Net olan ve hiçbir suretle muğlaklık taşımayan gerçekler kabul edilmek durumundadır. Gerçekliğin ifade edilmesi ve tanımlanması dönüştürme eyleminin ilk adımıdır. Başta kabul etmek sonra tanımlananı dönüştürmek birbirini tamamlayan iki olgudur. Gerçek olanla bağ kurulmadan, ona dair özellikler kavranılmadan eylem bir eylemdir sadece..
Söz ve eylemin diyalektik bağı amaçlar bağlamında koordine edilirse maddi olana müdahalede bulunur. Bu zemindeki müdahale devrimci atılımların ve dönüşümlerin motor gücü olur. Hedefler bağlamında praksisin ayaklanmasının ön koşulu gerçeğe hürmetten geçer. Bu zaviyeden doğru komünist – devrimci kuvvetlerin derin bir buhran yaşadığını, birçok kabiliyetinin yitime uğradığını, felsefik, ideolojik ve politik refleksini yitirdiğini tanımlamak objektif bir olgu durumundadır.
Tasfiyeci konseptin yıllardan bu yana süregelen darbelerini boşa düşürmekte
sancı yaşayan ulusal ve uluslararası komünist hareket bu darbelerin sonucunda
almış olduğu yenilginin yaralarını ve tahribatlarını gidermekte yaşadığı derin
buhran hala devam etmektedir. Bunu tanımlayan ancak aşamayan ve konumlanışını
devrimci kalkışmalara dönüştüremeyen bir tabloyla karşı karşıyayız. Bugün
açısından tasfiye dinamikleri büyük bir motivasyonla yitimi, yılgınlığı ve
kırılmaları zirveye taşımış durumdadır. Bir sonraki adım telafisi mümkün olan
ancak geleceğin inşasını belirsizliğe bırakan bir sürece doğru evrilmektedir.
Risk büyük, derin ve katmerlidir. Bu açıdan reel olan aynı zamanda her bir
açıdan da yıkıcı olandır.
Uluslararası komünist hareketle coğrafyamız komünist hareketinin de sancısı benzer özelliklere sahiptir. Hakeza ikisini birbirinden ayrıştırmakta mümkün değildir. Gelişmeler olguların biçimini ve niteliğini etkiler. Sosyalizmin en son kalesi olan Çin Devrimi Mao’nun fiziki yitiminden sonra bir darbe marifetiyle yıkılmasının ardından devrimci hegemonya büyük oranda çökertildi. Kızıl mevziler hem siyasal, hem felsefik hem de siyasal olarak eş zamanlı bir şekilde kuşatılarak ağır bir darbeyle karşı karşıya kaldılar. Sınıfın potansiyel ilerleyişi, peşi sıra devreye koyulan kapitalist operasyonlar marifetiyle engellendi.
Operasyonun fiziki imhaya dönük
hamlelerinin yanı sıra komünist otoritenin her alandaki etkisi muazzam politik
saldırıları göğüsleyemedi. Sürece yön veremeyen komünist özneler fiili zeminde
inşa edilen bariyerlerden geri çekilmekle kalmayıp, felsefik, politik ve teorik
alanlara dönük saldırıları da püskürtemedi. Çerçevesi, detayları ve alt
başlıklarıyla daha da derinleştirilecek tüm bu gelişmelerin akabinde
uluslararası arenada komünist mevziler ve özneler büyük oranda siyasal zeminin
dışında kalmış oldu.
Uluslararası arenada alınan bu yenilginin Türkiye ve Kürdistan sathında inşası fiili alanda darbelerle inşa edilirken, felsefik, ideolojik ve politik zeminde ise yasalcılık, barışçıl geçiş ve ihtilalci ruhun ötelenmesiyle boyutlandı. 2000 yılında ise devrimci komünist öznelerin imhasının en etkili ayağı olan 19-22 Aralık hapishaneler katliamı hem neoliberal dünya düzeninin tesisi bağlamında gündeme geldi hem de uluslararası tasfiye konseptinin parçası olarak sahanın dizaynını amaçladı.
Bu bağlamda
topyekün saldırılar eş zamanlı yürüyerek komünist hareketin gelişim dinamikleri
ve özneleri tasfiyeyle yüz yüze geldi. Fiili alanda alınan darbelere ve
uluslararası yenilgiye mukabil geriye düşüş somut bir olgu olarak açığa çıktı.
Aynı bağlamda PKK lideri Öcalan’ın bir komplo marifetiyle tutsak kılınması ve
buna mukabil “yeni paradigma” olarak ortaya koyulan sentezler tasfiyeci
operasyonel faaliyetin uzuvları olarak dizayn edildi. Hem devrimci-komünist
hareketi hem de Kürt Ulusal Hareketini tasfiye özel planlamalar dahilinde ve
uzun süreli planlamalar ekseninde nitelik kazandı. 2000 yılı öncesi sürecin
klasik ve tekdüze bir devamından öte kapsamı ve içeriği dahada derinleştirilmiş
bir süreç yürütüldü. Gerçekleştirilen bu eş zamanlı darbeler sarsıcı ve etkisi
güçlü yenilgiyle sonuçlandı.
Kuşkusuz ki her yenilgi sadece kendi bağrında fiili olanın zarar görmesiyle sonuçlanmaz. Bununla birlikte entelektüel, felsefik, ideolojik ve politik olanı da erozyona uğratır. Telafisi zor olan temel noktalar her daim sınıf düşmanların önemli hedefleridir. Bir gelişmenin yahut dinamiğin yitime uğratılması manüpile etme, erozyona uğratma, kuşku yaratma, işlevsiz kılma, ideolojik ve politik olarak kırılma yaratma gibi gibi amaçlarla anlam kazanır.
