14 Şubat 2024 Çarşamba

SMF’ye Dönük Eleştiri Salvolarına Yanıtlar- 1-2


 İster eleştirip beğenmeyelim, isterse daha ağır suçlamalarla yaftalayalım ama son tahlilde açık gerçek şu ki, SMF mevcut siyasi süreçte ciddi ve etkili siyasetler yürüten bir güç-aktör olarak öne çıkmakta, gösterdiği gelişim dinamiğiyle göze batıp dikkatleri üzerine çekmektedir.

İşin özü de tarihi de felsefesi de şudur: “Meyve tutan ağaç taşlanır!”

Doğa-insan ilişkisinden çıkarılmış bu gözlem, insanın insanla ilişkisinde de kendine özgü bir tezahürü oluyor. Bu iki durum arasında kesinlikle bir bağ vardır. Toplumsal bir tabakayı gözlemlemekle toplumdaki siyasi sınıf güçlerini gözlemlemek, birbiriyle çakışan yanların olduğunu gösterir.

Meyve ağacını taşlayan köylüyle, siyasi hareketi eleştiren başka bir siyasi hareket de aynı noktada duruyor. İkisinin ortak noktası ‘‘meyve” yemektir! Ama köylü bağdaki elmadan yararlanırken, devrimci hareket daha çok bağcıyı dövmeye çalışıyor. Ve sanırız ikisi arasındaki fark da budur…

 

Örgütsel-siyasi bakımdan güç olan, gelişme dinamiği göstererek siyasi arenada alternatif olmaya aday olan hareketler hem dikkate alınmakta ve hem de olur-olmaz eleştirilere tabi tutulmakta, hatta tahrifatlar pahasına saldırı diyebileceğimiz ağır eleştiri yönelimlerine maruz bırakılmaktadırlar. Bunun nedeni ise, açık ki bu hareketlerin politik mücadele aktörü olarak göze batan bir dinamizm göstermesi, siyasi mücadelenin başat gücü ve alternatifi olarak öne çıkmalarıdır.

Yani, verdiği meyveyle öne çıkmalarını, aynı iddiayı taşıyan hareketlerin hazmetmemesi, kendi önlerinde veya gelişmelerinin önünde engel görmeleridir ki, bu tamamen sakat bir anlayıştır. Zira, bir devrimci harekete engel olan, yine bir diğer devrimci hareket değil, bilakis gerici sınıf hareketleri ve iktidarlarıdır.

 Gerçek mesele burjuvaziyle proletarya arasında olup iki sınıf sorunudur. Taş atılacaksa burjuvaziye, siyasi partilerine ve iktidarına atılmalıdır. Kazanım böyle elde edilir.  Kitlelerin kazanılması ve örgütsel gücün büyütülmesi burjuvaziyle mücadele içinde olur; muhtelif devrimci örgüt ve tabanından kapılacak birkaç devrimciyle değil…

 

İster eleştirip beğenmeyelim, isterse daha ağır suçlamalarla yaftalayalım ama son tahlilde açık gerçek şu ki, SMF mevcut siyasi süreçte ciddi ve etkili siyasetler yürüten bir güç-aktör olarak öne çıkmakta, gösterdiği gelişim dinamiğiyle göze batıp dikkatleri üzerine çekmektedir.

Aynanın ikinci yüzünde görülen nedir?

 Devrimci hareket yelpazesinin önemli bir kısmında, kimi doğru kimi yanlış ama esası hazımsızlığa dayanan haksız ve yoğun eleştirilerle, SMF’nin hedef tahtasına koyulup ağır eleştiri furyasına tabi tutulması izlenmektedir. SMF’yi eleştirmek adeta bir moda haline gelmiştir. Suçlayıcı, damgalayıcı, yaftalayıcı temelsiz eleştiri salvoları kesilmeden ardı ardına gündeme gelmektedir. Kısmi olarak eleştiriyi gerektiren bazı eksikliklerden, yetersizliklerden vb. bahsetmek mümkün ve bu zeminde ideolojik mücadele açısından ağır da olsa yapıcı olarak yürütülen eleştiriler olağandır.

