Hem mükemmeliyetçilik adı altında komünist hareketi
değerlendirmede inkarcı bir hatta duran akımların Atılım, Alınteri, Kızıl
Bayrak, Evrensel vb. ve hem de komünist hareketi önemli ve ilkesel hatalardan
azade gören, dogmatik bir hatta duran, özünde inkarcılıkla ikiz kardeş olan
akımların savunusu Yeni Demokrasi, Özgür Gelecek, Devrimci Demokrasi, Halkın
Günlüğü, Yeni Dünya İçin Çağrı ve çevresi gelinen durumda Kaypakkaya yoldaşın
temel görüşlerinin özünü bile savunmaktan uzaklaşmasına karşın, hala ısrarla kendisini
Kaypakkayacı görmeleri komik bir görüntü yaratıyor.
Bu düşüncelerini çeşitli
boyutlarıyla eleştirdik ve aslında bu akımların komünist hareketin doğuşu ve
gelişimi, partileşme sürecine ilişkin olarak, ML ilkeleri bir yana iterek,
kendi oportünist-revizyonist görüşlerini haklı çıkarmak için, çifte standartçı
bakış açısını kendilerine temel aldıklarından dolayı, gerçekleri teslim etmede
zorlandıklarını ortaya koymaya çalıştık.
Biz bu yazımızda her ne kadar Bolşevik Partizan'ın tarih
çarpıtıcılığını açığa sermeyi esas amaç edinmiş olsak ta, o dönemde birlikte
oldukları TKP-ML Partizan cenahına da toptan verilmiş bir yanıttır.
Bugüne kadar Partizan cenahının yalan ve çapıtmalarına dair
TKP-ML Hareketi önderliği genel açıklamalar dışında gerçekleri olduğu gibi
belgelere dayanarak kapsamlı olarak ortaya koyma tutumu içinde olmadı. Elbette
bu durum Partizan cenahının yalan ve çarpıtmalarının devrimci kamuoyunca
gerçekmiş gibi algılanmasına neden oldu. Örneğin sanki TKP-ML - Partizan,
TKP-ML Hareketi’ni “örgütten atmış” ya da “Hareket Partizan’dan hizip
örgütleyerek kopmuş” havası yaratmaya çalıştılar.
Yine 1976 tartışma kampanyasını başlatan ve önderlik yapan
Koordinasyon Komitesi (KK) tartışmaya dair birçok konuda farklı düşünmesi
gerekçesiyle, örgütün resmi önderliği değilmiş ve örgüte önderlik yapamaz vb.
biçimindeki değerlendirmeler, daha sonrasında Partizanı oluşturan kesimin bir
komünist örgüt içinde, ML ilkeler ve demokratik merkeziyetçilikte yani
disiplinde pek bir şey anlamadıklarını ve örgütsel ilkeler alanında görüşlerin
disiplini adı altında anarşist bir disiplin anlayışına sahip olduklarını gördük,
yaşadık.
Buradan olarak TKP-ML Hareketi'nin 1973 yenilgisinin ardından ikinci
kez yeniden toparlanma ve sınıflar savaşımına müdahale etmede nasıl bir süreç
yaşandığını ve 1976 tartışma kampanyasında Bolşevik Partizan'cıların iddia
etmiş oldukları gibi, “KK örgüt içi tartışma sonuçlanmadan kadrolara kendi
görüşlerini dayattığı ya da örgütün resmi görüşü olarak ilan ettiği” savlarının
ne kadar gerçek dışı hayali iddialar olduğu üzerinde duracağız.
Her şeyden öncesi burada şunu belirtmeliyiz ki mevcut halde
Bolşevik Partizan ve diğer Partizan cenahıyla geçmiş üzerine yapılacak bir
tartışmanın, tarih çarpıtıcılığını düzeltme ve gerçeklere sadık kalarak
oportünist, inkarcı ve dogmatik bakış açısına karşı, ML bakış açısını bir kez
daha ortaya koymak dışında, sınıf savaşımının güncelliği bakımından bu
tartışmanın pek bir aciliyet taşımadığını ifade etmek istiyoruz.
Ne ki gerçekler eğilip bükülmeden ortaya konmadığı sürece,
bu türden tartışmalar zaman zaman kaçınılmaz hale gelmektedir ve gelecektir de.
Haliyle geçmiş üzerine yapılacak tartışma burada sonlanmayacak ve ihtiyaç
oldukça yeniden gündeme gelecektir. Biz bugüne kadar kulaktan dolma ya da
dedikodular üzerinde yazılmaya çalışılan çarpıtılmış tarih yerine, belgelere
dayanarak tarihe bakmayı hep merkezde tuttuk.
Keza bundan sonrasında da bu ilkeli tutumuz üzerinde
komünist hareketin ve TKP-ML Hareketi'nin geçmişini belgelere dayanarak ele
alma yolunda yürüyeceğiz. Buradan olarak öncelikle en çok çarpıtılan 1976
Nisan’da başlayıp Temmuz - Ağustos da noktalanan, örgütün 1973 yenilgisi ve
nedenleri, hata ve zaafları, başta Türkiye’nin sosyoekonomik yapısı olmak
üzere, parti ve partileşme süreci, devrimin yolu, birleşik cephe, ulusal sorun,
Kemalizm'in önderliğinin niteliği, çalışma alanlarının yeniden belirlenmesi, vb.
birçok alanda tartışma ve tartışma sürecinde farklı yaklaşım içinde olan
kesimlerin bakış açıları ve pratik tutumları ve tartışma ilkelerine ne kadar
bağlı kalındığı üzerinde durmaya çalışacağız.
Cihan Yıldız'ın “İbo Can’a son kez” başlıklı yazıda öne
sürdüğü savlar ne kadar doğrudur?
Cihan Yıldız ismiyle, aslında Bolşevik Partizan’ın 1981
yılına kadar Partizan cenahının görüşlerini ortaya koyan 1976 TKP-ML Hareketi
ve 1978 yılında TKP-ML Partizan adını alan 1976 ayrılığına ilişkin “İbo Can’a
son kez” başlığıyla gerçekleri ters yüz eden ve 1976 tartışama kampanya
sürecinde yazdıklarını unutan ve tarihi gerçekleri kendi keyfiyetine göre
yazıp, 1976 tartışma kampanyası sürecinde “hep doğru devrimci bir hatta durmuş”
görüntüsü vererek her durumda ML tutum aldığını öne süren Bolşevik Partizan'ın
kendi uydurduğu ya da öyle zannettiği tek yanlı değerlendirmeleri üzerinde
duracağız.
Eleştiriye geçmeden önce birkaç sorunu aydınlatmak
gerekiyor. Öncelikle TKP-ML Hareketi'nin ML çizgisini ve değerlerini Komünist
Parti-İnşa Örgütü (KP-İÖ) savunmakta ve temsil etmektedir. Buradan olarak
TKP-ML Hareketi'ni kimselerin temsil etmediği savıyla yalan yanlış ve
devrimcilikten uzak görüşler yazılıp çizilmekte, eleştiri adına hakaret ve
yalanlar sıralanmakta ve sıralanmaya devam ediliyor.
Nitekim son olarak Bolşevik Partizan'cı Cihan Yıldız'ın ve
bu tarih bizim sitesinde Yaşar Değerli eylemiyle ilgili yazılanlar ve TKP-ML
Hareket'i önderliğini “hain”likle suçlayan yeni tarih yazılımı girişimlerine
gereken yanıtları vererek, hareket düşmanlarının ipliğini pazara çıkarmaya
çalışacağız.
Cihan Yıldız, tartışma belgelerini yayınlamayarak okura
hayali araştırıp, sorgulamayı salık veriyor. Cihan Yıldız'ın hayali tarih
yazımının iddia ve savlarını tek tek yanıtlayarak ve bunları belgelere
dayanarak yanıtlamaya çalışacağız.
Cihan Yıldız şöyle diyor: “Tarih konusunda merakı olan
arkadaşlara önerimiz bu konuda işe yazılı belgeleri inceleyerek başlamaları,
efsane anlatılarını, dedikoduları dönemin belgeleri üzerinden sorgulamalarıdır.
Anda yürüyen sınıf mücadelesini tarihten daha önemli gören arkadaşlara ise
tavsiyemiz o dönemin siyasi aktörlerinin, örneğin 1976’daki bölünmede KK
hizbinde yer alanların ve başını çekenlerin, 1981-1982 bölünmesinde Menşevik
saflarda yer alanların başını çekenlerin ve her iki dönemde de bir taraf olan
Bolşeviklerin bugün nerede olduklarını sorgulamalarıdır. Biz, dün ne yaptı
isek, bugün onu daha yetkinleşmiş bir biçimde sürdürüyoruz: KK/T de yeni tipte
partiyi, ML partiyi, Bolşevik Parti’yi inşaya devam ediyoruz! Biz Bolşevikler
1970’li yıllarda ağırlıklı olarak yurtdışı faaliyeti içinde yer alan KK-T’li
komünistler içinden çıkıp gelen bir akım olarak 1976 ve 1981 bölünmelerinde
kendi görüşlerimizle yer aldık. Derdimiz ve davamız her dönemde KK-T’de gerçek
bir KP‘nin inşası idi. Bunun için mücadele ettik. Bu mücadeleden hiç vaz
geçmedik. Aynı mücadeleyi örgütlü olarak kesintisiz sürdürdük, sürdürüyoruz.”
(Cihan Yıldız'ın “İbo Can'a son kez” başlıklı yazısından.)
Cihan Yıldız arkadaş, merakı olanların geçmiş 1976 tartışama
sürecine dair yazılı belgeleri inceleyerek sorgulama yapmalarını doğru olarak
salık veriyor. Okurların sorgulama yaparak doğru tutum alabilmesi için bu
dönemde kimin ne savunduğu ve nasıl hareket ettiğine dair elindeki belgeleri
yayınlamış olması gerekiyordu. Haliyle elde belgeler olmadığı durumda, okurlara
yapılan okuyup, araştırıp sorgulama yapın çağrısının ayakları havada kalıyor.
Haliyle Cihan Yıldız arkadaş ellerindeki belgelerin kendi aleyhlerine olması
nedeniyle yayınlayamıyor! Ve ortada tartışma sürecine dair belgeler olmadan
okurları sorgulama yapmaya çağırıyor!
Mademki dogmatik hizipçiler 1976 tartışma sürecinde doğru
ilkeler ve disiplin temelinde sürece katıldılar, o zaman eldeki belgelerin
kendilerini doğrulaması ve haliyle gerçeklerin açığa çıkması bakımından ilk
adımda yapılması gereken bu belgeleri yayınlamak olmalıydı.
Ne ki elinde belgeler bulunan Cihan Yıldız arkadaşın,
elindeki belgeleri yayınlamayarak, tartışmalarda belgelere dayanalım
çağrısının; gök kubbe altında hoş seda olmaktan öteye gitmediğini belirtelim.
Yine Cihan Yıldız arkadaş 1976 tartışma döneminde yurtdışında iki kişinin KK'ne
eleştirisini içeren yazıda bolca alıntı yapıyor ama işine gelen yerlerde!
Gerçekten de 76 tartışma kampanyası sürecinde doğru bir
tutum aldığından emin olan birisinin belgeyi devrimci kamuoyunda saklaması
kadar olumsuz bir durum olmaz!
“Biz ne yaptıysak bugünde onu yetkinleştirmiş biçimde
sürdürüyoruz” diyen Cihan Yıldız arkadaş açıktan, geçmişte savunmuş oldukları
"Türkiye emperyalizme bağımlı olduğu sürece ülkenin sosyoekonomik yapısı
yarı feodal olarak kalır, yarı feodal ülkelerde devrimin yolu kırdan şehre
doğru geliştirilecek KSİ kurularak iktidarın parça paraca alınacağı halk savaşı
yolu ve haliyle örgüt çalışmasında temel çalışma alanları kırlar olacaktır.”
Cihan Yıldız arkadaş, Bolşevik Partizan'cılar dün savundukları bu düşünceleri
bugün savunuyorlar mı acaba? Aynı zamanda “bir ülkede kapitalist üretim
ilişkileri egemense o ülkede otomatik olarak sosyalist devrim gündeme gelir”
yaklaşımını hala kıskançlıkla savunmayı sürdürüyorlar mı?
Cihan arkadaş kedinin pisliğini gizlediği gibi dogmatik
Mao'cu teori fukarası görüşlerini gizlemek için tartışma sürecine ilişkin
yazılarında KK’da öğrenme yerine tam tersi Mao'cu kopyacılığa devam ederek,
sosyoekonomik yapı, devrimin yolu vb. sorunlarında özgün olan hiç bir şey
söylemeyerek Türkiye’nin sosyoekonomik yapısını değişmez donmuş olarak görüp,
tanımlıyor.
İşte Cihan Yıldız arkadaşın hep doğruların savunucusu
olduklarını iddia ettikleri sosyoekonomik yapıya dair görüşleri: “Yok ama bir
ülke de kapitalizm üretim ilişkileri belli bir ilerleme göstermiş olmasına
rağmen, feodal üretim ilişkileri belli bir çözülme gösterse bile, bunlar bir
devrimle tasfiye edilmemişse -ve hala önemli bir etkinliğe sahipse, üst yapıda
feodal kültür bütün ağırlığıyla ayaktaysa, feodal artıklar, devrimin önünde en
önemli engellerden birini teşkil ediyorsa- toplumun gelişmesi için bu feodal
artıkların tasfiyesi esas mesele olarak devrimin karşısına dikiliyorsa o zaman
o ülke de, kapitalist üretim ilişkileriyle elde edilen ürün, feodal-yarı feodal
üretimden elde edilen üründen çok ta olsa, kapitalizmin hakimiyetinden söz
edilemez. O zaman o ülke yarı feodal bir sosyoekonomik yapıya sahiptir.
Önündeki devrim aşaması, demokratik halk devrimidir. Bu anlamda ilk iki önerme
birbiriyle çelişme halindedir.”
“Önce ilk iki önerme birbiriyle çelişme halindedir. Eğer bir
ülkede kapitalizm hakimse (kapitalizm hem alt hem de üst yapıda rakipsiz
hakimse kapitalizmin hakimiyetinden ve kapitalist sosyoekonomik yapıdan söz
edilebilir) o zaman, feodal artıklar esas olarak tasfiye edilmiş demektir ve
bunlar devrimin önünde önemli engel teşkil etmezler. Kapitalist, bir ülkede
devrim aşaması, sosyalist devrim aşamasıdır. Sosyalist devrimden önce bir ara
aşama yoktur.”
“Biz yarı sömürge, yarı feodal ülkelerin de belli ortak
özellikler taşıdığı ve bu yüzden Halk Savaşı stratejisinin bu ülkeler için
genelleştirilebileceği görüşündeyiz. Biz demokrasi olmaması, milli bağımsızlık
olmaması, emperyalizm tarafından ezilme olgusu, yararlanılabilir bir parlamento
olmaması, işçi grevlerini örgütlemeye komünistler olarak legal olarak hakkımız
olmaması olgusunun, yalnızca Çin için değil, Türkiye için, yalnızca Türkiye
için değil tüm yarı sömürge, yarı feodal ülkeler için geçerli olduğunu pratikte
görüyoruz.” (Yurtdışında iki yoldaşın M’e eleştiriler yazısından.)
Yukarıya aktarmış olduğumuz alıntı, Cihan Yıldız arkadaşın
heyecanla neyi savunduğunu, tartışama kampanyasında ne kadar öğrendiklerini ve
ne kadar M-L bakış açısına sahip olduklarını göstermektedir. İşin ilginç olanı
sanki KK ile İstanbul Bölge Komitesi arasında 3. Yol izliyormuş havası vererek,
aslında dogmatizmlerini gizlemeye çalışmaktadır.
Demek ki, KK önderliğinde başlatılan tartışma kampanyasının,
aydınlatılması gereken ana unsurlardan birisi olan sosyoekonomik yapı ve buna
bağlı sorunlardı. Cihan Yıldız arkadaş her ne kadar yazısında tartışma
“kampanyasının esası sosyoekonomik yapı değildi” dese de, doğru söylemediğini
geçmişte yazdıkları yazıda netçe görmek mümkündür. Tartışma kampanyasına
iletilen “Yurtdışında iki yoldaşın M’e eleştiriler” başlıklı yazıda şunlar
söyleniyordu: “Açıktır ki sosyoekonomik yapıda ayrı bir tespit, ayrı bir devrim
stratejisini ayrı bir çizgiyi beraberinde getirecektir” denerek daha tartışma
yeni başlamışken “Biz devrim stratejisi konusunda görüş ayrılıklarının,
kaçınılmaz olarak örgütsel ayrılığı da beraberinde getireceğini görüyoruz. Bu
konuda hayale kapılmıyoruz. Ama bugünkü dönemde görüş ayrılıklarının tam olarak
ortaya çıkmadığını da görüyoruz. Önümüzdeki dönemde bu yüzden tartışma
yoğunlaştırılmalı, görüş ayrılıklarının üstüne gidilmeli, bunların ilkelerde
mi-yoksa günlük siyasi meselelerde mi olduğu tespit edilmeli, ilke ayrılıkları
herkesin görüp, kavrayacağı bir açıklıkla ortaya çıkarılmalıdır. Ancak böyle
bir durumda örgütsel ayrılık gerekli ve kaçınılmaz ve teşkilatımız için, halk
için zararlı değil yararlı olur” ayrılık tamtamları çalarak, benim gibi düşünmezseniz
yollarımızı ayırırız tehdidini savurarak, ayrılıkçıları kışkırtıyor.
Sonra da utanmazcasına birlikçi görünerek İstanbul Bölge
Yönetimi’nin (İBY) açıktan disiplini tanımaz tutumu karşısında iş olsun torba
dolsun babında “Biz bu anlamda bir bölgenin M'in tartışma yazısına verdiği
cevabı M'i reddeden tavrı dolayısıyla hatalı buluyoruz” demekten öte bir şey
söylemeyerek aslında örgütün merkezi disiplini yerine kendi görüş disiplinine
göre hareket ederek açıktan hizipçilik içinde olan İBY’nin yıkıcı ve hizipçi
“olmadığını”, KK’nın yıkıcı ve “hizipçi” olduğunu söylemekten geri kalmıyor!
Buradan da anlaşılabileceği gibi yurtdışı yönetiminin
tartışma sürecinde ayrı bir iradesi yoktur. Nitekim bunu İBY’nin ayrılık ilan
ederek örgüt saflarını terk etmesinin ardından yurtdışındaki kadroların da
hizip olarak ayrılık ilan edip merkezi yönetimin disiplinini yok sayarak örgüt
saflarında çekip gitmelerinin yani yurtdışının da İBY'nin arkasından
sürüklenmesi aslında dogmatik yıkıcıların ortak bir paydada hareket ettiklerini
gösteriyor.
Peki, bu mudur, örgütün iç tartışmasında ilkelere ve
disipline bağlı hareket etmek. Bu mudur yıkıcı ve bölücülüğe karşı tutum alıp
mahkum etmek. Elbette hayır. Yurtdışı Yönetimi tek bir satır İBK yıkıcılığını
eleştirip mahkum etmemiştir. Bu da onların hizip kurmada ortak hareket içinde olduklarını gösterir.
Tamda bu tartışma sürecinde, doğru olan örgüt içi mücadele
ve disipline bağlı kalarak ve tartışmanın sağlıklı bir hatta yürümesine özen
gösteren, birlik, eleştiri, birlik yolunu tutarak, farklı görüşlerin
yayınlandığı Proleter Birlik’in yayın hayatına başlamasına önderlik eden
KK’idi. KK, görüş ayrılıkları üzerine tartışma yapılarak Kongre ya da konferans
toplanarak örgütün görüş ayrılıklarının burada noktalanması yolunun tutulmasını
talep ediyor, ayrılık olacaksa da sağlıklı tartışma yapılarak örgütün en üst
kurumu olan delegelerin seçimiyle toplanacak olan kongre ya da konferansta
olması gerektiğini savunuyordu. Ama bu örgüt içi mücadele ve disiplin çizgisine
uymayan dogmatik hizipçilerdi.
KK’nın durumu ve önderliğe dair Bolşevik Partizan'ın salvo
atışları
Değişik zamanlarda TKP-ML Hareketi'nin önderliği ve
önderliğin gelişimine dair çeşitli değerlendirmeler yaptık. Hareket önderliğine
ilişkin ne abartıcı ve nede küçümseyici değerlendirmeler içinde olduk. Mümkün
olduğunca nesnel değerlendirmelerde bulunduk. İşin daha da önemlisi,
dogmatikler hareketin önderliğini olduğundan farklı ve abartıcı bir yere
koydular. Kafalarında oluşturmuş oldukları ulaşılmaz önderlik yargıları,
tartışma kampanyası döneminde tuzla buz oldu. Yani dogmatikler önderliği
örgütün gerçekliğinden kopuk, ulaşılması mümkün olmayan kişiler olarak hayal
ettiler.
Nitekim Cihan Yıldız arkadaş KK’nın kapsamlı olarak yapmış
olduğu ve kendi gerçekliğini ortaya koyan özeleştiride ders çıkarma, öğrenme
yerine, “KK nasıl olur da böyle gerçekleri ortaya koyan özeleştiri yapabilir”
diyerek KK’ya serzenişte bulunuyor ve şöyle diyor: “KK’nin “özeleştiri” sine
gelince bu özeleştiri tepeden inmeci yönteme karşı başkaldıran kadroları
kaybetmemek için kaleme alınmak zorunda kalınan, hatanın derinliğini
kavramayan, 'bölünmeyi önlemek için taviz verme' olarak değerlendirilen sözde bir
özeleştiridir. Bir diğer yanıyla öyle bir özeleştiridir ki bu, partinin İbo’dan
sonra geri kalan yönetici kademesinin bütün hatalarını, partinin aslında parti
olmadığının ispatı için kullanan, tasfiyeciliğin temellerini “özeleştiri” adı
altında ortaya koyan, parti tarihi açısından bir utanç belgesidir.”(Cihan
Yıldız’ın “İbo Can'a son kez” başlıklı yazısından.)
Cihan Yıldız arkadaş bu paragrafta kocaman partinin
önderliği nasıl olur da sıradan bir çok hata yapabilir duygusu içinde örgüt
tarihinin neden hayali güzellemelerle yazılmadığına hayıflanıyor. Yine KK’nın
tartışma kampanyasını başlatmada yapmış olduğu metot hatasının özeleştirisini
“kadroları kaybetmemek adına yapılmış, sözde bir özeleştiri” olarak küçümsüyor
ve ön yargıcı tutum içinde niyet okumaya kalkışıyor.
Tüm bunlar aslında Merkezi Önderliğin kendileri gibi basit
ve sıradan bir düşünce tarzı içinde olmadığını, örgütün hata ve zaaflarının
temelleriyle birlikte ortaya konmasını anlama ve bilince çıkarma başarısını
gösterememeleri nedeniyle, KK’nın yaptığı her şeyin altında bir şeyler arama
yolu tutuluyor. Yani dogmatikler KK’ya güvenmiyorlar ve değerlendirmelerine yön
verende bu ön yargıcı yaklaşım oluyor.
Peki, dogmatiklerin iddia etmiş olduğu gibi KK,
özeleştirisinde nesnellikten ırak ve sırf kadroları kazanmak adına sözde mi
özeleştiri yapıyor. Uzun olmasına karşın okuyucunun gerçekleri anlaması
bakımından KK’nın örgütün önderliğinin gelişimine dair ve tartışma kampanyasına
ve de özeleştiri sürecinin değişik dönemler yapılan hata ve yetmezlikleri
çeşitli düzeyler ortaya koyan ve örgüt içi tartışma yayın organı Proleter
Birlik’in birinci sayısında yayınlanan KK'nın özeleştirisini kısaltarak
yayınlıyoruz.
