17 Aralık 2024 Salı

ANALİZ | Ortadoğu: Emperyalist Rekabetin-Çatışmaların Odağı_17 Aralık 2024

 "Tüm bu yıkıcı politikalara-ırkçı ve faşist hareketlere karşı işçi ve emekçiler cephesinde devrimci bir hareketin gelişme dinamikleri her zaman mevcuttur. Burada asıl olan, devrimci öznelerin bu emperyalist saldırganlığa, gericilik dalgasına karşı geniş emekçi yığınlarda oluşan tepkileri örgütleme ve mücadeleyi geliştirme becerisidir."

İçinden geçmekte olduğumuz yüz yılda, emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından Afganistan, Libya ve Irak da yarattıkları sorunlara “çözüm” diye sunmuş oldukları projelerin yol açtığı yıkımlar bütün sonuçlarıyla karşımızda durmakta. 

Açık ki, alternatif olma iddiasıyla etnik-mezhepsel motivasyonla harekete geçen-geçirilen bu güçler, mevcut iktidarların değişimiyle birlikte, kendi ideolojik şekillenişlerine uygun olarak iç iktidar mücadelesine yönelirler. Çünkü her güç, diğer gücü varlığı için bir tehdit olarak görüyor.

 

Keza, bu temelde yoğun çelişkilerin yaşandığı ülkelere dışardan müdahale eden emperyalist odaklar da halkların birleşmesinin önünde engel olan tarihsel düşmanlıkları her fırsatta canlı tutmayı bir görev haline getirirler. Yani “böl-yönet” stratejilerinin hayat hakkı bulması için bu tablonun yaratılmasını bir zorunluluk olarak görüyorlar. Emperyalistlerin ve suç ortaklarının bu yıkıcı politikalarını boşa çıkarmak için, öncelikle ilerici-demokratik güçlerin ortak çıkarları doğrultusunda birleşerek mücadele etmeleri gerekir. Hiç kuşkusuz Ortadoğu gibi bir coğrafyada bu çizgide yürümenin zorlukları oldukça fazladır. Ama gerçek manada demokrasiye, özgürlüğe ancak bu yoldan varılır. Diğer tüm yollar sonuç itibariyle tuzaklarla doludur. Emperyalistler ve bölgedeki suç ortakları tarafından “çözüme” dair sunulan-açılan tüm kanallar tamamen onların bölgesel çıkarlarına ayarlıdır. Çıkarlarına ters gelişmeler olunca da açtıkları kanalları kapatırlar. Bu durum karşısında “yine ihanete uğradık” feryadı, ortaya çıkan hiçbir sonucun telafi edilmesine faydası olmaz.

 

Bu türden ihanetleri öngörmek için her zaman şu gerçekleri dikkate almak gerekir. Birincisi, tarihi tecrübeler açısından yakın süreçlerde hem genel hem de bölgesel bazda yaşanan pratiklerden öğrenmesini bilmeliyiz. Bu anlamıyla bugün Suriye’de muhtemel gelişmelere dair öngörülerimizi ortaya koyarken, Afganistan, Irak ve Libya’daki tarihi süreçleri yeniden gözden geçirmekte fayda vardır. Evet koşullar farklılaşıyor, kimi aktörler sahneden uzaklaştırılıyor. Değişmeyen tek şey, emperyalistlerin süren hegemonya mücadelesidir. Bundan dolayı bir avuç emperyalist burjuvazinin ve yerel uşaklarının çıkarlarını korumak için her türlü yıkıcı politikalar uygulamakta asla tereddüt etmezler.

 

İkinci önemli faktör de tam da yukarıda işaret ettiğimiz gibi emperyalistlerin amaç ve hedefleri konusunda berrak görüşlere sahip olmak gerekir. Emperyalizmin niteliği konusunda kafalar karışık olursa, olup bitenleri doğru bir tarzda yorumlamak daha da zorlaşır. Bu nedenle değerlendirmelerimizde daha fazla hataya düşmemek için bilimsel yöntemi elden bırakmamalıyız. Madem insanlık tarihi sınıflar mücadelesi tarihidir diyorsak, o zaman sınıfsal yaklaşımdan-proleter bakış açısından uzaklaşmamalıyız. Her olayı, her gelişmeyi bu bakış açısıyla ele alıp sorgulamalıyız.

