Herkes bilmektedir ki, MKP ile TKP-ML aynı kökene sahip iki ayrı partidir.
Önce ’86
yılında “DABK ve Konferans” adlarıyla anılmalarına sebep olan bir “ayrılık”
yaşadılar.
Sonra da ’92’de gerçekleşen “birlik”i sürdüremeyerek ’94 yılında iki ayrı partiye dönüştüler.
Kısacası,
iki parti ayrı zamanlarda kurulmuş partiler değildir; anlaşamayarak, birlikte olmayı “başaramayarak” iki partiye dönüşmüş, aynı kökten gelen partilerdir.
ST “ayrılığın sürdürülmesi”ni eleştirip birlik çağrısını yaparken değindiğimiz bu süreci gerçekçi bir biçimde olduğu gibi kavramaktan uzak bir yaklaşım sergilemektedir. Bununla kalmıyor; görüşlerimizi, yaklaşımlarımızı ciddi derecede bozuyor ve ardından “boğmaya” çalışıyor:
“TKP/ML ise parti içerisindeki her farklı görüşü farklı bir çizginin yansıması olarak görmemekte ve sadece sistemli hale gelenleri çizgi olarak tanımlamaktadır.
(…) TKP/ML, bir parti içerisinde sistemleşmemiş fikirlerin dışımızdaki sistemleşmiş çizgilerin yani sınıfların sistemli fikirlerinden yansıdığını görememekte ve sorunu kopuk ele almaktadır.
” (Sf. 25) Burada ST’nin ortaya koyduğu sorun geçmişteki bazı anlayışlara dönüktür. Bu anlayış uzun zamandır aşılmıştır. Bununla beraber, ST’nin eleştirisi gene de doğru değildir.
Parti içerisindeki
her farklı görüş nihayet partideki iki çizgi mücadelesinin bir tezahürüdür.
İki
çizgi mücadelesi sınıf mücadelesinin ideolojik düzeyde parti içinde sürekli
varlığını içeren/savunan bir kavramdır. Bunu reddetmemiz söz konusu değildir.
ST’nin “tartışma konusu” yaptığı sorun kavramların henüz oturmadığı zamanlarda
vardı.
Onun eleştirdiği “çizgi” kavramı “iki çizgi mücadelesi”nden ayrıdır.
Partide “farklı çizgiler” olamayacağı, her farklı görüşün bir çizgi olarak
değerlendirilemeyeceği anlayışı ile her farklı görüşün “iki çizgi”den birinin
yansıması olduğu anlayışı birbirini dışlamaz. Burada kavramlar farklıdır.
ST dikkatli-özenli bir okumayla değindiğimiz ilk anlayış/kavram kullanımını ustalardan da görebilir. “Çizgi” kavramının iki farklı anlamda kullanıldığını görmek gerekir. ST eğer iki çizgi mücadelesinin sürekliliğinin ortaya konmadığını, sistemli çizgi meselesinin “iki çizgi mücadelesi” ile karıştırıldığını vurgulasaydı haklı görülebilirdi. Ama o “her görüşün bir çizgi olmadığı” doğrusunu eleştirerek kavram karmaşasını sürdürmüş olmaktadır. Üstelik eleştiriyi yaparken “her görüşün bir çizgi olmadığı” anlayışını, “her görüşü farklı bir çizginin yansıması olarak görmemek” anlayışına çevirerek kendini haklı kılmanın “yanlış” bir yöntemini kullanmaktadır.
İki çizgi mücadelesi uzun süre
önce sapma, akım, hizip, çizgi hatta kanat kavramlarıyla ele alınarak
tartışıldı. Partide sürekli bir ideolojik mücadele doğru ile yanlışın sürekli
varlığı olarak ele alınmadı.
Bu “çelişki yasası”nın parti olgusunda tanımlanamadığı, her şeyin
karşıtların birliği olduğunu belirten temel önermenin kavranmadığını gösterir.
Oysa sapma, akım,
çizgi gibi olgular iki çizgi mücadelesinin biçimleridir.
Partide iki çizgi
mücadelesi sapmalar, akımlar ve çizgiler biçiminde de gerçekleşir. Veya bunlar
görünmediğinde de vardır.
