çekmek için yoğun
çaba harcıyorlar ve uluslararası sermayenin gelip yatırım yapması için uzun
vadeli büyük teşvikler sunuyorlar. Ancak, çok istemesine karşın, kriz içindeki
emperyalist sermaye dış sermaye yatırımlarını yapamıyor. 2023 yılı itibariyle
uluslararsı toplam dış sermaye yatırımları 1,3 trilyona gerilemiştir. 2015
yıllarında yaklaşık 2 trilyon ABD doları civarındaydı. (bkz. UNCTAD WIR Report
2024)
Emperyalist sistemin bu denli içiçeliğe geçmesi,
uluslararası sosyalsit devrimin nesnel koşullarının fazlasıyla olgunlaştığının
bir göstergesidir.
“Büyük Toprak Sahiplerinin Tasfiyesi”...
Teori ve Eylem Dergisi yazarı Akdağ'dan aktardığımız
yukarıdaki uzun alıntıda şöyle bir belirlemede var.
“Ancak, emperyalist sömürü ve bağımlılık ilişkilerinin
tasfiyesiyle işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin
egemenliğine son verilmesi için yürütülen mücadele birbirinden soyutlanamaz.”
Proletarya önderliğindeki anti-emperyalist demokratik
devrimin hedefleri için doğru. Ancak, anlatılan Türkiye olunca, “büyük toprak
sahipleri”nden kast edilen ne? Türkiye'de feodal büyük toprak sahipleri yoktur
ve kendisinin de böyle bir belirlemesi ya da “analizi” yok. Varolan büyük
kapitalist toprak sahipleri, tekelci burjuvazinin içindedir. O sınıftan ayrı
değildir. “ ... tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenliğine son
verilmesi..” gibi iddialı bir belirleme, tekelci burjuvazinin dışında devlete
egemen olan bir kesim ya da iktidar ortağı daha varmış anlamına gelir. Y.
Akdağ'ın adı geçen incelemesinde, okuyucuyu ikna edecek böyle bir veri yoktur.
Geçerken değinelim; “büyük toprak sahipleri” iktidara ortak
olacak kadar güçlüyseler, bunların GSYH'a büyük bir katkısı olması gerekir.
Türkiye'de tarımın GSYH'a katkısı %5,8 civarındadır.14 Buna karşın, 2005'de
%25,5 olan toplam istihdam içindeki payı, 2024'de %14,6'ya gerilemesine karşın
hala yüksek bir rakamdır.15 Diğer yandan ekilen tarım arazilerinin toplamı
içinde 500-1000 dekar arası arazi sahiplerinin oranı %20 civarındadır.16 Büyük
çoğunluğu orta ve küçük işletme(çiftçi)lerdir. Çiftçi Kayıt Sistemi verilerine
göre ise toplamda 2 milyon 177 bin çiftçi var.
2014 yılı verisine göre de durum şöyle: “Toplam 3 milyon
tarım işletmesinin yüzde 65’i 50 dönümün altında arazi varlığına sahip. Yüzde
83’ünün ise tarım arazisinin büyüklüğü 100 dönümün altında.”17 Devletin,
köylüyü hızlı bir şekilde mülksüzleştirmesi (topraksızlaştırma) olmasına
karşın, toprağın “toplulaşması”ni daha başarılabilmiş değil.18 2014 yılında 3
milyon olan çiftçi sayısı yıllar içinde azalmıştır ve azalmaya devam ediyor.
Devlet de bunu destekliyerek, toprakların büyük mülk sahipleri elinde
toplanmasını istiyor. Çiftçi sayısının her geçen gün azaldığının haberlerini,
günlük bütün burjuva basını veriyor.