Sürece damga vuran diğer bir gelişme ise devrimci-komünist öznelerin dar grup
çıkarlarını merkeze alma, somut olanın devrimci sentezinden uzaklaşma, örgütsel
gücü koruyup inşa edememe, militan ruhu devrimci zeminde sevk ve idare edememe,
kitlelerle özne arasındaki köprüyü kurmama, kısa-orta ve uzun vadeli
planlamalardaki zaafiyetler ve geçmişle verili olanı analiz (muhasebe) etmeme
gibi bir dizi önemli başlık subjektif zemindeki başarısızlıklar açığa çıkarken
gelişme seyrini nesnel olarak baltalamıştır.
Tasfiyenin bozguna uğratılması, bozguna uğratacak kuvvetlerin ideolojik ve politik konumlanışla birlikte saldırıya geçmesiyle mümkün kılınır. İdare-i maslahatçılık, masa başı belirlemeler, hamaset ve ideolojik ve politik özgüvensizlik sınıfın komünist kalkışmasında herhangi bir işleve sahip değildir. Sınıflar arası çarpışmanın zaferle sonuçlanması çarpışan sınıfların savunma ve saldırıdaki mahirliğiyle ilişkilidir. Devrimci atılımların en önemli dayanaklarından biride örgütsel organizasyonun kendisine dair tutumudur.
Politik ilerlemenin en başat unsuru öznenin kendine dair devrimci münakaşasıdır. Bu münakaşanın içeriği, konumlanışına, politik motivasyonuna, aktüel reflekslerine, kendi bağrında filizlenen sapma hallerine ve yabancılaşma olasılıklarının devrimci temelde geliştirilen yöntem ve müdahalelerle etkisi kırılır. Bu alandaki riskler engellenmediği taktirde, kapitalist operasyonların birer aktif unsuru ve sınıf savaşımının burjuva silahşörleri haline dönmeleri büyük olasılıktır. Lenin, Stalin ve Mao’nun bu zemindeki olguya parmak basarak aktif ideolojik dönüşümü sağlama arayışları tesadüfi değildir.
Ancak bu komünist kuramcıların bir biçimiyle tamda işaret etmiş oldukları noktadan doğru darbeler almaları ve yenilgi yaşamaları özel bir tartışma konusudur. Nedenleri ve niçinlerine yoğunlaşmak devrimci kalkışmalar için özel bir anlam ihtiva eder. Şunu tanımlamak gerekir ki, bu kapsamdaki vurgulara uygun konumlanışta geç kalınmış yahut yeterince ciddiye alınmamıştır. Ve nihayetinde proleter devletlerin yıkımı içten ve parti içerisinde organize olan karşı devrimci unsurların operasyonel faaliyetiyle yıkıma uğramıştır. Bu zeminin yaratılmasında kurucu öznenin kendi payı söz konusudur. Bunun sayıca birden çok nedeni de olmuş olsa da bu zeminde nükseden politik olguları komünist öznelerin dışında tutamayız.
Eğer yenilgilerin politik, ideolojik ve
felsefik yanları devrimci temelde analiz edilemezse komünist yürüyüşte kazanım
ve kazanımları pekiştirme asla mümkün olmaz. Ki sınıf çarpışması asla yengiyle
sınırlı tutulamaz. Bu bir yanıdır. Asla tamamlanmış olarak tarif edilemez. Esas
ve belirleyici yanı zaferlerin muhafaza edilmesidir. Çünkü zaferler muhafaza
edildiği müddetçe nihai olana ulaşılabilir. Tüm bunların toplamında dünyayı
değiştirme eylemi ve etkinliğinde zaferler kadar onu korumakta önemlidir.
Korumak ideolojik, politik önlemler ve araçlarla sağlanmak durumundadır,
tariflerle değil.
Politik iktidar için mücadelenin bir ayağıda sınıf uzlaşmacılığına dair verilen mücadelede anlam bulur. Sınıf uzlaşmacılığı sınıfın köklü temeldeki kurtuluşunu belirsizleştirme, içeriğini boşaltma ve onun radikal yanını törpüleme zeminiyle açığa çıkar. Bunun politik jargondaki tarifi revizyonizm ve reformizmle tanımlanır. Bu kavramların neyi temsil ettiği ve amaçladığı anlaşılmadığı taktirde buna karşı mücadeleninde önemi anlaşılamaz. Bu noktada özellikle derin bir bilinç bunalımı yaşandığını ifade etmek yerinde olacaktır. Tasfiyeciliğin devrimci zemini iğdiş ettiği ve olağanca etkilediği zamanlarda devrimci olanla reformist olan arasındaki ayrım çizgileri de silikleşir. Bu yine tasfiyeciliğin politik alana yansımasıdır. Komünist ve devrimci olandan uzaklaşma reformist olana yakınlaşmayla sonuçlanır. Kaçınılmaz bir sonuçtur bu..
Dünya ve coğrafya komünist hareketlerin ideolojik ve politik mücadeleden uzaklaşması olgularla kurulan sınıf bakış açısındaki kırılmalarla açıklanmak durumundadır. Çünkü tasfiyeciliğin genel amacı devrimci olan herbir şeyi erozyona uğratma, radikal olanı sistemiçiliğe kanalize etme bağlamında inşa edilir. Reformizm ve revizyonizme karşı yürütülen mücadelenin siyasal iktidarı devrimci temelde ele geçirmenin temel dayanağıdır. Tarihin komünist atılımlarında yürütülen onca münakaşa, kavga ve polemik kişisel zeminde vuku bulan iktidar mücadelesi değildir. Burjuva kalemşörlerin tarihsel olguları ve olayları çarpıtmasına mukabil yaratılan bilinç bulanıklığı tasfiyeciliğin en kullanışlı silahı olmuştur. Bu zeminde Marksizmin komünist ruhu ve bilimsel özü hedef alınmıştır. Direkt ve dolaylı bağlamlarda gerçekleştirilen bu kuşatma, siyasal zeminde ve siyasal iktidar bilincini tahrif etme saikiyle tasfiye konseptinin kullanışlı bir aracı haline dönüşmüştür. Bunun sonucu olarak ideolojik mücadelede geri düşüş olmuştur.
