5 Şubat 2025 Çarşamba

Yeni Demokratik Devrim Tespitine Eleştirel Bir Bakış…22 Ocak 2025

İlk işçi devrimiyle birlikte burjuvazi devrimci barutunu tüketti, işçi sınıfı mücadelesi ve devrimlerine karşı feodalizmle kol-kola girerek gericileşti. İşçi sınıfı devrimleri tarih sahnesine çıkarken yeni devrimci sınıf olarak işçi sınıfı da tarih sahnesinde yerini almış oldu. 

Burjuvazinin de feodalizmin de tasfiye edilmesi işçi sınıfının omuzlarına yüklenmiş, yeni tip devrimler devreye girmişti……..Toplumsal aşamalar nedensiz ve temelsiz olarak birdenbire ortaya çıkmaz-çıkmadı. Aksine her toplum, özellikle üretim biçimi, üretim araçları, üretici güçler gibi ekonomik alt-yapı dinamikleri bakımından kendisinden önceki toplumun bağrında doğup, gelişti, zor-şiddet barındıran toplumsal patlamalar yoluyla egemen hale geldi.

Köle sınıfıyla köle sahibi, sınıflar arasında, köle isyan ve ayaklanmalarıyla cereyan eden çatışma, yarı-köle durumundaki serf ve köylü sınıfı ile feodal bey ve toprak ağaları sınıfı arasındaki savaşlar ve bütün bu süreçlerin sonunda sağlanan ilerlemeler sınıf zemininde yaşanan toplumsal patlamalar yoluyla süregelmiştir.

Üretim biçimi/tarzı ile üretim ilişkileri arasındaki uyumsuzluk veya toplumsal alt-yapı ile toplumsal üst-yapı arasındaki uzlaşmaz çelişki ve çatışma sosyal patlamalarda dışa vurarak toplumsal sistemi değiştiren veya değişimi sağlayan biçim oldu. Önceki toplumsal aşamaların izlediği bu yol, feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş sürecine burjuva demokratik devrimler yoluyla damgasını vurdu…

Henüz işçi sınıfı devrimleri yaşanmamıştı ki bu, ancak kapitalist toplum aşamasının ürünü olabilirdi. İşçi sınıfı kendisi için sınıf değil, kendiliğinden sınıf durumundaydı.

Feodalizm/feodal sınıflar karşısında ilerici sınıf durumunda olan burjuvazi feodalizmin tasfiye edilmesinde devrimci rol oynadı ve işçi sınıfı burjuvazinin önderliğinde, ona yedeklenerek feodalizmin tasfiye edilmesi eylemine katılıyordu.

Bu dönem, burjuvazinin devrimci barutunu tüketmediği ve feodalizmin tasfiye edilmesi için burjuva demokratik devrimlere başvurup bu devrimleri gerçekleştirdiği tarihsel dönemdi. İlk işçi devrimiyle birlikte burjuvazi devrimci barutunu tüketti, işçi sınıfı mücadelesi ve devrimlerine karşı feodalizmle kol-kola girerek gericileşti.

 İşçi sınıfı devrimleri tarih sahnesine çıkarken yeni devrimci sınıf olarak işçi sınıfı da tarih sahnesinde yerini almış oldu. Burjuvazinin de feodalizmin de tasfiye edilmesi işçi sınıfının omuzlarına yüklenmiş, yeni tip devrimler devreye girmişti… 

Paris Komünü deneyimi ve 1905 Rus burjuva demokratik devrimi, özellikle 1917 Büyük Ekim Devrimi’nin açtığı tarihsel çığırdan sonra Çin’in toplumsal koşullarına uygun olarak biçimlenen 1949 Çin Devrimi’yle birlikte yeni bir devrim modeli ya da süreci tarih sahnesine çıktı.

