"Tüm bu yıkıcı politikalara-ırkçı ve faşist hareketlere karşı işçi ve emekçiler cephesinde devrimci bir hareketin gelişme dinamikleri her zaman mevcuttur. Burada asıl olan, devrimci öznelerin bu emperyalist saldırganlığa, gericilik dalgasına karşı geniş emekçi yığınlarda oluşan tepkileri örgütleme ve mücadeleyi geliştirme becerisidir."
İçinden geçmekte olduğumuz yüz yılda, emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından Afganistan, Libya ve Irak da yarattıkları sorunlara “çözüm” diye sunmuş oldukları projelerin yol açtığı yıkımlar bütün sonuçlarıyla karşımızda durmakta.
Açık ki, alternatif olma iddiasıyla etnik-mezhepsel
motivasyonla harekete geçen-geçirilen bu güçler, mevcut iktidarların
değişimiyle birlikte, kendi ideolojik şekillenişlerine uygun olarak iç iktidar
mücadelesine yönelirler. Çünkü her güç, diğer gücü varlığı için bir tehdit
olarak görüyor.
Keza, bu temelde yoğun çelişkilerin yaşandığı ülkelere
dışardan müdahale eden emperyalist odaklar da halkların birleşmesinin önünde
engel olan tarihsel düşmanlıkları her fırsatta canlı tutmayı bir görev haline
getirirler. Yani “böl-yönet” stratejilerinin hayat hakkı bulması için bu
tablonun yaratılmasını bir zorunluluk olarak görüyorlar. Emperyalistlerin ve
suç ortaklarının bu yıkıcı politikalarını boşa çıkarmak için, öncelikle
ilerici-demokratik güçlerin ortak çıkarları doğrultusunda birleşerek mücadele
etmeleri gerekir. Hiç kuşkusuz Ortadoğu gibi bir coğrafyada bu çizgide
yürümenin zorlukları oldukça fazladır. Ama gerçek manada demokrasiye, özgürlüğe
ancak bu yoldan varılır. Diğer tüm yollar sonuç itibariyle tuzaklarla doludur.
Emperyalistler ve bölgedeki suç ortakları tarafından “çözüme” dair
sunulan-açılan tüm kanallar tamamen onların bölgesel çıkarlarına ayarlıdır.
Çıkarlarına ters gelişmeler olunca da açtıkları kanalları kapatırlar. Bu durum
karşısında “yine ihanete uğradık” feryadı, ortaya çıkan hiçbir sonucun telafi
edilmesine faydası olmaz.
Bu türden ihanetleri öngörmek için her zaman şu gerçekleri
dikkate almak gerekir. Birincisi, tarihi tecrübeler açısından yakın süreçlerde
hem genel hem de bölgesel bazda yaşanan pratiklerden öğrenmesini bilmeliyiz. Bu
anlamıyla bugün Suriye’de muhtemel gelişmelere dair öngörülerimizi ortaya
koyarken, Afganistan, Irak ve Libya’daki tarihi süreçleri yeniden gözden
geçirmekte fayda vardır. Evet koşullar farklılaşıyor, kimi aktörler sahneden
uzaklaştırılıyor. Değişmeyen tek şey, emperyalistlerin süren hegemonya
mücadelesidir. Bundan dolayı bir avuç emperyalist burjuvazinin ve yerel
uşaklarının çıkarlarını korumak için her türlü yıkıcı politikalar uygulamakta
asla tereddüt etmezler.
İkinci önemli faktör de tam da yukarıda işaret ettiğimiz
gibi emperyalistlerin amaç ve hedefleri konusunda berrak görüşlere sahip olmak
gerekir. Emperyalizmin niteliği konusunda kafalar karışık olursa, olup
bitenleri doğru bir tarzda yorumlamak daha da zorlaşır. Bu nedenle
değerlendirmelerimizde daha fazla hataya düşmemek için bilimsel yöntemi elden
bırakmamalıyız. Madem insanlık tarihi sınıflar mücadelesi tarihidir diyorsak, o
zaman sınıfsal yaklaşımdan-proleter bakış açısından uzaklaşmamalıyız. Her
olayı, her gelişmeyi bu bakış açısıyla ele alıp sorgulamalıyız.
Soruna bu çerçevede yaklaştığımızda bugün Ortadoğu’da
yaşanan işgal-ilhak politikalarını, kapitalist-emperyalist sistemin
niteliğinden ve güncel bağlamından, krizinden bağımsız olarak ele alamayız. Çok
yönlü ve kapsamlı olarak krizin boyutu arttıkça, emperyalist güçler arasında
süren hegemonya mücadelesi de o denli artar. Ortadoğu’da bugün yaşananlar bu
genel tablonun güncel bağlamda somutlaşmış halidir.
