Esasında Şarfman’ın cezaevinde Kürtlerle kurduğu diyolog TKP’nin Kürtlerle yaşadığı paradoksal ilişkinin ya da ilişkisizliğinin özeti gibidir.
TKP’nin Kemalist teröre karşı
Kürt ulusuyla birleşmeye değil de, Komintern’e sadakatten dolayı Kürtlere
mesafeli davranmayı seçmesi; devrimciliği değil, hiçleşmeyi seçmesidir.
“…Kemalist burjuvazi Kürdistan’ı bir
müstemleke(sömürge) hâlinde kullanmakta ve onun kanını emmektedir.”(1)
Kızıl İstanbul, 10 Temmuz 1930.
Tarihsel TKP’nin Ağrı İsyanı değerlendirmesi ile diğer Kürt isyanlarını ele alışı arasında çok belirgin bir fark vardır. Bu belirgin fark nedeniyle Tarihsel TKP tarihinde, Ağrı İsyanı değerlendirmesinin özel bir yeri olduğunu düşünüyoruz.
TKP’nin Kürt isyanlarına yaklaşımında sergilediği,
Komintern tezlerini ya da Sovyetler Birliği’ni savunma refleksleri, Ağrı İsyanı
değerlendirmesi için de geçerlidir. Ancak TKP bu genel yaklaşımdan tam olarak
kopmadan, ilk kez, ezilen Kürt ulusunun isyanını haklı bulduğunu ilan ediyor ve
isyana yön veremediği için kendini suçluyor. Bu yönelim Kürt sorununa ilişkin,
TKP içerisinde siyasal-devrimci bir sapmaya zemin hazırlıyor.
Tabi 1930 yılını özgün kılan, TKP içinde
başlayan bu tartışmayı ve TKP’nin Kürt ulusuna yönelme zeminini yaratan dış ve
iç dinamikler var. En belirleyici dış dinamik; 1927’de Çin’de yaşanan Çan Kay
Şey darbesi ve 1928’de Komintern VI. Kongresi’nin aldığı “Ulusal
burjuvazi ulusal devrime ihanet etti.” kararıdır. (2) Bunun
yanında en önemli iç dinamikler de, 1929’da İzmir’de yargılanan/hapis cezası
alan TKP yöneticilerinin Kürdistan illerindeki hapishanelere gönderilmesi ve
gelgitli Sovyetler Birliği-Kemalist Türkiye ilişkileridir.
Normal şartlarda iki ülke arasındaki ilişki, kategorik
olarak dış dinamikler açısından değerlendirilir ama Komintern’in TKP’yi
iradesiz bırakan geleneksel yaklaşımı ya da TKP’nin Komintern’e olan koşulsuz
sadakati bu meseleyi zorunlu olarak iç dinamikler açısından değerlendirmemize
neden oluyor.
İç dinamik açısından asıl özgünlük ve Ağrı İsyanı
değerlendirmelerine de tesiri olan gelişme, TKP yöneticilerinin Kemalist rejim
tarafından, Türkiye Kürdistan’ındaki zindanlara gönderilmesidir. Örneğin;
Hikmet Kıvılcımlı Elazığ, İsmail Bilen ise Diyarbakır cezaevinde kalmıştır.
TKP’nin yayın organı İnkılâp Yolu
dergisinin 1930 tarihli Temmuz-Ağustos sayısında “Kemalist
zindanlarından bir feryat” başlıklı bir yazı yer alıyor. Yazının
Kürdistan illerinde mahpus yatan TKP’liler tarafından yazıldığı
anlaşılmaktadır. İlgili yazıda, “Burjuvazinin bizi buralara ‘sürmesi’ bir
taraftan da ümit edilmeyecek kadar faydalı oldu. Bu ‘gayya kuyusu’ hakkında
zannedildiğinden pek fazla cahilmişiz.” diye bir ifade geçiyor.(3) Esasında
bu bir itiraftır, TKP’nin Kürdistan gerçeği ile ilk kez bu denli, kanlı-canlı
tanıştığı TKP’li mahpuslar tarafından itiraf edilmiştir.
