"Lenin’in yaşamı, proleter devrimin teori ve
pratiğinden ayrı olarak ele alınamaz. O sıradan bir yaşamın insanı değil, dünya
proletaryasının ve ezilen halkların kurtuluş ışığı, teori ve pratiğidir"
***************************19 Şubat 2024
Lenin’in yüzüncü ölüm yıldönümü vesilesiyle onu andığımız
bugünlerde, onun Marksizm’e katkıları daha çok öne çıkar. Çünkü Leninizm,
Stalin’in de önemle vurguladığı gibi, “emperyalizm ve proleter devrimler
çağının Marksizmidir.” Lenin’in, Marksizm’e katkılarını yok saymak ya da
görmezden gelmek, Marksizm’i 19. yüzyılla sınırlamak anlamına gelir ki, bu,
işçi sınıfının burjuvaziye karşı tarihsel mücadelesini daha baştan dondurmak
olur.
Lenin’in yaşamı, proleter devrimin teori ve pratiğinden ayrı
olarak ele alınamaz. O sıradan bir yaşamın insanı değil, dünya proletaryasının
ve ezilen halkların kurtuluş ışığı, teori ve pratiğidir. O, işçi sınıfının
burjuva diktatörlüğünü yıkıp yerine proletarya diktatörlüğünü kurmakta usta bir
stratejist ve taktisyeniydi.
Lenin, 21 Ocak 1924 tarihinde aramızdan ayrıldı. Ama onun
görüşleri hala bütün canlılığıyla uluslararası proletaryaya, sosyalizm ve
proletarya diktatörlüğü için yol göstermeye devam ediyor.
1- Lenin ve öğretileri
Lenin, Marksizm’le tanıştığında, öncelikle Marks ve
Engels’in eserlerini okumaya ve onları anlamaya ve anladıklarını ise Rus
kamuoyuna, genelde de devrimci kamuoyuna aktarmaya çalıştı. Lenin, tam bir
Marks-Engels uzmanıydı denebilir. O sadece Marks ve Engels’i (Marksizm)
okumakla kalmıyor ve Marksizm’i birebir bir kopya olarak değil, yaşayan bir
organizma olarak ele alıp, onu Rusya koşularına uygulamanın teorisini
geliştiriyordu.
Bu nedenle Lenin’de, ilk yazılarından son yazılarına kadar
olan görüşlerinde dogmatizm ve şablonculuk görülemez. Ve ilk yazdığı “Halkın
Dostları Kimlerdir?”deki görüşleriyle devrimden sonraki görüşleri birbirini
reddetmez, tersine teorinin diyalektik gelişimidir bu. Bu elbette nesnel
gelişmenin diyalektiğini materyalist temelde ele almaktan ve sosyalizmi bir
bilim olarak incelemekten ileri geliyor.
Lenin Marksizm’i öğrenmeye başladığı süreçte Rusya’da
Narodnik düşünceler, devrimci kesimlerde daha etkindi. Ve Lenin’in büyük
kardeşi Aleksandr’ın
Narodnik üyesi olarak 1887 Rus Çarı Aleksandr’a karşı
suikast düzenlediği gerekçesiyle 21 yaşında idam edildi. Lenin, ağabeyinin idam
edilmesinden ciddi bir şekilde etkilendi. Bu durum Lenin’i –çok genç yaşta
olmasına karşın- Narodnizm’e değil, Marksizm’e yöneltti ve daha baştan,
anarşist ve bireysel eylemlerle Rus işçi sınıfı ve halkının kurtulamayacağına
karar verdi. Narodnik düşüncelerin yanlışlığına karşı kendini donatarak
Marksizm’in temel ilkelerini öğrendi ve onu her geçen gün daha kararlı savunmaya
başladı.
Lenin Marksizm öğretisini derinliğine kavramıştı. 22-23
yaşında yazmaya başladığı ve 1894 yılında yayınlanan, “Halkın Dostları
Kimlerdir ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?” eseri, başından
itibaren Marks’ı çarpıtan, burjuva liberal, revizyonist ve Narodnik
anlayışların eleştirisini içerir. Bu kitap, Lenin’in daha o yaşta, Marksizm’in
öğretisinin temel ilkelerini kavradığını ve özümsediğini gösterdiği gibi,
Marksizm’i geliştirmenin adımların atılmasını da burada görülebilir. Ve bu
kitapta, Lenin’in, kapitalizm, kapitalist toplum ve sosyalizmle ilgili derin
bilgilere sahip olduğu görülür.