1949 Çin Devrimi sosyalist değil, biçimde bir burjuva demokratik devrim niteliğindeydi. Bu devrim eski burjuva demokratik devrimlerinden farklı olarak, proletaryanın önderliğinde bütün devrimci sınıfların ittifak ettiği bir devrim veya bunların ortak iktidarı olma özellikleriyle yeni tipte bir devrimdi, nitekim devrimin önder kurmayı Çin Komünist Partisi (ÇKP) ve dünya proletaryasının büyük öğretmeni Mao yoldaş tarafından “Yeni Demokratik Devrim” nitelemesiyle tarif edildi…

Yeni Demokratik Devrim’in niteliği

Burjuva demokratik devrimlerden nitel kopuş gösteren Yeni Demokratik Devrim niteliği, bu niteliğiyle ilk kez 1949 Çin devrimiyle birlikte Mao yoldaş tarafından kurumsal sistematik bir biçimde formüle edilerek teorik çerçeveye oturtuldu. Çin’in sosyo-ekonomik yapısı, siyasi şartlar gibi toplumsal koşulları bu devrimi doğurdu ya da bu devrim ilgili koşulların ürünü olarak biçimlendi demek de yanlış olmaz… 

Mao yoldaş Yeni Demokratik Devrim’i nasıl tanımlıyor, nasıl gerekçelendiriyor, nasıl açıklıyor ve kavrıyordu?

Bunlara bizzat Mao yoldaştan yapacağımız ilgili aktarımlarla açıklık getirmeye çalışacağız…

Bilindiği gibi,

Yeni Demokratik Devrim, Proleter Dünya Devrimleri’nin bir bileşeni veya parçası olarak Çin’in toplumsal şartlarına göre biçim alan 1949 Çin devriminin niteliğiydi. Yeni tipteki bu devrimin teorisi Mao yoldaş tarafından geliştirildi… Maoizm’i benimseyen Kaypakkaya kulvarında yer alan siyasi partimiz, Mao yoldaşın teorisine uygun kavrayış temelinde hem genel devrim teorisi ve hem de Türkiye-Kuzey Kürdistan şartlarına uygun devrimin niteliği bağlamında Yeni Demokratik Devrim’i savunurken, onun özünü toprak sorunu (bu anlamda köylü sorunu) olarak açıklayıp kavradı.

Ki, bu tamamen bilimsel ve tüm teori tarafından desteklenerek doğrulanan ileri bir savunu niteliğindedir. Zira demokratik devrimi başka açıdan, sorunlu, sakat ve geri biçimde savunan, eski “Maocu’’, yeni Hocacı siyasi partiler de vardı-r.

Enver Hoca çizgisini benimseyen bu siyasi partiler demokratik devrimi, toprak sorunu olan özünden kopararak onu üst-yapı sorunlarına indirgiyordu. Demokratik mesele ve sorunların çözülmesi, demokrasinin geliştirilmesi vb. vs. şeklinde izah ettikleri gerekçeler zemininde demokratik devrimi gerçekleştirmeyi savunuyorlardı…

Kaypakkaya yoldaşın ideolojik-siyasi-örgütsel perspektifini ve genel siyasi çizgisini temel alarak savunan ve aynı siyasi güzergâhta ilerleyen partimiz, tıpkı Mao yoldaşın ortaya koyduğu gibi, Yeni Demokratik Devrimi yarı-feodal/yarı-sömürge ülke koşullarında geçerli olan bir devrim niteliği olduğunu savundu, savunmaktadır.

Ki, YDD’nin toprak sorunu özüne oturması da yarı-feodal/yarı-sömürge yapıya sahip toplumsal koşullarından kaynaklanır. Dolayısıyla, YDD’yi toprak sorunu özünden kopararak demokratik mesele ve demokrasinin geliştirilmesi gibi üst-yapı sorunlarına indirgeyerek daraltmak, Mao yoldaşın Yeni Demokratik Devrim tezi ve savunusunu sulandırmaktır.

Bugün yapılan tam da budur. Tarımın geliştirilmesi, makineleştirilmesi vb. vs. gerekçeler de, YDD için başlı başına yeterli gerekçeler olmayıp, onu yarı-feodal/yarı sömürge koşullara has bir devrim niteliği olduğu gerçeğini yadsımak, onu sulandırmaktır.

