MİLLİ HAREKETLER KARŞISINDA
TAVIR SORUNU
Her ezilen ulus,
sömürge yapıdan, ilhak veya işgalden kaynaklanan köleleştirmeye karşı bir
direniş gösterir. Bu direniş, birinci olarak ezilen ulusun sınai, mali, ticari
vb. olanakları ile hammadde kaynakları ve iş gücü alanında kurulan ilhak,
sömürge ya da işgal statüsüne yönelir.
Direniş ikinci olarak
ve aynı zamanda, ezilen ulusun dilini, tarihini, yaşam tarzını, bir bütün
olarak kültürünü baskı altına alma, inkar ve asimile etme politikasına yönelir.
Bundan dolayı böylesi bir direniş, özünde demokratik bir direniştir ve
haklıdır.
Direnişe hangi sınıf ve dünya görüşü önderlik ederse etsin,
bu önderliğin niteliği, direnişin demokratik içeriğini ve haklılığını ortadan
kaldırmaz. Bizim desteğimizi tayin eden şey, harekete önderlik eden sınıfın
niteliği değil, hareketin demokratik içeriği ve haklılığıdır.
Bu önderlik, kendi direniş sahası içinde
komünist partisinin örgütlenmesine müsaade etsin veya etmesin, emperyalizme
darbe vursun veya vurmasın bu gerçek değişmez.
Geçen yüz yıl içinde İngiliz ve Rus sosyal emperyalizmine,
yüzyılımızda ise Amerika’nın başını çektiği emperyalist NATO blokuna karşı,
Afgan ticaret burjuvazisinin en iri kesimleriyle feodallerin önderliğinde
verilen milli direniş, haklılığa ve dolayısıyla demokratik bir içeriğe sahipti.
Bu önderliklerin sevk ve idaresinde ortaya çıkan direnişlerin şeriatçı olup
olmamaları, kadın haklarına karşı olup olmamaları, bu hareketlerin
anti-komünist olup olmamaları, bizim tavrımızın
esasını belirlemedi.
Altını çizerek,
döne döne belirtmeliyiz ki haklılığı tayin eden, önderliğin niteliği değil,
milli hareketi ortaya çıkaran sorunun doğasıdır. Sorun ciddidir; istilacı bir
gücün bir yaşam alanını işgal veya ilhak etmesi, o alanın dilini, kültürünü,
tarihini, bir bütün olarak bağımsız hayat hakkını prangalaması, asimilasyon
sürecine sokması sorunudur. Bu bir özgürlük sorunudur. Gaspedilen alandaki tüm
sınıf ve zümrelerin, cinslerin, inançların ortak sorunudur. Demokratik
muhtevayı ve haklılığı ortaya çıkaran da bu yakıcı durumun kendisidir.
Biz direnen dile,
kültüre, tarihe, bağımsız yaşama hakkına ya da nasıl diyelim devlet kurma
hakkına yani kendi kaderini tayin etme hakkına destek sunarken, bu hakkın
gerçekleşmesi için tarih sahnesine çıkan bir hareketin önderliğine bakarak,
bize örgütlenme hakkı tanıyıp tanımamasına bakarak destek sunmuyoruz. Bizim
desteğimizi tayin eden şey, sorunun kendisidir. Peki önderlik genel olarak
sorunun bir parçası değil mi? Evet, bir parçasıdır, ama sorunun ortaya çıkardığı
bir parçadır. Belirleyici olan sorunun kendisidir.
Bizim görevimiz bir yandan milli hareketin demokratik
içeriğine ve haklılığına vurgu yapmak diğer yandan harekete önderlik eden
sınıfların politikalarını tüm yönleri ve ayrıntılarıyla halka açıklamak,
mevcuda ve geleceğe dair görüşlerimizi serimlemektir.
Biz milli hareketi, demokratik içeriği ve haklılığından
dolayı desteklerken, ona önderlik eden sınıfların dünya görüşlerini,
çıkarlarını, yakın ve uzak vadedeki amaçlarını tüm yönleriyle eleştirmekten,
halkı bu konuda uyarmaktan da geri durmayız.
Ezen ulus
milliyetçiliğini veya politikalarını güçlendiren sol sekter görüşler bu konuda
ya tarafsızlık pozisyonu içine giriyorlar ya da sorunu bulanık bir tarzda
muallakta bırakıyorlar. Harekete enderlik eden sınıfların niteliğini,
politikalarını gericilikle barbarlıkla nitelerken böylesi bir önderlik
altındaki bir harekete, haklı da olsa destek vermenin yanlış olduğunu
belirtiyorlar.