Lenin’in bütün eserleri polemik içerir. Zira o, eleştirinin
ilerletici ve devrimci olduğunu Marks’tan öğrenmiş ve bunu bir adım ileri
götürerek, işçi sınıfı düşmanı ideolojilere karşı tavizsiz bir eleştiri yöntemi
geliştirmiştir. Küçük burjuva aydınları eleştirdiği bölümde şöyle der:
“Rusya tarihinin ve gerçeklerinin ayrıntılı bir incelemesine
dayanan bu teori, proletaryanın istemlerine yanıt vermelidir – ve eğer bu teori
bilimin gereklerini yerine getirirse, proletaryanın protestocu düşüncesinin her
uyanışı, bu düşünceyi kaçınılmaz olarak sosyal-demokrasi (komünizm –YN)
mecrasına itecektir. Bu teorinin geliştirilmesinde ne kadar ilerleme
gösterilirse, sosyal-demokrasi o kadar hızlı büyücektir; çünkü mevcut sistemin
en usta muhafızları bile proletarya düşüncesinin uyanışını engelleyemez, bizzat
bu sistem zorunlu ve kaçınılmaz olarak üreticilerin en yoğun
mülksüzleştirilmesini, proletaryanın ve onun yedek ordusunun sürekli büyümesini
öngörür.-”(1)
Bu görüşler, ancak Marksist öğretiyi en derinlemesine
kavramış, onun ilkelerinden asla taviz vermeyen ve adım adım proletaryanın
parlak zekalı bir öğretmeni olmaya aday Lenin’e ait olabilirdi.
Lenin, bütün eserlerinde Marksizm’in temel ilkelerini
kayıtsız şartsız savunur. Çünkü bu ilkeler, sınıflı bir toplum olan kapitalist
toplumun çelişmelerinin çözümü, burjuva sınıfı ile proletarya sınıfı arasındaki
mücadelede, eskinin yıkılıp yeninin kurulmasının, yani, sınıfsız, sömürüsüz ve
bir sistemin inşa edilmesiyle doğrudan ilgilidir.
Kapitalist ücretli kölelik sistemi kalkmadan, kapitalist
toplumun temel çelişmeleri ortadan kalkmaz. Kapitalist toplumun bağrında
taşıdığı emek sermaye çelişmesi, kapitalist toplumun en temel çelişmesi ve bu
çelişmenin keskinleşmesi onun yıkımıyla sonuçlanacaktır. Bu, toplumlar tarihin
değişmeyen nesnel bir olgusudur. Elbette, önceki toplumlarda olduğu gibi, kapitalizm
de kendiliğinden yıkılmayacak, bu yıkım ve büyük toplumsal değişim işçi
sınıfının mücadelesiyle gerçekleşecektir. Çünkü Marksizm’in en temel öğretisi,
kapitalist sistemi proletarya önderliğinde yıkarak sosyalizmi inşa etmek ve
proletarya diktatörlüğünü kurmaktır.
Lenin, Leninizm’i bu ilkeler üzerinde inşa etmiştir.
2- Lenin’de inceleme
Lenin’in inceleme ve araştırma yöntemi, diyalektik
materyalisttir. İncelenen nesnenin diyalektik gelişimini materyalist yöntemle
ele alıp inceler. Nesnenin ya da toplumsal olguların ortaya çıkışı, oluşması,
gelişmesi ve diğer nesnelerle ilişkileri ayrı ayrı incelenip analiz edilerek ve
bu olgular içindeki esas-ana çelişme ortaya çıkarılarak onun çözümünün nasıl
olacağı belirlenir.
Bu nedenle; Marks’ın diyalektikle ilgili “gerek dış dünyanın
gerekse de insan düşüncesinin hareketinin genel yasalarının bilimidir” sözünü,
bütün mücadele yaşamı boyunca uygular ve bu bilimi, “Materyalizm ve
Ampriokritisizm” felsefi eserinde daha da ileri götürür.
Diyalektik materyalist yöntemi esas alan Lenin’de dogmatizm
ve subjektivizm yoktur. Diyalektiği zıtların birliği ve mücadelesi olarak ele
alan Lenin, bu mücadeleden yeni ve ileri bir olgu ortaya çıkacağına inanır,
nitekim toplumsal çatışmalarda da bu böyledir. Diyalektik ve Tarihsel
Materyalizm, nesnenin ve toplumsal gelişmelerin incelenmesinde başvurulması
gereken temel yöntemdir.
