Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize
edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen
Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin
aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir
başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.
Her ne kadar da fiilen ilkini dinci yobazlar güruhu,
ikincisini de Kürt Ulusal Hareketine bağlı güçler gerçekleştirmiş olsa da fakat
şunu her seferinde net ve doğrudan ifade etmek gerekiyor ki bu her iki vahşetin
asıl sorumlusu, bunları tertipleyip yaptıran irade olarak; Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin “üst aklı” denilen, o karanlık güçleridir: Yani MİT ve bir
kontrgerilla oluşumu olan, Özel Harp Dairesi’dir.
Bir yıl önce; “Katliamının 30. Yılında Madımak ve es geçilen
Başbağlar…” başlığı altında şöyle seslenmiştim:
“Sözüm öncelikle komünist ve sol-sosyalist kesime: Ne zaman
gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte standartçı yaklaşımları terk etmeyi
başaracağız acaba? Ne zaman ‘bizim cenah’ dediğimiz kesimlerce de halka karşı
işlenmiş ağır suçları tereddütsüzce kınayacağız?”
“Her 2 Temmuz’da
Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor
acaba?”
“Oysa Başbağlar Köyü’nde de toplam 33 insanımız hunharca
katledilmişti. (28 erkek kurşuna dizilerek, 5 kadın ise yakılan evlerden
çıkamayarak, yanarak can vermişti.)”
“Burada
şöylesi çok özgün bir yan var: Madımak katliamı ile Başbağlar katliamı aynı
senaryonun birbirini tamamlayan iki perdesidir. Dolayısıyla da bu her iki
katliam karşısında ‘tarafgirli’ bir pozisyon sergilenemez. Madımak katliamı
yüreklerimizde nasıl dinmeyen bir sızı ve acı olarak anlam kazanıyorsa; Madımak
ateşinde yakılarak kıyıma uğratılan Başbağlar’da ki 33 masum, günahsız halktan
insanımız da aynı şekilde karşılık bulmak zorundadır. Aksi takdirde bizim hem
vicdan terazimizde ve hem de adil olma desturumuzda sorunlu yanlar var
demektir.”
Bugün başta Kürt Ulusal Hareketi bileşenleri olmak üzere,
diğer pek çok sol-sosyalist ve komünist yapının gün vesilesiyle verdikleri
demeçler, maalesef ki önceki yılların o, “vicdan terazimizde ve hem de adil
olma desturumuzda sorunlu yanlar var demektir” ifadesinde dile gelen gerçeği
doğrulayan demeçleriyle adeta birebir aynı. Yani yine Başbağlar katliamının
sessizce es geçilmesi tercih edilmiş.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, 1 Temmuz 2024 tarihli
yazılı açıklamasında; “(…) Zaten Sivas Katliamı’nın tertiplenmesi esas olarak
Kürdistan’da gelişen mücadeleyle Alevi toplumunun mücadelesinin buluşmasını
önlemek içindir. Kürt halkının mücadelesini gören ve buna olumlu yaklaşan Alevi
aydınları katledilerek bunun önü alınmak istenmiştir. Katliamın Sivas’ta
tertiplenmesi ise son derece bilinçlidir, çünkü hem Kürt-Alevi halkının hem de
Türk-Alevi halkının birlikte yaşadığı bir bölgedir.” dedikten sonra; “Tarihsel
sorumlulukla hareket etme çağrısı” alt başlığı altında şöyle devam edilmekte:
“(…) Sivas Katliamı’nı andığımız böylesi bir dönemde bunun
gereklerine göre hareket etmek, bu temelde halklar arasındaki ilişkileri
güçlendirmek ve halkların kardeşliğine ve bir arada eşitçe yaşamasına dayalı
birleşik mücadeleyi daha da geliştirmek tarihsel sorumluluğumuz gereğidir. (…)”
(abç)
Bunların söylendiği bir durumda, doğal olarak, şöyle demek
gerekiyor herhalde: Tamam, vicdan ve adil olma gereğiyle, altında PKK’nin
imzası olan Başbağlar katliamının özeleştirisinin yapılması ve Madımak
katliamının her yıl dönümünde, Madımak ateşinde yakılan Başbağlarlı o masum
halktan insanların katli, tıpkı Madımak katliamının lanetlediği gibi, lanetleme
olgunluğu ve sorumluluğu henüz oluşmamışsa şayet; o halde bari yapılan
açıklamada ileri sürülen şu: “halklar arasındaki ilişkileri güçlendirmek ve
halkların kardeşliğine ve bir arada eşitçe yaşaması”nı mümkün kılacak
koşullardan biri olan, kendi adınıza “güven oluşturma”/”güven verme” gereğince
o özrün dilenmesi ve her yıl dönümünde tıpkı Madımak için gösterilen duyarlılığın
gösterilmesinden neden itinayla imtina ediliyor acaba?
Keza, madem samimi olarak Devletin “Sivas Katlimı”nı, Kürt
ve Alevi mücadelesinin birleşmesini engellemek amacıyla ve keza farklı inanç ve
uluslardan halkımız arasında düşmanlık geliştirmek için özel bir tercihle
Kürt-Türk ve Alevi-Sünnilerin bir arada yaşadığı Sivas’ı tercih ettiği
söyleniyorsa ve gerçekten buna inanılıyorsa; o halde bu çifte standart ve bu
muazzam tutarsızlık niye?
Çünkü Başbağlar’ın yer aldığı Erzincan da bire bir aynı özellik
ve hassasiyetlere sahip bir yer! Peki nasıl oluyor da Devletin Sivas’ta
tertiplediği katliam, bahsi edilen amaca ve sonuçlara hizmet ediyor da aynı
sonuçları fazlasıyla doğuran Başbağlar katliamı neden o aynı amaç ve sonuçlara
hizmet etmiyor?
Ettiği besbelli! O halde bari, çok çok geç kalınmış olsa da
“zararın neresinden dönülürse kârdır” desturuyla; sırf düşmanın oyun ve
tuzağının boşa çıkartılması ve halklar arasında oluşan o güven yıkımının, bir
nebze de olsa onarılmasına zemin oluşturulması ve katkı sunulması adına neden
bahsi edilen o “tarihi sorumluluğun gereği” yerine getirilmiyor acaba?
Aslında bu, sırf sorunun pragmatist ele alınışı boyutuyla
bile böyle olması gerekirken; ama esas olarak, demokrasi ve özgürlükler
mücadelesinin temel omurgasını oluşturan ve de olmazsa olmazı sayılan eşitlik
ve adalet prensiplerinin gereğince yapılması gerekiyor. O çağrısı yapılan
“tarihi sorumluluğun gereği” aslında tamda bu olmak zorundadır. Çünkü asıl
güven ancak ki bu ilkesel duruş ve pratik tutumla oluşabilir.
Bunu bugünden bile beceremiyorsak; sahi, o halde yıkmak
istediğimizden farkımız ne?