Toplum bilimde bilimsel olanla ideolojik olan arasındaki fark siyasete tekabül eder.Herhangibir tarihsel süreçte izlenen siyaset öngördüğü tezleri patikte doğrulayabilirse bilim düzeyine yükselir.Bir başka söylemle bilimsel olanla ideolojik olanın sınandığı mihenk taşı pratiktir.Siyasal pratik bir siyasal tezi kendi deneyiminde sınarken onu çoğunlukla değişimden geçirirdiği haliyle doğrular ya da yadsır.
Tez,anti tez, sentez diyalektiği böylelikle tarihsel materyalizm bilimini yeniden üretir.Eğer bir siyasal tez bilim haline gelmeden önce pratiktiğin sınamasına muhtaçsa toplum bilimin bir yönünün de siyaset olması ve her siyasal tezin de bir ideolojiye tekabül etmesi kaçınılmazdır.
Marks bu olguyu "filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindiler esas olan onu değiştirmektir" şeklinde formüle ederken felsefi idealizmle diyalektik materyalizm arasındaki ilkesel farklılığı da pratiği öne çıkararak belirtmektedir.
Özcesi toplum bilim olarak diyalektik tarihsel materyalizm dünyayı değiştirmenin bilimidir.Dünyayı değiştirme eylemi de bir siyasal pratiktir ve herhangibir siyasal pratik kendi tarihsel sürecinde doğrulanmadan önceki hali ile bir ideolojiye tekabül eder.Tarihsel materyalizm biliminin yöntemi olan diyalektiğin her somut olguya yeniden uygulanma gereği Marksizmin her yeni toplumsal olguda yeniden sentezlenmesi gereken yaşayan içeriğidir.
Kapitalist gelişmenin bu günkü aşaması olarak global kapitaliz denen emperyalizmin yeni görüngüsünün en belirgin niteliği gümrük duvarlarının kaldırılarak finans kapitalin niteliğine daha uygun bir dünya pazarının yaratılmasıdır.Bu olgu bölgesel devrimlerin yerini bir dünya devrimi beklentisine bıraktığı anlamına gelmez.Doğanın ve toplumların temel yasası olan eşitsiz gelişim yasası global kapitalizmin dünya pazarının çelişkilerini belirlediği gibi dünya halklarının mücadelesindeki bölgesel farklılıkları da belirlemektedir.
Kapitalizm bu aşamada kafa emeğini de rutinleştirerek proleteryaya başka bir söylemle emek gücüne eklediği gibi emek kitlesi arasında farklı tabakaların oluşmasıona da yol açmıştır.Bizim gibi ülkelerde proleterya burjuvazi çelişmesinin yanında bir de köylü sorunu vardır.
Köylü sorununu yaratan olgu yarı ya da yeni sömürgelerde burjuva demokratik devrimin tamamlanmamış olması ve tarımın kapitalistleşememesidir.Bu olgu yarı yada yeni sömürgelerin emperyalizme bağımlılık ilşkilerinin esas dinamiklerini de belirler ve komprador kapitalime niteliğini verir. Komprador kapitalizmin ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücü ve ucuz hammadde köylülük tarafından üretilir.Anadoluda tarımda ücretsiz aile işçisi oranları bölgelere göre şöyledir;
İstanbul bölgesi %5,2, Batı Anadolu Bölgesi %79,4, Batı Marmara %83,4, Doğu Marmara %74,3, Ege %82,2, Akdeniz %82,5, orta anadolu %90,6, Batı Karadeniz %91,7, Doğu Karadeniz %94,9, Orta Doğu Anadolu %92,0, Kuzey Doğu Anadolu %95,8, Güney Doğu Anadolu %83 dür.
Görüldüğü gibi sadece bu oranlar dahi Anadolu tarımının ücretsiz aile emeği üstüne kurulu olduğunu göstermektedir.Marks'ın tanımı ile kapitalist ekonomik formasyon emeğin bizzat kendisinin metalaştığı formasyondur ve diğer ekonomik formasyonlardan bu niteliği ile ayrılır.Leninist kriterlerle değerlendirildiğinde de ücretli işçi kullanım oranlarının toplam nüfus ve kırsal nüfus artış oranlarından yüksek olmadığı görülmektedir.Makine kullanım oranları da traktör başına düşen arazi miktarlarından görüleceği gibi yoksul, küçük ve orta köylülükte hiç de üretken değildir.
Bu göstergelerin hemen hepsi Anadolu tarımının üretim ve değişim süreçlerinde çok çeşitli şekillerde iç içe geçmiş kapitalist ve feodal formasyonların oluşturduğu yarı-feodal bir niteliği göstermektedir.
Anadolu tarımı rakamlarında gösterdiği gibi büyük oranda küçük ve orta ölçekli tarla tarımıdır.Yine verilerden de görüldüğü gibi tarla tarımında esas olarak aile emeği kullanolmakta satın alınmış emek kullanımı tali kalmaktadır.Marks'ın tanımı ile bir üretim ilşkisine kapitalist denilebilmesi için emek etkinliğinin bizzat kendisinin metalaşması gerekir.Tarla tarımında emek etkinliğinin kendisi metalaşmamakta emek ürünü metalaşmaktadır.
Anadolu tarımının bu yarı-feodal niteliği sonuçları itibarı ile hiç de basit ve yok sayılabilecek bir olgu değildir.Emperyalizme bağımlılık ilişkilerine ve komprador kapitalizme niteliğini veren tarla tarımının yarı-feodal niteliğidir.Tarla tarımının yarı-feodal niteliği komprador kapitalizmin bütün üretim ve paylaşım dinamiklerini de belirlemektedir.
