Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler
yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist
Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve
emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak
değerlendiriyorum.
Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma
ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu,
benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi
onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.
Elbette, çoğunluğun, Türkiye'nin emperyalistleşmesi
görüşünü reddederken, Leninist emperyalizm teorilerini kabul ediyorlar ve
Lenin'e bir itirazlara yok, güncelliğe itirazları var. Yeni emperyalist
ülkelerin varlığına ve gelişmesine itirazlar var. Bir nevi, „eski emperyalist
ülkelerle yetinelim“ anlayışı var desem yalan olmayacak. Bir analayış da,
„emperyalizm“ den ABD tipi ve ayarı emperyalizm anlaşılıyor ya da böyle
anlamak istiyenler var. Yani, emperyalist dengesiz gelişme yasası gözardı
ediliyor.
Yeni emperyalist ülkeler „olabilir“, diyenler, yeni bir
emperyalist ülke adı veremiyorlar. Çin ve Rusya'yı ise bir çoğu kabul etmezken,
bir çokları bu iki ülkenin emperyalist olduğunu kabul ediyorlar. Kendine ML ve
de komünist diyen bir çok örgüt ve parti, bu iki ülkeyi (özellikle de Çin'i)
sosyalist bile değerlendirme gafletine düşebiliyorlar.
Emperyalizmin tekelleşme olduğunu, daha genel anlamda
ise, emperyalizin kapitalizmin son ve bir üst aşaması olduğunu, ML ve devrimci
örgütler kabul ediyor. Ya da kendilerini MLM değerlendirenler, bu dünya
görüşünü benimseyenler hemen hemen herkes Lenin'in emperyalizm üzerine
söylediği bu argümanları kabul ediyor.
Bu kabulleniş elbette ki iyi bir şey. Tartışmamızı,
birbirimizi daha iyi anlamamızı ya da anlayabilmemize yardımcı oluyor.
Ben bu yazı serisinde, sorulan sorulara kısaca yanıtlar
vereceğim. Amacım, bu tartışmayı derinleştirmek ve
geliştirmektir. Emperyalist savaş tamtamlarının çaldığı şu günlerde, bu
tartışmanın, emperyalist dünyayı daha iyi anlamamıza yardımcı olacağına
inanıyorum.
Bir ülkenin niteliğinin analizi ve doğru belirlenmesi,
sosyalizm mücadelesi için belirleyici bir yanı vardır. İşçi sınıfı partisi,
sosyalizmin zaferi mücadelesinde, starteji ve taktiklerini, ülkenin ekonomik ve
siyasal yapısının belirlemesinden çıkarır. Kapitalist-emperyalist sisteme karşı
mücadele ederken, KP'leri, nesnel koşulları dikkate alarak strateji ve taktik
üretirler. Çünkü, strateji ve taktikler nesnel koşulların ürünü olmak
zorundadır. Bu materyalist bir anlayıştır. Metafizik düşüneneler, doğa ve
nesnelliğin öznel düşüncelere uymasını isterler, oysa, materyalizm tam da bunun
tersidir.
„Tarihin Önünde Yürümek“ kitabımı yazarken, temel ilke olarak
ele aldığım, Engels'in sözünü buraya alalım:
„İlkeler, araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur;
doğa ve insanların tarihine uygulanmazlar, bunlardan soyutlanırlar; doğa ve
insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve insan tarihine uydukları
ölçüde doğrudur. Sorunun tek materyalist anlayışı budur.“1
Sosyalizm bir bilim haline gelmesinden bu yana,
Marksistler, araştırmalarını, işçi sınıfının tstrateji ve taktiklerini bilimsel
veriler üzerinden hareketle belirlerler. Engels'in dediği gibi; Marx'ın tarihi
materyalist anlayışı ve artı-değeri bulmasıyla, sosyalizmin bir bilim haline
gelmiştir. KP'leri bütün sorunları bilmsel olarak, diyalektik ve tarihi
materyalist anlayış içinde ele almalıdırlar. Sorunlara bu anlayışla
yaklaşılmadığı zaman, işçi sınıfı kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kuramaz. Bu
anlayışla hareket etmeyen hiçbir KP'si işçi sınıfına sosyalizm mücadelesinde
önderlik edemez.
Emperyalizmin Genel Tanımı:
En yalın tanımlamayla: “Emperyalizm tekeleci
kapitalizmdir” (Lenin). Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminden çıkıp
tekelleşmeye başlamasıyla bir üst aşamaya çıkmıştır. Özellikle, 1880'lerden
itibaren kapitalist üretimin yoğunlaşmasıyla serbest rekabetçilik sönümlenmeye,
tekelleşme ise kapitalist sisteme egemen olmaya başlamıştır. Kapitalist
üretimin gelişmesi, yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle, kapitalizmin serbest
rekabetçi dönemi sona ermiş ve emperyalizm dönemi başlamıştır. Emperyalizm
kapitalizmin en üst tekelci aşamasıdır.
Kapitalist üretimin gelişmesi, sanayi ve finans
sermayesinin birleşmeye zorlamıştır. Yani, serbest rekabetçi döneminde ayrı
ayrı olan sanayi ve finans sermayesi, bunların birleşimiyle tekelleşmeyi,
kapitalizmi üst aşaması olan emperyalizmin temel özelliği olmuştur. Emperyalizm
olgusu, kapitalist gelişmenin diyalektiğinin bir sonucudur. Yani, emperyalizm iradi
bir olgu olmayıp, kapitalist gelişme diyalektiğinin bir nesnelliğidir.
Kapitalist
sistem de eşitsiz gelişme ile ilgili Lenin'e de başvuralım:
“... kapitalist düzende, işletmelerin,
tröstlerin, sanayilerin veya ülkelerin eşit oranda gelişmeleri olanaksızdır...”2
Kapitalizm eşitsiz gelişmedir. Emperyalizm de eşitsiz
gelişme daha da artmıştır. Hiçbir ülke aynı düzeyde değil ve sürekli bir
değişim içindedir ve emperyalist sermayenin dünyaya hakim olma isteği, onu
diğer emperyalistlere karşı mücadeleye sevk eder ve aralarında ölümcül bir
rekabet vardır. Bu rekabet emperyalist savaşlara yol açar.
Önceki yıllar bir yana, sadece 1980-2023 arası ekonomik
büyüklüklerine göre ülke sıralamalarına bakıldığında, her yıl sıralama
değişmektedir. Üstekiler alta doğru, alttakiler ise üste doğru bir trend
izlemekte ve yer değiştirmektedir. Ekonomik büyüklükler durmadan değişmektedir.
Bu emperyalist ekonominin dengesiz gelişmesinin bir sonucudur. Birkaç yıl
içinde Hindistan, ABD ve Çin'in arkasından 3. büyük ekonomi olacaktır. Bu önlenemez
bir gerçekliktir. Hiçbir emperyalist ülke Hindistan'ın bu gelişimini, belki
yavaşlatabilirler, ama durduramazlar. Ancak kendi gelişim sınırına vardığında
yavaşlar ve durur. ABD, ne denli ticaret yasakları, kısıtlamalar, ağır
verğiler, ticaret savaşları uygulasa da, Çin'in yükselişinin durduramaz. Çin
ekonomisinin durması, bütün emperyalist ekonomileri vurur.
Çünkü emperyalist ekonomiler 1920'lerde değil, 2020'lerde
ve üretim bütünüyle uluslararasılaşmıştır. Söylem yerindeyse; “kelebek etkisi”
dünden daha fazladır. Emperyalist ülkelerin rakiplerine karşı, baskı ve çeşitli
ekonomik ve siyasi yaptırımlar uygulamaları hiç bir zaman eksik olmadı ve
olmayacak, ancak, kapitalist-emperyalist ekonomik sistemi temel ilkelerini
değiştirmeye kadir değillerdir. Savaşlarla çözebilecekleri şey, egemenlik
alanları üzerindeki söz söyleme ilişkileridir.
Emperyalizmin en temel özelliği, sermaye ihracıdır.
Sermaye ihracı, yani dış ülkelere sermaye yatırımları, tekellerin kendi iç
pazarının doyması ve sermayenin büyümesiyle dış ülkelere açılması ve oraları da
sermaye ihracı yoluyla sömürmeleri, kendilerine bağlamaları, sömürü ve
egemenlik pazar alanlarını genişletme eğilimi esas hale gelmiştir. Hiçbir
kapitalist tekel iç pazarla yetinmez ve dış pazara açılarak sermayesini
büyütmeye çalışır ve bu bağlamda da diğer rakip tekellerle pazarlara egemen
olma mücadelesi verir. Dış pazarlara egemen olma eğlimi geçici bir eğilim
olmayıp her tekelin ve emperyalist devletlerin esas eğilimi haline gelmiştir.
Emperyalist devletleri tekellerden ayrı ele alınamaz. Kapitalizm tekelci
kapitalizmdir ve kapitalist devlet ise tekelci devlettir.
Tekelleşme; kapitalizmin gelişmesi, yoğunlaşması ve
merkezileşmesiyle ortaya çıkar. Daha açık bir söylemle, kapitalist üretimin
gelişmesiyle tekelleşme doğru orantılıdır.
Ülke içindeki tekelleşmenin gelişmesi, kaçınılmaz olarak
her tekeli ve elbette her ülkeyi dış pazarlara yöneltir.
Emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, üretim süreci
değişmemiş, tersine yoğunlaşmıştır. Kapitalizmin ücretli işgücü sömürüsü
üzerindeki gelişmesi, temel olarak ona dayanması, ya da Marx'ın söylemiyle,
“kapitalizmin artı-değer üretimi olması”, emperyalizm aşamasında değişmemiş,
tersine, emek-sermaye arasındaki, yani, kapitalist ile işçi arasındaki
çelişmeyi daha keskinleştirip daha görünür hale getirerek, iki sınıf arasındaki
çelişmeleri daha da netleştirmiştir.
Ve kapitalizm
emperyalizm aşamasıyla, sosyalist devrimlerin yolunu açmıştır. Bu nedenle,
Lenin, 1917 Rus Devrimiyle birklikte, “çağımız, emperyalizm ve proleter
devrimler çağıdır” belirlemesinde bulunmuş ve eklemiştir: “Emperyalizm
proletaryanın toplumsal devriminin eşiğidir.”
1- Bir tekelin ya da bir ülkenin emperyalist aşamaya
gelmesini belirleyen nedir?
„Emperyalist Türkiye“ kitabımda buna, kısaca şöyle yanıt vermiştim:
„Bir ülkenin empeyalist olmasını belirleyen temel
özellikler: Diğer emperyalistlere karşı açık tavır almasından çok, ülkedeki
kapitalist gelişmişlikten, tekelleşmeden ve tekellerin uluslararsı bir niteliğe
(başka ülkelerde sömürü ve sermaye yatırımları) sahip olmasıdır.“3
Bu soruya verilecek yanıtı biraz daha genişletirsek:
Kapitalist üretimin yoğunlaşması, sermaye birikiminin büyümesi ve
merkezileşmesi ve bundan kaynaklı olarak tekelleşmenin gelişmesi ve dış
ülkelere sermaye ihracıdır. Sermaye ihracını her şirket yapamaz. Sermaye ihracı
demek, bir tekelin bir başka ülkede yatırım yapması, yani, fabrika kurması,
fabrika satın alması, büyük emlak yatırımlarında bulunması ya da büyük inşaat
işlerini yapması ve bir devlete borç para vermesi, çeşitli finansal
yatırımlarda bulunmasıdır.
Banka açması ya da satın alması, sigorta şirkelerini
kurması ya da satın alması vb. yatırımlar sermaye yatırımlarıdır. Yani, belli
bir miktarda sermaye yatırımı ile bir dış ülkeye yerleşmesidir. Amacı, o ülkede
sermayesini büyütmek ve pazar alanlarını genişletmektir. Bu özellikler,
şirketleri, serbest rekabetçi dönemden ayıran temel özelliklerdir. Bu
nitelikler, kapitalizmin en üst aşaması olan emperyalistleşmenin özellikleridir.
Örneğin, bugün bir çok kişi Türkiye ya da dünyanın her hangi
bir ülkesinden ev satın almaktadır. Bir başka ülkenin vatandaşı bir kişinin
oturmak amaçlı bir ev alması esasta sermaye yatırımı değildir. Çünkü bireysel
amaçlıdır. Tekellerin sermaye yatırımı ise tamamen sömürü amaçlı ve sermayesini
büyütmek amaçlıdır. Ve küçük bir sermaye ile salt bir küçük ev almakla
yetinmez, esas olarak sermayesini büyütmek amaçlı olur. Ve bunu sürekli hale
getirir. Türkiye'de, İranlı, Rusyalı, Ukraynalı, Iraklı, Suriyeli, Suudi
Arabistanlı, Almanyalı, İngiltereli ve daha bir çok ülkeden insanlar evler
satın alıyor. Bunların büyük bir bölümü bireysel orturmak amaçlıdır. Bu tür
yatırımlar tekelci sermaye yatırımları değildir.
Türkiye'de Koç Holding'in (KH) sayısız dış yatırımları var.
Bu tekeli dışında başka bir tekel örneği verelim. Örneğin, Tosyalı Holding
(TH). Bu tekelin, Cezayir'in Oran şehrinde Demir-Çelik fabrikası, Angola'da
maden cevheri işletmesi ve İspanya'nın Alegría-Dulantzi şehrinde “Baika Steel
Tubular System” sprial boru üretim tesisi (fabrikası) ve Senagal'de organize
sanayi bölgesi var.4 Bu
yatırımların toplam tutarı 2 milyar ABD dolarını geçmektedir. Ve bu fabrika
orada üretime geçmiştir. Ve fabrikasını her geçen günde büyütmektedir. Bu tekel
aynı zamanda, sermaye büyüklüğü bakımından Türkiye'nin de sayılı tekelleri
arasında yer almaktadır. Türkiye'de genelde demir-çelik sektöründe yer almakla
birlikte başaka sektörlerde de faaliyet yürütmektedir. TH'in Karadağ'da da bir
demir-çelik fabrikası vardı, onu satmıştır. Kısacası, TH, bireysel ev almıyor,
en temel üretim alanlarına yatırım yapıyor. Ve tek bir ülkede değil, birden
fazla ülkede yatırım yapıyor. Bu, tipik emperyalist bir tekelin dış
yatırımları, sermaye iharacıdır.
Konumuz açısından önemli olan, bu tekelin dış ülkelerde
sermaye yatırımı olması ve o ülkelerdeki işçileri sömürümesi ve o ülkelerde
pazar alanlarını genişletmesidir. Sermaye, salt para değildir. Esas
olarak, bir egemenlik ilişkisidir. Sermaye, siyasal egemenliğiyle, kendi ulusal
(emperyalist) kültürüyle ve daha bir çok sosyal faaliyetiyle orda yer alır ve
sermaye gücü oranında, doğrudan, sisyasal iktidara etkide bulunur. TH
bunlardan birisidir. Ve TH emperyalist bir tekeldir. Nasıl ki, ülkemiz de
fabrikaları olan Alman BOSCH5 (Bosch San.
ve Tic. A.Ş.) tekeli bir emperyalist tekel ise, TH'de emperyalist bir
tekeldir. Bosch daha büyük bir tekel iken, TH ondan daha küçük bir tekel
olabilir. Emperyalizmde tekeller arası bir eşitlik söz konusu olamaz. Önemli
olan nitelikleridir.
Daha başka örnekler verilebilir. Ancak, buna gerek yok.
Önemli olan bir tekelin dış ülkelerde sermaye yatırımı yapabilecek bir sermaye
birikimi durumuna gelmesi ve sermaye yatırımlarını gerçekleştirmesidir. 2022
yılı verilerine göre, Türkiye'li tekellerin 128 ülkede, 2033 adet sermaye
yatırımı vardır.6 Bu,
onlarca Türk tekelinin yurtdışında yatırım yapabilecek sermaye birikimi
olduğunun bir göstergesidir. Türk tekellerinin dış ülkelere sermaye yatırımları
her geçen günde büyümektedir. Yalnızca bir kaç on tekel değil, dış ülkelere
sermaye ihracı yapan tekel sayısı da artmaya devam etmektedir. Bir tekelin
emperyalist nitelikte olması, o tekelin geliştiği ve üzerinde yükseldiği
ülkenin ekonomik niteliğinden ayrı olamaz.
Emperyalist tekellerin, yatırım yaptıkları ülkelerde
yerli tekellerle ortaklık (joint ventures) kurabilecekleri gibi, çok az bir
hissesini de yerli tekele ya da bir başka emperyalist tekele verebilir ya da
yatırımın yüzde yüzü kendisine de ait olabilir. Dünyanın en büyük tekellerinin
gittiği ülkelerde ortaklıklıkları vardır. Bu tekellerin güçlerini koruma ve
pazar alanlarını genişletmek amaçlı ilişkileridir. Örneğin, Otomobil tekeleri
arasındaki kıyasıya rekabet nedeniyle, Fiat, Renault, Chrysler, güçlerini tek
bir tekel altında birleştirdiler.
Tekellerin birleşmesi, ortaklıkları vb.nin bir çok örneği
mevcut ve ortak bir şirket altında da rakiplerine karşı birleşebiliyorlar. Ya
da eşit paylarla ortaklık kurabiliyorlar.
Türk tekelleri de gittikleri ülkede ya da Türkiye'de çeşitli
yabancı tekellerle ortaklıklar kuruyorlar. Bazı ortaklıklarda kendi payları çok
iken bazı ortaklıklarda ise kendi payları %50'nin altında kalabiliyor. Ortaklık
oranı, bir tekelin emperyalist bir tekel olup olmadığının göstergesi olamaz.
Örneğin, Çalık Holding (ÇH), Çöpler (Erzincan-İliç) altın madencilikteki payı
%20 olarak açıklandı. Geriye kalanı Kanadalı SSR Mining & Alacer Gold
(Türkiye'de bilinen adıyla “Anagold”) tekeline ait. ÇH'in Arnavutluk'da ve
Kosova'da (adı, “Banka Kombëtare Tregtare” olan)7 bankası
var ve bütünüyle ÇH ait. Yine ÇH'in Gine ve Mali'de maden arama şirketleri var.
ÇH'in en az on ülkede sermaye yatırımı vardır. ÇH, küçük bir şirket değil,
Türkiye içinde büyük bir tekel olduğu gibi, dış ülkelere de sermaye yatırımı
yapabilecek duruma gelmiş emperyalist bir tekeldir.