Fakat, eleştirilerin esasının siyasi çekememezlikten kaynaklanan mesnetsiz ve mantık zorlayıcılığına yaslanan muhtevada oldukları söylenebilir. Misal; M. Güneş’in eleştirileri, Alınteri’nin eleştirileri, Yeni Demokrasi’nin kimi anlayış eleştirileri ve farklı biçimlerde aynı hedefe yönelen daha birçok eleştiri, bu eleştiri tarzıyla örtüşenlerdir. Gazete manşetlerine taşınan saldırı biçimleri de işin cabası…

 

Bütün bunların sebebi bilinmez bir giz değildir elbet. ‘‘Ben, önce ben” biçimindeki “ben-merkezci” küçük-burjuva anlayış, bundan türeyen ideolojik-politik bencillik, kendi dışındaki demokratik-devrimci hareketin gelişmesine duyulan anlamsız tahammülsüzlük ve gelişen devrimci gücü kendi gelişiminin önünde engel görme aymazlığı bu saldırı salvoları ve mesnetsiz yaftalamaların esas nedenidir.

SMF’nin hata ve eksikliklerine dönük yapıcı ve samimi eleştiri nispeten azdır ve bunu tenzih ederiz. Ne yazık ki, SMF’nin gelişmesi belli bir kesimde rahatsız edici ve hatta korkutan bir durum olarak telakki edilmektedir. SMF’ye ait her adım, her siyaset, her pratik ve her başarı illa da eleştiri konusu yapılıp kulp takılmaya çalışılmaktadır. “Neden bunu yapmadı, onu niye öyle yapmadı, neden öyle açıkladı, neden açıklama yapmadı” vb. şeklinde, SMF’nin her adımı olur-olmaz tartışma konusu olmakta, yapılmaktadır…

 

Bütün bunların olumlu değerlendirilebilecek bir yanı var ki, o da, SMF’den bir beklentinin büyük olduğu gerçeğidir; öyle ki, “SMF neden devrimci süreci geliştirmiyor” noktasına vardırılabilecek her şey SMF’ye yüklenerek onu eleştirmenin vesilesi yapılıyor. Kısacası, SMF politik-demokratik hareket içinde meyve veren bir ağaç misali ilgili-ilgisiz en geniş kesimin taşlamalarına muhatap olmaktadır. Dememiz o ki, “meyve veren ağaç taşlanır” amma, taslayanların ekseriyetinin “meyve vermeyen ağaç” cinsinden olmaları da tesadüf değildir.

 

Muhtemelen, bu kısa yorumu, gerçek eleştirilere yanıt verme temelinde başka yazılarla genişletip bölümler halinde yürütmek gerekecektir…

Devam edecek…

 

SMF’ye Dönük Eleştiri Salvolarına Yanıtlar- 2

Demokratik normlara bağlı sağlanacak ilkeli ittifak esasımızdır. Bu zeminde ilgili her ittifak gücüyle ittifak yapmaktan sakınmayız. Demokratik normları yok sayan bir ittifak ise bizleri kapsayamaz.

 

İttifak Politikası, Doğal Biçimlenişi, Somut Sorunları ve Eleştiriler…

 

SMF’nin ittifak politikasını şu veya bu gerekçelerle, şu veya bu noktalarıyla eleştiren geniş bir külliyatın olduğunun farkındayız. Eğitici ve yapıcı eleştiriler kadar bakış açısı itibarıyla hatalı eleştirilerde mevcut.

Ama daha başından şunu söyleyelim:

SMF’nin dört başı mamur bir ittifak süreci ve pratiği işlettiğini söylemek abartılı olacağı gibi, stratejik açıdan ittifak politikamızın doğruluğundan bir kuşku duymuyoruz. Bu durum, ittifakın somut biçimlerinde kimi özgünlerde bazı zayıflıklar içermesi de mümkündür.