Binlerce dönüm toprak sahibi olan endüstiriel işletmeler
vardır. Hayvancılık, tahıl, pamuk vb. gibi ürünleri üretenlerin elinde
toplanmıştır. Bunlar tamamıyle endüstirieldir. Toprak sahipleri, ama sanayi
içinde bir toprak sahibidir. Daha genel bir belirlemeyle, kapitalist üretim
ilişkileri içinde olan toprak sahipleridir. Türkiye'deki “büyük toprak
sahipleri” olsa olsa, ormanları, dereleri işgal ederek maden “arayan” Cengiz
Holding vb.leri gibi uluslararsı tekeller vardır. Ya da Bill Gates ve Jeff
Bozes gibi teknoloji tekelleri sahiplerinin de milyonlarca dönüm arazileri var.
Ama bunlar, esas olarak teknoloji tekelleridir.
TDH'nin 1960-1980 arasındaki siyasi gelenekten gelen bir çok
siyasal yapı, ”demokratik devrim”den de, “toprak sahipleri iktidarın”
belirlemesinden de vaz geçmediler ve vazgeçemiyorlar.
14.12.2024
1Yusuf Akdağ,
https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/
2https://www.evrensel.net/haber/536668/tuik-toplam-cironun-yuzde-12-7si-yabanci-kontrollu-girisimler-tarafindan-elde-edildi
12 Aralık 2024 ayrıca bkz.
https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Yabanci-Kontrollu-Girisim-Istatistikleri-2022-53804
3https://www.destatis.de/DE/Themen/Branchen-Unternehmen/Unternehmen/Auslandskontrollierte-Unternehmen/_inhalt.html
4https://www.bpb.de/kurz-knapp/zahlen-und-fakten/globalisierung/52864/deutschland-auslandskontrollierte-unternehmen-i/
06.09.2024 /
5https://de.statista.com/statistik/daten/studie/1251/umfrage/entwicklung-des-bruttoinlandsprodukts-seit-dem-jahr-1991/
6Y. Akdağ, agM
7https://de.statista.com/statistik/daten/studie/731901/umfrage/verteilung-unternehmen-in-deutschland-nach-unternehmensgroesse/
8https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kapitalist-toplumsal-bir-kirilma-ve-yeniden-tarihi-yeni-bir-toplumsal-surec
9Federal İstatistik Ofisi'nin iflas istatistiklerine göre,
Almanya'da 2023'te 17.814 şirket iflas başvurusunda bulundu; bu sayı, 2022'ye
kıyasla yaklaşık 3.200 (+%22,1) daha fazla. Krizler ve artan finansman
maliyetleri göz önüne alındığında bu artışın beklenmesi gerekiyordu. ABD'de
(2023) iflaslar, bir önceki yıla göre %18 artarak 445 binin üzerinde
gerçekleşmiş. https://www.ifm-bonn.org/statistiken/gruendungen-und-unternehmensschliessungen/unternehmensinsolvenzen
https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/sirket-iflaslari-10-yilin-en-yuksek-seviyesine-cikti/
10İbrahim Çiftçi, Marksist-Teori, Ekim-Kasım 2024, sf. 93,
sy. 62
11Yusuf Akdağ,
https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/
122022'nin ilk 8 ayında Türkiye'ye 28,3 milyar dolarlık
kaynağı belirsiz para girişi oldu.
https://www.sozcu.com.tr/kaynagi-belirsiz-para-girisi-8-ayda-283-milyar-dolar-oldu-wp7412642
13Bütün bu rakamlar 2UNCTAD'ın World Inwestment Report 2024,
sf. 180-182'den alınmıştır.
https://unctad.org/system/files/official-document/wir2024_overview_en.pdf
14Türkiye bankalar Birliği Tarım Sektörü Raporu, sf. 12
Haziran2023, İstanbul
15https://www.tarimorman.gov.tr/SGB/Belgeler/Veriler/IstihdamIsgucu.pdf
16https://www.kkb.com.tr/Resources/ContentFile/Tarimsal-gorunum-saha-arastirma-raporu2022.pdf
17Ali Ekber Yıldırım https://www.tarimdunyasi.net/2014/05/06/toprak-sahibi-40-milyon-hissedar-icin-karar-zamani/
18“Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ve Türk Medeni
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/273393
http://yusuf-kose.blogspot.com/2024/12/sosyalist-devrim-mi-demokaratik-devrim.html