DARBECİLİKTEN ARINMA...
Partiden ayrılmanın türlü biçimleri olur. Üzerinde durduğumuz biçim darbedir. Darbe yapmak; partiden ayrılmaktır. Partiye rağmen kendini parti ilan etmek; ayrılmadır.
Partiye rağmen “önderliğe” itaati
dayatmak; partiden ayrılmadır.
Ayrılık sürecinde; tüm yapıya parti iradesini ortaya koyma
çağrısı yapıldıktan sonra buna uymayanlar ayrılmıştır. Meselenin özü budur…
“Birliğin temeli
sınıf disiplini, çoğunluğun iradesinin tanınması, bu çoğunluğun saflarında ve
onunla yan yana uyumlu çalışmadır.”
(Proletaryanın Sınıf Partisi Üzerine, Lenin, Sf: 319)
Şimdi sizler (birlik önerisinde bulunanlar) birlik hedefinde
tutarlı olmak için bizimle aranızdaki bu “temel” soruna bir çözüm bulmak
zorundasınız. Halen darbe ile gerçekleşen bu ayrılığı sürdürme nedenini,
varlığınızı temellendirerek açıklamalısınız.
Darbeye, darbeyle
oluşan yapıya kıyafetler giydirip etrafında dönüp durmanızın bizler tarafından
alkışlanabilecek, olumlanacak bir yanı olamaz. Biz o kıyafetler içindeki yapıyı
tanıyoruz. Sizler de dil ucundan doğru tanımlara yakın belirlemeler
yapıyorsunuz. Ama çekinerek! Darbeye değiniyorsunuz, ayrılığı zorlamayı
eleştiriyorsunuz, el altından gerçekleştirilen örgütlenmeyi anlayış olarak
doğru görmediğinizi ifade ediyorsunuz…
Biz darbeye en başından açık tavır alamadığımız için
kendimizi eleştirdik. “Birliğin yolunu bu biçimde arayarak, çekingen hareket
tarzı izleyerek hata yaptığımız”ı vurguladık. Darbe konusundaki tutum farkını
ve bunun büyük önemini görmemeniz mümkün mü? Buna inanmak zor! Bu farkın
tarafınızdan da görüldüğünden emin olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu nedenle birlik
tartışmalarını, önerisini “hiç” sağlıklı bulmuyoruz.
VI. Konferans “birlik”i mahkûm ederken onu sürdürme
çabasının neden olduğu sorunlara da dikkat çekmişti. DABK tam olarak
yadsınmadan inşa edilmeye girişilen birlik daha başından parti anlayışı
bakımından “uyumsuz” olanların birliği oldu. Aynı evde “yaşayamayacak”
olanların evdeki düzeni sorun etmeleri genellikle kaçınılmazdır. Ve çözümü de
ev içinde aramaları “nihayet” gerçekçi değildir.
VI. Konferans bizce olası bir birliğin ana özelliği hakkında
önemli ve yadsınamayacak bilgiler verebilmiştir. Bu, “partiden ayrılma”nın
affedilmez bir suç olduğunun kabul edilmesinin zorunluluğudur. Partiden
ayrılmanın suç olması temel argüman olarak kavrandığında, tartışmadan uzak
duruşumuzun nedenini de anlamış olacaksınız. ST’nin darbe süreci hakkındaki
anlatım ve yorumu “Tarihi Muhasebe” belgesindeki açıklamalara dayanıyor:
“Yakın tarihimizde TKP/ML ile Maoist Parti arasında yaşanan
iki ayrılık ve birliğe ilişkin doğru değerlendirme esasta Maoist Partinin
muhasebe belgelerinde mevcuttur.”
(ST, Sf. 35)
Daha önce değindik, darbe süreci “birilerinin
disiplinsizlikleri”ne karşı olup olmamakla açıklanamaz. Bu süreç parti
birliğinin temeline yaklaşımımız ile açıklanabilir. Parti iradesine, çoğunluğun
tavrına “iki kanat” nasıl yaklaşmıştır?
Buna göre bir parti önderliği ve bir bütün parti
değerlendirmesi yapılmalıdır. ST bunu yapmıyor! O “grupçuluk” umacısı ile
uğraşmayı tercih ediyor. Hiçbir özeleştiri yapmadığımız iddiasını “grupçuluk
hastalığı”mız ile birleştirerek hem ayrılığı olumsuzluyor(!) hem de döneme ait
oportünizmi, örgütsel hataları, yanlış anlayışları, suçları; elbette “büyük bir
kadirşinaslık”la(!) ve “iki taraflı olarak” mahkum ediyor…
Bir süreci belirleyeninden ayırdığınızda aslında o süreci
yok saymış olursunuz. ST’nin yaptığı budur.Yıllar önce bu yöntemi “Komutan Nihat” özgülünde
uyguladılar.
“Komutanın Cesedine Lanet, Ruhuna Fatiha” başlıklı yazımızda
bu özelliği teşhir etmiştik. Yazının yayımlandığı tarihteki “duygusal” ortam
belki dikkatli bir okumayı engellemiştir.
Yeniden ve şimdiki ortamda okumak faydalı olabilir…
ST darbe sürecini “grupçuluk” ile açıklamakta, doğal olarak
“kişiler”, “klikler” etrafında bir anlatım ve yorum geliştirmektedir. Oysa
sorun, temelde önderlik ve partinin birliği sorunudur. Birlik, henüz gerçek darbe
sürecini “grupçuluk” ile açıklamakta, doğal olarak “kişiler”, “klikler”
etrafında bir anlatım ve yorum geliştirmektedir.
Oysa sorun, temelde önderlik ve partinin birliği sorunudur.
leşmişken ve öz itibarıyla sorunluyken “grupçuluk” yakınmasında bulunmak
gerçeklikle zaten örtüşmez. O dönemin üyelerini bu nedenle eleştirmek haksızlık
olur. Asıl sorunu ortaya koymadığınızda sıralayacağınız her türden zaaf,
eksiklik ve hata doğru kavranmamış olacaktır. Kimin ne dediğinin, ne
yaptığının, ne savunduğunun, sonradan ne olduğunun, bu meseleyi çözmek için
fazla bir önemi yok. Konu tüm açıklığıyla, kesinliğiyle belirtilmelidir: Parti
iradesine karşı suç işlenmiş midir?
Evet! Bu nasıl bir
suçtur ve sorumlusu olan çizgiyi kimler temsil etmektedir? Yani mesele ne klik
olmak, farklı görüşler savunuyor olmak, iktidar hırsı taşımak ne de başka bir
çizgiye tahammülsüzlük olarak açıklanabilir. Bunlar bilimsel açıklamalar
değildir, çünkü gerçeklere dayanmamaktadır. Şüphesiz tüm bu saydıklarımız ve
bunlara benzer pek çok sayamadığımız mevcuttu; bu reddedilemez. Ancak bunlar
önceden de, belki başka biçimlerde ama vardı; gene başka biçimlerde bugün de
vardır, yarın da olacaktır…
Tartıştığımız “ayrılma”, somut olarak gerçekleşen darbeye ve
bu darbenin partide egemenlik kurmasını engellemeye dayalıdır. Darbeyi,
darbecileri, parti iradesi üzerinde tahakküm kurma girişimi nedeniyle mahkum
edip parti dışına itenler ne onlar gibi farklı görüşleri “ayrılık gerekçesi”
yapmışlar ne de sonradan ST’nin çokça sözünü ettiği monolitik parti anlayışını
savunmuşlardır.
Herhangi bir farklı
görüşü, rakip çizgisine aykırı gördüğü için lanetlemek ve onu savunanları parti
dışı ilan etmek bu partinin bir özelliği değildir…
Konu darbedir. Suç
darbedir.
Bir arada olunamaz
olan darbedir. Gerektiği ölçüde mahkum edilemediğinde sorun olmaya devam edecek
olan da darbedir. ST, II. MK toplantısına, o toplantının örgütlenme amacına ve
sonuçlarına, parti çoğunluğunun konferans istemine, dolayısıyla darbeye hiç
değinmeden değerlendirmeyi noktalıyor:
“Maoist
Komünistlerin 1. Kongre’de onaylanan ve 2. Kongre’de bazı eksikleri giderilen
muhasebe belgesindeki ayrılık süreci incelendiğinde görülecektir ki ayrılık
nedeni ne “mafyacılık” nede “darbecilik”tir.