Her düşünce,
düşünce biçimi, inceleme, tavır, davranış ve karar kendinde bu mücadeleyi
taşır. Çünkü çelişkinin olmadığı hiçbir şey yoktur. Komünist Parti, proletarya
ideolojisinin cisimleştiği yerdir ve onun karşıtı burjuva ideolojisidir.
Proleter ideoloji ancak burjuva ideolojisi ile mücadele içinde vardır. Burjuva
ideolojisine karşı mücadele yoksa proleter ideolojiden de söz edilemez…
İki çizgi mücadelesi
böyle bir içeriğe sahiptir. O nedenle süreklidir. Ve partideki olası
örgütlenmelerden bağımsız olarak da vardır.
ST bunun savunulmadığını iddia ederken süreçlerden bihaber gibi davranmaktadır. Üstelik birlik ve ayrılık konularındaki farkımızı, bu meseleye dayandırarak açıklamaya kalkması, gerçekleri tümüyle ters yüz etmesidir. Ayrılanlara, kopanlara “şiddet” uygulandığı, halktan kimselere “şiddet uygulandığı” iddiası da gene bu anlayışa koşut olarak ileri sürülmektedir.
Daha önce de gündeme gelmiş, tarafımızdan açıklanmış, yanıtlanmış meselelerin bu derecede üstünkörü dile getirilmeye devam etmesi kabul edilemez. ST iki çizgi mücadelesini kavrayamadığımız, dolayısıyla uygulayamadığımız iddiasıyla “farklı görüşü” dışladığımız, yetinmeyip “kendini ifade edemez hale getirmek” amaçlı şiddete başvurduğumuz propagandasını yapmaktadır. Yine ister istemez “samimiyet” sorunu ve “niyet” tartışması gündeme gelmektedir.
Eğer ST bu konularda
açıklamalarımıza, yanıtlarımıza değer vermemeye devam edecekse, inatla
yanlışta, gerçek olmayanda ısrar edecekse neyi tartışacağımızı da
açıklamalıdır. “İlle de benim tanımladığım gibisin, olaylar da düşündüğüm,
kavradığım gibi oldu, kendini savunma!” türünden absürd bir yaklaşımı neden
gündemimize sokalım?
“Yalancılığımızı”, “inkarcılığımızı”, “ne yaptığını bilmezliğimizi”
kanıtlama gayretindeki ST’ni bu yolda yalnız bırakacağız ne yazık ki! Daha önce
de vurguladık:
Eleştirinin
hakaretten niteliksel olarak farkı vardır, buna özen gösterilmelidir.
ST’ne bu konuda bir uyarımız daha olacak:
Aramızdan türlü sebeplerle ayrılanlarla kurulu ilişkiniz sizleri
ilgilendirir. Ancak bu arkadaşların tutumlarına “ortak” olmanız ve saldırganlık
pozuna girmeniz açık ki tasfiyeciliğin buluşmasından başka bir şey
olmamaktadır. Devrimci mücadelenin ve hatta “partiden ayrılmak yanlıştır”
diyerek iki çizgi mücadelesinin olanakları hakkında “takdir edilebilir” bir
yaklaşım göstermenize rağmen bu arkadaşların “tasfiyeci”, “çözücü” “bozguncu”
ve “dağıtıcı” tutumlarına kucak açmanız “birlikçi” politikanızın değindiğimiz
zaafına işaret etmektedir.
Bir taraftan “dört kriter” vurgusu yapıyorsunuz diğer taraftan “demokratik merkeziyetçi” olmayan, çoğunluk iradesini reddeden “çizgi” üzerinde durup gene sizin gibi davrananlara kucak açıyorsunuz.
Hem de “onlara rağmen”! Bu kötü yolda yalnız yürüyeceksiniz ya da -en
azından- biz yanınızda olmayacağız!
Aynı konudan devam edelim tartışmaya:
“Fakat TKP/ML son on yılı aşkın bir süredir geçmiş kültürümüzden
hızla kopmakta ve saflarında ayrılık ilan edenlere karşı kaba ve sekter bir
çizgi savunarak pratikte bunu şiddete kadar vardırmaktadır. (…) Bunu ...
polemik yazılarında açıktan açığa savunmaktadırlar.