Bir kez daha tekrar edelim ki, bugün yapılan tam da budur. Budur çünkü yarı-feodal yapının ortadan kalktığını saptamak, şu veya bu nitelikte kapitalizmin egemen hale geldiğini ileri sürmek ama bütün bunlara rağmen devrimimizin niteliğini YDD olarak saptamak genel teoriye ters düşmekle birlikte, izaha muhtaç bir tespit ve savunudur…

Yeri gelmişken Mao yoldaşı dinleyelim; 

“Çin devriminin niteliği nedir? Bugün yapmakta olduğumuz ne çeşit bir devrimdir? Bugün biz burjuva demokratik bir devrim yapıyoruz ve yaptığımız hiçbir şey burjuva demokratik devrimin kapsamı dışında değildir. Genel olarak burjuva özel mülkiyet düzenini şimdilik yıkmamalıyız; yıkmak istediğimiz emperyalizm ve feodalizmdir. Burjuva demokratik devrim dediğimiz budur.’’

[Mao Zedung, Seçme Eserler, cilt 2, sf.246-247 (italikler bn aittir.)]

Yukarıdaki alıntıda Mao yoldaş, meseleyi son derece anlaşılır çıplaklıkla ortaya koyuyor. Burjuva demokratik devrim dediğimiz budur derken, bunu emperyalizmi ve feodalizmi yıkma göreviyle açıklıyor. Eğer feodalizm tasfiye olmuş veya kalıntı ve kırıntılar düzeyinde tali duruma düşmüş ve dolayısıyla feodalizmi yıkma görevi esas olmaktan çıkıp hatta ortadan kalkmış ise YDD’yi ne ile gerekçelendirip açıklayabiliriz?

Açıkladığımız gerekçeler Mao yoldaşın YDD tezine uygunluk arz eder mi?

 Kesinlikle hayır.

 Sadece

………….. emperyalizmin tasfiyesi nedeniyle demokratik devrim savunulamaz.

Emperyalizmin varlığı, hegemonyası ve talancı ilişki ve bağları bugün çok daha etkin, güçlü, geniştir. Ve şayet emperyalizme bağımlılık meselesini, salt bu meseleyi YDD’ye yeterli gerekçe edeceksek, YDD’nin bir dizi kapitalist ve geri-kapitalist ülke için geçerli olması gerekir ki, bu YDD’yi sulandırmakla birlikte, vitesi geriye takıp devrimleri geri niteliğe çekmek olur.

Dahası, bugün komprador kapitalizm veya komprador tekelci burjuvazi (bu düzen) gerçeğinde, YDD’yi savunarak burjuva özel mülkiyet sistemine dokunmayacak mıyız?

Sadece emperyalizmi ve kalıntı-kırıntı durumundaki feodalizmi mi tasfiye edecek, salt bunun için mi YDD’yi savunup gerçekleştireceğiz?.. 

Hangi devrimin gerçekleştirileceği çelişkilerin niteliğine göre belirlenir

Daha da önemlisi emperyalizmin tasfiye edilmesi sorunu, tutarlı biçimde açıklanmak durumundadır. Emperyalizm yarı-feodal toplumda farklı dayanaklara sahipken, komprador kapitalist vb. toplumsal sistemlerde daha farklı sınıfsal dayanaklara sahiptir.

 Coğrafyamız somutunda emperyalizmin tasfiye edilmesi hedefiyle YDD’nin savunulması, doğrudan onun yerli sınıfsal dayanaklarına yönelmeyi gerektirir. Bu dayanaklar ortadan kaldırılmadan emperyalizmin tasfiye edilmesi bir hayal olmaktan ileri geçmez.

Yerli sınıfsal dayanaklar dikkate alındığında bunlara karşı gerçekleştirilecek devrimin, emperyalizm ve feodalizmi yıkmayı hedefleyen YDD’den farklı biçimleneceği açıktır.

Yani, feodalizmin tasfiye olarak kırıntı-kalıntı durumuna düşmesi ve yerini komprador burjuvazi veya komprador tekelci burjuvazinin alması şu anlama gelir ki, YDD feodalizm yerine, egemen hale gelen kapitalizmi yıkmayı hedefleyecektir.

