O halde bir olguyu incelerken, bu olguyu etkileyen (esas-tali, iç-dış) hareketleri, hareketlerden doğan olayları, olaylar arasındaki ilişkileri, önceki ve sonraki olaylarla bağlantıları, karşılıklı etkilenmeleri bilimsel bir tarzda ele alarak sonuca varmak gerekir.
İşte biricik doğru yöntem budur. MLM inceleme tarzı budur.
"Bir sorunu incelerken öznellikten, tek yanlılıktan ve yüzeysellikten kaçınmalıyız" derken bunu kasteder Mao.
Bu, gerek örgüt olsun, gerek birey olsun böyledir. Örgüt ya da birey, kendisine ait geçmişiyle ya da sahiplendiği bir tarihle hesaplaşırken, üzerinde yükseldiği mirası tek yanıyla sahiplenemez. Böyle bir yöntem izlediği zaman onu iyi özümseyemez, özümseyemediği için de geleceğe sağlıklı adım atamaz.
İbrahim Kaypakkaya yoldaş 1972'de TKP(ML)'yi kurarken, Mustafa Suphi önderliğindeki TKP'nin mirasçısı olduğunu söyler. İK, bu saptamayı M. Suphi'yi kendi emellerine alet etmek için yapmadı. Çünkü İK'nın amacı sol lafazanlık yapmak değil, devrim yapmaktı.
Bunun için de gerçekçi davranmak zorundaydı ve böyle yaptı. Doğru bir tesbite varmak için de; geçmişi, koşullara bağlı, koşullara göre, biribirleriyle ilintilerini, öncesini-sonrasını, esas-tali yanını diyalektik ve tarihsel materyalist bakış açısıyla inceledi.
Bu yöntemle sorunu incelediği için Mustafa Suphi'nin doğrularını, yanlışlarını esas-tali ilişkisi içinde ele alarak, sonuçta ML olduğunu tesbit etti ve sahiplendi. Eğer bölük-pörçük, tek yanlı davransaydı Şefik Hüsnü'nün ya da bir başkasının tarihini sahiplenmesi kaçınılmazdı. Zaten İK'yı bilimum revizyonist ve küçük burjuva akımlardan ayıran en önemli özellik de bu değil mi?
Yine aynı yöntemle Stalin'! değerlendiren Mao, O'nun hatalarını ve sevaplarını ortaya koyarken sonuçta "Stalin dünya proletaryasının büyük öğretmenlerinden biridir" demesi ve sahiplenmesi de böyledir.
Ancak, Enver Hoca ne yapıyor?
Ölümünden sonra Mao'yu toptan reddediyor. Neden bu sonuca varıyor?
Çünkü sorunu ele alış tarzı anti-Marksisttir.
Öznelci ve tek yanlıdır da ondan.
Bunu yaparken hem kendi geçmişini, hem de Mao'nun ML'ye olan katkılarını inkar ediyor.
Demek ki geçmişle hesaplaşırken geçmişin iç-dış çelişkilerini, esas-tali yanlarını ve birbirleriyle ilişkilerini koşullara göre inceleyerek değerlendirmek gerekir.
O halde geçmişle hesaplaşmak öyle basite alınamaz ve herkes işine geldiği gibi değerlendiremez. Geçmişle hesaplaşmak ağır bir sorumluluk gerektirir.
Peki, "Partizan geleneğinin ve tarihinin yegane ve tek mirasçısıyız" diyen bizim dogmatikler soruna nasıl yaklaşıyor?
Bu arkadaşlar soruna tek yanlı, öznel ve yüzeysel yaklaşıyor.
Parçayı bütünden koparıyor. Bu mantıkla hareket ettiği için daha işin başında bir dediği bir diğerini tutmuyor. (Bunun örnekleri çoktur. Önce, "siyasi ve ideolojik sorun yok, sorun eroin ticareti" dedi.
Ardından "bunlar seksiyoncudur" demeye başladı. Ve şimdi bu kulvarda devam ediyor). Ve daha işin başında ne kendisini ne de kitleleri ikna edemiyor, edemez de...
Çünkü seçtiği yöntem yanlış, yanlış olduğu için işin içinden çıkamıyor, çıkamadığı için de sek-terleşiyor, dört bir yana emirler yağdırıyor, asıp-kesiyor. Böyle davrandığı için ne kendisini ifade edebiliyor ne de karşısındakini anlayabiliyor. Dolayısıyla eğitici ve kazama olamıyor. Bilimsellikten uzak, diyalektik ve tarihsel materyalizmi kavrayamayan bir kafa elbette olayları doğru bir şekilde değerlendiremez.
Bunu beceremediği zaman da suçu hep başkasında bulur. Böyle olunca menzili fazla uzun olmaz, birgün yolun ortasında tıkanır kalır.
Bu yazımızda esas olarak "Öncü Partizan" olaylara yaklaşım ve inceleme tarzını ele aldığımız için getirdiği diğer eleştirileri şimdilik ele almayacağız. İleriki süreçte, yeri geldiğinde eleştireceğiz. Bir sorunun inceleme tarzını önemli gördüğümüz için, bu yazımızda konuyu bu boyutuyla irdelemeyi gerekli gördük.
Altınçağ Yayıncılık bünyesinde çıkan "Öncü Partizan", Ağustos 94 tarihli ilk sayısında "Çıkarken" başlığını taşıyan yazıda kendisine en değerli payeleri biçtikten sonra böbürlenerek, "Öncü Partizan, onurlu Partizan'ın yegane ve tek mirasçısıdır" diyor. Bu, birbiri ardına sıralanmış güzel sözlerin arkasına gizlenen arkadaşların yaklaşımı, ilk başta doğru gelebilir insana. Ancak, Eylül'de çıkan ikinci sayısında hiç de Partizan tarihinin ve geleneğinin devamcısı olmadıkları ortaya çıkıyor.