KK’nın tartışma kampanyasında işlediği hata ve yetmezliğe
dair özeleştirisi
Bir süre önce hareketimizin önderliğince açılan tartışma
kampanyası ile birlikte ortaya çıkan ve bir kesimde kopma noktasına kadar gelen
olumsuz gelişmelerde önderliğin hataları tayin edici olmuştur.
Önderlik öncelikle son gelişmelerdeki; hatalarını ortaya
koymayı bulunduğumuz şartlar açısından zorunlu görmektedir. Hareketimiz
içindeki-özellikle son dönemde ki-olumsuz gelişmelerin doğru bir şekilde
kavranabilmesi, çelişkilerin doğru ele alınıp ML’min yol göstericiliğinin ışığı
altında çözümlenebilmesi için önderlik, tartışma kampanyasının açılıp
sürdürülmesine ve bir bölgedeki kadrolara karşı takındığı tavra ilişkin
hatalarını öncelikle ele almayı Hareketi’mizin ve bir bütün olarak halkımızın
yararına görmüştür.
Tartışma kampanyasının açılmasından sonra önderlikçe yapılan
hatalar, elbette daha önceki hatalarından koparılamaz. Bu yüzden, kısaca
önderliğin gelişimini ele alıp incelemek, son hataların kavranmasında yararlı
olacaktır.
Bu yazının amacı içinde bulunduğumuz somut durumla ilişkili
önderliğin hatalarının ortaya konması olduğundan geçmişteki hataların daha
sonraki bir özeleştiri de: (Hareket’in özeleştirisinde) derinliğine ortaya
konması, gerekir. Şimdilik sadece gelişimini ve son hatalarını ele almakla
yetineceğiz.
a) Önderliğin TİİKP hareketine muhalefet dönemi:
Şanlı 15-16 Haziran hareketinden sonra TİİKP içinde
belirginleşen ve hareketimizin ideolojik, politik temelini atan, devrimci,
muhalefet esas olarak İbrahim Kaypakkaya yoldaş tarafından yürütülmüştür. Bazı
yoldaşlar, TİİKP hareketinin sağ oportünist çizgisini bazı, noktalarda
eleştirerek bu muhalefete katılmışılardır. Ancak TİİKP’nin sağ oportünist
çizgisini yeterince açık kavrayamadıklarından muhalefetin eleştirilerinin
oluşmasına aktif olarak katılmamışlardı. Bu yüzden muhalefetin
ideolojik-politik özü İbrahim Kaypakkaya yoldaşça oluşturulmuş.
b) Kopma noktasına gelinmesi ve ayrılma dönemi:
TİİKP revizyonist yönetici kliğinin örgüt içi demokrasiyi
işletmemesi, eleştirileri “örgüt disiplini”, “gizlilik” kalkanları arasına
sığınarak boğmaya çalışması, uzun süreden beri var olan, devrimci muhalefeti
kadrolardan gizlemesi, son olarak muhalefeti yürüten iki yoldaşa komplo
düzenlemesi devrimci muhalefetin ayrılığını kaçınılmaz hale getirdi.
Devrimci muhalefetin TİİKP yönetici kliğince kadrolardan
gizlenmesi sonucu birçok yoldaş muhalefete ve ayrılığın örgütlenmesine
katılamadı. Bu yoldaşlar TİİKP’nin çıkmaz içinde olduğunu, vahim hatalar
işlediğini pratikten görebiliyorlardı. Ancak o günkü siyasi tercihleriyle bu
hataların ve çıkmazın sebeplerini nasıl çözebileceğini göremiyorlardı. Bu
yoldaşlar devrimci muhalefetten DABK kararlarının yayınlanmasından epeyce sonra
haberdar olabildiler, devrimci muhalefetin eleştirilerini kabaca öğrendikten
sonra TİİKP'ten ayrılıp TKP (ML)’ye katıldılar. Bu yüzden TKP (M-L)’nin
oluşturulmasına temel teşkil eden eleştirileri derinliğine kavrama imkanına -o
dönemde-kavuşmadılar.”
c) TKP (M-L)’in çizgisinin sistemleşmesi ve kısa çalışma
dönemi:
Yukarda belirttiğimiz gibi devrimci muhalefeti,
ideolojik-politik özünün İbrahim Kaypakkaya yoldaş tarafından oluşturulması bir
kısım yoldaşların buna aktif olarak katılmamaları diğer bir kısmının -büyük
çoğunluğunun- sonradan haberdar olarak iki çizgi arasındaki mücadeleyi kavrama
imkanına sahip olmamaları, hareketin çizgisinin sistemleştirilmesini sadece
İbrahim Kaypakkaya yoldaşa yükledi.
İbrahim Kaypakkaya yoldaş hareketin görüşlerini
sistemleştirdi. Geçmişte devrimci muhalefete aktif bir şekilde katılmayan diğer
yoldaşlar, sıkıyönetimin ağır baskı şartlarında zaten siyasi meselelerle
ilgilenme imkanı bulamadılar ve bu dönemin yüklü pratiğinde boğulup gittiler.
Bu dönemde bu yoldaşlara sadece hareketin yazılarını okuyup tasdik etmekten
başka yapılacak bir şey kalmadı O zaman ki KK’dan bazı yoldaşlar yazıları
uzunca bir süre sonra okuyabildiler. KK toplanamadığından yazılar tartışılarak onaylanmış
değillerdir.
d) Yenilgi dönemi:
Kısa bir çalışma döneminden sonra (bir seneden az)
Hareketi’mizin önderleri ve kadroları kısa aralıklarla yakalandılar. Başta,
önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaş olmak üzere, K.K’nın büyük çoğunluğu düşmanın pençesine düştü. KK 7 kişi
de oluşuyordu. Bunlar İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlu, Aslan Kılıç, Ali
Taşyapan, Cem Somel, Almanyalı Kadir ve Ali Mercan’dı.
1973 yenilgisinde Kaypakkaya yoldaş işkencede katledildi,
Muzaffer Oruçoğlu, Aslan Kılıç, Cem Somel ve Ali Taşyapan operasyonlarda
değişik dönemlerde yakalanıp tutuklandılar. Dışarıda kalan KK üyelerinden
Almanyalı Kadir ve Ali Mercan örgüte olanak yaratma adına Kürecik’in bir
köyünde Amca (Aziz Vatan)’nın da katılımıyla bir toplantı düzenlenir. Bu
toplantıda dağılan örgütü yeniden toparlama kararı yerine geride kalan
kadroların değişik alanlara yayılarak gizlenmeli yolu tutulur. Olanak yaratma
adına Almanyalı Kadir yurtdışına gönderilir. Amca iyi bildiği İstanbul’a ve Ali
Mercan’da Antep-İskenderun hattında gizlenmeye çalışır. Amca da, Ali Mercan’da
bulundukları alanda yeni ilişkiler yaratırlar.
Yurtdışına gönderilen Almanyalı Kadir devrimci mücadelenin
dışına düşer. İstanbul’un hızla toparlanmasında Amcanın (Aziz Vatan) önemli
rolü olur. Zindanlarda yeniden oluşturulan
KK’nın örgütün merkezi olarak çökertildiği 73-74 yılı sürecinde örgüt
önderliksiz kalır.
Değişik zindanlarda bulunan yoldaşların bir yerde
toparlanmasının akabinde örgütün yeniden inşası için öncelikle yeni bir KK’nın
oluşumu için kişilerle görüşüp durumu rapor haline getirip yoldaşlara sunacak
ve aynı zamanda yeni bir KK’nın oluşumuna karar verilecek bir değerlendirme
komisyonu oluşturulur. Bu değerlendirme komisyonunda polis tutumları olumlu,
nesnel davranışlarıyla yoldaşların güvenini kazanmış İrfan Çelik, G.A. ve
H.Ş’ten oluşmuştur. Bu yoldaşlar zindanlardaki
tüm yoldaşlarla tek tek görüşüp değerlendirmelerini, rapor haline getirip,
yoldaşların değerlendirmesine sunmuşlardır. Polis tutumu olumsuz olan C.S.
bundan sonrası devrimci savaşımı omuzlayacak durumda olmadığını söyleyerek
mücadeleden çekildiğini açıklamıştır. Yeniden inşa dönemine önderlik edecek
yeni KK’ya, eski KK üyelerin de Aslan Kılıç, Muzaffer Oruçoğlu ve Ali Taşyapan
uygun görülürken yeni KK üyeliğine İrfan Çelik, H.Ş. ve dışarıda Amca (Aziz
Vatan) atanır. Bir yerde Aziz Vatan örgütün dışarıdaki KK temsilcisi rolünü
üstlenir. (Notlar HB)
Bazı yoldaşlarda faşistlerce katledildi. Ahmet Muharrem
Çiçek, Ali Haydar Yıldız ve Meral Yakar (HB) daha sonra önderimiz İbrahim
Kaypakkaya yoldaş faşistlerce işkence tezgahında hunharca katledildi.
Önder yoldaşlarımız uzun süreli işkence ve hücre,
safhasından sonra cezaevinde de diğer kadrolardan tecrit edildiler. Yukarıda
anlattığımız gelişme sürecinden de anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya
yoldaşın kaybı önderlik içinde kısa sürede doldurulması imkansız büyük bir
boşluk yaratmıştır. Önder yoldaşlar ilk fırsatta yenilginin nedenlerini
tartışmaya ve geçmişi değerlendirmeye çalıştılar. Tespit edilen hataların
özeleştirisinin hazırlanması kararlaştırıldı.
Ancak bu çok uzun bir süre geçmesine rağmen,
gerçekleştirilemedi. Özeleştirinin şimdiye dek çıkarılmamasın da tayin edici
etken öz-eleştirinin öneminin ve hazırlanış metotlarının kavranmamasıdır.
Önder yoldaşlar ilk dönemde bazı tespitlerin yapıldığı,
ileri kadrolara bildirildiği gerekçesiyle özeleştirinin acil olmadığı
kanaatindeydiler.
Daha sonra bütün kadrolardan bu konuda talep gelmesi diğer
devrimci grupların özeleştiri konusunda hareketimizi eleştirmesi meselenin
aciliyetinin kavranmasında önemli etken oldu. Özeleştirinin aciliyetine rağmen
bir türü hazırlanamamasındaki önemli etken, mükemmeliyetçi anlayıştı. Her
yönüyle mükemmel bir özeleştiri olması isteniyordu. Bu konuda küçümsenmeyecek
hazırlıklara girişildi, kadroların görüşleri alındı diğer komünist partilerin
ve devrimci ustaların görüşleri ve pratikleri hakkında araştırmalar yapıldı ve
derlendi.
Bütün bu çalışmalar mükemmeliyetçi anlayıştan dolayı hala
yetersiz görülüyordu. Özeleştiri konusunda araştırmalar sürdükçe yeni meseleler
ortaya çıkıyor, yeni meseleler ortaya çıktıkça da, yeni araştırmalara, ihtiyaç
duyuluyordu. Ve bu böyle devam edip gidiliyordu. Böyle bir anlayışla
araştırmalar bir türlü sonuçlanmadığı için özeleştiri taslağının sistemli hale
gelmesi de gerçekleşemiyordu. Özeleştirinin gecikmesinde rol oynayan ikinci ve
tali etken önderliğin dışındaki etkenlerdir.
Bu, önderliğin bu konudaki hatasını hiç bir zamanı,
azaltmaz, Önderlik yeniden inşa döneminde kavranması gereken temel halkayı,
esas olarak ideolojik, politik düzeyde yol gösterme görevini ve bunu hangi
metotlarla ele almak gerektiğini kavrayamadı. Esas olarak pratik sorunlara
eğildi. Geçmişte olan dar pratikçilik ve kendiliğinden gelmeci anlayış devam
ediyordu. Bu yüzden önderlikte görev alan yoldaşlar dar pratiğin ayrıntıları
içinde boğulup gittiler. Önderlerin pratik içinde yetişme anlayışı, dar pratiğin
ayrıntıları ile uğraşma şeklinde anlaşıldı. Önderlik görevinin siyasi ve
ideolojik düzeyde alt organlara, kadro ve sempatizanlara ve kitlelere yol
gösterme, yön verme, ideoloji ve siyasetin ışığında pratik çalışmayı denetleme,
tecrübe ve hatalardan çıkan dersleri sistemleştirip pratiğe ışık tutacak
şekilde kadrolara sunma, ülke ve dünya düzeyinde gelişen siyasi gelişmeleri
tahlil ve bunlara uygun politik tavırları tespit etme olduğunu görmedi.
Bu dönemde, (yeniden inşa dönemine damgasını vuran,
belirsizlik ve siyasetsizlik olmuştur) dünyayı ve ülkemizi yakından
ilgilendiren bir dizi gelişmeye seyirci kalmıştır. Siyasetin tespitine
çalışılan birkaç konuda da (seçimler, siyasi yönergeler, Aydınlık’a, verilen
cevaplar vb. konularda) hem getiriliş biçimi olarak hatalı hareket edildi hem
de muhteva olarak yanlışlara düşüldü.
Özeleştirinin yapılmaması ve ortak siyasi hattın
belirginleştirilememesi.
a) Kadroların geçmişte ders çıkarma olanağını geniş, ölçüde
ortadan kaldırdı.
b) Yeni çalışma döneminde geçmişin hatalı anlayışlarının
atılması bir yana bu anlayışların kökleşmesini ve kemikleşmesini sağladı.
c) Hareket içinde ademi merkeziyetçiliğin doğması için uygun
ortam hazırladı. Her alandaki yoldaşların anlayışlarına göre meseleler ele
alınmak zorunda kalındı. Aynı konularda değişik anlayışlar ortaya çıktı. Bu
durum hizipçi çalışmalar için uygun ortam hazırladı.
d) Hareketin önderliğine karşı kadrolarda güvensizlik
yarattı.
e) Hareketin derinlemesine gelişmesini ve birliğin
pekişmesini aksattı. Disiplin ve irade birliğini zayıflattı. İdeoloji ile
siyasetteki bu belirsizlik, demokratik-merkeziyetçiliğin sıhhatli işlerliğini
önledi.
g) Birlik ve ittifaklar konusundaki siyasetin netleşmesini
saflarımızdaki sekter tavır ve grupçu anlayışın yok edilmesini önledi.
h) Kolektif siyasi eğitim çok cılız kaldı. Bu da kadro ve
sempatizanların ideolojik, politik bakımdan gelişmelerini önledi (engelleyici)
ve genel siyasi gerilik alt edilemedi, “Politik çalışma bütün çalışmanın can
damarıdır” Marksist ilkesi hayata geçmedi. Kolektif çalışma ve kolektif
önderliğinin önemi kavranamadı. En başta önderlik olmak üzere hareketin tüm
kademelerinde kolektif çalışma ilkesi uygulanamadı.
Hareket’imizin önderliği uzunca bir süreden beri siyasi
önderlik konusundaki yetersizliğini görmektedir. Ancak bu eksikliğin giderek
nelere yol açacağını, örgütümüze, halkın davasına ne ölçülerde zarar vereceğini
ve şimdiden yol açtığı sonuçları; kısa süre önce görmeye başladı. Uzun bir
süreden beri dünyadaki ve ülkemizdeki siyasi gelişmeler karşısında sessiz
kalan, kadroların ideolojik, politik ve örgütsel düzeydeki isteklerine cevap
vermeyen önderlik, yakın zamana kadar' önünde yığılı duran bu çelişmeleri
çözümünü hareketin çizgisinin taktik düzeydeki hatalardan arınıp, saflaşmasında
görüyordu. Ancak, gelişen sosyal pratik önderliği daha köklü çözüm yolları
aramaya, geçmişteki hataların sıhhatli tespiti için mevcut çizgimizi bir bütün
olarak gözden geçirmeye zorlamamıştır.
Bu amaçla bir süre önce bir araya gelen önderlik
Hareketi’mizin mevcut çizgisini bir bütün olarak gözden geçirdi. Önderlik,
Hareketi’mizin ağır yanılgısına yol açan hataların taktik düzeyi aşabileceği,
devrim yolu konusunda -devrimin karakteri konusunda değil- stratejik düzeydeki
hatalara kadara uzayabileceği kanaatine vardı.
Bundan dolayı bir bütün olarak siyasi çizgimizin dolayısıyla
devrimimizin bir dizi temel meseleleri bütün kadroların tartışmasına sunmak
üzere, gündeme getirdi. Ancak önderliğin siyasi geriliği ve tecrübesizliği onu
bu alanda da hataya düşmekte alıkoyamadı. Tartışmaya sunduğu konularla ilgili
görüşlerini kadrolara karar şeklinde getirdi ve metot hatasına düştü. Yeni
hatalar işte bu ortamda ve bu şartlar altında yapıldı.
Hareket’imizce yapılan bazı genel tespitler konusundaki
tereddütler, yeniden inşa dönemine girildiğinden bir süre sonra önderlikteki
yoldaşların ve bazı kadroların kafasında belirmişti. Bu yüzden çizgimizdeki
hatalı tespitlerin ortaya çıkarılabilmesi için 14 maddelik araştırma konuları
her bölgeye gönderilmiştir. Ancak bu konuların tartışılmasın da yeterli ete
önderlik edilemedi. Haliyle de yararlı sonuçlar çıkarılamadı. Önderlik, içinde
bulunduğumuz sorunların çözümü için geniş bir tartışma kampanyasının açılmasına,
bu tartışmalarda çıkan sonuçları esas alarak özeleştirinin hazırlanmasını ve
yayın organının çıkarılmasını doğru bir metot olarak tespit etmişti.
Önderlik, bu doğru metodun uygulanmasında hatalı davrandı.
Çalışma alanlarının çoğunluğunda bazı meselelerin tartışılmış oluşunun ve kendi
içinde de bazı konularda ikna olmasını esas alarak bu konularla ilgili
görüşlerini karar olarak bildirdi. Elbette bu kararlar ikna ve ispat edici
verilerle ortaya konup, hareketin kadrolarınca da tartışılıp benimsendikten
sonra, resmi hale gelecekti.
Ama bu, kararların tartışmaya açılması gibi çelişkili durumu
ortadan kaldıramaz. Bu hatalı anlayışın sınıfsal kaynağı küçük burjuva
aceleciliğidir, örgütsel bakımda tecrübesizlik ise ikinci ve önemli etkenlerden
biridir. Önderliğin tartışmaya açtığı temel meseleler hakkındaki görüşlerine
karşı, ilk tepkinin önderliği ve hareketin disiplinini tanımama, önderliği
kavga kaçakları, halka güvenmeme, devrime inanmama ile suçlama noktasına kadar
getirilmesi vahim bir hatadır.
Özetlersek: Hareketimizin önderliği Aydınlık dönemindeki
muhalefetten bu yana kolektif öze sahip sağlıklı bir önderlik olamamıştır.
İbrahim Kaypakkaya yoldaşın kaybı, önderlikte kısa sürede telafisi imkansız bir
boşluk yaratmıştır. Önderlik görevini yüklenen yoldaşlar geçmişten beri
kolektif bir önderlik içinde yer alamadıkların dolayı, bu konuda oldukça
tecrübesizdiler (önderliğin yapması gereken görevleri kavrayıp çözme yolunda
doğru adımlar atamadılar.) Bu yüzden yeniden inşa çalışması dönemindeki hatalı
görüş ve uygulamalar eleştiri, özeleştiri ve ikna metoduyla çözümlenemedi.
Hataların birikimi acelecilik hatasına düşülmesini getirdi.
Önderliğin tartışmanın açılmasındaki hatalı davranış, geçmişten beri önderliğe
karşı oluşan tepkiyle birleştiğinde bir bölgeden kadroları hatalı davranışlara
itmiştir. Kadroların hatalı hareketi, önderliği ve hareketin disiplinini
tanınamama, örgütsel birliği zaafa uğratma noktasına kadar gelmiştir. Biz
kadroları bu hatalı, davranışa iten asıl etkenin geçmişten beri önderlikçe
yapılan hatalar olduğu kanaatindeyiz. Ama yoldaşların hareketin birliğini
bozmaya kadar varan davranışları önderliğin hatalarıyla izah edilemez. Bu
noktada' yoldaşların hatalarının önemini görmeleri, özeleştirilerini yapmaları
ve hatalarını tespite çalışmaları hareketin birliğinin pekişmesi ve sağlıklı
gelişmesi açışından zorunludur.
Yoldaşlar, önderlik yaptığı hataların bilincine varmıştı ve
düzeltme yolunda çaba sarf etmektedir. Diğer yoldaşların da aynı şekilde
hatalarını tespit etmelerini ve kendilerini düzeltmeye çalışmalarını
istemektedir. Önderlik yukarda belirtildiği gibi geçmişin gözden geçirilmesi,
hatalardan dersler çıkarılması kısaca geçmişin değerlendirilmesi ve
özeleştirinin yapılması için bir kampanya açmıştır.
Tartışmanın getiriliş biçimi hatalar taşısa bile bu
tartışmanın açılması olumlu bir şeydir Bütün yoldaşlar hem hareketin hem de tek
tek yoldaşların işledikleri hatalar üzerinde durmalı acımasızca bütün
önyargılardan uzaklaşarak bunları tespit etmelidir. Şunu hiçbir zaman
unutmamalıyız. Hatalarımıza karşı tavrımız- bizim hem de tek tek yoldaşlar
olarak devrimci olup olmadığımızın ölçüsüdür. Lenin yoldaş bu konuda şunları
söylüyor:
“Bir siyasi partinin kendi hataları karşısında durumu bu
partinin ciddi olup olmadığı konusunda, sınıfına ve emekçi kitlelerine karşı
görevini gerçekten yerine getirip getirmediği konusunda hüküm vermek için en
önemli ve en inanılır ölçüttür. Hatasını açıkça tanımak, hatanın sebeplerini
keşfetmek, hatayı doğuran durumu tahlil etmek, bu hatayı düzeltme imkanını
dikkatle araştırmak, işte ciddi bir partinin belirtileri bunlardır. Gereklerini
yerine getirmek, kendi sınıfına ve ondan sonra kitleleri yetiştirmek böyle
olur.” (Leninizm’in ilkeleri, s.23, Stalin'in Lenin’den yaptığı alıntı.)
Önderlik bunları yaparken görmediği hataları, yanlış
tespitleri, olabilir. Bütün yoldaşlar önderliğe ve birbirlerine karşılıklı
yardımcı olarak bunların üstesinden gelebiliriz. Buna inancımız tamdır. Açılan
tartışma kampanyasının demokratik merkeziyetçilik ilkesinin ışığı altında
yürümesi gerekir. Bütün yoldaşlar "Kızıl Kitap’tan" ve diğer
eserlerden disiplin, birlik, eleştiri, özeleştiri parti içindeki ideolojik
mücadeleleri tekrar gözden geçirmelidirler.
“Hareket zor günler geçirmektedir. Böyle, durumlarda
bireyci, kariyeristler, fırsatçılar hareketi parçalamayı amaçlayabilirler.
Bunlara karşı uyanık olmalı, bunları her fırsatta teşhir etmeliyiz. Bu günler.
Aynı zamanda kimin ne olduğunu ortaya çıkaracaktır. Tartışma kampanyasının
bütün kadro ve ileri unsurlara ulaşabilmesi için tartışma yazılarının da içinde
yer aldığı bir yayın organı en kısa zamanda çıkarılmalıdır.
Eleştiri, özeleştiri ve tartışmalarda devrimci ilkelere
sımsıkı sarılalım. Demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı olarak kendi
düşüncemizi özgürce savunalım. Hareketin disiplinine tabi olalım.