İncelemelerinde Lenin, diyalektik yöntemi esas almasaydı,
Rus toplumunun devrimci gelişimini göremez ve onu daha ileri götürmede devrimci
teori ve devrimci pratik geliştiremezdi. Tarihsel materyalizmi esas almasaydı,
gerici despotik Rus çarlığından sosyalist toplumun doğacağına, burjuva
diktatörlüğü yerine proletarya diktatörlüğü inşa edileceğine inanmazdı ve de
bunun gerçekleşmesine önderlik edemezdi.
Lenin kaleme aldığı “İnceleme, örgütlenme, propaganda” ara
başlıklı bölümde, “Bir öğretinin en üst ve tek ölçütünün gerçek toplumsal ve
ekonomik gelişme sürecine uygunluğu olduğu yerde, dogmatizm olmaz…” der.
Lenin, sosyalizmi bir bilim olarak ele almış ve bir bilim
insanının hassasiyeti ve ciddiyetiyle toplumsal sorunlara yaklaşmıştır. Bu
nedenle, daha genç yaşlarda, Rusya’daki Marksist eğilimli kesimlerin gerçek
Marksist olmadıklarını, Marksizm’i çarpıttıklarını görerek, buna karşı
Marksizm’in ideolojik ve siyasi silahıyla, mücadele içinde eleştiri silahını
kullanarak kendisini donatmıştır.
“Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi”nde (RKG), Lenin’in
inceleme yöntemi daha net görülebilir. Sanayinin az gelişmiş olduğu ve feodal
etmenlerin ağır bastığı, köylülük nüfusunun % 60’ları geçtiği bir kapitalist
ülkede, kapitalist gelişmenin diyalektiğinden hareket ederek, ülkenin doğru bir
analizini yapmış ve buradan hareketle, proletaryanın stratejik mücadelesinin ne
olması gerektiğine varmıştır.
Lenin, ülkeyi köylülüğün genel nüfusuna oranının
yüksekliğine bakarak değil, kapitalist üretim ilişkilerinin derinliğine
geliştiğini görmüş ve ülkede (Rusya) kapitalist sömürünün esas hale geldiğini
verilerle ortaya koymuştur. Yani, inceleme nesnesinin niceliğine değil esas
olarak niteliğine bakmış, feodalizm karşısında yeni bir toplum olan kapitalist
gelişmenin diyalektiğinden hareket etmiştir.
RKG kitabının 2. baskıya ön sözünde Lenin şöyle der: “…
tarihi süreci içinde, proletaryanın gücünün, onun toplam nüfus içindeki
payından sınırsız ölçüde daha büyük olduğu da ortaya çıkmıştır.”(2)
Lenin soruna, giderek işçileştirilen köylülüğün rolünü
abartan Narodnikler gibi değil, gelişmeleri yakından gören ve somut koşulların
somut analizini diyalektik materyalist temelde inceleyen Marks ve Engels gibi
yaklaşmıştır.
Lenin bu kitabıyla, ele alınıp incelenecek nesnenin nasıl
incelenmesi gerektiğinin çok güzel bir örneğini sunmaktadır. Elbette Lenin,
kapitalist gelişmeyi dogmatik bir şekilde ele alan Narodnik anlayışları
affedemezdi. Narodnik anlayışlar yıkılmadan Rusya’da Marksizm gelişemezdi. İşçi
sınıfının öncüleri, burjuvaziye karşı sınıf mücadelesinde her türlü
anti-bilimsel ve anti-Marksist anlayışlara karşı kendilerini, Marksizm’in en
temel ilkeleriyle düşünce tarzıyla donatamazdı. Onların anti-bilimsel ve anti-Marksist
inceleme ve analiz yöntemini en sert bir şekilde eleştirdi ve yanlışlıklarını
gösterdi.
Meta ekonomisinin gelişmesi, tarımsal nüfusa oranla artan
ölçüde sınai nüfusun gelişmesini koşullar. “Tarım dışı nüfusa oranla tarımsal
nüfusun sürekli olarak azalması, kapitalist üretimin yapısından…” geldiğini
belirten Lenin, diyalektik yöntemi ustaca kullanmasını bilmiştir.
Lenin’in diyalektik materyalist inceleme tarzı, hala
geçerlidir ve sınıf bilinçli işçilerin temel alacağı bir yöntemdir.
