Ön açıklama: Bu yazı Mart 2019 yerel seçimleri döneminde
Özgür Gelecek Gazetesi’nde yayınlandı. Güncelliğinden dolayı yeniden
yayınlıyoruz.
21 Şubat 2024
Bu yazımızda, Mart 2019’da yapılacak yerel seçimlere ilişkin
tavrımızı açıklamadan önce yakın tarihten başlayarak, yerel seçimlerde nasıl
bir tavır ortaya koyduğumuzu öz olarak hatırlamaya çalışacağız. Bunu yaparken,
elbette o günün öne çıkan politik atmosferini de kısaca anlatarak seçimlerin
hangi koşullarda yapıldığı üzerinde durmaya çalışacağız.
Proleter hareketin ülkemiz topraklarında ortaya çıkışından
sonra seçimleri Demokratik Halk Devrimi’nin propaganda edilmesi ve
geliştirilmesi amaçlı kullanılması ilk kez 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde
olmuştur. Bu tarihten önceki gerek yerel ve gerekse de genel seçimlerde boykot
taktiği izlenmiştir. Bu anlamıyla 26 Mart 1989 yerel seçimleri önemlidir.
26 Mart 1989 Yerel
Seçimleri: Düşüşün Başlangıcı!
26 Mart 1989 yerel seçimi hem bizler hem de burjuva
cephesinde önemli yer tutmuştur. 1980 Askeri Faşist Cuntası’nın iş başına
gelmesinin ardından, 1982 Anayasası’nın zorla topluma kabul ettirilmesiyle ile
Kenan Evren Cumhurbaşkanı seçildi. Anayasanın kabul edilmesinden sonra
“Demokrasiye geçiyoruz” sloganıyla Evren’in bizzat kurduğu ve başına emekli
asker Turgut Sunalp’ın getirildiği Milliyetçi Demokrasi Partisi ile Turgut
Özal’ın kurduğu ANAP (Anavatan Partisi) seçime girdi. Halk, cuntaya tepki
olarak büyük çoğunlukla ANAP’a “evet” dedi.
ANAP’ın ardarda kazandığı seçimlerle Turgut Özal, bir döneme
damgasını vurdu. 26 Mart 1989 yerel seçimleri de bu anlamıyla büyük bir önem
taşıyordu. Yerel seçimleri Erdal İnönü başkanlığında kurulan SHP (Sosyal
Demokrat Halkçı Parti) büyük bir farkla kazanarak ANAP’ın hükümetten düşmesinin
önü açıldı. SHP, İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerin
önemli bir kesimini kazandı.
Halk bu sefer de tersten, ANAP karşısında SHP demiş, “umudu”
Erdal İnönü’de aramıştı. Bugün Erdoğan’ın her seçim döneminde halkı tehdit
ettiği gibi, Turgut Özal da, yerel seçimleri kaybettikten sonra erken seçim
isteyenlere “Türkiye’yi istikrarsızlığa mı götürmek istiyorsunuz?” diyerek
tehdit ediyordu.
26 Mart 1989 yerel seçimleriyle, Mart 2019 tarihinde
yapılacak olan yerel seçimler o kadar benzerlik gösteriyor ki! AKP’nin varlık
yokluk olarak ele aldığı 2019 yerel seçimlerine o dönem de ANAP aynı misyonu
yüklemişti.
Proleter hareket, 1989 yerel seçimlerini değerlendirdiği bir
makalede şöyle demiş: “26 Mart’ta yapılacak olan Belediye Başkanlığı, Belediye
Meclis Üyesi ve Muhtarlık seçimleri için hakim sınıf partileri arasında hummalı
bir arayış başlamıştır. (…) Yapılacak olan bu yerel seçimler, daha şimdiden
kendi ‘yerel’ niteliğini çoktan aşmış, ülke siyasal yaşamının geleceği için
karar mekanizması olabilecek ‘genel seçim’ görünümüne bürünmüştür. Çünkü,
içinde bulunduğumuz objektif koşullar bu seçimlere, ülkedeki siyasal güçler
dengesini derinden etkileyecek, yeni siyasal şekillenmenin üzerinde tesir icra
edebilecek bir tarihi misyon yüklemiştir. (…) Yani Özal hükümeti için bir güven
oylaması niteliği taşıyacağı gerçeğidir.” (Yeni Demokrasi, Şubat 1989, özel
sayı, s. 1)
Bu öngörü ile yerel seçimlerde bir taraf olan proleter
hareketin tespitleri seçim sonunda bir bir ortaya çıkmış ve seçimle halk ANAP’a
“buraya kadar” demiştir.
Yerel seçimler, kendi koşulları içinde değerlendirilmiş ve
görüşlerimiz şöyle dile getirilmişti: “Devrim, yerel seçimlere, merkezi
parlamento seçimlerinden daha cesur yanaşır. Bizim gibi ülkelerde, onun her
karış toprak üzerinde etkinlik kurma, alanları parça parça kurtarma gibi bir
onulmaz derdi vardır. Muhtarları, belediye başkanlarını, bu başkanların
dayandığı, içinde yer aldığı organları ele geçirme gibi bir sorunumuz vardır. …
Parlamento seçimlerinde olduğu gibi, yerel seçimlerde de,
devrimin zamana ve şartlara göre uygulayabileceği üç temel taktik vardır:
Boykot, katılma, ne boykot ne katılma, yani ara durum. Devrimin yerel seçimlere
katılması durumunda, çeşitli bölgelerde devrim, değişik taktikler uygulama
durumunda kalabilir. Etkin olduğu bölgelerde, adaylarını tayin ederek seçimlere
doğrudan katılır. Ve bu durumda müttefiklerinin kendisini desteklemelerini
sağlamaya çalışır. Ya da bağımsız bir demokrat adayı, müttefikleriyle birlikte
destekler.” (age, s. 2)
26 Mart 1989 yerel seçimlerinin Mart 2019 yerel seçimleriyle
olan bir diğer benzerliği de, AKP’nin başı R.T.Erdoğan’ın her seçim döneminde
devrimci ve yurtseverleri hedef göstermesidir. AKP, yerel seçimleri kazanmak
için HDP’yi hedefine koyarak “Bunlar bölücü, bunlar PKK’lı” gibi ucube sözlerle
halkı korkutarak yerel seçimleri almak istemesidir.
1989 yerel seçimlerinde ANAP başta olmak üzere tüm burjuva
partiler aynı ağızdan konuşarak devrimcilere saldırmayı ihmal etmemişler. Proleter hareket bu durumu o zaman şöyle
tahlil etmiştir: “Bugün seçimler yaklaşırken, şehir ve kırdaki faal silahlı
susturmak, düzene yönelik silahlı eleştiriyi boğmak, mensuplarını en ağır
şekilde cezalandırmak için, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde ve Ankara, İzmir gibi
büyük sanayi merkezlerinde karşı-devrim yoğun bir kuşatma ve bastırma
harekatına girişmiştir. Faşizm ‘Şubat ayı terör ayı’, ‘Terörün ayak sesleri’,
‘Terör tırmanıyor’ yaygarasıyla bir dizi provokasyon yaratıp, silahlı güçler
şahsında halka topyekun saldırarak kitlelerdeki ‘sol’ eğilimleri yok etmek
istemektedir. Son olarak DEV-SOL, TKP/ML, PKK’ya karşı operasyon düzenleyip
yüzlerce insan gözaltına alınmıştır.” (age, s. 11)
26 Mart 1989 yerel seçimlerine ilişkin proleter hareket şu
tavrı ortaya koymuş: “Devrimci proletarya 26 Mart seçimlerinde devrimci
kitlelerin proleter devrimci demokrat blok, alternatifine destek vermeye,
egemen sınıfların bloğuna ‘dirsek’ çevirmeyi planlamaktadır. Egemen sınıf
bloğunu mahkum edilmesi, proleter devrimci demokrat blok hareketinin seçimlerde
güçlü siyasal kazanımlarla çıkmasının büyük bir önemi söz konusudur.