Aynı politikaları (…) GÖK-Yeniden İnşa-Devrimci Dönüşüm
vb. kesimlere karşı politikasını şiddet uygulamalarına kadar vardırmış
durumdadır. (…) Örgütsel ayrılık ilan edenlere karşı ‘zor kullanmayı’politika
haline getiren TKP/ML bu sekter politika tarzını değiştirmelidir. Parti içinde
çelişkilerin çözümünde asla bu yönteme başvurulmaz”… (Sf. 25)
Ve devam ediyor ST
öğretmeye; iç sorunların çözümü hakkında yöntem sunmaya!
Öncelikle “saflardan
ayrılık ilan edenlere karşı” şiddeti “açıktan açığa” savunduğumuz iddiası daha
önceki ithamın abartılı hali olarak daha da şaşırtıcı olmuştur. Bunun için alıntı
verilseydi, “okurlardan” sonra belki bizi de ikna ederlerdi! Böyle bir savunu
yok! Çünkü böyle bir olay yok! Kimse “saflardan ayrıldığı” için düşman kabul
edilmez ya da ceza gerektirecek bir değerlendirmeye tabi tutulamaz.
Bunun
bir tek örneği yoktur.
Cezalandırılanların suçu özellikle kendileri tarafından bilinmez değildir. Onların suçu, ayrılmak değil, partiyi çözmek, dağıtmak amacı içeren yalanları ve buna uygun davranışları olmuştur. Kendilerine iletilen tüm uyarılara rağmen bahsi geçen suçları işlemeye devam etmişlerdir.
Partinin, devrimin, halkın çıkarlarına yönelik suçlara
karşı gerektiğinde şiddete başvurmayı “asla” diyerek reddetmek, değerlere
yapılan saldırıları yanıtsız bırakma olur ki, bu da gerçek adalet anlayışında
sakatlık-yetmezlik doğurur.
TKP/ML’nin uyguladığı şiddet açıkladığımız bu anlayış çerçevesinde gerçekleşmiştir. Yukarıda alıntıladığımız cümleler bu anlayışımızla hiç alakası olmayıp yalan-yanlış ve de çarpıtmadan ibarettir. Bu tanımları yapmaya mecburuz. Çünkü ST’nin suçlaması bizim için çok ağır ve büyük bir haksızlık içermektedir! Cezalandırmalar eleştirilmez değildir elbette.
Ancak “saflardan ayrılma nedeniyle” iddiası üzerinde yapılan suçlamalar eleştiri değil, hakarettir! ST’nin suçlamalarındaki haksızlık ve tarafgirlik bununla kalmıyor, devam ediyor. “GÖK, Yeniden İnşa, Devrimci Dönüşüm vb. kesimlere” diyerek “partiden ayrılma yanlışı”na “grup” olarak düşenlerden bahsediyor ST. Biz bunları değinilen adlarla anmıyoruz. Nitekim ilk ikisi bir “grup” olmayı sürdürememiştir.
Burada amacımız onları “küçümsemiş” olmak değil. Veya buna göre bir görüş oluşturmak da… Umurumuz da değil ne oldukları! Gerçek olandan bahsediyoruz sadece. Çok açık ki bu sonucun nedeni “şiddet”imiz değildir. Sonuncusunun da ne olduğu ve ne olacağı bugünden bellidir.
Bir tür kaçış yöntemi olarak “ayrılık ilan etmeyi” benimsemiş olmaları geleceklerini belirlemiştir…
Şunu belirtmekte
fayda görüyoruz:
Bugüne kadar ve bugünden sonra da devrime sunacakları
hizmet, onların esasen “kaçmak” olarak tanımladığımız özelliklerine rağmen
vardır. Bu olumsuzlukları onları düşmanlaştırmaz. Hatta devrimcilik için bizim
tanımlamalarımıza da ihtiyaçları yok. Ancak “saflardan kaçmak” adına kullandıkları
saldırgan biçimleri affetmemiz mümkün değildir.
Bunun gereği esas olarak şiddet değildir. Şiddete “sadece” zorunlu halde başvurmak
ilkemizdir.