Haksız savaşlar, yeni pazarlara ulaşmanın aracıdır
Tabii ki, bölgesel çapta süren bu savaşta en karlı çıkacak
olan güçler, bu sürece daha hazırlıklı olan güçler olacaktır. Ve içine düşmüş
oldukları bu çok yönlü krizleri bölgesel çatışmalarla hafifletmeyi
hedefliyorlar. Var olan güçler dengesinde farklılaşmalar yaratmaya
çalışıyorlar. An itibariyle bölgedeki gelişmelere baktığımızda ABD-NATO
güçleri, bölgesel aktör bazında İsrail Siyonizmi ve kısmen faşist TC lehine
avantajlar ortaya çıkmış durumda.
Bilindiği gibi, haksız savaşlar, krizleri aşmanın, yeni
pazarlara ulaşarak nüfuz alanlarını genişletmenin birer aracıdır. Ortadoğu
coğrafyasına yapılan emperyalist müdahaleleri ve emperyalistler arasında
kızışan rekabeti de bu anlayış çerçevesinde okumak gerekir. Bölgedeki enerji
kaynakları, enerji yolları, su kaynaklarının varlığı bu coğrafyada yakın
gelecekte de bu hegemonya savaşlarının süreceğine işaret ediyor. Bu nedenle
Suriye’de yaşananlar bu bölgede ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır.
An itibariyle esas olarak ABD-İsrail lehine bir değişim
yaşansa da çatışmalar durmayacak, farklı biçimlerde sürecektir. Öyle görünüyor
ki, ABD ve İsrail devleti askeri ve psikolojik olarak sağladıkları üstünlüğü
daha da kalıcılaştırmak için sahadaki saldırganlığını sürdüreceklerdir. İsrail
devletinin, Esat rejimi devrilmesine rağmen Suriye devletinin askeri
tesislerine, limanlarına, hava alanlarına dönük saldırılarını sürdürmesi,
yalnız destekledikleri cihatçı güçlere şimdiden verilen bir mesajı içermiyor.
Aynı zamanda Suriye’de var olan yıkımı daha da derinleştirerek, bu güçlerin
toparlanmasını uzun bir sürece yaymak istiyorlar. Bağımlılıklarını
kalıcılaştırmaya çalışıyorlar. Akıldan çıkartmamak gerekir ki, bu güçler
arasındaki ilişkiler esas olarak çıkarlar üzerine kuruludur. Dostluklara dair
ifade ettikleri tüm söylemler, kumdan inşa edilmiş şatolar gibidir. Bu durum an
itibariyle Suriye’de iktidara yerleşme planlarını yapan emperyalistlerin piyonları
selefi çeteci gruplar için de geçerlidir. ABD, İsrail devletinin başını çektiği
haydut güçler, bölgede “böl-yönet”, “çatıştır-zayıflat” karşı devrimci
pratiklere daha çok başvuracaklardır.
TC’nin bu karmaşık süreçte öncelikli hedeflerinden biri Kürtlerin
herhangi bir kazanım elde etmesini önlemeye çalışmaktır. Bunun için öncelikle
Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KSÖY) kontrolünde olan kentleri,
kasabaları çeteci gruplarla birlikte geri almaya çalışacaktır. Bunun için her
türlü provokasyona başvurulacaktır. KSÖY içinde olan Arap aşiretlerini
kışkırtmaya çalışmak da buna dahildir. Bölgeye müdahale eden güçlerin
inisiyatifinde yeniden şekillenecek yönetimde Kürtlerin yer almaması için her
türlü şantaja başvurmaktan çekinmeyecektir. Kamuoyuna dönük açıklamalarda
“Kürtlerin müttefikliğinden” söz eden ABD emperyalistleri, Türk devletinin ve
çetelerinin sahadaki saldırılarına karşı herhangi bir tutum almamaktadır. Tabii
ki, bu durum asla şaşırtıcı değildir. ABD için öncelikli olan bölgesel
çıkarlarıdır, İsrail devletinin güvenliğidir. Kürtlerle ilişkilerini belirleyen
de bu politikalarla uyumlu hareket etme düzeyidir. Bu durum yalnız ABD
emperyalistleri için değil diğer emperyalist güçler için de geçerlidir. TC’nin
Kürtlere dönük yürütmüş olduğu saldırgan politikalara karşı suskunluğu tercih
eden bu güçler, Şam’a yerleşen ve daha önce terörist diyerek başına ödül
koydukları çeteci başını aklama telaşı içindeler. Emperyalistlerin ikiyüzlü
politikalarını anlamak yani suçluyu suçüstü yakalama bakımında bu pratik tutum
oldukça ikna edicidir.
