“Türk Solu” safsatası
milliyetçi- bakış açısının
bir aymazıdır
Kavramlar gerçek anlam ve içerikleriyle ele alındığında, her kavramın yerli yerine oturtulması bir sorun oluşturmazken, maddi gerçekliği bilimsel bir analize tabi tutabilme beceri ve yeteneğini gösteremediği gibi, Marksist felsefi dünya görüşü ile bezenemeyen bir gelişim, ne kadar da yırtınsa sorunlar doğru olarak alamayacak ve kavramları, gerçekliğine denk düşmeyen biçimde, kendisi için istediği gibi kullanmayı alışkanlık haline getirecektir.
Her kavramın esas içeriğini bilme işi, Marksist bir bakış açısını gerektirirken, burjuvazinin temel karakterinin özelliği ve “herşey benim” anlayışının yol göstericiliği, her kavramı gerçek özünden kopararak, ona istediği, dü- şündüğü, görmek istediği giysileri giydirmekten geri dur- maz. Gerçekliği olduğu gibi yansıtma becerisi göstereme- yen burjuvazinin durumu, “dibe batarken saman çöplerine sarılmak”tan başka birşey değildir. Marksizmin temel ilkeleri, üzerinde hiç de tartışma gerektirmeyen açıklığa sahip olup, her parçada alacağı özgünlük bu temel esaslar üzerinde şekillenip, gelişir ve bütüne tabi olur.
Günümüzde özelde burjuva ulusal milliyetçiliğin kav- ranması, dağarcığında besleyip büyüttüğü ve hiç de ger- çek özünü vermeyen ve esası milliyetçiliğin, Marksizm’den uzak ama ona geriden ilişmeye çalışan ‘93 sonu rası, özellikle‘de Öca1an’ın yakalanması sürecinde, bundan da fersah fersah uzaklaşmaya çalışan dar, ilkel bakış açısı üzerinde şekillenen, alabildiğine ciddiyetsiz ve savrulan ideolojik çürümüşlüğüne uyarlamaya çalışarak içini boşaltmaktadır. Bu vesileyle güçlü milliyetçi orjinine dayalı esası ile sınıf farklılıklarını gormezden gelen, salt “ulus” ve kimlik idealleri ile burjuvazinin özel mülküne dayalı istem ve talepleriyle alabildiğine hayasızca, entemasyonalizme, salt savaşın boyutunu ve öne çıkan pratik anlamını kullanarak saldırıya geçiyor, geçtiği kadar da, yine kendisini en iyi enternasyonalist ilan etmekten geri durmuyor.
Bugünkü savaşın boyutu, çeşitli yanllgılarl, özellikle küçük-burjuvazinin “güce tapma” yapısı içinde arttırıyor, “dize gelmek” görünüyorsa.da, esasen savaşın niçin verildiği sorusunu biraz irdeleme zah- meti gösteren herkes, bu çürük özün üzerinde şekillenen göreli radikal, devrimci savaşım durumunu kolayca yorumlayabilir/kavrayabilir.
’Reformlar için devrimci savaşım nasıl ki mümkünse ve hiçbir biçimde nasıl ki devrimci savaşımlar, reformlar, “anayasal” çözümlerin reddi değilse, ilkel burjuva milliyetçiliğin dağarcığındaki özün harcını oluşturan sahiplenme, pazar üzerindeki rekabet bu başkaldırı içinde her daim güçlü bir yan uzlaşma yanı taşırken, bugün milliyetçiliğin, “enternasyonalizm” anlayışını gösterdiği açıktır.
Uzlaşma, eşittir enternasyonalizm olsa gerek. Oysa enternasyonalizm burjuva egemenlerin uzlaşması değil, çeşitli milliyetler- den proletaryanın, ülke, toprak, milliyet, din vs. tüm yarglların bağlısı ol- madan, ortak çıkar -sınıf çıkarları birliğidir.
Kavraınlarla oynama burjuvazinin karakteristik bir özelliği durumunda iken, ondan doğru bir yaklaşım takınmasını / takınabileceğini düşünmemekle birlikt’e, kafaları karıştıran ve onun milliyetçiliğin ilkel ağuları ile bezenmiş ideolojik yapısıyla başta kendi kitlesini yanıltma durumunda olan bu dar ve ne dediği belirsiz yaklaşımları teşhir etmek, gerçek özüyle ortaya koymak, MLM’lerin görevi olduğu konusundan hareketle, günümüzde ağızlarda sakız gibi çiğnenen, çiğnedikçe de sınıf kardeşliğini, halk kardeşliğini yaratan güçlü bağları koparan, çeşitli tonlarda ilkelliği anti-bilimsel düşünce silsilesi ve esasta burjuva milliyetçi açmazının bir yansıması olan “TÜRK SOLU” kavramını irdeleme gereği duyuyoruz.
