sf: 14-214
İbrahim Kaypakkaya
Tarafından İpliği Pazara Çıkarılan Can Çekiştikçe
Tabulaştırılan Resmi İdeoloji: KEMALİZM
DOĞUŞU, GELİŞİMİ,
KURUMSALLAŞMASI-GİRİŞ
“Kendi beyinlerinin ürünleri, onları yaratan beyinlerin
üstüne çıkmıştır. Yaratıcılar kendi yarattıkları şeyler önünde secdeye
varmışlardır... Fikirlerin egemenliğine karşı başkaldıralım.
(Alman ideolojisi (Feuerbach), sy: 35 K. Marks, F. Engels)
K. Marks ve F. Engels Alman ideolojisini değerlendirirken
oldukça isabetli olan bu belirlemeyi yapıyorlardı. Şüphesiz ki bu belirleme
Kemalizm ideolojisini ve onun tabulaştırılarak yaşatılmaya çalışılan
gerçekliğini de açıkça ifade ediyor. Bir ideoloji, bir sistem veyahut bir
egemen güç ne kadar efsanevileştirilir, mitleştirilirse bir o kadar da
dokunulmazlık zırhına büründürülür. Bu da yığınlar nezdinde ulaşılmaz bir tabu
algısının, fikrinin oluşmasını sağlar.
Böylece, erişilmezlik duygusu, mevcut egemen güç karşısında
kendi zayıflığına yenik düşer ve can çekişse dahi tabunun yeniden yeniden
diriltilmesi yönünde kendini konumlandırır. Artık egemen olan ve yaratıcılık
düzeyinde kutsanan ideolojik güç, kendisi için devasa bir alan yaratmış olur ve
bilinçsiz yığınların sahipleniciliğinde sürekliliğini güvence altına alır.
İşte Kemalizm de tam böylesine bir ideolojidir. Ve elbette
ki basite alınacak ya da dar bir ideolojik çerçeve içerisinde tanımlanabilecek
herhangi bir olgu değildir.
Kemalizm, cumhuriyet olarak şekillenen devletsel
yapılanmanın kurucu ideolojisi ve bu yapılanmanın kurumsallaşmış egemen siyasal
gücü olmakla beraber, kendi çürümüşlüğü içerisinde tabulaştırılarak durmadan hayat
verdirilen ve sürekliliğini de tapınmavari resmiyet kazanmış dokunulmazlığından
alan ve topyekün toplumun ideolojik, siyasal, sosyal, kültürel, psikolojik,
ahlaki vb. bütün dokusuna nüfuz ederek şekillenmesini sağlayan bütünlüklü bir
ideolojidir. Kemalizm gerçekliğinin kapsayıcılığına öncelik verilmesi ve
tarihsel materyalist tutuma bağlı kalarak tahlil edilmesi, şüphesiz ki bu
ideolojinin daha somut biçimde kavranması açısından önemlidir.
Eğer benimsetilenle gerçek arasındaki örtü kaldırılamaz ve zihinleri kuşatmış olan söylemler tarumar edilemezse, resmi ideoloji olarak tanımlanan Kemalizm, egemen güç olarak yığınları esaret altında tutmaya devam edecektir. Bu yüzden Kemalizm’in hem tarihsel temellerini hem de bugününü biçimlendiren ideolojik-siyasal arka planı geniş kitlelere azami düzeyde teşhir edebilmek ve kavratabilmek çok önemlidir.
Diyalektik yöntemle izlenecek yol, kaçınılmaz
olarak bu yanıltıcı örtünün sökülüp atılmasını ve gerçeğin en yalın haliyle
kavranmasının önündeki engellerin kaldırılmasını sağlayacaktır.
Bunun için temel referans niteliğindeki Marks ve Engels’in
şu vurgusu, yöntemin daha iyi algılanması açısından oldukça önemlidir.