Herkes de bilir ki Partizan'a gelen her yazı denetimden geçtikten sonra yayınlanır. İmzasız yayınlanan tüm yazılar Partizan'ı bağlar. "Stalin Gerçeği" de öyle. İmzasız yayınlanan bir yazı olduğu için Partizanı bağlar, herhangi bir kişiyi değil. Bu, dün olduğu gibi bugün de böyledir. Burada tartışmak istediğimiz şey, yazının doğruluğu ya da yanlışlığı değil, Partizanı bağlayıp bağlamadığı yanıdır.
Çünkü geçmişi sahiplendiklerini söyleyen arkadaşların, öznel ve tek yanlı davrandıkları yan tam da burasıdır. Samimi ve dürüst olacaksak bu yazının Partizanı bağladığını söyleyeceğiz. Yok eğer samimi değilsek, dürüst değilsek kitlelerin gözüne baka baka yalan söyleyeceğiz. Hem de MLM lafzını ağzımızdan düşürmeden. İşte "Öncü Partizan" tam da bunu yapıyor. Eğer Partizan geleneğine sahip çıkmadığını beyan etseydi bu arkadaşlara, bu konuda "yalan söylülyorsunuz" deme hakkını kendimizde bulmayacaktık.
Ama Partizan tarihini tahrif ettikleri için yalan söylüyorsunuz dememize lütfen alınmasınlar.
Aslında, "Partizan geleneğinin devamı ve Partizan tarihinin yegane ve tek mirasçısıdır" iddiasında bulunan "Öncü Partizan'nın bu açıklamasına okurlarımız teşekkür etmeliler. Bu açıklamayla Partizan geleneğine nasıl sahip çıktıklarını çok iyi ortaya koydukları için ve hepimizi kafa karışıklığından kurtardıkları için de teşekkür etmeliler. Ve "Öncü Partizan'ın bir yığın süslü, ajitatif laflarla geri kitlenin duygularına nasıl oynadığını gösterdiği için de teşekkür etmeliler.
Olumlu-olumsuz yanlarıyla Partizan geleneğinin ve tarihinin sahibi olduğumuz için kendimizi yeni bir şeymiş gibi kamuoyuna sunma gereği duymuyoruz. Çünkü Partizan geleneğinden kopan biz değil “Öncü Parti- arkasına gizlenen arkadaşların yaklaşımı, ilk başta doğru gelebilir insana. Ancak, Eylül'de çıkan ikinci sayısında hiç de Partizan tarihinin ve geleneğinin devamcısı olmadıkları ortaya çıkıyor.
"Öncü Partizan"m ikinci sayısında "Stalin Yoldaş Üzerine" başlıklı bir yazı yayınlandı. Bu yazıda Partizan'ın Temmuz 93'teki 13., Ağustos 93'teki 14. ve Eylül 93'teki 15. sayılarında dizi şeklinde yayınlamış olduğumuz "Stalin Gerçeği" yazısına istinaden bir eleştiri yürütüyor. Eleştiri yapabilirler. Karşı çıktığımız yan burası değil. Yazımızın girişinde bazı örneklerle bir tarihi üstlenmenin ne demek olduğu açıklamasını eleştiri mantığındaki yanlışlık için verdik. Neden? Çünkü kişinin kendi tarihine sahip çıkması önemlidir de ondan. Sözkonusu "Stalin Gerçeği" yazısı Temmuz, Ağustos, Eylül 1993 aylarında yayınlanmış. Demek ki yazı henüz ayrılığın sözkonusu olmadığı dönemde yayınlanmış. Ve bu birlik içinde bizzat böyle bir yazının yazılması, bugün bize cepheden savaş açan ve "Öncü Partizan" saflarında kalan kimi "önderler" tarafından önerilmiş bir yazıdır. Dolayısıyla bizim ve bu arkadaşların sorumluluğu dahilinde görev verdiğimiz kişi ya da kişilerce kaleme alınan bir çalışmadır. Ve bu çalışmayı yapan arkadaşlar, hiçbir şart öne sürmeden verilen görevi yerine getirmiş ve yaymlanıp-yayın- lanmaması, değişiklik yapılıp-yapılmamasının tamamen
Partizan'a ait olduğunu bilen arkadaşlardır. Herkes de bilir ki Partizan'a gelen her yazı denetimden geçtikten sonra yayınlanır. İmzasız yayınlanan tüm yazılar Parti- zan'ı bağlar. "Stalin Gerçeği" de öyle. İmzasız yayınlanan bir yazı olduğu için Partizan'ı bağlar, herhangi bir kişiyi değil.
Bu, dün olduğu gibi bugün de böyledir. Burada tartışmak istediğimiz şey, yazının doğruluğu ya da yanlışlığı değil, Partizan'ı bağlayıp bağlamadığı yanıdır. Çünkü geçmişi sahiplendiklerini söyleyen arkadaşların, öznel ve tek yanlı davrandıkları yan tam da burasıdır. Samimi ve dürüst olacaksak bu yazının PartizanT bağladığını söyleyeceğiz. Yok eğer samimi değilsek, dürüst değilsek kitlelerin gözüne baka baka yalan söyleyeceğiz. Hem de MLM lafzını ağzımızdan düşürmeden.
Aslında, "Partizan geleneğinin devamı ve Partizan tarihinin yegane ve tek mirasçısıdır" iddiasında bulunan "Öncü Partizan'nın bu açıklamasına okurlarımız teşekkür etmeliler. Bu açıklamayla Partizan geleneğine nasıl sahip çıktıklarını çok iyi ortaya koydukları için ve hepimizi kafa karışıklığından kurtardıkları için de teşekkür etmeliler. Ve "Öncü Partizan'ın bir yığın süslü, ajitatif laflarla geri kitlenin duygularına nasıl oynadığını gösterdiği için de teşekkür etmeliler.
