Erdoğan iktidarı 19 Mart’ta tam olarak ne yaptı ve niye
yaptı?
Toplumsal ortam, tümüyle olmasa da önemlice bir bölümünce, bir süreden beridir “binyıllık kardeşliğin yeniden tesisi edilmesi”, “iç barış”, “Kürt-Türk İttifakı”, “iç cephe tahkimi” ve “demokratik toplum inşası” söylemleriyle temkinli “iyimser beklenti” esintileri altındaydı.
Ancak Erdoğan
iktidarı 19 Mart’ta yaptığı siyasi hamleyle bütün bunları, ama esasen de “iç
barış”, dış tehdide karşı “iç cephenin tahkimi” ve “demokratik toplum inşası”
söylem ve yaklaşımlarının samimiyetini geniş toplumsal kesimler nezdinde
esastan sorgulatır oldu.
Çünkü iktidarın bu
hamlesi tamamen ve doğrudan Erdoğan’ın gerek tasarladığı anayasa değişikliği ve
gerekse kendisinin yeniden cumhurbaşkanı seçilmesini riske sokacağını düşündüğü
rakip parti ve onun cumhurbaşkanı adayının tasfiye edilmesi operasyonuydu.
Tabii aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne de çökmekti.
Hatırlanacağı gibi Özgür Özel ile Erdoğan arasında kısa bir
süre “normalleşme” denemesi de yapıldı. Ancak Erdoğan’ın bundan anladığı, kendi
deyimiyle; “Ana muhalefet partisini yumuşatmaktı”. Ama beklediği gibi
olmayınca, yani CHP’yi bu yolla hizaya çekemeyeceğini anlayınca, tipik despotik
bir küstahlıkla: “Sayın Özel, başkomutan olarak sana sesleniyorum; ayaklarını
denk al, denk almazsan denk getirmesini de biz biliriz” (*) diyerek, açıkça
tehdit etmişti de. İşte bu operasyon aslında o kastettiği; “denk almazsan denk
getirmesini de biz biliriz” operasyonunun yargı aparatı üzerinden pratiğe
dökülmesiydi bir bakıma.
Bununla varılmak veya elde edilmek istenenleri ise şu dört
başlıkta özetlemek mümkün: 1. hedef, cumhurbaşkanlığı yarışında CHP adayı
olarak karşısına çıkarılmak istenen güçlü rakibi Ekrem İmamoğlu’nu kesin bir
şekilde oyun dışına atmak. 2. hedefi, İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayım
atayarak oraya çökmek. 3. hedefi, kriminalize ederek bir bütün olarak CHP’yi
kapatmayı olanaklı hale getirerek, tasarladıkları şer’i hukuka dayalı yeni
anayasada laik kesimi etkisiz kılmak. 4. hedefiyse, DEM Parti’nin olası CHP
alternatifini boşa çıkararak, kendisine daha fazla mecbur bırakmak.
Erdoğan için
iktidarda kalmak bir “beka” sorunu
Dolayısıyla da Erdoğan’ın iktidarını kaybetmeye ve seçimle
devretmeye hiç mi hiç niyeti yok. Nitekim bu, yeni ortaya çıkmış bir şey de
değil. Bilindiği gibi son iki genel seçimi de aslında kazanamamıştı. Ama devlet
olanaklarını ve CHP’nin basiretsizliğini de sonuna kadar kullanarak, iradeyi
alenen gasp ederek, iktidarını korudu. Ancak şimdi hem koşullardaki kimi
farklılıklar ve hem de CHP’nin gerek İstanbul seçimlerini kaptırmamakta
sergilediği performans ve hem de yine onca hile hurdaya rağmen yerel seçimlerde
sergilediği yaklaşım, Erdoğan’ın gözünü korkutmuşa benziyor. Bu yüzden gözünü
karartarak, işi daha sağlam kazığa bağlamaya yöneltti.
“İç cephe tahkiminin” yeni boyutu
19 Mart hamlesinden önce Trump ile yaptığı tlf görüşmesinden
de aldığı destek ile, “iç cephenin tahkimi” meselesini bu kez doğrudan kendi
iktidarının garantiye alınması boyutuna indirgeyiverdi. Muhtemelen bu yeni
hamlesini çok da zorlanmadan gerçekleştirebileceğinin güvencesini de vermiş
olmalı, “bu, Türkiye’nin iç meselesi” diyerek, dolaylı desteklerini sunmakta
gecikmeyen malum emperyalist güç odaklarına. Tabii bu desteği nelerin sözünü
vererek aldığı ise nasılsa bir süre sonra deşifre olacaktır. Ama elbette ki bu
“al-ver pazarlığı” esasen Bölgenin ön görülen yeniden dizaynı üzerinden
yapılmıştır.
