Not: SMF’ye Dönük Eleştiri
Salvolarına Yanıtlar-1-2
https://www.yüzçiçekaçsın.de/2024/02/smfye-donuk-elestiri-salvolarna-yantlar.html
SMF’ye Dönük Eleştiri Salvolarına
Yanıtlar- 3
SMF, mevcut seçim ittifakları sürecinde hata ve
eksikliklerine rağmen taktir edilecek bir siyaset yürütmüş, belli başarılara
imza atmıştır. En azından ülkedeki demokratik siyaset cephesinde belirgin bir
siyasal aktör olarak yer tutmuş, tutmayı hakkederek başarmıştır……….. 20 Şubat
2024
SMF’yi Savunuyoruz, SMF Biziz!
Yazımızın ilk bölümüne gelen eleştirileri dikkate alarak,
‘‘SMF’yi Savunuyoruz…” başlığı altında anlayış ve yaklaşımımızı özetleyen bir
giriş yapmayı ihtiyaç gördük. Giriş bölümünden sonra, SMF’ye dönük eleştiri
salvolarında yer alan Yeni Demokrasi Gazetesi’nin yazısını veya
yazısındaki ilgili bölümü konu edineceğiz…
SMF’nin kurumsal bir parçası olduğu ideolojik-siyasi
geleneğin yürüttüğü demokratik alanla sınırlı mücadele pratiğine karşı belli
bir tahammülsüzlüğün geliştiği yönündeki değerlendirmemizi yineliyoruz. Bu ne
kibir ne böbürlenme ne kendini beğenmişlik ve ne de demokratik çalışma
pratiğini abartmaktır. Bilakis, somut bir pratiği veya özgülde yürütülen
siyasetin hakkını teslim ederek, tersten yaklaşan anlayışların objektiflikten
kopan yaklaşımlarını deşifre etmek ve özü ideolojik tutuma dayanan dar grupçu yaklaşımların
yansımalarına dikkat çekmektir…
Hiç kuşkusuz ki, ilgili değerlendirme ve yaklaşımlarımızda
bütün eleştirileri aynı torbaya koyarak tekleştirme anlayışı gayemiz değilken,
eleştirileri tümden anlamsızlaştırma ya da boşa düşürme gibi bir kastımız hiç
yoktur. Mütevazilik, alçak gönüllülük ve “politik olgunluk” gibi değerler,
gerçekler karşısında liberalizmi uygulayarak onların hakkını teslim etmemeyi
gerektirmez. Mütevazi olmak ne kadar erdemliyse gerçekleri savunmak da en az o
kadar erdemlidir. Temel ölçüt bilimsel tutumdur…
Politik tahammülsüzlük ve çekememezlik biçiminde tarif
ettiğimiz ilgili tablo, en geniş medya araçları üzerinden rutin dışı ve
olağanın ötesinde sürdürülen eleştiri ve saldırı furyasıyla sabitlenen gerçek
bir boyut iken, anılan eleştirilerin sübjektif zorlamalara dayanıyor olması da
tahammülsüzlük-çekememezlik biçimindeki tespitimizi teyit eden başka bir
gerçektir.
Emarelerden yola
çıkarak hasıl olan kanaatimiz; yürütülen genel eleştirilerin bir sebebinin
SMF’nin temsil ettiği çalışmaların ya da özgüldeki siyasetinin başarılı olduğu,
tali durumdaki diğer sebebin ise SMF’nin muhtelif hata ve eksiklikleridir.
SMF’den yüksek beklentinin de elbette bir payı vardır.
Doğru-yanlış tüm eleştirinin güdüsü bu iki-üç sebebe
dayanır. Yazımızın konusu itibarıyla dikkat çekmek istediğimiz eğilim ise,
yukarıda işaret ettiğimiz dar grupçu anlayışın bir yansıması ve politik
darlığın bir görüngüsü olarak gündeme gelen saldırı türünü de içeren eleştiri
biçimidir…
SMF, mevcut seçim ittifakları sürecinde hata ve
eksikliklerine rağmen taktir edilecek bir siyaset yürütmüş, belli başarılara
imza atmıştır. En azından ülkedeki demokratik siyaset cephesinde belirgin bir
siyasal aktör olarak yer tutmuş, tutmayı hakkederek başarmıştır. Tarihinde
yaşamadığı kadar en geniş kamuoyunda tanınma, haber olma, gündeme girme ve
tartışılma pozisyonu edinmiştir. Ulusal ölçekli burjuva sayılı medya
kurumlarında ilgiyle izlenme gerçekligini abartmamak doğru olmasa da, bu
gerçekligi silikleştirip yok saymak da yanlıştır. Dolayısıyla bu gerçekliği
görmemek tek yanlılıkla gözlerini kapamak değilse, kasıtlı olarak bu başarıyı
gözden kaçırma, gölgeleme tutumudur…
Söz konusu genel başarı SMF’nin kurumsal çalışması veya
kendi iç çalışması bakımından tartışmasızdır; hata ve eksikliklerine karşın bu
başarıyı teslim etmek gerekli olduğu kadar, doğrudur da. Dışarıdan bu başarının
teslim edilip edilmemesi ayrı bir konudur; dışımızdaki devrimci hareket
açısından bu başarı tartışmalı veya göreceli olabilir.