Olumlu-olumsuz yanlarıyla Partizan geleneğinin ve tarihinin sahibi olduğumuz için kendimizi yeni bir şeymiş gibi kamuoyuna sunma gereği duymuyoruz. Çünkü Partizan geleneğinden kopan biz değil “Öncü Parti- arkasına gizlenen arkadaşların yaklaşımı, ilk başta doğru gelebilir insana. Ancak, Eylül'de çıkan ikinci sayısında hiç de Partizan tarihinin ve geleneğinin devamcısı olmadıkları ortaya çıkıyor.
"Öncü Partizan"m ikinci sayısında "Stalin Yoldaş Üzerine" başlıklı bir yazı yayınlandı. Bu yazıda Partizan'ın Temmuz 93'teki 13., Ağustos 93'teki 14. ve Eylül 93'teki 15. sayılarında dizi şeklinde yayınlamış olduğumuz "Stalin Gerçeği" yazısına istinaden bir eleştiri yürütüyor. Eleştiri yapabilirler. Karşı çıktığımız yan burası değil. Yazımızın girişinde bazı örneklerle bir tarihi üstlenmenin ne demek olduğu açıklamasını eleştiri mantığındaki yanlışlık için verdik. Neden? Çünkü kişinin kendi tarihine sahip çıkması önemlidir de ondan. Sözkonusu "Stalin Gerçeği" yazısı Temmuz, Ağustos, Eylül 1993 aylarında yayınlanmış. Demek ki yazı henüz ayrılığın sözkonusu olmadığı dönemde yayınlanmış. Ve bu birlik içinde bizzat böyle bir yazının yazılması, bugün bize cepheden savaş açan ve "Öncü Partizan" saflarında kalan kimi "önderler" tarafından önerilmiş bir yazıdır. Dolayısıyla bizim ve bu arkadaşların sorumluluğu dahilinde görev verdiğimiz kişi ya da kişilerce kaleme alınan bir çalışmadır. Ve bu çalışmayı yapan arkadaşlar, hiçbir şart öne sürmeden verilen görevi yerine getirmiş ve yaymlanıp-yayın- lanmaması, değişiklik yapılıp-yapılmamasının tamamen
Partizan'a ait olduğunu bilen arkadaşlardır. Herkes de bilir ki Partizan'a gelen her yazı denetimden geçtikten sonra yayınlanır. İmzasız yayınlanan tüm yazılar Parti- zan'ı bağlar. "Stalin Gerçeği" de öyle. İmzasız yayınlanan bir yazı olduğu için Partizan'ı bağlar, herhangi bir kişiyi değil.
Bu, dün olduğu gibi bugün de böyledir. Burada tartışmak istediğimiz şey, yazının doğruluğu ya da yanlışlığı değil, Partizan'ı bağlayıp bağlamadığı yanıdır. Çünkü geçmişi sahiplendiklerini söyleyen arkadaşların, öznel ve tek yanlı davrandıkları yan tam da burasıdır. Samimi ve dürüst olacaksak bu yazının PartizanT bağladığını söyleyeceğiz. Yok eğer samimi değilsek, dürüst değilsek kitlelerin gözüne baka baka yalan söyleyeceğiz. Hem de MLM lafzını ağzımızdan düşürmeden.
İşte "Öncü Partizan" tam da bunu yapıyor. Eğer Partizan geleneğine sahip çıkmadığını beyan etseydi bu arkadaşlara, bu konuda "yalan söylülyorsunuz" deme hakkını kendimizde bulmayacaktık.
Ama Partizan tarihini tahrif ettikleri için yalan söylüyorsunuz dememize lütfen alınmasınlar.
Aslında, "Partizan geleneğinin devamı ve Partizan tarihinin yegane ve tek mirasçısıdır” iddiasında bulunan "Öncü Partizan'nın bu açıklamasına okurlarımız teşekkür etmeliler. Bu açıklamayla Partizan geleneğine nasıl sahip çıktıklarını çok iyi ortaya koydukları için ve hepimizi kafa karışıklığından kurtardıkları için de teşekkür etmeliler. Ve "Öncü Partizan'ın bir yığın süslü, ajitatif laflarla geri kitlenin duygularına nasıl oynadığını gösterdiği için de teşekkür etmeliler.
Olumlu-olumsuz yanlarıyla Partizan geleneğinin ve tarihinin sahibi olduğumuz için kendimizi yeni bir şeymiş gibi kamuoyuna sunma gereği duymuyoruz. Çünkü Partizan geleneğinden kopan biz değil "Öncü Partizan"dır. Zaten kendisine "Öncü" ibaresini eklemesi de yeni bir şey olduğunu, Partizan geleneğinden ayrı bir şey olduğunu çağrıştırmıyor mu? Bunu söylerken niyetimiz isimler, ya da takılar üzerine polemik yürütmek değil. Böyle bir tartışma kişiyi biçimselliğe götürür. Kuşkusuz kavramlar ya da isimler yükseldikleri anlamlardan soyutlanırsa üzerine polemik yürütülür ama, öz ve biçimi birbiriyle ilintisi içinde ele alınmak zorundadır. Eğer niyetimiz kavramlar üzerine sadece polemik yürütmek olsaydı, kullandıkları her bir kavramı ele almak gerekirdi...
Bu anlamda amacımız arkadaşları sadece mat etmek değil, görüngüleri inceleme ve ele alış tarzındaki yanılgılarını, kendi saptamalarıyla göstermektir. Taraflar birbirine böyle bir yaklaşım göstermez de küfüre karşı küfür, kana karşı kan mantığıyla hareket ederlerse, dost-düşman ayırımı yapamaz ve devrime zarar verirler.
Ancak, "Öncü Partizan"m sorunlara yaklaşım tarzı hiç de dost-düşman ayırımı yapabilen bir yaklaşım değil (bugün açısından anlayış bazında bu böyledir).