***
Ağrı İsyanı Şeyh Said İsyanı’ndan yaklaşık bir yıl
sonra 16 Mayıs 1926’da Biroye Heske Teli’nin öncülüğünde başladı. Bu sırada
muhtelif Kürt aydınları bir araya geldi ve 1927’de Lübnan’da Kürt Kongresi’ni
topladılar. Kongre sonucunda Hoybun Cemiyeti kuruldu. Hoybun’un kurulmasıyla
isyan daha kurumsal bir muhteva kazandı. İsyan aralıksız bir şekilde 1930’a
kadar sürdü. Özellikle 1929’dan itibaren; isyan, Kemalist basında da gizlenemez
hâle geldi.
1929 yılı yukarıda da belirttiğimiz gibi TKP
yöneticilerinin Elazığ ve Diyarbakır cezaevlerinde tutsak olduğu yıllardı.
Kemalist terörün bu dönemde komünistlere ve Kürt ulusuna karşı saldırıları
yoğunlaşmıştı. Kürdistan zindanlarındaki komünist tutsaklar ve Ağrı İsyanı’nın
etkisi, TKP’nin yüzünü isyana ve Kürt ulusuna dönmesini sağladı. TKP ilk defa,
kısmi de olsa, yüzünü Kemalistlerden çevirip Kürt ulusuna yöneldi. Bu yönelim
TKP’nin yayınlarına, eylemlerine ve söylemlerine direkt yansıdı.
1930 yılında yayınlanan TKP
Faaliyet Programı taslağının “İşçi ve Köylü Hükümetinin
Görevleri” başlıklı bölümde şöyle deniyor:
“Kürtler beylerin ve şeyhlerin zulmünden
kurtarılacaktır ve ikamet ettikleri Anadolu’nun Doğu vilayetlerinde, Türkiye’nin
işçi ve köylü hükümetine müttefik bir özerk ulusal cumhuriyet hâlinde
örgütleneceklerdir.” (4)
TKP ilk kez özel olarak Kürt ifadesi
kullanarak, ayrılma hakkını savunmuş ve müttefik olarak gördüğü bir Kürt
Özerk Cumhuriyeti örgütlenmesi önermiştir. Şefik Hüsnü’nün ortaya
koyduğu bu formülasyon, Komintern’in Doğu Sekreterliği tarafından uygun
bulunmadı ve sekreterlik tarafından müdahale edildi. (5)
Komintern’in müdahalesi sonrası oluşan
metinde, ulusal azınlıklara(Kürtler ve Lazlar) “mukadderatlarını
serbestçe tayin etmek ve arzu ederlerse devletten ayrılmak hakkı” tanınsa
da ulusal azınlık komünistlerine, ulusal azınlıklara “mensup işçiler
ve köylülerle Türk işçi ve köylülerinin kardeşçe birliği lehinde mücadelede
bulunmak mecburiyetindedirler.” deniyor ve metin şöyle devam
ediyor:
“Bir Sovyet Cumhuriyetleri şeklinde
teşekkül eden Türkiye Amele ve Köylü Hükümeti, emperyalizme ve derebeylerine
karşı elbirliğiyle mücadele için, mazlum milli azınlıkların emekçi kitleleriyle
Sovyet Cumhuriyetleri Federasyonu şeklinde bir ittifak anlaşmasına dayanan bir
siyaset takip eder.”
Görüldüğü gibi Komintern, Sovyetler
Birliği’nin “ulusal” çıkarlarını esas alan bir anlayışla,
TKP’nin 1930 Faaliyet Programı’na son şeklini veriyor. Komintern bununla da
yetinmeyip, bir de TKP’ye uyarı mektubu gönderiyor. Komintern Doğu Sekreterliği
3 Ocak 1930 tarihinde gönderdiği mektupta şunları söylüyor:
“(Ağrı)İsyan, İngiliz emperyalizmi
tarafından hazırlanmış ve örgütlenmiş ve kullanılmıştır. Bu isyan Türk halkının
bağımsızlığına, cumhuriyete, devletin dini kurumlardan ayrılmasına karşı
yöneltilmiştir. Bu isyan SSCB’ye de karşıdır zira İngiliz emperyalizmi
SSCB sınırı yakınlarında karşı-devrimci bir platform oluşturma gayreti
içindedir. Bu nedenle Kürt İsyanı gerici ve karşı-devrimcidir.”(6)
Bir yılı aşkın bir süre sonra, 27 Nisan 1931’de
Komintern’den TKP üyelerine bir mektup daha geliyor. Bu mektupta 3 Ocak’ta
yapılan uyarılar daha da net ifadelerle yineleniyor:
“Kürt isyanının esas amacı,
Türkiye’yi Sovyet karşıtı bloğa katılmaya sürüklemektir. Kürtlerin isyanı
İngiliz ve Fransız emperyalizmi tarafından hazırlanmış ve örgütlenmiştir.