Birlik anlayışını
kavramamış iki grubun birbirini alt etme anlayışı sonrasında bütün partiyi
etkisi altına alarak bölmeleri meselesidir. Maalesef başta komünist kadrolar
olmak üzere, tüm partinin her iki kanadının da grupçulukta ve ayrılıkta
tartışmasız payı vardır.” (Ags, Sf: 37)
Bu açıklama hiçbir şey söylememekle, dolayısıyla darbeyi
onaylamakla eş anlamlıdır. Biz gene de bu açıklamanın nasıl bir subjektivizme
dayandığını gösterelim…
ST “genel olarak birlik anlayışı” hakkında açıklamalarda
bulunurken I. Kongreye kadar “geçmiş birlik ve ayrılık savunucuları”nın,
görüşlerini “temel ilkelere dayanarak ortaya koymadıkları”nı özellikle
vurgulama gereği duymuştur. Kendi tarihimiz açısından bu tespiti doğru
bulmuyoruz. Ancak “gerçekleşen birliği” oportünist değerlendirdik ve
“bozulmasını” da içinde taşıdığı “darbe”ciliğe bağladık. Kuşku yok ki bununla
beraber birlik sürecindeki “partiye yakışmayan” diğer olumsuzlukların da altını
çizdik.
Kendi başına darbeye
yaklaşımda, kimi ikircikli tutumlar hakkındaki tespitlerimiz bile buna örnek
verilebilir. Ki darbeye tavırdan sonra da önemli yanlışlara, darbeye tekabül
eden tutumlara, bunlarla mücadelede başarısızlıklara dair karar altına alınmış
değerlendirmeler bulunmaktadır. Eminiz ki, bu olumsuzluklar tamamen yok olmadı
ve olmayacaklar.
Sonuçta birliğin oportünist karakterine, “birlik anlayışını
kavramamış iki grubun” diyerek ve aynı zamanda “temel ilkelere dayanan birlik
anlayışının birinci parti kongresine kadar ortaya konamadığını” ifade eden ST
de değiniyor (Evet değiniyor ama üzerinde durmuyor.) Buna rağmen o, birliğin
bozulmasını “grupçuluk” eleştirisiyle açıklamayı sürdürüyor. Bu durumda “sonu
belli olan birliği” eleştirmektense sonucu eleştirmek, kadroları “grupçu” diye
mahkum etmek ne derece haklı olabilir? Temel ilkelere dayanmayan bir birlik,
birlik anlayışını kavramamış iki grup, ayrılıkçı kültür…
Sonuç olarak ST bu şekilde süreci siyasal olarak açıklamış
oluyor! Birlik anında ve sürecinde var olanları sıralamak “ayrılığı” açıklamaya
yetiyor onlara göre. Bu subjektif bir yaklaşımdır. Ayrılık denen olaydaki somut
gelişmeler, tartışmalar veya genel olarak “değişimler” esas olarak göz ardı
ediliyor veya gözden ırak tutuluyor…
ST daha önce bunu
“kişiler ve klikler” merkezli yapıyordu. Şimdi “gruplar” merkezli yapıyor!
“Tarihi Muhasebe” denen belgede iki kliğin neden olduğu ayrılık
olumsuzlanıyordu; darbe özellikle korunuyordu. Yaklaşım özünü koruyarak devam
ediyor. Zaten bize de “Tarihi Muhasebe”yi eleştirel bir gözle okumayı tavsiye
ediyor.
Öyle ki tarihi muhasebenin ilgili bölümünde, ’94 ayrılığı
hakkındaki kısmın bilimsel bir yöntemle yazılmadığına dair kararları bile
bulunmaktadır. II. Kongre “muhasebe belgesindeki hatalar” konusunda ikinci
maddede şunu kararlaştırmıştır:
“Partimizdeki ’94
ayrılığının sadece askeri komisyon kliği ile (…) kliği arasındaki çekişmeye
bağlanması yanlıştır. Yaşanan ayrılıktan esasta partinin önderliği başta olmak
üzere tüm partiyi sorumlu tutmak yerine sadece iki isime ve etrafındaki
kliklere bağlamak yanlıştır, bu yönüyle muhasebe belgesinin bilimsel yöntemiyle
de örtüşmemektedir. Bazılarının birinci derecede rolü olsa da, ayrılıktan MLM
kadroların da dahil olduğu önderlik başta olmak üzere tüm parti sorumludur.”
(ST, Sayı 12, Sf. 26)
Şimdi durup bize dediklerine göre “ne yapacağımızı” gözden
geçirelim: ’94 ayrılığını kavramak için temel ilkeleri doğru anlatılmış birlik
anlayışını okuyacağız. Sonra eleştirel bir gözle “bilimsel olmayan bir
yöntemle” yazılmış ve yanlış biçimde salt bir çekişmeye bağlanmış muhasebedeki
’94 ayrılığı hakkındaki bölümü okuyacağız!.. Sizce de bir tuhaflık yok mu
burada? Darbe konusunda yazdıklarımızın yok sayıldığı bu bilimsel olmayan
belgeden ve temel ilkelere dayanmayan birlik savunuculuğundan ne öğrenmemiz
isteniyor? Subjektivizm aynı zamanda böyle bir şeydir: Kerameti kendinden
menkul! O öğretir ama sen öğrenemezsin!...
ÖZELEŞTİRİDEN MUAFİYET…
ST bizi süreci sadece darbe ile açıklayıp, hiçbir özeleştiri
yapmamakla da suçluyor. Zaten ona bakılırsa tamamen özeleştiri özürlüyüz! Şöyle
suçluyor ST bizi;
“94 ayrılığına ya da diğer ayrılıklarında yapılan darbeler,
şiddet uygulamaları, grupçuluklar, ticaret gibi insanlık suçu ve daha
sayabileceğimiz onlarca eksiklik olmasına karşın Maoist komünistlerin dışında
bir tek özeleştiriye rastlamak mümkün değildir.” (ST, Sayı 13, Sf. 40)
Bu suçlama
hakkında çok ağır ifadeler kullanabilirdik ama herkes kabul edecektir ki, bu
bizlerin en son ihtiyaç duyduğu şeydir.
Polemiklerde uygun
bir düzey yakalamak ve sürdürmek sorumluluk ve hatta görevdir. Gerçeği uluorta,
her şeye rağmen ve güven duygusunu yerle bir edecek denli çarpıtmak inanılır
gibi değil. Subjektivizmin, oportünizmin, kimi ilkelerden yoksunluğun
sonucu olumsuzluklar başkadır, apaçık gerçeklerin reddi başka! Ticaret meselesi
uzun süre çok kötü bir eleştiri, suçlama malzemesi olarak kullanıldı. Öyle ki
kimliğimiz bununla tanımlanır oldu arkadaşlarca. Şimdi de yukarıda
alıntıladığımız suçlamanın öz olarak aynı amacı taşıyor olması, “nereden nereye
kadar gelinebildiğini” somutlaştırıyor.
Bu mesele ile ilgili
özeleştiri verilmiş ve olay kimliğimizle bağdaşmaz kabul edilmiştir. Bu
özeleştiri kitlelere de sunulmuştur. Bu suçlama, amacı itibarıyla çirkindir.
ST’nin bu suçlamasına konu ettiği olaylar bir tarafa, bahsi geçen süreçlere
dair değerlendirmeler ve kuşku yok ki eleştiriler, özeleştiriler de vardır.
Örneğin darbeye karşı tavırda yeterli bir bütünlük
oluşturulamaması, darbeye karşı açık ve güçlü bir mücadelenin
geliştirilememesi, partinin yeniden örgütlenmesi esnasındaki hatalar, vs.
eleştirilmiş, bunlardan dersler çıkarılmıştır. Bunları tek tek yazmak ne
anlamlı ne de doğrudur.
ST’nin
bu suçlaması gerçeklerden değil, onun somut süreçten kopuk
değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır. Grupçuluk tanımı hakkında ST’nden
farklı olan değerlendirmemizi sunarak bu faydasız ve gereksiz tartışmayı
sonlandıralım.
GRUPÇULUK…
“Grupçuluk” tespiti ya da tanımı ST’nin ortaya koyduğu
“genel” olumsuz anlamının dışında tartışılan dönemdeki somut görünümü ve hatta
esas olarak bu anlamıyla ele alınmalıdır. Soruyu şöyle sormak gerekir:
Ne için, nasıl bir “grupçuluk”?
ST darbe sürecine,
darbeye gözünü kapadığı için “grupçuluğu” somut olarak anlamaya hiç yönelmiyor…
Süreci kabaca tanımlarken “belli bir aşamadan sonra birlik sürecinin ‘birlik
karşıtı’olarak geliştiği”ni ve “kısa bir süre sonra bir kanadın çeşitli, biçim
ve yöntemlerle zayıflatılması ve belli bir anlayışın hemen her alanda kendi
dayatması”na dönüştüğünü ifade etmiştik.