Nedir, proleter devrimci, devrimci demokrat blok hareketi
inşa ederek seçimlere katılma siyaseti? Bu siyaset Tunceli’nin bir dağ köyünde
ya da İstanbul’un varoşlarında ne anlama gelmektedir? Bu siyaset, bu yerde
bağımsız proleter devrimci, devrimci-demokrat blok hareketini inşa et! Yerel
idare için aday göster! Derhal bağımsız devrimci siyasal ajitasyon faaliyetine
başla! Anlamına gelmektedir. Demek ki, Marksist-Leninistlerin önerileri 26 Mart
seçimleri için hakim sınıf partilerine dirsek çevirmeyi ve devrimci demokrat
güçlerin desteklenmesini kapsamaktadır.” (age, s. 9-10-11)
Proleter hareket, seçim ittifakı içinde bazı belirlemeler
yaparak öz olarak şunları belirtmiştir: “Devrimci proletaryanın, devrimci
demokratik güçlerle oluşturacağı birliklerde, tarafların uyması gereken program
üzerinde de kısaca durmakta fayda vardır. Bu programda, sınıfımızın dünya
görüşüne uyumluluk içinde olmalı ve genel çizgisi oldukça net olmalıdır.
Devrimci proletarya yerel seçim kürsülerini halk demokrasisi ve bağımsızlık
mücadelesinin desteklendiği kürsü haline getirmek, mevcut sistemi teşhir etmek
ve kitle muhalefetini yükseltmeye çalışmak, idare organlarını devrimin yararına
kullanmak, bu organları devrime destek mevzileri haline getirmek sınırlarını
zorlamak şeklinde bir genel çizgi belirlemelidir.” (age, s. 13)
27 Mart 1994 Yerel Seçimleri: Devrimci Demokrat Adaylardan
Boykotun Adayına!
1994 yılı Türkiye’nin en karanlık yıllarındandır. 1990
yılında başlayan köy yakmalar, sürgün, katliam ve tutuklamalar 1994 yılında da
devam etmiştir. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş’in tam bir mutabakat
içinde DYP ve SHP’yle birlikte T.Kürdistanı’nda görülmemiş bir devlet terörü
estirildiği şartlarda Türkiye yerel seçimlere gidiyordu.
Proleter hareket, ülkenin içinde bulunduğu durumu öz olarak
şöyle izah ediyordu: “Bir emriyle orduyu harekete geçirebileceği, istediği
gibi, davranabileceği, yanılsamasıyla kendisini dev aynasında gören Doğan
Güreş, arada bir parlamalarıyla topluma ‘Sus’ komutu vermektedir. (…) Doğan
Güreş ve oğlu Serdar’ın aynı günlerde halka tehditler yağdırmaları da
gösteriyor ki, faşist devletin içindeki konumlarını her şeyin başı olarak
görüyorlar.(…) Egemen sınıfların eskisi gibi yönetemez durumda olduğu açıkça görülüyor.
Sık sık taktiklerin değiştirilmesi, ekonomik ve politik
kriz, birbirini yadsıyan kararların peş peşe alınması bu gerçeğin
göstergesidir. Son olarak gündeme getirilen ve sıkıyönetimi engelleyen yasa
olarak kabul edilen yasanın akibeti belirsiz olmuştur. Terörle mücadele yasası
askıdadır. Vergi yasası toplumun birçok kesiminden tepki almaktadır. Kör topal
meclisten geçmiştir. Başbakana yazdığı mektupla Vehbi Koç bile endişelerini
getirmiştir.
İller yasası da belirsizlik içindedir. Bir anda güncelleşen
hemen hallolacakmış gibi gündeme getirilen çalışmalar aynı süratle raflara
kaldırılıyor. İstatistikler, 1994 yılının egemenler sınıflar için fazla da umut
vaad etmediğini ifade etmektedir. Egemen sınıfların bir kısmı Çiller’i de
eleştirmeye, eleştiri dozunu yükseltmeye başlamıştır. (…) Olağanüstü Hal, Çekiç
Güç vb. konular alabildiğince gözlerden gizlenerek tekrar tekrar
uzatılıyor. (…) Egemen sınıflar ve temsilcileri
bu yolda ilerlerken karşılarına barikat ören güçler bugün her zamankinden daha
güçlü şekilde çıkmaktadırlar.” (Ocak 1994, s. 19)
Bu belirlemeyi yapan proleter hareket, düzenin her daim
bekçiliğine soyunan MHP’nin 1994 yıllarında da Kürtlere ve devrimcilere karşı
silahlandırıldıklarını tespit etmiş. Proleter hareket bu gözlemini şöyle dile
getirmiştir: “Eğitim atışlarında bile hedef tahtasına sivil giyinmiş insan
resimleri asarak eğitilen MHP’li faşistlerden, lümpen ve serserilerden
oluşturulan gruplar yeni bir resmi cinayet şebekesinden başka bir şey
olmayacaktır.” (Ocak ÖG, 1994, s. 19)
27 Mart 1994 yılı yerel seçimlerinde proleter hareket
seçimin gündeme gelip tartışıldığı süreçte seçimlere ilişkin tavrını şöyle
açıklıyordu: “Olanak ve güçlerin olduğu alanlarda bağımsız adaylarla seçime
katılmak, bu çalışmada diğer devrimci anlayışlarla ittifaklara girmek, bu
faaliyetleri esnasında devrim ve siyasal anlayışlarımızın propagandasını,
faşizmin teşhirini yapmak önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. (…)
Altını çizerek belirtmek gerekiyor: 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde düzen partilerine
ve adaylarına tek bir oy bile vermeye hayır! Oyumuz devrimci-demokrat
adaylara!” (Şubat 1994, ÖG, s. 22)
Proleter hareket yerel seçimlere ilişkin tavrını başta böyle
açıklamakla birlikte Mart 1994’te, şartların değişimi, DEP’lilerin tutuklanması
ve dizginsiz bir devlet terörünün başlamasıyla beraber, seçim tavrını gözden
geçirerek boykot kararı aldı. Bu kararını açıkladığı yazıda, kararı şöyle
gerekçelendiriyordu: “27 Mart yerel seçimlerinin girmesi üzerine ‘Düzen
partilerine hayır, oylarımız bağımsız sosyalist adaylara!’ şeklinde tavır
belirleyen komünistler gelinen aşamada tavır değişikliği yapma gereği görmüşlerdir.”
(Mart 1994, ÖG, sayı: 24, s. 3)
Bu kararı almada ulusal hareketin seçime yüklediği misyon ve
devletin Kürtlere ve onların örgütlenmelerine karşı gösterdiği tavır etkili
oldu. Proleter hareket bu durumu şöyle izah ediyordu: “Daha başında seçimler
Türkiye Kürdistan’ında bir referandum anlayışını gündeme getirmiştir. PKK’nın
ve DEP’in bu yönlü yaklaşımına karşı faşist TC de karşı taraftan yanıt
vermiştir.(…) Yapılacak seçimde DEP’lileri ya da destekleyecekleri adayların
alacağı oyların Kürt varlığını, ulusal haklarını ve kendilerinden yana olduğunu
göstereceğini, böylece de uluslararası alanda TC’yi sıkıştıracaklarını ve kendilerinin meşru bir güç olarak kabul
edilip barışa zorlayacaklarını düşünmüşlerdir. Ancak, ‘demokratik seçim’ ortamı
beklenmesi hayaldir. TC’nin halihazırdaki vahşetle ezme yok etme politikası
henüz değişmemişti.
Tam tersine ilkbahara kadar en acımasız saldırılarını
yoğunlaştıracakları biliniyordu. (…) Hele bir de seçimlerin referandum anlamına
geleceğini gören TC, saldırganlığını iyice artırmıştır. (…) Köy boşaltmaları,
seçmen yazımında hileler (…) DEP’lilerin % 90’dan fazla oy aldıkları yerlerde
şimdi aday çıkartamaz hale getirilmeleri tamamen bu vahşet politikasının bir
ürünüdür’ tespiti ile birlikte topluma şu mesajla boykot çağrısı yapılmış. ’27
Mart yerel seçimlerine adım adım yaklaşıldığı şu süreçte tavırsızlık ya da
egemen sınıfların oyununa alet olmaktan bir anlam taşımayacak olan seçimlere şu
ya da alanda ve düzeyde katılma anlayışı son bulmak zorundadır.
