27 Eylül 2024 Cuma

1-"Mao Zedung adı "Enginleri Fethetme Ruhu'nun sembolüdür"Yılmaz GÜNEY

 

ÖN IK LAM A:---------------Partizan_sayı_20_Ağustos_Eylül_1994

Dünya proletaryasının ve ezilen halkların büyük önderi Mao'yu ölümünün 18. yılında; ülkemizde bir zamanlar "Çağımızın en büyük ustası Mao'd ur" , "Yaşa­sın M L-M ao Zedung Düşüncesi ", "Biz Mao Zedung' u reddedersek lanet olsun bize" diyen HK vb. akımların Mao'nun ölümünden sonra nasıl yan çizdiklerini ve Enver Hoca'nın kuyruğuna takıldıklarını eleştiren TKP(M L)'nin yanısıra, Hocacılara karşı Mao'yu gayet net bir şekilde savunan Yılmaz Güney olmuştur. 

Ölümünün 10. yılında Yılmaz Güney  anısına 1978 yılında kaleme aldığı iki ay­   yazısını oluğu gibi okuyucuya sunuyoruz.

 

"Mao Zedung  adı "Enginleri Fethetme  Ruhu'nun sembolüdür"__Yılmaz GÜNEY



 
Üretim  araçlarının sosyalist dönüşümünün esas olarak ayrıntılı biçimde açığa çıkartan Mao devrimin proletarya  diktatörlüğü altında k ararlılıkla sürdürülmesi gerektiğini belirtti ve dünya komünist hareketini bölen, Marksizm-Leninizm 'e açıkça karşı çıkan Kruşçev modern revizyonizmine karşı mücadele bayrağını açtı.

 Büyük öğretmen Mao Zedung'u iki yıl önce kaybettik. Dünya proletaryası ve halkları Mao Zedung'u derin ve yürekten bir saygı ile anıyor.

Marksizm-Leninizm'in evrensel gerçeğini Çin'in somut pratiğiyle kaynaştıran Mao Zedung, Çin halkının saygıdeğer ve yüce önderiydi. O yalnız Çin halkının değil aynı zamanda Marksizm-Leninizm'e yaptığı büyük katkılardan dolayı, bütün dünya proleteryası ve ezilen halkların da önderiydi.

Mao Zedung Çin'de sınıfların ve ekonomik yapının doğru bir tahlilini yaptı. Devrimin özünün toprak devrimi olduğunu açıkladı. Ancak proletaryanın önderliğinde gerçekleşebilecek devrimin, temel gücünün köylülük olduğunu, emperyalizme ve feodalizme karşı mücadele sonucu devrimin başarılabileceğini ortaya koydu. Bu düşünce aynı zamanda bütün sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki devrim mücadelesinin yolunun çizilmesiydi.

Mao Zedung proletarya diktatörlüğü döneminde üretim araçlarının ve üretim ilişkilerinin durumunu derinlemesine tahlil etti. Bu dönemde burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadelenin sürdüğünü, ancak bunu değişik biçimlere bürün­ düğünü söyledi. Burjuvazinin mücadelesini esas olarak parti içinde sürdür­ düğünü açıklayan Mao, bunun kapitalist yol ile sosyalist yol arasındaki mücadele olduğunu belirtti. İflah olmaz karşı devrimci revizyonistler karşı 'Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni başlatıp, bizzat önderlik etti. Üretim araçlarının sosyalist dönüşümünün esas olarak tamamlanmasından sonraki çelişkileri ayrıntılı biçimde açığa çıkartan Mao devrimin proletarya diktatörlüğü altında kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğini belirtti ve dünya komünist hareketini bölen, Marksizm-Leninizm'e açıkça karşı çıkan Kruşçev modern revizyonizmine karşı mücadele bayrağını açtı.

Mao Zedung Marksizm'in en büyük ustalarındandır. Mao Zedung'un düşünceleri uluslararası proletaryaya, bütün ezilen ulus ve halklara; emperyalizme, sosyal emperyalizme ve her türlü gericiliğe karşı ışık tutuyor, yol gösteriyor.--------

Mao Zedung 1893'de doğdu. Babası orta halli bir köylüydü. Öğretmen okulundan 1918'de mezun oldu. O sıralarda liberal düşüncelere sahip olan Mao, küçük bir arkadaş grubuyla düşüncelerini ve fiziğini geliştirmek için çalışmalar yaptı. Marksist düşüncelerle ilk defa Pekin'de bir kitaplıkta çalı­ şırken karşılaştı, çok etkilendi. Çin'de milli hareketin başlangıcı sayılan 4 Mayıs Hareketi'nden sonra, öğrenci hareketlerine katıldı.