Lenin, “Marksizmin Tarihi Gelişiminin Bazı Özellikleri
Üzerine” makalesinde; “Öğretimiz diyordu Engels, kendisini ve ünlü arkadaşını
kast ederek, bir doğma değil, bir eylem kılavuzudur. Marksizmin çoğu kez
gözardı edilen bir yanı bu klasik cümlede şaşılacak bir güç ve çarpıcılıkla
vurgulanır. Marksizmin bu yanını gözardı edersek, onu tek yanlılaştırır, tahrif
eder, cansızlaştırır, yaşayan ruhunu ondan ayırır, onun en önemli teorik
temellerini –diyalektiği, çok yönlü ve çelişkilerle dolu tarihsel gelişim teorisinin-
baltalar; tarihin her yeni dönemecinde değişebilecek olan dönemin belirli
pratik göreviyle bağını sarsarız.”(3)
Günümüzde de kendini ML olarak adlandıran birçok Marksist
örgüt ya da teorisyen, Marksizm’i ölü bir dogma olarak ele aldıkları için
dogmatizmden kurtulamadıkları gibi, MLM düşünceleri ve görüşleri saptırma
yoluna rahatlıkla girebiliyorlar. Ve kendine işçi sınıfı partisi diyen birçok
KP, KP olmaktan uzak, tam bir “sol” liberal çizgide gitmekte ısrar ediyorlar.
Oportünist ve revizyonist anlayışlar, ya Marksizm’i değişmez bir dogma olarak
ele alıyorlar ya da sağa savrularak Marksizm’in temel ilkelerini revize ederek,
kapitalist sistemin birer düzen partisi oluyorlar.
3-Lenin ve teori
“Öncü savaşçı rolünün -der Lenin- ancak en ileri teorinin
kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirebileceğini belirtmek
istiyoruz.”(4)
Lenin mücadelesi boyunca da bu doğrultuda ve bu inançla
hareket etmiştir.
“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz!” Lenin’in bu
önermesi herkes tarafından bilinir ve hatta, kendine ML diyen her örgüt kendine
bu önermeyi rehber aldıklarını ve teoriye önem verdiklerini ileri sürerler.
Lenin bu sözü “Ne Yapmalı” adlı eserinde dile getirir. Ne Yapmalı, teorik kafa
bulanıklıklarının giderilmesini esas alır. Burjuva liberal anlayışlara karşı
devrimci teorinin inşası olmadan işçi sınıfı hareketinin gelişmesi ve Marksist
temelde bir partinin inşası söz konusu olamazdı. Bolşevik Partisi, Ne
Yapmalı’daki teorik görüşlerin üzerinde şekillenerek sınıfın öncü rolünü
üstelenerek devrimi gerçekleştirebilmiştir.
Lenin, Ne Yapmalı eserinde, Rus oportünistlerinin
Marksizm’in en temel ilkelerini çarpıtmalarına ve teorinin önemini
küçümsemelerine karşı mücadelenin daha başında tavrını net olarak ilan etmişti.
Çünkü daha RSDİP’nin kuruluş hazırlıkları sırasında birçok görüş farklılıkları
ortaya çıkmıştı. Marksist teoriye karşı dogmatik, ekonomist, kendiliğindencilik
ve “eleştiri özgürlüğü” gibi bu burjuva liberal ideolojik savruluşlar
tartışmaların odağını oluştururken; Marksizm’in “geliştirilmesi” adı altında
revize edilmesi, en temel Marksist ilkelerin çiğnenmesi, teorinin öneminin
küçümsenmesi vb. gibi anlayışlara karşı Ne Yapmalı ortaya çıkmıştır.
“… ille de birleşmeniz gerekiyorsa, –diye yazıyordu Marx,
parti liderlerine-, hareketin pratik hedefleri adına anlaşma yapın, ama
ilkelerle pazarlığa izin vermeyin, teorik tavizler vermeyin. Marks’ın
düşünceleri buydu; ne var ki aramızda, onun adına teorinin önemini küçültmeye
çalışan insanlar var!”(5)
Sınıf bilinçli proletarya devrimci teoriye sahip olmadan,
devrimci bir pratik geliştirilemez. İşçi sınıfı hareketi en yüksek bilimsel
teori ile donanmalı ki, burjuvaziye karşı sınıf mücadelesinde üstünlüğü ele
geçirip iktidarı burjuvaziden alabilsin. Devrimci bir teori olmadan bunu
başaramaz. Devrimci bir teoriye sahip olmayan proletarya, devrimci eylemlikler
geliştiremez, doğru yolu bulamaz. Çünkü teori, Stalin’in de belirttiği gibi,
bütün ülkelerin işçi hareketinin genel biçimi ile ele alan deneyimidir.