Soruların Yanıtları:
1- Yeni emperyalist ülkeler çıkabilir, ama diğer
emperyalistler buna izin vermez.
Bu sorunun cevabını „Emperyalist Türkiye“8 adlı
kitabımda vermiştim. Diğer emperyalistlerin kendilerine rakip çıkarmak
istemeyişi iradi değil nesneldir. Kapitalist gelişme yasaları içinde, büyük
tekeller kendilerine karşı rakip çıkarmak istemez ve daha baştan boğmaya ya da
en azından önlemeye çalışsa da, bu onun iradesinde olan bir şey olmayıp,
kapitalist gelişme yasalarıyla doğrudan ilgildir. Böyle bir iradi önlem
olsaydı, kapitalizm gelişemez ve kendisi gibi bir dünya yaratamazdı.
Kapitalizm, kapitalist gelişme yasaları içinde var olur
ve gittiği her yere kendi yasalarını götürür. Örneğin, kapitalizmin çok az
geliştiği ya da hiç gelişmediği feodal bir ülkeye'de gitse, orada kapitalizmin
tohumlarını eker ve yavaş yavaş kapitalist gelişmeyi sağlayarak feodal ya da
yarı-feodal ekonomiyi tasifyeye yönelir. Kapitalist ekonomi ile kapitalizm
öncesi ekonomi belli bir süre içiçe olsa da uzun vadede kapitalizm kendisinden
önceki ekonomik kalıntıları ortadan kaldırır. Bu kapitalizmin siyasal olarak
ilerici olmasıyla bir ilgisi olmayıp, kapitalist ekonomik gelişme yasasıyla
doğrudan ilgilidir.
Lenin, sermaye ihracının rolünü ilişkin bilinen formülünü
buraya alalım. Bu formül bilinmesine karşın, bunun pratik karşılığı görülmezden
gelinmektedir.
“Sermaye ihracı, yöneltilmiş olduğu ülkelerde
kapitalizmin gelişmesini, onu güçlü bir şekilde hızlandırarak
etkilemektedir. O halde sermaye ihracı, ihraç eden ülkelerin gelişmesinde
belli bir noktaya kadar bir yavaşlamaya yol açmaktaysa da bu, bütün dünyada
kapitalizmi genişliğine ve derinliğine geliştirme uğruna olmaktadır.”9 (abç)
Bugün kapitalizm bütün dünyada gelişmiştir. Yarı-feodal bir
ülke yok gibidir. Sermayenin uluslararsılaşmasından öte, kapitalist üretim
uluslararasılaşmıştır. Dünyaya bir avuç emperyalist tekeller egemendir. Hatta,
dünyanın ilk en büyük 500 tekeli, dünya ekonomisini biçimlendirmekte ve
yönlendirmekte olduğu rahatlıkla söyenebillir.
Kapitalizm serbest rekabetçi dönemden çıkalı yüzelli
(150) yıla yakın bir zaman geçmiştir. Ve artık kapitalizm tekelci bir özelliğe
sahiptir. Girdiği ülkelerde de buna göre gelişme gösterir. Yani, girdiği
ülkedeki kapitalizm tekelleşme şeklinde ortaya çıkar. Emperyalist bir tekel,
yeni girdiği bir ülkede, yerli işbirlikçiler ile ilişki kursada, o işbirlikçi
kapitalist, tekelleşeme eğilimi taşır ve büyüdükçe tekelleşme artar.
2023 yılı itibariyle bütün ülkelerinin GSYH'nın toplamı
yaklaşık 105 trilyon ABD doları kadar.10 Bu
1960 yılında 1,3 trilyon dolar civarındaydı. Bu, dünya ekonomisinin, son 60
yılda, yaklaşık 100 kat büyümesi demektir. Bu kapitalizmin büyümesidir.
Kapitalizm derinlemesine ve genişlemesine büyüp gelişmiştir. Ve gelişmeye devam
etmektedir. Bunun anlamı, hiç bir ülke ve hatta hiç bir yerleşim birimi
kapitalizmin sömürü ağından kaçamaz durumdadır. Üretimin uluslararasılaşmasının
gelişmesiyle beraber, kapitalizm en geri ülkelerdeki kapitalizm öncesi ekonomi
biçimlerini söküp atmıştır.
Örneğin Koç Holding (KH), ilk başlarda işbirlikçiyidi. Emperyalist
tekellere bağlı olarak gelişiyordu. Çünkü esas sermaye emperyalist tekelin
elindeydi. Yani, kendisi komprador nitelikte bir kapitalisti. Ancak, zaman
içinde sermaye birikimini büyüttü ve bağlı olarak büyüdüğü emperyalist tekele
rağmen gelişme gösterdi ve bağımsız hareket etmeye başladı. Her kapitalist
tekel, büyümek, bağımsız hareket etmek ve kendi sermayesini kendisi kontrol
etmek ve dışarıya açılmak eğilimini taşır. KH'de bunu yaptı. 1927 yılında
emperyalist tekelin (Ford Tekeli) ya da tekellerin işbirlikçisi olarak gelişti
ve 1970'lerden itibaren kendi tekelleşmesini tamamlayarak, bağımsız hareket
etmeye başladı. Ve bu süre içinde ülke ekonomisi içindeki payını artırdı.
Ancak, bir süre sonra ülke içindeki pazar yeterli gelmeyip dışarıya açılmaya,
dış pazarlarda yer edinmeye başaldı. Bu gelişme, KH'in emperyalist karakter
kazanmasının, emperyalist aşamaya gelmesinin bir sonucudur.
“Koç Topluluğu bugün, yurt dışında 60’tan fazla üretim
tesisi ve pazarlama şirketi bulunan ve 150'den fazla ülkeye ihracat yapan büyük
bir aile.„11
KH'e bağlı Arçelik tekelinin, Türkiye'de dahil 9 ülkede
30 fabrikası (üretim tesisi) var. KH büyüdükçe, dış ülkelerdeki ticari
ilişkileri ve iştirakları, üretim alanları ve üretim tesisleri de artıyor.
Bugün, KH'in, dünyada, ayak izlerinin olmadığı ülke yok gibidir. Ya ihracat, ya
ithalat ya da üretim tesisleri, lojitstik ağları ve bürolarıyla uluslararası
bir tekel konumundadır.
KH'in yıllık cirosu (örneğin 2022) Türkiye'nin GSYH'nın
%9'una, ihracatı, Türkiye'nin toplam ihracatının %7'ine, İstanbul Borsa'sındaki
şirketlerinin toplam değeri, borsadaki şirketlerin toplam değerinin %19'una
denk geliyor. Bu büyük bir tekelleşmeyi göstermektedir.12 KH'in
toplam cirosunun %30'u yurtdışı satışlarından oluşuyor.
Kapitalist bir ülkede, kapitalist bir tekelin gelişmesi,
o ülkedeki genel kapitalist gelişmeden bağımsız olamaz. KH'in, büyümesi,
gelişmesi ve dış ülkelere açılabilecek, yani sermaye ihraç edebilecek seviyeye
gelmesi, Türkiye'nin kapitalist gelişmesinden ve emperyalist aşamaya
gelmesinden bağımsız değildir. KH'in yıllık cirosu ilk defa (2023 son) 1
trilyon TL'nin üzerine çıktı ve "Ali Koç'un ayağa fırlaması"na neden
oldu. Türkiye'nin 2023 GSYH ise 1 trilyon 100 milyar ABD dolarının üzerine
çıktı.
Türkiye'de KH gibi onlarca uluslararsı Türk tekeli
vardır. Bunları burada sıralamak fazlalık olacaktır. THY ve Şişecam gibi
tekelleri incelemek bile, Türk devletinin emperyalist niteliğini ortaya koymaya
yeter.
Örneğin bir THY tekeli (devlet tekelidir ve doğrudan
TVF'a bağlıdır) ciro açısından Avrupa'nın, Lufthansa ve Fransa-KLM'den sonra 3.
büyük tekelidir.13 İngilizlerin
British Airways'ı 4. sıraya düşmüştür. Emperyalistler THY'ın büyümesini ve
diğer havayolu tekellerin pazarını kapmasını önliyemiyorlar.
Türkiye'nin en büyük finans tekellerinden bir olan İş
Bankası'na bağlı Şişecam tekelinin yükselişini ve Avrupa'da bir çok tekelin
pazarını kapmasına, emperyalist büyük tekeller engel olamıyor ve Şişecam düzcam
üretiminde Avrupa'nın 1-4 arasında yer almaktadır. Kendisi 1. olduğunu yazıyor.14 Ayrıca,
İtlay'da iki, Bulagaristan'da bir üretim fabrikası olan Şişecam'ın üretimi AB'e
dahil olmaktadır. Şişecam'ın 14 ülkedeki toplam 45 tesisi ve 22 bin çalışanı
var ve 50’den fazla ülkeye satış gerçekleştiriyor. Satışlardaki bölge-kıtaların
payları: Avrupa % 87, ABD %3, Asya-Okyanusya'da %7 ve Afrika-Ortadoğu'da %3
kadar ve gelirlerinin %60 yutdışıdır.15
Bu bilgiler kolayca internet sayfalarında bulunabilir ve
bu bilgilerin verilmesindeki amaç; büyük emperyalist tekellerin daha küçük
tekellerin gelişmesini ve büyümesini, yenilerin, eskilerin pazarlarını
kapmalarını engelliyemediklerini görebilmek içindir.
