Bir şeyleri olduğundan farklı gösterip sunmak veya bazı şeylere, o şeylerin öz gerçekliğinden çok daha farklı bir şeyler atfetmek; kimi kesimlerin adeta amentüsü olmuş gibi…
Bu tutum, özellikle de Kürt Ulusal
Hareketi somutunda çok daha yaygın ve baskın... Ne kadar bilinçli bir tercih
olarak devreye sokulmuştur, bilinmez ama; bir algı oluşturma metodu olarak
kullanılmaya başlandığı kesin: Yaptıkları ve yapacakları her şeyin müstesna
olarak görülmesini istiyorlar. Keza yaptıkları veya yapmakta oldukları şeylere
bir kutsiyet atfederek; onların güçlü bağlılık ve kenetlenme motivasyonuyla
sahiplenilmesini istiyorlar.
Öcalan’ın ilahlaştırılması
Bilindiği üzere Öcalan somutunda ise bu, tam olarak
ifrata vardırılır: Öcalan, gelmiş geçmiş tüm fanilerin en ulusu, en akıllısı,
en zekisi, en yakışıklısı ve en direngenidir, vs., vs. O, bu dünyaya ve
insanlığa ışınlarıyla kurtarıcı olabilen bir Güneş’tir. Onun rehberliğini kabul
eden Kürtler de “Güneş’in çocukları” payesiyle onore olma şansına
kavuşanlardır. (İlginçtir, Öcalan da kendisini böyle görmekte ve böyle
görülmesini de istemektedir.)
Şu son süreçte, DEM Parti heyetinin İmralı görüşmesi
akabinde kamuoyu ile paylaştığı o 7 maddelik açıklama bile “çözüm manifestosu”
olarak sunulabildi. Keza örneğin KCK Eş başkanı Bese Hozat duygularına hiçbir
sınırlama koymadan, büyük bir huşu ile: “Başkan Apo o daracık yerden ve eşi
benzeri görülmemiş tecrit koşulları altındayken bile dünyayı ve bölgeyi
dahiyane bir isabetle analiz edip, gerçek çözüm gücü olabilecek paradigmayı
ortaya koymuştur” (Mealen) diyerek sunabilmiştir.
Nedir yeni paradigma ve kim kime sundu?
Hâlbuki “Yeni Paradigma” olarak sunulan o şey artık her
neyse, bunun Öcalan tarafından devlete sunulmadığı, bilakis devletin kendisine
sunduğu bir şey olduğu, o 7 maddelik açıklamada, bizzat Öcalan’ın kendi
beyanıyla sabittir: Bahçeli ve Erdoğan’ın “güç verdiği bu yeni paradigmaya”,
kendisinin de “pozitif anlamda gerekli katkıyı” sunacağı anlatılmakta.
“Eski kuşak” kimi sol-sosyalistlerin tutumu
Öcalan elbette zeki ve bir o kadar da akıllı ve keza bir
o kadar da tipik bir Ortadoğulu liderdir. Ancak bu hakkını teslim etmek başka
bir şeyken; onu olduğundan farklı göstermek, ona, onda olmayan şeyleri atfetmek
bambaşka bir şeydir. İlginçtir, bu olağanüstü payelendirme sadece PKK militan
ve sempatizanlarıyla da sınırlı değildir. Sol-sosyalist cenahtan da (özellikle
de “eski kuşaktan”) yaygınca bir kesim bunu yapmakta. Örneğin bunlardan biri,
İmralı görüşmeleri ardından katıldığı bir programda, Öcalan’ın UKKTH ‘yi ret
edip, onun yerine önerdiği “demokratik ulus” veya “Demokratik konfederalizm”
vari yaklaşımlarını, bugün içinden geçilmekte olan sürecin sorunlarına dahiyane
çözümler olarak nitelemekten geri durmadı.
İmralı sürecinde Öcalan’ın fikri kılavuzları
Oysa Öcalan’ın bütün bu “yeni” fikirlerini İmralı
Savunması sürecinde geliştirdiği bir sır değil. Ve bu “21. Yüzyıl
Manifestosunun” temel perspektifsel fikirlerinin hiçbirinin Öcalan’ın kendi
orijinal fikirleri olmadığı da yadsınamaz bir gerçek. Çünkü bu fikirleri
Öcalan, o süreçte fikirsel ya da paradigmasal değişimine kılavuzluk yapan çok
uluslu malum güç odaklarının yönlendirdiği Leslie Lipson’un “Demokratik
Uygarlık” eserinden ve keza ünlü anarşist düşünür Murray Bookchein ve
post-modernizmin ideologlarından olan Immanuel Wallerstein’in fikirlerinden
uyarlamalar yaparak oluşturduğu da bilinmez bir durum değil. Vs. vs.
Rojava’ya ilişkin oluşturulan yanılsama
Aynıyla benzer bir abartı ve olguyu olduğundan tamamen
farklı sunma durumu, maalesef ki Rojava özgülünde de yaşanmakta. Rojava, Öcalan
paradigmasının fiiliyatta yaşam bulmuş somut örneği olarak, özelde Ortadoğu ve
genelde de “kapitalist moderniteye” ve “çatışmalı ulus devlet modeline”
alternatif bir model olarak sunulmakta. Hızını alamayan bazı sol-sosyalist
çevreler Rojava’yı insanlığın özgürlük mücadelesinin “umut örneği” olarak dahi
sunabilmekte. İşte sırf bu özelliğinden ötürü de bu çevreler hep bir ağızdan;
Rojava’nın başta emperyalist güç odaklarının ve özel olarak da Türk Devleti’nin
hedefinde olduğunu tekrarlayıp durmaktalar.