Bu bir tasfiye
sürecidir.
ST’ni “tasfiyeci” olarak değerlendirirken onun kökenlerinin
burada ve hatta DABK’ın çıkış sürecinde olduğunun bilincindeyiz. Grupçuluğu
tanımlarken biz bu tasfiye amacını, darbe sürecini görmezden gelmenin sonucu
siyasal bir hata olduğunu belirtiyoruz. Tasfiye amacını net olarak gördükten ya
da tasfiye amacı net olarak açığa çıktıktan sonra “birlik” adı altında bir
arada olanların çeşitli zaaflar taşımakla birlikte “grup” tavrı göstermeleri
kaçınılmazdır.
Buna olumsuz manada “grupçuluk” demek siyasetten, birlik
içindekisiyasi durumdan bihaber davranmaktır. Bir tasfiye ortamında bulunurken,
darbe gelişirken, bir taraf adamakıllı zayıflatılırken “grup” tavrına olumsuz
anlam yüklemek gidişata göz yummak olur. Kuşkusuz saflaşmada yanlışlar,
usulsüzlükler, gerilikler vardı.
Ama bunlar bütünü
görmemeye neden olmamalıdır. Parçadaki zaaflar belirleyici değildir. Bu
zaaflara dair eleştiriler parçalarda oldukları ölçüde yapılır. Özeleştiriler de
esas olarak bunlara dairdir. ST ile bütün hakkında farklı düşünüyoruz.
Dolayısıyla özeleştiriye yaklaşımımız da, özellikle grupçuluk konusunda
farklıdır. ST’nin eleştirisi bahsettiğimiz “ortam” dahilinde bize Troçki’nin
“fraksiyonsuzculuk” tavrını hatırlatıyor. Lenin’in “en kötü fraksiyonculuk”
olarak tanımladığı fraksiyonsuzculuk! Söz konusu ortamda tavırlar ve buna göre
grupçuluk şöyledir:
Darbeye göz yummuş “merkezcilik/MK’cılık” ve darbeye karşı
birliği amaç edinen “çoğunlukçuluk/konferansçılık”.
Burada ST’nin genelleştirerek suçladığı grupçuluk esas
olarak Marksist-LeninistMaoist tavırdır.
VI. Konferans
değerlendirmesine göre ST’nin tanımıyla grupçuluk ama doğru tanım olarak
“darbeye karşı birleşme ve mücadele” en başından itibaren açık biçimde
gerçekleştirilmeliydi. Bu konuda yeterli birlik ve cüret gösterilememiştir.
Bunun nedenleri de ortaya kondu konferansta ve zaten kısa bir süre içinde
partide bu açıdan sorunun daha da büyük olduğu görüldü!..
Parti ilkelerini
korumada, darbeye, tasfiyeciliğe karşı mücadelede “grupçuluk” olumludur ve
burjuva tarzdaki yönelimlerden farklıdır. Buna “grupçuluk” denmemelidir. Bu bir
gruplaşmadır, taşıdığı kaygı ve amaç onu
“parti birliğini doğru temelde koruma çabası” olarak
adlandırmayı gerektirir. İşte ST ile burada anlaşamıyoruz. Bizim için iyi onlar
için kötü bir konumlanma!.. ST “muhataplarınca görmezden gelinen” ama
“kitlesinde ve devrimci kamuoyunda önemli yansımalar bulduğu”nu iddia ettiği,
birlik önerisini/yazılarını aynı zamanda bir iki çizgi mücadelesi olarak
değerlendirdiğini belirtmektedir.
Onun temel tezi şudur:
Esasta aynı çizgi ve programı savunan “Türkiye ve Kuzey
Kürdistan” siyasal coğrafyasında parti, grup, çevre ve bireyler birleşmelidir.
Bunun için özel bir politika belirlenip ısrarla uygulanmalıdır. Zira mesele
dönemsel değil stratejiktir. Kaba görünüşü pek doğru ve “karşı çıkılamaz” bu
tez biraz incelendiğinde hiç de gerçeklere uygun ve muhataplarını ciddiye alan
bir içerikte olmadığı görülmektedir. O, gerçekleri ters yüz ederek
olguları-olayları bulunduğu yere göre tanımlayarak ilerlemeyi benimsemektedir.
Çoğunlukla meseleleri basitleştirmekte, muhatabını bunun
üzerinden suçlu kılmakta ve sonra da ona amansızca saldırmaktadır. “İyi
niyetini” sorgulamayı işimiz görmeyip şunu hatırlatmak isteriz: Hiçbir şey
gerçekliğinden koparılıp değerlendirilemez ve de değiştirilemez. Eğer bir şeyi
değiştirmek istiyorsanız o şeyle gerçekten ilişkilenmeli, onu olduğu gibi
kavramalısınız.
Yoksa “kirlenen kültür, örgütlerin tartışma adı altında
birbirlerini karalama, iftira atma, abartı, ‘bitirme’, deşifrasyon” gibi
yöntemler kaçınılmaz bir biçimde sizin araçlarınız olurlar. Unutmayın, insanlar
doğuştan kötü değildir. Koşullar ve düşünüş biçimleri onları belirler…
Bu yazınızda daha baştan dikkat çekip “Eleştirilerimizin
yöntemi, dili, tarzı ve üslubu Maoistlerin açık mücadele anlayışı ile
hedeflerine uygun olmalıdır” (ags, sf. 6) dediğiniz halde aynı zaaflardan kendinizi
kurtaramamışsınız! Aynı soruna “Tarihi Muhasebe” ve önceki “birlik mektubu”nda
da rastlamıştık…
“Birlik” konusunda sonuçta kendi çapınızda haklısınız: Aynı
örgütlenmelerde/yerlerde bulunan komünistlerin birliğini sağlamak stratejik bir
görevdir.
Eğer komünist kabul
ettiğiniz parti, grup, birey var ise onlarla birleşmek birincildir. ST bu
amacını açıkça ortaya koymuş ve bunun için çalışmaktadır.
Bizi ilgilendiren kısım da bundan sonra başlıyor:
ST nasıl bir çalışma yürütmektedir? Kavramlarından
ithamlarına, eleştirilerine kadar izlediği yöntem bize sorunlu görünmektedir.
İKİ ÇİZGİ MÜCADELESİ…
Bu bölüme ST’nin
iki çizgi mücadelesi üzerine yazdıklarının kısa bir eleştirisiyle başlamak
istiyoruz.
“Ayrılık noktaları” hakkında ST bir dizi konuya değinirken
bu meseleye de özellikle yer vermiştir. Önceki bölümlerde “çizgi” kavramının
“ikili” tanımına vurgu yapmıştık. Hem bir hizbin niteliğini belirtmek üzere
kullanılan, hem de partinin karşıtların birliği olduğunu açıklayan kavram
bağlamında “iki çizgi mücadelesi”ndeki “çizgi” tanımı.
Birinde “her görüş bir çizgi olarak görülemez” denilip
“süreklilik” olmadığı ileri sürülebilecekken diğerinde “her görüş bir çizgiye
tekabül eder” denilip “süreklilik” olduğu kabul edilir.
ST’nin bu “ikili” tanımı göz ardı edip eksik, dolayısıyla
yanlış bir eleştiri yaptığını açıklamıştık. Eleştirisindeki kısmi doğruluğa
(iki çizgi mücadelesinin sürekliliğinin kavranmadığı eleştirisinin doğruluğu)
rağmen ST hem bunun geçmişteki bir zaaf olduğunu bilmelidir hem de bu yazısında
ortaya koyduğu “iki çizgi mücadelesi” anlayışının önemli bir zaaf taşıdığını…
Çünkü anlayışları komünist partisini tasfiyeyi içeren bir
mantık barındırmaktadır.
İki çizgi mücadelesi hakkında yazdıklarıyla ST bize bir
ölçüde farklı bir tartışma alanı sunmuştur. O, iki çizgi mücadelesini tüm
topluma, dünyadaki her fikir ve davranışa ilişkin bir kavram olarak
kullandığında bizim kavrayışımızdan farklı bir yaklaşım da sergilemiş oluyor.
Doğrusu böyle bir yaklaşım kaçınılmaz olarak bizimle birlik önerisini de “iki
çizgi mücadelesi” olarak tartışacaktır.