Ancak, SMF’nin örgütlü yelpazesi tarafından bu başarının
görülmesi, objektif yaklaşımdan önce bir moral-motivasyon sorunu olarak son
derece önemlidir. Başarılarını görmeyen bir yaklaşım ve bunların hakkını
vermeyen bir tutum gelişme motivasyonunu koruyamaz. Kendi kazanım ve
başarılarımızı büyütme yerine, niyetten bağımsız da olsa bu başarı ve
kazanımları zayıflatıp baltalama gerçekliği, birçok soruna bağlı olarak gündeme
gelmekle birlikte, esasta başarılarımızı yeterince sahiplenmeme ve onları
motivasyon unsuru haline getirerek gelişme dinamiğine dönüştürmeme tutumundan
beslenmektedir.
Hep eleştiri, sürekli eleştiri, hep olumsuzlama ve tersinden
hiç olumlamama, hiç başarı görmeme alışkanlığıyla tekerrür eden tavır, pesimist
yaklaşım olarak geriye çekendir; moral-motivasyonu sürekli kemirendir. Oysa
doğru tarih bilinci, olumluluk ve olumsuzluklarıyla tüm tarihi savunmak ve
sorumluluklarını almaktır. Tarih bunun dışında savunulamaz; tek yanlı bir tarih
yoktur ve tarihin tek yanlı/salt olumluluklarıyla savunulması çarpık tarih
bilincidir. Hata ve eksikliklerini göz ardı etmeden ve onlarla birlikte SMF’yi
tereddütsüz biçimde savunuyoruz…
Bin bir zorluk ve emekle çalışma yürüten SMF’nin en geniş
demokratik-devrimci cepheden yürütülen haklı-haksız eleştiri ve hatta sınırları
zorlayan ağır saldırılara paralel olarak ve bunlar yetmiyormuş gibi bir de
kurumsal örgütlülüğü tarafından yani öz dinamikleri tarafından taktir
edilmemesi veya başarılarının yeterince sahiplenilmemesi durumu, negatif bir
tutumdur.
Oysa, SMF’yi hata ve
eksiklikleriyle birlikte en iyi anlaması gereken onun bu dinamiği, örgütlü
yelpazesidir. Kısacası, SMF, kendi örgütlü veya en geniş tabanı tarafından
sahiplenici yaklaşımla motive edilmeyi fazlasıyla hakketmektedir; bunun
siyaseten dikkate alınması elzemdir…
SMF’nin ciddi hata ve eksikliklerini varsayarak bunları
söylüyoruz; bilerek-bilinçli olarak söylüyoruz! Ciddi hataların olması genel
başarıyı gölgelemez. SMF çalışmasını veya başarısını kesinlikle devrimle
kıyaslamıyoruz. Fakat SMF de bir mücadele yürütmektedir ve bu mücadele faşist
iktidar başta olmak üzere gerici sınıf güçlerinin engelleri ve baskılarıyla
tanışmakta, zorluklar altında yürütülmektedir.
Dolayısıyla, bu mücadele süreci de olumluluk ve
olumsuzluklarıyla, başarı ve başarısızlıklarıyla bir bütünlük içinde
olgulaşmaktadır. Başarısızlık ve hatalarını münakaşa etmek ayrı bir iş, başarı
ve olumluluklarını teslim etmek de ayrı bir iştir. Biz, egemen olan ve devrimci
moral-motivasyonu yükseltecek yanla meşgulüz. Bu hata ve eksiklikleri görmeme
anlamına gelmez ama neyin öne çıkarılması gerektiği konusunda bir anlam taşır…
Tam da bu zeminde, SMF’nin başarılarını yürüttüğü
siyasetteki başarıyı ve gelişimini hakkaniyetli yaklaşımla tespit etmek önem
arz eder. Aynı zeminde SMF’ye yönelik gelişen eleştiri ve saldırıları anlamak
da bir o kadar önemlidir. Ulusal hareketin en ağır yaftalama ve ithamlarla
dolaylı dolaysız yürüttüğü saldırılar ve teşhir politikası alenen ortadadır.
SMF’nin özellikle Dersim’de belirgin bir güç olması ve orada kökleri üzerinde
gelişip güçlenme gerçekliği Ulusal Hareket tarafından asla
hazmedilmemektedir.
İdeolojik-politik
saiklere dayanan ve yabancısı olmadığımız bu yaklaşım ve tahammülsüzlük tavrı
seçimler sürecinde canlanarak taban yapmaktadır. SMF’nin Dersim’de halklaşan
gerçekliği ulusal hareket cephesinde tam bir çekememezlik biçiminde
yansımaktadır.
Ulusal
hareketin burjuva sınıf ve ideolojik dokusuna bağlı olarak, Kürdistan
coğrafyasındaki sınıf hareketlerini “misafir” olarak
görmesi, SMF’ye karşı sergilediği tahammülsüzlük ve çekememezliğinin temel
nedenidir.
