Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan
Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci
sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli
siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor.
Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta
olduğu gibi:
“Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz
yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar
sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)
Migros depolarını yöneten sermayedarın evini buldular ve
orayı kuşatmaya başladılar. Sınıf mücadelesi böyle yapılır. Ama hangi parti
bunu sürükledi? Yok! Bunun cevabı yok, çünkü parti yok (okur hatırlayacaktır
muhtemelen; konunun bu boyutu, gerek legal parti sorunu işlenirken kullanılan
“ofis partileri” ve keza gerekse bir başka yazıda ki “tabela devrimciliği”
ifadeleriyle, tarafımdan da dile getirilmişti. BN.) Meselenin bir diğer boyutu
ise demin söylediğim ideolojik hegemonya. Kitleler kurtarıcı arıyorlar. Yani
kişiler önem taşıyor. Parlamenter sistemin yapısı için de bile muhalif kitle
lider arıyor, örgüt aramıyor, örgüt bulamıyor.”
“Sınıf mücadelesi”, “sınıf içinde örgütlenme”, “sınıfı
örgütleme” ve “devrimci siyasal mücadele yürütme” iddia ve derdi olan her
politik özne bakımından, Boratav hocanın bu sözleri yorum gerektirmeyecek
açıklıkta olup, öğreticidir de.
Söz konusu böylesi değerli ve öğretici örnekler çok olduğundan,
daha fazla örneklemeler yapmadan, doğrudan mülakatın kendisinden okunmasını
salık vermek, sanırım çok daha isabetli olacaktır.
Tabii mülakatta maalesef ki her şey böyle düzgün ve de
“kitabın ortasından” denilebilecek kadar doğru ve isabetli değil. Bunlar
içinden belki de en öncelikli olarak öne çıkarılması gerekeni; “Bütün gidişata
baktığınızda, önümüzdeki birkaç yılda emekçi sınıfların hayatı nasıl
şekillenecek?” (abç) sorusuna verdiği yanıttaki şu belirlemesidir:
“Siyasette büyük ittifaklar gerekecek. Büyük ittifaklarda
da Türkiye’nin devrimcilerinin aktif rol alması lazım. CHP içinde de DEM Parti
içinde de… Bu iki büyük örgüt olmadan bir sınıf ittifakı mümkün değildir. Bu
iki akımın da kendilerine özgü ideolojik saplantılarından arınmaları lazım.
Kürt hareketi için (…) bilgim yok. Ama CHP için; sınıf
programı yapacaksan, sermaye sınıfıyla hesaplaşmayı göze alacaksın. İkincisi,
emeğin kayıplarının telafisi için de hesaplaşmadan olmaz. Üçüncüsü, neo-liberal
reçetenin sana sunduğu durgunlaşmayı aşmak için dinamik ve yine emeği gözeten
bir inşa programına geçmelisin. (…)” (abç)
Sayın Boratav CHP’yi emekçi sınıflardan biri, birkaçı
veya belki de tümünün partisi olarak mı görüyor acaba? Gerek yukarıda altı
çizili olan ve gerekse birkaç paragraf yukarıda, bir başka soru vesilesiyle
ifade ettiği; “… muhalefet sermayeyi ve uluslararası sermayeyi ürkütmeme
derdinde.” (abç) şeklindeki bu sözleriyle, sanki de böyle görüyor gibi.
Acaba sayın Boratav da mı diğer bir takım küçük-burjuva
sol hareketler ve keza kendilerini “sol-Kemalistler” olarak tanımlayan, örneğin
bugün artık tamamen bir kontra hareketi olarak da özüne rücu etmiş olan Doğu
Perinçek kliği gibi, Kemalist hareket ve iktidarını orta burjuvazinin hareketi
ve iktidarı olarak değerlendiriyor?
Şayet böyle görüyorsa, Marksist bir iktisatçı profesör
açısından, dünü ve bugünüyle CHP gibi köklü bir devlet ve sistem partisine
ilişkin böylesi bir sınıf temsiliyet analizi, sizce de çok vahim bir yanlış
değil midir?
Varsayalım ki tarih sahnesine çıkışı ve iktidarının o
kısacık ilk dönemleri itibariyle, orta burjuvaziyi temsil ediyor olan CHP,
sürecin sınıfsal güçler denkleminde, Mao Zedung’un yorumladığı kriterlere
uyarlı olarak da “halk sınıf ve tabakaları kapsamında” olmuş olsun.
Ama bir Marksist
olarak Boratav Hoca bilir ki iktidarını oturtup, artık başta işçi ve köylüler
olmak üzere tüm emekçiler ve keza başta Kürtler olmak üzere tüm diğer azınlık
milliyetler ve farklı inanç grupları üzerinde tam bir ırkçı-faşist diktatörlüğe
evrildiği o an itibariyle o artık halk sınıf ve tabakalarından biri olma
özelliğinden sıyrılarak; halk sınıf ve tabakalarıyla arasında antagonist
çelişkiler olan bir sınıfa veya sınıflar blokuna mensup olur.