Yoldaşlarımıza karşı açık yürekli ve dürüst olalım! Ayrılığa değil birliğe,
yönelelim! Yaşasın Marksizm, Leninizm, Mao Zedung düşüncesi!”
Yukarıdaki KK’nın özeleştirisinde de görüleceği gibi KK
tartışmanın açılışında hatalı bir metot izlediğinin kapsamlı özeleştirisini
yaparken, asla kendi görüşlerini dayatmacı tutum içinde olmadığı gibi
tartışmanın sağlıklı yürütülmesi için örgüt içi tartışma yayın organın
çıkarılmasını öneriyor ve nitekim Proleter Birlik adlı örgüt içi tartışma yayın
organın çıkarılmasına karar veriliyor. Tartışma kampanyasının kadrolara ve
hatta ileri sempatizanlara kadar taşınması eleştiri, özeleştiri mekanizmasına
bağlı kalarak örgüt içi mücadelede sekter ve ayrılıkçı tutumlardan mümkün
olduğunca uzak durulması çağrısı yapılıyor.
Demek ki KK sorunların örgüt platformundan tartışılarak
örgüt iradesiyle çözülmesi gerektiğini salık veriyor. Elbette örgüt içi
mücadele ilkelerine uyulması ve disiplinin gereklerine bağlı kalınmasıyla.
Cihan Yıldız burnunun ucundaki merteği görmezken, kilometrelerce uzaktaki çöpü
görmekten geri kalmıyor.
Burada geçerken Cihan Yıldız arkadaş haliyle Bolşevik
Partizan KK’nın önemli bir kesiminin dökülmesini TKP-ML Hareketi’nin çizgisine
yüklemeye çalışıyor. Bu bakış açısının hatalı olduğunu belirtmeliyiz. Elbette
gönül isterdi ki devrimci kavgaya katılan önderler ve militanlar yaşamlarının
sonuna kadar devrimci kalsınlar. İstemekle olmuyor. Devrimci savaşıma katılan
kadroların bir bölümü değişik nedenlerle devrimci safları terk edip köşesine
çekildiği gibi, bir kesimde farklı alanlarda örgütsüz politika yapmaya yöneldi.
Buradan hareket ettiğimizde, devrimci savaşımın dışına düşen önder ve militan
kadroların esas sorumlusu devrimci örgütler değildir.
Elbette örgütlerinde bu durumda sorumlulukları vardır. Ama
bu sorumluluğun tali olduğunu belirtmeliyiz. Devrimci mücadele bilinçli ve
gönüllü temelde yürütülen bir savaşımdır. Bu bakımdan da devrimci mücadelenin
istenilen boyutta ilerleyip başarıya doğru yol almaması, devrimci saflar da
önemli kırılma yaratmış ve yola sonuna kadar gitmek amacıyla çıkan bir öncü ve
militan kadro, yarı yolda nefessiz kalıp safları terk etmiştir. Bu aynı durum
TKP-ML Hareketi saflarında da yaşanmıştır. İbrahim Kaypakkaya yoldaşla örgütün
kuruluşuna katılanlar ve daha sonrası yenilginin ardında yeniden inşa döneminde
oluşturulan ikinci KK’da yer alan kadroların önemli bölümü değişik dönemlerde
mücadelenin dışına düşmüşlerdir.
1) KK’da görev alan kurucu kadrolardan Kaypakkaya yoldaş
katledilmiş ve geri kalanların hemen hepsi de mücadelenin dışına düşmüştür.
Aslan Kılıç ve Ali Mercan Aydınlık’a dönüp karşı devrimci bir çizgiye
kapaklanırken, Ali Taşyapan, Cem Somel, Almanyalı Kadir ve Muzaffer Oruçoğlu
sıcak mücadelenin dışına savrulmuşlardır.
2) KK’de görev alan önder kadrolardan İrfan Çelik yoldaş
işkencede katledilirken, Aziz Vatan, H.Ş, Almanyalı Cemal, H.İ.A, Ali Taşyapan
değişik dönemlerden sıcak mücadeleden kopmuşlar ikinci KK'da yalnızca Z.U.
mücadeleye sürdüren bir çizgide durmuştur. İşin ilginç olanı bu aynı durum hem
1978 yılında yeniden oluşturulan TKP-ML Partizan ve hem de Bolşevik Partizan
örgütlerinin yeniden oluşturulan önderlikleri içinde geçerlidir.
Şöyle bir hatırlayalım TKP-ML Partizan’ın birinci MK’de
görev üstelenmiş olan önder kadrolardan Süleyman Cihan işkencede katledilirken,
polis operasyonlarında gözaltına alınıp işkencede geçirilen kadroların önemli
bölümü çözülerek mücadelenin dışına düşmüşlerdir.
Partizan I. MK’sında görev alan kadrolar: Sefa Kaçmaz, İ.Ü,
Erhan Gencer, B.İ, İsa Güzel, A. Yavuz Çengeloğlu ve Süleyman Cihan. Bunlarda
Süleyman Cihan 12 Eylül faşist darbesinin ardında gözaltında işkencede
katledilirken İ.Ü, Erhan Gencer, B.İ, A. Yavuz Çengeloğlu işkencede olumsuz
tutum takınarak, mücadelenin dışına düşmüşlerdir. İ. G. ve Sefa Kaçmaz 1981
yılında Partizan'dan ayrılıp Bolşevik Partizan'ı kurdular. Bir dönem sonra Sefa
Kaçmaz, Bolşevik Partizan'dan ayrılıp Mücadele Bayrağı adlı bir dergi etrafında
tutunmaya çalıştı.
Ne ki kısa bir dönemin ardından Mücadele Bayrağı kendisini
feshetti. Grubun başını çeken Sefa Kaçmaz ise bir dönem sonra -ki doğruysa-
soluğu karşı devrimci Aydınlık’ta buldu. Böylece İsa Güzel dışında Bolşevik
Partizan’ın öndeliğine soyunan kadrolarda sıcak savaşımın dışına düştüler.
Burada durup sormak gerekiyor Sefa Kaçmaz Bolşevik Partizan'ı kuran iki kişiden
birisiydi.
Diğeri İsa Güzel’di. Peki burada durup sormak gerekiyor,
büyük iddialarla 1981 yılında ortaya çıkan Bolşevik Partizan kurucularından İsa
Güzel dışında kimselerin ayakta kalmamasının sorumlusu, Bolşevik Partizanın
çizgisi mi yoksa değişik nedenlerden dolayı kişilerin yetmezlikleri ve zaaflarının sonucu mu?
Cihan Yıldız arkadaş başka akımları kolayca eleştirirken
birazda kendi gerçeklerine ayna tutmuş olsalardı sanırız daha inandırıcı
olurdu. Maalesef Türkiye devrimci hareketi devrimci önderlik ve militan
mezarlığına dönmüştür. Haliyle birçok devrimci hareketin önderlikleri hızlı
değişim yaşamış ve önemli dökülme ve savrulmalarla yüz yüze kalınmıştır. Keza
bu olumsuz durumda KK’da, Partizan cenahı ve Bolşevik Partizanda nasibini
almıştır. Yani Bolşevik Partizan'ın önderlik gerçeği diğer akımlardan farklı bir
gelişim içinde olmamıştır. Bolşevik Partizan 1981 ayrılığında birçok kadroyla
yola çıkmış ve ama süreç içinde bu öncü ve militan kadroların önemi bölümü
sınıf savaşımının dışına düşmüştür.
Tüm bunlar Cihan Yıldız'ın palavra atmasını haklı kılmıyor.
Avcı hikayesini çok seven Cihan Yıldız arkadaş, diğer konularda olduğu gibi
sosyoekonomik yapının tahlilinden devrimin yoluna kadar dogmatik ve değişmez
bir hatta durmasını unutarak, en doğrunun savunucusu olduklarını söylemekten
kendisini alamıyor: Cihan Yıldız'ın palavrasını okumayı sürdürelim:
“TKP/ML içinde İK’nın ana hattı doğru çizgisindeki hataların
doğru eleştirisini yaparak partiyi Bolşevikleştirme yönünde ilerletenler biziz.
SEY konusunda Türkiye Komünist Hareketi içinde en doğru çözümlemeyi yapıp
ortaya koyan örgüt biziz. KK’nın ardılları, önce kendi kendilerini tasfiye
ettiler. İbrahim Kaypakkaya’yı ve Mao’yu küçük burjuva köylü devrimcisi ilan
ettiler bir ara. Sonra onu yeniden keşfetti bir bölümü. Sallanıp durdular.
Büyük bölümü zaten devrimci safları bıraktı ya da devrimciliği internet
ortamında nostaljik takılmalara sığdırdı. Herkes kendine yakışanı yapıyor
sonuçta.” (Cihan Yıldız’ın “İbo Can'a son kez” başlıklı yazısından.)
Burada durup Bolşevik Partizancılara sormak gerekiyor; siz
ne zaman Türkiye’nin sosyoekonomik yapısında kapitalist üretim ilişkilerinin
egemen olduğu sonucuna vardınız? Aynı zamanda emperyalizme bağımlı yarı sömürge
ülkeler devrimin zaferine kadar yarı feodal kalır görüşünü ne zaman özeleştiri
yaparak terk ettiniz? Türkiye de kapitalizm hangi yolda gelişerek egemen hale
geldi? Örneğin Prusya yolunda kapitalizmin Türkiye de geçerli olmadığını
savunuyordunuz.
Peki, kapitalizmin hangi yolda feodal ilişkileri çözerek
geriye iterek onun yerini aldı? Yine patlama olmadan yani devrim olmadan nicel
birikimlerin nitel değişime uğramayacağı görüşünüzü terk ettiniz mi?
Haliyle öncelikle yanıtlanması gereken sorular bunlardır.
İkinci olarak öne sürülen iddia TKP-ML Hareketi’nin İbrahim Kaypakkaya yoldaşı
küçük burjuva köylü devrimci olarak nitelediği iddiası. Bu iddianın hiçte doğru
olmadığını belirtmeliyiz. KK’da ilk dönemler böyle bir eğilim oluşmuş olsa da
tartışma süreci içinde bu görüşler terkedilmiş ve örgütün ezici çoğunluğu,
İbrahim Kaypakkaya yoldaşı ve önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketi’ni komünist
örgüt olarak değerlendirmiştir (örgüt içinde tek tek kişiler Garbis Altınoğlu
gibi), İbrahim Kaypakkaya’yı küçük burjuva devrimci önderi olarak görenlerde
vardı. Bunlar örgütün bütününe mal edilemez. Her daima örgüt için küçük bir
azınlık olarak kaldılar. 1994 birlik sürecine kadar bu durum devam etti.
1994 MLKP-K’nın kuruluşu sürecinde geçmiş sorunu gündeme
alınıp tartışılmayacağı ve çözümü geleceğe bırakılacağı yaklaşımı olmasına
karşın. MLKP-K’nın kuruluş Kongresinde oldubittiye getirilerek bir yerde
darbeci bir tarzda geçmiş sorunu gündeme alındı, tartışıldı ve oylamayla küçük
bir oy farkıyla geçmiş sorunu karara bağlandı.
Ne ki bu sorun daha sonrasında hiçbir biçimde tartışmaya
açılmadı ve adeta yasak kondu. Aslında geçmiş sorunu ilke sorunuydu. Bu sorunu
biz komünistler küçümsedik ve bir örgüt içinde bugün azınlıkta kalınsa da yarın
tartışma-etkileme yoluyla durumun değiştirileceğine inanıyorduk. Ama MLKP-K
önderliğinde görüş ayrılıklarının tartışmasından öcü gibi korktuğunu ve
özellikle geçmiş sorunun üzerini kapatarak bilinçli olarak tartışmadan uzak
durulduğunu gördük.
Nitekim örgüt içi mücadelede anti-demokratik yasakçı ve
darbeci yaklaşımların MLKP egemen olmasına kadar, komünistler olarak kararlı ve
ısrarlı bir savaşım içinde olduk, MLKP-K önderliğinin tüzük hükümlerine uygun
davranmayarak, eleştiri ve tartışmadan kaçması ve görüş farklılıklarını örgüt
platformunda tartışmayı örgüt-bölücülüğü ve yıkıcılığı olarak gören, gösteren
yaklaşımların örgütte egemen kılması ve sosyalist demokrasinin geminin
bordosunda denize atmasıyla, hem geçmiş değerlendirmesi, hem de örgüt içi
mücadele yöntemleri ve tüzüğün boşa düşürülmesi, Leninist Parti öğretisinin
reddedilmesi komünistleri 1995 Ağustos’unda MLKP-K ile yollarını ayırmaya ve
komünist hareketi KP-İÖ nezdinde yeniden ete kemiğe büründürmeye yöneltti.
Gelinen durumda TKP-ML Hareketi'nin görüşlerini ve değerlerini yalnızca KP-İÖ
temsil etmektedir.
Bolşevik Partizan’ın ukala yazarlarından Cihan Yıldız hayali
tarih yazacağına, gerçekleri öğrenmeye çalışıp 1976 tartışma sürecinde savunmuş
oldukları görüşlerinin özeleştirisini yapıp, TKP-ML Hareket'inde öğrendiklerini
teslim etmeleri yerinde bir davranış olacaktır. Ama grupçuluk, önyargıcılık ve
Hareket düşmanlığı Bolşevik Partizan'cıların gerçekleri görmesine perde
olmuştur.
1972 yılında kurulan TKP-ML Hareketi parti olarak mı
kuruldu?
Partizan cenahı 24 Nisan 1972 yılında İbrahim Kaypakkaya
yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketi’nin TİİKP-PDA’da ayrılığı ilan
edip bağımsız komünist bir örgüt olarak değil de ortaya parti olarak çıktığını
iddia ederek 1976 tartışma kampanyasında KK’nın TKP-ML Hareketi'ni parti öncesi
komünist örgüt olarak nitelemesini, “kurulmuş partinin tasfiye edilmesi” olarak
niteleyip KK’yı “parti tasfiyeciliğiyle” suçlayan dogmatikler ve aynı yolun
yolcusu Bolşevik Partizan proletaryanın komünist partisi nedir sorusuna kaçak
yanıt vermeye çalışıyor.
Komünist partisi; işçi sınıfıyla sosyalist hareketin aynı
kulvarda buluşmasıdır. Komünist hareket doğduğundan itibaren sınıfla sosyalist
hareketi aynı kulvarda buluşturmaya yönelmekle yükümlüdür. Nitekim komünist
hareketin partiye doğru yürümesi hem program ve temel taktiklerinin
belirlenmesi ve pratiğe sürülmesi, hem oportünist - revizyonist akımlarla
hesaplaşılması, varsa komünist güçleri aynı hatta buluşturması ve hem çizgiye
uygun belli düzeyde örgüt çizgisini pratiğe geçirecek kadrolaşmanın sağlanması,
örgütün sınırlarını çizen ve herkes için eşit disiplin sağlayan tüzüğün
hazırlanması ve ardında bir konferans yada kongrenin toplanarak örgütün
seçilmiş delegelerle parti kuruluşunun ilan edilmesidir.
Görülebileceği gibi parti; komünist örgütün olgunlaşma ve
sınıfla bağlarını sağlama, emekçiler arasında sevgi ve sempati kazanma halidir.
Buradan olarak 1972 yılında Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML
Hareketi yeni kurulmuş ve doğru düzgün organları oluşmuş, program ve tüzüğü
hazırlanmış, emekçi kitlelerce ciddiye alınacak boyutta örgütlü ilişkiler
yaratılmış, az çok sınıfla bağlanmış ve oportünist - revizyonist akımlarla
hesaplaşmış bir durumda değildir.
Düşünelim ki, 24 Nisan 1972 yılında TKP-ML Hareketi parti
olarak kurulmuş. Ama ciddi bir partinin fonksiyonu oynayacak bir konumda değil.
Partinin önderliği Kaypakkaya yoldaş dışında örgüt çizgisini özümlemek bir yana
anlama - bilince çıkarmada uzak. Örgütün örgütsel sınırlarını belirleyen tüzüğü
yok. Yine örgütün ne için dövüşüp neyi amaçladığını ortaya koyan program
hazırlanmış değil ve tüm bunların toplamı olarak örgüt iradesinin somut ifadesi
olan kuruluş kongre ya da konferans toplanmış değil. Daha da önemlisi parti
kurulmuş ama ne önderlerinin ve ne de militanlarının bundan haberleri yok.
1972'ler de Marksist-Leninist hareket ortaya çıktığında
birçok bakımdan eksik, yetersiz hatalı olsa da, görüşleri sistemli ve bir
programa temel teşkil edecek düzeydeydi. Geçmişin değerlendirilmesi ve bu
alanda inkarcı ve dogmatik yaklaşımlara karşı mücadele içinde bunları etraflıca
ortaya koyduk. Soyutlamalar genel olarak doğru olmasa da, İbrahim Kaypakkaya
yoldaşın TİİKP programını eleştirisi buna bir kanıt olarak gösterilebilir. Bu
program eleştirisi, revizyonist - oportünist programa alternatif Marksist-Leninist
bir programın temellerinin ortaya konulmasıdır.
Kaldı ki biz meseleyi salt bu program eleştirisi soyutlaması
çerçevesinde ele alamayız. İbrahim Kaypakkaya yoldaş bu program eleştirisini
daha sonraki bir dizi yazıda daha da geliştirerek, bir programa temel teşkil
edecek görüşler bütününü sistemli hale getirmiştir. Ancak programa temel teşkil
edecek görüşlerin ortaya çıkması eşittir parti gibi bir anlayış sakattır ve
yanlıştır. Dahası programa temel teşkil edecek görüşler eşittir parti demek;
parti meselesine bakışta ve yaklaşımda Leninist öğretilerden uzaklaşılması ve
partiyi sıradan bir örgüt derekesine düşürmek
demektir. Aynı zamanda bu durum dünyaya mekanik ve dar kalıplar
açısından bakmayı ifade eder.
ML Hareket 1972'lerde partinin üzerinde yükselmesinde temel
olan programa tekabül eden görüşlerini, sistemli hale getirmeyi gerçekleştirdi,
ancak partinin kuruluşunu
gerçekleştiremedi. O zaman ML Hareket'in yapısı, partinin kuruluşunun
hazırlık yapısıydı. Merkezi yapısının koordinasyon olarak saptanması ve
oluşturulması bunun en açık kanıtıdır. Bu merkezi yapının görevi, ortaya konan
ML çizgi etrafında oluşan veya oluşacak çevreleri ML hareket çerçevesinde
birleştirmek ve bir program ve tüzük hazırlayarak o zamana kadar modern
revizyonist ihanetin engellediği partinin kuruluşunu kongreyle resmen ilan
etmekti.
Fakat izlenen hatalı sol taktik çizgi nedeniyle ML
Hareket’in uğradığı geçici yenilgi, bu görevin yerine getirilmesini engelledi
ve partinin kuruluşu görevi bugüne kadar gündemde çözülmesi gereken başat bir
mesele olarak kaldı. Her şeyden önce şunu ifadelendirmek gerekiyor ki; programa
temel teşkil eden görüşlerin ortaya çıkması ile partinin kuruluşu arasında da
belli bir süreç vardır. Her ülkede ML partilerin kuruluşu programın pratiğe
sürülmesi, oportünist - revizyonist akımlarla hesaplaşılması, varsa komünist
güçlerin tek bir örgüt çatısı altında birleşmesinin sağlanması ve sınıfın
öncüleri temelinde fabrika hücre çalışmasının örgütlenmesi ve sınıf içinde
kendini üretir hale gelmesi diyalektik sürecini izlemiştir. Bu komünist
hareketin doğuşu, gelişimi partinin kuruluş süreci demektir.
Nitekim ML Hareket'in geçmişine ilişkin belgelerde, örgütün
kuruluşunun ilan edildiği 24 Nisan 1972 yılında partinin kuruluşuna
rastlamıyoruz. Ve partinin kuruluşunu ilan eden hiçbir belge ve kanıtta yoktur.
Aksine ML Hareket'ten bahsedilmekte ve tüm ML’ler ML Hareket saflarına
çağrılmakta ve o dönemde KK’da görevli olanlarda bunu onaylamaktadırlar. Aynı
zamanda bu doğal ve anlaşılabilir bir şeydir. Ama bazıları bugün siyasi
hesapları uğruna gerçekleri hayasızca tahrip etmekten çekinmiyorlar.
Dün Partizan ve bugün aynı cenahın sürdürücüleri olan Yeni
Dünya İçin Çağrı, Yeni Demokrasi, Halkın Günlüğü, Özgür Gelecek vb. ise bu
tahrifattan kendilerini aklamak, sözüm ona meşruluklarını ispatlamak için yararlanmaya çalışıyorlar ve bu temelsiz
iddiaya sarılıyorlar. Bu temelsiz iddia, geçmişte partinin kurulduğu
iddiasıdır. Bu tahrif karşısında bizim tarihi gerçekleri ortaya koymamız “parti
inkar ediliyor” cinsinden ajitasyon değeri bir ölçüde olan, ama bilimsel ve
tarihi temeli hiç olmayan, gerçekle uzaktan yakından bağdaşmayan, yaygarayla
karartılmaya çalışılıyor.
Neden? Çünkü ortaya koyduğumuz tarihi ve somut gerçekler,
Partizan gibi hiziplerin meşruiyetini ortadan kaldırıyor, onların geçmişe sözüm
ona sahip çıkmalarının, bugün geçmişte ortaya konan ML çizgiden, apayrı
Mao'culuğu temel alan, küçük burjuva sol çizgilerini aklamak amacına hizmet
ettiğini ortaya koyuyor.
Birçok ülkenin tecrübelerine bakarsak, ML partilerin
kuruluşunun, ortaya konan ML bir çizgi etrafında ML unsurların toparlanması
için yürütülen belirli bir mücadele sürecinden geçerek gerçekleştiğini görürüz.
Bunu tek başına bir soyutlama olarak ele alırsak dahi bu anlamda da onlar parti
öncesi inşa örgütlenmesi sürecini yaşamışlardır. Bu tüm ML’lerin, ML Hareket
saflarında birleştirilmesini parti kuruluşu için mutlak bir şart haline
getirmez. Partinin inşanın her ülkenin somut koşullarında kendisine özgü belirli
bir süreci kapsar. Bu yapılanmanın görevi önce de belirttiğimiz gibi, program
tüzük hazırlamak, oportünizmle hesaplaşıp sınıf hareketine müdahale ederek,
beli başlı örgütler yaratarak kongreyi hazırlamak ve gerçekleştirmektir.
1972’nin zor koşullarında ML Hareket'in karşısındaki esas
zorlu görev buydu. O dönemde İbrahim Kaypakkaya yoldaşın, ML Hareket’in
çizgisini bir dizi noktada daha da derinleştiren çeşitli yazılar kaleme alması
da bu göreve hizmet ediyordu. Bunlar içinde en önemlisi, geçmişi Mustafa
Suphi'nin TKP’sini değerlendirmeyle, o dönemdeki küçük burjuva akımların
eleştirisidir. Bunların bazısı, o dönemin zor koşullarında kayboldu, bazıları
ise gerçekleştirilemedi. O dönemde temel olan uğraş, ortaya konan temellerin daha
da geliştirilmesi, bu temel etrafında dürüst ve kararlı devrimci unsurların
birleştirilmesi ve bu temel üzerinde, sağlam bir yapının oluşturulmasıydı.
Bu meselede o dönemde bazı hatalı anlayışların olduğu da bir
gerçektir, Ortaya konan ML çizgi temelinde ideolojik - siyasi inşanın esas
olduğu o şartlarda, dar pratik içine hapsolma şeklinde ortaya çıkan bu hata,
izlenen sol, taktik çizgiden bağımsız değildi. Çünkü sol, taktik çizgi yapıyı
sağlamlaştırmaya, ideolojik-siyasi inşayı geliştirmeye değil, ideolojik -
politik geriliğe, güçlerin dağılmasına hizmet etmiş ve sonunda yenilgiyi
beraberinde getirmiştir.