Oysa ki Marksizmin ruhunda çarpışma
ve münakaşa herşeydir. Marks’ın Marksizme dönüşümü felsefik, ekonomik ve
politik alanda vermiş olduğu mücadelelerin doğrudan sonucudur. İdeolojik
mücadele zemininden arındırılmış bir Marks, komünist ruhun iğdiş edildiği
kimliksiz bir Marks’tır. Bu durum aynı biçimde Lenin ve Mao içinde geçerlidir.
Sovyet ve Çin devrimleri egemen olan sınıfa karşı yürütülen mücadelelerin yanı
sıra revizyonizme ve reformizme karşı yürütülen mücadelelerin toplamıdır. Böyle
okunmayan bir sosyalizm mücadelesi yıkıcılığını her açıdan yitiren bir burjuva
ruhun tohumlarını toprağa serpiştirmenin ötesinde bir anlam ifade etmez. Özelin
soyutlanması bu bağlamların yörüngesinde zamanın ve kuşatmanın etkisinde
kalarak içerik kazanmaktadır.
Türkiye ve Kürdistan devrimci- komünist hareketinin dar gruplar haline dönüşmesi, siyasal iktidarı fethetme bilincinin aşınması, sınıf uzlaşmacı bir rotaya evrilmesi, burjuva sınıf politikaları ardında sıraya girmesinin nedeni tamda uzun yıllardır hamleler üzerine hamleler yapan tasfiyeciliğin labirentlerinde gizlidir. Tasfiyeciliğin hegemonik üstünlüğünün herbir sahada hissedildiği, faal ve işlevselliğinin nesnel gelişmeler göz önüne alındığında politik, eylemsel ve teorik sahada belirleyici olduğu objektif bir gerçektir. Aşılması tayin edicidir.
Devrim, devrimin önünde inşa edilen
setlerin kaldırılmasıyla muzaffer olabilir. Politik olanın yıkıcılığı tek
başına kitlesel gücü sağlamakla, müzmin muhalefet etmekle istikrarsız ve
dirençsiz eylemlerle yahut düşük düzeydeki devrimcilikle muzaffer kılınamaz.
Belirleyici konumlanış, devrim ve devrimciliğin ihtilalci ruhunu burjuva
olandan arındırma zemininde geleceği fethedebilir. Tayin ediciliği buradan
ileri gelir. Sınıfın olguları köklü dönüştürme gerçekliği burada yatar. Lenin
doğru programın tek başına yeterli olmayacağı veciz sözüyle devrimci eylemin
önemine dikkat çeker. Yani pratik olanın tayin ediciliğidir bu.
Eylemin devrimci zeminde sonuçlanması doğru konumlanışla yakından bağlantılıdır. Coğrafyamızda bu konumlanışın uzunca bir zamandır felce uğradığını ifade etmek abartı olmayacaktır. AKP – Erdoğan iktidarı devletin başına getirildiğinde tasfiyeyi derinleştirme ve bu zeminde çeşitli politikalarla militan ve meşru olanı yasallaştırma zemininde kolları sıvamış ve kendi iktidarını perçinlemenin bir aracı olarak düğmeye basmıştır. Bu kapsamda vesayet karşıtlığı, demokrasi ve yüzleşme-hesaplaşma argümanlarını sahaya sürerek kapsamlı bir manipülasyonla tasfiyeci operasyonel faaliyeti biçimde başkalaştırarak devam ettirmiştir. Tasfiyeci operasyon iki amacı içermektedir. İlk olarak geniş toplumsal kesimlerin hassasiyetlerini örgütleyerek potansiyelini güçlendirerek iktidarını tahkim ederek politik planlarını hayata geçirme.
İkinci olarak da devrimci-komünist kuvvetleri radikal zeminin dışına iterek “barışçıl” mücadelenin yani reformist kulvarın içine çekmekte somutlaşır. Bu ikili ayak üzerinden yürütülen konsept 2015-2016 yıllarına kadar belirli bir istikrarla sürdürüldü. Tasfiyeci konseptin en etkili adımları 2010 anayasa referandumu, Alevi açılımı, çözüm süreci, Dersim katliamına ilişkin ortaya koyulan yaklaşım ve bu olguları güçlendirecek zeminde ele alınan Ahmet Kaya, Yılmaz Güney ve Nazım Hikmet gibi devrimci politik aktörler üzerinden yaratmış olduğu algılardır. Bu argümanlar fiili olarak yenilmiş devrimci komünist hareketin zayıflıklarını avantaja dönüştürerek yasalcılığa sürüklemenin araçları olarak işlev görmüştür. Bir dizi burjuva aydının, liberalin bu nakaratlara sıkı sıkıya sarmalaması yaratılmak istenen sisli havanın izdüşümüdür.
Planın en kuvvetli darbesi Kürt Ulusal kalkışmasını bu noktada
diplomatik zeminde boğma yani tasfiye etmekle büyük bir zafere ulaşılacağı ön
görülüyordu. Yani yasallaştırılan ve evcilleştirilen bir karşı koyuş temel
hedefti. Zaten bir bütün olarak siyasal, örgütsel ve ideolojik krizden geçen
devrimci komünist hareket bu son darbeyle alaşağı edilerek ruhsuz bir karşı
koyuşların kapısı aralanmaya çalışılıyordu. Siyasi savaşımın zora dayalı
araçlarının bu eksende çökertilmesi belirleyici görev olarak tanımlandı.
Muhalefetle sınırlı, 68 ve 71 ruhundan arındırılmış sınıf bilincinden yoksun
kılınmış örgütler toplamı yaratmanın bir parçası olarak işlev görüyordu.