Dostla-düşmanı ayırd edemediğimiz zaman işimiz zorlaşır. Dolayısıyla halk arasındaki çelişkiler ikna-eğitim yöntemiyle çözümlenir.
Çünkü halk arasındaki çelişkiler antagonist olmayan çelişkilerdir. Özellikle devrimciler arasındaki çelişkilere daha bir çözümleyici yaklaşmak zorundadır. Bu görüşün doğruluğunu istisnasız tüm devrimci örgütler savunduğu halde, iş görüş ayrılıklarına düştüğünde hiç de hoş olmayan yöntemlere başvurmaktadırlar. TKP (ML) içindeki bölünmede tasfiyeci- darbeci MK kliği TKP (ML)'yi savunan ve bu iradeyi temsil eden MLM lere karşı peş peşe çıkardığı tutuklama kararları, diyaloga girmeme, bildiri ve yayınlarına okuma yasağı koyma, elindeki silahlara el koyma kararları "benim gibi düşünmeyene herşey mübahtır" mantığının ürünüdür ve bu mantık çok tehlikelidir.
"Onlarca yıllık bir insan hayatı boyunca oluşan bir ideolojiyi, birkaç derste veya birkaç toplantı ile değiştirmeye yeltenmek yersizdir. İnsanlar zorlama ile değil, ancak inandırma metodu ile ikna edilebilirler. Zorlama, inandırmaksızın boyun eğdirmekten başka bir sonuç vermez. Zor ile boyun eğdirmek kabul edilecek birşey değildir. Bu metod düşmana karşı kullanılabilir. Ama yoldaşlara ve dostlara karşı asla kullanılmaz." der Mao.
Türkiye devrimci hareketinde Mao'ya ters onlarca örnek vardır. Hem de yakın tarihimizde. Acı da olsa yaşam bize neler öğretiyor neler... Şimdi sormak gerekir. Nerede kaldı Mao'culuk, nerede kaldı iki çizgicilik, nerede kaldı İbrahimcilik? Evet dost güçler arasındaki çelişkilere şiddet yoluyla yaklaşan anlayış anti-Mao'cudur. Hocacı mantıkla örtüşmektedir.
Yani metafiziktir. Yani çelişkilerin yasasına aykırıdır. Yani yaşayan değil ölüdür.
Bu ve benzeri kararları çıkaran anlayış sahipleri her ne kadar emperyalizme, faşizme, feodalizme, şovenizme ve her türden gericiliğe karşı mücadele ediyorlarsa da, bunun önemini ve anlamını hala kavramış değiller.
Çünkü kavramış olsaydı, duyduğu kinle dün omuz omuza düşmana karşı mücadele ettiği yoldaşlarına aynı silahını yöneltmez. Aksine MLM eleştiri silahını yöneltirdi.
Konuyu daha fazla dağıtmamak için kaldığımız yere dönüyoruz.
Evet Partizan geleneği, bize olumluluklarımız gibi olumsuzluklarımızı da sahiplenmeyi öğretir. Başarılar oldu mu böbürlenmeyi, başarısızlıklar oldu mu hüsrana uğramayı öğretmedi bize bu gelenek. Aksine olumsuzlukların üstesinden gelmek için daha ısrarlı, daha titiz, daha cesaretle incelemeyi ve çalışmayı öğretti.
Bu bakımdan tarihimizle övünüyoruz. Ve ne tesadüftür ki Mao,"Hiçbir şey zor değil bu dünyada, yeter ki enginleri feth etme azmi ve cesaretin olsun" sözünü sanki bugün için söylemiş.
İşte, tarihimizi sahiplenirken böyle davrandığımız için Partizan'ın tek ve yegane temsilcisi "Öncü Partizan" değil bizleriz.
Peki "Öncü Partizan"ın saplantıları nelerdir?
Gerek korsan çıkarılan Partizan'larda gerek, "Öncü" ibaresini ekleyerek çıkarılan Partizan'larda yayınladığı tüm yazılarda basma-kalıpçıdır. Ajitatiftir, duygulara hitap etmektedir ve üstesinden gelemediği, bilgi dağarcığının yetmediği kimi yakılarda, küfüre dayanmaktadır. Çok basit suçlamalarda bulunmaktadır. Böyle bir yöntem ve üslup Partizan geleneği olamaz.
Olsa olsa küçük burjuva kibirliliği olur. Ona göre kendisinden başka herşey kirlidir, bir kendisi temizdir, herkes yanlıştır bir kendisi doğrudur. Elbet böyle düşünmesinin objektif nedenleri olduğunu görüyoruz. Ve eleştirilerimizi zaten bu bazda dile getiriyoruz.
Özellikle 12 Eylül'ün kitlelerin bilincinde yarattığı tahribatlar, yozlaştırma politikası ve benzeri şeyler devrimcileri de önemli derecede etkilemiştir. Madem ki bu toplumda yaşıyoruz, o halde kimimiz şu ya da bu oranda bu olumsuzluklardan nasibini alacak. Bunu biliyor ve soruna böyle yaklaşıyoruz. Böyle yaklaştığımız için "Öncü Partizan"m içinden geçtiği koşulları görebiliyor, dogmatik yanlarını açığa çıkarabiliyoruz.
Siyasi gelişmenin olmadığı yerde elbette kişisel hırslar ve küfür edebiyatı gelişir. Partizan olarak geçtiğimiz süreç içinde siyasileşmeye gerekli önemi veremediğimiz için, Partizan içinde önemli tahribatlara yol açtı. Ve olumsuz yanlarımız en çok bu arkadaşların üzerinde yoğunlaştı (yani onları yanlışlardan arındırmak için yeterli çaba sarfedemedik.) Dolayısıyla arka- daşlarm bu durumunu yadırgamıyor, ayıplamıyoruz.