Bunlar için tayin edici olan önderliğin niteliği ve izlediği
politikalardır; milli hareket, gerici sınıfların önderliği altında ise, haklı
da olsa desteklenmez. Bundan dolayı, zeminini haklı da bulsalar, Hamas’ın
işgale karşı direnişini desteklemiyorlar. Bu noktadan hareketle, İsrail
egemenlerinin, batılı emperyalistlerin açık desteğini alarak, Hamas’a ve
Filistin halkına karşı yürüttüğü savaş ve kitlesel katliamı, iki gerici güç
arasında cereyan eden bir savaş olarak değerlendiriyorlar.
Bu değerlendirme, komünistlerin bir bölümünü de etkiliyor.
Öyle bir görüş ortaya çıkıyor ki geçmişte destekleyebileceğimiz bir Asya
hareketi kalmıyor. Şeyh Şamiller, Şerif Hüseyinler, İzzettin Kassamlar,
Emenullah Hanlar, Şeyh Saitler, Ömer Muhtarlar, hepsi güme gidiyor. Bizi
ısırmayan, bize biraz uygun düşen bir önderlik arar duruma geliyoruz.
Ulusal sorun
konusunda en geniş ve bence en doğru görüşleri Lenin ile Stalin koydu. Lenin,
1916’da, ‘Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkına Dair Tartışmanın Özeti’nde,
“Her ezilen ulusun burjuva milliyetçiliği,
zulme karşı yönelmiş olan genel bir demokratik içerik taşır ve bizim ulusal
ayrıcalıklar sağlama eğiliminden bunu kesin olarak ayırt ederek… kayıtsız
şartsız desteklediğimiz işte bu içeriktir,”
der.
Stalin ise, Lenizmin Sorunları adlı eserinin
65. sayfasında, “Emperyalist baskı koşulları içinde ulusal hareketin devrimci
niteliği, harekette mutlaka proleter ögelerin varlığını, hareketin demokratik
bir temelinin varlığını gerektirmez.
Afkan Emri’nin, Afganistan’ın bağımsızlığı için mücadelesi,
Emir’in ve taraftarlarının kraliyetçi karakterine rağmen nesnel olarak devrimci
bir mücadeledir.
Çünkü bu mücadele emperyalizmi zayıflatır parçalar ve
baltalar,” der.
Yukarıda aktardığım
bu doğru yaklaşımlarına rağmen, bu iki liderin, başka yazılarında, yukardaki
doğru yaklaşımlarının ruhuyla çelişen tespitler yaptıklarını da görebiliyoruz.
Bir milli hareketin desteklenip desteklenmemesi
sorununu, o milli hareketin, sınıf mücadelesinin çıkarlarını baltalayıp
baltamadığı, komünistlerin çalışmalarını yasaklayıp yasaklamadığı, emperyalizme
darbe vurup vurmadığı sorununa bağlıyorlar. Bu durum ister istemez, milli
hareketi destekleme sorununu, sınıfların karşılıklı çıkarlarına bağlayan
pragmatik bir anlayışa götürüyor bizi.
Emperyalizm çağında,
birbirleriyle çatışan
Emperyalist blokların milli hareketler karşısındaki tavırları, blokların
çıkarlarına göre biçimleniyor.
Bir blok milli hareketi bastırmaya çalışırken bir başka blok
ona destek verebiliyor.
Bir milli hareketin
çıkarları ile bir emperyalist ülkenin o anki
çıkarları bazen örtüşebiliyor.
Onun için temel ölçüt, hareketin haklı olup olmamasıdır.
Bu temel ölçütten saptık mı pratikte tutarsız durumlara da düşebiliriz.
Rojavadaki Kürt milli hareketinin, dünya halklarının baş düşmanı Amerikan
Emperyalizmine doğrudan darbe vurmadığı ve hatta onunla, örtüşen dönemsel
çıkarlardan dolayı kısmi ve zımni bir ittifak içinde olduğunu bilmemize rağmen,
bu milli harekete eleştirel desteğimizi sunmaya devam ediyoruz.
Stalin, ‘Leninizmin
Sorunları’nın 64. Sayfasında, “Öyle
durumlar olabilir ki, ezilen belirli bir ülkenin ulusal hareketi, proletarya
hareketinin gelişmesinin çıkarlarına aykırı düşebilir. Böyle bir durumda,
desteğin hiç söz konusu olmadığı açıktır,” diyor. Buna benzer bir görüşü de
Lenin ileri sürüyor.
1921’de
İngilizlerle uzlaşma planları kuran Kemalistler, ‘Yeşil Ordu’ ile birlikte
hareket eden Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe’nin silahlı güçlerini imha
ettiklerinde, TKP Merkez Komitesi üyelerini Kara Deniz’de boğdurduklarında,
Halk İştirakyun Partisi’nin önderlerini ise tutukladıklarında Bolşevikler,
Kurtuluş Savaşı’na verdikleri desteği geri çekmediler.
Savaşın haklı karekterini esas aldılar. Kaldı ki bu
haklılık da, Batı Ermenistan, Kürdistan, Pontus ve Lazistan’da değil, Türkiye
topraklarında geçerliydi.