Demokrasi aldatmacasına bir yumruk da sen vur! Anlayışıyla
bütün halk kesimleri aynı paralelde harekete geçirilmelidir. Gösterilen adaylar
pasif bir şekilde seçimden çekilmek yerine ‘boykotun adayı’ olarak üzerine
düşen işlevi yerine getirmelidir.” (Mart, 1994, ÖG, sayı: 24, s. 3)
27 Mart 1994 yerel seçimlerinin en önemli sonuçlarından biri
de RP’nin (Refah Partisi) seçimden beklenenin de üstünde belediye
başkanlıklarını kazanması olmuştur. 20 Ekim 1991, erken genel seçimlerinde
beklentinin de üstünde milletvekili kazanan RP, İslami kesim için yeniden bir
“kurtarıcı” pozisyonuna geldi. 1994 yerel seçimlerinde Türkiye genelinde faşist
ve gerici partiler toplamda, belediyelerin önemli bir bölümünü ele
geçirdiler. 27 Mart 1994 yerel
seçimlerinde yükselişe geçen bir diğer faşist parti olan MHP’nin de oylarını
artırması dikkat çeken bir diğer gelişme oldu. MHP’nin, 12 Eylül sonrasında
yeniden örgütlendiğinde, ırkçı söylemlerini “Türk-İslam” çizgisiyle yeniden
sentezlemesi oy oranlarını artırmada bir kaldıraç görevi gördü.
27 Mart 1994 yerel seçimlerinin öne çıkardığı bir diğer isim
de RP’nin adayı R.T.Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını
kazanması oldu. 1994 yerel seçimlerinde DYP ve SHP koalisyon hükümetinin
uğradığı hezimet, seçimin bir diğer sonucu olarak tarihe yazıldı.
Rüşvet ve yolsuzluk Türkiye gündeminden hiçbir zaman
düşmemiştir. 1994 yılında kazandığı belediyelerde ilk icraatı işçileri işten
atmak olan RP’nin, belediyelerde “Klorlu su abdest bozar” diyerek, başta
Ankara, İstanbul olmak üzere birçok insanın koleradan ölmesine sebep vermesi
uzun süre tartışılan seçim sonuçlarından biri oldu.
Rüşveti bir politika haline getiren RP’nin (bugün de AKP)
1994 yılında ardarda patlayan yolsuzlukları akılda kalan bir diğer olay olarak
tarihteki yerini aldı. Önce kaçak villalarla gündeme gelen RP’nin en büyük
yolsuzluğu “Almanya Milli Görüş Teşkilatı” (AMGT) aracılığıyla
Bosna-Hersek’teki, kendi deyimleriyle “Müslüman din kardeşlerinin yararına
toplanan bağışların Refah’ın seçim çalışmalarına aktarılması” oldu. (Kasım
1994, sayı 38)
1999 yılında yapılan yerel seçimlerin önemli bir yönü de, bu
seçimi genel seçimle birleştirterek 18 Nisan 1999 tarihinde yapılması olmuştur.
1998 yılında ANASOL-D olarak iş başına gelen Mesut Yılmaz önderliğindeki
hükümeti, dışarıdan destekleyen CHP’nin o dönemdeki Genel Başkanı Deniz Baykal
arasında varılan mutabakatla, Aralık 2000 yılında yapılması gereken genel
seçim, yerel seçimle birleştirerek 18 Nisan 1999’da yapılmasına karar verdi.
Seçim kararlarının alınmasından sonra patlak veren Türkbank
Skandalı’yla, ANASOL-D hükümeti düşmüş ve yerine 18 Nisan’a kadar Bülent
Ecevit’in DSP’si göreve getirilmişti. Seçim sonrasında DSP, MHP ve ANAP ortak
koalisyon hükümeti kuruldu. 1999 yılının en büyük politik olaylarından biri de
Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümet döneminde Abdullah Öcalan’ın Şubat
1999’da Kenya’dan Türkiye’ye getirilmesi oldu. Proleter hareket bu komploya
ilişkin yaptığı değerlendirmede şunların altını çizmiştir: “Faşist TC’nin
‘cumhuriyet tarihinin en büyük zaferi’ olarak değerlendirdiği bu ‘zafer’, nasıl
kazanılmıştır? Fazla bir zaman geçmeden açığa çıkan bir durumdur. ABD
emperyalizmi İsrail ile birlikte Kenya devletini ve Yunanistan’daki bazı
çevreleri satın alarak yaptığı bir saldırıyla PKK Genel Başkanı A. Öcalan’ı
tutsak etmiş ve TC’ye teslim etmiştir. (…) Hiçbir emperyalistin dünya
haklarının ve özellikle Kürt ulusunun dostu olmadığı, aksine tarihte olduğu
gibi bugün de en büyük düşman oldukları bir kez daha görülmektedir.” (Mart
1999, ÖG sayı: 139, s. 3)
Operasyona sınıfsal pencereden bakılarak yapılan bu
değerlendirme, bugün açısından da önemli bir yerde durmaktadır. Abdullah
Öcalan’ın kaçırılıp Türkiye’ye getirmesinden sonra Nisan’da yapılacak olan
seçimde Ecevit’in kazanmasına kesin gözüyle bakıldı.
Proleter hareket, yerel seçimlerle yaptığı değerlendirmede
şunların altını çizmiştir: “Kuşkusuz ki sınıflı toplumlarda hakim ideoloji ve
siyasetin damgasını taşıyan üstten alta doğru oluşturulan kurum ve kuruluşlarla
sistemin devamı sağlanmaya çalışılır. Bu kurum ve kuruluşlar, egemen sınıfın
ekonomik, siyasal, askeri varlığının devamına, sürekliliğine hizmet eder. Bu
anlamda yerel, yerel yönetimler (belediyeler) de egemen sınıfın halk
kitlelerini yönetmenin bir aracı ve kendi devlet mekanizmasının birer parçalarıdır.”
(Mart 1999, ÖG, sayı: 139, s. 21)
Devamında şunların altı çizilmiş: “Egemen sınıfların siyasi
temsilcileri partiler gerek merkezi yönetimlerde, gerekse yerel yönetimlerde
iflasın eşiğine gelmiş ve yönetememe krizi yaşamaktadır. Hiçbir siyasal,
ekonomik ve demokratik soruna açılım sunamamaktadır ve halkın nezdinde teşhir
olmuşlardır. Halka hizmet yerine sefalet getirmişlerdir. Emperyalizme bağımlı
ülkede krizin, her geçen gün, emperyalizmin krizine bağlı olarak derinleşmesi
kaçınılmazdır.” (Mart 1999, ÖG sayı: 139, s. 21)
Proleter hareket seçim vesilesiyle Demokratik Halk İktidarı
döneminde yerinden yönetim sorununa nasıl baktığını da şöyle açıklamış:
“Demokratik Halk İktidarı ve sosyalist toplumda ise, yerel yönetimler tamamen
özerktir. Bugünkü yönetimin tersine merkezi iradenin yönetiminde değildir. DHİ
ve sosyalist iktidarlarda yerel yönetimler halkın yönetime katıldığı,
denetlediği, kolektif çalışmaların olduğu yönetimlerdir. Halk yöneticisini
nasıl ki, özgür bağımsız iradesiyle seçiyorsa yeni özgür bağımsız iradesiyle yönetimden
alabilir. Halk seçme, görevden alma yetkisine sahiptir. (…) Demokratik Halk
İktidarı ve Halk Demokrasisi ancak en alttan (sokak, mahalle) en üste, merkezi
iktidarın en tepesine kadar tüm yönetim süreçlerine, yönetim organlarına,
halkın direk katılımı, söz-yetki-karar sahibi olmasıyla tesis edilebilir.”