Esas olarak kendimizi ayıplıyor ve eleştiriyoruz. Çünkü ortaya çıkan sonuç bizimdir. Yoksa durup dururken böyle olamazdı bu. O halde kendimizi en çok sorguluyoruz. Çay işi de öyle, darbecilik de öyle. Biz soruna bu şekilde bakıyoruz. Ve şimdi bu arkadaşlar bizden koptu diye "herşey güllük gülüstanlıktır" diyemeyiz. Partizan yapısı önemli bir dejenerasyon yaşandı. Siyasileşmesinde bir düşüş oldu.
Öyleyse geçmişin muhasebesini iyi yapmak zorundayız. Ancak, bu arkadaşlarımız sorunu bir-iki kişi bağlamında ve bir-iki olay bağlamında ele aldıkları için sürekli bu yönüyle saldırmaktadırlar bize. Bundan gocunmuyoruz, fakat vahim hatalarını eleştirerek göstermek istiyoruz. Gerisi onların bileceği şeydir.
"Yalnız sorunlara öznel, tek taraflı ve üstünkörü bakan kimselerdir ki bir yere geldikleri zaman, durumun ne olduğunu öğrenmeden, şeye bütünüyle (bu şeyin tarihine ve şimdiki haline) bakmadan ve onun özüne (bu şeyin karakterine ve öteki şeylerle arasındaki iç çelişkilerine) dokunmadan kendilerini beğenmiş bir davranışla emirler veya talimat vermeye kalkışırlar. Bu gibi insanların sendeleyip düşmeleri kaçınılmaz bir şeydir." der Mao.
"Stalin Yoldaş Üzerine" başlıklı yazıda vahim bir hata yapıyor bu arkadaşlar. Yazımızın içinde belirttiğimiz gibi Partizan'da imzasız çıkan yazılar Partizan'ı bağlar dedik. "Stalin Gerçeği" Partizan'ı bağlayan bir yazı dizisidir. "Öncü Partizan"m derdi yazıya eleştiri getirmek olmadığı için kişiyi hedef almıştır.
Yazıyı okuyanlar bunu rahatlıkla görebilir. "Öncü Partizan"ın derdi Ferhat Ali'dir. Çünkü hemen hemen tüm yazılarında başta Ferhat Ali olmak üzere kimi yazarlarımızı ağzına dolamakta, olmadık küfürler savurmaktadırlar. Özellikle Ferhat Ali'ye en ağır ithamlarda bulunmaktadırlar.
Bir karşı devrimci demedikleri kaldı. Bir insanm gözünü kişisel garez ve kin bürüdü mü, siyasi olması beklenemez. İşte "Öncü"nün girdiği rota bu. Peki bu yazıyı eleştiremezler mi? Elbette eleştirebilirler. Ancak geçmişteki payını inkar etmeden (bir dahaki sayımızda yazıya ilişkin eleştirilerine cevap yazacağız).
Yazı dizisi yayınlanırken arkadaşların o zamanlar en ufak bir eleştirisi dahi olmadı ve yazı yayınlandı. Burada görülmesi gereken şudur; hiçbir iç çelişki olmadan yazının yayınlandığıdır.
Hatta, başkan Mao'nun 100. doğum yıldönümü nedeniyle "Dogmato Revizyonizmin Sefaleti Üzerine" umut Yayımcılık olarak yayımladığımız kitap bizzat bu arkadaşların önermesi üzerine basıma verildi. Yine en ufak bir eleştirileri olmadı. Şimdi kalkmış bolca eleştiri yapıyorlar. Ve sanki geçmişte yazıya muhaliftiler de yeni prangalarından boşanmış gibi haykırabiliyorlar.
Görülmesi gereken bir diğer yan da, gerek adı geçen kitabın gerekse bu yazının Ferhat Ali'ye mal edilme çabasıdır. Bu da yersiz ve hoş olmayan bir yöntemdir. Çünkü Partizan okuru yazıyı okuduğunda altında ne Ferhat Ali imzası vardı, ne de bir başka imza. O halde bugün isim vererek küfür dolusu eleştirip) yapmakla ne amaçlanıyor?
Bu arkadaşlar eğer kendilerini biraz kişileri hedef alma yönteminden uzak tutar ve sakin sakin düşünürlerse, Ferhat Ali'ye getirdikleri eleştirilerin bir uçununda kendilerine değdiğini pekala görebilirler.
Diğer bir önemli sorun da şudur: Bize çokça "deşifrasyon yapıyorsunuz" diyen ve "bir dönem Aydınlık gazetesinin, o çok kötü ünlü pratiğinin aynısını sergileyen bu burjuvaları kendi sözleriyle uyarmak gerekiyor" diyen arkadaşlar aynaya baksalar biraz!
Arkadaşların gözünü kin ve nefret öyle bürümüş ki neredeyse çevresinde olup biten her şeyi "mafya" olarak görüyor. Kim ki tasfiyeci-darbeciliğe karşı tavır koydu hepsi bir çırpıda "mafya" oluyor. Görülen o ki arkadaşlar mafya histerisine iyiden iyiye kendini kaptırmış. Tıpkı polisten korunmak için herkesi polis gören biri gibi.
Bir yazımızda "ayrılmış olan iki kesimde proletarya partisinin güçleridir" şeklindeki belirlememize arkadaşlar öyle öfkelenmektedirler ki, "sahtekarlıktır" diyorlar. Bu kendi gerçekliğini görmeyen bir mantıktır.
İnsana demezler mi bugüne kadar nerede barınıyordu bunlar? Yoksa gökten zembille mi indi bu kabul etmedikleriniz. Cesaretli olan, böyle bir şeyin olduğunu kabul eder. Halka ve kitlesine özeleştiri verir. Ancak özeleştiri cesareti olmayanlar halka hesap vermekten korkanlardır. Olayı ters yüz etmeye çalışanlardır.