Emperyalizm ajanı Kürt feodaller, varlıklarını ve Kürt halk kitleleri üzerindeki
iktidarlarını kaybetmemek için zafer kazanan Türk güçlerine ilk teslim
olanlardır. Bu hareket Türkiye’nin bağımsızlığına, cumhuriyete ve dinle
devletin ayrılmasına karşı yönelmiştir. Bu hareket aynı zamanda SSCB’ye
karşı da yönelmiştir, zira İngiliz emperyalizmi, bu isyan yardımıyla, SSCB
sınırları yakınlarında karşı-devrimci bir çarpışma alanı yaratmaya çalışmıştır.”(7)
Komintern TKP’ye art arda gönderdiği bu
mektuplarla, “Bu isyan aslında bize karşı, bunun bilinciyle hareket
edin.” minvalinde uyararak, açıkça TKP’ye “siyasal ayar” veriyor.
Dikkat edilecek olursa Komintern’in Şeyh Said İsyanı’na yaklaşımıyla
Ağrı İsyanı’na yaklaşımı arasında hiçbir fark yoktur. Ancak TKP’nin bu iki
isyana yaklaşımı arasında çok belirgin farklar vardır. Komintern’in
uyarıları da zaten bu farkları düzlemeye ve TKP’nin yöneldiği sapmayı önlemeye
yöneliktir.
***
TKP; 1930’da yayınlanacak olan faaliyet raporunda
başlattığı siyasal-devrimci yönelimi, o dönem içerisinde, birçok mecrada
gösterdi.
TKP’nin gençlik örgütlenmesi olan Türkiye
Komünist Gençler Birliği, TKP’nin faaliyet programına paralel olarak, kendi
faaliyet programında, “Kemalist rejim Kürt emekçi gençliğini iki kere
eziyor.” tespitini yaparak, tereddütsüz bir şekilde anadilde
eğitimi savunuyor.
Yine TKP 1930 yılı başlarında
yayınladığı raporda; Kürt isyanlarının devrimci kuvvetleri
canlandırdığını fakat TKP’nin bugüne kadar Kürtlerle temas kuramadığı için
isyanların emperyalistlerle Türk gericiliğinin işine yaradığını saptıyor.
TKP aynı yılın 1 Mayıs bildirisinde, “Kemalistler
ne toprak reformu yapabilir ne de ulusal sorunu çözebilir.” diyerek,
isyanların sorumlusu olarak Kemalistleri hedefe koyuyor.
TKP 1930 yılına gelindiğinde,
Komintern’in pragmatik Kemalizm tahlillerinden, birbirini destekleyen iki
ayrı meselede, siyasal-devrimci bir sapma yaşıyor. Hem Kürt
ulusunun isyanında devrimci bir muhteva olduğunu saptıyor hem de krizin asıl
sorumlusu olarak Kemalist rejimi belirliyor.
TKP’nin Faaliyet Programı taslağı ile
başlayan Kürt sorunundaki devrimci-siyasal sapma, TKP lideri Şefik
Hüsnü’nün İnkılâp Yolu dergisinde, 1930 yılının Temmuz-Ağustos
sayısında yer alan İkinci Kürt İsyanı yazısıyla birlikte en
derli toplu hâline kavuşuyor.