(Mart 1999, ÖG sayı: 139, s. 21)
Proleter hareket yerel seçim vesilesiyle nasıl bir yerel
yönetim tasavvur ettiğini de belli başlıklarla şöyle özetlemiştir:
“Demokratik-Halkçı belediyelere ilişkin anlayışımızı Demokratik Halkçı Yerel
Yönetimler olarak da formüle edebilir ve yukarıda perspektif doğrultusunda
somut plan ve hedeflere dönüştürebiliriz.” (Mart 1999, ÖG sayı: 139, s. 21)
Ardından belirlenecek adaylarda aranacak kıstaslar da şöyle
vurgulanmıştır: “Demokratik Halkçı Belediyecilik anlayışını uygulamak için
adaylarımızın anti-faşist, anti-emperyalist unsurlar olması, tutarlı demokrat
kişiliği asgari ölçü olmalıdır.” (age)
Halkın temel sorunları olarak çözülmesi gereken sorunlar da
başlıklar olarak şöyle belirlenmiş:
“A) Trafik-ulaşım sorunu
B) Konut sorunu
C) Temiz ve yeşil çevre, sağlıklı kentleşme
D) Alt yapısız tek sokak kalmamalı
E) Herkese eğitim, herkese sağlık
F) Kültür zenginliğinin ve sanatın gelişimi için olanak
G) Spor faaliyetlerinin özendirilmesi
H) Üretimin artırılması ve tüketicinin korunması
I) Her semt kreş ve çocuk yuvaları
İ) Gençlik ve kadın komisyonlarının oluşturulması.” (Mart
1999, ÖG sayı: 139, s. 21)
Yerel yönetim anlayışının bir parçası olan muhtarlık
seçimleri için de şu perspektif sunulmuş: “Aynı perspektifin daha daraltılmış
hedef ve taleplerle muhtarlık seçimlerini ele almalı ve Demokratik Halkçı yerel
yönetimler anlayışının bir parçası haline getirmelidir.”
Katılım kararı alınan yerel seçim çalışmalarının nasıl bir
perspektifle ele alınacağı ise şöyle belirlenmiş: “Yerel seçimler süresince
yaratıcı, sağlıklı, üretken çalışma tarzı işlenmelidir. Çalışmaları insanlarla
birebir ve doğrudan kuracak/kurulacak ilişkiler üzerinden sürdürülmelidir.
İnsanlarla karşılıklı konuşma, tartışma ortamları doğrudan kurulacak ilişkiyle
yaratılmalı. Halkın direk seçimlere katılımı, tartışma, birlikte çözümler
üretme, doğru yolu göstermek için tercih edilmeli. (…) Yerel seçimler sürecini
ve yerel yönetimleri; DHD mücadelesinin geliştirilmesi, için; halkın
bilinçlendirilmesi, örgütlenmesi ve savaştırılması için; mevcut faşist gerici
yerel yönetimlerin anlayışını teşhir için; Demokratik, Halkçı Yerel yönetim
perspektifiyle harekete geçelim.” (Mart 1999, ÖG sayı: 139, s. 21)
18 Nisan 1999 yerel seçim sonuçlarından MHP 21 ilde, Fazilet
Partisi 16 ilde, ANAP 13 ilde, CHP 11 ilde, DSP 9 ilde, HADEP 7 ilde, DYP 3
ilde seçimleri kazanmış. Bu seçim sonuçlarının en çarpıcı olanlarından biri de
HADEP’in Mersin’de kazandığı belediye seçiminin hileyle DSP’ye verilmesi
olmuştur.
28 Mart 2004 Yerel
Seçimleri: Demokratik Güç Birliği ve Halkın Çıkarını Savunmak!
KP’ler ne olursa olsun kendilerini gelişmelerden
soyutlayamazlar. Sınıf mücadelesi uzun soluklu bir maraton gibidir. Sınıfın
öncüsü, kitlelerle her zaman iletişim içinde olmalıdır. Bu aynı zamanda
kitlelerin örgütlenmesinin ilk basamağını oluşturur. Aslolan iktidarı almaktır.
O aşamaya gelmeden önceki faaliyetlerimizin tümü bir güç
toplamaya ve halk savaşına hizmet eder. Düzen içinde bazı reformlar için
mücadele, sendika ve diğer demokratik kitle örgütlerinde çalışma, örgütlenme,
seçimlere katılıp katılmama, kitle hareketlerine katılma bunların toplamı
mutlaka sınıf mücadelesine hizmet eden, ona katkı sunan bir nitelikte
olmalıdır. Sadece reform için mücadele KP’nin işi olamaz. Keza sadece seçimlere
katılıp katılmama sınıf mücadelesi açısından belirleyici değildir.
Bu anlattıklarımızın bir parçasını oluşturan yerel seçimler
de böyledir. Yerel seçimlere de katılıp kalmama, tamamen o sürecin konjonktürel
gelişimiyle ilintilidir. Yerel seçimlere katılıp katılmama tıpkı genel
seçimlerde olduğu gibi bir ilke meselesi değildir. KP, her gelişmede olduğu
gibi yerel seçimlere de bu çerçevede bakar ve katılıp katılmamayı o günün
şartlarını değerlendirerek karar verir.
Mart 2004 yerel seçimlerini de bu bakış açısıyla ele almış
ve tavır buna göre belirlenmiştir. Ülkenin o günkü politik atmosferinde en öne
çıkan gelişme, AKP’nin 2002 seçimlerini tek başına kazanması olmuştur. AKP’nin,
2002 yılında erken genel seçimi kazanmasıyla birlikte, estirdiği sahte
“demokrasi” oyunu birçok kesimi etkilemiş, bir “iyimserlik” havası oluşmasına
neden olmuştur.
O günkü politik atmosfer içinde AKP’ye karşı, başını Murat
Karayalçın’ın çektiği SHP etrafında oluşturulan “Demokratik Güç Birliği” ile
içinde Kürtlerin de olduğu blok, yerel DGB üzerinden yerel seçimlere
katılmıştır.
Mart 2004 yerel seçimlerine ilişkin, Yeni Demokrasi Yolunda
İşçi Köylü Gazetesi, Şubat 2004, sayı 4’te şu değerlendirme yapılmış:
“Sahtesinden, milliyetçisine, farklı renklerini temsil eden
asıllılarına kadar reformist ağırlıklı bir koalisyonun, yerel seçimler
vesilesiyle ilan ettikleri merkezi ittifak antlaşması,
kendilerinin-niteleyişine uygun olarak ‘tarihi’ mi değerlendirilmelidir? … Yine
buradan yola çıkarak, bu gelişmenin, hem önümüzdeki yerel seçimlerde
izleyeceğimiz politikayı hem de devamındaki süreç açısından, gerek ciddi bir
bölümü halk saflarında olan bu güçlerle olan ilişkilerimizi gerekse de bir
bütün olarak sınıf mücadelesini ne oranda etkileyebileceğini değerlendirmek
zorundayız. Bu değerlendirmemizin en önemli yanlarından birini de bu
‘ittifakın’ sadece yerel seçimlerle sınırlı tutulmak istenmemesi ve onun da
ötesinde uzun vadeli bir ‘ittifak’ olarak görülmesi olmuştur. Zira bu ittifak
sahipleri, ortak açıklamalarında oluşturdukları güçbirliğinin yerel seçimlerle
sınırlı olmadığını, merkezi iktidarı hedeflediğini söylemektedirler.”
Bu ittifakın oluşumunda yer alan güçler kimlerdir, bunu da
doğrudan değerlendirme tavrımızdan aktaralım: “SHP, sosyal demokrat oy
pazarında CHP ile süren davasının peşinde, birilerini, özellikle oy potansiyeli
olan DEHAP’ı tavlamakla meşguldü. Başka türlü düzlüğe çıkma şansı yoktu ve
olamazdı. Yanına diğer kesimden ekleyebileceği kadar ekledikleri kar kalacaktı.
Usulen CHP, DSP diğerleri ve YTP ile ilk baştaki pazarlıklar sonuç vermeyince
bu yola sapmıştı. (….) EMEP’e gelince onlar bütün süreçlerin en tecelli
oportünisti olma unvanını yine kimseye bırakmadılar. Daha 15 Ocak tarihli GYK
imzalı, çatı partisi konulu, SHP’yi hedefleyen basın açıklamalarının mürekkebi
kurumadan SHP’nin koltuğunun altında ‘iktidar’ yürüyüşü başlattılar. (….)
