1. Abdullah Öcalan’ın Kürt Hareketindeki Konumu ve Dönüşümü
Abdullah Öcalan, 1999’da yakalanmasının ardından yalnızca
PKK’nın lideri olarak değil, Kürt meselesinde belirleyici bir aktör olarak
varlığını sürdürmüştür. Ancak yıllar içinde PKK üzerindeki etkisi değişmiş,
örgütün farklı unsurlarıyla arasında yeni güç dengeleri oluşmuştur. Son dönemde
Öcalan’ın bir açıklama yapma niyetinde olduğuna dair haberler, onun hem örgüt
içindeki konumunu hem de devletle ilişkilerini değerlendirme açısından kritik
bir dönüm noktasına işaret etmektedir.
Öcalan’ın söylemleri, Kürtlerin belli bir kesimi ve Türkiye
devletinin politikaları açısından belirleyici olmuştur. Onun ideolojik
dönüşümü, 1999 sonrası dönemde silahlı mücadeleden uzaklaşıp müzakere ve
ideolojik hegemonya kurmaya yönelmesiyle karakterize edilmiştir. Ancak bu dönüşümün
bir stratejik tercih mi yoksa zorunlu bir teslimiyet mi olduğu sorusu, onun
Kürt meselesindeki rolüne dair farklı yorumlara neden olmaktadır.
2. Öcalan’ın Söylemleri ve Kolonyalizm Perspektifi
Öcalan’ın söylemlerini kolonyalizm karşıtı bir mücadele bağlamında
değerlendirmek mümkündür. Ancak onun yaklaşımı, klasik anti-kolonyal
liderlerden önemli ölçüde farklıdır. Örneğin, Frantz Fanon’un devrimci şiddet
teorisi, sömürge altındaki halkların özgürleşmesi için silahlı direnişi zorunlu
bir aşama olarak görürken, Öcalan 1999 sonrası süreçte müzakere ve ideolojik
hegemonya kurmaya odaklanmıştır. Bu bağlamda Antonio Gramsci’nin hegemonya
kavramına daha yakın bir duruş sergilediği söylenebilir.
Öcalan’ın devletle olan ilişkisi ve PKK’ya yönelik
yaklaşımı, onu bir anti-kolonyal lider olmaktan çok, Türk devletiyle belirli
bir uzlaşı içinde Kürt meselesini yönetmeye çalışan bir figüre dönüştürmüştür.
2000’li yıllardan itibaren yaptığı açıklamalarda, bağımsız bir Kürt devletinin
gereksiz olduğunu vurgulamış, Kürtler ve Ortadoğu için PKK ve Öcalan,
konfederalizm kavramını kullanmıştır. Türkiye içinde böyle bir talepleri yok.
Hatta “Kurdistan devletini altın tepside bana sunsalar bile elimin tersiyle
iterim” diyerek bağımsız bir Kürt devletine açıkça karşı olduğunu belirtmiştir.
Bu yaklaşım, kolonyalizmin modern bir versiyonunu kabul
etmek anlamına gelir. Klasik kolonyalizmde sömürge halklarının bağımsızlık
arayışları bastırılırken, Öcalan’ın söylemleri, Kürtlere bu arayışın gereksiz
olduğu mesajını vermektedir. Öcalan’ın yakalanmasının ardından devletle
yürüttüğü müzakereler, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını sınırlayan
bir işlev görmüştür.
3. Teslimiyet ve “Hain” Söylemi
Öcalan’ın son dönemde yaptığı açıklamalarda sıkça “hain”
kavramına vurgu yapması, örgüt içindeki konumunu koruma çabasıyla doğrudan
ilişkilidir. 1999’da yakalandığında, PKK içindeki bazı kesimler onu
"itirafçı" olarak değerlendirmiş ve dışlamaya çalışmıştır. Ancak
Öcalan, müzakere sürecini bir teslimiyet olarak değil, kendi liderlik konumunu
pekiştiren bir strateji olarak göstermeye çalışmıştır.
Öcalan’ın PKK üzerindeki otoritesinin zaman içinde
zayıfladığı söylenebilir. Kandil ve PKK’nın diğer unsurları, Öcalan’ın her
dediğini uygulamamış, zaman zaman onun çağrılarına karşı çıkmıştır. Örneğin, çözüm
süreci boyunca Öcalan’ın barışçıl çağrılarına rağmen örgütün bazı unsurları
silahlı mücadeleyi sürdürme eğiliminde olmuştur. Bu durum, örgüt içinde
Öcalan’ın mutlak bir otorite olmadığını, liderliğinin tartışmalı hale geldiğini
göstermektedir.