1921 Mayıs'ında Şanghay'da Çin Komünist Partisi'nin kuruluş toplantısına katıldı. 12 kurucu üyeden birisi oldu. ÇKP'nin 1923'deki 3. Kongresi'nde Merkez Komitesi üyeliğine seçilen Mao, bir sene ÇKP-Guomindang Birleşik Cephesi'nin Merkez Komitesi üyeliğine seçildi.

Mao, daha sonra, uzun süre köylülük içinde çalıştı. Köylülüğün gücünü kavradı. Bu sırada, daha sonra "Yeni Demokrasi" adlı eserinde sistemleştireceği düşüncelerinin temeli oluştu. Ancak partinin 5. kongresinde bu düşünceler reddedildi.

Böylece Mao'nun Çin'de devrimin burjuvazinin önderliğinde gerçekleşeceğini savunan ve Guomindang'a karşı teslimiyetçi bir tavır içinde  bulunan, sağ oportünistlere karşı amansız mücadelesi başladı.

1927 baharında, Guomindang'ın önderi Sun Yat-Sen'in ölümü üzerine başa geçen Çan Kay-Şek Guomindang ile ÇKP arasındaki anlaşmayı bozdu ve ÇKP'ye karşı yoğun saldırıya geçti.

 Bunun sonucunda parti içindeki sağ oportünistlerde yıkıldı. Sonbaharda ilk Sovyet kuruldu, Mao Zedung Kızıl Ordu komutanı oldu. Mao, Kızılordunun hareketli savaş ve gerilla taktiklerini benimsemesi gerektiğini savundu. Dört imha seferini kesin zaferle savuşturan kızılordu, Guomindang' ın bir milyon askerlik beşinci imha seferi karşısında, parti içindeki yanlış düşüncelerin de sonucu, Kızılordu 1934 Ekim'inde "Uzun Yürüyüş"e başladı. Kızılordu, Mao'nun önderliğinde olağanüstü bir mücadeleyle iki sene savaşarak yürüdü ve kuzeydeki kuvvetlerle birleşti.

Bu arada Mao 1935'de ÇKP Merkez Komitesi başkanlığına seçildi.

Bu zamana kadar Mao'nun yaptığı tespitler sürekli doğru çıkmış uygulandığında başarılı olmuş, Mao'nun pratik önderliğiyle de birleşinci kesin zafere ulaşmıştı. Merkez Komitesi başkanlığına getirilmesi de Mao'nun ideolojik ve siyasi zaferidir, Çin halkının zaferidir.

Bu zaferin temeli Mao'nun---------"Dostlarımız .Kimlerdir? -------Düşmanlarımız Kimlerdir?"

sorusunu doğru çözmesinden gelir. Mao'nun "çelişkilerden yararlanmak çoğunluğu kazanmak, çok az kişiye karşı çıkmak ve düşmanlarımızı birer birer ezmek" diye özetlediği bu siyaset yalnız o döneme kadar yapılanlara ışık tutmakla kalmamış, Çin halkının önündeki yeni mücadelelerde yol göstermiş, başarıya ulaşmalarını sağlamıştır.

1931'de Japonya'nın Çin'i işgal etmeye başlamasından sonra ÇKP silahlı mücadele içinde bulunduğu Guomindang' a ittifak teklif etti. Guomindang kulak asmadı. Kızılordunun sürekli zafer kazanmasından ve Guomindang'ın içindeki bazı subayların da baskısıyla 1937'de bu ittifak gerçekleşti. Böylece Çin devrim tarihinde Japon emperyalizmine karşı direnme savaşı denilen yeni bir dönem başlamış oldu.

Mao Zedung 1939'da Yeni Demokrasi adlı eserini yazdı. Sömürge ve Yarı-Sömürge ülkelerin devriminin yolunu aydınlatan bu eser, Lenin ve Stalin'de de var olan düşüncelerin geliştirilip sistemleştirilmesiyle oluşturulmuştur ve Mao'nun Marksizm-Leninizm'e önemli bir katkısıdır.

"Bu çağda bir sömürge ya da yarı-sömürgede emperyalizme, yani uluslararası burjuvaziye ya da uluslararası kapitalizme yönelmiş her devrim, artık burjuva demokratik dünya devriminin  eski sınıflamasına  değil, yeni sınıflamasına girer. Böyle bir devrim eski burjuva ya da kapitalist dünya devrimin bir parçası değil, yeni dünya devriminin, proleter-sosyalist dünya devriminin bir parçasıdır."

"Yeni demokratik devrim dünya proleter-sosyalist devriminin bir parçasıdır, çünkü emperyalizme, yeni uluslararası kapitalizme kararlılıkla karşı çıkmaktadır...

Yeni Demokratik Devrim proletarya önderliğinde geniş halk yığınlarının anti-empeiyalist, anti-feodal devrimidir."

"Bu devrim, birinci aşamada Yeni Demokratik bir toplum ve bütün devrimci sınıfların ortak diktatörlüğü altında bir devlet kurmak amacıyla proletaryanın önderlik ettiği yeni tipte bir devrimdir."