Ülkemizde yaşanan tarihi gerçekleri kimse kendi kafasına
veya keyfine göre çarpıtamaz. Veya sübjektif düşüncesini objektif gerçek yerine
geçiremez. Ortada olan gerçek, partinin kurulmadığı ise, “niye kurulmasın,
kurulabilirdi” cinsinden akıl yürütmeler veya hiçbir ciddi kanıt ileri sürmeden
(ki bu konuda böyle bir kanıt gösterilmesi de mümkün değildir), “biz diyorsak,
parti kurulmuştur” türünden gülünç iddialar gerçeği tahriften öte bir değer
taşımaz, 1972'ler kimsenin bilmediği karanlık dönemler değildir. O dönemin
gerçekleri bugün sır da değildir. Ortada yaşanan bir gerçekte varsa, o da
partinin kuruluşunun gerçekleştirilemediğidir.
Bugün bazılarının “hayır parti kuruldu” demesi bu gerçeği
değiştirebilir mi? Yoksa partinin kuruluşunu tarihi gerçekler değil de,
bazılarının kendi sübjektif düşünceleri mi belirliyor? Onların kendi keyfi
değerlendirmeleri ve tarifleri, gerçekler karşısın da değersizdir. Kaldı ki
aslında parti vardı iddiasını ileri sürenlerde bunun tarihi gerçeklere ters
düştüğünün farkında olacaklar ki, 78’de TKP-ML’nin I. Konferansı’yla partinin
kurulduğunu, kongreyle kuruluşunu ilan ettiğini açıkladılar. Madem parti kurulmuştu,
kuruluşunu yeniden ilan etmeye ne gerek vardı?
Biz burada, bu, sözüm ona kuruluşa temel olan çizginin ML
Hareket'in çizgisine ne denli ters ve anti-Marksist olduğunu bir an için bir
kenara bırakıyoruz. Sadece parti kurulmuştu iddiasının çeliştiğini ve iddia
sahiplerinin kendi kendilerini tekzip ettiklerini göstermek istiyoruz. Öyle ya
kurulan ve var olan bir şeyin, tekrar kurulduğunu ilan etmenin bir anlamı
olmaz. Oysa bunun gerçekte anlamı, ML Hareketi tasfiyeye girişen dogmatik
Mao'cu kesimlerin kendilerine meşruiyet sağlama amacıyla tarih çarpıcılığına
giriştikleri sahtekarca bir manevradır. Demek ki kurulmamış partiyi KK tasfiye
etmediği gibi aynı zamanda KK ideolojik - politik birliği dağılmış olan örgütü
öncelikle ortak bir noktada buluşturmaya, dahası hata ve zaafların yarattığı
yüklerden kurtarmaya çalışarak, gerçekten de işçi sınıfının öncülüğünü
üstlenecek komünist partisinin kurulmasının yolunu açmıştır.
Bolşevik Partizancılar paralel örgüt savunuculuğuna
soyundular
Cihan Yıldız arkadaş yılların ardında yurtdışı adına
konuşarak, onun savunuculuğuna soyunuyor. Ve varsa hatalarımız özeleştirisini
yapmaktan geri kalmayız tutumunu takınmaktan da geri kalmıyor. Çünkü 1976
tartışma kampanyası ve sonrasına dair en doğru tutumu kendilerinin takındığı
iddia ediyor. KK’yı boşa çıkaran yurtdışı yönetimi,1976 tartışma kampanyasını
bir dönem yurtdışı çalışmalarında yer almış ve 1975-76 yılında değişik
zamanlarda Türkiye çalışmalarına dönmüş olan kadrolardan A’yı yurtdışı örgüt temsilci
olarak atıyor.
Sanki ortada iki farklı örgüt var ve örgütler arasında
ilişkiyi sürdürmek için A yurtdışını temsilen yetkili olarak atanıyor. Hatta
tartışma sürecinde hem dogmatiklerle eve hem de KK temsilcileriyle görüşmekler
yapıyor. Peki, A arkadaş hangi organın temsilcisi olarak böyle bir yetkilenme
durumunda oluyor. Ve yurtdışı yönetimi hangi yetkiyle A’yı Türkiye’ye temsilci
olarak belirliyor. A denilen arkadaş yurtdışı örgütüyle tüm bağlarını keserek
Türkiye’ye dönüyor ve haliyle artık A arkadaşın yurtdışı örgütüyle bir bağı
olmaz, Türkiye örgütünün disiplinine bağlıdır ve yatay bir ilişki içinde
olamaz. Burada da görüleceği bir sonrasının Bolşevik Partizancıları açıktan
KK’nın disiplinini tanımayarak örgütsel ilkeler ve disiplinin yok sayıp
anarşist bir hatta yürümekten sorun görmüyor.
“Biz bu mektubu Eylül ayında KK’ye ulaştırdık. Bu arada
fakat Türkiye’de bölgelerde birçok gurup KK’nin disiplinini tanımayacağını ilan
etmişti. Biz merkezin disiplinini tanımadığını ilan eden ve aslında partiye
sahip çıkılma konusunda aynı safta olduğumuz gruplarla da T. de YD temsilcisi
olarak çalışan yoldaş üzerinden ilişki ve tartışmalarımızı sürdürüyor,
elimizden geldiğince erken bir bölünmeyi engellemeye çalışıyorduk. Yani
yurtdışı yönetimi, Türkiye de merkezi yönetimden ayrı olarak yurtdışı adına faaliyet
yürüten, YD temsilcisi üzerinde yatay ilişkilere devam edildiği görülüyor. Bu
tamamıyla Leninist örgütsel ilklerin yok sayılarak görüş disiplini içinde
hareket edilmesidir. Yine bunun adı açıktan
gelişmelere müdahale etmek amacıyla paralel örgüt kurmaktır. Bunun hala
kıskançlıkla savunulması da başka bir garabet olsa gerek. Yurtdışı yönetiminin
KK yazmış olduğu 25 Kasım 1976’da tarihli bir belgede paralel örgüt
savunuculuğuna devam ediliyor, arkadaşa talimat verilmiştir. Temsilcilik kurumu
sürecektir. YD teşkilatının disiplinine bağlıdır.”
KK yurtdışı yönetiminin A yoldaşın yurtdışı temsilcisi
olarak danışma irtibat hatta temsilci görevini sürdürmesine karşı çıkıyor ve
eleştiriyor. Çünkü KK, YD faaliyetini tüm çalışmanın bir parçası olarak bütüne
ve Onun disiplinine bağlı bir çalışma olarak görüyor. Haliyle çeşitli
parçaların bütün ile ilişkilerinde geçerli olan temsil esasları YD içinde
geçerlidir. Yurtdışı önderlikle ilişkilerini alt ve üst organların
ilişkilerinin tabi olması gereken ilke ve sınırlar içinde sürdürülmedir. YD
çalışmanın dışında kalan ve esas olarak onun disiplinine bağlı bulunacağı ön
görülen A yoldaşın iki farklı örgüt arasında ilişki sağlayan bir temsilci
statüsünde olması şekil ve öz bakımından disiplin ilkelerine ters düşmektedir.
Şekil bakımından böyle bir kurumun (temsilcilik) varlığı öz bakımından ise
bütünün değil parçanın disipline bağlı olması bu aykırılığı yaratmaktadır. Bu
durumda A yoldaş oradaki canlı pratiğin özelliklede yurtdışındaki tartışma
kampanyasının dışında kalacağı için bir irtibatçılık görevinden fazlasını
gerçekleştirmeyecektir.
Haliyle KK yurtdışını A yoldaşın YD temsilcisi olarak görev
sürmesini önerisini doğ bulmuyor. Kurum disiplin ilkeleriyle çelişeceğinden
dolayı karşı çıkıyor. Bu bakımdan A yoldaşın temsilci olarak değil, hareketin
dipline bağlı bir irtibatçı olarak görev yapmasını uygun buluyor.
Yine Bolşevik Partizan KK’nın örgüt çizgisini 1974-75
yılında başlayarak değiştirdiğini iddia ediyor. Peki, bu konuda Bolşevik
Partizan’ın elinde somut bir kanıt var mı? Bizce yoktur. Ama Bolşevik Partizan
büyük konuşmaya devam ediyor ve şöyle diyor: “1973 yenilgisi sonrasında partiyi
toparlamak amacı ile kurulan Koordinasyon Komitesi, 1974 - 1975 döneminde,
İbrahim Kaypakkaya’nın parti konusunda savunduğu doğru görüşleri reddederek
partiyi tasfiyeye yöneldi. Koordinasyon Komitesi, Kuzey Kürdistan - Türkiye’de
‘bir Marksist-Leninist partinin olmadığını’, ‘birçok Marksist-Leninist grubun
olduğunu, TKP-ML’nin de bu gruplardan birisi olduğunu bu grupların
birleşmesiyle partinin yaratılabileceğini’ söylüyor; ‘Parti değil, Hareket
olunduğunu’ ileri sürüyordu. Bu kesim ile bu kesime karşı mücadele eden bölge
komiteleri arasındaki mücadele 1976’da örgütsel ayrılığa dönüştü. İbrahim’in
parti konusunda ortaya koyduğu doğru görüşleri yadsıyan Koordinasyon Komitesi,
‘TKP-ML Hareketi’ adını alarak yeni bir örgütsel oluşuma evrildi.”
Buradaki görüşlerin özü, özeti gerçekleri çarpıtmaktır. Bir
kere 74-75 yılında KK’nın ezici çoğunluğu içerde ve ne parti ve partileşme
süreci ve nede sosyo-ekonomik yapı, devriminin yolu vb. konularında örgütte bir
tartışmada yok. 1975 yılında KK’nın çoğunluğunun dışarıya çıkmasıyla KK’nın ana
gövdesi de dışarıya çıkıp (2. KK İrfan Çelik, Muzaffer Oruçoğlu, Aslan Kılıç,
Ali Taşyapan, H.Ş ve Aziz Vatan tarafından oluşuyordu. 175 affından önce İrfan
Çelik ve H.Ş tahliye olurken ardında Ali Taşyapan’ın da tahliyesiyle, dışarıda
olan Aziz Vatanla birlikte KK’nın çoğunluğu dışarıya çıkmış oldu), sınıf
savaşımının sıcaklığı içine dalmışlardır. Artık KK örgütün başına geçmiş ve
dizginleri ele almaya çalışmış ve bunun için de bozulan; ideolojik-politik ve
haliyle de örgütsel birliğin sağlanması için 1976 yılında tartışma kampanyası
başlatılmıştır. Olayları farklı aktararak, olmayan şeyleri olmuş gibi
göstermenin devrimci mücadeleye hiçbir yararının olmadığını, olamayacağını bir
kez daha ifadelendirmek istiyoruz.
Gelelim KK’nın bizim dışımızda da THKO ve THKP-C/ML’ninde ML
olma yolunda örgütler oldukları ve bu örgütlerle birlikte proletaryanın
komünist partisi kurmak için birleşme olabileceği görüşüne. Devrimci hareketin
değişik bileşenleri 1975 yılında başlayarak kendi çizgilerine yönelik
değerlendirme yapıp özeleştiri yapmaya başladılar. Özellikle İbrahim Kaypakakya
yoldaşın işkencede direnişi ve TKP-ML Hareketi'nin zindanda hızla toparlanması,
Mahkeme ve zindanlarda kararlı devrimci tutum alınması yeni arayış içinde olan
THKO ve THKP-C üzerinde önemli etki bıraktı. Kaypakyaya yoldaşın sorgudaki
tutumu, beş temel belge olarak ifade edeceğimiz yazıları ve mahkeme
savunmaları, THKO ve THKP-C saflarında yeni ayrışmaların önünü açmıştır.
Nitekim Kaypakkaya yoldaşın düşüncelerinden etkilene THKO
sosyal emperyalizm tezlerinde kitle çizgisine, parti sorununda TKP, Kemalizm
vb. değerlendirmesine kadar birçok konuda Hareket çizgisine yakınlaşmış ve
Kaypakkaya yoldaşı ve örgütü TKP-ML Hareketi’ni komünist olarak değerlendirmeye
başlamıştır. Bu yeni görüşlerin kabulü THKO’da ayrışmayı beraberinde getirdi.
THKO’nun ana gövdesi GMK saflarında yer alırken bir grup THKO - Mücadele
Birliği adıyla örgütlenip daha sonrasında TKEP adını alırken, bir başka grup
Hüseyin İnan'ın yazmış olduğu ve THKO’nun temel görüşlerini ifade eden Türkiye
Devriminin Yolu (TDY) adı altında örgütlenmeye çalıştılar.
THKP-C de ağır yenilginin muhasebesini yaptı ve bunun sonucu
olarak THKP-C birkaç farklı politik gruba bölündü. Bunların arasında Mahir
Çayan çizgisini mahkum ederek her bakımdan farklı bir hatta dümen kıran bir
grup THKP-C/ML adı altında sosyal emperyalist tezleri ve diğer birçok alanda ML
de etkilenerek Kaypakkaya yoldaşı ve TKP-ML Hareketi’ni komünist olarak
değerlendiriyordu. Yalnız THKP-C/ML, PDA-Aydınlık revizyonizminin belli bir
dönem sonra komünist bir grup olarak değerlendirmesiyle düalist bir hatta
duruyordu. Halkın Kurtuluşu ve Halkın Yolu’nun Kaypakkaya yoldaşın çizgisini ML
olarak görmesi ve bu çizgide derin etkilenmeleri KK’yı hareket geçirmiş ve
parti sorununda dışımızdaki akımların niteliği üzerine değerlendirmeyi zorunlu
kılmıştır.
Çünkü Kaypakkaya yoldaşın görüşleri her iki gruba da yol
gösterici olmuştur. Tam da bu süreçte görüşlerini yeni oluşturmaya çalışan THKO
GMK ve THKP-C/ML ile yakın ilişkiler içinde olup güç ve eylem birliği yaparak
birlik sürecine önderlik etmeye çalıştı.
Özellikle Aydınlık revizyonizminin ideolojik olarak etkilemeye çalıştığı
gerçekliğini dikkate aldığımızda KK’nın tutumu doğruydu ve aynı zamandan
oportünizme - revizyonizme karşı ideolojik savaşımın bir parçasıydı.
Buradan hareket ettiğimizde, KK dışımızdaki akımlara
ilkelerde taviz veren ve TKP-ML Hareketi’ni tasfiye eden bir tutum içinde
olmadı. Hem birlik ve hem de eleştirel tutumuyla dahası kendisine öz güvenle
THKO ve THKP-C/ML’yi doğru hatta çekmeye ve olumlu bir hatta tutmaya çalışan
KK, sınıf savaşımı bakımından tasfiyecilik değil aksine daha aktif bir şekilde
sınıf savaşımına müdahale ederek yol açma rolünü oynadı.
Zaten sınıf
savaşımının gelişip ileriye doğru akması ve örgütlerin görüşlerinin program
düzeyine çıkmasıyla birlik süreci de sona ermiş oldu.
Peki, 1976 tartışma kampanyasında örgüt yıkıcılığını kim
yaptı?
Dogmatik hizipçiler 1976 yılında bu yana hem örgüt
yıkıcılığı yapıp örgütü parçalayıp saflardan kopup giderek, TKP-ML Partizan
örgütünü kurarken hem de yavuz hırsız ev sahibini bastırır özdeyişine uygun
olarak, KK’yı hizipçi ve örgüt yıkıcısı olarak suçlamaktan geri kalmadı.
Gerçekten de örgütün disiplinine ve ilkelerine başından itibaren uyar görünen
ama uymayan ve açıktan KK’ya meydan okuyarak 1976 Temmuz'da örgüte
başkaldırarak ayrılık ilan eden İBY ve ardında bu koroya zindanlarda ve
yurtdışında katılanların, yeni bir örgüt kurmak amacıyla örgütün saflarından
koptukları bir sır değildir.
Buradan olarak KK her şeye rağmen tartışmanın ilkeler ve
disiplin temelinde, bölünme ve parçalanma olmadan, eleştiri, ikna ve birlik
temelinde yürütülmesini amaç edinmişti. Tartışma süreci yaşanmadan erken
bölünmenin sağlıksız olmasına dikkat çeken KK olabildiğince esnek ve hatta
olduğundan da tavizkar davranmıştır. KK tartışmanın başlatılmasındaki hatalı
yöntemin özeleştirisini yaparak tartışma sonuçlanana kadar İK yoldaşın ortaya
koymuş olduğu görüşlere bağlı kalınacağı ve tartışmanın ardında seçilmiş delegelerle
gidilecek bir konferans ya da kongrede kabul edilecek çoğunluk görüşüne göre
hareket edileceğini ortaya koydu. Ama bunun olabilmesi için merkezi önderliğin
disiplinin tanınması ve örgüt içi mücadele ilkelerine göre hareket edilmesi ve
örgüt ilke ve kuralların tüm örgütü bağlaması gerektiği üzerinde duruluyordu.
Bolşevikçilerin iddia etmiş oldukları gibi KK özeleştirisin
de göstermelik manevra yapmamış, tastamam hatalı tutumunun özeleştirisini
yaparak tartışma sürecini demokratikçe yönetmiştir. Bunu örgüt içi yayın organı
Proleter Birlik’in yayınlanmasında ve İBY’nin pervasız ve ayrılığı körükleyen
tutumuna karşı olduğundan esnek ve tavizkar davranışında görmek mümkündür.
KK tartışma kampanyası boyunca farklı düşünceden dolayı hiç
kimseye ambargo uygulanmamış ve KK’yı eleştiriyor diyerek yazıları yayınlamam
gibi anti-demokratik tutum içinde olunmamıştır. Tersine farklı görüşte
olanların yazıları noktasına virgülüne dokunulmadan kadrolara ve ileri
sempatizanlara dek yayınlanmıştır. Nitekim bu gerçeği Proleter Birlik’in ilk
sayısında yayınlanan yazılarda da görmek mümkündür.
Değişik bölgelerde gelen KK'yı eleştiren kişi ve yönetim
birimlerinin yazıları tartışma yayın organın ilgi sayısında yayınlanmıştır.
Çünkü KK tartışma kampanyasının başından beri farklı fikir ve görüşlerin
örgütsel disiplin ilkelerine dayalı olarak, özgürce tartışılmasından yanaydı.
İşte bunun somut ifadesi Proleter Birlik iç yayın organıydı. Tartışmanın
derinleştirilmesi ve düzenli bir şekilde yürütülmesinin aracı olarak
eleştir-özeleştiriyi teşvik edecek, örgüt içi demokrasiyi geliştirecek, böylece
farklı görüşlerin örgütsel disiplin ilkelerine dayalı olarak tartışılmasının
yapılmasını sağlayacaktı.
Dahası KK’nın Proleter Birlik’in 1. sayısında yayınlanan
“Düşünceleri berraklaştıralım” başlıklı yazıda da ifade edildiği gibi,
“tartışmaların olgunluğa vardığı bir nokta da bir kongre yada konferans
düzenlemesinin aracı olacaktı. Bu öneri, bütün örgütte olumlu karşılandı ve
gerçekleştirme çalışmalarına girişildi”(Proleter Birlik, sayı: 1, sayfa:39,
“Düşünceleri berraklaştıralım” yazısından.)
Yani KK tartışmaları kongre yada konferansın toplanmasıyla
bağıntı içinde ele alıyor ve farklı fikirlerin örgütün en yüksek karar organı
olan kongre ya da konferansta sonlandırılmasını ve yeni bir önderlik seçimi
yapılmasını öneriyordu. Keza yukarıda aktarmış olduğumuz KK’nın yazısında
ikircimsizce belirtildiği gibi, tartışmanın nerede ve nasıl sonuçlandırılacağı
somut olarak ortaya konuyordu. Peki, tüm bunlar orta yerde durduğu halde
Bolşevik Partizan'cılar yılların ardından hala şunları iddia etmekten geri
kalmıyor.
Ali Taşyapan, Duvarın İki Yakası’nda bu özeleştiri hakkında
şunları söylüyor: “Örgütün bölünmesini önlemek için tavrımızı gözden geçirdik,
hatalarımızı ortaya koyduk, önemli tavizler verdik. Örneğin, yeni tezi darbeci
bir şekilde örgüte sunduğumuzu, örgüt iradesini hafifsediğimizi, özeleştiri
yapıp tezi geri çekeceğimizi, ama kendimizi aşmak için de kuralına uygun bir
örgüt içi teorik tartışma kampanyası başlatmamız gerektiğini, kampanya bitimine
dek örgüt çizgisini eski görüşlerimizin temsil ettiği gerçeğine riayet
edeceğimizi vurguladık.” (Age, s.352-353.)
(Ali Taşyapan yanlış “hatırlıyor.” Merkezin
“özeleştirisi”nin hiçbir yerinde kampanya bitimine dek parti görüşlerinin
savunulacağı şeklinde bir tavır yoktur. Tersine yukarıdaki belgelerde görüldüğü
gibi, en iyi halde parti çizgisinin savunulmasının askıya alınması vardır.” HB)
Burada Ali Taşyapan’ın açıklamaları tamamıyla doğrudur. Merkezi önderliğin
özeleştirisinde açıktan tartışma açma metodunda yanlış yapıldığı ve bunun
akabinde önyargıcılığın gerçeğin görülmesine engel olduğu.
İşte KK’nın özleştirişinde örgütün resmi görüşlerinin
tartışma kampanyasının sonuna kadar savunulacağı sağa sola çekilmeyecek
netlikte ortaya konuyor.
Yoksa tartışma kampanyasının ruhuna aykırı bir durum söz
konusu demektir ki, hem tartışma yürütülüyor hem de örgütün resmi görüşleri
reddediliyor. Bu Olmayacak bir durumdur. Bu gerçekliği KK’nın özeleştirişi
yazısında okumak mümkündür.
“Bu amaçla bir süre önce bir araya gelen önderlik
Hareket'imizin mevcut çizgisini bir bütün olarak gözden geçirdi önderlik,
Hareket'imizin ağır yanılgısına yol açan hataların taktik düzeyi aşabileceği,
devrim yolu konusunda -devrimin karakteri konusunda değil-, stratejik düzeydeki
hatalara kadara uzayabileceği kanaatine vardı.
Bundan dolayı bir bütün olarak siyasi çizgimizin dolayısıyla
devrimimizin bir dizi temel meseleleri bütün kadroların tartışmasına sunmak
üzere gündeme getirdi. Ancak önderliğin siyasi geriliği ve tecrübesizliği onu
bu alanda da hataya düşmekte alıkoyamadı. Tartışmaya sunduğu konularla ilgili
görüşlerini kadrolara karar şeklinde getirdi ve metot hatasına düştü. Yeni
hatalar işte bu ortamda ve bu şartlar altında yapıldı. Hareketimizce yapılan
bazı genel tespitler konusundaki tereddütler, yeniden inşa dönemine
girildiğinden bir süre sonra önderlikteki yoldaşların ve bazı kadroların
kafasında belirmişti. Bu yüzden çizgimizdeki hatalı tespitlerin ortaya
çıkarılabilmesi için 14 maddelik araştırma konuları her bölgeye gönderilmiştir.
Ancak bu konuların tartışılmasında da yeterli derecede önderlik edilemedi.
Haliyle de yararlı sonuçlar çıkarılamadı.