SMF’ye karşı kabul edilemez saldırı, karalama ve teşhir
kampanyaları oldukça ağır bir külfeti oluşturur. Ulusal hareket açısından
SMF’nin burada zayıflatılarak adeta silinmesi merkezi bir politikadır, biz bunu
anlıyoruz
Basın araçları üzerinden geliştirilen ağır saldırı,
karalama, suçlama, dedikodu, yıpratma ve düşmanla aynılaştırma ağırlığında
teşhir etme kampanyaları bu zeminde yürütülmektedir. Öyle ki, Dersim belediye
başkanlığı noktasında SMF’nin olumlu yaklaşımına karşın, DEM Parti buradaki
ittifakı baltalamaktan ve SMF’yi ezme siyasetinden geri durmamaktadır.
Daha
başkanlığı netleşmeden ve seçimlerde kazanıp kazanmayacağı da belli değilken
DEM Parti adaylarından birinin kendi hedefini ve seçim vaadini SMF Dersim
belediye başkanından hesap sorma üzerine kurması bunun en açık örneğini
tanımlar. Kimin nasıl hesap soracağı ise ayrı bir konudur ancak Ulusal hareket
ve güçlerinin tavrı tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta SMF karşıtlığında
biçimlenmektedir.
Bunların altındaki temel sebeplerden biri
SMF’nin özellikle Dersim’deki gelişmesidir! İşte politik çekememezliğin en
özgün örneği budur.
SMF’nin çok abartılı ve muazzam bir güce sahip olduğu
iddiasında değiliz. Hatasız olduğu gibi bir sava da sahip değiliz. Ancak, bütün
zayıflıklarına karşın SMF’nin konjönktürel siyasette veya seçim ittifaklarında
esasta başarılı bir siyaset yürüttüğünü ve bu siyaseti nedeniyle birçok kesimin
rahatsızlık duyduğu gelen eleştirilerle birlikte, eleştiri adına yapılan
saldırılarda da açıkça görülmektedir. Tekrar edelim ki, yürütülen eleştirilerin
hepsi aynı torbaya konulamaz.
Düzeyli, politik
olgunlukta ve ideolojik zeminde yürütülen eleştiriler mevcuttur. Bunları diğer
yıkıcı eleştiri, teşhir ve saldırı niteliğindeki tutumlardan ayrı ele
almaktayız. Dolayısıyla teşhir, saldırı, karalama ve yıkıcılığa dayalı gelişen
salvolara verdiğimiz yanıtlar pek tabii ki bu ideolojik eleştirileri
hedeflememektedir. Elbette ideolojik zeminde yürütülen ve söz konusu
teşhir-saldırı maiyetle eleştirilerden ayrışan ve ayrıştırdığımız eleştirilerin
kiminde de politik çekememezlik emareleri belirmektedir
Devam edecek…
https://gazetepatika22.com/smfye-donuk-elestiri-salvolarina-yanitlar-3-150098.html
SMF’ye Dönük Eleştiri Salvolarına Yanıtlar- 4
Demokratik alan mücadele biçimlerine karşı sergilenen bu
küçümseyici ve suçlayıcı tavrın temelinde devrimin esas hattında bir varlık
göstermezken tali biçimlerinde de bir açılım ve pratik ortaya koyamayanların
bilinen tutumlarının tekrarıdır.
22 Şubat 2024
Politik Çekememezliğin Tipik Bir Örneği de Yeni
Demokrasi Gazetesi’nin eleştirisidir
20
Aralık 2023-10 Ocak 2024 tarihli Yeni Demokrasi Gazetesi (YD) “Halkın İradesine
Gölge Düşmeye Devam Edecek mi?” başlıklı yazısında kendisince süreci
analiz ederken hayal kırıklığıyla hayli meşgul olmuş ve yine kendisince buna
çözüm-perspektifi önermiş, bunların reformist eğilimlere karşı da bir duruş
olduğunu vurguladıktan sonra,
“Kazanmak İçin
Birlik!” şeklinde bir ara-alt başlık koyup devam etmiş…
Yazısına “Kazanmak İçin Birlik!” ünlemiyle koyduğu ara-alt
başlığın okuyucuya ilk çağrıştırdığı şey birlik sorunu ya da birliğin
kazanmadaki önemi üzerine en azından bir şeylerin söyleneceği ön algısıyken,
ilgili bu başlık altında tek bir kere bile birlik sözünün geçmemesi ve
birlikten hiç ama hiç söz edilmemesi gerçekten de enteresandır.
Hiç değilse birlikten ve birliğin kazanmada oynayacağı
rolden bir bahsedilebilirdi. Birlik başlığı koyup ayrılıkçı eğilimi işlemek
tuhaftır ve başlıkla içeriğin ayrı tellerden çalması da yazı açısından
tutarsızlıktır. Bunu abartmayarak bir kenara bırakalım; yazıda eleştiri konusu
yapacağımız asıl mesele bu değildir.