2002-2015 yılları bu tasfiyeci konseptin gölgesinde biçim aldı. Bu duraktan sonraki süreç ise fiili imhayı amaçlayan ve fiili saldırılarla çökertme zemininde boyutlandı. Gezi, Kobane ve Kürdistan’daki öz yönetim ayaklanmaları, AKP-Erdoğan iktidarının önüne yeni görevler koydu. Sosyal kalkışmaları geriletme ve klik savaşımında rakip kliği (cemaat) iktidar olanaklarından men ederek tasfiye etme politikası işletildi. Ancak bu tasfiye diğer kliklerle belirli bir uzlaşı etrafında şekillenerek koordine edildi. Sosyal kalkışmaların yaratmış olduğu politik motivasyon, özgüven ve militan karşı koyuş büyük riskleri barındıran ve bastırılması ve püskürtülmesi gereken tehlike olarak tanımlandı. Bu sadece iktidarda bulunan AKP-Erdoğan iktidarının tariflediği bir durum olmaktan ziyade rakip klikler cephesinin de hemfikir olduğu politik bir uyumlulukla sonuçlandı.
Sosyal kalkışmaların boy verdiği sokaklar ve meydanlar faşist cephenin kuşatma ve saldırılarıyla karşılandı. Galatasaray Meydanı’nın Cumartesi Annelerine, kadın hareketleri eylemlerine, LGBTİ gösterilerine, işçilerin direniş ekseninde şekillenen başkaldırılarına, üniversite gençliğinin akademik-demokratik eylemlerine, ekoloji mücadelesine, Kürt ulusunun meşru demokratik sahalarına ve mevzilerine yönelik geliştirilen eş zamanlı saldırılar anlık refleksler değil, özgün ve özel kuşatmanın parçası olarak görülmelidir. Sokaklar ve kazanılan tüm mevziler işgal edilerek devrimci politik sahanın tüm dinamik özneleri IŞİD, paramiliter çeteler, mafya örgütlenmeleri ve tarikatlara teslim edildi. Başkanlık sistemiyle iç içe geçen bu süreç sokak ve meydanlarda eş zamanlı patlatılan bombalar ve tehditlerle sosyal patlamaları engellemek için devreye girdi. Gezi ve Kobane yargılamalarından açığa çıkan sonuç aslında sokağın meşruluğunu ortadan kaldırmaya yöneliktir. En keskin darbelerin alındığı alanlara en sert darbeleri indirme girişimidir. Sürecin aktörlerine yönelik gündeme gelen cezalar sokağın gücüne, atılımlarına ve meşruluğuna dönük gerçekleşmiştir.
Darbe senaryosuyla
elde edilen güç faşist terörün ve devlet içerisinde bürokratik hakimiyeti
sağlama girişimlerinin tamamen önünü açtı. Çoklu amaçlar içeren bu sürecin
önceliği sokakların lağvedilmesiydi. Burjuva muhalefet partisi CHP’nin Adalet
Yürüyüşü olarak tanımladığı eylemin kısa süre içerisinde riskler barındırdığı
gerekçesiyle paniğe kapılması ve CHP’nin herbir gelişmede kitleleri sokaktan
uzak tutmaya çalışması, hemfikirlik zemininde geliştirilen politikanın
yansımasıdır. Bu açıdan gelişmeler yorumlandığında sokağa karşı husumetin ve
alerjinin aleni olarak açığa çıktığı görülecektir. Ve devlet erkinin bir bütün
olarak sokağın zapturapt alınmasında hemfikir olduğu görülecektir.
Yukarıdaki genel konsepti bir biçimiyle yorumlayan ancak somut politikaları boşa çıkaracak hamleler yapamayan ve bununla birlikte güçlerini bu faşist saldırganlığı püskürtecek biçimde konumlandırmayan devrimci-komünist hareket açık faşizm koşullarında hapis, sürgün, katliam ve devrimci güçleri parçalayan-dağıtan yaratılan baskı koşulları dolayısıyla kırılmaları engelleyemedi.. Esas mücadele mevzisi olan meşru-militan zeminde karşı koyuşu geliştirmekte yaşanılan kırılma, parlamentarizm ve pasifizmin öncelik haline gelmesiyle sonuçlandı. Emek ve Özgürlük İttifakı, bu zemine su taşıyan başlıca ittifak olurken,
Birleşik Devrimci Güçler ise politik kırılmayı
aşacak istikrarlı mücadele performansı gösteremedi. Öznelerin yaşamış oldukları
örgütsel ve politik kriz bunda önemli rol oynarken proletarya ve emekçiler
üzerinde politik tesiri sağlayamamaları da başat nedenler arasındadır.
Devrimci-komünist öznelerin Gezi-Kobane ayaklanmalarından doğru açığa çıkan
militan enerjiyi sevk ve idare ederek politik militanlığa dönüştüremeyişi semt,
kadın, gençlik ve diğer toplumsal hareketlerin politik militan enerjisini
siyasal iktidara yöneltmeyi koordine edememeleri faşist terörün açıktan arz-ı
endam etmesinde rol oynadı. Sıkışan ve sıkıştıkça geri adım atan devrimci
demokratik politik özneler çıkışı AKP’ye karşı birleşme zemininde okudu.
Herşeye kadir olacağını düşündükleri AKP karşıtlığı diğer burjuva partilerle
direkt ve dolaylı kucaklaşmanın nedeni oldu.
AKP-Erdoğan karşıtlığının hemen hemen birçok politik özneyi diğer burjuva partilerin planlarına yedeklediği, CHP ile cisimleşen burjuva politikalar makul ve ortaklaşılabilir politikalar olarak tanımlandı. Ve halk kitlelerinin bu politikalar etrafında kümelenmeleri sağlanmış oldu. Politik atmosferin yaratmış olduğu basıncın etkisiyle seçimleri ve buradan doğru iktidar değişiminin sağlayacağı “sözde avantajlar” merkeze alınarak rota tayin edilmiş oldu. Erdoğan-AKP iktidarının çete-mafya, militer- paramiliter, ordu-bürokrasi içinde faşist kuvvetlerinin özgün ve amaçlar bağlamında koordinesi pasif ve sistem çitleri içerisinde muhalefetle cevaplandırılması hüsran üzerine hüsran yaşanmasının ön ayağı oldu. Dönemin en tesirli konumlanışı olacak meşru militan ve tayin edici olan kapalı örgütlenmeler kapı dışarı edildi.