Büyük emperyalist ülkeler ya da büyük tekeller, yeni
emperyalist ülkelerin ortaya çıkışına izin vermez anlayışı, iradicilik ve
kapitalizmin, komplo teorileri üzerinde geliştiğini sananların düşüncesidir.
Devam edecek...
e-mail adresim: yusufkoese@hotmail.com
1Friedrich Engels, Anti-Dühring, sf.
92, İkinci Baskı, Sol Yayınları
2Lenin, Emperyalizm, sf. 120, Sol
Yayınları
3Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf.
309, 2022 , El Yayınları
4tps://www.tosyaliholding.com.tr/faaliyet-alanlarimiz/grup-sirketleri/yurt-disi-istirakler/sts-fabrikasi-ispanya
51972'den beri Türkiye'de faaliyet
sürdüren Bosch tekeli, “2023 yılı ön kapanış rakamlarına göre yaklaşık 19.800
çalışanla 145 milyar TL toplam satış gelir“ elde
etmiştir. https://www.bosch.com.tr/sirketimiz/bosch-tuerkiye/
6https://ticaret.gov.tr/data/5c4ac3db13b876297ce9a568/Yurtd%C4%B1%C5%9F%C4%B1%20Yat%C4%B1r%C4%B1m%20Anketi%20-%202022%20Sonu%C3%A7%20Raporu.pdf
7https://www.ekonomim.com/finans/haberler/calik-grubunun-arnavutluktaki-bankasi-bkt-10uncu-kez-yilin-bankasi-secildi-haberi-458254
8Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf.
309-323
9Lenin, Emperyalizm, sf. 66
10ttps://www.visualcapitalist.com/visualizing-the-105-trillion-world-economy-in-one-chart/
11https://www.koc.com.tr/faaliyet-alanlari/uluslararasi-ag
12KH 2022 faliyet Raporu, sf.4
13https://de.statista.com/statistik/daten/studie/1046204/umfrage/groesste-fluggesellschaften-in-europa-nach-umsatz/ Statista
2024
14https://www.mordorintelligence.com/industry-reports/europe-flat-glass-market/market-share
15https://www.sisecam.com.tr/tr/Documents/Dunyada_Sisecam.pdf
BLOG:
Y_Köse:
https://yusufkose.blogspot.com/?fbclid=IwZXh0bgNhZW0CMTAAAR30NrW2NpiFTALi29WRJqnsOAXe0AfFzQwcjkcHKvFKK1_N9Wa_CsAlCUM_aem__Ji6T7CQfXPx0O82VikQdg
Emperyalizm Üzerine Notlar -2
“Motor
Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”
Soru: 2 -Türkiye'nin
kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile
yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfurt'da 24 Şubat
2024"de düzenlediği "Lenin ile Dünyaya Bakmak" Sempozyumu
tartışmalarından)
Emperyalizm tartışmalarında,
Türkiye ve diğer yeni emperyalist ülkelerin emperyalist olduğunu reddeden
anlayışların, karşı eleştirlerin en sık getirileni, bu ikinci soru. “Türkiye
emperyalist olamaz, çünkü kendi tekniği yok, kendi üretim araçları yoktur.”
“Türk tekellerinin ya da şirketlerinin kullandığı makineler ithaldir,
dolaysıyla diğer emperyalistlerin makineleridir, emperyalistler makine vermezse
Türk devleti üretim yapamaz.” vb. anlayışlar en yagın olanı.
Bunun yanıtı aslında çok basit.
Sanayi gelişmemişse, tekelleşeme de olamaz. Bu soru, Türkiye'yi kapitalist
olarak kabul edenlerinde sorusu. Örneğin, Marksist Teori, Türkiye
burjuvazisini, tekelci burjuvazi olarak değerlendiriyor ve ülkede tekelci
kapitalizmin egemen olduğunu savunuyor. Tekelci kapitalizmin egemen olduğu bir
ülkede, sanayinin gelişmediğinden söz edilemez. Tekelcilik, sanayi sermayesi
ile banka sermayesinin birleşiminin adıdır. Ve tekelleşme, emperyalizm çağına
özgüdür. Yani kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalist ekonominin bir
ürünüdür. Tekelciliğin gelişmi, kapitalist ekeonomiyi bir üst aşamaya çıkarır.
Bu emperyalizmdir.
Türkiye'de “motor üretilmiyor”,
“makine üreten makine üretimi yok” anlayışları, Türkiye kapitalizmini de
tanımıyorlar dense yeridir.
Evet, Türkiye, imalat sanayinde
büyük oranda ithal girdilere bağımlıdır. Ama bu onun sanayisinin olmadığı
anlamına gelmez. 2023 yılında GSYH 1,1 trilyon dolar olan bir ülkenin, bu kadar
büyük bir sermaye birikimini tarım ürünlerinin satışından elde ettiği
varsayılıyorsa, yanılıyor. Aynı karşıt eleştirciler, “tarımında yok edildiğini”
söylemeleri, kendi içinde tutarsızlık olduğunu da göremiyorlar.
“Emperyalist Türkiye” kitabımda,
“Türkiye'de İmalat Sanayinin Gelişimi” başlığı altında incelenmişti:
“Kapitalizmi kendinden önceki
ekonomilerden ayıran noktalardan birisi, üretici güçlerin ve üretimin
merkezileştirilmesidir. Kapitalizmde, sermaye ve üretimin merkezileşmeye doğru
bir eğilim gösterir ve kapitalist üretim sürdükçe sermaye birikiminin ve üretimin
büyümesinin merkezileşmesinin sınırı da yoktur.” 1
“Türkiye'de makine üreten mikene
üretimi yoktur” iddiası yüzeysel ve ülkedeki kapitalist ekonomiyi yok sayan ya
da küçümseyen yaklaşımların bir sonucu olduğu gerçeğinin yanında, bu iddiaları
istatistiki veriler doğrulamıyor. Türkiye, 2001'den itibaren makine sanayine
daha fazla yatırım yapmıştır. Bu konu bütün istatistiki verilerle adı geçen
kitapda yer almaktadır. Örneğin, 2001 yılında imlat sanyine yatırılan
sermayenin miktarı 7 milyar 378 milyon TL iken, 2018 yılında 106 milyar 523
milyon TL olmuştur. Kısacası 2001-2018 yılı arası, imalat sanayine yatırılan
toplam sermaye yatırımı 430,391 milyar TL olmuştur.2
“Aynı kaynağın verilerine
göre; Türkiye’de gayri safi sabit sermaye yatırımı, 2018 yılı verilerine göre,
Rusya, İspanya, Avustralya, Meksika, isviçre ve Polanya’dan daha fazladır. Bu
yıl içinde dünya ortalaması %23,5 iken, Türkiye %29,9 civarında
gerçekleşmiştir. Bu alanda en yüksek yatırım %32 ile Endonezya’da
gerçekleşmiştir.
Makine ve ekipman yatırımı artış
hızında Türkiye, 2010-2017 yılları arasında Fransa, Almanya, İngiltere, İspanya
ve İtalya’dan daha yüksektir.”3
İmalat sanayinde, yabancı serme
yatırımı, bazı ulusalcı kesimlerin abartısına karşın, 2015-2020 yılları
arasında, %23,11 civarındadır. Türk tekellerinin ve şirketlerin yatırımı ise
%76,89 civarındadır. İmalat sanayinde yabancı sermaye yatırımı 2021 yılında 1,6
milyar dolar iken, 2022 yılında biraz gerileyerek 1,59 milyar dolar olarak
gerçekleşmiştir. 4
Makine sanayinde yabancı yatırımı
da oldukça azdır. Örneğin 2021 yılında 70 milyon dolar olan yabancı sermaye
yatırımı 2022 yılında 44 milyon ABD dolarına gerilemiştir. Yani, 2021 yılında,
yabancı sermayenin makine sanayindeki payı %4,23 iken, 2022 yılında %2,77'e
gerilemiştir.5
Burada, yeniden Türkiye'nin sosyo
ekonomik yapısına ve ayrıntılarına girmilmeyecek. Bu çok ayrı bir konu. Ancak,
“motor yok”, “teknik yok” gibi yüzeysel yaklaşımlar, Türkiye kapitalizminin
geldiği noktayı göremek ya da görmek istememekten kaynaklı olduğu çok açık.
Ayrıca, Türkiye'nin emperyalist
aşamaya geldiğini kabule yanaşmayanlar, fosil yakıt olmadan sanayisi duracak
ülkeleri (örneğin AB'nin ileri gelen emperyalist ülkelerini, Çin'i) aynı
kaygıyla sorgulamıyorlar. Enerji açısından esas olarak fosil yakıta (petrol,
doğal gaz, kömür vb.) bağlı ülkeler, bu yakıtlar olmadan “motorları”nı
çalıştıramazlar, sanayinin tekerleklerini dönderemzler. İstedikleri kadar motor
yapsınlar, teknikleri yüksek olsun, ama, bunlar için enerji lazım. Bu enerji de
belli sayıda ülkede var.