İlgilendiğimiz mesele şudur: İlgili ara başlık altında;
devrimci demokratik hareketin yasal olanaklar içine sıkıştığı, sıkışma ve
darlaşma içinde “devrimci” özelliğini önemli oranda yitirdiği, bunun hayal
kırıklığını üreten koşulların kendisi olduğu tespit edilmekte, başkaca da
tespitler yapılmakta ve bütün bunların devrimci hareketin yitip gittiği, geri
dönülmez bir dönüşüme uğradığı, bir daha toparlanamayacağı anlamına gelmeyeceği
söylenmektedir vb. devamında, geniş kitlelerin devrim fikrinden ve devrimci
hareketten uzaklaştığı ve aynı koşullarda kitlelere sunulan seçeneklerden medet
umdukları ve ama bunun da geçici olduğu ilave edilmektedir.
Daha sonra egemen
sınıfların kitlelere dönük politikalarından ve bunların çürümüşlüğünden, devlet
makinesinin işlemesinin sorunlarla karşı karşıya olduğundan, bu makinenin
emperyalistlerden mali destek almaya muhtaç olduğundan ama bu desteği
alamayacaklarından, M. Şimşek’in ekonomi modelinden ve bunun ilgili desteğe bel
bağlamasından; emperyalist güçlerin savaş tamtamlarını çaldıklarından ve mali
desteğe muhtaç olan devletlerin önümüzdeki yıllarda yeni model arayışlarına
başlayacaklarını ön-görmekte ve ‘‘Bunun toplumsal karşılığı olarak çürümenin
artması, daha fazla artığın kusulması, kitlelerdeki güvenin daha da kırılması
ve devrime eğilimin de artmasıdır…” demektedir.
Tespit edilen tablo özetle bu!
Yazının
eleştirimize konu olan yanı asıl buradan sonra başlıyor.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız tespitlerin evirilip
çevrilip “belediyecilik, komünist başkan ve sol-sosyalist anlayış” noktasına
getirilmesi belli bir meramla güdülenmiş bir çabayı ifşa ediyor.
Şöyle diyor: “Bu koşullarda belediyecilik yoluyla devrimi
hazırlamak hayaline kapılmanın bizim için hiçbir karşılığı yoktur ve
olmamalıdır. Oysa belediyelerdeki toplumsal üretimin bölüşüm aşamasını
ilgilendiren düzenlemelerle ‘komünist başkanlığın ‘, ‘sol-sosyalist anlayışın
‘örneklerini sergilediklerini iddia edenler de dahil bütün anlayışlar yukarıda
belirgin özelliklerine dikkat çektiğimiz tablonun bir parçası durumundalar.…”
Böylece YD
gazetesi birinci olarak; sanki belediyecilikle devrimi hazırlama iddiasında
bulunanlar varmış gibi bunun kendileri için karşılıksız olduğunu
söylemektedir Bunu boşuna söylemiyorlar, zira aktardığımız paragrafta görüldüğü
gibi, “komünist başkanlığı”, “sol-sosyalist anlayışı” işaret ederek alenen kimi
ve kimin bu hayalde olduğunu ifade etmiş bulunmaktadır oysa yazının iddiasının
tersine bizler; belediyecilik yoluyla burjuvaziye alternatif bir belediyecilik
ve yönetim anlayışını örgütleyip pratikleştirerek halk kitlelerine
gösteriyoruz; bilincin maddi temelini ortaya koyuyoruz.
Belediyeler yönetimi ya da mücadelesini, demokratik mevzi ve
kazanımları geliştirip büyüterek ve ilerleterek demokrasi mücadelesinin
hizmetine sunmayı yeğliyor, son tahlilde ona katkı sağlama bilinciyle ele
alıyor, hareket ediyoruz.
Belediye yönetimlerinde uyguladığımız pratik ve anlayışın,
en hafifiyle burjuva belediyecilik ve yönetim anlayışına alternatif bir
anlayış, bir yönetim olduğunu ileri sürüyor; bunun devrimci demokratik anlayış
olduğunu, devrimci mücadelenin gelişmesine katkı ve olanaklar sunup belli devrime hazırlık görevlerini yerine
getirdiğimizi-getirmeye çalıştığımızı söylüyoruz! Aynı şekilde, esas ve
tali mücadele ve örgütlenme biçimlerini karşı karşıya koyarak birinden birini
ötelemeyi prensip olarak reddediyoruz.
Devrimin
soluk borularını kullanmaktan imtina etmiyoruz, edemeyiz. Hal böyleyken,
bizlerin belediyecilik yoluyla devrimi hazırlama hayalinde olduğumuzu ileri
sürmek masum değil, niyetli yaklaşımdır. Demokratik alan mücadele
biçimlerine karşı sergilenen bu küçümseyici ve suçlayıcı tavrın temelinde
devrimin esas hattında bir varlık göstermezken tali biçimlerinde de bir açılım
ve pratik ortaya koyamayanların bilinen tutumlarının tekrarıdır. En önemlisi de
olmayanı varmış gibi göstermek ve ora üzerinden eleştiri bina etmek gerçek
hayalciliktir; hamaset siyasetidir
İkinci
olarak; “Komünist başkanın” karşılığı reel gerçekte başkanlıkta
somutlanan yönetimin, anlayış ve değerler açısından sosyalist anlayışla temsil
edilmesidir ve bunun da meclisler örgütlenmesi üzerinden kollektif yönetim,
halkla birlikte yönetim anlayışıyla biçimlenmesidir.