SHP’nin dostu ÖDP ve onunla beraber bu ittifakı ‘tarihi’ olarak nitelemesi ‘en
anlamlı’ olan SDP için ise böylesi birlikteliklerden başka bir ‘varlık’ koşulu
zaten yoktu.”
Kürtler cephesinden bu ittifak verilen önem ise şöyle dile
getirilmiştir: “28 Mart seçimleri, Türkiye için mutlaka yeni bir başlangıç
olmalıdır. Yeni bir umut ve alternatif ortaya çıkartmalıdır. Aksi halde Türkiye
her geçen yılda on yıl kaybetmiş olacaktır. Bu nedenle demokrasi güçlerine
tarihi bir sorunluluk düşüyor. Demokratik bir programla geniş bir ittifak
gerçekleşmezse, demokratik ve sol güçler Türkü ve Kürdüyle Türkiye halkına
karşı en büyük suçu işlemiş olur.” (Cemil Bayık, Röportaj, Özgür Gündem, 25.10.2004)
Mart 2004 yerel seçimlerine ilişkin tavır ise şöyle
açıklanmış: “Bütün bunlar, bizim daha önce açıklamış olduğumuz seçim
taktiğimizde değişiklik yapmamızı gerektirecek taktikler değildir. Merkezi bir
oluşumun ardından, ülke çapında daha fazla sayıda karşımıza çıkacak DGB
adaylarına karşı tavrımız, öncelikle, SHP listesinden gösterilip
gösterilmemeleri ile bir ayrışım gösterecektir. Hatırlanacağı gibi dün
partilerinin hiçbir adayına kişisel özelliklerine bakılmaksızın oy
verilmeyeceğini prensip olarak ilk elden vurgulamıştık. Örgütlü olduğumuz bir
alanda, DGB adayı olup da SHP dışında bir partinin listesinden gösterilen ve
bizim kıstaslarımıza uygun bir aday söz konusu ise o durumda, ilk açıklamamızda
belirtilen destek verebileceğimizi bir kez daha tekrarlamak istiyoruz.
Reformist partilerin kimi beldelerdeki, kriterlerimize uygun adaylarını, genel
merkezlerinin SHP ile kurdukları ittifaka kurban etme tavrına girmeyeceğiz.”
Peki, Mart 2004 yerel seçimleri nasıl sonuçlandı? Yerel
seçim sonuçları şöyle değerlendirilmiş: “…Sandığa gitmemeyi rakamlarla ifade
etmek gerekirse; Türkiye halkının büyük bir çoğunluğu kayıtlı seçmenin yaklaşık
10 milyonu kendisine sunulan bu ‘demokrasi’ oyununa çeşitli nedenlerle
katılmamayı tercih etti. Seçime katılım il genel meclisinde yüzde 76.14 olarak
gerçekleşirken, belediye başkanlığında yüzde 70’lerde kaldı. 28 Mart’ta 10
milyon 394 bin 929 bin seçmen sandığa gitmedi. Bir milyonun üzerinde oy ise
geçersiz sayıldı.”
Demokratik Güç Birliği’nin yerel seçim sonuçları ise şöyle
değerlendirilmiş:
”28 Mart yerel seçimleri sonucunda en çok tartışılan ve
burjuva feodal sınıfların temsilcilerinin bayram ettiği noktalardan biri de
Demokratik Güç Birliği’nin aldığı seçim sonucuydu. Özellikle Demokratik Güç
Birliği’nin en önemli birleşeni DEHAP’ın T. Kürdistanı’nda aldığı oy ve
kaybettiği belediyeler, bu kesimlerin adeta bayram yapmalarına vesile oldu.
(….) T. Kürdistanı’nda önemli sayılabilecek belediyelerin AKP’ye kaptırılması
(…) zafer naralarıyla değerlendirmeler yapmalarını da beraberinde getirdi. (….)
Hiç kuşkusuz ki, Demokratik Güç Birliği’nin 3 Kasım seçimlerine nazaran daha az
oy almasının nedenleri bulunmaktadır. Ancak bunu bir bütün olarak AKP’nin
başarısına ya da rüzgarına bağlamak yanlış olacaktır.” (Partizan, sayı: 53, s.
30)
29 Mart 2009 Yerel
Seçimleri: AKP-Cemaat İşbirliği!
2009 belediye seçimlerinde ülke gündemini işgal eden en
önemli politik olaylarından biri Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı
Perez’e karşı “van-munit” ile yaptığı “çıkış”tı. Erdoğan bu çıkışla “Filistin’e
sahip çıkma” adına, bu olayı iç politikaya çekerek kullanmıştır.
Proleter hareket bu gelişmeyi değerlendirdiği yazısında
şunlara vurgu yapmıştır: “Emperyalistlerin özellikle Ortadoğu politikalarında
yeni görevler biçtiği TC’nin Başbakanı R.T. Erdoğan, Davos’ta Şimon Perez’e
yönelik bildiğimiz üslubuyla ‘Siz katletmeyi iyi bilirsiniz’, ‘Sesinizin yüksek
çıkması suçluluk psikolojisindendir’ vb. söylemleriyle ‘kahraman’ muamelesi
görmüştür.” (Şubat-Mart 2009, sayı: 35) Erdoğan bu çıkışıyla adeta “Ortadoğu’da
İslam aleminin tek lideri” olduğunu dile getirmiş ve iç politikaya da
taşıyarak, egemenliği için bir kaldıraç olarak kullanmıştır.
Ülke içindeki bir diğer önemli gelişme de Ergenekon davası
olmuştur. AKP, bu olayı, devlet içindeki “kontrgerillaya karşı” bir
operasyonmuş gibi yansıtmış ve devlet içindeki köşe taşlarını ele geçirmeyle
bütünleştirerek bugünlere gelinmiştir.
Proleter hareket, Ergenekon operasyonuyla ilgili yaptığı
değerlendirmede “Ergenekon ile ilgili kafa karışıklığı, çarpıtma ve
spekülasyonlar olanca hızıyla sürmektedir. Sorun, hatırı sayılı oranda, buna
demokrat, yurtsever, ilerici kesimlerin ‘boş’ beklentiler ya da taktik
girişimler ile çanak tutmasından beslenmektedir.” (Şubat-Mart 2009, sayı: 35)
Bu tespit, Ergenekon davasının sonradan neye büründüğünün görülmesi bakımından
önemli bir yerde durmaktadır.
2009 yerel seçimlerinde hatırlanması gereken bir diğer
politik mesele de AKP’nin ikinci defa tek başına genel seçimleri kazanarak
toplumun önemli bir bölümünü arkasına alması olmuştur.
Proleter hareket, dönemin ülke içindeki bu politik
atmosferini şöyle değerlendirmiştir: “Egemen sınıf klikleri arasında süren iç
iktidar mücadelesi, derinleşen ekonomik kriz, yaklaşan yerel seçimlerle
birlikte giderek daha da kızışmaya başladı. Yerel seçimler süreci, geniş halk
yığınlarının siyasete karşı ilgisinin daha da arttığı bir dönemlerdir.
Dolaysıyla gerçeklerin görülmesi bakımından bu çatışmalı dönemlerin yaratacağı
bazı olumlu etkileri görmemiz gerekir. Elbette ki, egemen sınıf sözcüleri böylesi
dönemlerde “özgürlük”, “sosyal devlet” söylemleriyle kitlelerin bilinçlerini
karartma, yaşatmış oldukları sefalet tablosundan yaralanma, yeni hırsızlık ve
yolsuzluklar için kitleleri aldatma yarışına girerler.” (Şubat-Mart 2009, sayı:
35)
Proleter hareket, bu seçim dönemi için belirlediği
kampanyasını belli başlıklar altında şöyle özetlemiştir: ”1 Mayıs’a giden yolda
önemli birimler yaratmak için koşullar olgunlaşmaktadır. Emekçi sınıfların
bendini aşmak ve belli mücadele mevzilerini kazanmak için patlama yapmaya
ihtiyacı vardır. (….) Süreç önemli günlerle dolu. Mart ayından geçilerek
akacaktır. Bu konuda en kritik durağın Newroz olduğu unutulmamalıdır. Seçim
kampanyamız bu eksenden koparılmadan yürütülmek durumundadır.” (Şubat-Mart 2009,
sayı: 35)
2009 yerel seçimlerinde AKP’nin en önemli hedeflerinden biri
de Dersim’i kazanma üzerine yaptıkları hesaplardı. Proleter hareket AKP’nin
Dersim’e ilişkin yaptığı bu hesabın nasıl olduğunu şöyle değerlendirmiştir:
“Dersim’in Alevi inanışını da hesaba katarak AKP hükümetinin Türk-İslam sentezi
doğrultusunda ‘Alevi açılımı’ adı altında ‘Hızır Paşa’ saflarında Alevileri
mevcut düzene kendi saflarında yedeklenme gayretinde olduklarını görmekteyiz.