 

Soruna bu çerçevede yaklaştığımızda bugün Ortadoğu’da yaşanan işgal-ilhak politikalarını, kapitalist-emperyalist sistemin niteliğinden ve güncel bağlamından, krizinden bağımsız olarak ele alamayız. Çok yönlü ve kapsamlı olarak krizin boyutu arttıkça, emperyalist güçler arasında süren hegemonya mücadelesi de o denli artar. Ortadoğu’da bugün yaşananlar bu genel tablonun güncel bağlamda somutlaşmış halidir.

 

Haksız savaşlar, yeni pazarlara ulaşmanın aracıdır

 

Tabii ki, bölgesel çapta süren bu savaşta en karlı çıkacak olan güçler, bu sürece daha hazırlıklı olan güçler olacaktır. Ve içine düşmüş oldukları bu çok yönlü krizleri bölgesel çatışmalarla hafifletmeyi hedefliyorlar. Var olan güçler dengesinde farklılaşmalar yaratmaya çalışıyorlar. An itibariyle bölgedeki gelişmelere baktığımızda ABD-NATO güçleri, bölgesel aktör bazında İsrail Siyonizmi ve kısmen faşist TC lehine avantajlar ortaya çıkmış durumda.

 

Bilindiği gibi, haksız savaşlar, krizleri aşmanın, yeni pazarlara ulaşarak nüfuz alanlarını genişletmenin birer aracıdır. Ortadoğu coğrafyasına yapılan emperyalist müdahaleleri ve emperyalistler arasında kızışan rekabeti de bu anlayış çerçevesinde okumak gerekir. Bölgedeki enerji kaynakları, enerji yolları, su kaynaklarının varlığı bu coğrafyada yakın gelecekte de bu hegemonya savaşlarının süreceğine işaret ediyor. Bu nedenle Suriye’de yaşananlar bu bölgede ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır.

 

An itibariyle esas olarak ABD-İsrail lehine bir değişim yaşansa da çatışmalar durmayacak, farklı biçimlerde sürecektir. Öyle görünüyor ki, ABD ve İsrail devleti askeri ve psikolojik olarak sağladıkları üstünlüğü daha da kalıcılaştırmak için sahadaki saldırganlığını sürdüreceklerdir. İsrail devletinin, Esat rejimi devrilmesine rağmen Suriye devletinin askeri tesislerine, limanlarına, hava alanlarına dönük saldırılarını sürdürmesi, yalnız destekledikleri cihatçı güçlere şimdiden verilen bir mesajı içermiyor. Aynı zamanda Suriye’de var olan yıkımı daha da derinleştirerek, bu güçlerin toparlanmasını uzun bir sürece yaymak istiyorlar. Bağımlılıklarını kalıcılaştırmaya çalışıyorlar. Akıldan çıkartmamak gerekir ki, bu güçler arasındaki ilişkiler esas olarak çıkarlar üzerine kuruludur. Dostluklara dair ifade ettikleri tüm söylemler, kumdan inşa edilmiş şatolar gibidir. Bu durum an itibariyle Suriye’de iktidara yerleşme planlarını yapan emperyalistlerin piyonları selefi çeteci gruplar için de geçerlidir. ABD, İsrail devletinin başını çektiği haydut güçler, bölgede “böl-yönet”, “çatıştır-zayıflat” karşı devrimci pratiklere daha çok başvuracaklardır.

 

TC’nin bu karmaşık süreçte öncelikli hedeflerinden biri Kürtlerin herhangi bir kazanım elde etmesini önlemeye çalışmaktır. Bunun için öncelikle Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KSÖY) kontrolünde olan kentleri, kasabaları çeteci gruplarla birlikte geri almaya çalışacaktır. Bunun için her türlü provokasyona başvurulacaktır. KSÖY içinde olan Arap aşiretlerini kışkırtmaya çalışmak da buna dahildir. Bölgeye müdahale eden güçlerin inisiyatifinde yeniden şekillenecek yönetimde Kürtlerin yer almaması için her türlü şantaja başvurmaktan çekinmeyecektir. Kamuoyuna dönük açıklamalarda “Kürtlerin müttefikliğinden” söz eden ABD emperyalistleri, Türk devletinin ve çetelerinin sahadaki saldırılarına karşı herhangi bir tutum almamaktadır. Tabii ki, bu durum asla şaşırtıcı değildir. ABD için öncelikli olan bölgesel çıkarlarıdır, İsrail devletinin güvenliğidir. Kürtlerle ilişkilerini belirleyen de bu politikalarla uyumlu hareket etme düzeyidir. Bu durum yalnız ABD emperyalistleri için değil diğer emperyalist güçler için de geçerlidir. TC’nin Kürtlere dönük yürütmüş olduğu saldırgan politikalara karşı suskunluğu tercih eden bu güçler, Şam’a yerleşen ve daha önce terörist diyerek başına ödül koydukları çeteci başını aklama telaşı içindeler. Emperyalistlerin ikiyüzlü politikalarını anlamak yani suçluyu suçüstü yakalama bakımında bu pratik tutum oldukça ikna edicidir.