Şefik Hüsnü bu yazıda Ağrı İsyanı’nın
incelenmeye muhtaç iki cephesi olduğunu, birinci cephenin yoksul halk cephesi,
ikinci cephenin derebeylik olduğunu ifade ediyor. Şefik Hüsnü’ye göre bu isyan
aynı zamanda yoksul halkın, mazlum köylülüğün kurtuluş mücadelesidir. İsyanı
Kürt yoksulları açısından kurtuluş olarak gören yaklaşım, Komintern’in isyan
değerlendirmeleriyle yaşanan krizin ilk aşamasıdır. Ancak Şefik Hüsnü
bununla yetinmiyor ve partisine esaslı bir soru yöneltiyor:
“Bugüne kadar hangi samimi devrimci
parti çıktı, ona hakikati anlattı da o dinlemedi? Bu sahada TKP de
görevini yapmak fırsatını henüz ele geçirmiş değildir. Biz eminiz ki yoksul
köylülük, önünde başka kurtarıcı teşkilat görmediği için, derebeylerinin ve
serseri çete reislerinin rehberliğini kabul ediyor.”(8)
Şefik Hüsnü bu özeleştirisinin
ardından, “Yoksul Türk köylüleri eğer Kürtler gibi silaha
sarılmıyorsa bu onların daha az sıkıntıda olduklarını; Ankara diktatörlüğüne
karşı daha az diş bilediklerini göstermez; bunu sebebi kendilerine yol
gösterecek bir teşkilatın bulunmamasında aramak gerek.” diyerek,
özeleştirisini daha da detaylandırıyor.
Burada Şefik Hüsnü’nün, Kürtlerin silahlı
isyanını haklı ve meşru görmesi de daha önce karşılaşmadığımız, olumlu/devrimci
bir tutumu temsil ediyor. Yazının ilerleyen bölümünde Şefik Hüsnü,
Kürtlerin silahlı isyanının asıl önemini bütün ülke ahalisinin hakim
sınıf hükümetine karşı elbirliğiyle silahlı hücuma ve savunmaya geçmiş
olmasıyla açıklıyor.
Siyasal pratiğe hiç yansımasa da,
Kemalist hükümete karşı Kürtlerin silahlı mücadelesine sahip çıkmak, TKP
açısından siyasal-devrimci/olumlu bir sapmayı temsil ediyor. Ancak yazının
sonunda Şefik Hüsnü, “Kürt isyanı İngiltere tarafından Sovyetler’e
karşı kullanıldığı için karşıyız.” diyerek, TKP’yi
Kemalist Diktatörlük karşısında hiçleştiren yaklaşıma bir kez daha teslim
oluyor. Aslında bu teslimiyet, yazının önceki bölümlerindeki
siyasal-devrimci sapmayı da pratik açıdan boşa düşürmüş oluyor. Bu tutum,
TKP’nin ezilen Kürt ulusuyla birlikte Kemalist egemen sınıflara karşı birlikte
mücadele etme olanağını devre dışı bırakıyor.
***
1930 yılında Ağrı İsyanı değerlendirilmeleri üzerinden
oluşan siyasal-devrimci yöneliş, TKP içindeki tartışmalarda ve eylemlerde de
kendisini gösteriyor.
1930 Ağustos’unda TKP’li tütün
işçileri Kemalist rejimin Kürtlere uyguladığı kitlesel kıyıma karşı protesto
eylemi yapıyor ve eylemden ötürü on dolayında işçi tutuklanıyor. Tutuklanan
TKP’li tütün işçileri Kürtlere sempati duymak ve anti-militarist eylemleri
nedeniyle vatana ihanetle suçlanıyorlar. Bu eylemde “Kahrolsun Kürt
halkının Kemalist cellâtları!”, “Kürt toprak ağalarının ve şeyhlerinin
toprakları ve sürüleri Kürt köylülerine ve çobanlarına verilsin!”, “Kürt
halkına tam bağımsızlık!”, “Britanya emperyalizmine karşı özgür ve birleşik
Kürdistan’la sıcak işbirliği!” ve “Emperyalizm saldırısına karşı SSCByi
savunalım!” gibi sloganlar atılıyor.(9)
Eylem ve sloganlar düşünüldüğünde,
TKP’nin cesareti şaşkınlık vericidir. Çünkü günümüz açısından değerlendirecek
olursak, içinde bulunduğumuz siyasal ortamda TKP’li tütün işçilerinin o
gün yaptığı eylemi bugün hangi komünist örgütün işyeri komitesi yapabilir ya da
herhangi bir komitesi yapabilir? Gerçekten bu soruya yanıt vermek
oldukça zor… Kemalizm açısından hem komünizmin baş tehdit olduğu hem de
Kürtlerin muntazam olarak isyan hâlinde olduğu bir dönemden söz ediyoruz. Bu
hakikat çerçevesinde düşünüldüğünde, yapılan eylemin değeri daha da
büyümektedir.
Ancak bu eylemde dahi Sovyetler
Birliği’ni savunma refleksiyle karşı karşıyayız.