Burjuva sistemde komünist belediyecilik olmaz. Burjuva
merkezi idareye bağımlılık koşullarındaki yönetimi de komünist olarak
pratikleşemez, demokratik-halkçı-şeffaf nitelikte mümkün olur. Fakat başkan
komünist olabilir ve yönetim anlayışı da komünist olabilir.
Komünistlerin başkan olması ve faşist devlet ya da
yasalarının olanaklı kıldığı ölçülerde sosyalist anlayışla yönetmesi komünist
belediyeyi de komünizmin kurulduğunu da ifade etmez… bunlara karşın, “Komünist başkan” adlandırması
esas olarak, seçime girip seçildiği partinin isminden ileri gelmekle birlikte,
toplumsal kitlelerin adlandırması zemininde gerçekleşmiştir.
“Komünist
Başkan”ın geniş toplumsal kesimlerde karşılık bulduğu, komünizme duyulan
önyargıları önemli oranda kırdığı ve komünizme bir sempati yarattığı da inkâr
edilemez bir gerçek, somut bir olgudur… Bu tablonun sizlerde bir
karşılığının olmaması, sizlerin toplumla ve toplumdaki somut gerçekle
çatışmasından başka bir şey ifade etmez. Ve sizlerin bütün bu gerçekliğe
karşın, bu gerçek durumu “yukarıdaki tablonun bir parçası” olarak telakki
etmesi, yani toplumdaki “hayal kırıklığı, çürüme” durumu tablosunun bir parçası
olarak değerlendirmesi size has bir maharet olabilir…
Üçüncü
olarak; genel devrimci hareket ve özelde de bizleri “yukarıdaki tablonun
parçası” olarak değerlendirip tarif etmeniz sadece ideolojik-politik belirleme
açısından yanlış olmanızla kalmamakta, aynı zamanda bir kafa karışıklığı veya
karmaşa içinde olduğunuzu da açık etmektedir.
Zira, “yukarıdaki tablo” dediğiniz şey emperyalist dalaş ve
savaş çığırtkanlığından mali desteğe muhtaç olan devletlere, bunların krizleri,
izlediği mali politikalara ve muhtaç oldukları mali desteği bulamayıp yeni
modeller arayışlarına gireceklerine dair biz dizi unsuru barındıran/öngören
değerlendirmeler içermektedir.
Bununla birlikte, devrimci hareketin önemli oranda
‘devrimci’ özelliğini yitirmesinden, geniş halk kitlelerinin devrim fikri ve
devrimden uzaklaşan eğilimlerine kadar uzanan çok faktörlü bir bulmacayı
barındırmaktadır. Bu durumda bizleri, “yukarıdaki tablonun parçası” olmakla
itham ederken sadece devrimci özelliğini yitiren, reformistleşen, hayal
kırıklığı yaşayan, boş hayaller peşinde koşanlar ve bu zeminde de halkın
devrimden uzaklaşmasının bir sebebi olarak göstermekle kalmıyor, emperyalist
dalaş, savaş, kriz, bunların mali politikaları vb. ile özetlediğiniz tabloya da
yamamaktasınız. Bunun bilinçli bir tutum olmadığı kanaatindeyiz ama bir karmaşa
ve özensizlik içinde olduğunuz da aşikardır…
Devamla kurduğunuz şu cümleler ise düşünme biçiminiz
açışından durumu içinden çıkılmaz hale getiriyor: ‘‘Bunların hiçbirinin
sol-sosyalist belediyecilik yapmadığını, faşizmle ayakta duran ve bunun için
etrafındaki tehlikeleri bertaraf etmeye çalışan devlet tarafından yakın tehlike
sayılmamanın ‘avantajları’nı kullandıklarını söylemekteyiz”…
Biz de
diyoruz ki, biz sosyalist anlayış ve değerlerle belediye yönetiyoruz; yönetim
anlayışımız öz itibarıyla sosyalisttir.
Bu doğru değilse lütfen sosyalist
belediyecilik anlayışı nedir, nasıldır gösterin.
