2. Bölüm:
İbrahim Kaypakkaya, Anadolu devriminin niteliğini proletaryanın ideolojik öncülüğünde bir DHD süreci olarak belirlerken, devrim sürecini içinden geldiği geleneğe rağmen bir MDD olarak tanımlamaktan kaçınmakta ve kendi döneminin devrimci akımlarından farklı olarak Kürt ulusal sorununa ayrı bir önem vermektedir.
Bugün, Anadolu coğrafyasında
süreç halen DHD sürecidir. Baş çelişki, tarımın yarı feodal niteliğine bağlı
olarak halk sınıflarıyla yarı feodalizm arasındaki çelişkidir.
Burada, şunu da özellikle belirtmek gerekir ki Kuzey Kürdistan Ve Anadolu coğrafyası gibi bugünkü sınırları içinde aynı sosyo ekonomik yapıya sahip ve tarihsel gelişmenin ayrılmaz bağlarla birleştirdiği bir coğrafyada iki farklı baş çelişki belirlemek, gerek teorik olarak ve gerekse sonuçları itibarıyla pratik olarak büyük bir hatadır.
Bir ve aynı sosyo-ekonomik yapıda baş çelişki de tektir ve aynı çelişkidir. Kürt ulusal
sorunundan ikinci bir baş çelişki türetmek, her şeyden önce, her iki
coğrafyanın DHD sürecinin temel ittifaklarını bölerek güdükleştirmek,
böylelikle de gerek DHD sürecini ve gerekse DHD sürecinde kazanılacak
mevzilerle gerçeklik kazanabilecek olan sosyalist devrim aşamasının gelişim
dinamiklerini baltalamak ve pratikte imkansız hale getirmek anlamına gelir.
İkinci olarak ise Kürt sorunundan baş
çelişki türetmek, Kürt sorunu pratikte köylü ve tarım sorunu üzerinden sınıfsal
dinamiklerle doğrudan ilişkili olduğu halde, sorunu yalnızca ulusal sorun
boyutuyla ele alıp Kürt milli burjuvazisi ve Kürt feodalleri gibi mülk sahibi sınıflara
havale ederek sorundan sıyrılmak, Kürt köylülüğü ve proletaryasının
siyasal öncülüğünü Kürt mülk sahibi sınıflara terk etmek, böylelikle de sorunun
Kürt köylülüğü ve proletaryasının menfaatleri bağlamında çözümünü imkansız hale
getirmek anlamına gelir ki böyle bir şey bir komünist önderlik için DHD
ve sosyalist devrim mücadelesinin temel meselelerinde kendi elini kolunu
bağlamaktan başka bir anlam ifade etmez.
Çünkü, Sovyet devriminin en önemli ve
siyaseten üretken örgütlülüğü sanayi proletaryasını temsil eden işçi
Sovyetleriyle birlikte uzayan ve geniş çaplı yıkımlara neden olan emperyalist
savaşın mağdur ettiği asker ve köylü Sovyetleridir.
Hemen hemen toplumu oluşturan belli başlı
bütün sınıfların köylülükten farklılaştığı bir siyasal coğrafyada, devrimci ve
karşı devrimci sınıfların köylü yığınların farklı siyasal eğilimlerini temsil
etmekten ve bu eğilimler tarafından etkilenip bu eğilimleri etkilemekten azade
olması düşünülemez.
Sanayi proletaryası ile köylülük arasındaki
temel siyasal farklılık, köylülüğün nispeten küçük mülkiyet eğilimi ve siyasal
dağınıklığından ileri gelir. Dolayısıyla, proletaryanın öncüsü, kentlerde
köylülüğün farklılaşmasından oluşmuş yarı proleter ve küçük burjuva kitleleri
proletaryanın siyasal programına yedekleme becerisi gösteremediğinde ve tutarlı
bir DHD programı oluşturamadığında öncülük misyonunun yerine getirildiği
iddiası gerçekçi olmayacaktır.
Köylülüğün dağınıklığından ileri gelen ve
sonrasında köylülüğün farklılaşması ile oluşmuş yarı proletarya ve kent küçük
burjuvazisi gibi halk sınıflarının kendiliğinden liberal siyasal
alışkanlıklarının ve yine, Kürt ve
alevi kimliği gibi kimi aidiyetler etrafında izole olmuş siyasal niteliklerinin
dinamikleştirilebilmesi ancak kitle örgütleri aracılığıyla
mümkündür.
