1985-1990 yıllarında Paris, ilticacılar için büyük
zorlukların yaşandığı bir şehirdi. O tarihlerde iş ve ev bulmak çok zordu.
Kiralık ev bulunsa da ilticacılara vermiyorlardı. Paris’te ev bulamadığım için
Paris’e elli kilometre uzaklığı olan Melun (77) bölgesinde, bir arkadaşın
yardımıyla yaklaşık yüz yıllık tahtadan yapılmış üç katlı bir binada iki odalı
bir eve yerleşmiştim.
Paris’te Türkiye’de yasal olarak çıkan Yeni Demokrasi
Dergisi okurları, dergi ile dayanışma adı altında bir gece organize etmişlerdi.
Geceye katılan sanatçılar arasında Sivas’ta şeriatçı faşistler tarafında
katledilen sanatçı Hasret Gültekin de vardı. Gece tertip komitesinden bir
arkadaş beni telefonla arayarak, “misafirlerimiz var bir geceliğine misafir
eder misiniz?” dedi. “Tabi ki” dedim, Trene bindirin garda alırım dedim.
Karşılamaya gittiğimde Hasret Gültekin ile birlikte sarışın, güler yüzlü, adeta
etrafına ışık saçan kibar bir bayan, gözlerimin içine bakarak yarım Türkçesiyle
elini uzatarak ‘
Merhaba ben Anna’ dedi.
Merhaba, hoş geldiniz dedim.
Biraz da şaşırmıştım. Misafir bekliyordum ama tanımadığım
Türkçe az bilen İsviçreli bir misafir asla beklemiyordum.
Açık söylemek gerekirse biraz da şaşırmıştım.
O da bunun farkında idi.
Benim uzun sakallarım vardı. Bana bakarak, “Yeni Demokrasi
Dergisinin okurları hep sakallı mı?” dedi. Kadını tanımadığım için gülümsedim.
Hasret Gültekin, ”biz jiletten tasarruf ediyoruz arkadaş”
dedi.
Barbara Hasret’e bakarak, “çok komik, tembellikten değil
mi?”
Hasret Gültekin güldü.
Barbara Anna konuştukça ben rahatlıyordum.
Açıkçası ben evi düşünüyordum. Yerimiz oldukça dardı.
Hasreti düşünmüyordum Nasıl olsa o bizi anlar diyordum. Yabancı bir kadını
nerede nasıl yatıracağım diye kara kara düşünüyordum.
Sohbet ede ede eve geldik.
Akşam olmuştu. Hiç unutmam Devri Daim Mekanı Gönüller
Yıldızlar Yoldaşı Olsun eşim akşam yemeği için, içli köfte hazırlamıştı.
Barbara Anna da içli köfteyi çok severmiş.
Barbara eşime teşekkür ederek, “sen benim bu yemeği çok
sevdiğimi biliyor muydun?” dedi.
Hasret Gültekin takılmadan duramadı, “hayır yenge köfteleri
benim için yaptı” dedi.
Eşim: “ Helal Hoş olsun, hepiniz için yaptım” dedi.
Yemekten sonra bir hayli sohbet ettik.
Zaman çabuk geçmişti. Geç olmuştu sıra yatmaya gelmişti.
Sabah erken kalkacaktık. Yabancı bir kadını nereye yatıracaktık. Yataklar
serilmeye başlarken, Barbara Anna bize sormadan gitti kızımın yatağına girerek,
kızıma sarılarak ‘ben yoldaşımla yatacağım’ dedi.
Hiç yabancılık çekmiyordu. Sanki aileden biriydi. Rahat
tavırlarıyla etrafına gülücükler saçıyordu. Yıllardır tanışıyormuşuz gibiydi.
Bizde hiç itiraz etmedik çünkü yerimiz yoktu o bunun farkında idi. Adeta
sevinmiştik. Başka misafirimiz de vardı.
Herkes yatağına girmişti.
“İyi geceler” dedikten sonra, lambaları söndürdük.
Yaklaşık 20 dakika sonra Hasret Gültekin yataktan kalkarak
lambayı yaktı yüksek sesle,
“ben burada yatamam!” dedi.
Dedim ya burası eski bir tahta binaydı, en altta bodrum
vardı. Bodrum katı karafatma denilen böceklerle dolu idi, ne yaptıysak baş
edemedik. Hep onlar galip geldiler. Gece lambalar söndürüldükten sonra evlere
dalarlardı.
Hasret Gültekin duvar dibinde yatıyordu. Karafatmaların
dolaştığını görünce korkmuş, Hasret Gültekin’in bağırmasıyla hepimiz kalktık.
Barbara Anna da kalkmıştı.
Barbara Anna, “ne oldu Hasret?” diye sordu.
Hasret: “Bu evde böcek var, ben yatamam” dedi, böcekleri göstererek. “Bak dolaşıyorlar” Ben ve eşim çok üzülmüştük.
Barbara Anna gülmekten yıkılıyordu.
Üzüldüğümüzü de anlamıştı.
Barbara Anna, Hasret Gültekin’in gözlerinin içine bakarak:
“şuna bak bir de kendisine Partizancıyım” diyor.
“Sen hayatta Partizancı olamazsın.
Arkadaş Partizancılar böcekten korkar mı?
Sen yarın dağa çıksan ne yaparsın, orada ayı var, kurt var,
yılan var, fare var, akrep var. Hem de orada, böyle yatak yok ki.