Burjuva milliyetçiliğin aymazlıüğı komünist etki ve dönüşüm zemini dışında bar bar bağınrken, herkesi istediği türden bir içerikle düşünmesi, görmek istediğini karşısındakine yüklemesi de bu aymazlığın doğurduğu sonuçtur.
“Türk Solu” kavramı, burjuva milliyetçiliğin, kendi milliyetçi bakış açısı üzerinde şekillenen ve salt milliyeti görebilen tümden burjuva/şoven bir özde gündeme sürülmüştür. Tek bir ifadesi, Türk millıyetinden olan veya sadece onun olan “SOL”u vurgulamakta; toprak, devlet vs. gibi, esası proletaryanın mücadele alanı ve proletaryanın esas kendisine dayanarak yapacağı hareket noktasını da kesinlikle dıştallyor olmakla birlikte, varolan nesnelliği hiç mi hiç ifade eder durumda değildir.
Türk kavramı ile Türkiye kavramı birbirinden içerik olarak nitelik farklılığı taşır.
Türk sadece bir milliyeti veya o milliyetten olanı ifade ederken, Türkiye, “emperyalistler tarafından belirlenmiş, -komünistler açısından bu belirleme meşru olarak görülmese de- bugün somut bir olgu olan ve bir devlet otoritesi altında bulunan bir devlet sınırını ifade eder.
Proletaryanın
orijini milliyet değil, sınıf esası üzerine kuruludur.
Milliyetler şeklinde bölünmeler, belirgin çitler çekme proletaryanın menfaatlerine denk olan değildir. Proletarya, savaşımında belli bir devleti kendisine temel olarak alır.” Leninist ilke dahilinde, her sömürücü devlet otoritesinin parçalanması ve o egemenlik altında ezilen tüm ilerici, devrimci, sınıfların ve çeşitli ulus veya milliyetten halkların, özgürleşmesi sorunu olarak meseleyi ele alır.
Ve bu bağlamda bir devlet otoritesi altında varolan toplumsal temel gelişmeleri, tespit ederek, hangisinin hangisini çözeceği noktasından hareketle baş çeli§meyi belirler ve o hedef üzerinde mücadelesini yoğunlaştırır.
Proletaryanın esas sorunu sınıfsal çıkar ve tasarrufuna dayalı, dünya proletaryasının sorunu olup, hiçbir dönem daha geri mevzileri buna tercih etmez. Bir devlet otoritesi ve egemen cephenin bulunduğu her özgülde, gerek sosyal, gerekse ulusal mücadelenin ucu bu egemenliğe yönelmek zorundadır. Ortak düşman ve aynı hedef içinde, proletaryanın ülküsü, tüm sınıfdaşları ve yakın uzak tüm müttefikleriyle birleşebilmek, onu kendi önderliği altında hedefe ulaştırabilmektir.
Bugün Türkiye özgülündeki durum bu genel belirlemelerden farklı bir özgüllük taşımadığı gibi,
“Türk Solu” tabiri tümüyle ayakları havada, burjuva milliyetçi fosilleşmenin bir yansımasından başka bir şey olmadığı da açıktır.
Şöyle ki; sömürüye dayalı bir devlet sınırları içinde farklı birçok ulusun varlığının mümkün olduğu her durumda, bu devlet otoritesini parçalama ve siyasi iktidar mücadelesi verme uğraşında olan proletarya, dev- let otoritesi altında her milliyet ve ulustan sınıfdaşlarının birliğini, MLM olmanın temel koşulu gereği savunmaktadır.
Türk, Kürt uluslarına ve çeşitli milliyetlere mensup proletarya, esas sı- nıfsal istem ve taleplerle egemen devlet otoritesini yıkmaya giriştiğinde, mücadelesini bu devlet sınırları içinde herhangi bir ulus topraklarında başlatabileceği ve ona uygun bir yönelim içine girebileceği gibi, her ulus ve- ya milliyetten proleterlerin esas istemi birliği zayıflatma değil, pekiştirme olduğu ve bunun temel koşulu olarak da ezen ulus proleterlerinin ezilen ulusun özgürlüğü ve Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı’nı (ayrılıp ayrı devlet kurma hakk ı) özgürce kullanması yönünde tavır koyarken, ezilen ulus proleterlerinin tavrı ise sürekli birlikte devrim yönünde olmak zorundadır.