Belediyecilik anlayışı veya yönetim anlayışınızı ortaya
koyun, sosyalist olduğunu görelim. Biz yönetirken, 1 Mayıs, 8 Mart gibi
tarihsel gün ve bayramlara dönük aldığımız kararlarla, toplu iş görüşmeleri ve
sözleşmelerinde uyguladığımız metot ve işçi ücretlerine dönük yaptığımız
düzenlemelerle, aldığımız haklarla, işçilerin çalışma saatlerinde yaptığımız
düzenlemelerle, kadın istihdamına dönük çalışma ve örgütlenmelerle, kadınlara
tanınan haklar ve verilen imkanlarla, ulaşım alanındaki sınırlı iyileştirmelerle,
içme suyunun karşılanmasına dönük çalışmalarla, öğrencilere burs vererek,
belediyenin gelir-gider tablosunu halka açık biçimde sergileyerek, halkın
denetimine açık ve şeffaf tutarak, yolsuzluk, yiyicilik, kayırmacılık, bencil
imtiyaz ve rantçılık-hortumculuğu vb. ortadan kaldırıp halka hizmet ve halkın
çıkarlarını esas alarak, doğa ve canlıyı koruyan politikalar benimseyerek,
meclisler vasıtasıyla halkın yönetime dahil edilmesinin önünü açarak ve daha
fazlasıyla; burjuva yönetim anlayışına taban tabana zıt ve tam bir alternatif
yönetim anlayışı uyguladık!
Bu, demokratik-halkçı belediyecilik örneğidir; beslendiği anlayış sosyalisttir,
sosyalist yönetim anlayışıdır! Siz buna sosyalist belediyecilik değil
diyorsunuz!
O
halde yukarıda belli örnekleriyle verdiğimiz bu yönetim anlayışı nedir, neye
denk gelir ve hangi anlayıştan beslenir; buna da bir izah getirin?
Bu sosyalist değil
diyerek gerçeği yok edemezsiniz. Ama bu inkarcılıkla gösterdiğiniz şey, dar
grupçu zihniyet ve onun yansıması olarak politik çekememezliktir!
“Yakın tehlike görülmemekten kaynaklı ‘avantajları’
kullanıyorlar” şeklindeki değerlendirmeniz ise daha ilginçtir. Faşist devlete
tehlike olmaktan uzak mı yakın mıyız farazi bir tartışma.
Fakat ‘avantajları’ kullanmakta bir beis görmüyoruz.
Muhtemelen sizler de kullanıyorsunuzdur! Bunu konu yapmanız manasız. Zira,
devrim ve devrimciler ezilenlerin tarihsel mücadelelerinin kazanımları olarak
burjuva sistem yönünden “boşluk” olarak ifade edilen her zeminden de, burjuva
klikler arasındaki çatışmalardan da yararlanır. Bunda bir gariplik yok.
Lakin, sizin için bu sanki “utanç verici bir durum“muş
gibi gözükebilir ama sizinle aynı fikirde olmak zorunda değiliz!
Devam
ediyor YD gazetesi;
“Komünist başkanlık”, “sol-sosyalist belediyecilik” adı
verilen uygulamalar asla üretim koşullarında, siyasi koşullarda ve hatta
kültürel koşullarda bir değişime yol açmamakta. Kitleler tarafından
sahiplenilen bir çalışma biçiminin de yaşama geçirildiği söylenemez.” Bu kuru
bir inkarcılık ve tam bir çarpıtma örneği olarak traji-komik bir durumdur.
Şayet ilgili noktalar
kast edilerek bu noktalarda ciddi, büyük veya köklü ve hatta önemli bir değişim
olmamıştır, yaşanmamıştır denseydi bu biraz daha makul olurdu. Bu retçi ve
inkârcı tutum da politik çekememezliğe tekabül eden bir tutumdur.
Örneğin;
işçilerin çalışma saatlerinin 7 saate indirilmesi nasıl bir değişim olarak
telakki edilemez. Öyle ki, çalışma saatlerinin 7 saate indirilmesi ülkede
hiçbir yerde olmayan ve görülmeyen bir düzenlemedir.
Bunu yok saymak akla ziyandır. Belediyemizin uygulamaları
karşısından veya buna özenerek birçok burjuva siyasi parti belediye
başkanlarının belediye kapılarını sırtlayarak taşıdığını görmemek kadar
inkarcılık olabilir mi?
Belediyemizin “halka açık kapı” politikası, halka açık ve
şeffaf olma siyasetinin bu etkisi değişim değil midir? Gelir
gider tablosunun belediye binalarına asılması değişim değil midir?
“Komünist başkan” propagandasının
kendiliğinden ve izlenen politika ve anlayış zemininde gelişmesiyle geniş
toplumda oluşan sempati bir değişim değil midir?
Bu etki ve kazanımlar
nasıl yok sayılabilir?
Üreticiyle pazar
arasındaki toptancıyı-tüccarı devre dışı bırakan deneyim bir değişim değil
midir?
Değişime dair daha onlarca örnek gösterebiliriz ama bunları
size saymamız boş çaba olacak, çünkü siz görmemekte ısrarlı, inkâr etmekte
kararlısınız; gören körden daha ağır bir körlük tarifi yoktur!
Tiyatronun diğer perdesi de bu zeminde, yani inkâr ve yok
sayma ekseninde biçimlenmektedir. Kitleler tarafından benimsenen bir çalışmanın
hayata geçirilmediğini iddia edilmektedir! 8 saat yerine 7 saat çalışmayı neden benimsemesin
kitleler?