Devrimci radikalizm yerine ikamet ettirilen liberal politikalar
“taktik siyaset” olarak akılcılaştırılmaya çalışıldı. Olgunun ruhuna uygun
olanın dışlandığı burjuva liberal basıncın etkisi hakim olandır. Bu açıdan
burjuva liberal basıncı geri püskürtemeyen devrimci özneler kaçınılmaz yenilgi
ve darbelerle karşı karşıya kalmıştır. Bu yenilgilerin alındığı alan ideolojik
ve politik sahadır. Parlamenter siyasetin esas alındığı, sokağın ve meşru
mücadelenin ötelendiği, klikler arası çelişkide bir kliğin politikaları
etrafında toplanıldığı, cepheden mücadeleden kaçınıldığı reel olarak
konumlanışı devrimci zeminin ötelenmesi, reformist zeminin merkeze alınmasıyla
sonuçlanmış oldu.
Faşist iktidarın politik alanda zayıf düşmesinin, sahada politik motivasyonunu yıkacak olan yegane şey militanlık ve meşruluk zemininde gelişecek olan istikrarlı eylemselliğin kendisiydi. AKP-Erdoğan iktidarı çıkışı, yönelimi, planları, manevraları itibariyle krizleri fırsata dönüştürme, kaos ve karmaşalar marifetiyle iktidarını tahkim etme, diğer burjuva kliklerin hamlelerini boşa çıkarma, yeni hamlelerle burjuva klikleri sıkıştırma ve etkisizleştirme gibi politikalarla özgünlüğünü inşa etmiştir. Devletin dönemsel sözcüsü değil, kendi sözünü, eylemini devletleştirmiştir. Bu saikle “ parmak demokrasisiyle” AKP’nin devrileceği fikriyle konumlanmak, bütün politikaları sokaktan uzak durarak seçime ve sandığa kilitlemek politik bunamanın ve reformist siyasetin sonuçları olarak karşımıza çıkmaktadır. Sokak AKP’nin işine yarar palavrası burjuvazinin ortaya atmış olduğu bir argümandır. Bu argümana başvurulmasının nedeni faşist devlet ve bürokrasinin buna CHP’de dahil yaşayacağı siyasal kırılmaların ön görülmesidir. Yani olası bir halk hareketinin (kendiliğindenci) olsada kapsamlı bir sarsıntı yaratabilme zemininin var olmasıdır.
Bu nesnel gerçeklik yeni Gezilerin politik sahada bir dinamik olarak
güncel olmasıyla yakından ilgilidir. Sokağın demokratik ve devrimci zeminde
sunduğu ve sunacağı olanaklar buna binaen devlet ve iktidar nezdinde yaratacağı
aleyhte olasılıklar bu argümanla sabote edilmek istenmiştir. Burjuva kliklerin
eş zamanlı “sağ duyu” çağrılarının arkasında yatan neden budur. Bu çağrılara
masumane anlam biçmek sınıfın planlamalarından bağımsız yorumlamak anlamını
taşımaktadır. Sınıfın penceresinden kopuk ele alınan herbir mesele nihayetinde
egemen sınıfın politikalarıyla ve argümanlarıyla uyumluluğu beraberinde
getirir. Politikayı ve argümanı kendi sınıfının bağımsız bakış açısıyla inşa
etmeyen bir devrimci hareket devrimci siyaseti de inşa edemez. Devrimci siyaset
olgu, olay ve gelişmeleri sınıfın penceresinden yorumladığı taktirde devrimci
gerçeklerin mevzisinden isabetli ateş edebilir.
Devrimci gerçekler ve eylemler şeylerin köklü yorumlanması ve köklü değiştirilmesini zorunlu kılar. Devrimin ve politik kazanımların ön koşulu budur. TC devletinin tarihsel kodları üzerinden yükselmiş olduğu politik hat ve güncelde almış olduğu nitelik ve konumlanışı sınıfın ufkuyla konumlanmayı tercih değil zorunluluk haline büründürür. AKP iktidarı karşı devrimci hamleleriyle politik zemindeki krizleri koordine ederek bunu lehine çevirmesi bir yanıylada devrimci komünist hareketin politik çıkmazlarınında bir sonucudur. Politik devrimciliğin siyasal alana müdahalesizliği AKP’nin yeniden ve yeniden kendini tahkim etmesinin önünü açmıştır. Siyasal buhranların devrimci olanaklara kapı araladığı tezi güç dengelerinde devrimci öznelerin rolüyle bağlantılıdır. Kendiliğindenci gelişmeler devrimci öznelerin yokluğunda sistem kanallarında yeniden öğütülür. Başlangıcı ve gelişmeler bağlamında faal zemindeki etkinlik çeşitli yarılmaları gündemleştirsede bağlayıcılığı egemen sınıfın araçlarıyla olur.
Devrimci politik öznelerin tayin edici rolüde bu bağlamda anlam bulur. Lenin’in bilinç dışarıdan taşınır veciz sözünün içeriği öznenin tayin ediciliğine vurgudur. Bu açıdan siyasal, kültürel, ekonomik buhranlar kapitalizme içkin özellikler taşıması dolayısıyla kitlelerde biriken öfkenin dışa vurumu olan toplumsal kalkışmalar devletin çeşitli araçlarıyla saptırılır. Ya da halk kitleleri devletin ideolojik aygıtları vasıtasıyla siyasal kabiliyetleri ve atılımları karşı devrim tarafından kendi sosyal tabanı haline getirilerek karşı devrimci atılımların siyasal gücü olur. Gramsci’nin “hegemonya” kavramı somuttaki güncelliği hasebiyle gerçeğin yanına oturur. AKP iktidarının karşı devrimci hegemonyayı siyasal alanda bütünlüklü tesis etmeye çalışmasının amacı budur. Kültürel, siyasal, sosyal yaşama müdahale etme bu gerçeğe binaen biçim almaktadır. Eğitimden sanata, sanattan basına, basından aile yapısına, aile yapısından kültürel ilişkilere, kültürel ilişkilerden sosyal yaşama (daha da çoğaltılabilecek) dek uzanan yeniden tesis siyaseti buna dayanmaktadır. Toplumsal güç olma tüm yaşam alanlarının herbir cepheden örgütlenmesini zorunlu kılar.