Bununla birlikte, proletarya hiçbir zaman
milliyet esasına dayalı bir isimlendirmeyi tercih etmeyecek, esas alacağı,
devlet sınırları ve o devletin hükmettiği alanın tümüdür ve bunun varolan
ifadesidir.
Yani, Türkiye bugün
bu ifadenin kendisidir. “Türkiye Solu” terimi, aynı zamanda içinde Türk, Kürt,
Laz, Çerkez, Ermeni, Arap milliyetlerin- den, tüm kesimi ifade etmekte iken,
“Türk Solu” bunu salt Türk milliyetinden olan “solu” ifade eder ki bu tümüyle
bugün Öncünün ve birçok devrimci yapılanmanın varolan nesnelliği ile bağdaşır
durum da değildir.
Türk veya Kürt solu ifadeleri, burjuva milliyetçi/şoven anlayışların bezenişini sergileyen bir fosilleşmeden başka bir şeyi ifade etmez. Kürt ve Türk halkının ortak mücadelesini örgütleme yerine, her Kürt olanın, sadece Kürtlüğü etrafında şekillenme, salt burjuva ulusal istemler içinde olmayı isteyen, sınıfsal bakış açısından, her milliyetten proleterlerin sınıf kardeşliği anlayışından uzak, burjuvazinin, enternasyonal proletaryanın temel enternasyonalist ilkelerini iğdiş ederek, içinde bulunduğu aymazlığı sergilemektedir.
Bir yapılanmanın siyasi durumunu ve niteliğini ortaya koyabilmek için, onun siyasal düşüncelerini, siyasi hedeflerini, ittifak politikalarını irdelemek ve onun teorik siyasal hedef ve belirlemelerine denk düşen veya düşmeyen pratiğini sorgulayarak sonuca gidilebilinir. Bu durumda yapılanmanın adı, her ne kadar siyasi hattı, hedefleri yanında tali ve bilimsel bir yanı oluştururken, bunun aynı zamanda hareketin siyasi niteliğine denk, onu yansıtan olması gerekir.
Bunu bilimsel olarak ortaya koymak bir zorunluluk arzeder. Türkiye terimi o sınırları içerisinde çok çeşitli milliyetlerden oluşan bütünü ifade eder. Ve bu durumda Türkiye örgütü olmak bu çeşitli milliyetlerden oluşan tüm ezilenlerin örgütü, öncüsü olmak demektir.
Bu nesnel ve bilimsel doğruyu büyük bir ham kafalılıkla es geçerek, halka ona hiç de öyle olmayan, siyasi hattı ve genel niteliği açıkça sergilenen bir örgüte salt bir milliyetten ezilenlerin temsilcisiymiş görüntüsü vermek “burjuvazinin batarken saman çöplerine sarılması”ndan başka bir şey olabilir mi?
Türkiye örgütü olmak demek, elbette ki hiçbir biçimde Türkiye devlet sınırları içerisinde varolan çeşitli ulus farklılıkları ve varlıklarını, çeşitli milliyetlerden oluşumunu reddetmek demek değildir. Türkiye proletaryasından söz edildiğinde, bugün Türkiye sınlrları içerisinde yaşayan her milliyetten proletarya kastedilmektedir.
Bu durumda hiçbir şekilde bu ifade Türk proletaryası olarak geçmez. Bundan ancak derin bir alıklık örneği sergileyenler böyle bir anlam çıkarmaya çalışırlar?
Türkiye devlet sınırları dahilinde bugün Türkiye Kürdistanı diye bir olgunun varlığı komünistlerin 1970’lerde ortaya koyduğu bir durumdu.
Ve bugün T.Kürdistanı topraklarında ve diğer alanlarda yükselen mücadelesi bağrında ağırlığı-Kürt- ler’den oluşan proleterleri taşımaktayken ve esas mücadele alanları bu topraklar iken, bu neden Kürt proleterleri veya Kürt örgütü olarak lanse edilmiyor da salt örgütün isminde yeralan Türkiye belirlemesi ki bu yanlış değildir- bilimsel görüntüsüne yaslanarak bu örgüt bir çırpıda Türk örgütü oluveriyor.