Öcalan’ın devletle olan ilişkisini anlamak için, onun şu
sözleri önemli bir ipucu sunmaktadır: “Benim kişisel var oluş gerekçem, Türkiye
için Sevr'den daha tehlikeli olabilecek bir Kürt oluşumuna karşı çıkmaktır” Bu
ifade, Öcalan’ın Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmasını bir tehdit olarak
gördüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Sevr Antlaşması, Osmanlı’nın
parçalanmasını ve Kürtlere bir devlet vaat edilmesini içeriyordu. Ancak Öcalan,
Kürtlere Sevr’in sunduğu bu ihtimali bile reddetmeleri gerektiğini savunmuştur.
Bu yaklaşım, Kürtlerin tarih boyunca maruz kaldığı kolonyal baskıyı
meşrulaştıran bir duruş olarak değerlendirilebilir. Abdullah Öcalan, Sevr
Antlaşması ile ilgili çeşitli değerlendirmelerde bulunmuştur. Genel olarak,
Sevr’i Kürtler açısından hem bir fırsat hem de bir tehdit olarak ele almıştır.
Bazı söylemlerinde, Sevr’in Kürtlere bir statü tanıma potansiyelini
barındırdığını, ancak bu sürecin uluslararası güçlerin çıkarları doğrultusunda
şekillendiğini belirtmiştir. Ayrıca, Sevr’in ardından gelen Lozan Antlaşması’nın
Kürtler açısından bir inkâr ve bölünme süreci olduğunu savunmuştur.
Öcalan, Kürt meselesini tarihsel bağlamda değerlendirirken,
Sevr’in emperyalist güçlerin bölgeyi şekillendirme çabalarının bir parçası
olduğunu, ancak Kürtlerin bu süreçte yeterince örgütlü olmadığı için bağımsız
bir statü elde edemediğini ifade etmiştir. Buna karşın, Sevr’i salt bir
"bağımsızlık fırsatı" olarak değil, dönemin jeopolitik dengeleri
içinde Kürtlerin nasıl konumlandırıldığını anlamak açısından kritik bir belge
olarak görmüştür.
4. Stratejik Boyut ve Devletle İlişkiler
Öcalan’ın son dönemdeki açıklamalarının arka planında hem
devletin hem de PKK’nın stratejik hesapları bulunmaktadır. Türkiye’nin PKK’ya
yönelik askeri operasyonlarını artırması, uluslararası konjonktürde Kürt
hareketi üzerindeki baskıların değişmesi ve DEM Parti’ye yönelik siyasi
kısıtlamalar, bu açıklamaların stratejik önemini artırmaktadır. Ancak bu
süreçte dikkat çeken unsur, Öcalan’ın söylemlerinin Türk devletinin
çıkarlarıyla örtüşen bir çizgide şekillenmesidir.
Öcalan’ın temel projesi, PKK’nın silah bırakmasını sağlamak
gibi görünmektedir. Devletin sunduğu çerçeveye göre, Öcalan’ın açıklaması
“şartsız ve kesin bir silah bırakma” çağrısı içermeli ve örgütün mücadelesine
son vermesi gerektiğini vurgulamalıdır. Buna karşılık Öcalan’a İmralı’da daha
rahat bir yaşam ve dış dünyayla daha fazla iletişim imkânı sunulabilir.
Aslında işin başından beri Öcalan devletin bir projesi
olarak eğitilmiş ve Kürtlere sunulmuştur. Teknik olarak Öcalan, 1999’dan beri
devletin sunduğu çerçeve içinde hareket etmektedir. Ancak burada önemli olan,
onun Kürt hareketi içinde meşruiyetini koruma çabasıdır. “Bana kimse hain
diyememeli” söylemi, onun kendi tabanı içinde hâlâ kabul görmek istediğini
göstermektedir. Ancak devletin beklentilerini karşılamak için yapacağı
açıklamalar, PKK’nın farklı unsurlarında tepkilere yol açabilir.
5. PKK ve YPG Hareketlerinin Öcalan’a Yaklaşımı
Öcalan'ın PKK üzerindeki otoritesi hâlâ büyük olmakla
birlikte, özellikle Kandil’deki yapı konusunda şüpheler bulunmaktadır. Eğer
Kandil bu sürece karşı çıkarsa, Öcalan’ın çağrısının tam anlamıyla karşılık
bulmama ihtimali söz konusudur. Kürt siyasi hareketinin (DEM gibi partilerin)
ve Kandil’in nasıl bir tutum alacağı, sürecin başarısını belirleyecek en önemli
faktörlerden biri olacaktır.
Kaynakça:
Fanon, Frantz. Yeryüzünün Lanetlileri.
Gramsci, Antonio. Hapishane Defterleri.
Öcalan, Abdullah. Bir Halkı Savunmak.
Sevr ve Lozan Antlaşmaları üzerine resmi belgeler.
PKK üzerine akademik ve gazetecilik kaynakları.