Örneğin, çip konusunda hemen
hemen hepsi Tayvan'a bağımlılar. Tayvan çip tekelleri üretimi durdursa, ya da
“satmıyoruz” deseler, çoğu sanayi ülkesi araba üretemeyecek, robot yapamayacak
ya da dijital üretimi gerçekleştiremeyecekler.
“Çip üretiminde genel dünya
sıralaması; Tayvan: %54 | ABD: %12 | Güney Kore: %10 | Çin: %8 |
Japonya: %7 | Avrupa Birliği: %6 | Diğerleri: %3 Tayvan, TSMC adlı
şirket sayesinde dünyanın en büyük ve en değerli çip üreticisi konumunda. TSMC,
Apple ve Intel gibi devlere çip tedarik ediyor.”6
Apple, İntel gibi süper
emperyalist tekeller ve daha bir çok teknoloji tekelleri, Tayvan tekellerine
bağlı. Çip üreticisi TMSC tekeli, “benden size fayda yok” dese, Apple, İntel ve
diğerlerinin “büyüklükleri”, “süper tekel” oluşlarının hiç bir anlamı kalmayacaktır.
Emperyalizmi, üretimin temerküzü, sermayenin yoğunlaşması ve tekelleşmesi
olarak ele almayanların, emperyalizmden anladıkları, “ya satmazsa ne yapacak”la
sınırlı kalıyor. Oysa, emperyalist sistem bir bütündür ve hepsinin birbirine
gereksinimi var. Birbiriyle ölümüne kapışsalarda, üretim çoktan
uluslararasılaşmıştır ve emperyalist sermaye de uluslararsı bir sermeyedir.
Dünyadaki uluslararası sermayenin dolaşım hızı, bilgisayar tuşlarına basma
anından daha hızlı hale gelmiştir.
Dünya'da çip üretimi çok az
sayıda ülkenin elinde. “motor yok” diyenler değil, “çip yok” diyenler daha
önceliklidir. Çünkü teknoloji giderek dijitalleşmekte ve yarı iletkenler
olmadan artık otomobillerde üretilemiyor.
Örneğin, dünyanın belli başlı
buğday üreticisi ülkeler vardır. Bunlar buğdaylarını satmasa, ülkelerin çoğu aç
kalacaktır. Rusya-Ukrayna savaşında bu daha net ortaya çıktı. Oysa, Ukrayna'nın
buğday üretimi dünya buğday üretiminin %3'üne denk gelmektedir. Türkiye ise,
dünya buğday üretiminin %3,4'ünü yapmasına karşılık yine de ithal etmek zorunda
kalıyor. Dünya buğday üretiminin büyük bir bölümünü, sırasıyla, Çin (%20),
Hindistan (%16) Rusya (%12) ve ABD (%7) üretmektedir.
Almanya ve AB ülkelerinin çoğu,
Rusya'ya yatırım uygulamamlarına, doğal gaz ve petrol alımını sınırlamalarına
karşın bütünüyle kesemiyorlar. Almanya hala doğal gazının %4'ünü Rusya'dan
almaya devam ediyor. Almanya istemediğinden değil, Rusya Almanya'ya fazla gaz
vermek istemediği için, açık olan bir boru hattından az miktarda gazı
Almanya'ya satıyor. Şu anda Alman sanayicileri BDI (Almanya'nın TÜSİAD'ı
sayılır) isyan etmiş durumda ve hükümete doğrudan ültimatov verdiler.
“potansiyelimizin altında kaldık”, ömrün azaldı diye. Çünkü, ucuz Rus gazı
kesilince, emperyalist Almanya ekonomisi giderek küçülmeye başladı.7
Bütün emepryalist ülkelerin
birbirlerine gereksinimi var ve birbirleriyle ticari (ithalat ve iharacat)
ilişkisini sürdürmek zorundadırlar. Motoru olmayan ya da yeterli motor
üretemeyen motor ithal edecek, gazı olmayan gaz, çipi olmayan çip, buğdayı
olmayan buğday, çocuk bezi üretemyen ya da yeterli üretemeyen çocuk bezi ithal
edecek ya da bunları fazlasıyla üretenler satacak. Kapitalist ekonomide amaç,
mal üretim stoklamak değil, fazlasıyla satmak ve kar elde etmektir. Burjuvazi
satamadığı malı üretmez. Üretiklerini birbirlerine karş koz olarak kullanırlar
mı? Elbette kullanırlar! Eşitsiz gelişen kapitalist-emperyalist ekonomide bu
kaçınılmazdır.
Ayrıca, burjuvazi içerde kendine
yeterli üretiklerinin bir kısmını dışarıya satar, ama karşılığında aynı maldan
başka bir ülkeden satın alır. Örneğin, Türkiye, kendi ürettiği buğdayı hem
ihraç eder, ama aynı zamanda başka bir ülkeden aynı kalitede buğdayı ithal
eder.
Tekelleşmiş bir dünyada, tek tek
tekeller için dünya bir pazar yeridir. O, salt üretim üsünü düşünmekle kalmaz,
bir bütün olarak dünyayı düşünür, rakiplerinin kimler olduğunu, pazar
paylarının ne olduğunu, hangi bölgelerde (ülke-kıta) yoğunlaştığını, zayıf ve
güçlü yanlarını analiz ederek üretimini pazara sunar ve pazardan pay almak için
tüm gücüyle (bol reklam, düşük fiyat, kalite, devlet olanaklarını kullanma,
pazar alanındaki isiyasal iktidar ile yakın ilişki -komisyon adı altında büyük
rüşvetler vererek- ) mücadele eder. Sermaye büyüdükçe, pazar payları artıkça
kapitalistlerin uykuları da, sermayenin büyüklük oranına göre kaçar. Tekelin
esas düşmanı işçi sınıfı olmasına karşın, kendi sınıfından her tekel birbirinin
de düşmanıdır. İşçi sınıfına karşı birlik olurlar, ama bu birlik kendi içinde
çelişmelidir. Halkımızın deyimiyle, aynı zamanda, birbirinin kuyusunu da
kazarlar ve asla birbirlerine sırtlarını dönmezler. Bu durum, sermayenin
büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Her bir kapitalistin gözünde istatistikler,
yılıdırm hızıyla gelip geçer. Doğaya, insana ve her şeye zarar verme oranları
da sermayenin büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Sermaye büyüdükçe vahşileşmesi
de artar.
Emperyalizm Çağında Milli Üretim
“Üretim araçlarını üreten makine
üretemiyor”, “motor yok” diyenlerin, “milli ve yerli mal”dan söz ettikleri ve
emperyalizm çağında, burjuvaziden “millicilik” beklediklerinden kuşku yoktur.
Emperyalizm, ya da emperyalist tekeller, belli ülkelere bağlıdır, ama, onlarda
kapitalizmin ilk ortaya çıktığı dönemdeki millicilik yoktur. Üretimleride
uluslararasıdır.
Birkaç örnek verelim. Örneğin,
Mercedes, sadece tek bir seri araba için, tam 1500 tedarikçi ile çalışıyor.
2014 yılındakki bir haberi buraya
alalım:
“Mercedes Satın Alma Direktörü
Klaus Zehnder Pazartesi günü Stuttgart'ta yaptığı açıklamada, Pekin ve ABD'deki
C-Serisi üretiminde tedarikçiler tarafından yerel olarak üretilen oranın yüzde
60 olduğunu söyledi. Bu sadece geçici bir durumdur. Gelecek nesil için referans
noktası yüzde 80'dir. Ve “Zehnder dünya çapında yaklaşık 1.500
tedarikçiyle ilgileniyor.”8
Bir başka haber de Volkswagen ve
Mercedes'den:
“Mevcut VW Golf'ün tedarikçi
listesi, birkaç değişiklikle Mercedes A-Serisi ile aynı tedarikçileri içeriyor:
Thyssen Krupp direksiyon kolonundan, Martinrea yan panellerden, ITT Italia fren
balatalarından, Hellermanntyton ise direksiyon kolonundan sorumlu. Fren
sistemi, kilitleme sistemi için Kiekert, vites kutusu yatakları için Koyo.”9
Aynı haberin devamında Çin'in
otomobil üretimiyle ilgili bir bilgi var:
“Yakında Avrupa pazarını
sarsacak olan ve çok dikkat çeken Çin otomobili Qoros 3 de ünlü tedarikçilerden
alınan bileşenlerden oluşuyor. Bunların aynı zamanda VW Golf veya Mercedes'i de
donatan aynı şirketler olması alışılmadık bir durum değil. “Automobilwoche”
ticari dergisinin verilerine dayanan birkaç örnek:
Motor ve şanzıman: Valeo, Mahle,
Bosch, BorgWarner, Continental, PMG, Getrag ve diğerleri
İç Mekan: Johnson Controls, Magna, Bader, Magna, Marquardt, Valeo, IAC ve
diğerleri
Navigasyon ve radyo: Microsoft (telematik), Neusoft (bilgi-eğlence)”
Burada bir anımsatma yapıp devam
edelim: TOGG “yerli ve milli”diye pazarlama yapan hükümet ve buna karşı “yerli
ve milli değil” diyen burjuva muhalefet ve bir kısım solcu kesim. Burjuva
muhalefeti anlamak kolay da, kendine ML diyen kesimleri anlamak zor. Bir
taraftan emperyalizm ve proleter devrimler çağında olduğumuzdan söz edilecek,
öbür yandan burjuvaziden “milli” üretim bekleyecek? Ama Çin'in en meşhur
otomobilinde bir tane “milli” parça yok. Ama Çin “malı”. VW ve Mercedes'in
parçaları binden fazla tedarikçi (ezici çoğunluğu değişik ülkelerden)
tarafından üretilip ve belli merkezlerden montajlanarak üretim sonlandırılacak.
