20 Temmuz 2024 Cumartesi

BİR DEVRİMİN DEĞERİ UĞRUNA ÖDENEN BEDELLERDEDİR, HER ŞEYE RAĞMEN BİR DEVRİM OLASILIĞI HALEN GÜNCELDİR/Fikret Karavaz


 BİR DEVRİMİN DEĞERİ UĞRUNA ÖDENEN BEDELLERDEDİR, HER ŞEYE RAĞMEN BİR DEVRİM OLASILIĞI HALEN GÜNCELDİR

Bir coğrafyanın, özellikle de bizim gibi yarı sömürge, yarı feodal bir coğrafyanın sınıf çelişkilerine, Ulusal sorun, inanç ve meshep çelişkileri de eklenmişse, doğrudan sosyalist olabilme ihtimali yok denilemese de çok zor olan o devrimin yolu çok çetrefillidir,o yolda dostan çok düşman vardır, hatta devrimcilere dost görünenlerin çoğu da keskin virajlarda, devrimin karşısına maskeli ya da maskesiz düşman olarak dikilir.


İstanbul'da bir anket yaparak işçi ve esnaf sayısını karşılaştırsak, belki de esnaf sayısı işçi sayısını ikiye katlar. Bu ne demektir?

Bu demektir ki bizde, Köylülüğün farklılaşmasından yalnızca işçi sınıfı değil, küçük burjuvazi, yarı proletarya ve Orta sınıflara kadar bir çok ara sınıf ve tabaka da türemektedir.


Bu durum, yalnızca işçi sınıfının dinamikleriyle bir devrim olasılığını handikaplı hale getirirken, Köylülüğün de çoğunlukla topraksız köylülük değil küçük ve Orta kötlülükten oluşması bir köylü halk savaşı stratejisinin de en önemli handikapıdır.

Buna karşılık, tarihsel olarak bir isyan geleneği olan Kürt milli meselesi etrafında, kendi kaderini tayin hakkı BAĞLAMINDA politize olmuş olan Kürt proletaryası ve Köylülüğü, eğer, rasyonel bir devrim programı etrafında sınıf dinamikleriyle Birleştirilebilirse, özellikle de bugün dünyanın yeni bir emperyalist yeniden paylaşım savaşına sürüklendiği bir siyasal konjonktürde, solun bütün dağınıklığına ve yetersizliğine rağmen bir devrim olasılığı, her şeye rağmen halen günceldir.

Fakat, her keskin virajda, devrimin karşısına maskeli ya da maskesiz düşmanlar olarak çıkan ve esasta, meshep ve ulusal çelişkileri kendine göre eğip bükmeye, kendilerine göre yönlendirip biçimlendirmeye eğilimli olan her iki milliyetten de üst ve Orta sınıflar ve hatta bu sınıflara ideolojik olarak yedeklenmiş olan, yarı proletarya, küçük burjuvazi ve hatta kimi proleter kitleler, böylesi keskin virajlarda, arabanın içinde değil ama etrafında konumlandıkları için  devrim arabasının merkez kaç kuvvetiyle dışa doğru savrulmasına neden olup hatta arabayı devirebilirler de...


Ki 12 Mart ve 12 Eylül süreçleri, öncesindeki ve sonrasındaki gelişmelere bu ifade etmeye çalıştığımız olgulara belge niteliğindedir.


Bunun içindir ki Kürt ve Türk halk sınıfları hangi meshepten olurlarsa olsunlar, kendilerinin, tıpkı, bir emperyalist balta ile kesilmiş bir kütükten hiç bir farklarının olmadığını ve o kütüğün ise onun üzerine oturmuş olan ve tıpkı kuluçkaya yatmış bir Anka kuşu gibi o kütüğün her ikisinden yeniden birleşik halk gücü yaratarak faşizmi ve emperyalizmi bu coğrafyadan def edecek tek güç olan komünist öncüye güvenirlerse, bugünkü bütün imkansızlıklar, bir anda bir anti faşist, anti emperyalist ve anti şovenist devrim için güçlü bir imkana dönüşebilir.