Bugün arkasına aldığı belli bir kesime sığınarak saldırgan bir tutuma girmek suçlarını örtmez. Kim ki bir şeye çok karşı çıkıyor, ortalığı velveleye veriyorsa suçlu o demektir.
Dün ticaret suçunun altına gizlenmesi için imza atanlar bugün, "biz suçlu değiliz, bunlar mafyadır" yaygarası kopararak kendisini olayların dışında tutanlardır asıl suçlu olanlar. Ve daha ilk günlerinde TKP (ML)'yi bölenlere karşı "TKP (ML)'yi sırf bunun için bölemezsiniz, gelin sorunu çözün" diyen MLM lere "siz de onlardansınız" diyerek bölme emellerine ulaşanları tarih er geç mahkum edecektir.
Bugün tarih TKP (ML) iradesini sahiplenen MLM'leri doğruluyor. MK kliği işlediği suçun özeleştirisini vermekten neden kaçınıyor? Böyle yaptığı müddetçe ne kendisini ne de bir başkasını ikna edemez.
Avazı çıktığı kadar bağırmakla işler hallolsaydı şimdiye her- şey güllük-gülistanlık olurdu.
Ama gerçekler acıdır. Tarih er geç haklıdan yana hükmünü verecektir.
Partizan bugüne kadar MLM güzergahında sömürülen, ezilen ve horlananların safında yer aldı. Enternasyonal proletaryanın çıkarlarını savundu.
Dost-düşman ayrımına dikkat ederek, okun sivri ucunu daima düşmana yöneltti.
Dostlarına kazanıcı yaklaşarak, ikna-eğitim yöntemini sabırla savundu.
İşte MLM'nin biricik doğru silahı budur. Kuşanılacaksa bu silah kuşanılmalıdır...
Ama Partizan tarihini tahrif ettikleri için yalan söylüyorsunuz dememize lütfen alınmasınlar.
Aslında, "Partizan geleneğinin devamı ve Partizan tarihinin yegane ve tek mirasçısıdır” iddiasında bulunan "Öncü Partizan'nın bu açıklamasına okurlarımız teşekkür etmeliler. Bu açıklamayla Partizan geleneğine nasıl sahip çıktıklarını çok iyi ortaya koydukları için ve hepimizi kafa karışıklığından kurtardıkları için de teşekkür etmeliler. Ve "Öncü Partizan'ın bir yığın süslü, ajitatif laflarla geri kitlenin duygularına nasıl oynadığını gösterdiği için de teşekkür etmeliler.
Olumlu-olumsuz yanlarıyla Partizan geleneğinin ve tarihinin sahibi olduğumuz için kendimizi yeni bir şeymiş gibi kamuoyuna sunma gereği duymuyoruz. Çünkü Partizan geleneğinden kopan biz değil "Öncü Partizan"dır. Zaten kendisine "Öncü" ibaresini eklemesi de yeni bir şey olduğunu, Partizan geleneğinden ayrı bir şey olduğunu çağrıştırmıyor mu? Bunu söylerken niyetimiz isimler, ya da takılar üzerine polemik yürütmek değil. Böyle bir tartışma kişiyi biçimselliğe götürür. Kuşkusuz kavramlar ya da isimler yükseldikleri anlamlardan soyutlanırsa üzerine polemik yürütülür ama, öz ve biçimi birbiriyle ilintisi içinde ele alınmak zorundadır. Eğer niyetimiz kavramlar üzerine sadece polemik yürütmek olsaydı, kullandıkları her bir kavramı ele almak gerekirdi...
Bu anlamda amacımız arkadaşları sadece mat etmek değil, görüngüleri inceleme ve ele alış tarzındaki yanılgılarını, kendi saptamalarıyla göstermektir. Taraflar birbirine böyle bir yaklaşım göstermez de küfüre karşı küfür, kana karşı kan mantığıyla hareket ederlerse, dost-düşman ayırımı yapamaz ve devrime zarar verirler.
Ancak, "Öncü Partizan"m sorunlara yaklaşım tarzı hiç de dost-düşman ayırımı yapabilen bir yaklaşım değil (bugün açısından anlayış bazında bu böyledir).
Dostla-düşmanı ayırd edemediğimiz zaman işimiz zorlaşır. Dolayısıyla halk arasındaki çelişkiler ikna-eğitim yöntemiyle çözümlenir.
Çünkü halk arasındaki çelişkiler antagonist olmayan çelişkilerdir. Özellikle devrimciler arasındaki çelişkilere daha bir çözümleyici yaklaşmak zorundadır. Bu görüşün doğruluğunu istisnasız tüm devrimci örgütler savunduğu halde, iş görüş ayrılıklarına düştüğünde hiç de hoş olmayan yöntemlere başvurmaktadırlar. TKP (ML) içindeki bölünmede tasfiyeci- darbeci MK kliği TKP (ML)'yi savunan ve bu iradeyi temsil eden MLM lere karşı peş peşe çıkardığı tutuklama kararları, diyaloga girmeme, bildiri ve yayınlarına okuma yasağı koyma, elindeki silahlara el koyma kararları "benim gibi düşünmeyene herşey mübahtır" mantığının ürünüdür ve bu mantık çok tehlikelidir.
"Onlarca yıllık bir insan hayatı boyunca oluşan bir ideolojiyi, birkaç derste veya birkaç toplantı ile değiştirmeye yeltenmek yersizdir. İnsanlar zorlama ile değil, ancak inandırma metodu ile ikna edilebilirler. Zorlama, inandırmaksızın boyun eğdirmekten başka bir sonuç vermez. Zor ile boyun eğdirmek kabul edilecek birşey değildir. Bu metod düşmana karşı kullanılabilir. Ama yoldaşlara ve dostlara karşı asla kullanılmaz." der Mao.