Diğer tarafından Kemalist kliği temsil eden ve CHP’de ete
kemiğe bürünen geleneksel ırkçı, faşist politikaların teşhir ederek kitlelerde
yaratılmak istenen bilgi kirliliğine izin vermemeliyiz.
Bizler Dersim’in devrimci ve ulusal mücadelenin önemli bir
mevziisi olmasından hareketle hakim sınıfların Dersim’de AKP ve CHP
gericiliğini devreye sokarak devrimci güçleri ve ulusal hareketi kitlelerden
kopararak tasfiye etme çabalarına geçit vermemeliyiz.” Ardından şunlara vurgu
yapılmış: “Doğru bir program etrafında devrimci demokrat yurtsever güçlerin
benim adayım senin adayın tartışmasına girmeden halkın siz yetki karar alma
sürecine etkin katılımını merkeze alan bir yaklaşımla süreci örgütlemeliyiz.” (16
Şubat 199, s. 34)
Bu değerlendirme ışığında son olarak; “Bizler bu kritik
sürecin ve koşulların özgüllüklerini göz önünde bulundurarak Dersim’de
devrimci, demokrat ve yurtseverle dayanışmayı bir sorumluluk olarak
değerlendiriyoruz. Ve bu nedenle Dersim’de DTP ile birlikteyiz” denilmiş.
(Şubat-Mart 1999, sayı: 35)
2014 Yerel Seçimleri
30 Mart 2014 yerel seçimleri öncesinde ülkede politik
tansiyon oldukça yüksekti. Gezi İsyanı
AKP’yi derinden sarsarken, kitlelerin büyük bir bölümünün AKP’ye yönelik öfkesi
Erdoğan ve şürekâsını oldukça tedirgin ediyordu. Keza, arka arkaya patlayan
rüşvet ve yolsuzlukları, halkın dikkatlerini bir kez daha AKP’ye çevirirken
diğer burjuva partileri de, patlak veren rüşvet ve yolsuzluklar üzerinden
AKP’yi köşeye sıkıştırma ve yerel seçimde, belediyelerin önemli bir bölümünü
ele geçirme hamlesi olarak kullandılar.
Coğrafyamızda Suriye iç savaşı Ortadoğu dengelerini alt üst
ederken Rojava devrimiyle Kürt halkının elde ettiği statü, AKP’yi derinden
sarmış ve Erdoğan, Rojava üzerinden alabildiğince milliyetçi ve ırkçı
söylemleri öne çıkartarak HDP üzerinden Kürtlere ve onların örgütlülüklerine
saldırdı.
Proleter hareket ülkedeki bu siyasal ortamı yerel seçimlere
ilişkin yaptığı değerlendirmede şöyle ifade ediyordu: ”Ülkenin siyasal gündemi
yerel seçimlere bağlandı. Egemen sınıflar her seçim öncesi olduğu gibi bu seçim
öncesinde de bildik yöntemlerle “rekabete” tutuştular. Bu rekabet sonucu bir
önceki seçimden bu seçime kadar ne tür düzenbazlıklar çevirdiklerinin, nasıl
rüşvetler aldıklarının, halkımızın alınterini emeğini kendi çevrelerine nasıl
babalarının malı gibi peşkeş çektiklerinin en azından bir kısmını (devede kulak
bile değil) delilleriyle, kanıtlarıyla görme fırsatımız oluyor.
Sistemin bütününün bu ruhla şekillendiğini bilsek de, bu
süreçte gözle görülür, kulakla duyulur, elle tutulur hale geliyor. Bu seçimde
iktidar kliğinin parçalanmasıyla birlikte benzer bir durum ortaya çıktı. Bu
defa devletin savcı ve polislerinin sıkı çalışmasıyla AKP’nin yediği
herzelerin, biriktirdiği dünyalıkların, rüşvetin, ihaleleri nasıl peşkeş
çektiğinin, ‘slam uleması’ndan fetvalar alarak gerçekleşen soygunların boyutunu
gördük.
Ki bu hamle, bu iktidar kliği içinde uzun süredir yaşanan
gerginliğin, biriken enerjinin dolu dizgin serbest kalmasını getirdi. Seçimlere
bu defa daha sert bir siyasal ortamda ve gerginlikler içinde girilmesine vesile
oldu. Eğer Tayyip’in ‘seçim boyunca daha çok hamle yapılacak, çok şeyler
olacak’ sözüne inanırsak, sürecin henüz bitmediğini söyleye biliriz. Yaptıkları
soygunun boyutunu ve karşı tarafın bunları zulasında beklettiğini bildiği için
böyle ön almaya çalıştığını düşünmemek için bir neden yok. Egemenler
cephesindeki bu kapışma devrimci, demokrat ve ilericilerin seçim çalışmalarına
güçlü bir zemin sunacaktır.
Teşhirin daha etkin yapılmasını sağlamasının yanında,
özellikle AKP-Gülen Cemaatini tek, homojen bir yapı olarak gören siyasal
algının paramparça olduğu bir siyasal atmosfer de oluşturdu. Yine yaşanan yeni
gelişmeler yeni ittifakların, her bir egemen klikte yeni siyasi söylemlerin
oluşmasına vesile oldu. Her kliğin yıllardır yaşama geçirdiği siyasi
propagandadan çark edip başka argümanlar ve dil tutturması kitlelerin duyarsız
kalamayacağı bir tutarsızlık dağı yarattı. Kitlelerin kararsızlığı, algıları egemenler
aleyhine olgunlaşıyor, gelişiyor! Bu siyasal atmosferin sonuçları ve
avantajları nelerdir?
1) Bu durum geniş kitlelerin düne kadar kararlı ve
istikrarlı bir şekilde saflaşmış ve bir siyasi anlayışa bağlanmış halini
parçalamıştır. Geniş kitlelerde hızla gelişen ve olgunlaşan bir sorgulama,
şüphe ve kararsızlık hali yaratmıştır. (…)
2) Yaşanan savaş hali AKP’nin Kemalist ulusalcılara yönelik
barış çubuğu uzatmasını getirmiştir. (…)
3) Benzer bir tutarsızlık ise CHP’de yaşanmaktadır. Yaşanan
savaş durumundan, yelkenlerini doldurarak çıkmayı ummaktadır. Yelkeni
dolduracak rüzgar olarak ise devlet ve toplum içinde azımsanmayacak bir
karşılığı olan, güç ve olanaklara sahip Gülen Cemaati olmaktadır. Savaşın
boyutu arttıkça CHP ve Gülen Cemaati arasında yakınlaşma daha belirgin hale
gelmektedir. Özellikle yerel ölçekte ittifaklarda kararlaşmış bir hal vardır.
(…)
4) Gezi İsyanı belli toplum kesimlerinde AKP’ye yönelik öfke
ve nefreti artırırken, belli kesimleri de bu partinin gerici söylemlerinin
etkisi altında, onun etrafında kenetledi. AKP karşıtlığı ve öfkesi ‘ne olursa
olsun bunlar gitsin. Yerine kim gelirse gelsin’ eğilimini baskın hale getirdi.
Bu durum kitlelerin gönülsüz bir şekilde de olsa CHP etrafında kenetlenmesi
eğilimine yol açtı. (….)