Tarımsal üretim süreçlerinde emek etkinliğinin metalaşmaması ve esas olarak satın alınmış emek kullanımının tali kalması tarımsal ürünün, yani sanayi hammaddelerinin girdi maliyetlerini düşürerek pazar fiyatını da düşürmektedir.Bir çok sanayi hammaddesi niteliğindeki tarım ürününde alıcının tefeci-tüccar niteliğindeki devlet olması tarımsal ürünlerin piyasa fiyatını düşüren diğer bir etkendir.
Devletin belirlediği fiyat zaten tekel fiyatıdır ve üretim ilşkileri tarımsal ürünün serbest pazar ilişkileri ile belirlenmesini engellemektedir.Yine tarla tarımının küçük ölçekli tarım olması itibarı ile yeni yetişen kuşakların geçimini karşılamaması nedeni ile kırdan şehre göçe neden olan niteliği bir taraftan yarıcı yada ortakçı ekonomisi ile kır ekonomisi ile ilşkisini sürdüren diğer taraftan şehirlerde bulabildikleri işlerde istihdam edilen kitleleri yaratmaktadır.Bu kitlelerin topraktan tamamen ayrılmış olanları proleterleşmekte tarımla ilişkisini sürdüren kısmı ise yarı-proleteryayı olşturmaktadır.
Bu yarı-proleter kitle özellikle vasıfsız kol emeği kullanılan sektörlerde emeğin kendisini yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu miktara tekabül eden gerekli emek zamanını yani ortalama ücretleri düşürmektedir.Tarla tarımının yarı-feodal niteliği komprador kapitalizmin ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücünün de yaratıcısı olmaktadır.Emek etkinliğinin fiyatını düşüren diğer bir etken yine tarla tarımının bir fenomeni olarak kırdan şehre göçle gelen işsiz kitle yani yedek iş gücüdür.
Komprador kapitalizm yarı-feodal nitelikteki küçük meta üretimi görüngüsündeki tarla tarımını yeniden ve yeniden üretmektedir.Çünkü komprador kapitalizmin bütün üretim ve paylaşım dinamikleri tarımın bu yarı-feodal niteliği tarfından belirlenmektedir.Tarla tarımı Anadolu köylülüğünün esaretidir.Küçük meta üretimi niteliğindeki tarla tarımında sermaye birikimi üretim sürecinin dışında gerçekleştiğinden yani kar büyük oranda ürünü satın alan tefeci-tüccar ve tefeci-tüccar niteliğindeki devlet tarafından realize edildiğinden küçük meta üreticisi köylülük sermaye birikimi yapamaz dolayısı ile yarı-feodal nitelikteki aile tarımını satın alınmış emeğin kullanıldığı yani emek etkinliğinin kendisinin metalaştığı büyük ölçekli kapitalist tarıma dönüştüremez.
Tefeci- tüccar sermayesi ise tarımsal üretimin düşük kar marjları, doğal koşular tarafından belirlenen risk oranının yüksekliği buna karşılık sermaye piyasaları ve ticaretin tarımsal üretimden daha karlı nitelikleri ile biriktirdikleri sermayeyi büyük ölçekli tarla tarımına dönüştürmeyeceklerdir.Bu eşyanın doğası gereğidir.Tefeci- tüccar sermayesinin varlık nedeni zaten küçük meta üretimi niteliğindeki yarı-feodal tarla tarımıdır.Tefeci-tüccar sermayesinden kendi varlık nedenini ortadan kaldırması beklenemez.
Anadolu köylülüğünün esaretinin ve emperyalizme bağımlılık ilşkilerinn beliryeci halkası olan küçük ölçekli meta üretimi niteliğindeki yarı-feodal tarla tarımının komprador kapitalizm tarafından neden tasfiye edilemiyeceğini gördük.Anadolu gibi yarı-sömürge yarı-feodal sosyoekonomik yapılarda geriye yegane seçenek olarak deyim yerindeyse zorunlu olarak emperyalizme bağımlılık ilişkilerini sonlandırmak için küçük meta üretimi niteliğindeki yarı-feodal tarla tarımını zor yolu ile kollektif tarıma dönüştürmekten başka seçenek kalmamaktadır.
Bu nedenle tarımı kolektifleştirmek Demokratik Halk Devriminin (DHD) asgari pogramının birincil öğelerindendir.
Köylü sorununu varlığı yarı ya da yeni sömürge ülkelerle kapitalist emperyalist ülkelerdeki devrim mücadelesinin eşitsiz gelişme nedenlerinden biridir.Bu olgu bir dünya devrimi beklentisinden çok bölgesel devrimlerin gelişme eğilimlerinin daha belirgin olarak öne çıkma nedenini de açıklamaktadır. Köylü sorunu demek problemli kitleler ve işsizlik demektir.Köylülük örgütlendiğinde bir devrim potansiyeli taşır ve köylü sorunu yarı ya da yeni sömürgelerde emperyalist kapitalizmin bunalımlarının derinleştirmektedir.
Bu nedenle emperyalizmin ideologları köylü sorununu revize etmeye ve onun bir Demokratik Halk devrimi ile çözümü yerine çeşitli sınflara ait paradigmaları ikame etmeye özel bir gayret göstermektedirler.
Köylülüğün devrimci potansiyelini ve demokratik devrimde proletaryanın temel müttefik gücü olmasını ilk defa Türkiye devrimci hareketinin gündemine taşıyan İbrahim Kaypakkaya ardıllarına. Türkiye ve Kürdistan devriminin güzergahına dair önemli bir siyasal miras bırakmıştır.
Fikret Karavaz