Faşist burjuva devletler kendine bağlı sosyal
taban yaratmadan varlığını sürdürme olasılıkları söz konusu olamaz. “Erk”in
gücü iktidar olması kadar iktidarını koruyan sosyal güce sahip olmasını şart
kılar. Sosyal güç rıza üretiminin sağlanmasıyla mümkün kılınır. Rıza üretimi
“erk”in taktiksel ve stratejik çıkarlarının genelleştirilmesini başlıca görev
olarak tanımlar. Bunun için küçük bir azınlığın çıkarları ideolojik, politik,
sosyal ve kültürel bağlamların içerisine yerleştirilir. Çıkarlar bağlamında
gündemleşen milli ve dini duygular siyasal organizasyonun başlıca güncel
tuttuğu temel olgulardır. Azınlığın toplumsal yaşamın dokusuna dışarıdan nüfuz
ettirdiği “hassasiyetler” örgütlenme ağının parçasını oluşturur. “Erk”in çıkarı
gündelik yaşam içerisinde yoğruldukça çoğunluk dışarıdan dolayımlar yoluyla
dayatılan argümanları sahiplenerek konumlanır. Bu suni olarak yerleştirilenin
akılcıl kılınması ve manipülasyon yoluyla kabul ettirilmesi olarak açığa çıkar.
Rıza üretimi bu açıdan erkin olmazsa olmazıdır. Şiddet, cebir, dayatma, hapis
gibi zor aygıtları toplumsal devrimci dinamiğin alt edilmesi için tek başına
yeterli değildir. Bunlarla eş zamanlı yürütülmesi gereken diğer bir olguda
toplumsal alanın bir biçimiyle erkin çıkarlarına ikna edilmesiyle tamamlanır.
Hitler, Mussolini gibi faşist diktatörlerin toplumsal zemindeki politik gücünün
oluşmasının temel saikleri buralarda gizlidir.
AKP- Erdoğan iktidarının 20 yılı geçkin bir süredir iktidar
koltuğunda bulunması buralardan doğru okunmak zorundadır. Yolsuzluklardan,
siyasal alana yönelik çok boyutlu saldırılarına oradan ekonomik krizlere kadar
bir çok buhranlı süreçten bir biçimiyle çıkma kabiliyeti göstermesi toplumsal
ve sosyal alanda kendi çıkarlarını akılcıl kılınmasıyla mümkün olmuştur. Kendi
çıkarlarını toplumun çıkarları zemininde sunarak, toplumun azımsanmayacak bir
bölümünü ikna etmesi ve kendi çıkarları zemininde seferber etmesi genel
başarısının temel dayanağıdır. Aktüel gelişmeler zemininde ekonomik krizin
yaşamın bütün ayrıntılarında belirleyici olduğu bir atmosferde potansiyel
gücünü koruyabilmesi yukarıda özet olarak sunulmaya çalışılan bağlamlardan asla
bağımsız değildir.
Devrimci-komünist hareketin dünden bugüne “ha gitti, ha
gidecek” biçimindeki tahlili gerçeği kendi doğrularına, tarihsel doğrulara
dizayn etmesiyle açığa çıkan sonuçlardır. Gelişmelerin ve olguların tarihsel,
sosyal, kültürel, politik ve psikolojik yönleri bulunur. Devrimin örgütlenmesi
bu alanlara dair çok yönlü müdahalelerle açığa çıkar. Burada belirleyici olan
eş zamanlı devrimci saldırılardır. Devrimci saldırının en etkili hali ideolojik
ve politik alanda radikal konumlanıştır. Bu açıdan politik iktidar için
mücadele tüm alanlara yönelik tedbir ve karşı saldırılarla olgunun köklü
dönüşümünü sağlayabilir. Siyasal saldırı siyasal bariyerlerle, ideolojik
saldırı ideolojik bariyerlerle, kültürel saldırı kültürel bariyerlerle, askeri
saldırı askeri bariyerlerle yanıtlanmak durumundadır. Devrimci hegemonya karşı
devrimci hegemonyanın alanını daraltıp darbeledikçe sınıf savaşımında ileri
doğru yol kateder.
Yeniden gündeme gelen “çözüm”süzlük sürecinin içeriği de bu bağlamda yorumlanmalıdır. Devletin siyasal saldırılarla eş güdümlü yürüttüğü bu sürecin tasfiyeye yönelik bir süreç olduğu realitesi kavranılmadan yapılan her analiz mutlak teslimiyeti gölgeleyen bir saptamadır. Sürecin iki ana merkezini oluşturan sebeplerden ilki olarak uzun vadeli gelişmeler doğrultusunda olası risklerin önüne geçme oluşturuyor. Ortadoğu sahasında orta ve uzun vadede verili gelişmelere dair yapılan saptamalar önemli bir rol oynarken ikinci olarak ise Kürt ulusal kalkışmasını diplomatik yollarla boğma amaçlanmaktadır. Yani kendi siyasal iktidarını yeniden tahkim ve Kürt ulusal kalkışmasının direniş güçlerini tasfiye etme üzerine biçim almaktadır. Daha önceki satırlarda dikkat çekilen noktalar “yeni” gelişen bu süreç içinde geçerlidir. Ulusal hakların çitlerle örüldüğü, silahlı savaşımın diplomatik yollarla tasfiye edildiği ve bu bağlamda ulusal boyunduruğun farklı formlarda meşruluk kazandırıldığı bir süreç aktif olarak işlenmektedir.