Türkiye devrimci hareketinde Mao'ya ters onlarca örnek vardır. Hem de yakın tarihimizde. Acı da olsa yaşam bize neler öğretiyor neler... Şimdi sormak gerekir. Nerede kaldı Mao'culuk, nerede kaldı iki çizgicilik, nerede kaldı İbrahimcilik? Evet dost güçler arasındaki çelişkilere şiddet yoluyla yaklaşan anlayış anti-Mao'cudur. Hocacı mantıkla örtüşmektedir.
Yani metafiziktir. Yani çelişkilerin yasasına aykırıdır. Yani yaşayan değil ölüdür.
Bu ve benzeri kararları çıkaran anlayış sahipleri her ne kadar emperyalizme, faşizme, feodalizme, şovenizme ve her türden gericiliğe karşı mücadele ediyorlarsa da, bunun önemini ve anlamını hala kavramış değiller.
Çünkü kavramış olsaydı, duyduğu kinle dün omuz omuza düşmana karşı mücadele ettiği yoldaşlarına aynı silahını yöneltmez. Aksine MLM eleştiri silahını yöneltirdi.
Konuyu daha fazla dağıtmamak için kaldığımız yere dönüyoruz.
Evet Partizan geleneği, bize olumluluklarımız gibi olumsuzluklarımızı da sahiplenmeyi öğretir. Başarılar oldu mu böbürlenmeyi, başarısızlıklar oldu mu hüsrana uğramayı öğretmedi bize bu gelenek. Aksine olumsuzlukların üstesinden gelmek için daha ısrarlı, daha titiz, daha cesaretle incelemeyi ve çalışmayı öğretti.
Bu bakımdan tarihimizle övünüyoruz. Ve ne tesadüftür ki Mao,"Hiçbir şey zor değil bu dünyada, yeter ki enginleri feth etme azmi ve cesaretin olsun" sözünü sanki bugün için söylemiş.
İşte, tarihimizi sahiplenirken böyle davrandığımız için Partizan'ın tek ve yegane temsilcisi "Öncü Partizan" değil bizleriz.
Peki "Öncü Partizan"ın saplantıları nelerdir?
Gerek korsan çıkarılan Partizan'larda gerek, "Öncü" ibaresini ekleyerek çıkarılan Partizan'larda yayınladığı tüm yazılarda basma-kalıpçıdır. Ajitatiftir, duygulara hitap etmektedir ve üstesinden gelemediği, bilgi dağarcığının yetmediği kimi yakılarda, küfüre dayanmaktadır. Çok basit suçlamalarda bulunmaktadır. Böyle bir yöntem ve üslup Partizan geleneği olamaz.
Olsa olsa küçük burjuva kibirliliği olur. Ona göre kendisinden başka herşey kirlidir, bir kendisi temizdir, herkes yanlıştır bir kendisi doğrudur. Elbet böyle düşünmesinin objektif nedenleri olduğunu görüyoruz. Ve eleştirilerimizi zaten bu bazda dile getiriyoruz.
Özellikle 12 Eylül'ün kitlelerin bilincinde yarattığı tahribatlar, yozlaştırma politikası ve benzeri şeyler devrimcileri de önemli derecede etkilemiştir. Madem ki bu toplumda yaşıyoruz, o halde kimimiz şu ya da bu oranda bu olumsuzluklardan nasibini alacak. Bunu biliyor ve soruna böyle yaklaşıyoruz. Böyle yaklaştığımız için "Öncü Partizan"m içinden geçtiği koşulları görebiliyor, dogmatik yanlarını açığa çıkarabiliyoruz.
Siyasi gelişmenin olmadığı yerde elbette kişisel hırslar ve küfür edebiyatı gelişir. Partizan olarak geçtiğimiz süreç içinde siyasileşmeye gerekli önemi veremediğimiz için, Partizan içinde önemli tahribatlara yol açtı. Ve olumsuz yanlarımız en çok bu arkadaşların üzerinde yoğunlaştı (yani onları yanlışlardan arındırmak için yeterli çaba sarfedemedik.) Dolayısıyla arka- daşlarm bu durumunu yadırgamıyor, ayıplamıyoruz.
Esas olarak kendimizi ayıplıyor ve eleştiriyoruz. Çünkü ortaya çıkan sonuç bizimdir. Yoksa durup dururken böyle olamazdı bu. O halde kendimizi en çok sorguluyoruz. Çay işi de öyle, darbecilik de öyle. Biz soruna bu şekilde bakıyoruz. Ve şimdi bu arkadaşlar bizden koptu diye "herşey güllük gülüstanlıktır" diyemeyiz. Partizan yapısı önemli bir dejenerasyon yaşandı. Siyasileşmesinde bir düşüş oldu.
Öyleyse geçmişin muhasebesini iyi yapmak zorundayız. Ancak, bu arkadaşlarımız sorunu bir-iki kişi bağlamında ve bir-iki olay bağlamında ele aldıkları için sürekli bu yönüyle saldırmaktadırlar bize. Bundan gocunmuyoruz, fakat vahim hatalarını eleştirerek göstermek istiyoruz. Gerisi onların bileceği şeydir.
"Yalnız sorunlara öznel, tek taraflı ve üstünkörü bakan kimselerdir ki bir yere geldikleri zaman, durumun ne olduğunu öğrenmeden, şeye bütünüyle (bu şeyin tarihine ve şimdiki haline) bakmadan ve onun özüne (bu şeyin karakterine ve öteki şeylerle arasındaki iç çelişkilerine) dokunmadan kendilerini beğenmiş bir davranışla emirler veya talimat vermeye kalkışırlar. Bu gibi insanların sendeleyip düşmeleri kaçınılmaz bir şeydir." der Mao.