Her keskin virajda, bir devrim olasılığının karşısına maskeli ya da maskesiz olarak dikilen insan kılıklı akrepler, yılanlar ve maymunlar bilmelidirler ki tarih, böylelerinin bu insan kılıklı endamını da gün gelir ortadan kaldırır ve onları fiilen devrim karşında ne iseler o halde herkese tanıtır. Eğer, komünist öncü o kesilmiş kütüklerin üstünden bir kez kalkarsa, o küstüklerin üstünde de durabileceği bir mekan bulamaz ise o kütükler, o zaman emperyalizmin sobasında alev alev yanan bir odun yığını olmaktan kurtulamazlar!!...


Şimdi, bugünkü dünya konjonktüründe, Kürt ulusal hareketi de inanç ve kanaat öndeleri de irili ufaklı devrimci önderlikler de sivil toplum örgütleri ve demokratik kitle örgütleriyle birlikte, sendikalar ve bütün toplumsal muhalefet, coğrafyanın devrim süreci yeni bir keskin viraja doğru ilerlerken arabanın içinde mi dışında mı kalacaklarına, yakın bir gelecekte, bir sabah, takır takır değil gümbür gümbür emperyalist bir savaşa uyandıklarında ne yapacaklarına en kısa zamanda karar vermelidirler.


Bugün, emperyalizmi güçlü görenler, onların elindeki silahların ve teknolojinin olanaklarını abartanlar, bu emperyalist bloktaki derin yarılmanın yıkıcı niteliğini fark edemeyenler, bir dünya tekeli  Microsoft'un yazılım ve depolama sistemindeki bir arızanın, bankacılık, ulaşım ve enformasyon başta olmak üzere, bütün emperyalist sistemi nasıl dumura uğrattığını, emperyalizmin, bütün ihtişamlı görünümüne rağmen Mao'nun deyimiyle bir kağıttan kaplan olduğunu yeniden hatırlamalıdırlar!!...


ELLERİM BÖYLE BOŞ, BOŞ MU KALACAKTI


Emel Sayın tarafından kitlelere mal edilmiş eski bir şarkı vardır, hani... Elerim böyle boş, boş mu kalacaktı / Gözümde hep böyle yaş, yaş mı olacaktı dizeleriyle devam eden bu şarkı, sanki, bir zamanlar büyük kitleler için bir umut olan solun bugünkü halini önceler gibi değil mi?


Sana demedim... Sen üstüne alma...Sanki sana sitem etmişim gibi bakıyorsun son fotoğraflarından birinde... Yok, ben o lafları da şimdi burada yazdıklarımı da sana değil köy kurnazlığını devrimci siyasetin yerine ikame etmeye çalışan, kendileri, Oğuz Aral'ın Avni tiplemesi gibi siyaseten halen reşit olmadıkları halde ortalıkta "dıgıl dıgıl" diyerek dolaşarak kendilerini birilerinin kucağına almasını, kendilerine hamilik yapmasını uman sözde önderliklere söylüyorum. Sen iyi bir devrimci ve iyi bir insandın Orhan Savaşçı!!...Keşke herkes senin kadar bu coğrafyanın devriminin sorunlarına duyarlı olabilseydi... Bakıyorum da kimilerinin duruşu ne Mahirin, sanki dünya devriminin bütün yükünü omuzlarında hisseder gibi burjuva Mahkemelerilerindeki mağrur duruşuna, ne de senin, bu son fotoğrafındaki gibi solun bugünkü halinin sorumluluğunun en azından bir kısmını da olsa kendi üstüne alan mahçup duruşuna değil de sanki, her şeye muktedir bir Tanrı duruşuna benziyor.


Şimdi, başkalarının bilmem neyi ile konuşanların kendilerinde tanrısal bir şeyler keşfetmesi başka bir şeydir, coğrafyanın ve siyasal konjonkürün komünistlere yüklediği görev ve sorumluluklar ise başka bir şeydir. Bunlardan ilki bir temelsiz siyasal kibir ve kuruntuya, ikincisi ise komünizm davasına inanca karşılık gelir. 