Milli nitelikteki kapitalizmin emperyalizmle dolaylı-dolaysız ilişkiler içinde olup milli niteliğinin esasta ortadan kalktığını, en iyimser haliyle milli kapitalizmin lokal kaldığını ve son derece cılız olduğunu düşündüğümüzde, YDD’nin dokunmayıp hatta geliştireceği kapitalizmin bir YDD sürecini gerektirip gerektirmeyeceği kendiliğinden tartışmalı bir durum olur.

En önemlisi de, günümüz koşullarında milli kapitalizmin geliştirilmesi için bir demokratik devrim mi yapacağız, yoksa her düzeydeki kapitalizmin sosyalist dönüşüm temelinde millileştirilmesi perspektifiyle işbirlikçi büyük burjuvazi ve kapitalizmi, dolayısıyla emperyalizmi tasfiye ederek sosyalist inşa için sosyalist devrimi mi gerçekleştireceğiz? İşte meselenin tümü bundan ibarettir; devrimi sağa mı çekeceğiz, yoksa ileriye mi çekeceğiz?..

Peki, yeni demokratik devrim nasıl bir devrimdir?

Mao şöyle der;

“Yeni demokratik devrim, proletarya önderliğindeki geniş hak kitlelerinin anti-emperyalist ve anti-feodal devrimidir.’’, “Bu ne burjuvazinin ne de proletaryanın tek sınıf diktatörlüğüdür, proletarya önderliğindeki devrimci sınıfların ortak diktatörlüğüdür.’’(age, sf.333)

Evet biz,

bugün itibarıyla, yani feodalizmin tasfiye olduğu koşullarda bir anti-feodal bir devrim mi gerçekleştireceğiz?

 Yani, tasfiye olmuş olan feodalizmi tasfiye etmek için mi bir demokratik devrim gerçekleştireceğiz?

Yoksa

sosyalist devrimle

emperyalizm, komprador veya komprador tekelci kapitalizm ve genel olarak büyük burjuvazi ve büyük sermaye sınıflarını tasfiye edecek bir sosyalist devrim mi gerçekleştirmeliyiz?

 Elbette sosyalist devrim!..

Ve yine biz, bugün itibarıyla proletarya diktatörlüğünü kurmak için mi bir devrim gerçekleştirmeliyiz, yoksa daha geri olan bütün devrimci sınıfların ortak diktatörlüğü için mi bir devrim gerçekleştirmeliyiz? Kuşkusuz ki, tarihsel ve toplumsal koşullar proletarya diktatörlüğü için devrim yapmamızı ihtiyaç etmektedir…

Hangi devrimi ve nasıl bir devrimi gerçekleştirmemiz gerektiğini Mao yoldaş çelişkilere/çelişkilerin niteliğine bağlı olarak tarif etmektedir. Bilindiği gibi Mao yoldaş, demokratik devrimin geçerli olduğu koşulları, geniş halk yığınlarıyla feodal sistem arasındaki çelişmeyle açıklamaktadır.

Ülkedeki çelişmeyi burjuvazi ile proletarya esasına göre tespit eden anlayışların, bu çelişme tespitine rağmen YDD’yi öngörmesi mantığa da Mao yoldaşa da terstir…

Şöyle demektedir Mao: 

“Farklı niteliklerdeki çelişmeler ancak farklı nitelikteki yöntemlerle çözülebilir. Örneğin, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme, sosyalist devrim yöntemiyle çözülür; geniş halk kitleleri ile feodal sistem arasındaki çelişme, demokratik devrim yöntemiyle çözülür; sömürgeler ile emperyalizm arasındaki çelişme, milli devrimci savaş yöntemiyle çözülür; sosyalist toplumda işçi sınıfı ile köylü sınıfı arasındaki çelişme, tarımın kooperatifleştirilmesi ve makineleştirilmesi yöntemiyle çözülür…’’ (age, sf.427)

Alıntı meseleyi çok net ortaya koymakla birlikte, karıştırılmayacak kadar anlaşılır ve berraktır. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişme sosyalist devrim yöntemiyle çözülür; geniş halk kitleleri ile feodalizm arasındaki çelişme, demokratik devrim yöntemiyle çözülür demektedir Mao yoldaş.