Önderlik, içinde bulunduğumuz sorunların çözümü için geniş
bir tartışma kampanyasının açılmasına, bu tartışmalarda çıkan sonuçları esas
alarak özeleştirinin hazırlanmasını ve yayın organının çıkarılmasını doğru bir
metot olarak tespit etmişti. Önderlik, bu doğru metodun uygulanmasında hatalı
davrandı. Çalışma alanlarının çoğunluğunda bazı meselelerin tartışılmış
oluşunun ve kendi içinde de bazı konularda ikna olmasını esas alarak bu
konularla ilgili görüşlerini karar olarak bildirdi. Elbette bu kararlar ikna ve
ispat edici verilerle ortaya konup, hareketin kadrolarınca da tartışılıp
benimsendikten sonra, resmi hale gelecekti. Ama bu, kararların tartışmaya
açılması gibi çelişkili durumu ortadan kaldıramaz. Bu hatalı anlayışın sınıfsal
kaynağı küçük burjuva aceleciliğidir, örgütsel bakımda tecrübesizlik ise ikinci
ve önemli etkenlerden biridir.”
KK’nın özeleştiri yazısında da görüleceği gibi, “Elbette bu
kararlar ikna ve ispat edici verilerle ortaya konup, hareketin kadrolarınca da
tartışılmaya açılması benimsendikten sonra, resmi hale gelecekti.” Önderliğin
ulaştığı yeni görüşlerin hareket içinde tartışıldıktan sonra benimsenmesiyle
resmi görüş haline geleceği belirtiliyor. Haliyle bu da resmi görüşün değişimi
için tartışmanın ardın da toparlanacak bir kongre ya da konferansa
bağlanıyor. Aksi halde KK’nın tartışma
kampanyası sürecine dair yapmış olduğu hatayı aşmak zorlaşır. Zaten
dogmatiklerin KK’nın özeleştirisini doğru olarak anlayıp bilince çıkarmaları
imkansız olurdu.
Bolşevikçiler KK'nın, tümüyle birlik ve iyi niyetli
çabalarını görmezden gelerek, yıkıcılığın önünde koşan İBY'ni paklamaya
çalışıyor. İBY tartışma süresince örgütsel ilke ve kurallara uymamış ve gerekli
hassasiyeti göstermemiştir. Sözde örgüt disiplinine uyduklarını söylemiş
olsalar da aslında İBY fiiliyatta farklı davranarak disiplini tanımadıklarını
ortaya koymuşlardır. Yani başlı başına “İK’nın görüşlerini biz savunuyoruz”
diyerek “kale gibi davranmaya çalışmışlardır.
Dahası bu dogmatikler, düşüncelerine inançları ve güvenleri
olmadığından, tartışmayı ilkelere dayalı sürdürmek ve meselelerin ciddiyetine
göre hareket etme yerine, uluorta “KK üyelerinin olması gereken vasıflarda
olmadıkları bazılarının poliste konuşmuş olduğu, İK yoldaşa ihanet ettikleri
vs.” gizliliği ihlal ederek, isim açıklayarak yaymak istenilen ve ispat
edilmekten uzak bu tür mesnetsiz suçlama ve dedikoduları sorumsuzluk örneği
olarak görüyoruz.
İBK’yı ayrılıkçı tutumundan vaz geçirmek bakımından KK o
kadar tavizkar davrandı ki, Proleter Birlik’in, yayın komitesine isterlerse bir
kişi verebileceklerini önerdi. Gerçekten de tartışma kampanyası sürecinde
KK’nın nasıl bir demokratik hatta yürüğünü anlamak ve her türlü yalan-yanlış
görüşleri mahkum etmek bakımında Temmuz ayında yıkıcılık bayrağını açarak örgüt
saflarında kaçan İBY ve aynı kafada olanları belgeleriyle eleştiren KK’nın,
yıkıcıların tutumlarını su götürmezce açığa seren “Örgüt yıkıcılığını mahkum
edelim” yazısını özetle yayınlıyoruz.
Örgüt yıkıcılığını mahkum edelim
Eski İBY ile ilişkilerimiz, üç konudaki farklı düşünceler ve
bu farklı düşüncelerin sonucu olan farklı çözümlerde düğümlenmişti. Eski İBY
ile tartışma kampanyası üzerine farklı düşüncelerimiz, örgüt içi mücadele,
önderliğin durumu ve önderlik ile İBY’nin ilişkilerini de içine alan üç temel
noktada ayrı bakış açıları ve ayrı çözüm yollarının benimsenmesi olarak
belirdi.
Bu meselelerden ilki tartışma kampanyasını ele alışımızdaki
ve tartışmayı sürdürmedeki arayışlarımızdaki farklılıktır. Biz şu anda
berraklaşmış iki ayrı çizginin bulunmadığını, geçmişteki teori ve pratiğimizi
hayatın karşımıza çıkardığı yeni ideolojik siyasi ve örgütsel meselelerle
birlikte ele alarak tartışmamız gerektiğini, bu tartışma süreci içinde
düşüncelerin berraklaşacağını, ortak ve farklı düşüncelerimizin ortaya
çıkacağını belirttik.
Bu amacın gerçekleştirilmesinin örgüt içindeki tartışmaları
düzenli ve demokratik bir şekilde pratik faaliyetle birlikte yürüterek ve
örgütsel birliğimizi koruyarak mümkün olabileceğini söyledik. Tartışmanın
düzenli ve disiplinli ve örgütü kucaklayabilecek bir genişlikte yürütülmesinin
yolunu, bir tartışma yayın organının çıkarılmasında gördüğümüzü belirttik.
Böyle bir yayın organının farklı
görüşlere yan yana yer vereceğini söyledik. Eski İBY'nin isterlerse bir kişiyi
bu yayın organının sorumlu komitesine önerebileceklerini ve bunu kabule hazır
olduğumuzu belirttik. Eski İBY ise iki ayrı çizginin mevcut olduğunu, tespit
olunmuş resmi görüşlerimizin bulunduğunu
bölgenin resmi ‘görüşler’ doğrultusunda yayın organı çıkartma hakkı
bulunduğunu ve kendilerinin bu hakkı kullanacaklarını belirtti. Ayrı bir
tartışma yayın organının çıkmasının daha iyi olduğunu ancak bunun kendi
görüşleri doğrultusunda ‘bir yayın organı çıkarmayı asla engellemeyeceğine
söyledi ve bunu şart’ olarak ileri sürdü. Bizim, ayrı bir yayın organı
çıkarmanın tartışmayı olumsuz bir yönde etkileyeceğini, kendi gerekçelerinin
tutarsız olduğunu ve bunun disiplinin köklü bir ihlali niteliğinde olup, fiili
ayrılığı getireceğini söylememiz de etkili olmadı. Eski İBY kararında ısrar
etti.
İkinci mesele, önderliğin çekilmesiyle ilgiliydi. Eski BY
önderliğin birçok hatalar yaptığını, resmi görüşleri bir yana fırlattığını,
önderlik görevlerinden hiç birini yerine getirmeyerek örgütün gelişmesini
sekteye uğrattığını, içinde bulunduğumuz durumun tek sorumlusu olduğunu
söylüyor ve çekilmesini şart olarak ileri sürüyordu. Biz ise önderliğin
görevlerini yerine getirdiği yolunda bir iddiasının olmadığını ve hatalarımızı
kabullendiğimizi belirttik. Önderliğin çekilmesinin meseleye bir çözüm getirmeyeceğini,
aksine durumu daha da kötüleştireceğini belirttik. Çekilmenin, sorumluluğu
atmanın kolay yolu olduğunu, böyle yapmakla daha büyük bir sorumsuzluk
işleyeceğimizi anlattık. Ancak eski İBY bu konuda da ısrarı sürdürdü.
Üçüncü mesele tarafımızdan getirilen disiplin meselesiydi.
Eski İBY'ne, şayet bütüne bağlı iseler, disiplini tanıyıp tabi olmaları
gerektiğini, o sırada bulunmayan örgütsel işleyişin kurulması gerektiğini
belirttik. Bunun somut ifadesi olarak da önderliği ve örgüt disiplinini tanıyıp
tanımadıklarını sorduk.
Bunların tanınmaması halinde, bir örgütsel birliğin söz
konusu olamayacağını anlattık. Eski İBY baştan beri zikzaklar çizdiği bu
noktayı belirsiz bırakmaya çalıştı. İlk görüşmelerimizden sonra kabul ettikleri
ve uymadıkları disipline uymaya yanaşmadı. “Biz TKP (ML)’nin ve onun çizgisini
savunan önderliğin disiplinini tanıyoruz” diyerek, bir yanıyla soruyu belirsiz
bırakırken, diğer yandan önderliği ve örgüt disiplinini tanımadığını üstü
kapalı bir şekilde ifade ediyor, açıkça ortaya koymaktan kaçınıyordu. Gelişmelerin
bu aşamasından bu yana üç önemli gelişme oldu ve ilişkilerimiz yeni bir
aşamaya, örgütsel ayrılık aşamasına girdi.
Önce şu noktayı aydınlatmamız, dikkatimizi tümüyle şu
noktada toplamamız gerekiyor. Önderlik ve eski İBY meseleyi hangi noktadan ve
hangi anlayışla ele almaktadır, çıkış noktası birlik mi ayrılık mıdır?
Hedefimiz birlikten yola çıkarak eleştiri-özeleştiri yoluyla daha üst düzeyde
bir birliğe ulaşmak mıdır, yoksa ayrılığın gerekli ve yararlı olduğu mudur?
İşte ele alınarak cevaplandırılması gereken sorular bunlardır. Elbette biz her
ne pahasına olursa olsun birlik anlayışına sahip değiliz. İlkelere dayanmayan
bir birliğin karşısındayız. Ancak kendimize hedef olarak ayrılığı değil,
ilkelere dayanan bir birliği seçiyoruz ve böyle bir birliğe ulaşmaya
çalışıyoruz. Bu hedefe varmamızı engelleyen tüm çabaları mahkum ediyor,
yoldaşların örgüt yıkıcılığı yönündeki tüm anlayış ve çabaları nereden gelirse
gelsin mahkum etmelerini istiyoruz.
Önderliğin birlik amacıyla hareket ettiğini belirttik. Eski
İBY'nin aynı amaçla hareket ettiğini söyleyebilir miyiz? Bizce hayır. Şimdi
olaylara ve belgelere eğilelim.
Eski BY'nin son olarak kaleme aldığı "Saflarımızdaki
oportünizmi, Troçkizmi, revizyonizmi yıkalım, ML’i hayatın her alanına
uygulayalım” başlıklı yazıda şu görüşlere yer veriliyor. Eski BY başlangıçta
önderliği 'tanımalarını' şöyle değerlendiriyor.
“Daha sonra pratikte bu ‘tanıma’ geçerli olmadı. Çünkü her
şeyden evvel bizim MY'ye (Merkezi Yönetim) güvenimiz yoktu. İkincisi tamamen
ayrı görüşleri savunuyoruz ve elbette ki alacağımız kararların MY tarafından
benimsenmesi beklenemez, Onların alacağı kararlar ise bizim görüşlerimize
aykırı gelecektir.”
“Yoldaşlar bizim merkeze karşı tavrımızın ne olduğunu
sorunca tanıyıp, güvenmediğimizi söyledik. Arkadaşlar bunun yanlış olduğunu ‘ya
tanınır -bu durumda güvenilir demektir-, ya da güvenilmez ki bu durumda
tanınmaz’ dediler. Biz de bu tanıyıp güvenmemenin yanlış olduğunu gördük.
Çünkü ‘tanıma’ onların disiplinine uymak demektir. Biz
onların oportünist disiplinine uymayacağımızı baştan belirtmiştik. O halde
hangi tanımaydı? İşte bu hatalı bir görüştü. MY’ye karşı tavır bir şekilde
muğlak kalmamalıydı. Ta o zaman MY’nin iflah olmazlığını görüp çekilmelerini
istemeliydik. Ve açık bir şekilde görüşlerimiz doğrultusunda hareket etmemizi
engelliyorsanız biz sizi tanımıyoruz dediğimiz halde onların kayıtsız kalması
durumunda bunda ısrar etmeliydik.”
Yukarıdaki sözlerden açıkça anlaşılabileceği gibi eski bölge
yönetimi daha başından önderliği oportünist, iflah olmaz nitelikte olarak
görüyor. O kadarla da kalmıyor, aynı örgüt içinde onun disiplinine bağlı olarak
muhalefet yürütmeyi de düşünmüyor. Sonradan itiraf ettikleri gibi bizim bütün
içtenliğimize karşılık eski İBY'nin gözünde birlik sadece taktik bir sorundur.
Eski bölge yönetimine göre önderliğin görüşleri aslında
kesinleşmiştir. Ancak oyalama taktiği gütmektedir. Bu konuda şunları
söylüyorlar. “Bugün MY masumane pozlarına bürünerek ‘kafamız berrak değil’
diyorlar. Tartışıyoruz diyorlar. Kafaları berrak değilse çizgimizin
yanlışlığını nereden çıkardılar? Kafaları berrak değilse 35 sayfalık ‘yazının
baş tarafındaki bazı hayati önemdeki’ sorunlarda mevcut çizginin kısmen veya
tamamen hatalı sonucuna vardığı cümlesi nedir? Bu cümle gayet açık değil mi?
Sonuca vardığını söylemiyor mu? Kafaları açık değilse 35 sayfalık yazının
özeleştirisinde bu cümlenin özeleştirisini neden yapmadılar? Hayır, yoldaşlar
MY’nin kafası gayet açıktır. O oyalama taktiği güdüyor. O kargaşalık yaratmak
istiyor. Oyalama, kargaşalık onun işine yarar. Halkımızın zararınadır. Bundan
dolayı biz bugün bu oyalama taktiğini mahkum etmeliyiz. İnandığımız
görüşlerimiz doğrultusunda kararlı bir şekilde cepheden saldırıya geçmeliyiz.
Oportünizmi-revizyonizmi her türden burjuva akımlarını yerle bir etmeliyiz.”
Örgüt yıkıcılığının teorisi
Eski İBY’nin yayın organı ve örgüt içi demokrasi konusundaki
düşüncelerine gelelim. Son çıkardıkları yazıda disiplin ve birlikle ilgili
olarak şunları söylüyorlar:
“Elbette ki belli ilkelerde bir tanıma söz konusu olabilir.
Bunu reddetmiyoruz. Burada tanıma şartlıdır. Fakat oportünist önderlik sanki
hiç bir şey olmamış gibi, bizim gerici disiplinlerine kayıtsız şartsız tabi
olmamızı savundular, sanki ortada doğru politika izleyen bir önderlik varmış
gibi. Sanki reddedilen TKP (ML)’nin temel teorik görüşleri değilmiş gibi,
kendilerini ML ilan ettiler. Samimi yoldaşları kazanmak açısından oportünist
önderlikle belli ilkelerde birlik söz konusu olabilirdi. Ama oportünistler
zerre kadar demokrasi tanımayınca bunun olmayacağı ortadadır.”
“Zerre kadar demokrasi” tanımadığı yolundaki sözler bu
satırların hemen altında, bizzat eski İBY tarafından yalanlanıyor. Tartışma
organı ile ilgili bu bölümde şunlar söyleniyor. “MY’nin sağa kaydığını ilk
başta görmemize” rağmen bunlarla ortak yayın organını çıkarmayı düşünmemiz
geniş kadrolara bu yolla görüşlerimizin yayılması yanlış anlayışından
kaynaklanıyordu 0ysa ki ortak bir yayın organı ideolojik - politik, örgütsel
alanda yol gösterici görevini yerine getirmeyecektir. Bu durumda oportünist
önderlik oportünistliğini meşrulaştırmış ve zaman kazanmış olacaktır. Kadrolara
belli bir siyaset götürülmeli ve kadrolar bu siyasetin seviyesine
yükseltilmelidir. Bu durum ise ayrı bir yayın organı çıkarılmasını zorunlu
kılmaktadır.” Önderlik bir yandan “zerre kadar demokrasi” tanımazken öte yandan
“ortak yayın organı” çıkarmayı kabul ediyor.
Şayet “ortak yayın organı” demokrasinin zerresini bile
gerçekleştirmek değilse demokrasinin tamamı herhalde ünlü “bırakınız yapsınlar,
bırakınız geçsinler” formülü ile ifade edilen liberallerin anlayışında
bulunabilir. Eski bölge yönetimi herkesin oportünist saydığı disiplini tanımama
hakkı olduğunu kabul ediyor. Bu örgütsel anarşiye gitmek demektir. Şayet bir
örgüt şartlı birliklerle varlığını sürdürüyorsa aslında örgütten değil,
örgütlerden bahsetmek gerekir.
Sadece bu kadar da değil, eski İBY’nin sorumluluk anlayışına
da değinelim. Aynı yazıda şu satırlar yer alıyor: “Bu yeniden inşa dönemidir.
Bu dönemde hiç kimse veya bölge komitesi yalnız başına sorumlu değildir. Bütün
yoldaşlar eşit derecede sorumludurlar. Herkes bu sorumluluğunu kavrayarak
hareket etmelidir.”
Herkes eşit derecede sorumludur, yani herkes eşit derecede
sorumsuzdur. Bu anlayış örgütsel işleyişi sekteye uğratan örgütlenmedeki,
farklı kademelerin farklı sorumluluğunu reddederek hizipçiliği teşvik eden
örgütsel anarşizmin anlayışıdır. Eski BY önderliğin çekilmesi ile ilgili olarak
şunları; söylüyor: “Aynı konularda MY de hiç bir çaba göstermedi. Ayrıca MY
Hareketi’mizin görüşlerini geliştirip ona
uygun hareket etmediği gibi kendi revizyonist Troçkist görüşlerini
Hareket’in görüşleri olarak yaymaya çalışıyor. Özeleştiri yapmama hastalığına
sahip geçmişte bir sürü hata işleyen ve bugün bu hatalarını günah çıkartır bir
şekilde gören böylesi bir önderlik, önderlik vasfına sahip değildir. Böylesi
bir önderliğin yapması gereken en doğru şey ve en samimi özeleştiri önderlikten
çekilmektir.”
Eski İBY, özet olarak hatalar yaptınız, sorumlu
davranmadınız diyor. Sorumluluğumuzun bilinciyle hareket etmemizi istemiyor.
Yani çözümler önermiyor. Önderliği sorumsuzluğa davet ediyor. Bu öneri içinde
bulunduğumuz şartlarda sorunların çözümüne katkıda bulunmaz ve örgütü yeni
bunalımlara iter. Çözüm değil, çözümsüzlük yaratır. Böyle davranmak sorumluluk
değil, sorumsuzluktur.
Eski İBY'nin alıntılarda ifade olan bu görüşlerini
toparlarsak; Şartlı bir tanıma mümkün olabilir. Bu, örgütün disiplini gerici
karakterde olduğundan uyulma şartı yoktur. Ortak gazete çıkarmak demokrasinin
zerresi değildir. Demokrasi çok daha geniş olmalı muhalefete dilediğini yapması
sağlanmalıdır. Bu dönemde herkes eşit derecede sorumludur. Önderlik çekilmeli
sorumluluğu bırakmalıdır. Kısacası hizip özgürlüğü disiplinsizlik ve
sorumsuzluk Eski İBY'nin örgüt anlayışı bu üç noktada özetlenebilir. Bunun adı örgütsel
anarşizmdir. Bu teori örgüt yıkıcılığı teorisidir.
Sonuç
Baştan bu yana yazdıklarımızı, özetlersek sorunların
düğümlendiği üç noktada bu olumsuzca tavır takınan ve kopmaya yol açan eski İBY
teorideki örgüt yıkıcılığı anlayışını pratiğe uygulamıştır. Baştan bu yana
birliğe değil, ayrılığa yönelmiş, sonunda bunu gerçekleşmiştir. Bütün
çabalarımıza rağmen ilkeli bir birliğe yanaşmamış ve kopmuştur. Belirttiğimiz
ilk üç meseleyle ilgili son durumu ele alalım. Eski BY önderliğin sağcı
revizyonist, oportünist, Troçkist olarak isimlendirdiği çizgisini
sistemlendirmiş ve berraklaştırmış saymaktadır. Değişeceğine inanmamakta bu
yüzden iflah olmaz görmektedir. Kendisini değiştirmeye ise hiç niyeti yoktur.
Tartışma yayın organını önderliğe zaman kazandırma ve onu meşrulaştırma olarak
gördüğünden lüzumsuz bulmakta, ayrı yayın organı çıkarmaya yönelmektedir. Bu
konuda ileriye doğru değil, geriye doğru gelişmiştir. Şekli bir birlikle ilgili
düşüncelerini dahi terk etmiştir.
Eski İBY önderliğin çekilmesini sorumsuzluk olarak
görmemekte tam tersine en samimi özeleştiri olarak görmektedir. Bu konuda da en
küçük bir ilerleme göstermemiştir. Eski İBY disiplini “oportünist ve gerici
saymakta” önderliği ve onun disiplinini tanımamaktadır. Son zamanda bu konuda
da açık davranmış ve düşüncesini ilan ederek fiilen ayrılmıştır. Tüm yoldaşlar
yukardaki düşünceleri ele alıp eleştirmeli örgüt yıkıcı teori ve pratiği mahkum
etmelidir. Yaşasın TKP-ML Hareketimiz!, Yaşasın Marksizm-Leninizm ve Mao Zedung
düşüncesi!” (Proleter Birlik, Temmuz 1976, sayı: 1.)
Yukarıda uzun uzun aktarmış olduğumuz belgelerde de
görüleceği gibi KK sorunların tartışılarak eleştiri, ikna ve birlik temelinde
ele alınıp, çözülmesini savunurken, İBY ve onlar gibi düşünenler örgüt
yıkıcılığının kara bayrağını sallayarak, bizim gibi düşünmeyenlerle aynı
tartışama kampanyasında ve platformda yer alamayız diyerek, tartışama
platformunu terk edip hizipçi çağrı yaparak TKP-ML Hareketi’nin disiplinini ve
örgüt için mücadele ilklerini tanımayarak örgütün dışına düşerek örgüt
yıkıcılığına soyunuyorlar. Nitekim 1976 yılında dogmatik Partizan saflarında
yer alan ve uzun yıllar 1976 ayrılığı değerlendirmesinden KK’yı hedef tahtasına
oturtan MKP, yılların ardında yapmış olduğu I. Konferans’ta örgüt içi
mücadelede hatalı bir yerde durduklarını ve KK’nın kendilerine tanımış
oldukları örgüt içi demokrasiyi kullanmayarak, kolay yoldan ayrıldıklarına dair
özeleştiri yapıyor.
Bu bile dogmatiklerin örgüt içi mücadelede farklılıklara
tahammül etmediklerini, edemeyeceklerini gösteriyor. Bu gerçeği MKP’nin konuya
ilişkin değerlendirmesinde bir bölümü aktararak öğrenelim:
Elbette MKP’nin bu yazıda Enver Hoca yoldaşa yönelik
saldırıları ve parti içinde iki çizgi mücadelesinin sürekli olduğu savlarının
gerçeği yansıtmadığını ifade etmeliyiz.