Lafım, kendi eli, kolu, kafası ve bacakları olmayan, yılan gibi süründüğü halde kendisini yarı Tanrı ilan eden, hem biyolojik ve hem de sosyal evrimini tamamlamamış olduğu için hamilerinden destek almadan hiç bir şey yapamayan insan görüntülü sürüngenleredir ki böylelerinin de bunların hamiliğini yapanların da en büyük korkusu zaten Mahir Çayan'dı!!...


Bu devlet, Kürt, Ermeni ve alevi meseleleri üzerinden, 12 Mart darbesinden itibaren kendini yeniden üretmiş, hem ideolojik ve hem de yapısal olarak tahkim ederek yenilemiş, özellikle, gerek alevi ve gerekse sunni Türk milliyetinden Köylülüğü ve Köylülüğün halen devam eden farklılaşmasından türeyen proleter, yarı proleter ve küçük burjuvazinin büyük bölümünü ideolojik olarak kendisine yedeklenmiştir.


Kızıldere, Vartinik ve Nurhak sonrası süreç, solu Kürt, Ermeni, Rum ve alevi meseleleri üzerinden sol popülist kimlik siyasetine zorlayan provakasyonlar, sosyal ve örgütsel anarşi, solda örgüt enflasyonuyla karakterize, buna karşılık, Kürt ulusal hareketinin ise önce sosyal emperyalizme, onun iflasından sonra ise Avrupa ve Amerikan emperyalizmine yedeklendiği, böylelikle de Türkiye, Kürdistan ve Orta Doğu coğrafyasında bir toplumsal devrim olasılığının tasfiye edilerek, solun sınıfsal tabanından yalıtılarak toplumsal üst kimlik siyasetine yedeklendiği bir süreçtir.


Bugün, dünya, freni patlamış bir kamyon gibi rampa aşağı, hızla bir yeniden emperyalist paylaşım savaşına doğru hızla giderken solun bu kadar aciz bir durumda olmasının nedeni, ne kendisini Mahirci kabul edenlerin Mahirci, ne de kendisini İbocu kabul edenlerin gerçek anlamda İbocu olmayıp bu iki siyasal kimliğin birbirini tamamladığını, Mahirin anti emperyalist bir geniş tabanlı kitle çizgisi ile ibonunun uzun süreli köylü halk savaşı çizgisinin birbirinden ayrı düşünmeyeceğim halde, bu kimlikleri bir birinin karşısına koyup birbiriyle rekabete tutan ve buradan kendisine siyasal, ideolojik rant devşirmeyi amaçlayan köy kurnazı küçük burjuva önderlikler üzerinden, solun sayısız parçaya bölünerek, herkesin kendine göre Mahirci ya da İbocu geçindiği, ama bu siyasal örgütçüklerden hiç birinin ne Mahirin ne de İbonun tezlerine pratiğe uyalıyabilecek ve ne de bu tezleri birbiriyle ilişkisi içinde birleştirerek yeniden sentez edebilecek bir teorik ve pratik yeterliliği sahip olmadığı bir siyasal atmosferde, sol hareket, Maraş, Çorum provakasyonlarıyla önce 12 Eylül darbesine ezdirilirken, sonrasında ise Sivas provakasyonu ile başlatılan süreçte sol, popülist kimlik siyasetine zorlanmış ve bu sol popülizm, aynı zaman da devletin de kendisini sağ popülizm üzerinden ideolojik ve yapısal olarak yeniden tahkim etmesi ve yenilemesiyle sonuçlanırken, sol, gerçek sınıfsal tabanını devlete kaptırırken, güdük ve dar kimlik siyaseti içinde sıkışıp kalmış, sol popülizm zemininde, sağ popülizm tarafından ezilmiş ve marjinalize olmuştur.


Aynı zamanda, bu sol popülist üst kimlik siyaseti, solun olmazsa olmaz programatik ve ideolojik silahlarından biri olan anti emperyalizmin de en azından söylem ve propaganda olarak sağ popülizme terk edilmesine neden olmuştur. 


Ama her şeye rağmen hiç bir umut yok mu?