“Materyalizm, doğa bilimleri alanında -der Engels- çağ açan
her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini değiştirmek zorundadır.”
Sosyalizmin bir bilim olarak ele alınmasından bu yana da,
proletaryanın bütün ustaları, teoriye önem vermişlerdir. Devrimci teoriyi
küçümseyen ve onu sıradan bir burjuva liberalin kabul edebileceği düzeye
indirgeyen anlayışların karşısında olmuşlardır. Eylem her şey, teori hiçbir şey
gibi yaklaşımlar ve düşünce tarzları, devrimci proletaryanın anlayışı olamaz.
Bir zamanlar TDH içinde, teori karşısında pratik alabildiğine öne çıkarılıyor
ve devrimci teori adete burjuva entelektüel bir anlayış olarak ele alınıyor ya
da akademisyenlerin uğraş alanı gibi yaklaşılıyordu. Bu anlayış kısmen
kırılmasına karşın, hala devrimci teorinin küçümsendiğini söylemek yanlış
olmayacaktır.
Willi Dickhut, “Materyalist diyalektik,
Marksist-Leninistlerin devrimci düşünceyi ele alırken kullandıkları bilimsel
teori ve yöntemdir” der.
“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olamaz” önermesi
teori ve pratiğin diyalektik birliğinin somut bir önermesidir. Teori pratikten
çıkar yine pratiğe döner. Lenin, sosyalizm mücadelesi boyunca teori ve pratiğin
diyalektik birliği ilkesinden hareket etmiştir. Onun ürettiği teorilerin
birbirini geliştirici ve daha yüksek seviyede birbirinin devamı olmasının bir
nedeni de budur. Lenin teorileri pratikten kopuk değil, tam tersine ona kopmaz
bir şekilde bağlı, ama onun birebir kopyası ve tekrarı değil, yeni dersler
çıkarak onu daha yüksek bir teoriyle aydınlatmaktadır.
Lenin, teorik çalışmalarında diyalektik materyalist
yöntemden hareket etmiştir. Bu nedenle de Marksizm’i daha geliştirerek onu
Marksizm-Leninizm seviyesine yükseltmiştir.
“Önderlerin ödevi –der Engels- özellikle bütün teorik
sorunlar üzerinde giderek daha çok bilgi edinmek, günü geçmiş dünya
görüşlerinin geleneksel lakırdılarının etkisinden kendilerini giderek daha çok
kurtarmak ve sosyalizmin bir bilim durumuna geldiğinden bu yana bir bilim
olarak yürütülmek, yani irdelenmek istendiğini hiç mi hiç unutmamak olacaktır.”
Engels’in altını çizerek belirttiği ve Lenin’in de Bolşevik
Parti özgülünde geliştirdiği teorinin, bütün sınıf bilinçli işçilere önermesi;
sosyalizmin bir bilim olması, sınıf savaşımına önderlik edecek olan işçi
sınıfının öncü partilerinin de bu bilimle donanması ve artan ölçüde teorik
sorunların üzerine giderek bilimsel çözümlemeler getirmesi gerektirdiğidir.
İşçi sınıfının öncü partileri, asla salt keskin sloganlarla sınıf savaşımını
yürütemez, toplumsal gelişmenin pratiğindeki gelişmeleri bilimsel olarak ele
almak ve irdelemek durumundadır. Kalıplaşmış söylemeler, kendi pratiğinden
çıkmamış “hazır reçeteler”, sınıfın öncü partisini geliştiremez ve ilerletemez.
Eskiyi atıp yeniyi alan bir işçi sınıfı partisi yerine, giderek ölen,
kitlelerden kopan ve kendi sınıf gerçekliğinden ve dayandığı bilimsel
ideolojiden kopan bir parti karşımıza çıkar.