"Stalin Yoldaş Üzerine" başlıklı yazıda vahim bir hata yapıyor bu arkadaşlar. Yazımızın içinde belirttiğimiz gibi Partizan'da imzasız çıkan yazılar Partizan'ı bağlar dedik. "Stalin Gerçeği" Partizan'ı bağlayan bir yazı dizisidir. "Öncü Partizan"m derdi yazıya eleştiri getirmek olmadığı için kişiyi hedef almıştır.
Yazıyı okuyanlar bunu rahatlıkla görebilir. "Öncü Partizan"ın derdi Ferhat Ali'dir. Çünkü hemen hemen tüm yazılarında başta Ferhat Ali olmak üzere kimi yazarlarımızı ağzına dolamakta, olmadık küfürler savurmaktadırlar. Özellikle Ferhat Ali'ye en ağır ithamlarda bulunmaktadırlar.
Bir karşı devrimci demedikleri kaldı. Bir insanm gözünü kişisel garez ve kin bürüdü mü, siyasi olması beklenemez. İşte "Öncü"nün girdiği rota bu. Peki bu yazıyı eleştiremezler mi? Elbette eleştirebilirler. Ancak geçmişteki payını inkar etmeden (bir dahaki sayımızda yazıya ilişkin eleştirilerine cevap yazacağız).
Yazı dizisi yayınlanırken arkadaşların o zamanlar en ufak bir eleştirisi dahi olmadı ve yazı yayınlandı. Burada görülmesi gereken şudur; hiçbir iç çelişki olmadan yazının yayınlandığıdır.
Hatta, başkan Mao'nun 100. doğum yıldönümü nedeniyle "Dogmato Revizyonizmin Sefaleti Üzerine" umut Yayımcılık olarak yayımladığımız kitap bizzat bu arkadaşların önermesi üzerine basıma verildi. Yine en ufak bir eleştirileri olmadı. Şimdi kalkmış bolca eleştiri yapıyorlar. Ve sanki geçmişte yazıya muhaliftiler de yeni prangalarından boşanmış gibi haykırabiliyorlar.
Görülmesi gereken bir diğer yan da, gerek adı geçen kitabın gerekse bu yazının Ferhat Ali'ye mal edilme çabasıdır. Bu da yersiz ve hoş olmayan bir yöntemdir. Çünkü Partizan okuru yazıyı okuduğunda altında ne Ferhat Ali imzası vardı, ne de bir başka imza. O halde bugün isim vererek küfür dolusu eleştirip) yapmakla ne amaçlanıyor?
Bu arkadaşlar eğer kendilerini biraz kişileri hedef alma yönteminden uzak tutar ve sakin sakin düşünürlerse, Ferhat Ali'ye getirdikleri eleştirilerin bir uçununda kendilerine değdiğini pekala görebilirler.
Diğer bir önemli sorun da şudur: Bize çokça "deşifrasyon yapıyorsunuz" diyen ve "bir dönem Aydınlık gazetesinin, o çok kötü ünlü pratiğinin aynısını sergileyen bu burjuvaları kendi sözleriyle uyarmak gerekiyor" diyen arkadaşlar aynaya baksalar biraz!
Arkadaşların gözünü kin ve nefret öyle bürümüş ki neredeyse çevresinde olup biten her şeyi "mafya" olarak görüyor. Kim ki tasfiyeci-darbeciliğe karşı tavır koydu hepsi bir çırpıda "mafya" oluyor. Görülen o ki arkadaşlar mafya histerisine iyiden iyiye kendini kaptırmış. Tıpkı polisten korunmak için herkesi polis gören biri gibi.
Bir yazımızda "ayrılmış olan iki kesimde proletarya partisinin güçleridir" şeklindeki belirlememize arkadaşlar öyle öfkelenmektedirler ki, "sahtekarlıktır" diyorlar. Bu kendi gerçekliğini görmeyen bir mantıktır.
İnsana demezler mi bugüne kadar nerede barınıyordu bunlar? Yoksa gökten zembille mi indi bu kabul etmedikleriniz. Cesaretli olan, böyle bir şeyin olduğunu kabul eder. Halka ve kitlesine özeleştiri verir. Ancak özeleştiri cesareti olmayanlar halka hesap vermekten korkanlardır. Olayı ters yüz etmeye çalışanlardır.
Bugün arkasına aldığı belli bir kesime sığınarak saldırgan bir tutuma girmek suçlarını örtmez. Kim ki bir şeye çok karşı çıkıyor, ortalığı velveleye veriyorsa suçlu o demektir.
Dün ticaret suçunun altına gizlenmesi için imza atanlar bugün, "biz suçlu değiliz, bunlar mafyadır" yaygarası kopararak kendisini olayların dışında tutanlardır asıl suçlu olanlar. Ve daha ilk günlerinde TKP (ML)'yi bölenlere karşı "TKP (ML)'yi sırf bunun için bölemezsiniz, gelin sorunu çözün" diyen MLM lere "siz de onlardansınız" diyerek bölme emellerine ulaşanları tarih er geç mahkum edecektir.
Bugün tarih TKP (ML) iradesini sahiplenen MLM'leri doğruluyor. MK kliği işlediği suçun özeleştirisini vermekten neden kaçınıyor? Böyle yaptığı müddetçe ne kendisini ne de bir başkasını ikna edemez.
Avazı çıktığı kadar bağırmakla işler hallolsaydı şimdiye her- şey güllük-gülistanlık olurdu.
Ama gerçekler acıdır. Tarih er geç haklıdan yana hükmünü verecektir.
Partizan bugüne kadar MLM güzergahında sömürülen, ezilen ve horlananların safında yer aldı. Enternasyonal proletaryanın çıkarlarını savundu.
Dost-düşman ayrımına dikkat ederek, okun sivri ucunu daima düşmana yöneltti.
Dostlarına kazanıcı yaklaşarak, ikna-eğitim yöntemini sabırla savundu.
İşte MLM'nin biricik doğru silahı budur. Kuşanılacaksa bu silah kuşanılmalıdır...