“Burjuvazi, eskiden kalma bütün dayanıklı ve ulu kurumları; büyük sanayi, rekabet ve dünya pazarı sayesinde fiilen nasıl darmadağın ediyorsa, aynı şekilde bu diyalektik felsefe, bütün mutlak ve nihai gerçek kavramları, kendilerine tekabül eden insanlığın mutlak durumları, kavramları ile birlikte bertaraf ediyor. Karşısında mutlak, nihai, kutsal hiçbir şey dayanmıyor; her şeyin gerçeğini ve her şeydeki geçiciliği gösteriyor ve özünde kendisinin dahi düşünen beyinde bir aksinden ibaret olduğunu, oluşumun ölümün, aşağıdan yukarıya doğru sonsuz tırmanışın durmak bilmeyen sürecinden başka bir şey kalmıyor.
”(Felsefe İncelemeleri, sy: 12-13, K. Marks, F. Engels) Demek ki “nihai”, “mutlak”, “kutsal” denilen yanılsamalı kavramların, perdelenerek saklı tutulmuş gerçekliklerini, gün yüzüne çıkarabilmek için doğru yerde ve doğru yöntemle bakabilmek çok önemlidir. Doğru yöntemin tayin edilmesi beraberinde incelenerek, tayin edilecek kavramın ya da olgunun asıl niteliğine ulaşılmasını sağlayacaktır.
Bir kavramın ya da olgunun doğru tahlil edilmesi ondaki
söylemsel yönün, geçiciliğin dışlanması ve gerçek özünün açığa çıkarılması
demek- tir. Bu ele alışın sürekliliği şüphesiz ki araştırma yapmakla mümkün
hale gelebilir. Mao Zedung’un “araştırma yapmayanın söz hakkı yoktur” ifadesi
bu yüzden anlamlı ve isabetlidir.
Bir şeyin niteliğini azami düzeyde gerçekliğe yakın olarak
ortaya koya- bilmek aynı zamanda o şey karşısında nasıl bir pozisyon
alınabileceğini gösterir. Kemalizm’i bir olgu olarak ele alıp doğduğu,
şekillendiği ve sürekliliğini sağladığı koşullarıyla birlikte incelemek onun
niteliğini doğru biçimde anlamanın, kavramanın ve tanımlamanın öncelikli
adımıdır. Yapılacak her türden ideolojik, politik, ekonomik, sosyal ya da
bütünlüklü olarak konjonktürel ortam araştırması, olgunun niteliğine dair
objektif tu- tumun pekişmesine hizmet edecektir.
Burada, araştırma yönteminin bilimselliği tayin edici bir
önem kazanır. Üstünkörü, özen gösterilmeyen, yüzeysel ve birçok açıdan
öznelciliğe mahkum olmuş bir yaklaşımla yapılacak her tahlil ya da tanımlama
ne yazık ki tanımlanmaya çalışılan olgunun ömrünü uzatmaya yarar. Öznelci
tutuma düşmemek için “biricik Marksist-Leninist tutum” olarak Mao Zedung
ısrarla “gerçeği olgularda aramaktan” söz eder. Kemalizm’e neşterin vurulacağı
esas adım da buradan atılmak zorundadır.
Mao Zedung, olguyu “genel olarak var olan şeyler”, gerçeği,
“olguların iç ilişkileri ya da onlara hükmeden yasalar” ve aramayı ise
“araştırma yapmak” olarak ifadelendirir. Kemalizm gerçeğini ideolojik
temelleriyle, siyasal çizgisiyle, sınıfsal-sosyal dayanaklarıyla ve
iktidarlaşması yönüyle tanımla- mak, onu var eden tarihsel koşulların iyi
incelenmesiyle mümkündür. Kemalizm olgusunu var eden bütün unsurlara
ulaşılması ve onların niteliği hakkında gerekli her türden ayrıntılı bilginin
toplanması, toplanan bilgilerin verili koşullardan koparılmadan belirli bir
bütünsellik içerisinde ve birbirine bağlı olarak tahlil edilmesi hem koşullara
vakıf olunmasını hem de olgunun niteliğinin doğru tanımlanmasını
sağlayacaktır.
Bu noktada sadece objektif olabilmek yetmez. Lenin bir Marksist’le (materyalist) bir objektivisti şu temelde birbirinden ayrıştırır: “Objektivist, verili tarihsel sürecin zorunluluğundan söz eder, materyalist, verili iktisadi toplumsal formasyonu ve onun etrafında üretilen antagonist ilişkileri tam olarak saptar. Verili bir olgunun zorunluluğunu kanıtlayan objektivist daima, bu olguların savunucusu bakış açısına düşme tehlikesi içindedir: materyalist sınıf karşıtlıklarını açığa çıkarır ve böylece bakış açısını belirler.