Türk devletinin, Suriye’nin iç işlerine müdahalesi uzun
yıllara dayanmaktadır. Dolayısıyla çete gruplarla kurulan bu ilişki ve kader
birliğinin hem bölgede hem de iç siyasette belli yansımaları olacaktır. Örneğin
Esat rejimini yıkmak için İsrail devletiyle aynı mevzide konumlanan Türk
devletinin bölge siyasetinin başka sahalarında karşı karşıya gelmeleri
kaçınılmaz gibi görünüyor. Aynı durum eski Astana sürecindeki ortaklarıyla olan
ilişkiler için de geçerlidir. Bu nedenle içerde siyasal İslamcı-ırkçı
milliyetçi güçlerin zafer çığlıkları bağrında yeni korkular taşımaktadır. Türk
egemen sınıfları da yeni oluşabilecek bu risklerin farkındadır.
Emperyalizm ile hesaplaşma
Bölgedeki son siyasal gelişmeler, emperyalist-kapitalist
sistem krizinin yerküremizde yaratmış olduğu tahribat ve sosyal yıkım
noktasında bize somut veriler sunmaktadır. Bu krizde işçilerin-emekçilerin,
ilerici insanlığın lehine kendiliğinden bir gelişim olmaz. Her halükârda
devrimci bir tarzda iradi bir müdahaleye, ezilenlerin itirazlarını, öfkesini
örgütlemeye ihtiyaç vardır.
Bugün aynı zamanda faşist hareketlerin yerküremizin birçok
coğrafyasında tırmanışa geçtiği ve emperyalist savaş tehlikesinin arttığı bir
dönemden geçiyoruz. Bu tablo bize dünya halklarına, ezilen uluslara karşı
baskıların, saldırı politikalarının daha da hız kazanacağı mesajını da veriyor.
Bunun en güçlü işaretlerini bugün Ortadoğu’da ABD emperyalizmi, NATO
güçlerinin, İsrail Siyonizmi, faşist Türk devleti ve cihatçı güçlerin karşı
devrimci pratiklerinde görüyoruz.
Bu faşist ve gerici dalgaya karşı başta sınıf bilinçli
proletarya olmak üzere tüm ileri-devrimci güçlere büyük görevler düşüyor.
Bunlardan biri en geniş işçi ve emekçileri bu tehlikelere karşı duyarlı hale
getirmek, genel ve yerel düzeylerde anti emperyalist, anti-faşist birlikler
oluşturmak için çaba sarf etmektir. Yine yaşanan ekonomik krizden dolayı, her
geçen gün üretenlerle, yönetenler arasındaki eşitsizlik artıyor. Emperyalist
müdahaleler, işgaller, dizginsizce sürdürülen sömürü politikaları,
emperyalistlerle ezilenler arasındaki çelişkiyi belirginleştiriyor. Özellikle
bölgesel düzeyde çatışmaların yaşandığı ülkelerde daha büyük yıkımlar
yaşanmakta, milyonlarca insan yerinden edilerek göç yollarına düşmektedir.
Tüm bu yıkıcı politikalara-ırkçı ve faşist hareketlere karşı
işçi ve emekçiler cephesinde devrimci bir hareketin gelişme dinamikleri her
zaman mevcuttur. Burada asıl olan, devrimci öznelerin bu emperyalist
saldırganlığa, gericilik dalgasına karşı geniş emekçi yığınlarda oluşan
tepkileri örgütleme ve mücadeleyi geliştirme becerisidir. Bu anlamıyla güncel
bağlamda Filistin halkının İsrail siyonizmine, Kürt halkının Türk devletine,
cihatçı çetelerine karşı yürüttükleri mücadeleyi sahiplenmek oldukça
anlamlıdır.
Emperyalistlerin ve gericilerin yaratmış olduğu toplumsal
çürüme, itaat kültürü, ancak devrimci bir mücadeleyle aşılarak, doğru bir
ideolojik, siyasal, örgütsel zemine oturtabilir.
https://ozgurgelecek52.net/analiz-ortadogu-emperyalist-rekabetin-catismalarin-odagi/