Mao Zedung sınıfların durumunun, devrimin güçlerinin, vurulacak hedeflerin derinlemesine tahlilini yapmıştır. Yüzmilyonlarca Çin halkının, devrim sürecinde Çan Kay-Şek'in ABD emperyalizmi tarafından donatılmış 8 milyonluk düşman ordularını yenmelerini sağlayan üç temel silahın parti, ordu ve birleşik cephenin önderliğini yaparak 1949'da zaferle çıkmasına, Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasına önderlik etmiştir.

Artık sosyalist devrim yolunda yürüyen bir Çin vardı. Çin halkının önünde yeni çelişkiler, değişik mücadeleler, güçlü engeller duruyordu. Mao bu dönemde de sınıfların, sınıf mücadelesinin hala var olduğunu, toplumun gelişmesindeki belirleyici unsurun gene sınıf mücadelesi olduğunu belirtir. Gerçek ve zor meselenin parti içine sızmış olan burjuvazinin altedilmesi olduğunu saptayan Mao, parti içindeki kapitalist yol ile sosyalist yol arasındaki mücadelenin proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişmenin ta kendisi olduğunu açıkça ortaya koyar.

Mao Zedung'un önderlik ettiği, siyasi iktidarı gaspetmiş bir avuç kapitalist yolcunun devrilmesini, siyasi ve kültürel üst yapının tüm olarak alaşağı edilmesini temel alan kültür devrimi, Liu Şao-Çi ve Deng Siao-Ping'in karşı--------PARTİZAN 20-sf.7---

devrimci yüzlerini açığa çıkarmış, siyasi iktidarı yeniden halkın eline geçire­rek ülkeyi kapitalizme geri dönmekten kurtarmıştır.

Mao'nun öğretileri, kültür, sanat, edebiyatın gerek devrimci mücadele sürecinde, gerekse devrimden sonra büyük önem taşıdığını,, bunun çok önemli bir silah olduğunu bize öğretmektedir...

 

"Devrimci kültür, geniş halk kitleleri için güçlü bir devrimci silahtır. Hem devrimden önceki ideolojik silahı hazırlar, hem de devrim sırasında genel devrimci cephe içinde önemli ve gerçekten gerekli bir mücadele cephesi oluşturur."

 

Mao öz ve biçim konusunda tutarsız düşüncelere sahip kimseleri de kı­yasıya eleştirmişti.

 

"Sanat değeri taşımayan eserler, siyasi bakımdan ne kadar ilerici olur­larsa olsunlar, tamamen güçsüzdürler. Bu yüzden hem yanlış siyasi gö­rüşler taşıyan sanat eserleri yaratma eğilimine, hem de görüşlere sahip ol­ duğu halde sanat gücü olmayan "afiş ve slogan tarzında" eserler yaratma eğilimine karşı çıkıyoruz."

 

Mao Zedung sanatçı kesiminin sınıfsal kökenini de tahlil ederek onların kendilerini eğitmeleri, halka yaklaşmaları gerektiğini vurgulamıştır.

 

"Küçük burjuvaziden geldikleri ve kendileri de birer aydın oldukları için, birçok yoldaş sadece aydınlar arasında arkadaş seçiyor ve çalışmala­rını onları inceleme ve tasvir etme üzerinde yoğunlaştırıyor."

 

"Halka yakın olmayan bir devrimci kültür işçisi, barutu düşmanı altet­meye yetmeyen ordusuz bir komutana benzer. Bunun için yazı dili gerek­li  şartlar içinde düzeltilmeli ve halkın konuşma diline yakınlaştırılmalı­dır.

 

Çünkü önemle belirtmek gerekir ki, devrimci kültürümüzün bitmez tükenmez kaynağı halktır."

 

Mao Zedung  adı yüksek irade gücünün, olağanüstü mücadele azmi­nin,bitmek tükenmek bilmeyen enerjinin, çalışkanlığın, cesaretin, dürüstlü­ğün, devrime bağlılığın sembolüdür.

 Mao Zedung adı enginleri fethetme ruhunun sembolüdür.

 Mao Zedung 9 Eylül 1976'da öldü.

 Ancak dünya devrimine yaptığı kat­kılar onu ölümsüzleştirmiştir.

 Mao Zedung ölmedi. (Güney dergisi, Eylül 1978. s.9)

Marksizm-Leninizm'i, halkımız ve kendi gücüne güven ilkesini, en temel sorumluluk ölçülerimiz sayıyor ve AEP'i eleştiriyoruz---Yılmaz GÜNEY

AEP-MK ÜYESİ FİKRET ŞEHU'NUN ÇKP DEGERLENDİRMESİ ÜZERİNE

--------------------Devamı var

https://www.yüzçiçekaçsın.de/2024/09/2-mao-zedung-ad-enginleri-fethetme.html

 

 

 

 

Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)