“Dönem içerisinde MLM parti kadrolarının hataları ise
şunlardır: KK hizbinin partimizin merkezi yönetimini ele geçirdiği dönem
boyunca Partimizin ideolojik, siyasal, örgütsel, askeri çizgisini savunan
kadrolar ve çeşitli bölge yönetim organları partide; bu hizip tarafından
geliştirilen kendiliğindenci, kuyrukçu, lafta sol özünde sağ pasifist
politikaya karşı yeterli bir ideolojik mücadele yürütmemişlerdir. KK hizbinin
tasfiyeci bir hizip olduğu zamanında tespit edilememiş, KK’nın partinin
merkeziyetçiliğini fiilen ortadan kaldırmasına karşı, uyanık davranılmayarak
göz yumulmuş, liberal tutum takınılmış, KK’nin partiyi siyasetsiz bir duruma
sokması pratiği ile uzlaşılmıştır. Bazı konularda yeterli bir ideolojik
mücadele yürütülmeyerek, KK hizbinin yanlış politika ve pratiklerine hizmet
edilmiştir. KK’nın, partimizi, siyasi gelişmelerin kuyruğuna takılan bir küçük
burjuva hizbi derekesine düşürdüğü, bunun, Partinin ideolojik-siyasi-örgütsel
tasfiyesi anlamına geldiği MLM bir öngörüyle anında kavranamamıştır. Parti
içinde iki çizgi mücadelesinde, MLM kadrolar önemli hatalar işleyerek, iki
çizgi mücadelesinin ruhuna uygun ideolojik mücadele yürütememişlerdir. Aynı
hata; parti içinde iki çizgi mücadelesini, iki sınıfın mücadelesi olarak
görmemek ve parti içinde yanlış çizgiyi de proleter çizgi olarak görmekten;
merkezi “yanılmaz” otorite olarak görmekten, partinin içinde burjuva çizginin
hakim olabileceğini kavramamaktan kaynaklanmaktadır. Aşırı güven ve körce itaat
şeklindeki idealist bakış açısı;
Parti kadrolarının KK hizbinin tasfiyeci, MLM ve Parti
düşmanı oportünist yüzlerini tanımalarını geciktiren önemli bir etmendi. Bu
düşünce yöntemi, felsefi alanda her soruna sınıfların üstü bakan, idealist
düşünce yöntemiydi. Hatalarımızın ideolojik alandaki kaynağı öznelcilik iken,
sınıfsal alandaki dokusu ise küçük burjuvazidir. Merkezi otoriteye tapan,
merkez haklıdır, merkez hata yapmaz şeklindeki eleştirel olmaktan uzak kendine
güvensiz ve sorumsuz rahatına düşkün tutumlar kadar merkezin merkezi dağıtmasını
ve çok merkezli yönetimi umursamayan başıboşluğu kanıksayan yaklaşımlar
sınıfsal kaynağını küçük burjuvaziden alır.
Bugüne kadar KK dönemini değerlendirirken, daha doğrusu bu
dönemdeki MLM kadroların hatalarını ortaya koyarken örgüt içi mücadelede
liberalizme denk düşen eksikliklerine değindik. Fakat partimizi temsilen KK’ya
karşı mücadele yürüten kadroların daha sonra ise sekterliğe düştüklerini görüp
tespit edemedik. KK’nin darbeci ve tasfiyeci bir şekilde partimizin ideolojik,
siyasi ve örgütsel çizgisini ayaklar altına almasının arkasından MLM kadroların
muhalefetinin baş göstermesi sonucu, KK’nin geri adım atarak parti içi
sorunları Proleter Birlik adlı yayın organında tartışma önerisinin kabul
edilmeyerek bu yolun MLM kadrolar tarafından tümüyle kapatılması yanlıştı. KK
yaptığı darbecilik konusunda kısmi özeleştiri yapmıştı. Burada şu soru sorula
bilinir: Bir önderlik her alanda partiyi tasfiyeye yöneliyorsa halen de parti
içerisinde kalarak, mücadele yürütme siyaseti doğru mudur?
Eğer muhalefetin kendi görüşlerini parti içerisinde yayma
yolu kapanmamış, ve dahası tartışma yayın organında muhalefetin görüşlerini
tartışma imkanı önderlik tarafından yaratılmışsa, bu koşullarda partiden
ayrılmak doğru değildir. Aynı şekilde KK’nin kendisinin “darbecilik” yaptığına
dair özeleştiri vermesi de bunun, yani demokratik merkeziyetçilik ilkesinin
tümden ortadan kalkmadığını gösteriyor. Ama biz ne yaptık? Başta önderliğin
çizgisine karşı liberal davrandık, ardından ise sorunların Parti içinde tartışılmasının
koşulları varken, bu kez bunu bir kenara iterek, örgüt içi tartışmayı reddedip
bir isyan havasıyla örgütsel bağlarımızı kopardık. Açıktır ki burada aceleci ve
sekter bir tutuma düşülmüştür. Bir önderlik revizyonist olabilir. Daha doğrusu
revizyonist çizgiye de sahip olabilir.
Eğer o örgüt ve önderliğin içerisinde hala da
demokratik-merkeziyetçilik ilkesi uygulanıyor ve muhalefetin düşüncelerine
hayat hakkı tanınıyorsa, burada yapılması gereken örgüt içerisinde kalarak
ideolojik mücadeleyi Maoist “İki çizgi mücadelesi” ruhuyla sürdürmektir. Somut
durumu, yani parti içindeki yönetim ve dengeleri dikkate alarak yeni bir
kongreye kadar böylesi önderlik ve çizgi etrafında örgüt içinde kalmak mutlak
olarak reddedilemez. Bu yöntemlere dünya komünist partileri tarihinde çokça
rastlanmaktadır. Çok uzağa gitmeye gerek yok.
Yoldaş Kaypakkaya’nın TKP içerisindeki pratiği ve yöntemi
son derece çarpıcı bir örnektir. KK hizbine karşı önce liberal hataların
ardından sergilenen sekter mücadele yönteminin daha sonraki birçok hizipleşme
ve örgütsel ayrılığa tarihsel olarak örnek oluşturduğunu kim görmezlikten
gelebilir? Bu örgütsel kopuşun Yoldaş Kaypakkaya’nın TKP’den kopuşuyla
benzerliği yoktur. Yoldaş Kaypakkaya, Maoist parti içi “İki çizgi mücadelesi”
siyasetiyle hareket ederek örgütsel ayrılığa giderken, bizim KK’den örgütsel
kopuşumuzdaki siyasetimiz ve yöntemimiz ise Hocacı parti içi iki çizgi
mücadelesi siyasetine denk düşmektedir. Bu süreçteki yanlış ve hatalı
siyasetlerimiz görülmeden daha sonra ortaya çıkan hizip ve örgütsel
ayrılıkların ne tarihsel kökleri ne de ideolojik, siyasi nedenleri doğru bir
bakış açısıyla sorgulanıp doğru dersler çıkarılamaz. Bugüne kadar gerek
ayrılıklar noktasında gerekse parti içi “İki çizgi mücadelesi”ni doğru bir
temelde yürüttüğümüz ne yazık ki söylenemez. “İki çizgi mücadelesi” demek hizipleri
meşru görmek demek değildir. Parti içindeki doğru ile yanlışın mücadelesidir.
Doğru ile yanlışın mücadelesinin kendisi diyalektik tarihsel materyalizmle
idealist, metafizik düşüncelerin çatışmasından başka bir şey değildir.” (Maoist
Komünist Partisi I. Kongre Belgeleri, sayfa: 50-51.)
Hizip, örgüt içi mücadele, disiplin ve dogmatik partizan
cenahının çıkmazı
“KK’nın hizip” olmadığını ve örgüt içi mücadelede Partizan
cenahının Marksist-Leninist ilkeleri nasıl katlettiğini verileriyle ortaya
koyarak, kimin nasıl örgüt yıkıcısı olduğunu tanıtlamaya çalışacağız.
Esas örgüt yıkıcısı ve hizipçi olan ve tartışma
kampanyasından kaçan dogmatik Partizan cenahıdır. Yavuz hırsız ev sahibini
bastırır misali Bolşevik Partizan ve C. Yıldız, “KK tasfiyeci hizipten”
bahsederek daha işin başında örgütün Merkezi önderliğini kendi kendine hizip
olarak ilan ederek komik bir duruma düşüyor. Aslında ne Bolşevik Partizan ve
nede Partizan cenahının, ML bir örgütte örgüt içi mücadelenin nasıl yürütülmesi
gerektiği, hizbin nasıl ortaya çıktığını ve ne anlama geldiğini 1976 tartışma kampanyasında
dogmatik bir çizgide ısrar ederek tartışma kampanyasın da nasıl kaçtığını
irdelemeye çalışacağız.
Ama konunun anlaşılması bakımından öncelikle, komünist bir
örgüt içinde hizip ne demektir sorusunu yanıtlayarak, işe koyulmak yerinde
olacaktır. Bilindiği üzere hizip; bir
siyasi örgüt içinde, o örgütün programı dışında bir program oluşturmak ve örgüt
disiplinin yerine kendi grup disiplinini geçiren bir gruplaşmadır. Komünist
örgütler saflarında hizip oluşturulmasına, yani ayrı bir programı ve disiplini
bulunan grupların doğmasına hiçbir şekilde izin vermezler, veremezler.
Bu, pratikte tek bir irade, tek bir düşünce, tek bir eylem
olarak harekete eden, ML örgütlerin sınıf mücadelesini başarıyla sürdürmeleri,
bu Leninizm’in “hiziplerin varlığıyla bağdaşmayan irade birliği olarak parti”
öğretisinin doğru kavranılmasının zorunlu bir gereğidir. İşte dogmatik hizip,
ML Hareket içinde ayrı bir disiplin oluşturarak, birçok konuda daha doğru
düzgün tartışma yapmadan - yapamadan, yanlışlarda ayak direyerek “ya bizim gibi
düşünürsünüz ya da disiplini tanımam” diyerek örgüt disiplini yerine görüş
disiplinin dayatmıştır.
Dogmatik hizbin ML Hareket içinde ortaya çıkması ve önemli
düzeyde Hareket saflarında tahribat yaratması nedensiz değildir. Bu nedeniyle
yaşananları doğru kavramak, hizbe karşı mücadele açısından önem taşıdığı
kadarıyla, bu tecrübeyi doğru değerlendirmek ve dersler çıkarmak bakımından da
önemlidir. Komünist hareketin saflarında dogmatik hizbin ortaya çıkmasının
nedeni sınıfsaldır. İşçi sınıfının demokrasi savaşımında etkilenen ve devrimci
fikirlere sempati duyan küçük burjuva unsurların saflarımıza katılarak
mücadelemiz içinde yer almaları dogmatik hizbin ortaya çıkmasına nesnel bir
sınıfsal temel yaratmıştır.
Bu küçük burjuva unsurlar, işçi sınıfı hareketinin devrimci
disiplinini, kendilerini ezen bir cendere olarak görürler ve küçük burjuva
düşüncelere kolayca kapılmaya elverişlidirler.
İşte ML Hareket'in saflarına katılan ve işçi sınıfı
hareketinin devrimci disiplinine tahammül
edemeyen küçük burjuva aceleciliğinde mustarip dogmatik hizip
ayrılıkları geliştirip derinleştirmek bakımından örgütsel anarşizmi vazeden
görüşler geliştirmiş ve ML görüşlerden bir haber davranmıştı.
Dahası dogmatik hizip ML Hareket'in ve önderliğinin tartışma
kampanyasını başlatmada darbeci hatalı bir yöntem kullanması, hemen akabinde KK
tartışma kampanyası başlatılmasında işlenen hata ve zaafların özeleştirisini
kapsamlı olarak yaptığı halde dogmatik yıkıcılar KK’nin ve haliyle de örgütün
disiplinini tanımamakta ısrarlı olmuşlardır. Ve bazı hata ve zaafları da
istismar ederek tasfiyeci hiziplerini genişletmeye çabalayan bu küçük burjuva
unsurlar sonuçta hizipçiliğin kara bayrağını kaldırmışlar, yıkıcı ve
parçalayıcı tutumlarıyla TKP-ML Hareketi’nin haklı itibarını, kendi gerici
amaçları için istismar etmeye çalışmaktan da geri durmamışlardır.
İşte o dönemde dogmatik hizipçilerin durumunu belirleyen
gerçekler bunlardır. Örgütsel alanda açıktan anarşizmi vazeden görüşler,
politik alanda ML Hareket'in görüşlerinde küçük burjuva akımların görüşleri
doğrultusunda savrulma, ML Hareket'e düşmanlık, bu, şamatası büyük kendisi
hiçbir ilke tanımayan dogmatik hizbin temel özellikleridir. Dogmatik hizip ML
açtığı mücadelede elbette kendi küçük burjuva niteliğine uygun yöntemler
kullanacaktı. Nitekim öyle oldu. Dedikodu, yalan, iftira başka bir deyişle “skandal
ticareti” bu dogmatiklerin başlıca mücadele yöntemi oldu.
Dogmatik hizip, tartışma sürecinde umutsuzca çıkmaz bir yola
girmenin can havliyle en kör gözün görebileceği yalanları söylemekten tereddüt
etmedi. Yine tartışma sürecinde dogmatik hizbin başka bir özelliği de
ilkelerden yoksun oluşu, kısacası ilkesizliği ilke edinmesidir. Dogmatik şefler
dün ak dediklerine hiç sıkılmadan bir süre sonra kara demekten beis görmediler.
Onların görüş değiştirmesi adeta çamaşır değiştirmesi kadar kolay oldu. KK’nin
mücadelesi ve tartışma dönemindeki ilkeli duruşu, kadroları kazanma çabası,
dogmatik hizbi tam bir şaşkınlık içine itmiş ve verdiği sözlere uymamak için
bin dereden su taşıyan dogmatikler tartışmadan kaçmak için oportünist manevra
üzerine manevra yapmaktan geri durmamışlardır.
Haklarını yememek gerekiyor dogmatiklerin. Değişmeyen
ilkelerinden biriside, ML Hareket'e karşı düşmanlık ilkesidir. Dogmatik hizbin
saflarında kariyeristlerden sağcılara bin bir konuda anlaşamayacakların Hareket
düşmanlığı temelinde buluşmaları tesadüfi değildir. Çünkü aralarındaki ciddi
görüş ayrılığına rağmen, tümünü birleştiren ortak bir noktaya sahiptirler. ML
Hareket’e ve onun düşüncelerine düşmanlık!
İşte onların değişmez ilkesi budur!
Elbette tartışmada kaçan dogmatiklerin saflarında birçok iyi
niyetli devrimci unsurun cereyana kapılmasından kurtarmak, onların tartışmaya
katılmasıyla mümkün olacaktı. Bunun içindir ki KK tartışma kampanyasını birlik, eleştiri, birlik yaklaşımı içinde ele
alarak dogmatizm rüzgarına kapılanları kurtarmaya çalışmıştır.
Akılda tutmamız gereken bir başka nokta dogmatik hizbin
ortaya çıkmasının ML Hareket'in işlemiş olduğu oportünist hataların bir nevi
cezası olduğu gerçeğidir. Tartışma kampanyasının sonuna kadar da gidilmiş
olsaydı da yine de dogmatikler örgütte azınlık olarak kalmaları kaçınılmaz
olacak ve kongre ya da konferansta kopup gideceklerdi.
Keza dogmatikler belki de tartışma kampanyasının sonuna
kadar kalmış olsalar da yıkıcılıkları daha sınırlı kalacaktı. KK karşısında
ideolojik - teorik olarak tutunamayacaklarını gören dogmatik şefler örgütün
merkezi disiplini yerine görüş disiplini dayatarak, açıktan örgüt yıkıcılığı
yapmışlardır.
Ne ki tartışmanın sonuna kadar gidilmesi bir konferans ya da
kongrenin toplanması durumunda, dogmatikler, ML Hareket'e ciddi bir darbe
vuramayacaklarını biliyordu. Keza önce İstanbul Bölge Yönetimi, ardında
Yurtdışı Bölge Yönetimi, Dersim, Erzincan, Kars ve bazı zindanlarda öne çıkmış
bazı kadro ve kadro adayanın dogmatik hizbin peşinde gitmesinde, dogmatiklerin
durumu görerek erken ayrılık ilan etmelerinin belirleyici etkisi olmuştur. 73
yenilgisinin nedenlerinden; sosyoekonomik yapıya, devrimin yolundan, ittifaklara
ve temel çalışma alanlarına uzanan, kısacası Türkiye Kuzey Kürdistan devriminin
temel sorunlarını kapsayan ve Hareket’in teorik, politik alanda hatalardan
kurtularak derinleşmesini sağlayan tartışma kampanyası demokratik
merkeziyetçilik temelinde yürümüş olsaydı, sonuç dogmatiklerin aleyhine
olacaktı. Ama dogmatik hizipçiler bu gerçeği önceden gördükleri ve tartışmanın
sonucunda bir kongre ya da konferans toplandığında çoğunluğun KK’nın
düşüncelerinin lehine çıkma olasılığının yüksek olmasını anladıklarından
dolayı, KK’nın nezdinde de örgütün disipline uymada dayatmacı, pazarlıkçı ikili
davranış içinde olmaları bu gerçeği göstermekteydi.
Nitekim KK’nın İBY’ne örgütün disiplinin tanıyıp
tanımadıklarını sorduklarında, son görüşmede açıktan zaman kazanma ve hesaplı
davranış içinde disiplini tanıdıklarını söyleyerek, aslında örgütün disiplini
tanımadıklarını ve başından itibaren ayrılık yanlısı olduklarını ortaya
koymuşlardı. Haliyle bu süreçte gerçek, İBY’nin başını çektiği dogmatik hizip
ideolojik, politik ve pratik olarak ML Hareket'e ve önderliğe karşı objektif
olarak bir cephe oluşturduğudur. Aslında dogmatik hizbe karşı mücadeleyi, aynı
zamanda yılların birikmiş olan hata ve zaaflarına karşı mücadele ederek,
ideolojik köklerini kurutmak için yürüttüğümüz mücadeleyle birleştirmekti.
Dogmatik hizbin ve benzer olumsuzlukların ortaya çıkmasının
önlenmesi, bu tür ihtimallerin asgariye indirilmesi, ancak hizbin yeşerme ve
boy atma imkanı bulduğu bu toprağın temizlenmesiyle mümkündür. Bunu
başardığımızda, dogmatik hizbe karşı kazanılacak en başarılı zafer bile, bir
yarım zafer olarak kalacaktır. Yeni olumsuzlukların yeşermesi için elverişli
zemin muhafaza edilmiş ve belki de daha önemli olumsuzluklara zemin yaratmaya
devam etmiş olacaktır. Dogmatiklerin örgütsel yıkıcılıkta tutukları yol örgütsel
anarşizm olmuştur.
Dogmatik hizbin temel özelliklerinden birisinin, örgütsel
anarşizmi savunma olduğunu belirtmiştik. Bu konuya daha yakın eğilerek ML örgüt
içi mücadele anlayışını ortaya koyalım ve dogmatik hizbin anarşist görüşlerini
ve çizdiği pratiği sergileyelim. Dogmatikler cenahı, örgüt içi mücadelede
örgütsel anarşizmi savunuyordu. Bilindiği üzere işçi sınıfı, toplum içinde yer
alan sınıflardan çitlerle ayrılmış değildir. Dolayısıyla toplum içinde yer alan
diğer sınıfların düşünce eylemleri, kültürleri, gelenek ve alışkanlıkları işçi
sınıfını etkilemeden, onun üzerinden iz bırakmadan edemez. Farklı fikirlere,
ayrıca modern toplumda işçi sınıfının çeşitli katmanlarının mevcudiyetine temel
oluşturur. Bu durum, işçi sınıfının en yüksek örgütü, sınıf bilinçli müfrezesi
olan işçi sınıfı partisi içine yansır. Parti içinde, doğru ile yanlış fikirler
arasında sürekli bir mücadele ve ML fikirler parti dışında olduğu gibi, parti
içindeki mücadele ile gelişir, güçlenir ve sağlamlaşırlar.
Dahası içinde böyle bir mücadele bulunmayan parti, ölü
partidir, canlılığını yitirmiştir. Bu mücadele doğru tarzda ele alınıp
yürütüldüğünde, partiyi geliştirip ileriye doğru iter. Bu konuda görüşlerine
kimsenin itiraz edemeyeceği Lenin’e başvuralım.
Lenin 1903'deki RSDİP'in II. Kongresi’ni incelmesinde
şunları söylüyor: “Partide görüş ayrılıkları mücadeleye, anarşiye ve
parçalanmaya yol açmadıkça, bütün yoldaşların ve parti üyelerinin rızasıyla
sınırları aşmadıkça, kaçınılmaz ve temel bir şeydir. Ve kongrede, partinin sağ
kanadına karşı Akimov ve Akselrod Martinov ve Martov’a karşı verdiğimiz
mücadelede sınırları hiçbir zaman aşmadık.” (Bir adım ileri iki adım geri, s.
175.)
Burada Akimov ve Martinov’un ekonomist ve Martov ve
Akseldro’vun Menşevik olduğunu hemen hatırlayalım. Lenin’inde belirtmiş olduğu
gibi, partide görüş ayrılıkları temel ve kaçınılmazdır. Önemli olan bu görüş
ayrılıklarına karşı aynı örgüt çatısı altında mücadele halinde bir arada
bulunup-bulunmayacak nitelikte olduklarının doğru tespiti ve görüş
ayrılıklarının mücadelesinin, ne tarzda hangi örgütsel ilkelere bağlı
yürütülmesidir. Bu sorunlara açıklık getirmemiz dogmatik hiziple aramızdaki
anlayış farkının bir biçimde belirmesine hizmet edecektir.
ML örgüt, saflarında görüş ayrılıklarının bulunmasını tabi
ve kaçınılmaz görür. Ancak her şeyden önce görüş ayrılıklarının üzerine giderek
yanlış fikirlerin düzeltilmesini, doğrunun yanlış üzerinde zafer kazanmasını
sağlamaya çalışır. Birlik, eleştiri, birlik ilkesine bağlı kalarak ikna yoluyla
görüş ayrılıklarını gidermeye çalışır. Farklı görüşlerin mücadele olmaksızın
kendilerini korumalarına, fikir ayrılıklarının gelişip kökleşmesine izin
vermez. ML örgütte burjuva ve küçük burjuva düşüncelerin yeşerip boy atmasına
izin verilmesi; örgütün ML niteliğinin bozulması tehlikesinin dogmasına yol
açmak ve giderek, bu düşüncelerin örgütü burjuva ve küçük burjuva örgüte
dönüştürmesinin şartlarını yaratması anlamına gelir. İşte bu nedenle, örgüt içi
görüş ayrılıklarının doğru bir tarzda üzerine gidilerek giderilmesi de o derece
temel ve ML için kaçınılmazdır.
Buraya kadar “görüş ayrılıkları” örgüt içinde bir veya
birkaç noktada ortaya çıkan ve yanlış görüşleri onların esasta proleter
devrimci olmalarını ortadan kaldırmayan, ancak onların bir bütün olarak
alındığında proleter devrimci esasa sahip düşünceleri üzerindeki burjuva ve
küçük burjuva etkileri yansıtan görüş farklarını anlattık ve bu kavram üzerinde
durduk. Ancak, bazen görüş ayrılıkları gelişip kökleşerek, iki ayrı sınıfın,
burjuvazi ve proletaryanın ideolojisi ve politikası arasındaki farka tekabül
eden çizgiler haline, farklı sınıfları temsil eden çizgileri haline
gelebilirler. Hiç şüphesiz, ML örgüt, görüş ayrılıklarının bu noktaya
ulaşmasına izin vermez, var gücüyle bu ayrıklıkları daha önceden gidermeye
çalışır. Ama ML'lerin bütün çabasına rağmen, aynı örgüt içinde iki ayrı sınıfa
ait çizgi farkı ortaya çıkabilir. ML'lerin çabası böyle bir gelişmeyi önlemde
yeterli olmayabilir. İki ayrı sınıfa ait çizgilerin varlığı, ML’lerin istek ve
iradesi dışında bir olgu objektif bir olgu haline gelmiştir. Bu şartlarda ML
çizgi, oportünist çizgiyi örgütten tasfiyeye yönelir. Bu oportünistlerin iknası
yoluyla değil, kadroların iknası temelinde oportünizmin tasfiyesi yoluyla
gerçekleşir.
