“Devrim öncesi süreç” elbette ki her toplumsal yapı gerçekliğine göre farklılık ve özgünlükler arz ediyor olacağından; haliyle, her bir örnek somutunda devrimi örgütleme tarz ve süreci de önemli oranda farklılık ve kendine has özellikler taşıyor olacaktır.
Bu kısa soyutlama girişin ardından, yazı başlığı da olan
konu daha somut olarak ele alınabilir artık.
Uzunca bir süreden beridir tamamen kapitalist üretim
ilişkileri hakimiyetine girmiş olan Türkiye ve K. Kürdistan somutunda olgular,
devrimin ancak ki günümüze uyarlı, Ekim Devrimi tarzı bir Toplu Ayaklanma
Strateji ile mümkün olabileceğine hükmediyor. Dolayısıyla da bura devrimcileri,
devrimin örgütlenmesi stratejik görevini mecburen, devrimci bir durum
oluşuncaya dek sürecek olan o “evrimci” hazırlık evresinde yerine
getireceklerdir. Bu, niyetsel bir tercih veya bir keyfiyet değil; olguların
dayattığı nesnel zorunlu bir gerekliliktir.
Süreç, nesnel koşullardan ötürü “evrimci” bir karakter arz
ediyor olsa da ama devrimci sol-sosyalist ve komünist güçler bu hazırlık
sürecinin görev ve sorumluluklarını elbette ki edilgen, düşük reflekslerle
olayların peşinden sürüklenen, sistemle uzlaşıcı, reformist bir perspektif ve
pratikle değil; devrimci bir perspektif, devrimci bir yaklaşım ve aktif militan
öncü bir müfreze ruhu ve pratiğiyle karşılayıp yerine getirmek zorundadırlar.
Ve elbette ki bütün bu görev ve sorumlulukları yerine
getirebilmeleri için günün ve “zamanın ruhuna” uygun dinamik mücadele yöntem ve
araçları, kendisini ısrarla yenileyerek, yedekleyerek mücadeleyi kesintisiz
sürdürmeyi olanaklı kılacak mekanizmaları oluşturmaları gerekiyor. Aksi
takdirde, sadece niyetlerle ve dar marjinal örgütsel yapıların idamesine odaklı
bir devrimcilikle devrimi örgütleyebilmek, koca bir ham hayaldir.
Devrimi örgütlemek demek; devrimci güçlerin, sürecin
devrimci görev ve sorumluluklarını layıkıyla yerine getirebilmeleri için
öncelikle kendilerini örgütlemeleri gerekir. Bu, “devrimi örgütleme”
meselesinin esası da demek olan kitlelerin bilinçlendirilip örgütlü bir güç
haline getirilebilmesi ve keza devrim anının askeri-teknik ve kadrosal alt
yapısının hazırlanabilmesi için, “olmazsa olmaz” bir ön koşuldur.
Bütün bunlar da kuşkusuz ki devrimci öncü müfrezenin, hiç
abartısız, bir “savaş kurmay heyeti” gibi; süreci günlük, yakın, orta ve uzun
erimli bir planlamayla ele almasını ve her bir aşamada neyi nasıl ve hangi
aşamalarla, hangi yöntem ve mekanizmalarla karşılaması gerektiğini, değişen
koşullara göre bunları, anında müdahaleyle yenileyip, daha bir yetkinleştirmesi
ile mümkün olabilir ancak ki.
Yıllar boyudur birçok devrimci güç, kongre veya konferans
kararı olarak, örneğin başta çeşitli milliyet, cinsiyet ve inançtan işçiler
olmak üzere, ön görülen devrimin temel öznesi sayılan emekçi sınıf ve
tabakaların ve keza özel olarak da kadınların ve öğrenci gençliğin
örgütlenmesini, öncelikli temel görevlerinden biri olarak belirler ve bunu tüm
dünyaya da gururla duyururlar.
Ve ama gerek ortaya koydukları ve gerekse pratikleri yakın
plandan mercek altına alınıp incelendiğinde görülecektir ki; bu temel ve
öncelikli olarak addedilen görev ve alanlara ilişkin; neyin nasıl ele alınması
ve de hangi aşamalarda nelerin yapılması gerektiğine ilişkin hem yakın, orta ve
uzun erimli bir planlamaları, hem bu planların pratiğe nasıl ve nelerle
geçirileceğine dair, somut herhangi bir projeleri yok ve hem de öz eleştirel
bir yaklaşımla, yapılmaya çalışılan veya yapılanlarda varılan veya varılamayan
sonuçların belli aralıklarla masaya yatırılıp muhasebesi yapılarak daha iyi ve
daha ileri noktalara taşınması şeklinde bir çalışma disiplin ve prensibi
yok.
Yani o ulvi kararlar,
deyim uygunsa, “saldım çayıra, Mevla kayıra.” hesabı, kendiliğindenci bir
akıbetle, zaten ta en baştan itibaren boşa çıkarılmış oluyor.
Öte yandan bilinir ki devrimin öznesi olarak addedilen
kitlelerin tamamı veya ezici çoğunluğuyla doğrudan organik bir bağ içinde
olabilmek, istenen ve arzulanan bir şey olmakla birlikte; ama bu, özellikle de
sendika, kooperatif, konsey-meclis ve parti gibi köklü ve güçlü devrimci kitle
örgütlerinin henüz oluşmamış olduğu süreçlerde pek de olası değil.
Dolayısıyla da bu süreç boyunca yapılması gereken şey; bir
taraftan peyderpey organik bağlar oluşturulmaya çalışılırken, ama esas olarak
da kitlelerin gündemini meşgul eden tüm somut sorunları üzerinden, ortaya
konulacak isabetli eylemsel pratik tutum ve yaklaşımlarla onlarla dirsek teması
ve zihinsel bağlar kurmak ve keza yine bunlar üzerinden şekillenecek ve
işlevsel özellikleri olan genel ajitasyon-propaganda ile de onları zihnen
örgütlemeye çalışmak (evet, bu belki zorlu bir uğraştır ve ama asla imkansız
değil.).
Ve yine bilinen ve ama devrimci güçlerin ekseri
çoğunluğunun, tipik sol sekter yaklaşımlarla, es geçtiği bir gerçektir ki;
güncel realitelerinden kopuk, esasen de soyut, onların usunda kayda değer bir
etki yaratmayacak türden genel ve bu anlamıyla da işlevsel herhangi bir
karşılığı bulunmayan akademik ve ideolojik ajitasyon ve propaganda karşısında
kitleler sağır ve haliyle de zihnen kapalı olurlar.
Dolayısıyla da bu tarz tutum, yaklaşım ve çalışma tarzıyla
devrimi örgütleme görevi, bin yıl da geçse, asla yerine getirilemeyecektir. Ve
keza bundan ötürü de devrim anlarının ortaya çıkacağı her tarihi süreçte, başta
komünistler olmak üzere, devrimci güçlerin; “devrimin sübjektif güçlerinin”
hazırlanmasına ilişkin görev ve sorumluluklarını esasen yerine getirmemiş
olmalarından ötürü, devrim olasılığı her seferinde boşa düşecektir.
Gönderen Halil Gündoğan