Bundan daha doğal bir şey olamaz! ST diyor ki;
“İki çizgi mücadelesi ilerici veya gerici her hareketin
yaşadığı doğru-yanlış mücadelesidir. Dünyada her fikir ve her davranış kendi
zıddını (proletarya ya da burjuva çizgileri) içerisinde taşır.” (Sf. 9) Biz ise
iki çizgi mücadelesini komünist partilerdeki bir mücadele, daha doğrusu tüm
komünist bünyelerdeki bir mücadele olarak kavrıyoruz.
Çünkü komünist çizgiyi, proleter ideolojiyi kendiliğinden
hareketin bir ürünü olarak değil, ancak onun kavranmış ve sistemleştirilmiş
hali olarak algılıyoruz. Bu algılayış her fikir ve davranışta burjuva ve
proleter çizginin mücadelesi olduğunu kabul etmez. Herhangi bir fikrin veya
davranışın nihayet haklı ve doğru olması; ona tekabül etmesi onu bir çizgi ilan
etmemizde yeterli değildir. Bunun olabilmesi için bu fikir veya davranışın
tekabül ettiği, nihayet denk düştüğü “çizgi”nin gelişme ve egemen hale gelme
olanağı olmalıdır.
Aksi halde sözde bir mücadeleden, değiştirme gücü ve olanağı
olmayacak bir “çizgi”nin varlığından bahsedilmiş olunur. Toplumda, komünist
unsurların dışında proleter çizginin varlığından söz edemeyiz. Toplumda doğru
yanlış arasındaki mücadele de bir çizgi mücadelesi olarak yaşanmaz. Eğer çizgi
mücadelesi olarak yaşansaydı kendiliğinden devrim mümkün olurdu; kendiliğinden
hareket komünist partiye evrilirdi; proleter ideoloji sınıfın trade unioncu,
kendiliğindenci örgütlerinden çıkardı…
Oysa biliyoruz ki, proleter ideoloji, proletaryanın
burjuvazi ile karşılaşması ya da bir arada olmasının kendiliğinden sonucu
değildir. Proletaryanın kendiliğinden bir sınıf olmaktan kendi için bir sınıf
olarak var olmaya geçmesisaltsınıf mücadelesinden gelen deneyimi değil ilkeleri
Marks ve Engels tarafından ortaya konmuş kuramı da gerektirir. Marksist öğreti
bilimsel olarak açıklanmış, tahlil edilip sentezlenmiş sınıf mücadelesidir.
Proletarya ideolojisi
ancak Marksist öğretiyi içerdiğinde tamamlanmış olur. Bu yüzden proleter
ideoloji denildiğinde akla kendiliğinden/trade unioncu sendikalist mücadele
değil Marksizm-Leninizm-Maoizm gelir/gelmelidir. Marksist tarih, toplumsal
yapıları sınıf mücadelesi ve devrimciler bilimi proleter ideoloji öğelerdir. Bu
nedenle Marksist kuramı içermeyen ideolojiyi burjuva ideolojisine alternatif
görmek yanlıştır.
Proleter ideolojiyi diğer ideolojilerden nitelik olarak
farklı kılan da onun bilimsel olmasıdır; bunu Marks’a borçlu olduğumuz bilinir.
Kuşkusuz bunu Marks ancak proletaryanın varlığında başarabilirdi. Ne tek başına
proletaryanın sınıf mücadelesinden bahsedebiliriz ne de bilimden; proleter
ideolojisi dediğimizde ikisinin bileşiminden bahsederiz. Marks bilimsel olarak
sınıflar mücadelesini açıklamak, kapitalizmi sentezlemek için muazzam bir
çalışma ortaya koydu.
Bunu proletaryanın
ayaklanmasına hazırlıklı bir bilinç için zorunlu gördü. O yaşamı boyunca
proletaryayı “çizgi”si ile birleştirmenin, bilimsel ideolojisi ile
kaynaştırmanın çabasını vermiştir. Keza, Lenin’in KP anlayışı da tamamen bunun
üzerinden şekillenmiştir. O proletaryaya sınıf bilincinin/proleter ideolojinin
dışarıdan götürüleceğini ve bu nedenle sağlam,sürekliliği olan, sınıf
disiplinine sahip, her üyesi profesyonel bir partiye ihtiyacı ısrarla savunmuş
ve onu da yaratmıştır.
Tarihine baktığımızda hiçbir kendiliğinden proleter
hareketin komünist partiyi yaratmadığını ve devrimlerin de kendiliğinden
olmadığını görürüz… Neden böyle? Bunun nedeni proletaryanın varlık alanının her
bakımdan burjuvazi tarafından belirleniyor oluşudur. Egemen ideoloji, sınıfın
kendiliğinden bilincini (sıradan proleter bilinci) belirlemektedir. Ona karşıt
olmakla beraber nihayet ona boyun eğmesinin nedeni de budur.
Proletaryanın MLM’ye ilgisinin nedeni kurtuluşu orada
görmesidir ve elbette ondan da önce kendini onda görmesi ve burjuvaziyle
mücadeleyi nihayet onda kavramasıdır. MLM başardığı sürece proletaryanın
ideolojisi olacaktır. Toplumsal gerçeklikte “sınıf mücadelesi” yerine “iki
çizgi mücadelesi”nden söz etmek, ideolojik mücadeleyi komünist parti dışındaki
bir olgu olarak tanımlamak, çizgi ve ideoloji kavramlarının tartışılmasını
gerektirir.
Bu tartışma kendiliğinden mücadelenin sınırlarını ister
istemez gündeme getirir. Elbette sınıfa bilincin dışarıdan götürüleceği ve
dolayısıyla komünist partinin misyonu da bu tartışmanın konusu olur… ST
anladığımız kadarıyla bu konularda aykırı görüşler savunmuyor.
Ama o iki çizgi mücadelesinin tüm toplumda, dünyada, her
fikir ve davranışta mevcut olduğunu iddia ederken üstelik bunun iki sınıfın, proletarya
ve burjuvazinin ideolojik mücadelesi olduğunu savunurken, bu esaslardan
uzaklaşmaktadır. “İki çizgi mücadelesi” proleter ideolojinin gerçekten var
olabildiği, egemenlik sağlayabildiği komünist partilerinde geçerlidir. Ki
burada kavram proleter ideolojisinin varlığına dikkat çekmekten çok, burjuva
ideolojisinin varlığına dikkat çeker. Komünistleri “sürekli” olarak burjuva
ideolojinin partiyi, bünyeyi ele geçirme çabasına karşı uyarır.
ST iki çizgi mücadelesini tüm fikir ve davranışlarda
tanımladığında, proleter ideoloji ve komünist partisini komünist bilinç dışında
tanımlamış olmaktadır. Biz buna itiraz ediyoruz. O, toplumdaki sınıf
mücadelesini “iki çizgi mücadelesi” olarak tanımlayarak kavram karmaşasına
neden olmakla kalmıyor, aynı zamanda komünist partisi ve komünist bilincin
toplum içindeki özgün durumunu, proleter ideolojiyi temsil yeteneğini ve
devrime önderlik misyonunu kavramadığını da göstermiş oluyor.
Somutlaştırdığımızda, kavramlara dair şu tespitleri yapmak
gerekir: Sınıf mücadelesi toplumsal yaşamın her alanında baştan sona daima
hüküm sürer, bunun için bilimsel bilgi şart değildir. Oysa ideolojik mücadele
sınıf mücadelesinin bir alanı/düzeyi olarak toplumsal yaşamın her alanında
gerçekleşmez. İdeolojik mücadele için proletaryanın sınıf bilincinin
geliştirilmiş, örgütlenmiş olması gerekmektedir. Marks’ın proletaryaya
kazandırdığı bu olmuştur. Marks ve Engels’e kadar proletarya burjuva
ideolojisinin sınırlarını aşamadı.
Proleter ideoloji yalnızca proletaryanın varlığı ile değil,
aynı zamanda ekonomikpolitik, felsefe ve devrim bilimindeki nitel gelişmelerle
ve nihayet sosyalizm bilincinin bunlarla birleşmesiyle (ütopik sosyalizmden
bilimsel sosyalizme) açıklanabilir. Bunların bütünleştiği, bir konsept
oluşturduğu yer komünist bilinçtir; proleter ideoloji orada tamamlanır.
İdeolojinin henüz proletaryanın ilk zamanlarındaki varlığı, onun “ideoloji”
olarak tanımlanmasına, bu nedenle “iki çizgi mücadelesinin” bir öğesi olarak
kavranmasına uygun değildir.