Doğrular, nesnel gerçekliklerin ürünüdür ama, bu doğrulara
dayanmayan, sınıfı ve diğer ezilen kesimleri bu doğrular ışığında
yönlendiremeyen bir işçi sınıf partisi, kendi içinde çürümeye başlamasını da
önleyemez. İşçi sınıfının siyasi öncüsü, sınıf savaşımının inceliklerini,
çelişkilerini, bunların birbiriyle ilişkilerini ve çözümlerini, burjuvaziye
karşı savaşta ustalaşmasını ve giderek güçlenmesini, kitleleri kucaklamasını ve
savaşa sürüklemesini, yine kendi öz deneyimleri ile öğrenecektir. Diğer deneyimler
onun için genel bir yol gösterici olabilir, ama reçete olamaz. Lenin
önderliğindeki Bolşevik Parti’nin gelişimi buna tanıktır. O çelik yapılı,
bayatı atıp tazeyi alan, özeleştiri metodunu kayıtsız şartsız uygulayan, teori
ve pratiğin birliğini sağlayan bir partiydi.
İşçi sınıfının öncü partisinin görevi yalnızca teori üretmek
değildir, aynı zamanda teoriyi pratiğe uygulamak gibi zorlu bir görevi vardır.
Bu bağlamda teori ve pratik birbiriyle bağlantılı ve iç içedir. Pratik teoriyi
zenginleştirir, devrimci teori ise pratiği doğru bir yönde, devrimci bir tarzda
daha ileriye taşır.
Bu nedenle Stalin, Leninizmin Sorunları’nda şöyle der:
“… kuşkusuz ki teori, devrimci pratiğe bağlanmadıkça amaçsız
kalır; tıpkı yolu devrimci teori ile aydınlatılmayan pratiğin, karanlıkta, el
yordamı ile yürümesi gibi. Ama teori, devrimci pratik ile çözülmez bir bağlılık
halinde gelişince, işçi hareketinin büyük bir gücü haline gelebilir. Çünkü,
harekete, güvenliği, yönünü belirleme gücünü ve olayların iç bağlantılarının
anlaşılmasını, teori ve yalnızca teori sağlayabilir; çünkü teori ve yalnız
teori, sadece sınıfların bugün hangi yönde ve nasıl hareket ettiklerine değil,
aynı zamanda bu sınıfların en yakın bir gelecekte, hangi yönde ve nasıl hareket
edecekleri pratiğini anlamamıza yardım edebilir. Şu ünlü tezi söyleyen ve
kerelerce yineleyen Lenin’den başkası değildir: ‘Devrimci teori olmadan
devrimci hareket olamaz.’ ”(8)
Dünyada birçok genç KP, başka ülke devriminin deneyimlerini
kendilerine örnek alarak savaşıma girişmişler, kimileri ise, kendi savaş
pratiği deneyimlerini esas alarak, bundan öğrenerek, giderek savaşımlarını
özgüle indirgemesini başarabilmişler ve savaşımda başarıya ulaşmışlardır.
Kimileri ise, başka ülkelerin devrim deneyimlerini kendi ülke ve ulusal
gerçekliklerini dıştalayarak ve de kendi deneyimleri yerine o ülke KP’lerin
deneyimini esas alarak bunda diretmelerinin sonucu, giderek sınıf savaşımından
ve kitlelerden dıştalanmışlardır. Leninizm, şablonculuğun ve dogmatizmin
panzehridir. Ama devrimci teori, bütün ülkelerin deneyiminden dersler
çıkarmaktır. Bu nedenle Stalin; “Teori bütün ülkelerin işçi hareketlerinin
genel biçimi ile ele alınan deneyimidir” demiştir.
“Tam da Marksizm ölü bir dogma, bütün zamanlar için
tamamlanmış, hazır, değişmez bir öğreti değil, canlı bir eylem kılavuzu olduğu
içindir ki, tam da bunun içindir ki, toplumsal yaşam koşullarındaki göze
batacak kadar çarpıcı değişiklikleri yansıtmak zorundaydı.”(9)
Devrimci teorinin, salt dünyayı açıklamak için değil, esas
olarak dünyayı değiştirmek gibi önemli bir görevi vardır. Devrimci teori
kendini salt dünyayı açıklamakla sınırlarsa, salt akademik bir ürün olarak
kalır. Burjuva “sol” liberallerin de istediği budur. Onlar dünyayı değiştirmek
değil, dünyayı salt yorumlamak olarak ele alır ve teoriyi atıllaştırırlar.
Devrimci teori devrim yapmak için vardır. Sınıf bilinçli işçinin elinde
devrimci teori, kapitalizmi yıkmak ve proletarya diktatörlüğü altında sosyalizmi
inşa etmek ve komünizme varmak için vardır. Bu asla unutulmamalıdır.