Böyle bir yatağı bulmuşsun, daha ne istiyorsun çabuk yat”
dedi.
Hepimizi bir kahkaha aldı. Onun o rahat tavırları ve çıkışı
biraz bize moral vermişti. Fakat Barbara Anna’nın Hasret Gültekin’e ne demek
istediğini anlayamamıştık. Sabah oldu Kahvaltımızı yaptık, Barbara aileden
biriymiş gibi Bana eşime ve çocuklarıma ayrı ayrı sarılarak kendinize iyi bakın
diyerek veda etti.
Barbara ile Hasret gittikten sonra eşimle sohbet ettik
Hasret bizimki idi Hasret bizi anlayacağına İsviçreli bir burjuva aileden gelen
Barbara bizi daha iyi anladı. Bir an Aklıma o büyük insan Che Guevara geldi.
Yılar sonra basında takip ettiğim kadar Barbara Anna
Dersimde şehit düştüğünü öğrendiğimizde, o zaman Barbara Anna’nın Hasret
Gültekin’e ne demek istediğini anlamıştık. Barbara Annanın Şehit olmasına
ailece çok üzülmüştük. Onun cesareti, insanlara yaklaşım tarzı, birilerini
eleştirirken bile kendisine hayran bıraktıran, rahat tavırları soğukkanlı
duruşuna hayran kalmıştım.
Bizler Avrupa ülkelerini tercih ederken, Barbara Anna,
“bunun çözüm olmadığını, kendi ülkenizde devrim yaparak sorunun çözüleceğini”
söylüyordu. O güzel insanın cesaretine, bilgisine, enternasyonal bakış açısına
hayran kalmıştım.
Bir düşünün: Barbara Anna Avrupa’nın cennetlerinden birinde
yaşıyordu. Barbara Anna İsviçreli idi. Ekonomik durumu oldukça iyi olan iyi de
bir eğitim görmüş, İsviçre’de yetişmiş, kültürlü bir insandı. Sistem her açıdan
onu da kuşatmıştı, her şeyi tozpembe görmesi için şartlar fazlasıyla mevcuttu.
Fakat o sadece gösterileri değil aynı zamanda görünenin
altındaki gerçekleri de gören bir çaba içersin de idi.
Sömürüyü, yabancılaşmayı, her şeyin metalaşmasını; kadının
ince ama vahşi bir yola ikinci sınıf konumda tutulduğunu; diğer bazı ülkelerin
ülkesi tarafından sömürüldüğünü; yoksul semtlerle zengin semtlerin yaşam
standartlarını görüyor ya da fark ediyordu. Bunlar onda her dürüst insanda
olması gerektiği gibi “sisteme karşı çıkış” duyguları doğuruyordu. Okuyor,
araştırıyor ve Marksist Leninist Maoist bilimini kendisine rehber ediniyordu.
Barbara Anna 1980’li yıllarda İsviçre’ye gelen iltica
talebinde bulunan yabancılara dil, din, ırk ayırımı yapmadan 72 millette aynı
nazardan bakarak herkese yardım ediyor, yol gösteriyor, onların sorunları ile
bizzat bire bir ilgileniyor, adeta yardım etmeyi kendisine bir görev olarak
kabul ediyordu. Bundandır ki Zürih’te bulunan bütün yabancıların ablası,
yoldaşı olmuştu.
Çünkü o, enternasyonal bir Devrimci idi. Daha sonra
İsviçre’de Türkiye’deki hapishanelerde devrimcilere yönelik saldırılara karşı
çıkan tutuklularla Dayanışma Komitesinde yer almıştır. Anti-emperyalist guruplarla
dayanışma içersin de faaliyet yürütürken gazeteci olarak Peru’ya gider.
Nikaragua’da Sandinistlerin iktidara gelmesi üzerine, Avrupa’dan giden
gönüllerin organize işinde görev alır.
Daha sonrada İbrahim Kaypakkaya ardılarıyla ilişkiye girerek
enternasyonalizmin en yüce örneklerinden birisini sergiler ve Türkiye devrimci
hareketine doğrudan katılır. Basında takip ettiğimize göre Barbara Anna 1991
yılında İstanbul’da kaldığı ev basılır yakalanarak göz altına alınır 15 gün
işkencede kalır İbrahim Kaypakkaya’nın “ser verip sır vermeme” geleneğine uygun
davranır. Çıkarıldığı mahkemede
“beni siz değil, enternasyonal proletarya yargılar” diyerek
T.C. mahkemelerine meydan okur. 8 ay tutuklu kalır. Cezaevinden çıktıktan sonra
Şubat 1993’de Dersim dağlarında şehit düşerek devrim şehitleri kervanına
katılır.
Hasret Gültekin ise 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta otuz beş can
ile birlikte, insanlıktan nasibini almamış, şeriatçı faşistler tarafından
alçakça katledildi.
O gün, Sivas’ta halkın bağrı 35 kez bıçaklandı.
Özgürlük 35 kez hançerlendi.
Özgürlük 35 kez dara çekildi.
35 canımız yakılarak katledildi.
Onların anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Hasret Gültekin ile Barbara Anna’yı bir günlüğüne de olsa bu
güzel insanları misafir etmek onları tanımak bizim için onur olmuştur. Onları
asla unutmayacağız.
Barbara Ana Kirstler ve Hasret Gültekin Şahsında tüm devrim
şehitlerin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Devrim Şehitleri Ölümsüzdür.
Barış Aydın