Oysa Kürt örgütü olabilmesi için daha büyük nedenleri var. Birincisi
bünyesinin büyük bir çoğunluğu Kürt kökenlidir, ikincis, esas mücadele alanı
Türkiye Kürdistanı’dır ve Kürt sorununa en doğru ve tutarlı yaklaşımı
sergileyendir. Ama bütün bunlara rağmen “Kürdistan’ın tek sahibi Kürt
burjuvazisidir” anlayışı, kendisinin varlığından başka hiç- bir şeye tahammül
edemez.
“Herşey benim” der. Burjuva milliyetçiliğinin kendisi için kazanım olarak alabileceği ve bu türden kavramları istediği biçimde yaklştırmayı esas alarak, sınıf farklılıkları ve ezen-ezilen ilişkisi bağlamında çeşitli ulus proleterlerini yönlendirme yerine Kürt halkını Türk halkıyla diğer çeşitli milliyetlerden halkla karşı karşıya getirmek olduğu ve bunun sonuçta burjuvazinin sınıf niteliğinin ve güçlü sahiplenme istemlerinin yönlendirdiği aynı sınıfdaşları karşı karşıya getirmek olduğu ortadadır.
Kürt ulusunun ulusal ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkın ın en teminatlı savunucusu ancak halkların proletarya önderliğindeki birliği olduğu ilkesi MLM’lerin temel hareket noktasıdır.
Bunun uygulanabilirliği ancak varolan egemen devlet otoritesinin parçalanmasıyla olanaklı olduğu ve bu süreçte ulusal sorunun proletaryanın siyasi iktidar mücadelesinden ayrı ele alınamayacağı, proletaryanın kendi bayrağı onun savaş cephesin- de ezilen halkların mücadelesiyle birleşerek ilerler.
Salt Kürt veya salt Türkler adına yola çlkan hangi siyaset olursa olsun -tek devlet otoritesinin tek ezen ezilen ilişkisinin bulunduğu özgülde burjuva milliyetçi/şoven ideolojik şekillenmesinin bir yansımasından başka birşey değildir. Proletaryanın ve ezilen halkların ortak mücadele birliğini savunmak demek, elbette her özgül ve parçadaki halkın özgüllüğünü dikkate almama, ona uygun özel politikalar belirlememe olmadığı gibi, ezilen ulusun halkına güven verebilme de, çok daha bir özenle geliştirilecek özgün siyasete bağlıdır.
Burjuva milliyetçiliğinin “Türk Solu” kavramında diretmesi ve onu Türk-Kürt ve bu özgülde varolan her milliyetten proletaryanın ortak mücadelesini savunmama noktasından hareket ederek tek devlet sınırlarının bugünkü somut durumunu kendi mücadele alanı olarak bölüp her yapılanmaya yakıştırması, salt Türkler’in solcuları olarak ilan etmesi, onun kendisini T.Kürdistanı’nın tek sahibi olarak görmesi ve bunu çeşitli kereler direkt ve dolaylı ilan edişiyle, T.Kürdistanı toprakları üzerinde yükselen her sınıfsal hareketi dıştalama, onun Kürt yoksul köylülüğü ve işçileri arasında değer bulmasını engelleme amacı gütmektedir. Bu amaç, burjuvazinin halka rağmen halk adına kendisini herşey gören ve Türkiye Kürdistanı’nın “tek sahibi” olduğunu ilan ederek dışındaki örgütlere yaşam hakkı tanımamasıdır.
“Türk solu, Kürdistan’da misafirdir” türünden söylemler de esasta burjuva milliyetçiliği “herşeyin sahibi benim” anlayışının varlığından başka birşey değildir.
Ulus ve halk adına, onun ulusal ve demokratik talepleri için yola çıktığını iddia edenlerin halk demokrasisinden ne kadar uzak olduğunu gösteren bu tavır, burjuvazinin sınıfsal ayrımını gündeme getiren ve uzun vadede onun varlığını tehdit eden sınıfsal mücadelenin önüne geçme amacı gütmektedir.
Burjuva milliyetçiler ve herkes çok iyi bilir
ki, Türkiye bugün Türkiye Kürdistanı’nı da içinde taşıyan egemen burjuvazinin
Misak-ı Milli sınırları dediği ve emperyalistlerin Lozan ile Kürdistan’ı bölerek
ve yok sayarak kurdukları TC devleti ve onun toprak sınırlarıdır.