Bu da farklı ideolojik-politik perspektifler barındıran ittifak sürecinin griftliği, ittifak bileşenleri yelpazesinin çok sesliliği ve çok renkliliğinden ileri gelmektedir ki, bu da anlaşılır bir durumdur. Mevcut bileşenler kapsamı dikkate alındığında ittifak sürecinin zorlu bir ilişki süreci/biçimi olarak biçimleneceği kendiliğinden anlaşılmaktadır. Bu “Büyük kaos” içinde muntazam bir ilişkinin veya noksansız bir ittifak sürecinin geliştirilmesi oldukça zordur, zorluklarla doludur.

 

SMF’nin ittifak politikası en genel çerçevede, anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-faşist karaktere sahip, bütün ulus ve azınlıklardan, inanç, cins ve kimliklerden, ilerici, demokrat, devrimci sınıf ve halk güçlerini kapsar. İktidar ve muhalefet pozisyonları fark etmeksizin bütün komprador tekelci sınıf klikleri ve büyük sermaye sınıfından egemen burjuvazi ve bunların siyasi temsilcileri başta olmak üzere, siyasi olarak karşı-devrimci nitelikte olan gerici sınıf ve türevi hareketler dışında kalan, dolayısıyla halk sınıf katmanları içinde yer alıp siyasi bakımdan karşı-devrimci nitelik taşımayan farklı güç ve kesimler ittifak bileşenleri durumundadır.

 Reformist, revizyonist, anarşist, ekonomist-sendikalist ideolojik akım ve hareketler, bu ideolojik niteliklerine karşın politik bakımdan sınıf hareketinin parçası olmaları nedeni ile ittifak bileşenleri içinde yer alırlar. Milli burjuvazinin sol kanadıyla ittifak, ilişki ve cephe kurmayı benimseyen komünist hareketin, ideolojik bakımdan MLM karşıtı-düşmanı olan ve aynı zamanda sınıf hareketi cephesinde yer alan bu ideolojik akımlarla ittifak yapması bir çelişki değildir.

Genel ittifak politikasının bu zeminde savunulması, her somut ittifakın doğru ve isabetli olacağı anlamına gelmeyeceği gibi aynı ideolojik düşmanlarla ittifak yapması da mutlak değildir. Dolayısıyla her ittifak somut olarak ele alınır, somutta doğru ya da yanlış değerlendirilir.

 

SMF’nin bu genel ittifak politikası aynı zamanda şu nüansı da barındırır; demokratik-devrimci ittifakın öncelikli güçleri kimlerdir? Hangi güçler ittifak öncelikleridir? SMF’nin buna verdiği yanıt; komünist, sosyalist, devrimci güçler ittifaktaki öncelikli güçlerdir.

 Sınıf güçleri öncelikli ittifak zemini ve hedefini teşekkül ederler. Devamla, ezilen ulus, azınlık, inanç, kültür ve kimliklerden güçler ittifak yelpazesine yerleşirler. Reel politikte, ulusal hareket bu ittifakta ön sıralara çıkar, alacağı pozisyon ve izleyeceği siyasete bağlı olarak öne çıkabilir.

SMF, bütün bu güçlere açık ittifak çağrısı yapar. İttifakın gerçekleşmesi için çaba sarf eder ve hatta ödünler verir. Bazı koşullarda bu ittifak her zaman istenilen mahiyet ve çerçevede gerçekleyebilir. Bunun nedeni ittifak bileşenlerinin farklı ideolojik-politik perspektiflere sahip olmasından gelir. SMF bu gerçekliğin bilincinde olarak genel ittifak politikasını ete kemiğe büründürür. Çağrısına olumlu yanıt veren ittifak bileşenleriyle bu ittifakı örgütleyip gerçekleştirmeyi görev edinir. Çağrısına olumsuz yanıt veren güçleri ikna etme çabasına girer. Ancak çoğu zaman öncelikli ittifak güçleri arasında yer verdiği bazıları ile ittifak gerçekleştiremeyebiliriz de.