Bunlarda “milli”lik aranmayacak, ama, TOGG'da “illa da milli ve yerli olması”
değer bulacak. Sorun TOGG'un parçalarının nerde üretilmesi değil, böyle bir
ototmobilin pazar alanı bulabilecek mi? Diğer dev otomobill tekelleriyle
mücadele edebilcek mi? TOGG'u üretenleri ve buna sermaye yatıranları en çok
düşündüren bu sorundur.
Bugün, otomobilden, bilgisayara,
cep telefonundan en yüksek teknolojilere kadar, “yerli” üretim yoktur. Büyük
markalar, bütün parçaları yüzlerce değişik üretim alanında ürettirip, bir
merkezde montajını yapar. Örneğin, otomobil tekeli VW, Almanya'da fabrikaları
birer montaj yerleridir. Otomobilin parçaları değişik ülkelerden gelir.
Yukarıdaki haberler dikkat çekici olmalıdır. Bu üretimin uluslararasılaşmasının
en yüksek seviyesini göstermektedir.
Elimizdeki cep telefonları,
bilgisayralar, içini açıp baktığımızda herbir parçanın değişik bir ülkede
yapıldığını görebiliriz. Örneğin, Apple'in ürettiği çoğu cep telefonları,
biligisayarlar Çin'de üretilir, ama ABD malı olarak piyasaya sürülür. Apple
ürünlerinin Çin'deki üretici firmasıysa Tayvan tekeli Foxconn'dur.10
Şu söylenebilir, ABD, Çin,
Japonya, Almanya, Tayvan vb. gibi bir çok ülke yüksek teknoloji üretimine
sahip. Türkiye ise bu üretim alanında geri. Bu doğru. Ancak, bu durum
Türkiye'nin üretiminin toplusallaşmadığını, tekeleşmenin olmadığı anlamına
gelmez.
Örneğin, Türkiye'nin ihracat
kalemleri arasında, ilk on kalemde, sırasıyla; 1-otomotiv endüstrisi, 2-
kimyevi maddeler ve mamulleri, 3- hazırgiyim ve konfeksiyon, 4- elektrik ve
elektronik, 5- çelik, 6- hububat, bakliyat, ayğlı tohum ve mamulleri, 7- makine
ve aksamları, 8- demir ve demir dışı metaller, 9- tekstil ve hammaddeleri, 10-
savunma ve havacılık sanayi gelmektedir.
Bunların bir kısmı yüksek
teknoloji ürünü iken, bir kısmı orta-yüksek teknoloji ürünüdür. Emperyalizmi
salt yüksek teknoloji ile tanımlamak, doğru bir yaklaşım değildir. Emperyalizm,
tekelleşmedir. Yani üretimin yüksek düzeyde temerküzüdür. Üretimin yüksek
düzeyde temerküzü, sermayenin yüksek düzeyde birikimi ve yoğunlaşmasıdır. Yani,
her alanda tekelleşmedir. Serbest rekabetçi dönemde üretimin yüksek düzeyde
temerküzü yoktu. Küçük işletmelerden büyük sanayi üretimine geçiş, tekelleşmeyi
de doğurdu.
Bazı anlayışlar, emperyalizmi,
ekonomik yapıdan ayrı ele alarak, salt askeri saldırganlığa bağlıyorlar. Ya da
emperlizmi salt sisyal bir eğilim olarak değerlendiriyorlar. Bu eksik bir
tanımlamadır. Hiçbir siyasal eğlim ekonomik alt yapıdan bağımsız olamaz.
Emperyalizmin siyasal gericiliği, onun sahip olduğu ekonomik yapıyla
bütünleşmekte ve onun ürünüdür. Emperyalizm kapitalizmin bir üst aşamasıdır.
Bunun anlamı, daha yüksek bir üretim biçimidir.
Lenin bunu şöyle tanımlar:
“Ekonomik özü itibariyle,
emperyalizmin tekelci kapitalizm olduğuğunu gördük. Yalnızca bu, emperyalizmin
tarihteki yerini belirlemek için yeterlidir, çünkü serbest rekabet zeminide ve
tamı tamına serbest rekabetten doğan tekel, kapitalist düzenden daha yüksek bir
sosyo ekonomik düzene geçiştir.”11
Demek ki, emperyalizm
burjuvazinin salt bir siyasal eğilimi değil, esas olarak ekonomik bir temeli
olan ve “kapitalist düzenden doğan sosyo-ekonomik” bir yapıdır. Siyasal
eğilimler, ekonomik alt yapıdan bağımsız olamaz.
Lenin, döne dolaşa, emperyalizmi
tanımlarken; tekelleşmeden, üretimin temerküzünden, sermayenin aşırı
birikiminde, banka sermayesi ile sanayi sermayesinin bileşmi ve finans
sermayesinin egemenliğinden, sermaye ihracından vs. söz eder. Serbest rekabetçi
dönem ile emperyalizm dönemini birbirinden ayıran temel ekonomik olguları böyle
sıralar.
Tekellerin egemen olduğu tekelci
Türk devletini, esas olarak bir kaç on tekelin egemen olduğu Türkiye
ekonomisini, emperyalizm olgusunun dışında tutatanların, Lenin'in emperyalizm
tanımıyla çeliştikleri bir gerçektir.
Devam edecek...
yusufkoese@hotmail.com
1Yusuf
Köse, age, sf. 33
2Yusuf
Köse, age, sf. 36 (ayrıca bkz. MAKFED, Türkiye'nin Makinecileri, Sermaye
Yatırımları Analizi Raporu, Mayıs 2020)
3Y.
Köse, age, sf. 35
4MAKFED,
Makine İmalat Sektörü, Türkiye ve Dünya Değerlendirme Raporu, sf. 45, Ekim 2023
5MAKFED
agR, sf. 45
6https://www.dunya.com/kose-yazisi/gelecek-icin-hangisi-cip-mi-bugday-mi/703770
7https://www.tagesschau.de/wirtschaft/konjunktur/kritik-bdi-regierung-100.html
8https://www.motor-talk.de/news/daimler-will-fuer-auslandsproduktion-mehr-teile-vor-ort-kaufen-t5119837.html
9https://m.focus.de/auto/news/autoabsatz/das-steckt-in-neuen-autos-drin-daraus-besteht-der-vw-golf-und-der-qoros-aus-china_id_3713388.html 2014
yılı.
10Bkz.
Yusuf Köse, Dijitalleşme, İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve
Düzenleyicisi Olacağı Tarih, sf. 80
11Lenin,
Emperyalizm, “emperyalizmin tarihteki yeri”, sf. 147, Sosyalist Yayınlar
Emperyalizm Üzerine Notlar-3
Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme
Soru 3:
Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır
Cevap:
Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist
ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu
bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp,
finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.
Türk devleti, 1970'lerin „70 cente ihtiyacı“ olan
bir devleti değildir artık. O süreçte, gerçekten de yarı-sömürge
statüsünde bir ülkeydi ve kendi ekonomisinin yürütmek için daha büyük bir
sermaye ihtiyaç duyuyordu. Bugün de duyuyor. Bugün şu veya bu şekilde borç
alabiliyor. Diğer emperyalist ülkelerden aldığı borç, büyük bağımlılıklar ve
büyük tavizler karşılığında değil, karşılıklı tavizler ilişkisi içinde
almaktadır.
TC Merkez Bankası 2024 yılı 4. çeyrek verilerine göre1,
özel tekellerin borçlarının toplamı yaklaşık 154,5 milyar ABD doları kadar.
Avrupa ülkeleri bankalarına olan borçlarının toplamı yaklaşık 70,894 milyar ABD
doları. Bunun 21 milyarı İngiltere bankalarına, 14,5 milyar'ı Almanya
bankalarına, 11,852 milyarı Rusya'ya vs. Kuzey Amerika (ABD, Kanada, Bahamalar,
Cayman Adaları, Hollanda Antilleri) bankalarına olan borç toplamı ise 16,776
milyar dolar. Bunun içinde ABD'e olan borç miktarı ise 9,6 milyar dolar.
Türkiye'nin Güney Afrika ve diğer Afrika ülkelerinin bakalarına da
borçları var. TCMB'nın „Diğer Afrika“ dediği Katar olsa gerek. Asya
ülkeleri bankalarına olan borç toplamı yaklaşık 38,2 milyar dolar. Yaklaşık 12
milyar dolar sadece Bahreyn bankalarına. BAE bankalarına 9,5 milyar
dolar, Çin bankalarına 3 milyar doları aşkın, Japonya bankaların 2 milyar
dolar. Kuveyt banklarına olan borç yaklaşık 2,2 milyar dolar, Suudi Arabistan
bankalarına ise 289 milyon dolar, düşünüldüğünden az. Tahvil borçlarının
toplamı ise 28,3 milyar ABD doları kadar. Bu borçların içinde kamu
kurumlarının aldığı ve ödemek zorunda olduğu kredi borçları yer almıyor.