Tarihsel TKP, siyasal anlamda en ilerici tutumlar aldığı bu koşullarda dahi
Komintern’e, yani Sovyetler Birliği’ne olan koşulsuz sadakatini elden
bırakmamıştır.
TKP’li tütün işçilerinin Kürt
direnişiyle dayanışma için yaptıkları eylemin yer aldığı belgede çok önemli bir
bilgi daha yer alıyor. TKP İzmir İl Komitesi’nden bir yoldaş TKP
merkezine Komintern’e tavır alan ve dönemsel olarak gelişen siyasal-devrimci
sapmanın en ileri ifadesini sergileyen bir yazı gönderiyor.
Yazıda; Kemalist gazetelerin
Kürt isyanı karşısında Sovyet hükümetinin tutumunu öne çıkardığını ve Sovyetler’in
Mustafa Kemal’in yanında yer almasından ötürü, TKP’nin işçileri ve köylüleri
egemen burjuvaziye karşı peşinden sürükleyemeyeceğini belirtiyor ve
şöyle devam ediyor:
“İnanıyoruz ki böylesi bir siyaset
(Kemalizm’i desteklemek) büyük bir hayal kırıklığına varmaya mahkûmdur. Çünkü
Kemalistler anti-Sovyetik bloğa doğru şaşmaz biçimde yürüyor. İtalya ve
Yunanistan’la anlaşmalar yapıyor.”
Esas kritik çözümlemesini ise bundan sonra yapıyor:
“Kürt isyanı, ilkel ve feodal niteliğine
rağmen, inanıyoruz ki, Hindistan’daki ve Çinhindi’deki isyanlardan hiçbir fark
taşımıyor.”(10)
Hindistan’da ve Çinhindi (Laos, Vietnam ve
Kamboçya)’de o sıralar ulusal kurtuluş mücadeleleri olduğunu biliyoruz. İzmir
İl Komitesi üyesi yoldaş, ilkel ve feodal önderliğine rağmen ezilen Kürt
ulusunun kurtuluş mücadelesini haklı ve meşru görüyor.
İzmir İl Komitesi üyesi yoldaşın bu düşünceleri,
bundan kırk yıl sonra ortaya atılacak olan İbrahim Kaypakkaya’nın devrimci
tezlerinden esintiler taşıyor.
Bu arada, Şefik Hüsnü; İzmir İl
Komitesi’ndeki yoldaşın eleştirilerini goşist abartmalar olarak
değerlendirip, “Türk komünistleri istemeden İngiltere’nin oyununa
düşebilir.” sonucuna ulaşıyor.
Şefik Hüsnü’nün Komintern’e karşı hiçbir
dönem otokontrolü bırakmadığını görüyoruz. Şefik Hüsnü bu tutumuyla;
İzmir İl Komitesi’ndeki yoldaşla birlikte, bir adım daha öteye taşınma
olasılığı olan siyasal-devrimci sapmaya da set çekmiş oluyor; devrimciliğin
karşısında, tutuculuğu temsil ediyor.
***
Çarpıcı olması açısından, döneme ilişkin
son bir örnek daha vereceğiz. 1929 TKP Davası tutsaklarından Şarfman’ın
raporu da dönemin ruhunu anlamak açısından oldukça etkilidir. Şarfman’ın
cezaevindeyken Kürtlerle yaşadığı diyaloglar güncel olarak da öğreticidir.
Ağrı İsyanı sürerken, cezaevinde
birlikte kaldığı Kürtler Şarfman’a Kemalist rejime karşı birlikte hareket
etmeyi teklif etmiştir.(11) Ancak Şarfman bu teklifi hem
gayrimüslim olması hem Kürt hareketine önderlik edenlerin sınıfsal olarak
feodal olması hem de “İngiliz emperyalizminin müdahalesi” gerekçesiyle
reddetmiştir. “Kürt milliyetçisi” damgası yemekten korkmuştur.
Esasında Şarfman’ın cezaevinde Kürtlerle
kurduğu diyolog TKP’nin Kürtlerle yaşadığı paradoksal ilişkinin ya da
ilişkisizliğinin özeti gibidir. TKP’nin Kemalist teröre karşı Kürt
ulusuyla birleşmeye değil de, Komintern’e sadakatten dolayı Kürtlere mesafeli
davranmayı seçmesi; devrimciliği değil, hiçleşmeyi seçmesidir.