Aynı cümledeki “vb. kesimlere” ifadesi de dikkat çekicidir. Bu neyi ifade etmektedir?
--Olanları sıraladıktan ve isimlerini de “aynen” belirttikten sonra, başka benzeri kesimler de varmış gibi neden bu “ilave”yi de yaptınız?
-- Sıralamayı isimleriyle “aynen” sürdürmeye mürekkebiniz mi yetmedi?
Yoksa olmadığı halde “varmış hissi” vermeyi mi amaçladınız?
--Neden bu
manipülasyon?
Nedeni açık. ST bizi “ayrılık ilan edenlere şiddet uygulamayı ilke haline getirmiş” göstermeye ant içmiştir. Bu doğru olmayan ve gerçeklere de dayanmayan iddiasını ancak böyle “çirkin” yöntemlerle, kalemi “hor” kullanmaya dayalı yaklaşımlarla güçlendirmek istiyor. Bu yöntemi, üslubu kınıyoruz ve devrimci hareketin en alt seviyesi ilan ediyoruz! Cümleleri takip ettiğimizde sadece kendi iddialarına dayanan akıl vermelerle karşılaşıyoruz.
Hiçbir şekilde söz konusu olaylara dair açıklamalarımızın konu edilmediğini görüyoruz: “Bir yandan bunu yaparken öte yandan da Maoist Komünistlerle değişik sebeplerle ayrı düşen yoldaşları ise pragmatist temelde kullanma siyasetini hayata uygulamaktadır.” (Sf. 26)
Gene gerçeklere
dayanmayan bir iddia!
Bildiğimiz kadarıyla tartışma konusu yapılan Sevda ve Rıza yoldaşlardır. Bu yararsız bir “tartışma” ve girmeyi genel olarak uygun görmüyoruz.
Bu şehit yoldaşların özeleştirileri ve yoldaşlar ile yapılan görüşmelerin yazılı olarak bulunduğunu kendileri de bilmektedir. Ve “pragmatist temelde” ifadesi ile ilgili olmayan bir ilişkinin temeli atılmıştır, yoldaşlarla. Bu konudaki herhangi bir aksi iddia “kara çalma”dan öte bir anlam içermeyecektir.
Adı geçen bu yoldaşlar dışında, arkadaşların bu iddiasına neden olabilecek başka bir ilişkimiz de yoktur, olmamıştır.
Sonuç olarak, “saflara
katılmak isteyenler” haklı bir neden olmadıkça engellenemezler. Bu tüm yapılar
için geçerlidir. Bizim için de temel sorun “hukuki/örgütsel” bir engelin
kalmamış olmasıdır… Sonuçta bu gibi durumlar için oturmuş bir norm vardır ve bugüne
kadar bunun dışına çıkılmamıştır.
BİRLİK KARŞITI DURUŞ
ST “birlik karşıtı duruş”umuzu haklı göstermeye çalışırken, meseleyi salt birlik metnini sorgulamaya dönüştürdüğümüzü iddia ediyor. Duruşunu açıklamak yerine diğerini sorgulamak elbette eksik bir yaklaşımdır. Ama ne tuhaf ki yazının o bölümünden sonra, “samimi” bulmasa da ayrılığa tavrımızın, duruşumuzun esası olduğunu yine kendisi açıklıyor! Üstelik yazı bütününde kitlemizi ve hatta parti üyelerini bir avuç önderin pekala aldatabildiğini de ima ediyor…
Anlaşılan ST sorunun nerede olduğunu çözemiyor. Bir görüşünü reddeder içerikte bir başka görüş ileri sürüyor. Bunun nedeni arkadaşların gerçeklerle bağlantısızlığıdır…
Şu cümlenin
gerçeklikle bağı nedir?:
“TKP/ML günlük açıklamalarında birlik diye bir sorunlarının olmadığını iddia etmesine karşın, kitleler tarafından eleştirildiğinde kendi politikasını savunmak ve neden ayrı kalmamız gerektiğini kitlelere anlatmak yerine…” (Sf. 35) Arkadaşlar nerede yaşanıyor bunlar? Hangi “kitleler” eleştiriyor? Kuşkusuz öğrenmek isteyenler vardır ama “kitleler eleştirdiğinde” ifadesi bunu anlatmıyor.
