Adalet Mücadelesinde 43 Küsür Yıl
Yani katiller, Süleyman Cihan’ı bir komünist önder olduğu
için hedef seçmiş, onu vur emriyle takip etmiş, 12 Eylül askeri faşizminin
devrimciler için bir tür “sürek avı” düzenlediği bir dönemde, bundan yaklaşık
30 yıl önce gözaltına alıp hunharca katletmişlerdir.
Kırmanç-Kürt ve Kızılbaş bir ailenin çocuğu olarak, Dêrsim
’38 jenosidinin çıplak yaralarına doğan Süleyman Cihan, gerek onca acının ve
gerekse tanık olduğu onca zulmün sebep olduğu öfkesini örgütledikçe, ömrünü
devrimci mücadeleye adamakta tereddüt etmeyen bir komünisttir. Devlet de bunu
bilmekte ve bu nedenle onu yıllar öncesinden aramaktadır.
Onu ele geçirmek için eşini, kız kardeşini, annesini ve
hatta o dönemde 8 yaşındaki kızını dahi gözaltına alan yine bu devlettir. 12
Eylül ile birlikte bu iz sürüşü ‘vur emri’ ile aramaya dönüştüren, ‘özelikle
bir komünisti hedeflediklerini kendi ağızlarıyla açıklamış’ olan ve ele
geçirdiğinde onu katleden bu devlet, ilgili tüm kurum ve sorumlularıyla bu
cinayetin müsebbibi ve muhatabıdır!
(…)
Bu cinayeti belgeleyen yargı dosyasına Nisan 2010’da
ulaşıldığında, önceden kurgulanan çalışmalar hemen başlatılmış, Süleyman
Cihan’ın pek çok yoldaşının da katkısıyla, belki kimi eksiklerle ama onun
devrimci yaşamına yaraşır bir kolektif emekle, sevgiyle, hasretle bu kitap
hazırlanmış oldu. Binlerin, on binlerin yaşamlarını adadığı ‘geçmiş’in, aynı
zamanda bir gelecek tasavvuru olduğu bilinir. Bunu bir armağan gibi
hatırlatmanın, bu tasavvurla doğrudan ilişkisi ve önemi de..
Egemenlerin ısrarla unutturma, tavrına karşın; hayat yine
doğrular ki, zalimler suçlarıyla lanetli kalırken, gencecik ömürlerini
insanlığın kadim hasretine, yani sınırsız ve sınıfsız bir dünya düşüne
adayanlar, mücadele safında hatıra ve hatırlarıyla ölümsüzleşirler. Yaşananlara
dair kolektif hafızanın toplumsal bilince ve devrimci var oluşa katkısının,
gelecek kuşaklara daha farkında bir ‘geçmiş’ sunma imkânının, biraz da
yaşayanların, yaşadıklarını paylaşmalarından geçtiğini, bu çalışma sürecinde
yeniden ve yeniden anlamış olduk..
Bir ‘kan davası’ değildir ardında olunan; nice devrimci
gibi, Süleyman Cihan’ın da hayatını adadığı ‘adalet ve hakkaniyet’ talebidir
öncelikli olan. Yani kamu vicdanı, 12 Eylül faşizminin bunca zulmünün hesabını
sormadıkça, ‘adalet’ dağıtan kurumlar, hiç değilse Arjantin, Şili, İspanya gibi
benzer örneklerde yaşandığı gibi, sorumluluklarını yerine getirmedikçe, 12
Eylül süreci bitmiyor, o derin acılar ‘bir nebze’ dahi olsa, dinmiyor.
Partileri, basını, bütün ideolojik aygıtlarıyla devletin, ‘12 Eylül ile hesaplaşma’ sahteciliği sürecek görünüyor. Nitekim “12 Eylül darbesinin sorumlularına cezai ve hukuki dokunulmazlık sağlayan geçici 15. madde” 12 Eylül 2010 referandumuyla ortadan kalkmasına, 13 Eylül 2010 sabahından itibaren, İHD başta olmak üzere, muhatapları, ‘darbecilerin yargılanması’ talebiyle suç duyurusunda bulunmasına rağmen…
Her ne kadar 12 Eylül’den hesap sorulması mahkemelerden önce
toplumsal muhalefetin sorunuysa da, 12 Eylül 2010 referandum sürecinde de
görüldüğü gibi, kendileri de 12 Eylül ürünü olan, seçim sistemi, baraj vb.
gibi, 12 Eylül dönemi keyfiliğiyle semirenler, onlar mı 12 Eylül’den hesap
soracaktı. Kamu vicdanının haklı olarak sorduğu gibi, ‘peki ama bunca
işkencenin, zulmün, faili belli meçhulün, kayıpların, toplu mezarların,
hunharca işlenen bunca cinayetin sorumluları nerede o halde?’
(…)“Ben bu katili gözlerimle gördüm” diyordu Nilgün Türkler; “Devlet önce babamı öldürttü, ondan sonra öldürttüğü katili senelerce korudu, daha sonra gözümüzün içine baka baka davaları görmedi, normal seyrinde görülmesine izin vermedi. Şimdi de gözümüzün içine bakarak, Yargıtay, Kemal Türkler’in katili olduğuna onay verdiği halde, şu anda zamanaşımı nedeniyle bu davanın ortadan kaldırılması gerektiğini söylüyor. Babam 30 yıldır mezarında yatıyor, hâlâ babamın mezarından ve babamdan korkuyorsunuz…”
Korkuyorlar, evet. Yaşattıkları büyük acıların
derinleştirdiği farkındalıkla, ‘acının zamanaşımı yok, adaletin de olmamalı’
diyen toplumsal hafızanın binlerce eli, egemenlerin yakasından düşmedi,
düşmeyecek..
Yaşıyor olsaydı şimdi altmışında olacaktı Süleyman Cihan. A.
Camus’nun “Ağaç vardır, insan var olur” demesi gibi, Süleyman Cihan’ın da bir
‘olma’ süreci vardı kuşkusuz. Bundandır ki zamanın geniş avlusunda, onu, içine
doğduğu hayattan başlayarak, yaşamını adadığı değerlere hazırlayan iklimle,
hatıralarıyla, komünist önderlik süreciyle, aramızdan alınması ve sonrasıyla,
yeniden anlamaya çalıştık. Kolektif hatıraların yoldaşlık divanında söyleştik,
dertleştik, eksiğiyle, fazlasıyla ama olanca sahiciliğiyle bunları paylaşıma
sunmak istedik. Bu anlamda kitabın anlatı bölümü esasen bu tanıklıklar üzerinde
sürüyor ve tanıklar da ortak bir hayattan geldikleri için, kolektif hafızada
sınanarak geliyorlar.
https://www.suleymancihan.com/
ŞİİR:Süleyman Cihan
https://www.youtube.com/watch?v=fFmOUy7S4vo&t=41s