Yukarıdaki rakamlardan da hareketle, toplamda 154 milyar olan
borcun, 80 milyarı AB ve ABD bankalarına ait. Gerisi çeşitli ülkelerin
bankalarına. Bu ülkeler içinde Kazakistan, Azerbaycan ve daha bir çok ülke var.
Türk devleti bugün, emperyalist kutuplaşmalar arasında, çıkarları
ne tarafı gösteriyorsa o tarafa “dümen” kırmaktadır. Ama bu “dümen”, bütünüyle
değil, her iki tarafı kollayarak yapılmaktadır. Yani, gerektiğinde AB'e yüzünü
döner gibi yapıyor ve gerektiğinde ise Çin ve Rusya'nın olduğu tarafa yüzünü
döner gibi yapıyor. Bu özellik sadece Türk devletine özgü olmayıp bütün
emperyalist ülkeler genelde aynı taktiği izlerler. ABD ve AB'nin baskısına
rağmen Rusya'ya yatrım kararı almadığı gibi, ilişkisinin bütün tehditlere
rağmen sürdürmekte ve ABD ve AB'den boşalan ekonomik alanı doldurmaya
çalışmaktadır.
Maliye bakanı M. Şimşek'in „kapı kapı dolaşarak para dilendiği“
bir gerçektir. Uluslararsı sermayeyi ülke içine çekme politikası
kapitalist ekonominin doğal bir eğilimidir. Bu eğilim büyük emperyalist
ülkeler ve tüm kapitalist ülkeler için de geçerlidir. „Sıcak para“ ya
da „yatırım“ dedikleri sermaye girişlerinin olması için, sermaye verecek ülke
ya da tekellere her türlü kolaylıkları gösteriyorlar. İngiltere başbakanı
Sunak, „Küresel şirketler bize 29,5 milyar Sterlin yatırım yapacak“ diyerek
ellerini ovuşturuyordu.2 „Küresel
Yatırım Zirvesi“ne katılacak uluslararası tekeller ise,
dünyanın en büyük finanas tekellerdir. Hatırlanırsa, aynı çağrıyı eski başbakan
B. Johnson'da yapmış ve uluslararsı tekellerin katıldığı bir
toplantıyı 19 Ekim 2021 gerçekleştirmişti.3
Dünyanın en borçlu ülkesi ABD emperyalist devleti olduğu
biliniyor. Bütçe giderlerini karşılamak, borçları kapatmak için borcunu yeni
borçlar alarak ödemeye ya da büyük miktarlarda tahvil satarak borçlarını
kapatmaya, ekonomisini döndürmeye çalışıyor. Aynı Türk devletinin yaptığı
gibi...
2022 yılı verilerine göre, dünya tahvil piyasası 133
trilyon doları aşmıştır. Dünyanın borçlanma senedi son 40 yıl içinde yedi kat
büyümüştür. Bu borç büyümesi, yarı-sömürge ülkelerin borçlanmasından değil,
esas olarak yarı-sömürge ülkelere borç veren emperyalist ülkelerin
borçlanmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin Çin'inin 2019-2022 arasında tahvil
satış piyasası %13 büyümüştür.
Aşağıdaki tablo, bazı emperyalist ülkelerin tahvil satışlarıyla
oluşan borçlarını gösteriyor.
Emperyalizm
Üzerine Notlar-3
Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme
Soru 3:
Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır
Cevap:
Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist
ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu
bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp,
finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.
Türk devleti, 1970'lerin „70 cente ihtiyacı“ olan
bir devleti değildir artık. O süreçte, gerçekten de yarı-sömürge
statüsünde bir ülkeydi ve kendi ekonomisinin yürütmek için daha büyük bir
sermaye ihtiyaç duyuyordu. Bugün de duyuyor. Bugün şu veya bu şekilde borç
alabiliyor. Diğer emperyalist ülkelerden aldığı borç, büyük bağımlılıklar ve büyük
tavizler karşılığında değil, karşılıklı tavizler ilişkisi içinde almaktadır.
TC Merkez Bankası 2024 yılı 4. çeyrek verilerine göre1,
özel tekellerin borçlarının toplamı yaklaşık 154,5 milyar ABD doları kadar.
Avrupa ülkeleri bankalarına olan borçlarının toplamı yaklaşık 70,894 milyar ABD
doları. Bunun 21 milyarı İngiltere bankalarına, 14,5 milyar'ı Almanya
bankalarına, 11,852 milyarı Rusya'ya vs. Kuzey Amerika (ABD, Kanada, Bahamalar,
Cayman Adaları, Hollanda Antilleri) bankalarına olan borç toplamı ise 16,776
milyar dolar. Bunun içinde ABD'e olan borç miktarı ise 9,6 milyar dolar.
Türkiye'nin Güney Afrika ve diğer Afrika ülkelerinin bakalarına da
borçları var. TCMB'nın „Diğer Afrika“ dediği Katar olsa gerek. Asya
ülkeleri bankalarına olan borç toplamı yaklaşık 38,2 milyar dolar. Yaklaşık 12
milyar dolar sadece Bahreyn bankalarına. BAE bankalarına 9,5 milyar
dolar, Çin bankalarına 3 milyar doları aşkın, Japonya bankaların 2 milyar
dolar. Kuveyt banklarına olan borç yaklaşık 2,2 milyar dolar, Suudi Arabistan
bankalarına ise 289 milyon dolar, düşünüldüğünden az. Tahvil borçlarının
toplamı ise 28,3 milyar ABD doları kadar. Bu borçların içinde kamu
kurumlarının aldığı ve ödemek zorunda olduğu kredi borçları yer almıyor.
Yukarıdaki rakamlardan da hareketle, toplamda 154 milyar olan
borcun, 80 milyarı AB ve ABD bankalarına ait. Gerisi çeşitli ülkelerin
bankalarına. Bu ülkeler içinde Kazakistan, Azerbaycan ve daha bir çok ülke var.
Türk devleti bugün, emperyalist kutuplaşmalar arasında, çıkarları
ne tarafı gösteriyorsa o tarafa “dümen” kırmaktadır. Ama bu “dümen”, bütünüyle
değil, her iki tarafı kollayarak yapılmaktadır. Yani, gerektiğinde AB'e yüzünü
döner gibi yapıyor ve gerektiğinde ise Çin ve Rusya'nın olduğu tarafa yüzünü
döner gibi yapıyor. Bu özellik sadece Türk devletine özgü olmayıp bütün
emperyalist ülkeler genelde aynı taktiği izlerler. ABD ve AB'nin baskısına
rağmen Rusya'ya yatrım kararı almadığı gibi, ilişkisinin bütün tehditlere
rağmen sürdürmekte ve ABD ve AB'den boşalan ekonomik alanı doldurmaya
çalışmaktadır.
Maliye bakanı M. Şimşek'in „kapı kapı dolaşarak para dilendiği“
bir gerçektir. Uluslararsı sermayeyi ülke içine çekme politikası
kapitalist ekonominin doğal bir eğilimidir. Bu eğilim büyük emperyalist
ülkeler ve tüm kapitalist ülkeler için de geçerlidir. „Sıcak para“ ya
da „yatırım“ dedikleri sermaye girişlerinin olması için, sermaye verecek ülke
ya da tekellere her türlü kolaylıkları gösteriyorlar. İngiltere başbakanı
Sunak, „Küresel şirketler bize 29,5 milyar Sterlin yatırım yapacak“ diyerek
ellerini ovuşturuyordu.2 „Küresel
Yatırım Zirvesi“ne katılacak uluslararası tekeller ise,
dünyanın en büyük finanas tekellerdir. Hatırlanırsa, aynı çağrıyı eski başbakan
B. Johnson'da yapmış ve uluslararsı tekellerin katıldığı bir
toplantıyı 19 Ekim 2021 gerçekleştirmişti.3
Dünyanın en borçlu ülkesi ABD emperyalist devleti olduğu
biliniyor. Bütçe giderlerini karşılamak, borçları kapatmak için borcunu yeni
borçlar alarak ödemeye ya da büyük miktarlarda tahvil satarak borçlarını
kapatmaya, ekonomisini döndürmeye çalışıyor. Aynı Türk devletinin yaptığı
gibi...
2022 yılı verilerine göre, dünya tahvil piyasası 133
trilyon doları aşmıştır. Dünyanın borçlanma senedi son 40 yıl içinde yedi kat
büyümüştür. Bu borç büyümesi, yarı-sömürge ülkelerin borçlanmasından değil,
esas olarak yarı-sömürge ülkelere borç veren emperyalist ülkelerin
borçlanmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin Çin'inin 2019-2022 arasında tahvil
satış piyasası %13 büyümüştür.
Aşağıdaki tablo, bazı emperyalist ülkelerin tahvil satışlarıyla
oluşan borçlarını gösteriyor.
Bu Tablo'nun da ortaya koyduğu bir gerçek var: Dünyanın
en büyük kapitalist ekonomileri, en fazla borcu olan ülkelerin başında
geliyor. Ve “kupon” keserek, dünyayı soymaya devam ediyorlar. Ve mali olarak
emperyalist ülkelerin ayakta kalması yine kupon kesmeleri sayesinde oluyor
dense yeridir.
Bu tahvil satışlarının içinde ulusal (kamu ve özel şirketlerin)
borçları yoktur. O borçlarda eklendiğinde, örneğin ABD'nin borcu 90 trilyon
doları bulur.