Proletaryanın
kendiliğinden bilinci burjuva bilinci aşamaz, onun için “dışarıdan taşınan”
komünist bilinç ile donatılması gerekecektir. İki ya da çoklu çizgi mücadelesi
her şeyin çelişki barındırması anlamında, elbette her yerde ve her şeyde
vardır.Ancak her iki çizgi “proleter ideoloji ile burjuva ideoloji” olarak
tanımlanamaz. Bu ancak proleter ideolojinin olduğu yerde, komünist unsurun
bulunduğu bünyede mümkündür. Bununla beraber, kavramın özel karakter, anlam
kazandığı yer de komünist oluşumlardır.
“Çelişki” kavramının veya “zıtların mücadelesi” kavramının
yerine ikame edilen/olan bir kavramdan değil, bu kavramların komünist
durumlardaki özel halinden bahsetmiş olmaktayız, iki çizgi mücadelesi derken.
ST tüm bunları karıştırmaya uygun hale getirmektedir. O, bu haliyle, tanımadığı
şeyleri birbirine benzeten, hatta aynılaştıran “yeni öğrenen”lere
benzemektedir. Oysa Japonlar özü itibarıyla Çinlilere benzemez. İki çizgi
mücadelesini, komünist bünyenin/oluşumun varlık koşulu olarak saptadıktan sonra
da ST ile anlaşmazlığımız devam ediyor.
O, iki çizgi mücadelesini bir kez “bu biçimde” kavradıktan
sonra “gereksiz ayrılıkların” olmayacağını ya da geçmişte henüz “bu biçimde”
bir kavrayış olmadığı zamanlarda “birçok küçük grubun” ortaya çıktığını
savunmaktadır: “Nitekim ’92 birlik ve ’94 ayrılığı ve sonrasında birçok küçük
grubun her iki tarafta da ortaya çıkması bunun en açık örnekleridir” (Sf. 10)
İki
çizgi mücadelesini kavramak ve komünist partiden ayrılmanın yanlışlığını
savunmak hiç kuşku yok ki, “gereksiz ayrılık”ları engeller. Ne var ki, tartışma
konusu olan zaten iki çizgi mücadelesini kavramamak, bu anlamda uygulayamamak
ve ayrılma yanlışına yol açan siyasi yetmezliktir.
Yani burada tartıştığımız zaten “gereksiz ayrılık” ilan
edenlerdir. ST “parti ile bütünleşememiş”, “ona rağmen var olan” ve “olumsuz
tarzıyla varlığını sürdüremez hale gelmişlerin” ayrılmalarını partide iki
çizginin kavranamaması olarak açıklarken esasen yanılgı içindedir.
Zira komünist partisi ayrılıkları olumlayan bir tutumdan
çok, olumsuzlayan bir tutum içinde olmuştur. DABK ayrılığı, Komün ayrılığı, darbe hep
olumsuzlanmıştır; parti anlayışını kavramadıkları için eleştirilmiştir. Bu
ayrılıkların gerekliliği tamamen onları gerçekleştirenlerin tasarrufundaki bir
olgudur.
Buradan hareketle “gereksiz ayrılık”lar nedeniyle ST’nin
partiyi eleştirmesi ve iki çizgi mücadelesini benimsememiş olmakla itham
etmesi, olana şaşı bakmaktır.
Eğer ayrılığın “gereksiz” olduğu
tespit ediliyorsa bundan nihayet ayrılanlar sorumludur.
Bunu ters yüz etmek
neden?
Bununla beraber iki çizgi mücadelesini partinin gelişim
dinamiği olarak kavrayamamak, parti içinde ideolojik düzeyde sürekli var olan
burjuva çizgiye karşı mücadelede zayıf kalmak, bu anlamda sürekli bir
komünistleşme pratiği sergileyememek, üyelerin dönüşümünü, gelişimini büyük
oranda sağlayamamak, politik seviyeyi geliştirememek ve ayrılığı tercih
edenlerin de “zaaflı kalması”ndan dolayı eleştiriler esasen ve hatta neredeyse
tamamen haklıdır. Bu, partideki komünist bilincin, proleter ideolojinin yetmezliğini,
güçsüzlüğünü işaret eder. Bunlardan öğrenmesini bilmek gerekir. Bütün bunlar
iki çizgi mücadelesinin kavranmamış olmasına tekabül eder. Çünkü iki çizgi
mücadelesinin perspektifi “gereksiz ayrılık”ları engellemek değildir. -Bu
siyasal suçu işleyenler parti ilkelerinden mahrumdurlar- Onun perspektifi,
partinin ideolojik düzeyde proleter karakterinin burjuva karaktere karşı
sürekli mücadele içinde sağlamlaşması ve politik seviyesinin aralıksız
yükselmesidir.
ST iki çizgi mücadelesini “gereksiz ayrılık”ları engelleyici
bir unsur olarak görürken kısmen haklıdır ancak esasen haksızdır. Haklı olduğu
yan, “gereksiz” ayrılıkların, parti içinde eğitilmemiş, ideolojik olarak
burjuva yanlarından yeterince arındırılamamış ve partiye bağlı hale gelememiş
unsurların eseri olmasıdır.
ST “gereksiz”
ayrılıkların parti ilkelerinden mahrum oluşlarını esas almayarak, burjuva
ideolojiye uygun olarak yaptıkları tercihlerden ve verdikleri zararlardan
dolayı partiyi suçlarken haksızdır…
İKİNCİ ÇİZGİYE ŞİDDET…
Herkes bilmektedir ki, MKP ile TKP/ML aynı kökene sahip iki
ayrı partidir.
Önce ’86 yılında
“DABK ve Konferans” adlarıyla anılmalarına sebep olan bir “ayrılık” yaşadılar.
Sonra da ’92’de
gerçekleşen “birlik”i sürdüremeyerek ’94 yılında iki ayrı partiye dönüştüler.
Kısacası, iki parti
ayrı zamanlarda kurulmuş partiler değildir; anlaşamayarak, birlikte olmayı
“başaramayarak” iki partiye dönüşmüş, aynı kökten gelen partilerdir.
ST “ayrılığın
sürdürülmesi”ni eleştirip birlik çağrısını yaparken değindiğimiz bu süreci gerçekçi
bir biçimde olduğu gibi kavramaktan uzak bir yaklaşım sergilemektedir. Bununla
kalmıyor; görüşlerimizi, yaklaşımlarımızı ciddi derecede bozuyor ve ardından
“boğmaya” çalışıyor:
“TKP/ML ise parti içerisindeki her farklı görüşü farklı bir
çizginin yansıması olarak görmemekte ve sadece sistemli hale gelenleri çizgi
olarak tanımlamaktadır.
(…) TKP/ML, bir parti içerisinde sistemleşmemiş fikirlerin
dışımızdaki sistemleşmiş çizgilerin yani sınıfların sistemli fikirlerinden
yansıdığını görememekte ve sorunu kopuk ele almaktadır.” (Sf. 25)
Burada ST’nin ortaya koyduğu sorun geçmişteki bazı
anlayışlara dönüktür. Bu anlayış uzun zamandır aşılmıştır. Bununla beraber,
ST’nin eleştirisi gene de doğru değildir.
Parti içerisindeki her farklı görüş nihayet partideki iki
çizgi mücadelesinin bir tezahürüdür. İki çizgi mücadelesi sınıf mücadelesinin
ideolojik düzeyde parti içinde sürekli varlığını içeren/savunan bir kavramdır.
Bunu reddetmemiz söz konusu değildir. ST’nin “tartışma konusu” yaptığı sorun
kavramların henüz oturmadığı zamanlarda vardı.
Onun eleştirdiği
“çizgi” kavramı “iki çizgi mücadelesi”nden ayrıdır. Partide “farklı çizgiler”
olamayacağı, her farklı görüşün bir çizgi olarak değerlendirilemeyeceği
anlayışı ile her farklı görüşün “iki çizgi”den birinin yansıması olduğu
anlayışı birbirini dışlamaz. Burada kavramlar farklıdır. ST dikkatli-özenli bir
okumayla değindiğimiz ilk anlayış/kavram kullanımını ustalardan da görebilir.
“Çizgi” kavramının iki farklı anlamda kullanıldığını görmek gerekir.
ST eğer iki çizgi mücadelesinin sürekliliğinin ortaya
konmadığını, sistemli çizgi meselesinin “iki çizgi mücadelesi” ile
karıştırıldığını vurgulasaydı haklı görülebilirdi. Ama o “her görüşün bir çizgi
olmadığı” doğrusunu eleştirerek kavram karmaşasını sürdürmüş olmaktadır.
Üstelik eleştiriyi yaparken “her görüşün bir çizgi olmadığı” anlayışını, “her
görüşü farklı bir çizginin yansıması olarak görmemek” anlayışına çevirerek
kendini haklı kılmanın “yanlış” bir yöntemini kullanmaktadır.