Objektivist ‘üstesinden gelinemeyecek tarihi eğilimler’den söz eder. Bu sınıf diğer sınıfların karşı etkinliğinin şu ya da bu biçimlerini üretir. Bu şekilde materyalist bir yandan objektivistten daha tutarlıdır ve objektivizmini daha derin ve daha tam hayata geçirir. Sürecin zorunluluğuna işaret etmekle kalmaz, bilakis, özellikle hangi ikti- sadi toplumsal formasyonun bu sürece içeriğini verdiğini ve özellikle hangi sınıfın bu zorunluluğu belirlediğini açıklığa kavuşturur...
”(Seçme Eserler, Cilt 11, sy:
389, Lenin)
Materyalist tutumun ayırt edici özelliği, incelenen olgunun
ya da süre- cin bilimsel tahlili ve varılacak olan doğru çıkarımların niteliği
konusunda kendisini gösterir. Kemalizm’e dair çok farklı niteliklere sahip
değerlendirmelerin, tanımlamaların yapılıyor oluşu şüphesiz ki düşünce
yöntemindeki sorunlu halin, materyalist bakış açısındaki yoksunluktan
kaynaklandığına işaret etmektedir.
Burada ayrıca, bir olgu bir kez tanımlanınca onun niteliğine dair yeni bir arayışa gitmeme düşüncesinin de önemli ölçüde olumsuz bir etkiye neden olduğunu belirtmek gerekir. Halbuki bilgi ya da düşüncenin mut- lak, nihai, kesin ya da değişmez olmadığı aşikardır. Bilginin, düşüncenin sınırları, kavrayanın sınırlarıyla koşulludur. Bu yüzden bilgi de, düşünce de öznel sınırlara hapsedilemez.
Bilgi ya da bilgilenme durağanlaştığı anda kendisiyle
tanımlanan birçok şey de donuklaşır. Oysa bilgi sürekli olarak daha ileri bir
niteliğe doğru yol alır. Çünkü hem doğada hem toplumda durmaksızın aşağıdan
yukarıya doğru sonsuz bir gelişme vardır. Bilgi de bu sonsuzluğun içinde gelişimini
sürdürür.
Kısacası materyalist tutum hem şeylerin, hem de şeyleri
biçimlendi- ren süreçlerin özelliklerini en iyi biçimde bilmenin ve kavramanın
temel yöntemidir.
Kemalizm’in doğup şekillendiği tarihsel koşullara ve bu
koşullarla birlikte ete kemiğe bürünerek kapsamlı bir ideolojik, siyasi aygıta
dönüşerek iktidarlaşan, devletleşen bu egemen ve kurumsallaşmış resmi
ideolojiye materyalist tarihsel yaklaşım açısından ilk neşteri vuran İbrahim
Kaypakkaya oldu.
Genç yaşına, sınırlı araştırma imkanına rağmen, Kemalizm hakkında yaratılmış efsanelere, kurgulara ve söylemlerle kuşatılarak benimsetil- miş sahteliğe, dokunulmaz kılınmış tabusal gerçekliğe hiçbir tereddüde ve ikileme kapılmaksızın müdahale ederek, perdenin arkasındaki gerçek Kemalizm’in şeklini, şemalini ve niteliğini gün yüzüne çıkardı.
Devrimcilik,
ilericilik adına tabuya giydirilen ya da onunla özdeşleştirilen bütün olumlu ve
insanlığın hayali olan yararlı kavramların hiç de sunulmak istendiği gibi
olmadığını, aksine “kralın çıplak” olduğunu deşifre ediyordu Kaypakkaya.
Ve o; “Şimdi iyi biliyoruz ki, bizim Kemalizm konusundaki yargılarımız, Çetin Altan, D. Avcıoğlu, İlhan Selçuk’tan tutun da TİP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-THKC, THKO ve Şafak revizyonistlerine kadar, bütün burjuva ve küçük burjuva örgüt ve akımlarını öfkeyle ayağa fırlatacaktır.