 

Bu reel durum, fiilen, SMF’ye yürütülen eleştirilerin bir bölümünü boşa çıkarır. Yani, ‘‘Neden X partisi ile ittifak yaptınız?” veya “Neden Y güçleriyle ile ittifak yapmadınız?” sorusu veya eleştirisi otomatik olarak boşa düşer. Ve bu tamamen öncelikli ittifak güçlerinin tavrı nedeniyle boşa düşer, SMF’nin tavrı ve tercihi ile değil hatta irade ve çabasına rağmen bu öncelikli güçlerle ittifak gerçekleşmez-gerçekleşmemektedir.

 Şayet Y partisi veya güçleri SMF’nin ittifak çağrısına olumlu yanıt vermiyor ise bunun sorumluluğu SMF’ye yüklenemez!

 

Daha somut olarak ise ittifak dışında kalan güçler esasta sınırlı ve az sayıdadır. Devrimci hareket yelpazesini oluşturan nicel-nitel çoğunluk esasta gerçekleşen veya yürütülen süreç bakımından ittifak içinde bulunmaktadır. Dışarda kalan az sayıdaki hareket ise ittifak politikasındaki katı ilkecilik tavrı nedeniyle dışarda kalma gibi hatalı bir tutum izlemektedir; yani, bizzat onların ittifak anlayışındaki hatalardan kaynaklı olarak ittifak dışında kalmaktadır. O halde bunun da sorumluluğu, ‘‘Neden SMF, Y güçleriyle ittifak kurmuyor” eleştirisiyle SMF’ye yüklenemez.

 

Öte taraftan SMF’ye dönük; “SMF‘nin ittifak politikası şu güçleri yadsıyan içeriğiyle yanlıştır” mealinde yürütülen ve bunu da “ulusal hareketlerin desteklenmemesi” iddiasına bağlayan eleştiri de son derece haksız ve sübjektiftir. Zira, SMF’nin ittifak politikası bağlamında açıkladığı ittifak bileşenleri yelpazesi son derece esnek ve geniştir.

 Bunun daha da esnetilip genişletilmesini savunmak ise fiilen büyük burjuva sınıf güçleri ve karşı-devrimci nitelik barındıran siyasi hareketler ile ittifak yapmasını savunmak anlamına gelir ki, SMF bunu benimsemez. SMF’nin açıkladığı ittifak güçleri yelpazesi hangi ilerici, demokratik, devrimci ve sosyalist sınıf ve halk güçlerini, dolayısıyla hangi ittifak bileşenlerini yadsımaktadır?

 Açık ki, SMF mümkün ve doğru olan en geniş ittifak bileşenleri politikasına sahiptir. Ulusal hareketlere karşı destekleme-desteklememe tavrı noktasındaki yaklaşım ise tamamen yanlış-alakasızdır. SMF, ulusal hareketlerin desteklenip desteklenmemesini, bu hareketleri tarihsellikleri içinde ele alarak somutta biçimlendirmektedir. İdeolojik-siyasi plan ve sistematikten tamamen yoksun olup, salt ulusal baskılara karşı bir refleks olarak patlak veren tepki isyanları ile bugün ideolojik-siyasal formatıyla bilinçli bir politika-palan olarak biçimlenen hareketleri bir ve aynı tutmamaktadır.

Eski veya bahsi geçen Dersim, Şeyh Sait gibi isyanlar tamamen bir baskıya karşı tepki olarak gelişip ideolojik-siyasi zeminde cılız olan ulusal hareketler iken, bugünün hareketleri daha bilinçli ve siyasal içeriği ve niteliği güçlü olan hareketlerdir. Bunlar arasında tarihselliğe bağlı olarak kesinlikle nitelik farkı vardır. Ve aldıkları siyasi pozisyon ve içeriğe bağlı olarak her iki dönemin ulusal isyan-hareketleri ayrı olarak değerlendirilir.

Çünkü ayrı siyasi niteliktedirler.