Olmayan bir şeyi var gibi yazmak ve onun
üzerinden eleştiri yapmak kendi görüşüne, duruşuna güvenmeyenlerin, kendinden
emin olmayanların yöntemidir.
Bu yöntemi polemik yazılarında esas hale getirmek, düşünce geliştirmeye, tartışmaya katkı sunmaz, bilakis onu engeller. ST, aynı yazı içinde başka bir yerde “birlik karşıtı duruşumuz”u haklı göstermeye çalıştığımızı iddia ettikten sonra şunu da yazıyor:
“TKP/ML, ’92 birliğini dayanaksız bir şekilde yapılmaması gereken bir birlik olarak gördüğü gibi ’94 ayrılığını da yapılması gereken bir ayrılık olarak savunmaktadır.” (sf. 35) Ve çok değil dört sayfa sonra da -ama unutacak kadar sonra!- “ ‘Biz ilkeli birlik istiyoruz’söylemiyle sanki Maoistler ilkesiz birlik istiyormuş izlenimi vererek birlik karşıtı duruşunu gizlemeye çalışmaktadır” diyebiliyor. (Sf. 39) 43 ST’ne göre biz “birlik karşıtlığı”nı açıkça savunurken, “birlik karşıtı” duruşumuzu gizliyoruz!...
Ama yine biz bir
yandan da birlik karşıtı duruşumuzu haklı göstermeye çalışırken, birlikçi
görünmeye de çalışıyoruz! Yazdıklarınıza ne kadar inanıyorsunuz, bilemiyoruz,
merak da etmiyoruz. Amaç, tutarsız, ne savunduğunu bilmez, kendisiyle tamamen
çelişen bir TKP/ML imajı çizmekse diyecek söz kalmıyor! Sadece bu yolun sizi
düze çıkarmayacağını belirtip, uyarmakla yetiniyoruz!
“FESHEDİN GELİN”…
Biz “ilkeli birlik istiyoruz” diye bir yaklaşım içinde değiliz.
Gündemimizde birlik bulunmamaktadır ki, onun ilkeli olmasını isteyelim. Buna
karşı ST’nin savunmakta olduğu birliğin sadece ilkeliliği değil aynı zamanda
samimiyetine de inanmıyoruz. ST bizlerin “birlik karşıtı duruşu”nu eleştirirken
ne tutarlı gözükmektedir ne de samimi. Gene de ekleyelim: “Tutarlı ve samimi
olsalar” da birlik gündemimize girmez. Çünkü ST başından beri partiyle
yürümemiş, partili olmada dirayet gösterememiş bir çizginin temsilcisidir.
Bunun değişmesi onun gerçek bir muhasebe yapmasını gerektirir. Bu da bize karşı bir tutarlılık, samimiyet değil kendine karşı bir tutarlılık ve samimiyet gerektiriyor. Ayrıca bunun için, bu süreci tamamlamak için yeterince malzeme vardır; olmayan şey doğru bir incelemedir.
ST “Tüm Maoistlerin temel görevlerinden birisi birlik adına ilkesizlikleri savunan sözde ilkeli birlik savunucularına karşı kitleleri bilinçlendirmek ve mücadele etmektir” (Sf. 39) diyor. Gene kitlelere yönelik yanlış bilinçlendirme içeren bir cümle… Bu apaçık bir manipülasyondur.
Kuşkusuz, tanımlanan “savunuculara” karşı mücadele anlamlıdır ama öncelikle onların gerçekten “savunucu” oldukları bizatihi kendi kararları ve görüşlerinden hareketle ispatlama yoluna gidilmelidir… Onlar siz adlandırdığınızda öyle olmazlar. Eğer gerçekten “öyle oldukları”nı kanıtlarsanız mücadelede başarılı olmanız ihtimali olur.
Aksi
halde kendinizi yorarsınız ve elbette okurlarınızı da !...