Ama öfkeyle ayağa fırlamaktansa, Türkiye tarihine daha ciddi olarak göz atmaları, onu doğru olarak kavramaya çalışmaları gerekmez mi? Tür- kiye gerçekleri bize şunu gösteriyor...”
(Seçme Yazılar, sy: 244, İbrahim Kaypakkaya)
diyerek Kemalizm’e dair Marksist temele dayalı ideolojik siyasi tespitlerini
peş peşe sıralıyordu.
Kaypakkaya, bilimsel bilgiye ulaşmanın öncellerini doğru kavradığından ve kavradığı yöntemle tarihin izini isabetli biçimde sürdüğünden ve bilimsel tutumun verdiği özgüvenle düşüncelerini açık ve net ortaya koy- duğundan dolayı şüphesiz ki dönemi içerisinde farklı bir yerde duruyordu. Tarihi araştırmadan ileri sürülecek her türden tumturaklı sözün fiiliyatta hiçbir değer taşımadığını, taşımayacağını biliyordu. Kaypakkaya, o yüzden diğerlerini tarihi incelemeye davet ediyordu.
Çünkü biliyordu ki, sunulan, öğretilen, benimsetilen ve doğruluğundan en küçük bir şüpheye kapılmanın dahi şimşeklere sebep olunacağı o dokunulmaz kılınmış resmi tarih, aslında araştırmayan, sorgulamayan yığınların bilgisizliği ya da bilinçsizliği altında saklanan, güvence altına alınan ve ihtiyaca göre adlandırılmış, tanımlanmış ve kurgulanmış bir tarihti. Bu gerçeğin görülmesi çok önemliydi.
İşte Kaypakkaya tam da bu noktada tarihsel misyonunu kararlı
biçimde ortaya koyuyordu. Kendisini “devrimci” diye tanımlayan ya da “sol” diye
niteleyen bütün oportünist, revizyonist, reformist çevreler öyle bir pozisyon
alıyorlardı ki resmi ideolojinin bile kendisine atfetmediği birçok devrimci
nitelemeyi Kemalizm’le izah ediyor ya da Kemalizm ile özdeşleştiriyorlardı.
Bu çevreler için
Kaypakkaya’nın haklı olarak “öfkeyle ayağa fırlayacaktır” demesi boşuna
değildir. Çünkü tu- tundukları dalın çürük olduğunu birileri kendilerine
gösterdiğinde onlar ilk elden dalın çürük olduğu gerçeğine değil söyleyene
yöneleceklerdi.
Lakin gerçek sandıkları ve kendi varlıkları olan zemin,
Marksist yöntemlerle edinilen bilginin karşısında kayıyordu. Bu kaçınılmazdı
çünkü diyalektik felsefe görünendeki sahteliği, geçiciliği bilimsel bilginin
süzgecinden geçirerek ayıklıyordu.
Ve Kemalizm konusunda bu süreci başlatan Kaypakkaya oldu.
Kaypakkaya, gerek TİİKP program taslağını eleştirirken
gerekse de Şafak revizyonistlerinin Kemalizm hakkındaki görüşlerini
değerlendirirken Kemalizm konusundaki düşüncelerini de, ulaşmış olduğu düzeye
paralel oldukça isabetli bir şekilde ortaya koymuştur.
Bu yazı çerçevesinde mümkün olduğunca Kaypakkaya’nın
Kemalizm hakkındaki temel görüşlerini, Kemalizm’in doğduğu ve şekillendiği koşullara
giderek, somut verilerle ortaya koyarak ve Kaypakkaya’nın tespitlerinin
doğruluğunun bugün dahi hangi düzeyde yakıcı olduğu gerçeğini bir kez daha
somutlamaya çalışacağız.
Şüphesiz ki yine temel çıkış noktası tarih, tarihi
şekillendiren dinamikler ve tarihe niteliğini veren koşullar olacaktır.
Kemalizm ancak o zaman her türden öznelci nitelemelerden soyutlanarak tüm
çıplaklığıyla gözler önüne serilebilir.
Devamı..var