İki çizgi mücadelesi
uzun süre önce sapma, akım, hizip, çizgi hatta kanat kavramlarıyla ele alınarak
tartışıldı. Partide sürekli bir ideolojik mücadele doğru ile yanlışın sürekli
varlığı olarak ele alınmadı. Bu “çelişki yasası”nın parti olgusunda
tanımlanamadığı, her şeyin karşıtların birliği olduğunu belirten temel
önermenin kavranmadığını gösterir.
Oysa sapma, akım, çizgi gibi olgular iki çizgi mücadelesinin
biçimleridir. Partide iki çizgi mücadelesi sapmalar, akımlar ve çizgiler
biçiminde de gerçekleşir. Veya bunlar görünmediğinde de vardır. Her düşünce,
düşünce biçimi, inceleme, tavır, davranış ve karar kendinde bu mücadeleyi
taşır.
Çünkü çelişkinin
olmadığı hiçbir şey yoktur. Komünist Parti, proletarya ideolojisinin
cisimleştiği yerdir ve onun karşıtı burjuva ideolojisidir. Proleter ideoloji
ancak burjuva ideolojisi ile mücadele içinde vardır. Burjuva ideolojisine karşı
mücadele yoksa proleter ideolojiden de söz edilemez…
İki çizgi mücadelesi
böyle bir içeriğe sahiptir. O nedenle süreklidir. Ve partideki olası
örgütlenmelerden bağımsız olarak da vardır. ST bunun savunulmadığını iddia
ederken süreçlerden bihaber gibi davranmaktadır. Üstelik birlik ve ayrılık
konularındaki farkımızı, bu meseleye dayandırarak açıklamaya kalkması,
gerçekleri tümüyle ters yüz etmesidir.
Ayrılanlara,
kopanlara “şiddet” uygulandığı, halktan kimselere “şiddet uygulandığı” iddiası
da gene bu anlayışa koşut olarak ileri sürülmektedir. Daha önce de gündeme
gelmiş, tarafımızdan açıklanmış, yanıtlanmış meselelerin bu derecede üstünkörü
dile getirilmeye devam etmesi kabul edilemez.
ST iki çizgi mücadelesini
kavrayamadığımız, dolayısıyla uygulayamadığımız iddiasıyla “farklı görüşü”
dışladığımız, yetinmeyip “kendini ifade edemez hale getirmek” amaçlı şiddete
başvurduğumuz propagandasını yapmaktadır.
Yine ister istemez
“samimiyet” sorunu ve “niyet” tartışması gündeme gelmektedir. Eğer ST bu
konularda açıklamalarımıza, yanıtlarımıza değer vermemeye devam edecekse,
inatla yanlışta, gerçek olmayanda ısrar edecekse neyi tartışacağımızı da
açıklamalıdır.
“İlle
de benim tanımladığım gibisin, olaylar da düşündüğüm, kavradığım gibi oldu,
kendini savunma!” türünden absürd bir yaklaşımı neden gündemimize sokalım? “Yalancılığımızı”,
“inkarcılığımızı”, “ne yaptığını bilmezliğimizi” kanıtlama gayretindeki ST’ni
bu yolda yalnız bırakacağız ne yazık ki!
Daha önce de
vurguladık: Eleştirinin hakaretten niteliksel olarak farkı vardır, buna özen
gösterilmelidir. ST’ne bu konuda bir uyarımız daha olacak: Aramızdan türlü
sebeplerle ayrılanlarla kurulu ilişkiniz sizleri ilgilendirir. Ancak bu
arkadaşların tutumlarına “ortak” olmanız ve saldırganlık pozuna girmeniz açık
ki tasfiyeciliğin buluşmasından başka bir şey olmamaktadır.
Devrimci mücadelenin ve hatta “partiden ayrılmak yanlıştır”
diyerek iki çizgi mücadelesinin olanakları hakkında “takdir edilebilir” bir
yaklaşım göstermenize rağmen bu arkadaşların “tasfiyeci”, “çözücü” “bozguncu”
ve “dağıtıcı” tutumlarına kucak açmanız “birlikçi” politikanızın değindiğimiz
zaafına işaret etmektedir.
Bir taraftan “dört kriter” vurgusu yapıyorsunuz diğer
taraftan “demokratik merkeziyetçi” olmayan, çoğunluk iradesini reddeden “çizgi”
üzerinde durup gene sizin gibi davrananlara kucak açıyorsunuz.
Hem de “onlara rağmen”! Bu kötü yolda yalnız yürüyeceksiniz
ya da -en azından- biz yanınızda olmayacağız! Aynı konudan devam edelim
tartışmaya:
“Fakat TKP/ML son on yılı aşkın bir süredir geçmiş
kültürümüzden hızla kopmakta ve saflarında ayrılık ilan edenlere karşı kaba ve
sekter bir çizgi savunarak pratikte bunu şiddete kadar vardırmaktadır. (…)
Bunu ... polemik yazılarında açıktan açığa savunmaktadırlar.
Aynı politikaları (…) GÖK-Yeniden İnşa-Devrimci Dönüşüm vb. kesimlere karşı
politikasını şiddet uygulamalarına kadar vardırmış durumdadır.
(…) Örgütsel ayrılık ilan edenlere karşı ‘zor
kullanmayı’politika haline getiren TKP/ML bu sekter politika tarzını
değiştirmelidir. Parti içinde çelişkilerin çözümünde asla bu yönteme
başvurulmaz”… (Sf. 25) Ve devam ediyor ST öğretmeye; iç sorunların çözümü
hakkında yöntem sunmaya!
Öncelikle “saflardan
ayrılık ilan edenlere karşı” şiddeti “açıktan açığa” savunduğumuz iddiası daha
önceki ithamın abartılı hali olarak daha da şaşırtıcı olmuştur.
Bunun için alıntı verilseydi, “okurlardan”
sonra belki bizi de ikna ederlerdi! Böyle bir savunu yok! Çünkü böyle bir olay
yok! Kimse “saflardan ayrıldığı” için düşman kabul edilmez ya da ceza
gerektirecek bir değerlendirmeye tabi tutulamaz.
Bunun bir tek örneği yoktur.
Cezalandırılanların suçu özellikle kendileri tarafından
bilinmez değildir.
Onların suçu,
ayrılmak değil, partiyi çözmek, dağıtmak amacı içeren yalanları ve buna uygun
davranışları olmuştur. Kendilerine iletilen tüm uyarılara rağmen bahsi geçen
suçları işlemeye devam etmişlerdir.
Partinin, devrimin, halkın çıkarlarına yönelik suçlara karşı
gerektiğinde şiddete başvurmayı “asla” diyerek reddetmek, değerlere yapılan
saldırıları yanıtsız bırakma olur ki, bu da gerçek adalet anlayışında
sakatlık-yetmezlik doğurur.
TKP/ML’nin uyguladığı
şiddet açıkladığımız bu anlayış çerçevesinde gerçekleşmiştir.
Yukarıda
alıntıladığımız cümleler bu anlayışımızla hiç alakası olmayıp yalan-yanlış ve
de çarpıtmadan ibarettir. Bu tanımları yapmaya mecburuz. Çünkü ST’nin suçlaması bizim için çok ağır ve büyük bir
haksızlık içermektedir!
Cezalandırmalar eleştirilmez değildir elbette. Ancak
“saflardan ayrılma nedeniyle” iddiası üzerinde yapılan suçlamalar eleştiri
değil, hakarettir! ST’nin suçlamalarındaki haksızlık ve tarafgirlik bununla
kalmıyor, devam ediyor. “GÖK, Yeniden İnşa, Devrimci Dönüşüm vb. kesimlere”
diyerek “partiden ayrılma yanlışı”na “grup” olarak düşenlerden bahsediyor ST.
Biz bunları değinilen adlarla anmıyoruz. Nitekim ilk ikisi
bir “grup” olmayı sürdürememiştir. Burada
amacımız onları “küçümsemiş” olmak değil. Veya buna göre bir görüş
oluşturmak da… Umurumuz da değil ne oldukları! Gerçek olandan bahsediyoruz
sadece. Çok açık ki bu sonucun nedeni “şiddet”imiz değildir. Sonuncusunun da ne
olduğu ve ne olacağı bugünden bellidir.
Bir tür kaçış yöntemi olarak “ayrılık ilan etmeyi” benimsemiş
olmaları geleceklerini belirlemiştir…
Şunu belirtmekte fayda görüyoruz:
Bugüne kadar ve bugünden sonra da devrime sunacakları
hizmet, onların esasen “kaçmak” olarak tanımladığımız özelliklerine rağmen
vardır. Bu olumsuzlukları onları düşmanlaştırmaz. Hatta devrimcilik için bizim
tanımlamalarımıza da ihtiyaçları yok.