Aynı yöntemi “mükemmelliyetçilikten kurtulamamak” hakkında yazarken de kullanmış ST. Yazar hiçbir özeleştiri vermediğimizi iddia ediyor bu bölümde. Onlarca yanlışa, ağır suçlara rağmen özeleştiri vermemek, dolayısıyla kendini hatasız görmek!... ST yazarı kısa yoldan bu tanımı yapıyor. Anlaşılıyor ki yazar geçmişi incelememiş ya da objektif değerlendirememiş, kendini bunlardan soyutlamış; ama aynı zamanda pek muteber bir noktadan, seviyeden yorumlar, tanımlar yapmış.
Meselemizin “kendini hatasız görmek ve özeleştiri vermemek” olduğu söyleniyor:
Daha önce özellikle ticaret ve “şiddet” olgularına değindik.
ST bu konuda “hatasızız” söylemimize şunu da eklemektedir:
“Söylenenler esas olarak şunlar olmaktadır:
Bizlere darbe yapılınca biz de bunu yapmak zorunda kaldık, onlar şunu yapınca biz de bunu yapmak biçimindedir.” Devamında, geçmişte kendilerinin yaptığı gibi “bizim de bazı eksikliklerimiz oldu” biçiminde ifadeler kullandığımızı iddia ediyor, ST yazarı: “Ya da en fazla tüm eleştiriler karşısında ‘bizim de çok tali, çok küçük, çok etkisiz bazı grupçu eğilimlerimiz oldu’demekte ya da benzer başlıklara bir kelimelik vurgu yaparak sorunu diğer tarafa yüklemektedir.” (Sf. 40)
Hemen belirtelim:
Biz bu süreçleri ST’nin oraya koyduğu gibi
tartışmadık, tartışmıyoruz. Bu çok ilkel bir tarz:
“Karşılıklı hatalarımızı ortaya koyalım ve onları mahkum
edelim! Siz şunları yaptınız biz de bunları yaptık, yapmak zorunda kaldık. Ama
siz başlattınız”! Biz böyle tartışmalardan, yaklaşımlardan haberdar değiliz. ST
bunun nerede olduğunu açıklamalıydı, ama bunu yapmıyor. Çünkü bu bir kurgu, gerçek değil.
ST bizim ağzımızdan cümleler kuruyor ve kurduğu bu zavallılık örneği cümleleri küçümseyerek eleştiriyor. Bu bir stand-up’ta hoş karşılanabilir ama bir siyasi polemikte akılsızca duruyor! Bahsi geçen süreci darbe ve darbe merkezli değerlendirdik ve bunda da haklıyız.
Sizlerin şimdi “stratejik”, “birincil” dediğiniz görev yani birlik, o koşullarda darbenin saldırısı altındaydı. Tüm zaaf ve eksikliklerine, yetmezliklerine rağmen darbeye karşı mücadele ve darbeye karşı tavır belirleyici tutumdu. ST’nin görmekten ısrarla kaçındığı budur. Yoksa kimsenin “mükemmel bir tavır alındı”, “ufak tefek eksiklikler oldu, ama iyiydik”, “karşılıklı hatalarda siz daha ilerdeydiniz”, “grupçu davrandık ama önemli değil” dediği yok.
Bu çocukça bir tartışmadır ve sonuçsuz, aynı zamanda anlamsızdır. Dediğimiz gibi böyle yaklaşımlardan haberdar bile değiliz. ST ayrıca “kendini fesh et gel” “çiğliği ve gayri ciddiliği”yle hareket ettiğimizi belirtiyor. Böyle “şaşırtıcı” iddialar okundukça yazı iyice cazibesini kaybediyor. Absürd durum olağanlaşıyor!
Şimdi bunları reddettiğimizde ne olacağını merak ediyoruz?!
“Kendinizi feshedin gelin” çağrısını “gizli” yapmakla suçlanacağız herhalde!!! ST dergisinin 38 ve 39. sayfasında, 4. maddede “kendini feshetmenin” neden mümkün veya doğru olmayacağını anlatmış arkadaşlar.
Bu bölüm bir tür “gölgesiyle konuşma” üslubu içeriyor bizim için. Kimseden kendisini feshetmesini istemedik. Bu anlamsız bir istektir. Kaba ve meselenin özünü çözümlemeyi içermeyen, gereksiz tartışmalara yol açacak bir talep olur bu. Siyasi açıdan da içi boştur.