Erdoğan’ın iktidarda kalma ısrarının ikinci nedeni
Erdoğan’ın iktidarda kalma ısrarının bir nedeni gelecek
kaygı ve korkusu iken; ikinci esas nedeni ise artık gizliği de kalmamış olan
“gizli ajandasınca” hedefledikleri şer’i hukuka uygun olarak sistemi değiştirme
hamlelerini nihayete erdirerek, anayasa güvencesine kavuşturmaktır. Yani
hilafeti tasfiye ederek “laik cumhuriyet” ilan eden “Kemalist Devrim”den rövanş
almaktır. Bu tarihi hesabı kapatan ve öte yandan Türk-Kürt ittifakıyla hem
Türkiye’yi coğrafi olarak büyüten ve hem de “Bölgenin lider ülkelerinden biri
yapan” “ümmetin ulu hakanı” ve Kemalistlerin Lozan Antlaşmasıyla kaybettiği
toprakları geri alan gerçek “Ulu Önder” payesi alarak “ebediyete göçme” gibi de
narsistçe özel kişisel, bir takıntı sahibi.
Bütün bunlardan anlaşılması gereken ise şu oluyor
Erdoğan iktidarının gündeminde “demokratik toplum inşası”
gibi bir şeyin olması, eşyanın tabiatı gereği, imkânsızdır. Çünkü, pratikte de
görüldüğü gibi, onun tasarladığı ve inşa etmek için uğraştığı sistem, tam
olarak koyu faşizan, otokratik bir sistemdir.
İkinci olarak Erdoğan iktidarının mevcut iç ve ama esasen de
dış koşullarda Kürt-Türk İttifakını askıya alma gibi bir lüksü bulunmuyor. Bunu
en sonuna kadar kullanmaya ihtiyacı var çünkü.
Devlet ile Öcalan’ın
mutabık kaldığı “Demokratik Toplum İnşası”
Aslında burada, özellikle de DEM Parti açık bir ikilem
kıskacında. Aynı ikilem Bese Hozat gibi kimi PKK kadrolarında da söz konusu.
Yani bir nevi bir bilinç bölünmesi hali yaşanıyor. Bir taraftan gerçek anlamda
toplumun demokratik bir dönüşümünü istiyorlar samimiyetle, ama öte taraftan da
iradelerini teslim ettikleri “baş müzakerecinin” iradesine bağlı kalma yemini
ediyorlar. Ve bu tabi olma durumu, Erdoğan iktidarının demokratikleşmenin üst
sınırını Kürt sorunun çözümünü “yerel yönetimler özerkliği” düzeyiyle
belirlemiş olmasından ötürü, haliyle böylesi bir “demokratikleşme” ile sözü
edilen o “demokratik toplum inşası” ise asla mümkün olamayacaktır.
Dolayısıyla da DEM
Parti ve PKK gerçekten de en azından burjuva demokrasisi çerçevesinde
demokratik bir toplum inşa etmek istiyorlarsa; o halde bunun kimlerle ve hangi
güçler ittifakıyla yapmanın mümkün olabileceğini de doğru belirlemeleri ve bu
konuda kurumsal yeni bir irade ortaya koymaları gerekir.
Örneğin en azından
daha önceki iradeleri olan “AKP-MHP faşist iktidarını yıkmayı” sürecin ve de
demokratikleşmenin ilk koşulu olarak yeniden güncellemeleri gerekir. Yani bu
iktidar ile toplumun demokratik dönüşümünün mümkün olmayacağını, bunun
olabilmesi için bu iktidarın mutlak surette tasfiye edilmesi gerektiğini
kararlaştırmaları gerekiyor. Ve bu doğrultuda, yani aynı hedefe sahip toplumsal
güçlerle yeni ittifaklar kurmayı hedeflemeleri gerekecektir. Örneğin 19 Mart
Darbesinin sunduğu şu siyasal atmosfer kimlerin kimlerle yan yana ve karşı
karşıya olabileceğinin bir nevi yol gösteren rehberi gibi, aleni bir tablo
sunuyor.
Kürt sorunun çözümünün eşit anayasal vatandaşlık ve yerel
yönetimler özerkliği koşulunun anayasal güvenceye kavuşturulmasına indirgendiği
bir durumda (**) bu, örneğin CHP ile kurulacak ittifakın da koşulu yapılabilir
pekâlâ, değil mi? Böylece hiç olmazsa dinci faşist otokratik Erdoğan rejiminin
tasfiyesi mümkün hale gelebilecektir. Herhalde bu da toplumun
demokratikleştirilmesi mücadelesinde hiç de hafifsenecek bir adım olmayacaktır.
Belki de daha da önemlisi, bununla, daha kötüye gidişin önü kesilecek ve
toplumun biraz soluk alıp, kendisini toparlamasının zemini oluşturulacaktır.
(*)https://www.bbc.com/turkce/articles/cly6ze4ep76o
(**)https://www.youtube.com/watch?v=-g9pNmugssA