 

Türk devletinin, Suriye’nin iç işlerine müdahalesi uzun yıllara dayanmaktadır. Dolayısıyla çete gruplarla kurulan bu ilişki ve kader birliğinin hem bölgede hem de iç siyasette belli yansımaları olacaktır. Örneğin Esat rejimini yıkmak için İsrail devletiyle aynı mevzide konumlanan Türk devletinin bölge siyasetinin başka sahalarında karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz gibi görünüyor. Aynı durum eski Astana sürecindeki ortaklarıyla olan ilişkiler için de geçerlidir. Bu nedenle içerde siyasal İslamcı-ırkçı milliyetçi güçlerin zafer çığlıkları bağrında yeni korkular taşımaktadır. Türk egemen sınıfları da yeni oluşabilecek bu risklerin farkındadır.

 

Emperyalizm ile hesaplaşma

 

Bölgedeki son siyasal gelişmeler, emperyalist-kapitalist sistem krizinin yerküremizde yaratmış olduğu tahribat ve sosyal yıkım noktasında bize somut veriler sunmaktadır. Bu krizde işçilerin-emekçilerin, ilerici insanlığın lehine kendiliğinden bir gelişim olmaz. Her halükârda devrimci bir tarzda iradi bir müdahaleye, ezilenlerin itirazlarını, öfkesini örgütlemeye ihtiyaç vardır.

 

Bugün aynı zamanda faşist hareketlerin yerküremizin birçok coğrafyasında tırmanışa geçtiği ve emperyalist savaş tehlikesinin arttığı bir dönemden geçiyoruz. Bu tablo bize dünya halklarına, ezilen uluslara karşı baskıların, saldırı politikalarının daha da hız kazanacağı mesajını da veriyor. Bunun en güçlü işaretlerini bugün Ortadoğu’da ABD emperyalizmi, NATO güçlerinin, İsrail Siyonizmi, faşist Türk devleti ve cihatçı güçlerin karşı devrimci pratiklerinde görüyoruz.

 

Bu faşist ve gerici dalgaya karşı başta sınıf bilinçli proletarya olmak üzere tüm ileri-devrimci güçlere büyük görevler düşüyor. Bunlardan biri en geniş işçi ve emekçileri bu tehlikelere karşı duyarlı hale getirmek, genel ve yerel düzeylerde anti emperyalist, anti-faşist birlikler oluşturmak için çaba sarf etmektir. Yine yaşanan ekonomik krizden dolayı, her geçen gün üretenlerle, yönetenler arasındaki eşitsizlik artıyor. Emperyalist müdahaleler, işgaller, dizginsizce sürdürülen sömürü politikaları, emperyalistlerle ezilenler arasındaki çelişkiyi belirginleştiriyor. Özellikle bölgesel düzeyde çatışmaların yaşandığı ülkelerde daha büyük yıkımlar yaşanmakta, milyonlarca insan yerinden edilerek göç yollarına düşmektedir.

 

Tüm bu yıkıcı politikalara-ırkçı ve faşist hareketlere karşı işçi ve emekçiler cephesinde devrimci bir hareketin gelişme dinamikleri her zaman mevcuttur. Burada asıl olan, devrimci öznelerin bu emperyalist saldırganlığa, gericilik dalgasına karşı geniş emekçi yığınlarda oluşan tepkileri örgütleme ve mücadeleyi geliştirme becerisidir. Bu anlamıyla güncel bağlamda Filistin halkının İsrail siyonizmine, Kürt halkının Türk devletine, cihatçı çetelerine karşı yürüttükleri mücadeleyi sahiplenmek oldukça anlamlıdır.

 

Emperyalistlerin ve gericilerin yaratmış olduğu toplumsal çürüme, itaat kültürü, ancak devrimci bir mücadeleyle aşılarak, doğru bir ideolojik, siyasal, örgütsel zemine oturtabilir.

https://ozgurgelecek52.net/analiz-ortadogu-emperyalist-rekabetin-catismalarin-odagi/

 

Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)