 Bunlar örneğin HÜDA-PAR, ulusal talepler dillendiren dinci bir harekettir, bunları “milli” harekettir diye destekleyebilir miyiz? Kısacası bunların siyasi niteliği, bilinç ve ideolojik sınıf karakteri vb. bunlar arasında ayrım yapmanın gerekçesidir. Ve SMF’ye ulusal hareketler karşısındaki tavrının değişmesi biçiminde bir tavır atfederek, ittifaklarını buna bağlamak isabetli değil, doğru da değildir…

 

Bu eleştirinin bir diğer parçası veya devamı ise adeta eleştirinin kendisini yadsıması zemininde cereyan etmektedir ki, eleştirinin bu bölümünde yukarıdakinin tam tersine ittifak, siyasi iktidar perspektifi temelinde salt sınıf güçlerine indirgenerek daraltılmaktadır.

 Adeta X partisi veya güçleriyle yapılan ittifakın boşa kürek çeken ve en önemlisi de sınıf bakış açısından uzaklaşan bir ittifak yaklaşımı olduğu ifade edilmektedir. Mevcut ittifak politikasının taktik unsuru öne çıkarıp esas aldığı, devrimin ihtiyaçlarına uygun bir ittifak siyasetinin izlenmediği söylenerek eleştiri yürütülmektedir. Yani, bir taraftan en esnek ve en geniş ittifak politikası savunulmakta ama diğer taraftan ittifakın X partisi-güçleriyle yapılmasının temel bir zaaf olduğu söylenmektedir.

 

İttifak politikamızda şu sorunu tespit etmek isabetle yerinde olur. Geniş içeriği ve öncelikleriyle hedeflediğimiz ittifak süreci ve pratiğinin gerçekleşememesi, yani bizlere rağmen veya anlayış ve niyetten bağımsız da olsa, son tahlilde esas aldığımız biçimde bir ittifakın gerçekleşmemesi, objektif olarak bir sorun ya da eksiklik olarak telakki edilebilir.

‘‘Bu geniş demokratik ittifakı niye başaramadınız?”

 tarzında yürütülecek eleştiriye verilecek yanıtımız olsa da, salt sonuç açısından bakıldığında bir haklılık taşır; bu hakkı teslim ederiz. Lakin, ittifakın bir çoklu bileşenler platformu veya eylemi olduğu dikkate alındığında, tek taraflı irade ve doğrularla başarıya ulaşmanın mümkün olmayacağı da açıktır. SMF olarak, mevcut ittifakta ciddi çaba ve katkılarımızın olduğu da inkâr edilemez. Ancak bu ittifakın ve daha idealinin gerçekleştirilmesinin de fevkalade zor olduğu unutulmamalıdır.

 Özellikle örgütsel güçler ve siyasi mücadele dinamiği açısından bir dizi sorun ve zayıflığın yaşandığı şartlarda en idealini beklemek haksızlık olmasa bile, gerçeğin ilerisinde biçimlenen sübjektif bir beklentidir. Burada, ‘‘Güçlü bir komünist partisinin olmaması‘‘ değerlendirmesinin, ancak örgütsel-siyasi güç bakımdan zayıflığı zemininde doğru olabileceğini ekleyelim.

Özetle, genel koşul ve olanaklar ittifakın gerçekleştirilmesinde bu kadarını mümkün kılmıştır. Daha iyisini yapmak her zaman mümkündür ama bu şartlara bağlıdır. Gerçekten kopuk beklentiler tüm iyi niyetine rağmen sol-sübjektiftir. SMF, gerçek durum ve şartlar bazında eleştirilirse objektif, gerçekçi ve hakkaniyetli yaklaşımla eleştirilmiş olur. SMF, bütün sorun, çelişki, koşul ve aleyhteki zemin ve dinamiğe karşın başarılı bir siyaset ve efor ortaya koymuştur. Bunu teslim etmeyen hiçbir eleştiri objektif ve gerçekçi değildir.

 

Tayin edici olan, SMF’nin en geniş örgütlülüğü ve tabanında sağlanacak sıkı birliktir!