Ancak “saflardan kaçmak” adına kullandıkları saldırgan
biçimleri affetmemiz mümkün değildir.
Bunun gereği esas
olarak şiddet değildir. Şiddete “sadece” zorunlu halde başvurmak ilkemizdir.
Aynı cümledeki “vb. kesimlere” ifadesi de dikkat çekicidir. Bu neyi ifade
etmektedir? Olanları sıraladıktan ve isimlerini de “aynen” belirttikten sonra,
başka benzeri kesimler de varmış gibi neden bu “ilave”yi de yaptınız?
Sıralamayı isimleriyle “aynen” sürdürmeye mürekkebiniz mi yetmedi?
Yoksa olmadığı halde
“varmış hissi” vermeyi mi amaçladınız?
Neden bu manipülasyon?
Nedeni açık. ST bizi
“ayrılık ilan edenlere şiddet uygulamayı ilke haline getirmiş” göstermeye ant
içmiştir. Bu doğru olmayan ve gerçeklere de dayanmayan iddiasını ancak böyle
“çirkin” yöntemlerle, kalemi “hor” kullanmaya dayalı yaklaşımlarla güçlendirmek
istiyor. Bu yöntemi, üslubu kınıyoruz ve devrimci hareketin en alt seviyesi
ilan ediyoruz!
Cümleleri takip ettiğimizde sadece kendi iddialarına dayanan
akıl vermelerle karşılaşıyoruz. Hiçbir şekilde söz konusu olaylara dair
açıklamalarımızın konu edilmediğini görüyoruz: “Bir yandan bunu yaparken öte
yandan da Maoist Komünistlerle değişik sebeplerle ayrı düşen yoldaşları ise
pragmatist temelde kullanma siyasetini hayata uygulamaktadır.” (Sf. 26)
Gene gerçeklere
dayanmayan bir iddia! Bildiğimiz kadarıyla tartışma konusu yapılan Sevda ve
Rıza yoldaşlardır. Bu yararsız bir “tartışma” ve girmeyi genel olarak uygun
görmüyoruz. Bu şehit yoldaşların özeleştirileri ve yoldaşlar ile yapılan
görüşmelerin yazılı olarak bulunduğunu kendileri de bilmektedir. Ve “pragmatist
temelde” ifadesi ile ilgili olmayan bir ilişkinin temeli atılmıştır,
yoldaşlarla.
Bu konudaki herhangi bir aksi iddia “kara çalma”dan öte bir
anlam içermeyecektir. Adı geçen bu yoldaşlar dışında, arkadaşların bu iddiasına
neden olabilecek başka bir ilişkimiz de yoktur, olmamıştır.
Sonuç olarak, “saflara katılmak isteyenler” haklı bir neden
olmadıkça engellenemezler. Bu tüm yapılar için geçerlidir. Bizim için de temel
sorun “hukuki/örgütsel” bir engelin kalmamış olmasıdır…
Sonuçta bu gibi durumlar için oturmuş bir norm vardır ve
bugüne kadar bunun dışına çıkılmamıştır.
..........................................................
BİRLİK KARŞITI DURUŞ…
ST “birlik karşıtı duruş”umuzu haklı göstermeye çalışırken,
meseleyi salt birlik metnini sorgulamaya dönüştürdüğümüzü iddia ediyor.
Duruşunu açıklamak yerine diğerini sorgulamak elbette eksik bir yaklaşımdır.
Ama ne tuhaf ki yazının o bölümünden sonra, “samimi” bulmasa da ayrılığa
tavrımızın, duruşumuzun esası olduğunu yine kendisi açıklıyor! Üstelik yazı bütününde
kitlemizi ve hatta parti üyelerini bir avuç önderin pekala aldatabildiğini de
ima ediyor…
Anlaşılan ST sorunun nerede olduğunu çözemiyor. Bir görüşünü
reddeder içerikte bir başka görüş ileri sürüyor. Bunun nedeni arkadaşların
gerçeklerle bağlantısızlığıdır… Şu cümlenin gerçeklikle bağı nedir?:
“TKP/ML günlük açıklamalarında birlik diye bir sorunlarının
olmadığını iddia etmesine karşın, kitleler tarafından eleştirildiğinde kendi
politikasını savunmak ve neden ayrı kalmamız gerektiğini kitlelere anlatmak
yerine…” (Sf. 35) Arkadaşlar nerede yaşanıyor bunlar? Hangi “kitleler”
eleştiriyor? Kuşkusuz öğrenmek isteyenler vardır ama “kitleler eleştirdiğinde”
ifadesi bunu anlatmıyor.
Olmayan bir şeyi var gibi yazmak ve onun üzerinden eleştiri
yapmak kendi görüşüne, duruşuna güvenmeyenlerin, kendinden emin olmayanların
yöntemidir. Bu yöntemi polemik yazılarında esas hale getirmek, düşünce
geliştirmeye, tartışmaya katkı sunmaz, bilakis onu engeller. ST, aynı yazı
içinde başka bir yerde “birlik karşıtı duruşumuz”u haklı göstermeye
çalıştığımızı iddia ettikten sonra şunu da yazıyor:
“TKP/ML, ’92 birliğini dayanaksız bir şekilde yapılmaması
gereken bir birlik olarak gördüğü gibi ’94 ayrılığını da yapılması gereken bir
ayrılık olarak savunmaktadır.” (sf. 35) Ve çok değil dört sayfa sonra da -ama
unutacak kadar sonra!- “ ‘Biz ilkeli birlik istiyoruz’söylemiyle sanki
Maoistler ilkesiz birlik istiyormuş izlenimi vererek birlik karşıtı duruşunu
gizlemeye çalışmaktadır” diyebiliyor. (Sf. 39)
ST’ne göre biz
“birlik karşıtlığı”nı açıkça savunurken, “birlik karşıtı” duruşumuzu
gizliyoruz!...
Ama yine biz bir yandan da birlik karşıtı duruşumuzu haklı
göstermeye çalışırken, birlikçi görünmeye de çalışıyoruz! Yazdıklarınıza ne
kadar inanıyorsunuz, bilemiyoruz, merak da etmiyoruz. Amaç, tutarsız, ne
savunduğunu bilmez, kendisiyle tamamen çelişen bir TKP/ML imajı çizmekse
diyecek söz kalmıyor! Sadece bu yolun sizi düze çıkarmayacağını belirtip,
uyarmakla yetiniyoruz!
“FESHEDİN GELİN”…
Biz “ilkeli birlik istiyoruz” diye bir yaklaşım içinde
değiliz. Gündemimizde birlik bulunmamaktadır ki, onun ilkeli olmasını
isteyelim. Buna karşı ST’nin savunmakta olduğu birliğin sadece ilkeliliği değil
aynı zamanda samimiyetine de inanmıyoruz. ST bizlerin “birlik karşıtı duruşu”nu
eleştirirken ne tutarlı gözükmektedir ne de samimi.
Gene de ekleyelim:
“Tutarlı ve samimi olsalar” da birlik gündemimize girmez.
Çünkü ST başından beri partiyle yürümemiş, partili olmada
dirayet gösterememiş bir çizginin temsilcisidir.
Bunun değişmesi onun gerçek bir
muhasebe yapmasını gerektirir.
Bu da bize karşı bir
tutarlılık, samimiyet değil kendine karşı bir tutarlılık ve samimiyet
gerektiriyor. Ayrıca bunun için, bu süreci tamamlamak için yeterince malzeme
vardır; olmayan şey doğru bir incelemedir.
ST “Tüm Maoistlerin temel görevlerinden birisi birlik adına
ilkesizlikleri savunan sözde ilkeli birlik savunucularına karşı kitleleri
bilinçlendirmek ve mücadele etmektir” (Sf. 39) diyor. Gene kitlelere yönelik
yanlış bilinçlendirme içeren bir cümle… Bu apaçık bir manipülasyondur.
Kuşkusuz, tanımlanan
“savunuculara” karşı mücadele anlamlıdır ama öncelikle onların gerçekten
“savunucu” oldukları bizatihi kendi kararları ve görüşlerinden hareketle
ispatlama yoluna gidilmelidir… Onlar siz adlandırdığınızda öyle olmazlar. Eğer
gerçekten “öyle oldukları”nı kanıtlarsanız mücadelede başarılı olmanız ihtimali
olur.