Bana öyle geliyor ki Lenin ve
Stalin’in bu hataları, Marx ve Engels’in hatalarına dayanıyor. Marx ve Engels,
Çarlık Rusya’sını Avrupa mutlak yetini kalesi, dolayısıyla Avrupa’daki
demokratik gelişmenin, kıpırdanışların, mücadelelerin ve hakların baş düşmanı
olarak görüyorlardı.
Bu baş düşmana
yönelen, onu zayıflatan hareketleri destekliyor, onunla birlikte hareket eden,
onu güçlendiren hareketlere de karşı çıkıyor, destek vermiyorlardı.
Polonyalıların ve Macarların, mutlakiyete darbe vuran ama asıl kendi bağımsız
devletlerini kurma amacı taşıyan ulusal hareketlerini desteklerken, Çeklerin ve
Güney Slavların kendi kaderlerini tayin etmeyi amaçlayan ve Çarlık tarafından
desteklenen ulusal hareketlerini da desteklemediler.
Ölçü böyle olunca,
Yunanlıların, Bulgarların, Sırpların, Arnavutların ve benzeri hakların
Osmanlı’ya karşı yükselen ve Çarlık tarafından desteklenen milli hareketlerini
desteklememe gibi bir tutuma da götürüyor bizi. Marks ve Engels’in, Çarlık
Rusyasına karşı Osmanlı’ya yakın ilk politika izlediklerini biliyoruz. Bunun
yanında, Marks ve Engels Asya, kuzey Afrika ve güney Amerika’daki milli
hareketler konusunda görüş ifade ederlerken onların gelişen kapitalizm karşısındaki
pozisyonlarını ileri değil geri buluyorlardı.
Mağrip halklarının
Avrupa sömürgecileri karşısındaki durumunu değerlendirirken onları tarihsiz
halklar olarak nitelemeler, Latin Amerika’da anti sömürgeciliğin başını çeken
Simon Bolivar’a destek vermemeleri, İngiliz sömürgeciliğinin Hindistan‘da
olumlu bir rol oynadığı yönündeki görüşleri bize ulusal sorunun bir yanıyla
ilerlemeye ve modernizme kurban edildiğini gösteriyor. Bizim esas alacağımız
kriter, Marks’ın İrlanda sorunu karşısındaki tutumudur.
Ezen bir ulus özgür
olamaz. Yani özgürlük sadece ezilenin değil ezenin de sorunudur.
Bir ulusun dilini,
kültürünü, tarihini ve bir bütün olarak uzamsal ve mekansal varlığını baskı altından kurtarma hareketi,
onun erime ve yok olma politikalarına karşı direnme, var olup olmama hareketi
yani böylesine haklı bir hareket doğası gereği ileri bir harekettir. Hangi
sınıfın, zümrenin veya inancın önderliğinde olursa olsun, onun bu doğasıdır
tayin edici olan.
Şeriatçı ise gelir kendi şeriat devletini kurar, sınıfı ve
cinsi baskı altına alır. Bununla beraber, erimeyi ve yok olmayı yaşayan dil,
kültür, tarih ve bir bütün olarak toplumun kendine özgü yaşamı ise baskı
altından kısmen kurtulur, canlanır, şu veya bu şekilde gelişme sürecine girer.
Bu işin getirisini ve götürüsünü komünistler tüm yönleriyle halka açıklamak
durumundadırlar. Kendi diliyle kendini ifade edemeyen, kendi kültüründen ve
geçmişinden kopan ezilen bir sınıfın, cinsin veya inancın anatomisini ve sınıf
mücadelesindeki konumunu anlamak, açıklamak durumundadırlar.
Ben konuşamıyorum, konuşsam bile kolu kanadı kırılmış,
prangalara vurulmuş bir dil ile kendimi ifade edemiyorum, kültürümden,
tarihimden kendime özgü tüm değerlerimden kopmuşum diye bağıran bir insana ne
diyebiliriz? Dilini kaybeden çok derin bir varlık sorunu yaşar. Bu sorunu
atlayarak ona hiçbir şey anlatamayız.
Bana göre milli
hareketin desteklenmesi sorununda esas alınacak şey, milli hareketin zulme
yönelen demokratik içeriği ve haklı temelidir. Milli hareketi desteklememe
durumu, bu demokratik içeriğin ve haklı temelin ortadan kalkmasına veya
harekete önderlik eden gücün bu haklı temele ihanet etmesi durumuna bağlı
olarak ortaya çıkar.
Diğeri, sen gerici önderliksin, sen emperyalizme darbe
vurmuyorsun, sen örgütlenmeme izin vermiyorsun, kadrimi kıymetimi bilmiyorsun,
onun için seni desteklemiyorum gibi bir tutumdur ki bana pek ciddi bir politika
gibi görünmüyor, hatta mülk insanının “her şey karşılıklı” şeklindeki pragmatik
tutumunu çağrıştırıyor.
Gazete patika