 

SMF, mevcut sonuçlar itibarı ile yürüttüğü ve gerçekleştirdiği ittifakı veya ittifak sürecini önemli başarılarına rağmen istediği oranda başardığı veya istediği sonuçlara ulaştırdığı ya da planladığı sonuçları elde ettiği iddiasında değildir. Bu, karmaşık bileşenli ittifak realitesinin ödün ve esneklikler pahasına gerçekleştirilebilir olmasının tabii neticesidir.

Dolayısıyla, ittifak sürecini her yönüyle sindirmiş değil bilakis olabilirlikler çerçevesinde yaklaşarak, mümkün olanın en iyisini yapma çabasını sergileyerek mevcut durumu-sonucu kabul etmiştir. Ki, henüz tüm sonuçlar ortaya çıkmış ve her şey bitmiş değildir. Tartışmalar, görüşmeler ve arayışlar sürmektedir. Demokratik bir ittifak sürecinde mümkün olan en ileri zemini yakalama çabası bakidir, buna dönük kararlı irade mevcuttur.

 

Nasıl ki, çağrımıza olumlu yaklaşım göstermeyen öncelikli ittifak bileşenlerimizle ittifak yapamadık, öyle de demokratik ittifak anlayışını çiğneyen güçlerle ittifakımızın ayrışması da mümkündür. İttifakta, ben-merkezci, egemenci, dayatmacı ve tek taraflı ittifak anlayışıyla hareket eden hiçbir yaklaşımı kabul edemeyiz, etmemiz düşünülemez. Komünistler, gerektiğinde tek başına ve bağımsız iradesiyle hareket etme kararlılığına sahiptir.

Demokratik normlara bağlı sağlanacak ilkeli ittifak esasımızdır. Bu zeminde ilgili her ittifak gücüyle ittifak yapmaktan sakınmayız. Demokratik normları yok sayan bir ittifak ise bizleri kapsayamaz. Oyalama ve ters köşe yapma taktikleriyle emir-vaki edilmeye müsamaha gösterilemez. Demokratik ve devrimci güçlerle ittifakı burjuva pazarlıklara veya burjuva partilerle pazarlıklara feda eden anlayışlar tutarlı ve güvenilir bir ittifak tavrı olarak değerlendirilemez. Bizlerin ittifakını eleştirenlerin CHP ile ittifak ve anlaşmalar peşinden koşması ise ayrı bir değerlendirme konusudur. Burjuvaziyle hiçbir ittifak ilişkisi biçimi kabul edilemez.

 

Tayin edici olan, SMF’nin en geniş örgütlülüğü ve tabanında sağlanacak sıkı birliktir. Yoldaş güçler ile birliktir! Eylem anıdır, kararsız olma, en kötü karar kararsızlıktan iyidir. İttifak ve eylemin diyalektiğini; birliğini gerçekleştirmek eylem ve ittifak birliğinin temelidir. Ancak eylemi baltalayan eleştiriye girmemek, yıkıcı eleştiriye izin vermemek de en az bunun kadar önemlidir. Eleştiride doğru zaman, doğru dil ve doğru karşılık önemlidir. SMF’nin birlik ve ittifaklarda önemsediği temel kriterler bunlardır.

 

Birleşerek kazanma siyasetini gütmek, ilkelerden ödün vermeden taktik zeminlerdeki olası tüm esnekliklerden yararlanmak, birleşmemenin mümkün olmadığı hiçbir güçle birleşmeyi zorlamamak, çoğunluğun her zaman haklı ve doğru olmadığını, azınlığın da haklı olabilirliğini kabul ederek azınlıkta kalmaktan korkmayan ilke ve inançla birlikteliğe cesaret etmek. İşte bunlar nihai kazanımın asgari ölçüleridir. SMF, bu ölçülere hayat vermekten imtina etmeyecektir.

 

Devam edecek…

https://gazetepatika22.com/smfye-donuk-elestiri-salvolarina-yanitlar-1-149631.html

https://gazetepatika22.com/smfye-donuk-elestiri-salvolarina-yanitlar-2-149772.html


Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)