Devrimci demokrat, yurtsever cephede bu siyasal atmosferden
etkilenmiştir! Bu siyasal atmosfer kuşkusuz devrimci, demokrat, yurtsever
cephede de belli yeni sonuçlar doğurmuştur. Kürt Ulusal Hareketi’nin Gezi
İsyanı’nda ‘çözüm sürecinin’ selameti adına bu kalkışmaya yeterli ilgiyi
göstermemesi, son siyasal süreçte yine benzer kaygıyla AKP’nin söylemlerine
uyumlu ‘paralel devlet’, ‘darbe’, ‘çözüm süreci hedefleniyor’ gibi
yaklaşımlarla tutum geliştirmesi, aynı süreçte paralel devletin bir kolunun da
‘Ermeni, Rum, Yahudi lobileri’ olduğu tespitleri özellikle HDK/P cephesinde
güvensizlikleri besleyen, belli kararsızlıklara zemin sunan bir durum
yaratmıştır.” (Şubat 2014, s. 86, Özgür Gelecek)
Mart 2019 yerel seçimlerinde sırtını MHP’ye dayayan AKP,
2014 yerel seçimlerinde de sırtını HÜDA-PAR’a dayayarak T.Kürdistanı’nda Kürt
oylarını almanın peşine düştü. Proleter hareket, bu durumu yaptığı
değerlendirmede şöyle dile getirmiş: “Yaklaşan seçimlerle birlikte, ülke
gündemi iyiden iyiye hareketlenirken, egemenlerde kendi cephelerinden gündeme
müdahale etmeye, sistemlerine toplumu yedekleme kadına her yöntemi denemeye
devam ediyorlar. Yaklaşan seçimlerle birlikte, gündemde yoğun tartışmaların döneceği
ve bu temelde seçimlerin kızgın geçeceği alanların liste başını ise Türkiye
Kürdistanı tutuyor.
Rojava’da işleyen devrimsel sürecin Kürt ulusunda yarattığı
motivasyon da göz önüne alındığında, AKP’yi en çok zorlayacak ve bu anlamda
egemenlerin seçimlerdeki ana eksenlerinden temel bir tanesini oluşturacak olan
Türkiye Kürdistanı’dır. Seçimlerde TC açısından gelenekselleşen mesele, Kürtler
olunca AKP’sin den CHP’sine; MHP’sinden Cemaatine kadar tüm egemen sınıf
kliklerinin kardeşliği yine devreye girerken, çeşitli aktörlerle devlet Kürt
halkının karşısına dikiliyor. Kürt Ulusal Hareketinin kitleler içerisindeki
gücü, böylesi süreçlerde kitlelerin dinsel hassasiyetleri alet edilerek hedef
tahtasına oturtulmaya çalışılıyor.
AKP’nin son süreçte T.Kürdistanı üzerinden işlettiği bu
sürecin en güncel aktörlüğünü ise bugün HÜDA-PAR üstleniyor.” (Şubat 2014, s.
86, Özgür Gelecek)
Mart 2014 yılı yerel seçimlerinde proleter hareket
saflarındaki kadınlar seçim sürecine aktif bir şekilde müdahil olmuş ve kendi
cephelerinden seçime ilişkin yaklaşımlarını dile getirerek kadınlara önemli
mesajlar verdiler. Bu, proleter saflardaki kadın örgütlenmesinin somut bir
gerçeklik üzerinden sınıf mücadelesine karşı durdukları yer bakımından tarihi
bir anlam taşımıştır.
Bununla ilgili ÖG gazetesinde “Toplumsal cinsiyet eşitliği
mücadelesinde önemli bir eşik: Yerel Seçimler” başlığıyla 3 dizi halinde dile
getirilen bu görüşlerinde şunların altı çizilmiştir; “Ülkedeki yerel seçimler
süreci bizler açısından öğretici ve deneyim hanemize yazılacak bir süreç
olacaktır. Özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde kadının yerel
yönetimlerde yer almasının; erkek egemen sömürücü sistemin baskı altına aldığı
kadın potansiyelini/aklını/zengin fikirlerini açığa çıkaracak, kadının kendi
yaşamına dair söz sahibi olabileceği, iradesinin özgürleşeceği bir yerel
demokrasiyi inşa etme mücadelesine sağlayacağı katkı görmezden gelinemeyecek
boyuttadır. Sokağının, mahallesinin, köyünün, kentinin inşasında söz sahibi
olabilmesi ile yaşam alanlarının yüzü ezilenlerin yüzü olacak yani
kadınlaşacaktır.
Bu tartışmalar elbette belli yönleriyle soyut tartışmalar…
Esas olan bunu yaratacak mekanizmalardır. Yerel seçimler sürecinde devrimci,
demokrat ve yurtsever platformlarda tartışılan ‘eş başkanlık ve fermuar
sistemi’, ‘kota’ gibi uygulamalar bu söylediklerimizi hayata geçirebilecek
mekanizmalardır. Hele de bu mekanizmaların ‘zorunlu’ tutulması olmazsa
olmazdır. Bunların dışında kadın meclislerinin, toplumsal cinsiyet eşitliği
komisyonlarının oluşturulması ve bunun yerel yönetimlerde söz sahibi hale getirilmesi;
kadının özgürlük mücadelesine, sosyal-siyasal ekonomik yaşama katılımının ve
temsiliyetinin gelişmesine yol açacaktır.” (Şubat 2014, Sayı: 87)
Aynı yazı dizisinin bir bölümünde ise Türkiye’de kadınların
seçimlerde temsiliyetinin hangi düzeyde olduğunu somut rakamlarla ve yıllara
göre verilerek şunların altı çizilmiştir: “İlkine katılma, 26 Ekim 1933’te
köylerde muhtar olma, ihtiyar meclislerine seçilme ‘hakkı tanınan’ kadınların
milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934’te Anayasa ve Seçim
Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile ‘tanınmıştı’. ‘Tanınmıştı’
‘tanınmasına’ ama mesele burada bitmiyor elbette.
O tarihten bu yana yani 83 yılda yalnızca 81 kadın belediye
başkanı olabildi. Yalnızca 2009 yerel seçimlerinde toplam 2903 büyük şehir, il,
ilçe ve belde belediye bulunduğunu, bunlardan 2.877’sinin erkek, 26’sının kadın
olduğunu ve yine 83 yılda en az buna benzer, toplamda 55 kadının seçildiği 20
seçim yaşandığını söylersek cinsiyetçi dışlamanın yerel yönetimlerdeki
yansımasının vahameti ortaya çıkar herhalde. Ancak bahsi geçen 81 belediye
başkanı kadın arasında büyük şehir belediye başkanı yok!
Kadınlar 5 il merkezi (Aydın, Antakya, Mersin, Kocaeli ve
Dersim-iki kez-), 3 7 ilçe ve 33 belde de belediye başkanlığı
yaptılar/yapmaktalar. Ve yine 83 yıl boyunca ülkenin 43 ilinde hiç kadın
belediye başkanı görev yapmamış. Kadınların siyasi parti ve kurumlara göre
dağılımı şöyle: AKP: 5 (kaçakçılık ve öldürmeye azmettirme suçlamalarından
tutuklu:1), ANAP:7, AP:4, Bağımsız:3, BBP:1, BDP:1 5 (KCK davası tutuklusu:2),
CHP:22, DP:3, DSP:2, DTP:6 (KCK davası tutuklusu:1), DYP:4, HADEP:2, M HP:3,
SHP:4. Bu veriler üzerine bu denli düşmemizin önemli nedenleri var elbette.
Çünkü kadına ‘seçim hakkı bahsetmekle’ övünerek erkek egemen T C devletinin, bu
övüncünü elinden almamız gerekiyor.” (Şubat 2014, Sayı: 88)
2014 yerel seçim politikamız ise şu şekilde:
“Seçimlere dönük politikamızı ‘faşizmin teşhiri-kitlelerin
örgütlenmesi’ olarak belirledik. Düzen partilerine ve temsilcilerine ‘tek bir
oy bile yok’ perspektifiyle hareket etmenin önemine vurgu yaptık/yapıyoruz.