 Solun hayal gücü tükenirse her şeyi tükenir. Ama hayal gücünü pratiğe geçirebilecek, ne yaptığını bilerek yapan bir örgütlülük yoksa, devrim de imkansızdır. Yine de Sovyet devrimine olduğu gibi tarih, bazen, devrime, yetersiz örgütlenme şartlarında dahi olanak tanıyabilir ki bugün de bu konjonktürde, yani, dünyanın, sanki fteni patlamış bir kamyon gibi rampa aşağı hızla bir emperyalist yeniden paylaşım 

Savaşına gittiği bir süreçte, solun bütün yetersizliklerine rağmen, en azından Orta Doğu'da Filistin ve Kürt sorununu kalıcı olarak çözebilecek bir Demokratik devrim ve hatta bunun da ötesinde, Anadolu ve Kürdistan coğrafyasında bir sosyalist birleşik devrim olanağı mevcuttur. Bunun için bir tek hamle de yeterlidir.


Kürt ulusal hareketi eğer, Amerika ile yaptığı ve dün mecbur da olduğu ittifakı fesh ederek, Rusya ve müttefikleriyle bir ittifaka yönelirse, Amerika'yı Orta Doğu'dan çıkarmak ve OLASI bir genel savaşı kazanmak için Putin Rusya'sı, bu coğrafyada bir devrime de dünden razıdır. Çünkü, böyle bir devrimin Rusya ve müttefiklerine hiç bir zararı olmayacağı halde, Amerika ve NATO için ise genel bir savaşın daha başlamadan kaybedilmesi anlamına gelir. Emperyalist bir savaş, ancak devrim ya da devrimlerle engellenebilir ya da durdurulabilir. Giderek, daha da güçlü bir olasılık haline gelen böylesi bir emperyalist savaşı durdurabilecek bir devrim ise Bugünkü dünyada, ancak, Orta Doğu, Kürdistan ve Anadolu coğrafyasında gerçekleşmeye diğer coğrafyalardan çok daha elverişli toplumsal, siyasal ve örgütsel olanaklara sahiptir.


Şu anda, Rusya ve müttefiklerine karşı saldırgan pozisyonda olan ABD ve NATO'dur. Rusya ve müttefikleri olan Çin, Kuzey Kore, İran ve diğerleri ise BM Güvenlik Konseyinde,  ABD, Birleşik Krallık ve Fransa karşısında Rusya ve Çin 'İn üçe karşı iki gibi alehte durumunu değiştirmek ve BM dışında dünya siyasetine bir alternatif oluşturmak için çeşitli ekonomi politik, siyasal ve askeri hamle arayışındadırlar. 


Bugünkü dünya konjonktüründe Afrika' dan Güney Amerika 'ya, Orta Doğu' dan Asya'ya kadar çok geniş bir coğrafyada giderek yükselen yeni bir Anti Amerikan ve Anti NATO siyasetlerle karakterize yeni  bir anti emperyalist dalga şekillenmektedir. Sol sosyalist güçlerle birlikte Kürt Ulusal hareketinin bu olgunun bir an önce farkına vararak sol popülist alt kimlik siyasetinden ziyade, anti emperyalist bir siyasete yönelmesi ve bu siyasetin merkezine de ABD ve NATO karşıtı makro bir siyaseti koyması gerekir.


Oysa, bugünkü sol ve Kürt Ulusal hareketi, yerel ölçekli, sol popülist alt kimlik siyaseti içinde, mevcut olanakları yeterince kullanmak ve bir emperyalist Savaş Olasılığından devrim ve devrimler yaratabilme yeteneklerinden yoksun durumdadır.


Kürt ulusal hareketi ise Türkiye gibi eli ABD ve NATO karşısında Kendilerinden çok daha güçlü olan bir ülkeye karşı, yine bir NATO üyesi olan ABD ile dün mecbur olduğu ittifakta, bugün değişen dünya KONJONKTÜRÜnün ortaya çıkardığı yeni olasılık ve olanaklara rağmen ısrar etmekle Orta Doğu ve Kürdistan coğrafyasında hem kendi geleceğini ve hem de bir devrim olasılığını heba etmek ve bu nedenle de Kürt ve Orta Doğu halklarına, emperyalist tahakküm karşısında 21.yüzyılı da kaybettirebilecek bir siyasal öngürüsüzlükten malül bir görüntü vermektedir.