İki çizgi, ML'lere rağmen ortaya çıktığında, yapılması
gereken, örgütü ML safta toplayarak, oportünizmi tasfiye etmektir. Şayet
ML’ler, örgütte çoğunluğa sahip iseler ve yönetici organları ellerinde tutuyor
iseler zaten sorun yoktur. Bu durumda, kadroların ML etrafında geniş ve en sıkı
birliğini, bu çoğunluğa dayanarak oportünizmi tasfiye etmek gerekir. Ancak,
ML’ler örgütte azınlıkta iseler ve muhalefet durumunda kalmışlarsa, sorun
farklı ele alınmalıdır. Bu takdirde örgüt ML niteliğini henüz yitirmemişse,
doğru fikirleri örgüt çoğunluğuna kavratarak örgütü kendi saflarına kazanma
imkanı tükenmemiş demektir. Bu durumda ML’ler örgüt disiplinine uyarlar, örgüt
içi demokrasiyi işletirler, demokrasinin ihlaline karşı durur ve bunu
yaptıklarında oportünistleri teşhir ederler. ML örgütün normal organlarını
işleterek (kongre, konferans gibi) daha önce örgüt içi demokrasiyi işleterek,
taraflarına kazandıkları örgüt, çoğunluğuna dayanarak yönetimi ele geçirir ve
oportünizmi tasfiye ederler.
Örgüt ML kaldıkça, tutulması gereken doğru yol budur. Ancak
örgüt oportünist bir niteliğe bürünmüşse, ML’ler tüm sağlam unsurları
toplayarak, örgütten ayrılırlar. Bu durumda esas olan budur. Bu şartlarda örgüt
çatısı altında kalmak, geçici olarak taktik nedenlerle mümkün olabilir. Nitekim
komünist hareketin tarihi, söylediklerimizi doğrulayan değerli deneylerle
doludur. Lenin ve Bolşeviklerin tutumunu, Lenin’in “örgütlenme” adlı eserine ve
Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Örgütlenme Büro başkanı tarafından
yazılan önsüzün de okuyalım:
“Lenin fikir ayrılıklarını asla gizlemezdi, aman karışıklık
çıkmasın, barış, birlik, beraberlik korunsun diyerek bu ayrılıkları asla
saklamadı; tersine, bütün sapmalara ve bütün hatalara karşı-devrimci coşkuyla
sonuna kadar mücadele etti. Bölünmelerden korkmadı ve sadece Menşevik
tasfiyecilerin değil aynı zamanda lafta devrimcilerin, otzovistlerin,
ültimatomcuların, Tanrı yapıcılarının da partiden atılması konusunda bir an
bocalamadı. Bununla beraber Lenin hiç bir zaman ille de bölünmeden yana
olmamıştır. O, yolunu şaşırmış yoldaşların devrimci Marksizm-Leninizm yoluna
dönmeleri için ilk önce bütün imkanları kullanırdı. Ancak bu çabaları için
hiçbir olumlu sonuç vermezse, o zaman ilişkilerini kararlılıkla keserdi.
Birinci bölümden sonra,1905 yılında Menşevikler devrimci kitlelerin baskısıyla
kuvvetle sola kayarak, pratik devrimci mücadele içinde Bolşeviklere
yakınlaştıklarında bizzat Lenin birliği savundu. Bunun sonucu 1906 yılının
ilkbaharında RSDİP’in dördüncü (birlik) kongresi toplandı. Menşevikler çoğunluğu
ele geçirdi. Ama Lenin partide ayrılmadı, tam tersine patiyi içeride kazanmak
için mücadeleye koyuldu. Nitekim RSDİP 1907 yılındaki beşinci kongresinde
Bolşevikler çoğunluğu elde etmeyi başardılar. Parti yönetimi Bolşeviklere
geçti.” (Örgütlenme, sy. 32-33.)
Lenin yoldaş için demokratik merkeziyetçiliğin işlemesi ve
eleştiri özgürlüğünün varlığı partinin sıkı disiplini bakımından önem
taşıyordu. Lenin 1906-1907 yıllarında disipline uyarak parti içinde kaldı. O
dönemde yapılan Duma seçimiyle ilgili disiplin sorunu hakkında (Bolşevikler,
Kadetlerle ittifaka karşıydılar) Lenin şunları söylüyor:
“Ancak yetkili organlar bir kez karara vardıktan sonra bir
bütün parti üyeleri tek bir adam gibi davranırız. Yani belki de bir eli de
Odesalı bir Bolşevik, bir Bolşevik için iğrençte olsa, oy sandığına bir Kadetin
ismini taşıyan oy pusulasını atmak zorunda kalacak, bir Moskovalı Menşevik ise
Kadetlere oy vermediği için yüreği yana yana yalnızca sosyal demokratlara
-komünistlere- oy verecektir.” (Aynı yerde, sf. 36.) Lenin yoldaş görüş
ayrılığına rağmen, ilkeler de var olan bir birlik temelinde oluşturulan sosyal
demokrat (komünist) işçilerin birliğini süreli savunmuştur.
İllegal partiye katılmanın oportünizmle ayrılığın can alıcı
noktasını oluşturduğu 1913’te ayrı bir yeni tipte bir komünist Bolşevik
partisinin örgütlendiği 1912 sonrası şartlarında Lenin şu görüşleri
savunuyordu: “RSDİP’in örgütü benimsendiği ve bu örgüte girildiği takdirde, her
eğilimde ve her fikirden işçi sosyal demokratların birliği, işçi sınıfı
hareketinin tüm çıkarlarının gerekli kıldığı mutlak bir zorunluluktur.”
(Örgütlenme, 205.) Kanıtlar çoğaltılabilir. Ancak bu kadarı yeterlidir. Açıkça
görüldüğü gibi Lenin ve Bolşevikler, örgüt içi mücadelede, örgüt
Marksist-Leninist olduğu sürece disipline bağlı kalarak mücadeleyi esas
almışlardır, görüş ayrılıklarını ilkeli bir tarzda çözmeye çalışmışlar, her
durumda örgüt çoğunluğunu yanlarına çekmeye önem vermişlerdir.
Yine Bulgaristan Komünist Partisi’nin deneyimi de aynı
anlayışı doğrulayan başka bir örnektir. Bulgaristan’da 1929 yılında sol
sekterler BKP’nin yönetimini ele geçirdiler ve 1935 yılına dek parti yönetimini
ellerinde tuttular. Bu dönemde BKP izlemiş olduğu sol sekter çizgi nedeniyle
ağır kayıplara uğramıştı.
Ne ki ML’ler BKP, ML karakterini koruduğu için BKP içinde
kalarak, sol sekter yönetime ve onların oluşturduğu fraksiyona karşı sürekli
mücadele ettiler. Komintern’in de yardımıyla, bu mücadele 1935 yılının başında
başarıya ulaştı ve sol sekter çizgi tasfiye edildi.
Bu konuda Dimitrov şunları söylüyor: “Parti varlığı ve
gelişmesi yolunda yeniden ciddi tehlike ile karşılaşmıştı. Onun kurtarılması
bütün güçleri gererek, solcu sekter hareket hattını tasfiye etmek, parti
yönetimini solcu sekterlerin elinden almak ve kesin olarak devrimci boş
boğazlıktan gerçek Bolşevik kitle çalışma ve mücadelesine geçmek gerekiyordu.
Ancak parti çalışmasının bütün alanlarında sekter tahrifatlarını çabucak
yenmektedir ki, Partinin halk tabakalarıyla bağlarını yeniden kurmasına yardım
edebilir ve Onun askeri faşist diktatörlüğü yıkarak halkçı, anti-faşist cepheyi
muktedir bir hale koyabilirdi. Partimiz, gizlilik şartlarının ve faşist terörün
doğurduğu zorluklara rağmen komünist enternasyonalin yardımıyla bu önemli
görevi başarıyla yerine getirdi.” (Dimitrov, Seçme esreler, cilt: 3, sy:
237-238.)
Ayrıca kendilerine Maoist diyen bu dogmatik cenahın, ÇKP
tarihinden sanırız bilgisi vardır. ÇKP tarihine baktığımızda karşımızda 1935
yılına kadar önderliği birçok değişik sayıda sol çizgiyi savunana hiziplerin
egemen olduğu ve bu duruma 1935 yılında Mao Zedung’un kızıl ordu yöneticilerine
dayanarak Tsunyi dağında yapılan bir darbe toplantısıyla ÇKP’yi ele
geçirdiklerini görüyoruz. Nitekim Mao Zedung, örgüt önderliğini doğru görmediği
ve değişik klikler ele geçirmiş olduğu halde, örgütten ayrılarak başka bir
örgüt kurmaya yönelmiyor. Bu da hem örgüt içinde iki çizgiyi mutlaka olarak
savunacaksın, hem de önderlik benim gibi düşünmüyor o halde oportünistlerin
disipline uymam diyerek kolay yoldan kendisini örgüt dışına atarak, örgütün ana
gövdesi “oportünist, tasfiyeci denilen” önderliğin denetimine bırakılmış
oluyor.
Yukarıda aktarmış olduğumuz örnekler bir biriyle uyum
halinden olduğu gibi aynı zamanda ML bir örgütte yanlışlara karşı mücadele
anlayışının ne olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bizim baştan itibaren KK
döneminden bu yana savunduğumuz anlayış da budur. Ama 1976 yılında KK’nın
önderliğinde başlatılan tartışmaya karşı, aynı hatta duran dogmatik
hizipçilerin hemen hepsi de, örgüt içi mücadelede hatalı sol sekter bir çizgide
hareket etmişlerdir.
Nitekim dogmatik hizipçiler örgüt yıkıcılıklarını mazur
gösterebilmek için, oportünizmle uzlaşılıcıktan sekterliğe dek varan çeşitli
görüşleri savunmakta, son geldikleri noktada örgütsel anarşizmin teorisini
yapmaktaydılar. Dogmatiklerin tek amacı örgüt yıkıcılıklarını kitabına
uydurmaktı. Bu dogmatiklerin, Bolşevik Partizan'ın örgüt içi mücadelede çift
standartçı bir konumda duruşunu demagoji ile gizlemeye çalışması ve KK’nın
söylemleri ortada olduğu halde, kendi sübjektif niyetini objektif gerçek yerine
geçirme savunuculuğuna soyunarak, laf kalabalığıyla tarihi gerçekleri ters yüz
etme çabalarının tek bir nedeni vardır, oda örgüt içi mücadele yönteminde
tutulan yanlış yoldur. Kuşku yok ki dogmatikler 1976 tartışma kampanyasında
örgütsel anarşimizi vaaz etmişlerdir.
Peki, dogmatik hizip ne dedi ne yaptı. Tartışma
kampanyasında demokratik merkeziyetçilik temelinde tartışma yayın organı
Proleter Birlik’te herkesin düşüncelerin özgürce ortaya koyup tartıştığı ve
yine farklı düşüncelerin yayınlanmasında herhangi bir kısıtlamanın söz konusu
olmadığı platformu kullanmayarak mızıkçılık yapan dogmatikler, KK’nın
önderliğini aslında başından itibaren tanımayarak hatta itiraf ettikleri gibi
örgüt disiplinine -biz KK’nın değil, örgütün yani görüşlerin disiplinine
bağlıyız- göstermelik uyuyor göründükleri yönlü açıklamaları ve bizim
istemlerimizi kabul etmezseniz biz birlikte yürümeyiz diyerek, tartışmadan
kaçarcasına ayrılığı ilan ederek örgüt saflarını terk etmesi, bu dogmatik
hizbin kendilerine ve fikirlerine inançsızlık yanında ML olarak gördüğü
kadrolara güven duymadıklarını gösteriyor.
Dogmatik hizip, “tasfiyeci, oportünist inkarcı” dedikleri ML
Hareket içinde kaldıkları sürece etkilerini yayamamalarını kaçınılmaz
görüyorlar. Haliyle buradan yola çıkarak da onlarla bir arada
kalınamayacaklarını öne sürdüler. Nitekim söyledikleri, uzun süre bir arada
kalınmayı imkansız kılacak çizgi ayrılığının varlığı söz konusu olsa bile
tutarsızdır. Çünkü şayet ML karoların ezici çoğunluğu karşı safta yer almışsa,
hareket içinde ideolojik mücadele yürüterek bu kadroları kazanmak zorunludur.
Bunu reddetmek, kendine inançsızlıktır ve oportünizm
ideolojik mücadeleyle alt edilemez yaftasıyla örtülemek istenmektedir bu
inançsızlık. Bu durumda hala “tasfiyeci oportünizm ve inkarcılığın” bünyeyi
sarmasından ciddi ciddi söz edilebiliyorsa, bunun anlamı açıktır. Dogmatiklerin
tartışma gemisini erkence terk etmelerinin altında yatan esas neden kendi
etraflarında yer alan kadroların kendilerini terk edebileceğini, ML görüşlerden
etkileneceğini düşünmektedirler. Bu nedenle de hiç yoktan iyidir, bari etkilediğimiz
kadroları yitirmeyelim, yaklaşımıyla hareket ediyorlar. ML Hareket'in büyük
çoğunluğunun, hizipçilerin kendi açılarından bırakın hastalığa tutulma
ihtimalini, “hastalığın pençesinde kıvrandıkları” şartlarda tutup, hastalığın
bünyeyi sarması ihtimalini önlemek için ayrıldıklarını söylemek, kendi
etrafında topladıkları kadroyu yıkıcı emellerine alet edebilmenin teorisini
yapmaktır.
Örgütsel anarşizm en berbat haliyle savunulmaktadır.
Tasfiyeci oportünizm ve inkarcılığa karşı mücadele onların çizdiği sınırlar
içinde yürütülemez görüşü de, halis örgütsel anarşist bir görüştür. Lenin,
Dimitrov ve Mao örneklerinde hangi sınırlar içinde mücadele ettiler? Bu sınır
örgüt sınırları değil midir? Program ve tüzüğün sınırlarını çizip kurallarını
koyduğu bir mücadele söz konusu değil midir? İki çizginin oluştuğu şartlarda,
oportünizme karşı mücadelede zafer kazanmak için komünistler ML örgütün program
ve tüzüğüne bağlı kalarak, tüzüğün emrettiği yöntemleri kullanarak mücadele
ederler. ML’lerin bu şartlarda doğru mücadele yöntemi budur. Bundan başka
mücadele yöntemi yoktur (tabi ki tüzüğe yani demokratik merkeziyetçiliğe bağlı
kalındığı sürece.)
Şayet ML örgüt ortaya bir platform koyup yöntem belirlemişse
-ki program ve tüzük bunları belirler- ML’ler, oportünistlerin platformunda ve
yöntemleriyle mücadele etmezler görüşü iki anlama gelebilir. Birincisi,
oportünist hareketin platformunu ve yöntemlerini tanımamaktadır.
İkincisi, sözde ML’lerin hareketin koyduğu platform ve
yöntemleri elverişsizdir. Dogmatik hizip bu ayrımı ortaya koymaktan özenle
kaçındılar.
Çünkü ML Hareket'in platformunda iç mücadele yöntemlerinde
ayrı olarak” kendi tayin ettikleri platformda, kendi yöntemleriyle mücadele
edeceklerini” açıkça belirtmekten geri durmadılar. Bu alandaki itiraflar
dogmatiklerin komünist hareketin örgütsel ilkelerinde ne kadar uzaklaştıklarını
ortaya koyuyordu. KK ise başından itibaren -tartışma kampanyasının
başlatılmasında düşülen önemli darbeci hatanın dışında- komünist harekete, onu
bağlayan platforma ve yöntemlere sahip çıkmışlar ve çıkmaya devam edeceklerdir.
Kısacası, dogmatik oportünistler ML hareket içinde iki çizgi oluşur oluşmaz
-kadroları kazanma ve harekete doğru çizgiyi hakim kılma yerine- azınlıkta
kalındığı şartlarda hemen ayrılmayı getiriyorlar. Mazeretleri de hazır: “sonra
hastalık tüm bünyeyi sarara”, “bizim ayrı platformumuz ve yöntemlerimiz var.”
İşte kendisine güvenmeyen, kadrolara güvenmeyen tasfiyeci öz
burada sırıtıyor. Onlar kendilerini hiçbir örgütsel ilkeye kurala bağlı
saymıyorlar. Her zaman ayrılma ve yıkmanın teorisini yapıyorlar. Dahası
örgütsel ilkeler ve kurallar yerine, “bana göre iyi ise doğrudur”, tasfiyeci
anlayış tamda budur. Çünkü onun hareketi kazanmak gibi bir hedefi yoktur ve
bunu da yapmayacaklarını biliyoruz. Dogmatikler, “ML hareket oportünistlere ve
inkarcılara teslim edilemez” diyorlar. Oysa kendi görüş açılarından bile şimdiki
davranışları tutarsızdır. Çünkü onlar, ML Hareket'i gerçek sahibi olan
“tasfiyecilere, düşmanlarına” terk etmişlerdir. Dogmatikler tartışma sürecinde
ML ilkelere teoriye bağlı kalmayı değil, kendi ihtiyaçlarına göre ML kılıklı
anarşist teoriler üretmeyi esas almışlardır.
Nitekim işin içinde çıkmada zorlanan dogmatiklerin anarşist
davranışlarını mazur gösterecek teoriye ihtiyaçları olmuştur. Keza biliyoruz ki
oportünizm en çok ilkesizlik ve istikrasızlığa gereksinim duymuştur.
ML’lerin örgüt içi mücadele anlayışı ve dogmatiklerin
disiplin tanımazlığı
Bolşevik Partizan'ın ısrar ve inatla görmek istemediği,
İBY’nin hizipçiliğini gizlemeye çalıştıkları ya da ideolojik, politik olarak
aynı düşünmeleri nedeniyle mazur gördükleri dogmatiklerin bir diğer görüşü
üzerinde duralım.”
Biz Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu görüşleri savunuyor
ve bu görüşlerin disiplinini tanıyor, merkezi önderliğin yani KK’nın
örgütümüzün görüşlerini reddeden disiplinini tanımıyoruz” görüşleri üzerinde
duralım.
KK, dogmatiklerin bu görüşlerinin açıktan ML harekette
merkezi disiplini reddetmenin aynı zamanda harekette kalmayı reddetmek ve
hareketi parçalama amacı taşıdığını kabul etmek anlamına geldiğini ortaya
koydu. Ünlü görüş disiplininin anarşist özünü ortaya koydu. Bu görüşü
disiplinin aynı zamanda Troçkist bir görüş olduğu, örgüt içinde hizip özgürlüğü
anlamına geldiğini bilinmez bir durum değildi. Dogmatiklerin bu anarşist görüşü
ML Hareket'i bölüp, parçalamanın gerekçesi yapıldı. İşin daha da ilginci dogmatiklerin
tasfiyeci hizipçi girişimi mutlaka mazur
göstermek, yeni ayrılıkçı anlayışı geliştirerek durumu kurtarmak gerekiyordu.
Bu amaçla iki çizgi oluştuğunda hemen ayrılık görüşü öne
sürülerek örgütsel anarşizme kılıf
geçirilmeye çalışıldı. Haliyle dogmatiklerce örgütsel anarşizm bir
şekilde inceltilerek savunuluyordu.
Dogmatiklerin örgüt saflarını erkence terk etmeleri onların kendi düşüncelerinin mücadelesini vermede ve
kadrolara güvenmede ne kadar sorunlu olduklarını gösteriyordu. Bolşevik
Partizan ve Partizan cenahı aslında örgüt içi mücadelede örgütsel anarşizmi
savunuyorlardı. Bundan dolayı bu cenahta ilke ve istikrara yoktu. En önemli
ilke meselelerinde de, dün ak dediklerine bugün kara diyebilmekteydiler.
Şimdi de ML’lerin örgüt içi mücadele yöntemleri üzerinde
duralım. ML örgütlerde örgüt içi mücadele tüzük tarafından belirlenmiş esaslara
göre, disiplin çerçevesinde yürütülür. Örgüt içinde anarşist davranışlara,
disiplinsizliğe yer verilmez. ML örgütler organlardan oluşur ve örgüt içi
mücadelenin yeri organlardır. Organlar ve organların disiplinini tanımamak
örgütü tanımamakla aynı şeydir. “Ben örgütün disiplinini tanımıyorum, sadece
organların disiplinin tanıyorum” türünden görüşler anarşizmi vaaz eden görüşlerdir,
bunu söyleyerek örgütü tanımadığını söylemektedir. Çünkü organlar olmadığında,
tanımadığında, örgüt yoktur ve örgütü tanımamaktadır.
Lenin’in belirttiği gibi örgüt içinde görüşlerini hakim
kılmaya çalışan kişiler, önce örgütü inandırmaya çalışırlar. Doğal ve ilkeli
olan budur. Lenin bu konuda şunları söylüyor: “Kendi görüşleri çevresinde
toplamak istedikleri bir kuruluşta çoğunluğu (özel olarak) sağlamadan önce,
başkalarını inandırmaya çalışmayı reddeden hiçbir ilke sahibi kişi
görülmemiştir, görülmeyecektir.” (Bir adım ileri iki adım geri, sy: 183.)
Yalnızca bu alıntı bile dogmatik hizbin ilkesi ve kuralsızlığını kanıtlamaya
yeter. Çünkü bir örgüt ML olduğu sürece, çoğunluğu kazanmaya çalışmaktan daha
doğal bir şey olmaz.
Bunun yolu da onları inandırmaktan geçer şartları elverişsiz
de olsa, azınlıkta kalınılsa da yapılması gereken budur. Bunun reddedenler
anacak ilkesizler olabilir. Fakat bu çoğunluğu inandırma çalışması ilkelere ve
kurallara göre yürümek zorundadır. Bu kurallar örgüt üyelerinin ortak rızasıyla
mücadelenin sınırlarını belirleyen tüzükte yansır. Zaten tüzük, kongrede kabul
edilir ve örgüte her üye olan bu tüzüğe uymayı kabullenerek girer. İşte
mücadele bu sınırlar içinde tüzük kurallarına, disipline uygun olarak
gerçekleştirilmelidir. ML’ler örgüt içi mücadelede Lenin’in şu sözleri sürekli
hatırda tutarlar: “Parti üyeleri arasındaki görüş ayrılıklarını daha serinkanlı
tartışmak ve ayrılıkların çalışmamızı bölmemesini, faaliyetlerimizi
aksatmamasını, merkez kuruluşlarımızın işlevini baltalamamasını sağlamak
gereğini daha iyi kavrıyoruz.” (Sağ ve sol sapmalar üzerine, 22.)
Kısacası örgüt içi pratik faaliyetleri aksatmamalı, merkezi
kuruluşların görevlerini yerine getirmesini engellememelidir. Elbette buda
disipline uymakla mümkündür. Merkezi organların disiplinine uymamak, yönetimini
kabul etmemek, örgütte kalmamak, örgütü yıkmaya çalışmak anlamına gelir. Burada
sözü yine Lenin’e bırakalım.
Lenin Menşevikler için şunu söylüyor: “Kullandıkları yöntem
partinin bir bölümünün nefret ettiği, merkezi organların yönetimi altında
çalışmayı reddetmekti. Ama dünyada hiçbir partinin, hiçbir merkezi kurumu onun
yönetimini kabul etmeyen kişileri yönetme yeteneğine sahip olduğunu
kanıtlayabilir mi. Merkezi organların yönetimini kabul etmemek, partide kalmayı
reddetmekle aynı şeydir. Bu bir yıkma yöntemidir, inandırma yöntemi değildir.
İnandırma yerine yıkma çabasında bulunulması, tutarlı ilkelerden, kendi fikirlerine
inançtan yoksun olduklarını gösterir” (Bir adım ileri iki adım geri, sy. 195.)
Lenin’in bu sözleri dogmatik hizbin durumunu tam olarak
tanımlamaktadır. İnandırma değil yıkma yöntemi uygulayan dogmatik hizip merkezi
organın yönetimini reddederek, ML Hareket’te kalmayı reddetmiş ve ayrılmıştır.