Şayet Türkiye-Kuzey Kürdistan için bir YDD savunulacaksa, o halde bu coğrafyada baş çelişme tespiti, feodalizm ile geniş halk kitleleri arasındaki çelişki olarak yapılmak durumundadır. Tersi, eklektik ve ampirik olur ki, bu duygusal bağın koparılamamasıyla açıklanabilir…

Alıntıda dikkat çeken bir diğer husus ise, tarımın kooperatifleşmesi ve makineleştirilmesiyle ilgili söylenenlerdir. Yani, YDD’nin gerekçelerini tarım sorununa bağlayan yaklaşımların da hatalı olduğu alenen görülmektedir. Ve Mao bu sorunu sosyalist toplumdaki çelişmeler bağlamında ortaya koyup, sorununun YDD’nin gerekçesi olmadığını, aksine sosyalizmin bir sorunu olduğunu ortaya koymaktadır… 

Daha da dikkat çekici olan, köylü sınıfının sosyalist toplum sürecindeki varlığına dönük belirlemesidir. Yani, köylü sınıfının şu veya bu düzeyde ama çelişmenin esas niteliğini temsil etmeyecek nitelikte var olması, ne toplumsal sistemin yarı-feodal olduğunu gösterir, ne de devrimin YDD olmasını şart koşar veya ona gerekçe olur… Feodalizmin kalıntılarından ve kırıntı durumunda olduğundan bahsedip bundan hareketle YDD görevine işaret edip bu devrim niteliğinin geçerli olduğunu ileri süren anlayışların hatalı olduğu açıktır…

Bir kez daha Mao yoldaşa başvuralım: “Şimdiki aşamada Çin Devrimi’nin hala bir proleter-sosyalist devrimi değil de, bir burjuva-demokratik devrimi niteliğini taşıdığı son derece açıktır” (…) “Devrimin itici gücünü hala esas olarak işçiler, köylüler ve şehir küçük burjuvazisi meydana getirmektedir; fakat artık milli burjuvazi de bunlara katılabilir.’’ (Mao, Cilt 1, sf. 248-249)

Görüldüğü üzere, YDD’nin itici güçlerini sıralamaktadır Mao yoldaş. Buna göre şu soru haklı olarak belirir; bugünkü devrimimizde köylülük devrimin itici gücü olarak hangi sırada yer alır, esas itici güç durumunda mıdır?

Zira demokratik devrim sürecinde köylülük devrimin temel gücüdür. Bugün bu pozisyonunu, devrimdeki temel rolünü temsil edecek durumda mıdır? Kuşkusuz ki, köylü sınıfı devrimde itici güçler arasında yer alır/alabilir. Lakin YDD’de olduğu gibi devrimin temel gücünü teşkil edecek durum ve nicelikte değildir.

Köylülüğün bu durumu doğrudan devrimin niteliğiyle alakalı olup, ancak YDD sürecinde devrimin temel gücünü oluşturur. İşçi sınıfının yanında devrimin itici güçleri arasında yer alması, devrimin niteliğini YDD olarak koşullamaz… 

Öte taraftan, milli burjuvazi devrimde itici güç durumunda mıdır, bu niteliği var mı, devrime katılabilecek bir milli burjuvazi var mıdır? Mao yoldaşın sözleriyle; artık milli burjuvazi de devrimin itici güçleri arasına katılabilir. Yani YDD sürecinde pek tabii olarak milli burjuvazi(sol kanadı diyelim) devrimin itici güçleri arasına katılabilir. Fakat böyle de olsa, bugünkü bir devrime katılabilecek bir milli burjuvazi yoktur; çok cılız ve dikkate değer olmayan nicelikte katılması mümkün olsa da, bu oran bir sınıfsal tabakayı temsil etme niceliği ve niteliğine sahip değildir. Bugün ancak “kavga-dövüşle’’ bir devrime katılacak ya da katılmayacak bir milli burjuva tespit edilebilinir. Bunun ötesinde bir milli burjuva tasavvuru zorlamayı geçmez…

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.

https://gazetepatika23.com/yeni-demokratik-devrim-tespitine-elestirel-bir-bakis-162290.html

 

Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)