Aksi halde kendinizi yorarsınız ve elbette okurlarınızı da
!...
Aynı yöntemi “mükemmelliyetçilikten kurtulamamak” hakkında
yazarken de kullanmış ST. Yazar hiçbir özeleştiri vermediğimizi iddia ediyor bu
bölümde.
Onlarca yanlışa, ağır suçlara rağmen özeleştiri vermemek,
dolayısıyla kendini hatasız görmek!...
ST yazarı kısa yoldan bu tanımı yapıyor. Anlaşılıyor ki
yazar geçmişi incelememiş ya da objektif değerlendirememiş, kendini bunlardan
soyutlamış; ama aynı zamanda pek muteber bir noktadan, seviyeden yorumlar,
tanımlar yapmış. Meselemizin “kendini hatasız görmek ve özeleştiri vermemek”
olduğu söyleniyor:
Daha önce özellikle ticaret ve “şiddet” olgularına değindik.
ST bu konuda “hatasızız” söylemimize şunu da eklemektedir: “Söylenenler esas
olarak şunlar olmaktadır: Bizlere darbe yapılınca biz de bunu yapmak zorunda
kaldık, onlar şunu yapınca biz de bunu yapmak biçimindedir.” Devamında,
geçmişte kendilerinin yaptığı gibi “bizim de bazı eksikliklerimiz oldu”
biçiminde ifadeler kullandığımızı iddia ediyor, ST yazarı:
“Ya da en fazla tüm
eleştiriler karşısında ‘bizim de çok tali, çok küçük, çok etkisiz bazı grupçu
eğilimlerimiz oldu’demekte ya da benzer başlıklara bir kelimelik vurgu yaparak
sorunu diğer tarafa yüklemektedir.” (Sf. 40)
Hemen belirtelim:
Biz bu süreçleri
ST’nin oraya koyduğu gibi tartışmadık, tartışmıyoruz. Bu çok ilkel bir tarz:
“Karşılıklı
hatalarımızı ortaya koyalım ve onları mahkum edelim! Siz şunları yaptınız biz
de bunları yaptık, yapmak zorunda kaldık. Ama siz başlattınız”! Biz böyle
tartışmalardan, yaklaşımlardan haberdar değiliz.
ST bunun nerede olduğunu açıklamalıydı, ama bunu yapmıyor.
Çünkü bu bir kurgu, gerçek değil.
ST bizim ağzımızdan cümleler kuruyor ve kurduğu bu
zavallılık örneği cümleleri küçümseyerek eleştiriyor. Bu bir stand-up’ta hoş
karşılanabilir ama bir siyasi polemikte akılsızca duruyor!
Bahsi geçen süreci darbe ve darbe merkezli değerlendirdik ve
bunda da haklıyız. Sizlerin şimdi “stratejik”, “birincil” dediğiniz görev yani
birlik, o koşullarda darbenin saldırısı altındaydı.
Tüm zaaf ve eksikliklerine, yetmezliklerine rağmen darbeye
karşı mücadele ve darbeye karşı tavır belirleyici tutumdu. ST’nin görmekten
ısrarla kaçındığı budur. Yoksa kimsenin “mükemmel bir tavır alındı”, “ufak
tefek eksiklikler oldu, ama iyiydik”, “karşılıklı hatalarda siz daha
ilerdeydiniz”, “grupçu davrandık ama önemli değil” dediği yok. Bu çocukça bir
tartışmadır ve sonuçsuz, aynı zamanda anlamsızdır.
Dediğimiz gibi böyle yaklaşımlardan haberdar bile değiliz.
ST ayrıca “kendini fesh et gel” “çiğliği ve gayri ciddiliği”yle hareket
ettiğimizi belirtiyor. Böyle “şaşırtıcı” iddialar okundukça yazı iyice
cazibesini kaybediyor. Absürd durum olağanlaşıyor! Şimdi bunları
reddettiğimizde ne olacağını merak ediyoruz?!
“Kendinizi feshedin
gelin” çağrısını “gizli” yapmakla suçlanacağız herhalde!!!
ST dergisinin 38 ve 39. sayfasında, 4. maddede “kendini
feshetmenin” neden mümkün veya doğru olmayacağını anlatmış arkadaşlar. Bu bölüm
bir tür “gölgesiyle konuşma” üslubu içeriyor bizim için.
Kimseden kendisini feshetmesini istemedik. Bu anlamsız bir
istektir. Kaba ve meselenin özünü çözümlemeyi içermeyen, gereksiz tartışmalara
yol açacak bir talep olur bu. Siyasi açıdan da içi boştur.
ST bu yorumu nelere dayandırmaktadır?
Asıl mesele bu! Tartışılan nedir?
Tartışılan “ayrılığın” zeminidir.
Dolayısıyla “partiden ayrılmanın yanlışlığını” tartışıyoruz.
Bugüne kadar ST’nin
sahip olduğu çizgi, bu “yanlışlığın” savunusu üzerine kuruludur.
Şimdi DABK’ı mahkum
etmeleri ve konu ettiğimiz yanlışlığı “karar altına almaları” bu gerçeği
değiştirmiyor.
“Bir arada olunamaz” dediğimiz budur.
Bu çizgiyi dışlamak,
kendinden görmemek, hiçbir biçimde kabul etmemek neden “kendini feshet gel”
demek olsun?
Biz ST’ne bulunduğu zeminle hesaplaşması gerektiğini
söyledik.
Darbe ile bağını açık ve net olarak ortaya koymalıdır dedik.
Darbeyi gizlemenin, olmamış göstermenin sorumluluğunu anlattık. Bunlardan yola
çıkarak “kendini feshet gel” çağrısını yapmak bizim dışımızda bir olaydır.
Çünkü “kendini feshedip gelmek” bir tür birleşmedir.
Bugüne kadar niyetimizin bu olduğunu içeren bir açıklama
yapmadık. Çünkü “bulunduğu zemini” doğru kavramak veya kabul etmek bir
süreçtir.
Bu süreç tamamlandığında yeni sürecin ne olacağı şimdiden
tam veya esas olarak kestirilemez.
Üstelik bu, öncelikle öznenin kendisi tarafından
yapılabilir. Bunu biz saptayamayız. Biz bugün bulunduğumuz zeminlerin temel
farkından bahsediyoruz. Tartışmamız bununla sınırlıdır.
ST tüm ifadeleri, tanımları, “birlik” merkezli okumakta
olduğundan “zemin sorgulamasını” “onu reddedin ve gelin” diye yorumlamaktadır.
Oysa biz “sorgulayın ve gerçekliğinizi olduğu gibi kabul edin” demekle
yetiniyoruz.
Kendiniz hakkında kararı, siz vereceksiniz. Bu sizin
yolunuz. Onu belirlemek bizim işimiz olmaz. Durduğumuz yerin bilincindeyiz ve
iradenize bu ölçüde bir saygısızlığı doğru bulmayız!
“Feshedin gelin” bir tür “birlik” anlayışıdır.
Bizim bu içerikte bir birlik anlayışımız olmadı. Buna rağmen
güya bu “metni”miz üzerine yapılan yorumlar ST’nin kendini nasıl bir “savaş”ın
içinde gördüğünü ortaya koyuyor. Meğer ne keskin kılıçları, uzun mızrakları,
sert kalkanları varmış, “çiğ bir davranışımızda” hepsini görmüş olduk. Bizi en
çok etkileyen son öldürücü hamle oldu.
Eğer böyle yanlış bir birlik kararı iradeler tarafından
kabul edilirse, o durumda feshedilecek olanın TKP/ML olacağından eminlermiş! Bu
tartışmaya (feshedin gelin eksenli) “ciddiyetsiz” diyor arkadaşlar. Evet aynen
öyle. Son noktayı da bu hamleyle “tartışma”nın özüne uygun koymuşsunuz!
Bu içerikteki bir tartışmayı sürdürmeyi doğru bulmuyoruz. ST
bu bölümün girişinde bir “konuşma”dan hareketle bunlardan söz ettiğini ima
ediyor. İfadelerin de bu konuşmaya dayandığı izlenimi verilmektedir.
Açıkça belirtelim ki, nerede ve kiminle geçmiş olursa olsun
bu yaklaşımı anlamlı ve çizgimiz dâhilinde görmüyoruz. Sonuç olarak, birliği
mahkûm eden, baltalayan ve nihayet “terk” eden bir çizginin/ pratiğin ürünü
olarak tanımladığımız için kendilerine önerimiz varlıklarını bu şekilde
tanımlamalarıdır. Fesih talebimiz yok.
Çünkü kendileriyle
birlik amacı gütmüyoruz.
devamı..