Öncelikle sol- sosyalist kesimlerce, Rojava’nın hiçte
atfedilen bu özelliklere sahip olmadığının görülmesi ve kabul edilmesi
gerekiyor. Birileri bir vesileyle bir palavra sıkmış, bir süre sonra bunun
gerçek olduğuna kendisi de inanmaya başlamış gibi, bir ilizyon hali var.
“Rojava modeli” tam olarak nedir?
Evet elbette Ortadoğu’nun despotik, dinci-şeriatçı,
ataerkil ve birçok anti demokratik sistemleri altında; demokratik, çoğulcu,
halkçı, ekolist ve cins eşitçiliği önemseyen ve önceleyen bir halk demokrasisi
modeli olarak, Rojava’da deneyimlenen örnek, önemli ve değerlidir de. Elbette
gerici saldırılar ve işgal fiilleri karşısında önemsenerek sahiplenilip,
korunmaya çalışılmalıdır da.
Ama sol-sosyalistlerin bütün bunları, Rojava modelinin şu
gerçek karakterini gölgeleyecek hiçbir söylemde bulunmadan yapması gerekiyor:
Rojava modeli en nihayetinde kapitalist sistemin sınırları ve meşruiyeti
temelinde kendisini tanımlayan, demokratik-halkçı bir model örneğidir. Ufku da
sosyalizm değil; çoğulcu, üretim araçlarının özel mülkiyetinin dokunulmazlığını
toplumsal sözleşmeyle güvence altına almış olan, sosyal politikalara dayalı,
taban örgütlenmesi zemininde doğrudan demokrasiyi baz alan, ademi merkeziyetçi,
parlamenter bir sistemdir. (https://www.art-izan.org/artizan-arsivi/rojava-toplumsal-sozlesmesi/ )
“Rojava modeli” neden emperyalist güç odaklarının
hedefinde değildir?
Zaten kapitalist sistemin kutsalı olan ve de temelini
oluşturan üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırmayı hedeflemeyen
hiçbir sistem, kapitalist sistem dışı olmayacağı gibi, sosyalizmi hedefleme iç
dinamiklerini de barındıramaz.
İşte en başta da bu temel özelliğinden ötürü; emperyalist
güç odaklarınca ortadan kaldırılması gereken “kötü emsal” konumunda olamaz
Rojava modeli. Nitekim bugüne değin hiç de olmadı. Tam aksine sempati ve güler
yüzle karşılandı, kabul edildi ve diplomatik sınırların elverdiği ölçüde
korunmaya da alındı. Bugün bu koruma çok daha aleni bir şekilde sahada
gözlemlenebiliyor da. Başta ABD olmak üzere, Almanya’sı, Fransa’sı, Hollanda’sı
ve hatta Rusya’sı bile, Rojava’nın koruyucu melekleriymişçesine, birbiriyle
yarışıyorlar adeta.
Türk egemenleri ve özel olarak da Erdoğan rejimi için
Rojava
Türk Devleti’nin yönetimini elinde bulunduran siyasal
İslamcılarının Rojava alerjisinde elbette Rojava modelinde öne çıkan birçok
özellik, onlar açısından ideolojik olarak yok edilmesi gereken unsurlar
olmasının çok belirleyici bir payı var. Keza ırkçı-faşist Türk
milliyetçilerinin ve CHP’de kümelenmiş “Kemalist Ulusalcı” kesimlerin bilinen
“bölünme fobisi” ile hangi parçada olursa olsun, Kürtlerin ulusal temelde ki
her türlü kazanımlarına karşı şiddetli bir alerjileri var. Bunları görmek
gerekiyor. Keza bu modelin, hem özel olarak K. Kürdistan ve hem de Türkiye
somutunda tehlikeli bir emsal oluşturacak olmasından duyulan korkudan ötürü de
böyledir. Şeriat özlemcisi, mezhepçi Erdoğan açısından Rojava’nın özel olarak
hedefe konmasının bir diğer “kişisel” nedeni ise; Esad’a karşı açılan cepheye katılmayı
reddetmesiydi. Öte yandan bunların tümünün ortaklaştığı özel neden ise; PKK ile
yürütülen savaşın bir unsuru olarak değerlendirilmesiydi. Bugün bile PKK
“Rojava sopası” ile “yola getirilmeye” çalışılıyor. Vs. vs.
Bugün Öcalan üzerinden veya ABD ve İsrail ile varılacak
stratejik bir anlaşmada Rojava modeli siyasal İslamcılar için ideolojik bir
hasım olarak kalmaya devam etse de ama öte yandan özel olarak ortadan
kaldırılması gereken bir hasım olarak görülmeyeceği kesindir. Yani yeter ki
kendi stratejik çıkarlarına hizmet etsin. Bu olduktan sonra diğerleri sonrası
sürecin “olağan operasyonları” kapsamında, ikincil sorunlar olarak
değerlendirilecektir.
Nasıl ki daha düne kadar “bebek katili terörist başı”
dedikleri Öcalan bugün “Kürt-Türk kardeşliği” ve “ülkenin ulvi menfaatleri
için” Erdoğan ve Bahçeli ile adı bir arada anılıyor ve Cumhur İttifakı’nın
fiili ortağı konumuna getirildiyse; Rojava’ya yaklaşımları da bundan farklı
değildir/olmayacaktır.
Sonuç olarak
“Rojava modeli” ta baştan itibaren zaten bir fiil ABD ve
diğer bir kısım Batı Avrupalı emperyalist devletlerin koruyucu kanatları
altında oldu. Böyleyken, özelliklede sol-sosyalist bazı kesimler açısından;
“emperyalistler Rojava’yı boğmak, onu ortadan kaldırmak istiyor” söylemini
sahiplenmiş olmak, bu olgusal gerçekliği