Diplomasinin devlet erki cephesinden devreye sokulmasının sebebi fiili düzeyde tasfiye edilemeyen ulusal kalkışmanın diplomatik yollarla tasfiye edilmesi gerektiğine dair devlet bürokrasinin hemfikirliğidir. Bir iki cılız sesin dışında genel anlamıyla ortak bir konsensüs sağlandığı pratik söylem ve gelişmelerin açığa çıkardığı sonuçtur. Bu sonuç “silahlara elveda” söylemiyle toplumsal meşru savunma ağlarını yani ezilenlerin zora karşı zor savunmasını yitime uğratma politikasının somut adımlarıdır. AKP-MHP iktidarının bir politikası değil, CHP-SAADET- GELECEK, Yeniden Refah ve DEVA gibi diğer burjuva partilerinde üzerinde ortaklaştığı genel bir tablo söz konusudur. Devletin tüm aygıtlarıyla diplomatik yoldan çökertme yani “silahsızlandırma” noktasındaki uyumluluğun arkasındaki neden budur. Bahçeli’nin rol aldığı ve el sıkışmanın hemen akabinde başlatılan tasfiye konsepti samimi bir iç barış ve “Türk – Kürt kardeşliği” vurgusu ile gizlenmek istenmektedir. PKK önderi Öcalan’ın meclise davet edilerek “silahları bırakma çağrısı yapsın” vurgusu temel ve esas haklardan yalıtılmış bir süreci onaylayın çağrısıdır. Tüm konsept silahsızlaştırmaya dönük şekillenmektedir. Ve bu gaye silahların bırakılmaması halinde azgın faşist terörün (ki devrede olan budur) boyutlanarak herbir alanda faşist kuşatmanın derinleştirileceği tehdidiyle açık bir şekilde ifade edilmektedir. Belirlenen sınırlar içine hapsederek doğal hakların birer pazarlık haline dönüştürüldüğü göz önüne alındığında, Kürdistan ulusal başkaldırısı herbir alanda ehlileşen bir ulusal hareket haline dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Ortadoğu’da vuku bulan gelişmelerde sürece renk veren temel olgular durumunda olup ve TC devletini tekrardan masaya sürükleyen gelişmeler arasındadır. Gelişmelerin ağırlığı,
Ortadoğu’ya ilişkin emperyalist planlamalar ve ABD-İsrail baskılanmasının yarattığı zorunluluklar dahilinde açığa çıkmaktadır. Türk devleti bu realiteye binaen hem emperyalist baskının önünü alarak hedefin dışında kalma hem de bu vesileyle ulusal hareketi tasfiye etmeye kilitlenmiş durumdadır. Ortaya koyulan politika, sömürgeciliğin formatını değiştirerek ulusal boyunduruğu biçimsel olarak değiştirip yeni bir içerikle sürdürme halidir. Tekçiliğin ötelendiği, tarihsel varlığın kabul edildiği, temel kodların kapı dışarı edilmesi minvalinde bir gelişmeden söz edilemez. Tarihinden feyz alan, onun refaranslarına sıkı sıkıya bağlı kalan, ittihat ruhunu güncelleştiren, devletin ulvi çıkarlarını (ki bunlar tek vatan, tek millet ve tek dini merkezine alır) el üstünde tutan inkar, imha ve asimilasyondan asla geri atmayan bir üniter devlet gerçekliğidir karşımızda dikilmiş olan. “Türk varlığına adanmış” olan ve Türk- İslam sentezine oturmuş olan Türk devleti kendi varlığının inkarına düşemez. Bunu beklemek tam anlamıyla gaflettir. Elbette bu durum tavizler vermeyeceği anlamını taşımamakla birlikte, egemen ulusun üstünlüğünü asla yadsımaz. Tavizden kasıt doğal hakların bir sınıra kadar ve törpülenmiş zeminde dizaynıdır. Burada başka ulusun devlet kurma, kendi pazarını yaratma, kendi bayrağı ve diliyle yaşama hakkı olan ulusal haklar söz konusu olamaz. Farklı ulusun kendi yaşamı hakkında vereceği karar asla gündemleşmez.
Egemen ulusun milli çıkarlarının korunmak ve
pekiştirilmek şartıyla diplomasi, müzakere devreye girer. İşin özeti ve en ham
hali budur. “Barış” ve “çözüm” olarak adlandırılan bu konsept stratejik
kazanımların önüne geçmek amaçlıdır. Erdoğan ve Bahçeli’nin ön plana çıkardığı
“terörsüz bir Türkiye” söyleminin amacı, ulusal başkaldırının taktik
manevralarla stratejik yıkıma uğratma çabasıdır. Egemen ulusun milli
çıkarlarının burada korunması öncelikle, sömürge statüsünde bulunan Kuzey
Kürdistan’ın formatı değiştirilmiş biçimde işgali esas noktayı teşkil eder.
Elbette reformlar için mücadele politik çatışmanın içeriğine uygundur. Reformlar asla bahşedilmez. Burjuva faşist diktatörlük en küçük hak kazanım arayışını ve mücadelesini zor aygıtlarını devreye koyarak bastırır. Yıkım ve kan dökme pahasına büyük kaoslar yaratır. Bu gerçeklik egemen sınıfın sınıf tavrı olarak açığa çıkar. Egemen sınıfın tavizi ancak kapsamlı ve direngenliğin örgütlendiği mücadelelerle olur. Dolayısıyla reformlar için mücadele ötelenemez politik sorumluluktur. Lakin reformların stratejik yürüyüşün çeşitli kolları olduğu unutulmadan hareket edilmelidir. Bunun unutulması halinde kapitalist kuşatmanın sınırlarında umutsuz bir arayışın önü açılır. Devrimci atılımların en tehlikeli hasmı gerçeğin yerine konulan sahte reçetelerdir. Tehlikenin en yıkıcısı kendini hissettirmeyendir. Bu bağlamda reformlar ve reformizm ayrımı berraklaşmış bir şekilde yapılmak durumundadır.