4- Lenin ve proletarya diktatörlüğü
Kapitalizmde burjuvazi ile proletarya arsındaki sınıf
mücadelesinde, proletarya diktatörlüğü sorunu hep tartışılagelmiştir.
Marksistler daha baştan, kapitalizmin bir burjuva diktatörlüğü olduğu ve
sosyalizmden komünizme geçişte de proletarya diktatörlüğünün zorunluluğunu
bilimsel olarak açıklamışlardır. Bu bilimsel açıklamayı ilk Marks yapmıştır.
Marks Gothe ve Erfurt Programını eleştirirken, bu programda
“proletarya diktatörlüğü” yerine “halkın devleti”nin geçirilmesini, Marksizm’in
temel ilkelerinden sapıldığı gerekçesiyle eleştirir.
“Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden
ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi
tekabül eder ki, burada, devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka
bir şey olamaz.”(10)
Ayrıca Marks, Joseph Weydemeyer’e yazdığı mektupta, sınıf
savaşımında vardığı sonuçları şöyle sıralar:
“Benim yeni olarak
yaptığım;
1) Sınıfların varlığının, ancak üretimin gelişimindeki
belirli tarihsel evrelere bağlı olduğunu;
2) Sınıflar savaşımının zorunlu olarak proletarya
diktatörlüğüne vardığını;
3) Bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan
kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını
tanıtlamak olmuştur…”(11)
Bugün de birçok oportünist akım Marks’ın bilimsel
araştırmalar sonucu ortaya çıkardığı ve Marksizm’in birer ilkesi haline gelen
önermelerini görmezden geliyorlar ya da onu revize ederek, burjuvazinin kabul
edebileceği düzeye indirgiyorlar. Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde ara
bir aşama olan sosyalizm altında proletarya diktatörlüğünü reddederek,
kapitalist toplumu kutsadıklarını göremeyecek denli ML dünya görüşünden
uzaklaşmış oluyorlar.
Marksizm’in kurucularından Engels, “Gotha ve Erfurt
Programlarını” üzerine, August Bebel’e gönderdiği mektupta, halkçı devlet
sorununa da değinir ve şöyle der:
“Devlet, savaşımda, devrimde devrim düşmanlarını bastırmak
için yararlanmak zorunda olduğumuz geçici bir kurumdan başka bir şey olmadığına
göre, özgür halkçı bir devletten söz etmek saçmadır; proletaryanın devlete
gereksinimi olduğu sürece, o, bunu, özgürlük için değil, hasımlarını alt etmek
için kullanacaktır. Ve özgürlükten söz edilmesi olanaklı olduğu gün, devlet,
devlet olarak ortadan kalkacaktır.”(12)
Kapitalizm yıkılıp sosyalizm kurulduktan sonra komünizme
geçiş sürecinde proletarya diktatörlüğü ilkesel bir olgu olduğu için, Lenin de
Marks’ın görüşlerinin sınıf bilinçli işçi için ilkesel olduğunu gördüğü için,
Marksizm’in bu en temel ilkesini revize edenlere karşı ideolojik mücadele
yürütmekte asla tereddüt etmemiştir.
Engels de, Paris Komünü’nü şöyle tanımlıyordu:
“Sosyal-demokrat hamkafa, son zamanlarda proletarya
diktatörlüğü sözünün söylendiğini duymakla yararlı bir teröre kapılmıştır. Eh,
peki baylar, bu diktatörlüğün neye benzediğini bilmek ister misiniz? Paris
Komününe bakınız, Paris Komünü proletarya diktatörlüğü idi.”(13)
Proletarya diktatörlüğüne karşı çıkanlara Engels böyle
karşılık veriyordu. Ve proletarya diktatörlüğünün, Paris Komünü örneğinde
olduğu gibi, insanlık tarihinin o güne kadar tanıdığı en iyi demokrasi olduğunu
da vurguluyordu.
Burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf savaşımında,
proletarya diktatörlüğü yerine “halk devleti” vb. gibi önermeler ileri sürenler
hiçbir zaman eksik olmamıştır. Marks’ın zamanında da vardı, Lenin zamanında da
oldu ve günümüzde de bu anti-Marksist devlet teorisini savunanlar var.