Ücretlerine yüzde seksen beş zam
yapılmasını neden benimsemesinler?
Fırından daha ucuza ekmek almayı neden benimsemesinler?
Çalmayan belediyeyi, arpalık olarak kullanmayan, adamcılık
yapmayan, olanakları halka demokratik normlara uygun sunan, iş-istihdam açan, ucuz su veren, ulaşım
ücretini düşüren bir çalışmayı neden benimsemesinler? Siz tersten bakmakla kalmıyor halk kitleleri adına
konuşarak da ofsaytta düşüyorsunuz.
Bunca gerçekliğe rağmen öyle ki, etkisi ülkedeki en geniş
kitlelere tesir eden bir belediyecilik ve çalışmasının halk kitleleri
tarafından benimsenmediğini iddia etmekten geri durmuyorsunuz. Bu nasıl izah
edilebilir. Politik kıskançlık, çekememezlik
dediğimiz şey tam da burada sırıtıyor. Çünkü,
bütün çalışmalar SMF’nin ve sosyalist anlayışının ürünüdür ve inkarcılık
SMF’nin bu başarılarına karşı gelişmektedir.
Bunu anlamak zor
değil!…
Komediye bakın; ‘‘Halihazırda gerçekleşen şeylerden en öne
çıkanı ‘aynı üretim biçimi ve üretim ilişkileri’ kapsamında bir tür satış
kooperatifçiliğidir.” Bakış açısına bakın ki yukarıda belediyenin
çalışmalarından aktardığımız ve kapitalist sistem anlayışına doğrudan
alternatif olan uygulama ve kararlar bu temelde biçimlenen yönetim anlayışı ve
onun temsil ettiği ileri adımlar adeta hiç sayılmaktadır.
Hâlihazırda gerçekleşen şeylerden öne çıkan
kooperatifçiliktir denmektedir. Ya bu saydıklarımız gerçekleşmedi mi? Halkın
çıkarına olan bunca karar ve uygulama, sergilenen yönetim anlayışı kaşla göz
arasında iç edilip mesele sadece kooperatife indirgenmektedir! Bu inkarın
boyutu, katı biçimidir. Tam bir komedidir. Öte taraftan belediyenin merkezi
sistemin üretim ilişkileri ve üretim biçimini değiştirmesi adeta
beklenmektedir.
Eleştirinin bu unsurlar üzerinden yürütülmesi sanki
kooperatifin (veya belediyenin) bu ilişkileri ve biçimi değiştirmesi gerektiği
halde aynı üretim biçimi ve ilişkileri korunmuş. Bu objektif olarak belediyeden
veya kooperatiften merkezi üretim ilişkileri ve biçimini değiştirme beklentisi
anlamına gelir ki, sol görünümlü sağcılık burada sırıtmaktadır…
Bir tür satış kooperatifçiliği denilerek küçümsenen o
kooperatifçiliğin sınırlı bir üreticiyi de olsa, tüccarın-aracının sömürüsünden
kurtaran, üretimi teşvik eden, halkın refahını etkileyen, üreticinin emeğinin
karşılığını almasında daha uygun şartlar yaratan, bir yığın köylüyü, evde
oturan kadını üretime sevk eden anlamlı bir çalışmadır.
Siz küçümseyin ama üreticinin-çiftçinin-köylünün,
tüccar-aracı şahsında somutlanan kapitalist sistem ve ilişkilere karşı
örgütlenmesini ifade ederek çıkarlarını koruyup temsil eden kooperatifçilik
size rağmen komünist toplum embriyosu olarak en sahici kapitalist üretim
biçimine alternatif bir çalışmadır.
Üreticiyle ilişkilenme, onun yarattığı değerlere sahip çıkma
bilincini geliştirme, üretime yabancılaşmasını kırma, üretimini refahını
yükseltmenin aracı haline getirme gibi birçok açıdan değer taşır-taşımaktadır. Siz bu anlayışla
kolhozları-solhozları da küçümsersiniz. “Yapılan bir biçim satış
kooperatifçiliğidir” demek onu küçümsemekten başka bir şey değildir. Ama çok
bekledik sizin neler yapacağını, göremedik… SMF’nin bu çalışmalar zemininde
gelişip güç biriktirdiğini ya da bu çalışmaların SMF çalışmalarına olumlu katkılar
sunduğu aşikardır.
Sizler SMF’nin
gelişip güçlenmesine karşı beslediğiniz anlamsız tahammülsüzlükle, salt bu
nedenle, gerçekleştirilen başarılı çalışma ve elde edilen kazanımları
küçümsemekten geri durmamaktasınız…
Alkışlara boğulması gereken bir perde daha: Kooperatif
çalışmasını diğer içerik ve olanaklardan (üreticinin sömürü payını azaltan,
üreticiyi üretime teşvik eden, üreticiyle politik ilişki ve örgütleme
olanaklarını sağlayan, üreticiye bilinç taşıyarak politikleştiren, belli bir
siyasi görüşle tanıştırıp ilişkilendiren, örgütlenme kültürü yaratan, politik
kazanımlar sağlayan içerikten vb…) soyutlayarak onu salt “gelirin ve
olanakların kullanımı ve bölüşümü alanındaki kısmi halkçılık ve halk lehine
tasarrufa” indirgeyen anlayıştan hareketle, kooperatifçiliği kast ederek bunun
“sosyalist anlayış olduğu iddiası kabul edilebilir bir iddia değildir”
denmektedir.