Güncel gelişmeler doğrultusunda bu ayrımların son derece silikleştiğini söylemek oldukça mümkün. Soyut barış argümanları, kardeşlik martavalları ve iç cepheyi güçlendirme palavraları ekseninde yürürlüğe konulan bir dizi kavram tasfiye operasyonuna dayanak oluşturan temel manipüle yöntemleri olarak sahaya sürülmüştür. Bu gerçekliğe dikkat çekerek konumlanmanın aforoz edildiği reformlar mücadelesini yadsıdığı gür sesle dile getirilirken, yine gerçekliğe suikast düzenlenmiştir. Kürt ulusunun başkaldırısı eksinindeki ayaklanmanın geldiği aşamadaki nesnel durumu bir dizi kazanımı gündeme koyması dolayısıyla ötelenemez. Bu kapsamdaki talep ve mücadele yadsınamaz. Doğal haklar bağlamında ortaya koyulan yönelimin bir yanını meşru tanımlamak diğer yanına işaret etmeyi ötelemez. Eleştiri konusu olan şey sömürgeci ulus burjuvazisine biçilen rol ile anlam bulan gelişmelerdir. “Eşme ruhuyla” seslendirilen ve “yeni paradigmaya güç vermekle” güncellenen politik tutum egemen ulus burjuvazisine biçilen rolün eleştirisidir.
Kökleri her ne kadar 2000 yılının başlarına uzanmış olsa da güncelde tanımlananların sıradan olmadığını, ifade edilenlerinin öylesine olmadığı bilinmek durumundadır. Ortaya koyulan bu yaklaşım dolayımlar bağlamında devletin ideolojik kodlarıyla uzlaşma anlamına gelir. Taktik siyaset olarak politik zeminde gündeme gelen uzlaşmaların bağlamlarında aslında çarpışma vardır. Her taviz, geriye doğru atılan her adım daha ileri atılımlar için, kapsamlı yenilgileri önlemek adına yahut gücün koordinesi gibi gibi nedenlerle taktik alanda verilen bir savaşımdır. Uzlaşma kavramının somutta aldığı nitelik çarpışmadır. Bu nedenle tavizler stratejik ihtiyaçlara mukabil gelişir. Devrimci kalkışmaların tarihindeki tavizler bu duruma mukabil gelişir. Güncel gelişmelerde ulusal hareketin, Türk devletiyle politik bağlamlarda olmasa da ideolojik bağlamlarda kırılma yaşadığını tanımlamak belirleyici olan bir analizdir. İdeolojik noktadaki tanımlamalar taktik ve stratejik konumlanışı anlamak için önemli ipuçları içerir. Kürt Ulusal Hareketi’nin ideolojik noktalardaki kırılmaları faşizmle köklü bir hesaplaşmayı öteleyerek “demokratikleşme” zemininde inşa ettiği siyaset Türk devletinin ideolojik hegemonyasına dair yaşanan bilinç bulanıklığıdır.
Bu bilinç bulanıklığı ya da
en doğru haliyle sapma hali faşizmin demokratikleşeceği yanılgısını
içermektedir. Faşizmin yorumlanması temelindeki bu yanılgı “demokratik ulus”
yahut “radikal demokrasi“ paradigmasıyla bir mantığa oturtularak devletin içten
muhalefet teziyle dönüştürüleceği yaklaşımıyla sonuçlanmış oluyor. Böyle bir
içerikle yol haritası belirlendiğinde egemen ulus burjuvazisinin çıkarları teorik
manzumelerle meşru kılınıyor. Misak-ı Millicilik, Kemalizmin ilericiliği,
siyasal islamla “eşme ruhunu” diriltme ve MHP gibi faşist partilere atfedilen “
anlam” ve Türkiye’nin demokratikleşmesi ve güçlenmesi arzu ve beyanları bir
başka bağlamda gayri meşru olanın meşruluk kazanmasını sağlıyor.
Sıralanabilecek birçok ideolojik bunalım somut sahada böyle yankı bulurken
sınıfın devrimci eylemi ve söylemi de kapı dışarı ediliyor. Bu açıdan Kürt
Ulusal Hareketinin haklar ve reformlar mücadelesi ve bunun amasız öznesi
olunması tartışma götürmez bir sorumluluk olarak karşımızda dururken sapmalar
ve uzlaşma çizgisine karşıda kapsamlı bir mücadele yürütülmek durumundadır.
Çünkü tasfiyeci konseptin açığa çıkardığı bir olgudur bu. Egemen ulusun işgal,
ilhak politikasına karşı, göçertme, imha, asimile, katliam saldırılarına karşı
mevzilenmeyle eş güdümlü yürüyecek politik ve ideolojik mücadele temel iki
görevdir.
71 ruhu geçmişin nostaljik bir hatırası değildir. Köklü
kopuşun, devrime dair berraklaşmış bilincin, siyasal iktidar yürüyüşünün en
berrak hali olarak kaydedilen sahici bir karşı koyuş eylemidir. Unutturulmak ve
hafızalardan silinmek istenen tamda budur. Tasfiyeci kuşatma kendi sahici
arayışlarını tekrardan ayağa diken kurucu öznelerin felsefik, politik ve ideolojik
atılımıyla yarılabilir. Burada gerçeğin barikatlarına hücum eden bil cümle
inkarın imhası şart iken gerçeğin tekrardan ayaklandırılması devrimin kaderini
tayin edici rol oynayacaktır. Tasfiyenin gölgesinden sıyrılıp hakikat ağacının
gölgesine sığınmak için tasfiyeciliği tüm kodlarıyla ifşa etmek, revizyonizm ve
reformizmle esaslı bir mücadeleye girmek stratejik yürüyüşümüzün temel yapı
taşıdır. Çünkü; “Fikirler ancak onları savunacak birileri olursa hayatta
kalırlar”.
Bu yazı ilk olarak Öncü Partizan‘da yayımlanmıştır.