İbrahim Kaypakkaya'nın uzun süreli köylü halk savaşı stratejisi, bu coğrafyadaki Köylülüğün, 1930'ların Çin coğrafyası gibi büyük çoğunlukla topraksız köylülük değil ama ekseriyetle küçük ve Orta köylülük olması ve bu nedenle de toprak talebi etrafında geniş kitlelerin halk savaşına politizasyonunun mümkün olmaması nedeniyle sorunludur. Fakat, İbonun kendisi de bu durumun farkında olmasına rağmen, o, tarihsel olarak güçlü bir isyan geleneği olan Kürt köylülülüğünün kendi kaderini tayin hakkı etrafında her an komünist bir önderlik etrafında politize olabilme ihtimaline güvenerek, 12 Mart darbesine de Kürt coğrafyasından, Vartinik'ten karşılık vermek istemiştir.


Fakat, tarih, Kürt hareketini bir komünist önderlikle değil, küçük burjuva milliyetçi bir önderlikle buluşturunca, İbonun bu umutlarının gerçekleşebilmesi için şimdi başka şeylere ihtiyaç olduğunu fark etmek gerekir ki o  siyasal  ihtiyaç da çok uzak bir yerde değil, Mahir Çayan'ın anti emperyalizm tabanlı geniş kitleleri politize etmeye yönelik silahlı mücadele çizgisidir.


 Dolayısıyla, bu iki çizgi birbiriyle koordine edilerek yeniden sentezlenmeden bu coğrafyanın devrimci dinamiklerinin ne siyaseten ne de örgütsel birliği ve iradesi gerçekleştirilemez. Tarih, bugünün devrimcilerinden bu görevi yerine getirmelerini beklemektedir.


Yirmi yaşında bir gencin, Donal Tramp gibi emperyalist bir yeniden paylaşım savaşının en büyük provakatörlerinden birine karşı silahlı eylemi de dahil olmak üzere, dünya çapında, özellikle Amerikan ve NATO emperyalizminin militarizmine karşı halk kitlelerinde her geçen yükselen öfke ve tepki, böylesi bir savaş olasılığının, aynı zamanda yeni devrimlere de gebe olduğunu ifade etmektedir ki bu bağlamda, bizim solun da Filistin sorununa da tıpkı 68 devrimci kuşağı gibi yeniden duyarlı olmasını ve hatta, bunu, anti emperyalist, anti siyonist eylemlere en kısa sürede pratiğe geçirmesini gerektirmektedir. Çünkü, başka türlü, sanki bir mevta haline getirilmiş olan devrim paradigmasına yeniden hayat verebilmek de Kürt sorununu emperyalist güdümden bağımsızlaştırabilmek de mümkün değildir.


Bir devrimin değeri onun uğruna yaşanan acılar ve ödenen bedellerle ölçülebilir. Boş laflar ve dayanaksız kibir ve kuruntular, dar kafalı küçük hesapların, bir devrim ihtimali karşısında hiç bir değeri yoktur!!...


Komünist öncü bugün güçsüz değil yalnızdır. Komünist öncünün güçü kafa sayısıyla değil nesnel ve öznel çelişkilere hakimiyetiyle ölçülür. Komünist öncü, bugün nesnel çelişkilere hakim olduğu halde öznel çelişkilere hakim değilse, bunun sorumluları, devrimci solu parçalayanlarla, Ulusal hareketle, mezhep çelişkileri ve işçi sınıfı dinamikleri arasında porvakasyonlarla nifak yaratarak bir devrim olasılığını engellemek isteyen yılanlar, akreplerdir!!...


Komünist öncü, tarihten gelir ve tarihe yürür... Hiç bir komünist önder tesadüfen devrim önderi olmamıştır. Komünist önderlik belirli vasıflara sahip olmayı gerektirir. Komünist öncü, hiç bir savaşı kaybetmek için savaşmaz, kazanmak için savaşır. Dün olduğu gibi bugün de komünist öncüye, her şeye rağmen kararlılıkla sürdürdüğü savaşımı kaybettirmez isteyenler farkına varmalıdırlar ki Komünist öncü kaybederse, kendileri daha büyük kaybeder, insanlık 21. Yüzyılı da kaybeder. 


Selamlar...



Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)