ST bu yorumu nelere dayandırmaktadır?
Asıl mesele bu! Tartışılan nedir? Tartışılan “ayrılığın” zeminidir.
Dolayısıyla “partiden
ayrılmanın yanlışlığını” tartışıyoruz.
Bugüne kadar ST’nin sahip olduğu çizgi, bu “yanlışlığın” savunusu üzerine kuruludur. Şimdi DABK’ı mahkum etmeleri ve konu ettiğimiz yanlışlığı “karar altına almaları” bu gerçeği değiştirmiyor. “Bir arada olunamaz” dediğimiz budur. Bu çizgiyi dışlamak, kendinden görmemek, hiçbir biçimde kabul etmemek neden “kendini feshet gel” demek olsun?
Biz…. ST’ne bulunduğu zeminle hesaplaşması gerektiğini söyledik. Darbe ile bağını açık ve net olarak ortaya koymalıdır dedik.
Darbeyi gizlemenin, olmamış göstermenin sorumluluğunu anlattık. Bunlardan yola çıkarak “kendini feshet gel” çağrısını yapmak bizim dışımızda bir olaydır.
Çünkü “kendini
feshedip gelmek” bir tür birleşmedir. Bugüne kadar niyetimizin bu olduğunu
içeren bir açıklama yapmadık. Çünkü “bulunduğu zemini” doğru kavramak veya
kabul etmek bir süreçtir.
Bu süreç tamamlandığında yeni sürecin ne olacağı şimdiden tam veya esas olarak kestirilemez. Üstelik bu, öncelikle öznenin kendisi tarafından yapılabilir. Bunu biz saptayamayız. Biz bugün bulunduğumuz zeminlerin temel farkından bahsediyoruz. Tartışmamız bununla sınırlıdır. ST tüm ifadeleri, tanımları, “birlik” merkezli okumakta olduğundan “zemin sorgulamasını” “onu reddedin ve gelin” diye yorumlamaktadır.
Oysa
biz “sorgulayın ve gerçekliğinizi olduğu gibi kabul edin” demekle yetiniyoruz.
Kendiniz hakkında kararı, siz vereceksiniz. Bu sizin yolunuz. Onu belirlemek
bizim işimiz olmaz. Durduğumuz yerin bilincindeyiz ve iradenize bu ölçüde bir
saygısızlığı doğru bulmayız! “Feshedin gelin” bir tür “birlik” anlayışıdır.
Bizim bu içerikte bir birlik anlayışımız olmadı. Buna rağmen güya bu “metni”miz
üzerine yapılan yorumlar ST’nin kendini nasıl bir “savaş”ın içinde gördüğünü
ortaya koyuyor.
Meğer ne keskin kılıçları, uzun mızrakları, sert kalkanları varmış, “çiğ bir davranışımızda” hepsini görmüş olduk. Bizi en çok etkileyen son öldürücü hamle oldu. Eğer böyle yanlış bir birlik kararı iradeler tarafından kabul edilirse, o durumda feshedilecek olanın TKP/ML olacağından eminlermiş! Bu tartışmaya (feshedin gelin eksenli) “ciddiyetsiz” diyor arkadaşlar.
Evet aynen öyle. Son noktayı da bu hamleyle “tartışma”nın özüne uygun koymuşsunuz! Bu içerikteki bir tartışmayı sürdürmeyi doğru bulmuyoruz. ST bu bölümün girişinde bir “konuşma”dan hareketle bunlardan söz ettiğini ima ediyor. İfadelerin de bu konuşmaya dayandığı izlenimi verilmektedir.
Açıkça belirtelim ki, nerede ve kiminle geçmiş olursa olsun bu yaklaşımı anlamlı ve çizgimiz dâhilinde görmüyoruz. Sonuç olarak, birliği mahkûm eden, baltalayan ve nihayet “terk” eden bir çizginin/ pratiğin ürünü olarak tanımladığımız için kendilerine önerimiz varlıklarını bu şekilde tanımlamalarıdır.
Fesih talebimiz yok.
Çünkü kendileriyle birlik amacı gütmüyoruz.
İLKELİ BİRLİK-----------------------------devamı var-45 den