Normal koşullar da “orta” da olsa, sınıf olarak o, emekçi
sınıf ve katmanlar kategorisinde değil; emek-sermaye denkleminde, sermaye
sınıfı kategorisindedir zaten. Sermaye sınıfı kategorisinde ilk başlarda
sermaye büyüklüğü oranlaması üzerinden “orta sıklet burjuva” bir kesimin devlet
iktidarını ele geçirip, tüm kamu imkanlarını kullanır hale geldikten sonra da
hâlâ büyük burjuva statüsüne geçmeyerek, orta burjuvalığa devam ediyor olması,
herhalde ki “hayatın olağan akışına ters bir durum” olsa gerek. (Sayın Boratav
şayet böyle bir görüşe sahipse; bu, yine biraz Mao Zedung’un artık sosyalist
inşa sürecinde olduklarını ilan ettikleri bir aşamada bile hâlâ o “orta/milli
burjuva” olarak tanımladığı burjuva sınıfını halk saflarında ve iktidar ortağı
olarak görme ve onun üzerinde herhangi bir tahakküm kurmayı reddetmesine
benziyor demek, hiç de yanlış olmayacak.
Mao Zedung, tarihin bu kesitin de -ve belki biraz da SBKP
20. Kongresinde, sosyalizm koşullarında sınıf mücadelesinin ısrarla
sürdürülmesi Leninist ilkesine karşı hâkim hale gelen “barış içinde bir arada
yaşama” modern revizyonist akımın da etkisiyle- sosyalizmin inşa sürecinde
hayati öneme sahip Leninist proletarya diktatörlüğü teorisiyle arasına koyduğu
mesafenin bedelini, tarihin muhteşem ilklerinden biri olarak kayda geçen
BPKD’ye de vesile olan, parti ve devlet iktidarını kapitalist yolcu revizyonist
kliğe kaptırarak ödetti sınıfa, halka, partiye ve kendisine.)
Yani her halükârda CHP, iktidar partisi olarak hâkim güç
haline evrildiği o tarihi süreç itibariyle artık hem bir “orta burjuva” ve hem
de zaten halk sınıf ve katmanlarından biri olma vasfını aynı şekliyle koruyor
olması, eşyanın tabiatı gereği, zaten mümkün de değildir.
Geriye sadece CHP’nin daha sonradan büyük, halkımızın
tabiriyle kodaman burjuvazinin, Kaypakkaya’nın tabiriyle “komprador burjuvazi
ve büyük toprak ağaları sınıfının” diğer bazılarımızın ise artık buna;
“işbirlikçi tekelci burjuvazinin” dediği burjuvazinin partisi olmaktan vaz
geçip, kendisini halk sınıf ve katmanlarından biri, birkaçı veya tümünün
temsilcisi olarak yeniden programlama ihtimali kalır. Peki böylesi bir dönüşüm
yaşanmış mıdır?
Yadsınamaz bir gerçek ki olgular böyle bir savı
desteklemiyor. Yani CHP dünüyle ve “değişim” şiarıyla gelen Özgür Özel dönemi
olarak bugünüyle de sınıfına ihanet edip, halk sınıf ve katmanlarından biri
konumuna geçmemişken; tekelci burjuvazinin bir kanadının has temsilcisi olarak
varlığını devam ettirmekte olan CHP; nasıl olacak da halk sınıflarının çıkarına
olacak şekilde bir “sınıf programı” yapması ve keza bu uğurda “sermaye sınıfı
ile hesaplaşmayı göze alması” mümkün olabilecek acaba?
Kaldı ki CHP veya başka herhangi bir burjuva partisinin
“neo-liberalizme” karşı çıkıp, kapitalist-emperyalist sistemin çıkarına hizmet
edecek başka bir model veya sistem önermesi, bunun için halktan destek talep
etmesi vs. vs, onu tekelci burjuva partisi olmaktan çıkarıp, halk sınıfları
kapsamına taşımaz. Nitekim “neo-liberalizm” denilen sistemin uygulanmaya
girişinin şunun şurasında 35-40 yıllık bir mazisi var, değil mi? Öncesinde
uygulanan ve denenen diğer pek çok farklı model ve sistemler, acaba
kapitalist-emperyalist sisteme içkin şeyler değil miydi?
Keza Kürt Özgürlük Hareketi de ismindeki “İşçi Partisi”
sıfatına rağmen, sınıfsal bir hareket olmayıp, bünyesinde Kürt milli/orta
burjuvazini de barındıran ve programsal olarak zaten kapitalist burjuva
sisteminin esası da demek olan özel mülkiyet sistemini kaldıracağını öngörmeyen
(gerek Öcalan ve PKK’nin mevcut “üniter devlet” içindeki bir çözümü öngören
‘yeni paradigmaları” ve gerekse de HADEP’in TÜSİAD’ı ziyareti ve onunla barış
içinde bir arada yaşamaktan duyacakları memnuniyeti dile getirişleri
biliniyorken) bu anlamıyla da esasen bir “orta burjuva” temsilcisi hareket
gerçekliği söz konusuyken; kim ne adına CHP ve DEM Partiye sınıfsal
bir ittifak kurdurup, emekçi sınıflar çıkarını önceleyen bir “sınıf programı”
hazırlatmayı mümkün görebilir, ilginç doğrusu. Bunu bir Marksist iktisat
profesörünün öngörüyor olması ise, daha da ilginç.
Alıntılar için bkz: 3.06.2024 tarihli
artigerçek.com