Mevcut kooperatifçilik sosyalist anlayışla ne kadar
bağdaşır ne kadar bağdaşmaz ayrı bir tartışmadır. Sosyalist
kooperatifçilik nüveleri barındırdığı gibi, sosyalist bir kooperatif iddiasında
değiliz; esasta veya en azından temelli bir savunu zemininde bu iddiaya sahip
olmadık. Söz ve konuşmalarda öyle geçmiş olduğunu varsaysak da genel anlayış
olarak katıksız bir sosyalist kooperatifçilik iddiasında bulunmadık. Sosyalist
anlayışla örgütleyip yürütmeye, geliştirmeye çalışıyoruz. Gelişiyor da… Bunu
tartışmıyoruz.
Asıl mesele, yukarıdaki iddianın devamı olarak geldikleri şu
sonuç ya da çıkarsamalardır; “böyle bir iddia sınıf savaşımından ve sınıf
diktatörlüğünden uzak olmanın ürünü olarak çok bayat ve geleceği olmayan bir
iddiadır. Bugüne kadar bu iddiaları hem kendileri ileri sürerek hem de
başkalarının kendileri hakkındaki aynı iddiaları kabul ederek sınıf savaşımına
ve sınıf diktatörlüğüne sırtlarını dönmüş olduklarını gösterdiler.
Bu yaklaşımla ileri bir düzlemde ortaklaşamayacağımız açık
olmalıdır.” Kooperatifçilik anlayışımız (pratiği tartışılır bu ayrı) ama
anlayışımız sosyalist kooperatifçiliktir. Kapitalist anlayışla yapmadığımız
aşikâr. Tam sosyalist bir kooperatifçilik sergileyemesek de anlayış düzleminde
sosyalist anlayışla kooperatifçilik yapmaya çalışıyoruz. Tuhaflık şu; bu
iddiada bulunmamız nasıl oluyor da sınıf savaşımından ve sınıf diktatörlüğünden
uzak olmanın ürünü oluyor? Kooperatifi doğru ya da yanlış tarif etmemizin sınıf
savaşımı ve sınıf diktatörlüğüyle ne gibi bir bağlantısı var ya da nasıl bu
denli net ve kesin bir sonuç çıkarılabilir!
YD
Gazetesi bununla da yetinmiyor ve
“… bu iddiaları ileri sürerek ve … kabul ederek sınıf
savaşımına ve sınıf diktatörlüğüne sırtlarını dönmüş olduklarını gösterdiler”
demektedir! Yani biz, kooperatifçilik anlayışımıza sosyalist kooperatifçilik
dediğimiz için, evet salt bunu dediğimiz için sınıf savaşı ve sınıf
diktatörlüğüne sırt döndüğümüzü göstermiş oluyoruz!
Bu kadar gülünç olmayın.
Olmayın çünkü sınıf
savaşı ve sınıf diktatörlüğü bu denli basit, içeriksiz ve cılız bir şey
değildir. Kooperatifler bir nevi demokratik devrim ve sosyalist devrim sonrası
toplumsal şartlara bağlı olarak gündeme gelen kolhoz ve solhoz
örgütlenmeleridir veya bunların öncelidir.
Kooperatifler
sosyalist ekonomi ve üretimde başvurulan örgütlenme biçimleridir.
Lenin-Stalin
Sovyetler’de bu örgütlenmelere giderken Çin’de kooperatif ve komünler
örgütlenmelerine giderken sınıf savaşımı ve sınıf diktatörlüğüne sırtlarını mı
dönmüş oluyorlardı! sosyalist kooperatifçilik iddiamız nedeniyle, “Bu
yaklaşımla ileri bir düzlemde ortaklaşamayacağımız açık olmalıdır” demenize bir
şey diyemeyiz.
Ortaklaşamayabilirsiniz.
Lakin
ortaklaşmak ayrı, birlik ayrıdır.
Hatırlatırız
ki alt başlık, “Kazanmak için birlik!” başlığıydı.
Siz
birliğe gelmeden ortaklaşmayı reddediyorsunuz.
Ortaklaşma somut bir sorunda, görevde vb.
buluşmak, eylem birliği yapmak vb. manalarına gelir.
Bunu öngörmediğiniz durumda birliği öngörmeniz hayli zordur.
Fakat sözü buraya
getirmenize rağmen, birlik sözcüğünü kullanmaktan imtina ettiğiniz okuyucunun
da göreceği bir DETAY’dır!
Korkusu
birlik olanların dağınık devrim güçlerinin nazarında bir çekiciliği yoktur bunu
da bilin isteriz!