Bu durum onların ilkesizliğini ve kendi fikirlerine inançsızlığı ortaya
koymaktadır. ML örgüt içinde bazı kişilerle çalışmayı güvensizlik gerekçesiyle
reddetmek ile ilgili Lenin’in söylediği sözler, örgüt içi mücadeleye ışık
tutmaktadır: “Ama şimdi bir parti üyesi oldum, genel olarak güven eksikliğini,
ileri sürmeye hakkım yok, çünkü bu eski grupların bütün kaprislerine ve saçma
arzularına kapıyı açık bırakmak olur. Şimdi ben ‘güvenimin’ ya da ‘güven
eksikliğimin’ bütün resmi nedenlerini göstermek, yani programımızın,
taktiklerimizin, ya da tüzüğümüzün resmen kabul edilmiş ilklerini göstermek
zorundayım. Herhangi bir neden göstermeksizin ‘güvenimi’ ya da ‘güvensizliğimi’
ileri sürmemek ve genel olarak partinin herhangi bir kesiminin bütün
kararlarının - bütün parti tarafından değerlendirilmesi gerektiğini bilmek
zorundayım; güven eksikliğimi ifade ettiğim, ya da bu güven eksikliğinin sonucu
olarak ortaya çıkan görüş ve isteklerin benimsenmesini sağlamaya çalıştığım
zaman, resmen ön görüşmüş işlemlere bağlı kalmak zorundayım.” (Bir adım ileri
iki adım geri, sy. 230.)
Lenin’in görüşleriyle, dogmatik oportünistlerin “kendi
platformumuz ve yöntemlerimiz” çığırtkanlıkları tam bir tezat halindedir. Çünkü
ilkinde Leninizm’in örgütsel ilkleri, ikincisinde ise anarşist örgüt ilkeleri
ortaya konmuştur. Lenin’in sözleri parti ruhundan yoksun bireyci, aydın,
yarı-aydınların anlayamayacağı, sindiremeyeceği şeylerdir. Dogmatik hizipçiler
tamda bu durumdaydılar. Kısacası, örgüt içi mücadelede tüzük tarafından
disiplin ilkelerine bağlı kalmak, ML’ler için zorunludur. Çünkü onlar, örgütü
iknayı oportünizme karşı mücadelede esas alırlar.
Çünkü onlar, ilkelidirler, kendi fikirlerine ve kadrolarına
inanç beslerler. Doğru fikirlerin kadrolar tarafından er geç kavranacağına
inanırlar. Örgüt ML kaldıkça bu yolu tutarlar. Dogmatik hizip ise, 1976
tartışma döneminde örgüt içi mücadelede hiçbir ilke hiçbir kural tanımamıştır.
Onlara göre doğruyu savunduğuna inanan, her şeyi yapma
hakkını kendinde görür, başkalarının ise aynı hakkı yoktur. Dogmatik hizbin
örgütsel anarşizmi proletaryanın çelik disiplininden ürken, bu disipline
uymayı, bir çeşit kölelik olarak gören küçük burjuva aydının bireyci tutumunu
yansıtmaktadır.
Bu konuda katıldığı düşünceleri Lenin, Kaustky’den şöyle
aktarıyor: “Aydına gelince durum oldukça farklıdır. O bileğinin gücüyle değil,
kafasıyla savaşır. Onun silahları kişisel bilgisi, kişisel yetenekleri, kişisel
inançlardır. Herhangi bir mevkiye ancak kendi kişisel niteliğiyle erişilebilir.
Bu yüzden bireysel niteliğiyle erişilebilir. Bu yüzden bireyselliğin en özgür
davranışı, Ona başarılı faaliyetin başlıca koşullu olarak görünür. Bir bütüne
bağlı bir parça olarak görünür. Bir bütüne bağlı bir parça olarak ancak
zorlukla katlanması, yalnızca zorunluluktan gelir, eğilimden değil. Disiplin
gereğini, seçkin kafalar için, sadece kitleler için kabul eder. Ve kuşkusuz
kendini birinciler arasında sayar.” (Bir adım ileri iki adım geri, sy. 152.)
Dogmatik hizbin kuru gürültücü Aleksinski yöntemleri ve
İbrahim Kaypakkaya istismarı
Dogmatik hizbin mücadele yöntemlerini incelerken iki
özelliklerine daha dikkat çekmek gerekiyor. İlki; Lenin’in deyimiyle Aleksinski
yöntemleridir. Lenin bu yöntemi, şöyle tanımlıyor: “Bolşevikler 1907 Londra
kongresinde teorik tezlere cevap olarak bir ajitatör gibi tavır takınıp şu veya
bu tür sömürü ve baskıya karşı tumturaklı, ama tamamen yersiz, cümlelere baş
vurduğun da, Aleksinski’den ayrılacaklardır. Delegelerimiz “yine bağırmaya
başladı” diyorlardı. “Bağırma” Aleksinski’ye bir şey getirmedi.” (Marksizm’in
bir karikatürü ve emperyalist ekononizm, Sy. 88, Koral Yayınları.)
Evet, dogmatik hizipçiler aynen Aleksinski gibi davrandı.
Dogmatiklerin yazılarında daha çok içi boş tumturaklı laflar, İbrahim’i inkar
etmek, örgütü tasfiye etmek vb. demagojilerine sıklıkla başvuruludur. Özellikle
örgüt içi mücadele konusunda ilkelere bağlılık yerine bolca iftira, talan ve
hayali değerlendirmeler yer aldı. Lenin'in de belirtmiş olduğu gibi bağırıp,
çağırma, Aleksinski’ye bir şey kazandırmadı. Süslü sözler, parlak ama kof
cümleler, yüksek perdeden laflar kısacası Aleksinski yöntemleri dogmatik hizbe
hiç bir şey kazandırmamıştı. Aslında bu tür yöntemlerin kullanılması, ideolojik
ve politik aczinin farkına varanların sorunların esasını gizleme, duygulara
hitap ederek, çevresindekileri etkileme yolunu tutma ihtiyacını hissetmekten
gelmektedir.
Yine dogmatik hizbin ve haliyle Bolşevik Partizan'dan diğer
Partizan cenahının en fazla öne çıkarıp istismara giriştiği olay İbrahim
Kaypakkaya yoldaş olmuştur. Bu durum adeta Partizan cenahının olmazsa olmazı
olmuştur. Dogmatik hizip merkezi önderliğin karşısında savunacak bir şey
bulamayınca, en kolay yoldan tabanı etkilemek bakımından “İbrahim yoldaşa kimse
dokunamaz ve İbrahim’i reddediyorlar” demagojisi olmuştur.
İşin daha da ilginci KK ve Halkın Birliği'ni “İbrahim
Kaypakkaya yoldaşa ihanet ettikleri” iddiayla ortaya çıktıkları halde, bir çoğu
sınıf savaşımının dışına düştükleri gibi, KK’ya karşı keskin İbocu geçinen
TKP-ML Partizan önderliği, 12 Eylül faşist askeri darbenin ardında gözaltına
alındıklarında Süleyman Cihan dışında kalanların çoğunluğu İbrahim
Kaypakkaya’nın işkencede ser ver sır verme direniş geleneğini yaşatamamışlar ve
işkencede çözülmüşlerdir. Yine 1976 tartışma sürecini baltalayan ve ayrılığı kışkırtan
Hİ kısa dönem sonra dogmatikler ile farklı ideolojik, politik hatta
evrimleşerek saflarda atılmıştır. Aynı zamanda 1974’ten sonra Hareket'e katılan
Ahmet Kızıler grubu da -MZ deniliyor-, 1976 tartışmasında olumsuz ve kışkırtıcı
bir rol oynamıştır. Ahmet Kızıler çok keskin İbrahim istismarcısı olarak öne
çıkmış ve Hareket'in hatalarının ortaya konmasın da rahatsızlık duymuş ve
tartışma kampanyasında ayrılığı kışkırtan başrolcülerden olmuştur.
Ne ki dogmatik hizbin önemli temsilcilerinden birisi olarak
öne çıkan A. Kızıler dogmatiklerle ideolojik - politik olarak anlaşamayarak
yollarını ayırarak karşı devrimci 3. Dünya Teorisi’nin savunucusu olarak ortaya
çıktı, bir dönem Kurtuluş Yolu adı altında bir dergi çıkardı ve ardında KK’yı
“İbrahim’e ihanet etmekle suçlayan”lar kapağı Aydınlığa atarak, Aydınlık
safların da İbrahim yoldaşa bolca küretmekten geri durmamışlardır. İbrahim
istismarcılığına sınır tanımadan devam eden dogmatik Partizanın önderleri
KK’nın doğru devrimci tutumunu çarpıtarak duygu sömürü yapmaya çalışmıştır.
Kuşku yok ki dogmatik hizipçilerin İbrahim Kaypakkaya yoldaşla istismar
yöntemleri Aleksinski yöntemlerinin bir parçası olan bu yönteminde bir şey
kazandırmadığı ortadadır.
Dedikodu ve skandal ticareti dogmatik hizbe yarar
sağlamamıştır
Dogmatik hizbin yöntemlerinden bahsederken son bir noktaya
daha işaret edelim. Bu yöntem dedikodu yöntemidir, skandal ticareti yöntemidir.
Sağda solda kişiler hakkında dedikodular, kişilerin niteliği
üzerinde durmak, hiçbir belgeye dayanması mümkün olmayan kişilerin niteliği
üzerinde durmak, hiçbir belgeye dayanması mümkün olmayan kişiler arasındaki
konuşmaları tahrif edip kanıt getirme, hareket sırlarını ulu orta herkese
açıklamak, hatta derneklerde belge okumaya kalkmak başvurdukları başlıca
yöntemlerdir.
Tabi ki gözlerini kırpmadan yalan ve iftiraya başvurmaları
da cabası. Zaten, kişi bir kez bu yolu tutumu zorunlu olarak yalan ve iftiraya
başvurur. Kısacası dedikodu, skandal ticareti dogmatik hizbin önemli bir
yöntemidir. Bu gizlilik konusunda kendisini açığa vuran en kaba örgütsel
Menşevizmle, laçkalıkla birleşmektedir.
Bu yöntemler dogmatik hizbin niteliğine uygundur. Çünkü
onlar, örgütsel ilkleri sorunun ideolojik ve politik yönünü öne çıkarıp,
esaslar üzerine tartışacak gücü kendisinde bulamamaktadırlar. Bu nedenle
ayrıntılar içinde sorunu boğmak, ilkeleri bir yana itmek bir ayrımda sözde
çelişki yakalayıp kafa karıştırmak, kişileri kötülemek yolunu tutuyorlar.
Aslında bu onların kendi ilkelerine güvenmediklerinin ve sorunu buraya çekerek
parsa toplamaya çalıştıklarının kanıtıdır.
Şimdi Lenin’in bu tür mücadele yöntemlerini nasıl mahkum
ettiğini görelim. İspati olmayan özel konuşmalar dolayısıyla yalancılık
suçlaması için Lenin şunları söylüyor: “Provokasyonun, kimin yalancı olduğunu
soran bu metodu, yalnızca bir kavga için bahane arayan bir kabadayıya veya
davranışındaki gülünçlüğü fark etmeyen histerik bir adama yakışır. Belki
politik hatalardan suçlanan politik bir liderin bu metodu kullanması
kesinlikle, onun başka bir savunması olmadığını ve Onun politik farklılar
seviyesinden berbat ağız kavgacısı ve skandalcı seviyesine düştüğünü ispatlar.”
(RSDİP’in Kuruluşu, sy. 100.)
“İspatlanmayan konular dedim, çünkü tabiatları icabı, hiçbir
kaydı bulunmayan özel konuşmalara, hiç bir ispata meydan ve buna dayandırılan
konular, bütün anlamıyla ‘yalan’ kelimesinin tekrarını gerektirir. Martov, dün,
bu tür tekrara sanatında gerçek ustalığa erişti ve ben de onun yolundan
yürümeye hiç niyetli değilim.” (Aynı yerde, 101.)
Yine Lenin yoldaş kişiler hakkındaki dedikodular üzerine
şunları söylüyor: “Kişilerin niteliği ve hareketleri konusunda kongrenin
dışında konuşmak ve dedikodu yapmak, bana yakışıksız ve hayasızca bir iş olarak
görüyor. (Çünkü bu gibi durumlar, yüzde 99 örgüte ilişkin bir sırdır ve ancak
partinin yüksek bir yönetim kuruluna açıklanabilir.) Kongre dışında, böyle
dedikodulara sarılarak savaşmak bana göre, skandal ticareti yapmaktır. ” (Bir
adım ileri iki adım geri, sy. 177.)
Dogmatik hizbin yöntemlerini Lenin’in eleştirdiği bu
fiillerde açıkça görmek mümkündür. Lenin’in de belirttiği gibi bütün bunlar
siyasi aczin ifadesidir ve buna başvuranların başka savunması olmadığını
gösterir. Dogmatik hizip başları, tam bir acz içine düştüklerinden zorunlu
olarak bu yola sapmışlardır ve berbat ağız kavgacısı durumuna düşmüşlerdir.
Dogmatik hizipçiler gizlilik konusunda da tam bir sorumsuzluk içinde
olmuşlardır. Hareketin sırlarını ulu orta yaymak, isim açıklamak gibi bir
soruda - sorunda gizliliği ağır bir şekilde ihlal etmişlerdir. Buda onların
sorumsuzluğunu, gerekirse hakim sınıflara en büyük yararı sağlayacak
davranışlardan kaçınmadıklarını gösterir.
Buraya kadar dogmatik hizbin örgüt içi mücadele anlayışı ve
yöntemleri üzerinde durduk. Buraya kadar hatırlattıklarımızı toparlarsak, şöyle
bir sonuca varırız, dogmatik hizbin, gerek örgütsel mücadele anlayışında ve
gerekse de bunun yöntemleri konusunda örgütsel anarşizm vaaz etmektedir.
Dogmatik hizip tutarlı örgütsel ilklere sahip değildir ve
sürekli zikzaklar çizmektedir. Bugün kabul ettiğini işine gelmediğinde yarın
reddetmiştir.
Örgütsel mücadele anlayışıyla ilgili olarak dogmatik
hizipçiler ML Hareket’te iki çizgi mücadelesini sürekli kabul eden, oportünist
çizgiyi sade ve alt etmekle yetinene sağ oportünist bir görüş savunmaktaydılar.
Aslında bu onların gerçek düşünceleriydi. Ama işler farklı şekilde gelişince
oportünistler bir uçtan diğerine kaydılar.
Bu kez “görüş disiplini” adı altında örgütsel anarşizmi
savunmaya başladılar. Oysa aradan ancak üç ay geçmişti. Onlar tutarlı
ilkelerden yoksun olduklarından, kendi hesaplarını ve gerici davranışlarını
mazur gösterecek teorileri birbiri peşi sıra yaratmakta tereddüt etmediler.
ML’lerin saldırısı karşısında “görüş disiplini” anlayışının ipliği kısa zamanda
pazara çıktı. Bunun üzerine oportünist şefler yeni bir oportünist manevraya
giriştiler. Görüşlerini değiştirdiler, eski sağcı görüşlerini, ilgisiz görüşleri
savunduğumuz halde utanmadan bize mal ettiler. Ondan sonra “iki çizgi
oluştuğunda aynı örgüt çatısı altında kalmayarak hemen ayrılma” anarşist
teorisini geliştirdiler. Bu teori açısından, hareketimize mal ettikleri, eski
düşünceleri eleştirdiler. Bu teoride davranışlarını haklı çıkarmak için
uydurdukları, kitaba uydurulması daha kolay, ama örgütsel anarşizmi vaaz eden
bir teoridir.
Lenin bir partinin gerektiğinde taktiklerini 24 saat içinde
değiştirebilecek esnekliği sahip olması gerektiğini, ama ilklerin 24 saat
içinde değişmeyeceğini uzun süre boyunca muhafaza edileceğini belirtiyor.
Dogmatikler ise örgütsel mücadele ve disiplin üzerine ilkeleri sıklıkla
değiştirmişlerdir. Bu durum aslında dogmatiklerin nasıl ilkesiz bir konumda
durduklarını ve küçük burjuvazinin istikrarsız düşüncesini yansıtmaktadır.
Onlar sınıf konumları gereği istikrarlı bir düşünceye sahip olmayıp sürekli yalpalarlar,
zikzaklar çizerler. Kesin bir mücadele anında esas mücadele eden güçler
arasında bocalar.
Yenilgiye uğradıklarında ise, umutsuzluğa kapılır.
Kendilerine ve çevrelerine küfretmeye başlar, gözyaşları döker, pişmanlık
getirirler. Çevremizde bu türden yüzlerce olay vuku bulmuştur.
Dogmatik hizbin ilkesizliği küçük burjuva niteliğinin
sonucudur. Örgütsel anarşizmi vaaz eden görüşleri de, proletarya örgütünün
çelik disiplininden ürken, buna uymayı kölelik sayan, kendisini disiplinin
üzerinde seçkin kişi olarak gören, farklı fikirlere karşı uzun, sabırlı,
eğitici ve ikna edici mücadeleyi göze alamayan küçük burjuva aydın,
yarı-aydının görüşlerini yansıtmaktadır. Sorunun bir diğer yönü de bu örgütsel
anarşizmi vazeden teorinin sahiplerinin, hareket kadrolarına ve kendi
savundukları görüşlere güven duymamalarıdır.
Çünkü onlar fikirlerini kadroların kabul edeceğine
güvenmemektedirler. Bu da önce kendi fikirlerine, onu savunup kabul
ettirebileceklerine inançsız olduklarını gösterir. Örgütten hemen ayrılma
görüşü bu inançsızlığın teorik ifadesidir. Sonra kadrolarında -kendilerine
göre- doğru fikirlerin yanında yer alacağına inanmamaları, kadrolara
güvenmemeleri de teorik ifadesini bu anarşist düşüncede bulmaktadır.
Dogmatiklerin örgüt içi mücadele konusunda kullandıkları yöntem küçük burjuva
niteliktedir. Lenin de Menşeviklerle ilgili yaptığınız alıntıların dogmatiklere
tıpa tıp uyması tesadüfi değildir.
Çünkü örgütsel anlayışları ve örgütsel mücadele yöntemleri
bakımından tasfiyeci dogmatiklerle Menşevikler arasında özde fark yoktur.
Unutmayınız ki, Menşevikler de azınlıkta kaldıklarında örgütsel anarşizmi
savunuyorlardı. Ve onların şekilsiz, gevşek parti anlayışlarıyla uyuşuyordu.
Merkezi organların yönetimini kabul etmemenin örgütten
ayrılmak ve onu parçalamak anlamına geldiğini ortaya koyduk. Bunun anlamı bunu
yapanların Hareket’e sahip çıkmaya kalkmalarının sahtekarlık ve ikiyüzlülük
olduğudur. Bolşevik Partizan’ın tüm çarpıtma ve olayları farklı gösterme
çabalarına karşın, dogmatik hizip örgüt içi mücadele ve disiplinde Leninist
ilklerden ırak, kendi fikirlerine inançtan yoksun olduklarını göstermiştir.
Dogmatik hizip ilkelere ve disipline bağlı kalarak mücadele etmek yerine “biz
platformumuzu kendimiz koyar kendi yöntemlerimizi kendimiz saptarız” diyerek
anarşizmini bir kez daha ortaya koymuştur. O hiçbir ilkeye bağlı olmadığını
göstermiştir.
Dogmatik hizip içi boş parlak cümleleri öne sürerek, bir
başka ifadeyle Aleksinski yöntemlerini esas almış, fikir gücüyle, ikna yoluyla
sağlayamadığı etkiyi bu yola sağlamaya çalışmıştır. Aynı şekilde İbrahim
yoldaşı da kendi gerici hesapları için istismar etmiştir. Dogmatik hizip,
iftira, yalan, dedikodu kişisel karalama gibi yollara sapmış, gizliliği ağır
şekilde ihlal etmiştir. Bütün bunlar dogmatiklerin politik aczinin ve küçük
burjuva sorumsuzluğun kanıtlarıdır.
Tasfiyeci şefler, ML görüşlerle ilkeli bir tarzda mücadele
etme gücünü kendilerinde bulamayıp, bu alanda sırtlarının yere geleceğini
anlayınca, bu yanlış yöntemlere başvurarak sorunları çarpıtmaya, kafa
bulandırmaya çalışmaktadırlar. Bütün bunlar onların kendi fikirlerine
inançsızlıklarının kanıtıdır.
Sonuç olarak, gerek örgüt içi mücadele anlayışlarına,
gerekse de bu mücadelenin yöntemlerinde tasfiyeci dogmatikler ML’den fersah
fersah uzaklaşmışlardır. Bu savrulma onların küçük burjuva niteliğinden
kaynaklanmaktadır. Bu sınıf yapısı nedeniyle onlar, ilke ve istikrara sahip
değillerdir, zikzaklar çizmekte, yalpalamaktadırlar. Onlar ML Hareket’e, onun
görüşlerine ve kadrolarına güven duymamaktadırlar. Kendi görüşlerine de
güvenememektedirler. İşte bu nedenle örgüt içi mücadelede küçük burjuva
yöntemler geliştirdiler ve anarşist örgütsel anlayışa sahiptirler.
Sonuç olarak: 1976 tartışma kampanyası ve ardından dogmatik
hizbin nasıl örgüt iç mücadele ve disipline uymayarak görüş disiplini dayatarak
örgütsel alanda anarşist bir hatta yürüyerek 1976 Temmuz'unda TKP-ML
Hareket'inden koparak, önce ayrı gruplar olarak hareket edip 1978 yılında
örgütte kopan grupların birleşimiyle TKP-ML Partizan örgütünün kurulduğunu
dikkate aldığımızda tartışamadan kaçarak TKP-ML Hareketi’nde hizip örgütleyerek
kopan, dogmatikler olmuştur. Buradan hareket ettiğimizde TKP-ML Hareketi hem
önderlik bağlamında ve hem de örgütlü güçler açısında örgüt kitlesinin ana
gövdesi KK yanında saf tutmuştur.
Demek ki Kaypakkaya yoldaşın açtığı kızıl bayrağı, hata ve
yetmezliklerinden arındırarak ileriye taşıyan ve gerçek mirasçısı KK
önderliğindeki TKP-ML Hareketi olmuştur. Bugünde bu ML çizginin devamcısı
KP-İÖ’dür.
Yukarıda belgelerle de aktarmış olduğumuz gibi, Partizan
cenahının KK ve haliyle TKP-ML Hareketi'ne dair söylemlerinin içeriğinin ne
kadar boş ve gerçek dışı olduğunu gösteriyor. Kim ne derse desin Kaypakkaya
yoldaşın ve haliyle TKP-ML Hareketi’nin hata ve yetmezlikleriyle hesaplaşıp,
tıpkı Kaypakkaya yoldaş gibi tabulara vurarak buz kıran rolünü oynar, Onun
çizgisini ML temelde ileriye taşıyan, KK ve ardılları olmuştur. Hayali yazılan
tarih gerçek karşısında her zaman tuzla bul olmuştur.
Bolşevik Partizan ve Partizan cenahının 1976 ayrılığı
üzerine yazdıkları hikayelerin özünde avcılık hikayeleri olduğunu, verilerle ve
o dönemdeki tartışma belgelerinde ortaya koyduk. Biz her daima gerçeklere
(belgelere) bağlı kaldık. Umudumuz o ki, hayali tarih yazımında ısrar eden
Bolşevik Partizan ve Partizan cenahı da bu tutumunu terk ederek hayalden
gerçeğe adım atmış olur.
Haziran 2020