Seçim sürecine işçilerin, köylülerin, emekçi kadınların, gençlerin kendilerini
ifade edebilecekleri, onlara ulaşabileceğimiz özgün ve özel bir süreç olarak
bakılması gerektiğini belirttik. Politikamızın merkezinde demokratik halk
devriminin propagandasının durduğunu açıkladık. Keza yerel yönetimlerin
demokrasi mücadelesinde yerinin ve öneminin ihmal edilmemesi gerektiğini
‘Kentimizi ve kendimizi de biz yöneteceğiz, yerelden yönetim’ perspektifiyle
hareket edilerek, kitlelerle buluşmanın, onları örgütlemenin bir çalışması
olarak ele almak gerektiğini belirttik.
Örgütlenmeler içinde yer alarak ‘yönetme-karar
alma-demokrasi bilinci’ gibi birçok konuda kitlelerin bilinç gelişimine önemli
katkılar sağlayacağına dair açıklamalar yaptık. Çünkü demokrasi iktidarda
olmayanların, yönetilenlerin, ezilen konumda bulunanların, muhalif olanların,
haksızlığa uğrayanların, yönetime talip olanların ihtiyacıdır. ‘Yerel seçimler
ne hiçbir şeydir ne de her şeydir’ anlayışıyla hareket etmek gerektiğini ifade
ettik.
Yerel yönetimleri kitleler açısından sorunlarının bir
kısmının çözümü için önemini, ihtiyacını vurgularken esas alınması gerekenin
kitlelerin bu sürece katılım gücünün, inisiyatifinin açığa çıkarılması kendi
yaşamları ve gelecekleri hakkında söz söyleyip karar vermeleri olarak
değerlendirdik. Seçim sürecine kitleleri örgütlemenin, sürece örgütlü müdahale
etmenin bir çalışması olarak bakmak gerekir.
Önceki süreçler de yaşanan edilgenlik, pasiflik ve
hareketsizlik, duyarsızlık bu süreçte yaşanmamalıdır. Her bölge ve alan yerel
seçim çalışmasına belli bir program ve plan çerçevesinde başlamalıdır. Yerel
seçim sürecinde düzen partilerinin çok yönlü teşhirinin yapılmasını, sömürü ve
baskı gerçekliğinin deşifre edilmesi açısından hiç olmadığı kadar propaganda ve
ajitasyon verileri bulunmaktadır. Burjuva-feodal sistemin yasama-yargı-yürütme
kurumlarının güvenilirliğinin ve saygınlığının kalmadığı bir süreç yaşandı.
‘Medyanın tarafsızlığı’ iktidar partisinin emir kulu olduğu gün gibi ortaya
çıkmıştır.
Kompradorların yalan ve aldatmaya dayalı politika yapma
tarzı her yönüyle açığa çıkmıştır. Egemenlerin çıkara-ranta-üstünlüğü ele
geçirmeye dayalı kapışma ve çatışmaları dünden daha fazla görülmekte ve
görülmeye devam edecektir. Fırsatlar ve koşullar devrimciler lehine bu kadar
oluşmuşken hareketsiz ve edilgen kalınamaz. Kitlelerin kapılarını çalma,
öfkelerini örgütleme nedenleri ve koşulları dünden daha fazla olgunlaşmıştır.
Yalan ve aldatmaya dayanılarak üstü örtülmek-kapatılmak istenen sömürü ve baskı
gerçekliğinin açığa çıkartılma nedenleri fazlasıyla vardır. Yerine getirilmesi
gereken yegane görev ‘örgütlenmek harekete geçmek-yine örgütlenmek’tir. Mevcut
siyasal devlet yapısı varlığını koruduğu ve sürece elde edilecek haklar,
kazanılacak mevziler kalıcı olamaz.
Devlet kendi içinde demokratikleşme dinamizmini kendi
kendine gerçekleştiremeyeceği için sınıf bilinçli proletaryanın devrimci
demokratik müdahalesi şarttır. Bu zorunluluk sınıflı toplum ve yarı sömürge,
yarı-feodal toplumsal yapı gerçekliğinden kaynaklıdır. Demokratik halk devrimi
yani devrimci zor devreye girip sürece örgütlü tarzda müdahale etmediği sürece
kendisini her yönüyle her kesim içinde örgütleyemediğinde gerçek anlamda
demokrasi ve özgürlük emekçilerin ve ezilenlerin elinde bir güce dönüşmeyecektir
Türkiye genelinde HDP, Türkiye Kürdistanı’nda BDP’nin yerel
seçim adaylarını destekleme yaklaşımı kendi devrimci çalışmalarımıza hizmet
edecek biçim ve içerikte ele alınmalıdır. HDP adaylarını destekleme kararı,
Halkların Demokratik Kongresi’ni ele alışımızla uyumludur. HDK’nin içinden
partileşen Halkların Demokratik Partisi’ne yönelik eleştirilerimiz olmakla
birlikte, bu partiyi oluşturan HDK’nın yerel seçimlere ilişkin politikaları
ilgisiz kalamayacağımız konuları içermektedir.
Diğer bir ifadeyle bu partinin adaylarının yerellerdeki
politikaları, bizlerinde demokratik devrim çalışmalarımızda kullanabileceğimiz
argümanları içermektedir. T.Kürdistanı’nda BDP adaylarını destekleme
politikamız bir yanıyla, Kürt ulusal hareketinin demokratik taleplerine destek
olurken, diğer yanıyla ve esas olarak Kürt halkına ulaşma ve kendimizi anlatma
çabamızı içermektedir. Örneğin Amed’de yerel seçim çalışmalarımız bu mahiyette
ele alınmalıdır.
T.Kürdistanı’nın önemli bir kesiminde Kürt hareketi son
yaşanan gelişmelerle birlikte-halk kitlelerini harekete geçirmiş durumdadır. Bu
hareketliliğin yerel seçimlerin yapılacağı tarihten önce, 21 Mart Newroz
vesilesiyle biraz daha artacağı söylenebilir. Kürt Ulusal Hareketi’nin Dersim
gibi kimi bölgelerdeki yerel seçimleri ele alışı izaha muhtaç olmakla birlikte
anın konusu değildir. T.Kürdistanı’nda faaliyet yürütülen bütün bölgelerde Kürt
hareketinin belediye başkan adaylarını destekleme kararı doğru olmakla
birlikte, meselenin bizim açımızdan bununla sınırlı olmadığı açıktır.
Yerel seçimler tüm ülke çapında olduğu gibi T.Kürdistanı’nda
da halk kitlelerine ulaşmamızın ve onlara demokratik devrimi anlatmamızın
vesilesi yapılmalıdır. Bu arada bilhassa devletin (‘barış’ süreci!)
yönlendirmeleriyle doğrudan seçim çalışmalarını engellemeye yönelik
müdahalelerin (İzmir/Urla, Aksaray, Giresun, Fethiye vb.) gösterdiği gibi bu
topraklarda şovenizme tavır alınmadan devrimci olunamayacağı ve hatta
ilericiliğin bile sorgulanacağı gerçeği bir kez daha kendini hatırlatmaktadır.
Yerel seçimler vesilesiyle yaşananlar Kürt ulusal sorununda, BDP-HDP’ye dair
özellikle sosyal şovenizm başta olmak üzere her türden faşist saldırıya karşı
birlikte duruşun zeminini oluşturmaktadır. 12 Mart,16 Mart, 21 Mart vb.
Gündemleri aynı zamanda yerel seçim çalışmalarıyla birlikte ele alınıp
yürütülmelidir.
Hakim sınıf klikleri arasında yaşanan it dalaşında ortaya
saçılan gerçekler, demokratik halk devrimi mücadelesinde kullanılmalıdır! Büyük
hırsızlar iş üstünde yakalanmıştır. Bu da yetmemiş, ortada suç yok denilerek
halkın gözlerinin içine baka baka ‘hak yerini buldu’ diyerek salıverilmiştir.
Tüm bu yaşananlar halkın hafızasında yer etmektedir. Bulutlar fırtına
biriktirmektedir. 30 Mart yerel seçimleri sonrasında kitle hareketinin
yükseleceği öngörülebilir.
Kitleler güç biriktiriyor. Kendiliğinden kitle
patlamalarının yaşanması olasıdır Hazırlanalım!” (Mart 2014, Sayı: 92)
https://ozgurgelecek51.net/yerel-secim-proleter-hareketin-yerel-secimlerdeki-tavirlari-uzerine/