Lenin, 2. Enternasyonal’in Kautsky’den sonra gelen
önderlerinden Vandervelde’nin, Kautsky’e yakın görüşlerini eleştirirken şunları
söylüyor:
“… ‘emeğin halk devleti’, 70 yılları Alman
sosyal-demokratlarının dile düşürdükleri, ve Engels’in bir saçmalık olarak
damgaladığı eski ‘özgür halk devleti’nin yeni bir baskısından başka bir şey
değil. ‘Emeğin halk Devleti’ deyimi, (bizim sol devrimci-sosyalist türündeki)
bir küçük-burjuva demokrata yaraşır, sınıfsal kavramlar yerine sınıf dışı
kavramları geçiren bir söz. Vandervelde, siyasal iktidarın proletarya
tarafından (bir tek sınıf tarafından) fethi ile ‘halk’ devletini, bundan
karışıklıktan başka bir şey çıktığını görmeksizin, aynı plan üzerine koyuyor.
‘Arı demokrasi’si ile Kautsky’de de aynı karışıklık, sınıf devrimi, proletarya
sınıf diktatörlüğü, (proleter) sınıf devleti sorunlarında aynı küçük-burjuva ve
devrim düşmanı bilmezden gelme.”(14)
“Halk devleti” kavramı, ne denli, “proletarya ve emekçilerin
yeni devleti” maskesiyle örtülmeye çalışılırsa çalışılsın, ikisinin özünün aynı
olduğu gizlenemez.
Daha sonra bu revizyonist tezi kapitalist yolcu Kruşçev de
savunmuştu:
“SSCB’de proletarya diktatörlüğü artık gerekli değildir.
Proletarya diktatörlüğü devleti olarak ortaya çıkmış olan devlet, içinde
bulunduğu yeni, bugünkü aşamada, tüm halkın devleti haline gelmiştir.”(15)
Mao önderliğindeki ÇKP ise Kruşçev revizyonistlerin
proletarya diktatörlüğünü reddeden anlayışlarını eleştirmiş ve şu karşılığı
vermişlerdi:
“Devletin bir sınıfsal kavram olduğunu bilmek için,
Marksizm-Leninizmin genel bilgisinden az biraz bilmek yeterlidir. Lenin, şunu
tespit etti: ‘Devletin ayırt edici özelliği, iktidarın ellerinde toplandığı
ayrı bir insanlar sınıfının varlığıdır.’ Devlet, sınıf mücadelesinin bir
aletidir, bir sınıfın diğer bir sınıfı bastırma aracıdır. Her devlet, belirli
bir sınıfın diktatörlüğüdür. Devlet hala varolduğu sürece, sınıflar üstünde
durması mümkün değildir, tüm halkın devleti olması mümkün değildir.”(16)
Dipnotlar:
1- Lenin, Halkın Dostları Kimlerdir?, s. 174-175. Dördüncü
Basım, Sol Yayınları
2- Lenin, Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi, s. 21, İkinci
Basım 1988, Sol Yayınları
3- Lenin, Seçme Eserler, C. 11, s. 68, İnter Yayınları
4- Lenin, Ne Yapmalı, s. 30, Sol Yayınları
5- Lenin, Seçme Eserler, C. 2, s. 54-55, İnter Yayınları
6- Willi Dickhut, Teori ve Pratiğin Diyalektik Birliği, s.
7, New Werlag, Almanca
7- Engels, Almanya’da Burjuva Demokratik Devrim, s. 31, Sol
Yayınları
8- Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 24, Sol Yayınları
9- Lenin, SE, C.11, s.71, İnter Yayınları
10- Marx-Engels, Gothe ve Erfurt Programlarının Eleştirisi,
s. 41, 3. Baskı, Sol Yayınları
11- Marx-Engels, Felsefe İncelemeleri, s. 182, Marx’tan
Joseph Weydemeyer’e Mektup, 5 Mart 1852
12- Marx-Engels, Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi, s.
57, 3. Baskı, Sol Yayınları
13- Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, s. 226 (“Paris Komününün
20. Yıldönümü İçin”, 18 Mart 19191), Sol Yayınları
14- Lenin, Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky, s. 117
15- Uluslararası Komünist Hareketin Genel Çizgisi Hakkında
Polemik, s. 501, “Kuruşçev’in Sahte Komünizmi ve Dünya İçin Tarihsel Dersler”
(4 Temmuz 1964) bölümünden, 1. Basım, İnter Yayınları
16 - Polemik, s. 501