Ağrı İsyanı değerlendirmeleri açısından
en çarpıcı sonuç ise şudur: TKP Komintern’in son derece pragmatik ve Sovyetler
Birliği’nin dış politika “çıkarlarından” başka hiçbir şeyi
önemsemeyen yaklaşımından biraz dahi uzaklaştığında siyasal-devrimci
bir kopuşun arifesine gelmiştir; Kemalist rejimle kavgayı ve direnen Kürt
ulusuyla temas kurmayı esas alan devrimci bir çizgiye sapmıştır. Ancak bu
olumlu sapma, TKP önderliğinin dirayetsizliği ve Komintern’e olan
koşulsuz bağlılığı nedeniyle kısa bir süre içinde sönümlenmiştir.
***
TKP’nin 1930’daki Kürt isyanı
değerlendirmeleri dikkatli incelendiğinde, Hikmet Kıvılcımlı’nın Kürdistan
çözümlemelerinin de TKP değerlendirmeleriyle, ana hatları itibariyle kesiştiği
görülmektedir. Elbette, Kıvılcımlı’nın Yol serisinin altıncı kitabı olan “İhtiyat
Kuvvet:Milliyet(Şark)” isimli çalışmasında, daha detaylı
çözümlemelere ve meseleye ilişkin özgün siyasal önermelere rastlıyoruz. Ancak
belirttiğimiz gibi Kıvılcımlı’nın tezleri TKP’nin 1930 Faaliyet Programı’nda ve
Şefik Hüsnü’nün İkinci Kürt İsyanı makalesindeki görüşlerle esas olarak
uyumludur. Ayrıca Kıvılcımlı’nın hazırladığı Yol serisini 1930’lu yıllarda TKP
Merkez Komitesi’ne sunduğu da bilinen bir gerçektir. Bu durum da aradaki uyumu
ve Kıvılcımlı’nın meseleye yaklaşımındaki temel perspektifin özgün olmadığının
sağlaması niteliğindedir.
Bu vesileyle, Kıvılcımlı’nın Kürdistan tezlerini, ayrı
bir yazıda daha detaylı inceleyeceğiz.
***
Son tahlilde; Tarihsel TKP hiçbir dönem,
Sovyetler Birliği’nin pragmatik Türkiye politikasından bağımsız hareket etmedi
ve bu nedenle Kürt sorununa dair geliştirdiği en ileri yaklaşımlar dahi
yalnızca kağıt üzerinde kaldı. Bu durum Tarihsel TKP’nin yalnızca hiçleşmesiyle
sonuçlanmamıştır. Aynı zamanda, TKP’nin Komintern’e göre biçimlenen siyasal
pratiği, Kemalizm ve Kürt sorunu konularında da gelecek komünist/sosyalist
nesillere kötü bir “miras” bırakmıştır.
Daha da kötüsü Komintern’in Kürt isyanları
değerlendirmeleri, güncel olarak sosyal-şovenizmin Kürt direnişine karşı
sunduğu en temel argümandır.
Bu nedenle, bu kötü ve sosyal-şovenizme
ilham olan “miras” ile hesaplaşmak, yalnızca bu ortama yol
açan Tarihsel TKP’nin etkisiz ve tutucu yaklaşımıyla değil, bir bütün olarak
Komintern’in pragmatik Kemalizm siyasetiyle de hesaplaşmayı gerektirir.
Kaynakça
1.
Türkiye’de Sol Akımlar-2, Mete Tuncay, BDS yayınları,
sy. 225, 1992, İSTANBUL.
2.
Komünizm Gözünden Kemalizm, Vahram Ter-Matevosyan, Ç:
Gözde Yılmaz, İletişim Yayınları, sy.153, 1. Baskı, 2023, İstanbul.
3.
Türkiye’de Sol Akımlar-2, Mete Tuncay, BDS yayınları,
sy. 220, 1992, İSTANBUL.
4.
Komintern, TKP ve Kürt İsyanları; Erden Akbulut-Erol
Ülker, Yordam Kitap, sy.152, 1. Basım, 2022, İstanbul.
5.
Age, sy.157.
6.
Age, sy.164.
7.
Age, sy.197.
8.
Age, sy.182.
9.
Age, sy.193.
10.
Age, sy.194.
11.
Age, sy.205.