Devletlerin çıkardığı bu tahvillerin büyük çoğunluğunu aynı
ülkeler alıyor. Hem kendileri tahvil satıyor, hem de başka ülkelerin, özellikle
de ABD'nin çıkardığı tahvilleri satın alıyorlar. Örneğin Çin, 2024 3. çeyrek
yılı itibariyle ABD'den aldığı tahvil 767,4 milyar ABD doları kadar.
Japonya'nın ABD'den aldığı tahvillerin toplam tutarı 1187,88 milyar ABD dolar.6 Çin
ve ABD dünyaya egemen olmak için birbiriyle kıyasıya savaştığı halde, Çin,
Japonya'dan sonra ABD'den en fazla tahvil alan ülke konumundadır. 2013
yıllarında ise birinci sıradaydı.
Burada anlatmak istediğim, bir ülkenin emperyalist olmasını
belirleyen temel olgu, o ülkenin borçlu ya da borçsuz olmasıyla bir ilgisi
yoktur. Bütün ülkeler borçlu olduğu gibi, emperyalist ülekeler daha fazla
borçludur. Türki devletinin yana yakıla doviz araması, kendi parasının doviz
olmaması nedeniyledir. Ama ABD doları ve Avro ise en değerli paralardır.
Özellikle ABD dolarının egemenliği hala hüküm sürmektedir. Çin önderliğindeki
BRICS bile hala onun egemenliğini yıkamadı. Türkiye gibi ekonomik olarak (diğer
büyük emperyalist ülkelere göre) zayıf ülkelerin dolar ya da avro'nun
egemenliklerini yıkması beklenmemelidir. Ayrıca, emperyalist sistemin ekonomik
olarak ciddi bir finans sıkıntısı -petrol kuyuları üzerine oturmuş Körfez
ülkeleri hariç, ki, bunlarda tahvil satıyor- çektiği bir süreçte, “sıcak para”
aramayan yok gibidir.
Lenin deyimiyle, “kupon kırparak” dünyayı soyup soğana çeviren bir
avuç emperyalist tekel, tahvil (kağıt) satarak sermayeleri ülkelerine çeken
emperyalist ülkelerin varlığı, kapitalizmin en asalak en çürümüş halinin
göstergesi olması yanında, bir avuç finans oligarşisinin dünya üzerindeki
egemenliğinin de göstergesidir.
„...Burjuvazinin gitgide artan bir ölçüde sermaye ihracından
gelen kazançlar ve "kupon kırpmak"la yaşadığı,
"rantiyedevlet'in, tefeci-devletin yaratılması, gitgide daha belirgin
biçimde emperyalizmin eğilimlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak, bu
çürüme eğiliminin, kapitalizmin hızlı gelişmesini önleyeceğini sanmak yanlış
olur. Önlemez. Emperyalist dönemde, bazı sanayi kolları, burjuvazinin bazı katmanları,
bazı ülkeler, bu eğilimlerden birini ya da ötekini, küçük ya da büyük ölçüde
gösterirler. Genel olarak, kapitalizm, eskiye göre çok daha büyük bir hızla
gelişmektedir. Bu gelişme, yalnızca genellikle gitgide daha eşitsiz hale
gelmekle kalmayıp gelişme eşitsizliği, sermaye bakımından en zengin ülkelerin
(İngiltere) çürümesinde kendini özellikle gostermektedir.“7
Lenin'in de belirttiği gibi, kapitalizm asalaklaşmış ve çürümüş
olmasına rağmen gelişmesine devam etmektedir. Öte yandan eşitsiz gelişme ve
rantiye ve tefecilik en üst boyuta çıkmaya devam eder. Yukarıdaki tablo ve
diğer veriler, emperyalizmin tefeciliğinin en net örneğini vermektedir.
Türkiye'de tahvil vb. değerli kağıtlar çıkarıp satıyor. Bu
tahviller, aylık, bir yıllık olduğu gibi uzun vadeli (5-10 yıllık gibi) ve
olabiliyor ve faiz oranlarına göre de müşteri buluyor. Örneğin Türkiye'nin
kamusal ve özel toplam tahvil miktarı (31.05.2024 tarihinde) 133.427 milyar ABD
doları kadardı.8
16 Haziran 2024 tarihli Sözcü Gazetesi'nde Mehtap Ö. ERTÜRK'ün
şöyle bir haberi vardı:
“24 milyar dolarlık sıcak para
geldi. Yerel seçimlerden sonra yabancı yatırımcılar hisse senedi, TL swap
ve tahvile 24.3 milyar dolarlık yatırım yaptı. Dünyanın en yüksek faizini alan
yabancılar, kârı alıp hızla çıkıyor.“9
„Sıcak para” geliyor, ama, kısa süre içinde çıkıp, başka
ülkelerdeki yüksek karlı yerlere gidiyor ve oradan da başka yerlere. Tipik
tefecilik ve kupon keserek daha büyük kar sağlama oyunları... Emperyalizmin
yağmacılığı ve çürümüşlüğü böyle kendini gösteriyor.
Türk devletinin mali olarak, ekonomik olarak daha büyük
emperyalist ülkelere “bağlı” olması göreceli bir kavramdır. Ekonomisinin
büyütmesi için, diğer emperyalistler gibi, onunda uluslararsı sermayeye
ihtiyacı vardır. Bu ilişki biçimi yarı-sömürgelik ilşkisi olarak adlandırmak,
AB'nin ABD'nin yarı-sömürgesi olduğu sonucuna da götürür ki, bu, emperyalist
ülkeler arası ilişkileri yanlış bir değerlendirmenin yanı sıra eşitsiz
gelişmeyi gözardı etmek olur.18-06-2024
***
1Tablo
6. Özel Sektörün Yurt Dışından Sağladığı Uzun Vadeli Kredi Borcunun Alacaklı
Ülke Dağılımı (ABD doları)
https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/5f0d9420-724c-4243-b424-615181559e56/uzun.pdf?
2„İngiltere
Başbakanı Rishi Sunak, teknoloji, yenilenebilir enerji, altyapı ve yaşam
bilimleri sektörleri dahil olmak üzere, uluslararası şirketlerin İngiltere'ye
29,5 milyar sterlinlik yatırım taahhüdünde bulunduğunu duyurdu“ https://gazeteoksijen.com/ekonomi/ingiltere-basbakani-sunak-kuresel-sirketler-bize-295-milyar-sterlin-yatirim-yapacak-195634 27.11.2023
Zirveye katılan uluslararsı finans tekelleri şunlar: „Küresel Yatırım
Zirvesi'ne katılan uluslararası şirketler ve CEO'lar arasında yer
alan Avustralya'nın en büyük emeklilik fonu Aware Super'in
CEO'su Deanne Stewart'ın 5 milyar sterlinin üzerinde
altyapı, emlak ve özel sermaye yatırımları yapmak üzere
Londra'da şirketin ilk yurt dışı ofisini açması bekleniyor. Merkezi ABD'de
bulunan yatırım yönetim şirketi Blackstone CEO'su Stephen
Schwarzman, yatırım bankası Goldman Sachs CEO'su David
Solomon ve JP Morgan Chase CEO'su Jamie Dimon da
zirveye katılan yaklaşık 200 CEO'nun arasında yer alıyor.“ Bu tekeller,
söylem yerindeyse, insanın derisini diri soyan cinsten olanlarıdır.
3https://sg.news.yahoo.com/finance/news/boris-johnson-needs-global-investment-113250402.htm
4Cayman
Adaları'nabir not düşmek gerekiyor. Bu küçük adalar ülkesi, uluslararsı
tekellerin vergisiz cennetidir. Tekeller buranın kolaylaştırıcı yasalarından
yararlanarak buraya gelip yerleşiyorlar ve buradan diğer ülkelere yatırım
yaptıkları gibi, borçlanıyorlarda. Bu nedenle bu ada ülkesi dünyanın en borçlu
ülkesi ve en fazla yatırımı (yaklaşık 18 milyar ABD doları) olan ülkeler
arasında yer alıyor. Aynı Lüksemburg gibi. Lüksemburg'a Hindistan çelik devi
„ArcelorMittal“ tekeli yerleşmiştir. Lüxemburg'un 2022 GSYH 81 milyar dolar,
ArcelorMittal'in 2023 toplam geliri ise 68,3 milyar ABD doları kadardır. Gelir
açısından 2. büyük tekel olan Ternium Holding'in (Çelik üreticisi) 2023 toplam
geliri ise 17 milyar doların üzerindedir. Ternium çelik tekeli Arjantin'de
doğmasına karşın, ArcelorMittal gibi, Lüxemburgu merkez üsü haline getirmiştir.
Lüksemburg'un 3. büyük tekeli ise Teranis'dir ve bu da İtalyan kökenli bir
tekeldir.
5https://www.weforum.org/agenda/2023/04/ranked-the-largest-bond-markets-in-the-world/ 17
Nisan 2023
6Rakamlar: https://ticdata.treasury.gov/resource-center/data-chart-center/tic/Documents/slt_table5.txt
7Lenin,
Emperyalizm, sf. 140, 12. Baskı, Sol Yayınları
8https://cbonds.com/indexes/21145/
9https://www.sozcu.com.tr/24-milyar-dolarlik-sicak-para-geldi-p57615