Ve bu sınırlarda egemen devlet otoritesi Kürt-Türk ve çeşitli milliyetlerden halk üzerinde faşist devlet otoritesidir. Kürt halkı ve proleterlerinin, Türk proleterleri ve halkı ile birlikte ortak hedefe yönelmeleri MLM olmanın temelidir.
Bu böyle, MLM olmanın kıstası iken, kendi dışında gelişen burjuva demokratik devrimci hareketlerin varlığını tanımakla birlikte onun sınıf kardeşliğini dinamitleyen, sınıfdaşları milliyetçilik temelinde karşı-karşıya koyan ve sürekli bunu geliştirmeye çalışan yönüne karşı gelişen gerekli mücadeleyi de yürütür/yürütmelidir.
Bu durumda hareketin adının “Türkiye” deyimiyle söyleniyor olması, esasen mücadele alanlarını belirleyen devlet sınırlarını ifade ederken, Kürdistan’ın varlığını yadsımaz.
Ancak, mücadele eksenine sadece Kürtler için bir savaşımı koyan, siyasal hedeflerini ve mücadelesi- nin esasına bu doğrultuda yönlendiren bir yapılanma Kürt solu olur ya da her isteyenin hiçbir nesnelliğe dayanmayan, bilimsel analiz ve ayrıştırmadan uzak tarzda istediğine istediğini yapıştırması ancak diyalektik bir yöntemden uzak burjuvazinin işi olabilir.
Siyasal mücadeleye
salt Türkler için içerik yüklemek koşullarımız içerisinde ezen ulus şovenizmi
iken; salt Kürtler için bir mücadele de ezilen ulus milliyetçiliğinden başka
birşey olmadığı gibi, Kürt veya Türk kavramının, hiçbir sınıfsal ayrım
yapmadan, egemen ve egemen olmayan bütünü kapsayan şekilde kullanılması da ancak
burjuva bakış açısının dağarcığında mevcut olandır.
Kendisini “Kürt solu” ilan edip, Kürt ulusu ve halkı adına tek siyasetçi olarak kendisini herşeyin sahibi olarak görmesi, halk demokrasisinin temel koşulu olan halkın devrimci otoriteler arasında tercihine tahammül edemeyen burjuva milliyetçiliğinin “Türk Solu” kavramını piyasaya sürüp, ona sıkı sıklya tu- tunmasındaki esas öz de, kendisi dışında hiç kimseyi Kürt sorununun muhatabı ve çözümleyicisi olarak görmediği gibi, hiçbir biçimde Kürt halkının yarattığı değerleri başkalarıyla paylaşamamasıdır.
Oysa ki, bu değerlerin yaratıcıları ayni zamanda bugün Kürt işçileri ve köylüleri ve tüm ulus ve milliyetlerden proletaryanın sınıfsal varlığına dayanan öncünün gerçekliği olduğu gibi, “Türk Solu” yakıştırmasıyla, Kürt milliyetçiliğinin güçlü dayanaklarını yaratmaya ve zaten bu çerçevede şekillendirdiği kitleleri sınıfsal bakış açısından, sınıf çıkarları için mücadeleden men etmeyi amaç edinmektedir.
Sonuç olarak
söylenmesi gereken, “Türk Solu” kavramının Öncüye ve ayn örgütlenme gerekliliği
üzerine kurulu olmayan diğer devrimci örgütlere yakıştırılması, kavramların
içini boşaltan anti-bilimsel bir yaklaşımı içermektedir.
Türkiye kavramı, Türk-Kürt ve çeşitli milliyetlerden ezen ve ezilenleri kapsarken, farklı uluslar ın varlığını yadsımaz. Ve proletaryanın kendisine hareket noktası olarak alacağı da, tek devlet otoritesi altında yaşayan tüm ulus ve milliyetlerden proletaryanın ortak mücadelesidir.
Tersi düşünüldüğü zaman,
Kürdistan partisi şeklinde ifadelendirilen bir yapılanmanın da, Türkiye
Kürdistanın da varolan çeşitli milliyetlerden (Arap, Türk, Azeri vb.) halkı
dıştaladığı anlamı çıkmaz mı?
Elbette ki Türkiye kavramını kullanan yapılanmalara yakıştırılan şey orada diğerini de ayni içerikte belirler. Sorun görmek istediğini değil, varolan gerçekliği görmek olmalıdır. Ya da aksi, bir aymazlık örneği olmaktan öteye gidemez.