İbrahim Kaypakkaya, Kürt ulusal sorununu,
Anadolu DHD süreci için taşıdığı önemi fark ederek, yalnızca sorunu formüle
etmekle yetinmeyip aynı zamanda, sorun etrafında siyaset üretebileceği pratik
siyasal manevralara da yönelmekle ne kadar güçlü siyasal ön sezilere sahip
olduğunu göstermektedir. 73 Vartinik hamlesi, hem 12 Mart darbesine bir siyasal
yanıt ve hem de Kürt ulusal sorununun ilerde alacağı biçimlere dair sorunu DHD
mücadelesi ile birleştirmeye yönelik bir siyasal hamle niteliğindedir.
Vartinik hamlesi, yakın tarihte bir isyan kültürü olan Dersim coğrafyasından başlatılmakla, DHD sürecinin içeriğini sınıfasal dinamikler yanında Kürt ve alevi toplumsal kimliklerinin demokratik devrimci talepleriyle derinleştirip güçlendirmeye yönelik, özellikle tercih edilmiş komünist bir hamledir. Vartinik hamlesinin bir benzeri olan Kızıldere hamlesi de Anadolu Aleviliğinin devrimci taleplerini sınıf dinamiklerine yedeklemeye yönelik komünist iç güdülerin belirlediği tercihli bir hamledir.
Proletarya ne
kadar örgütsüz olsa da politik refleksleri her zaman köylülük ve diğer halk
sınıflarından diridir. Proletaryanın öncüsü için önemli olan bu diri
refleksleri örgütlemektir. Yarı feodal tarla tarımının yarattığı birincil ve
ikincil etkilerin ürünü olarak gelişen sosyal olguları DHD perspektifinden
yönlendirmek gerekir. Bu olgulardan ,örneğin, şehirlerde biriken artı nüfusun
politik ihtiyaçlarına karşılık gelecek siyasal oluşumların yaratılması gerekir.
Demokratik Kitle Örgütleri(DKÖ)Anadolu coğrafyası için politik devrimin
olmazsa olmazı niteliğindedir. Hem şehirlerde biriken yarı proletarya ve küçük
burjuva kitlelerin örgütsel ihtiyaçlarının karşılanması, hem de Kürt ulusal
hareketi içinde asıl mücadele eden proletarya ve köylülüğün DHD perspektifine
yönlendirilmesi, DKÖ’lerin çeşitlenmesine ve yaygınlaşmasına bağlıdır.
Kürt ticaret burjuvazisi
ve büyük toprak mülkiyeti, Kürt proletaryası ve köylülüğünü yukarıdan merkezi
bir siyasal örgütlülük içinde tutmak istemekte ,Kürt halk sınıflarının
proletaryanın ideolojik argümanları ile tanışmasını istememektedir.
Kürt
proletaryası ve köylülüğü, komprador kapitalizm koşullarında bölgesel özerklik
gibi çözümlerin kendisi için ne anlam ifade ettiğini sorgulayabileceği ve
üstünlük geliştirebileceği kitle örgütlerinden yoksundur. Yukarıdan merkezi
siyaset anlayışı, Kürt ticaret burjuvazisi ve büyük toprak mülkiyetinin tercihi
olarak gelişirken kendileri için istedikleri bölgesel özerklik ve yerel
yönetimlerin geliştirilmesine yönelik talepler, iç pazarın kendi kontrollerine
geçmesi maksadının ötesinde bir içeriğe sahip olmaması ile birlikte, kendi
örgütsel anlayışlarının âdemi merkeziyetçi yapısı ile de çelişmektedir.
Bu durum, KDP ve KYP
kadar Kürt Özgürlük Hareketinin (KÖH) de öncelikli eğilimlerinden biri olup
KÖH, ULUSAL BİRLİK GİBİ Kürt feodallerini de içine alan projeleri her zaman
sınıfsal perspektiflerin önüne koymakta ve kendi coğrafyası dışında
proleterleşen Kürt köylülüğünün sınıfsal içerikli taleplerini ötelemekle, aslında,
Kürt Özgürlük Hareketinin geleceğine zarar vermektedir.
Kürt ticaret burjuvazisi ve büyük toprak
mülkiyeti, kendi halk sınıflarına karşı ikiyüzlü bir siyaset sürdürmektedir.
Proletaryanın öncülüğü iddiası, Kürt halk sınıflarının aktif katılımının olmadığı
bir DHD sürecinin hayal ürünü bir ütopyadan öte değerinin olmayacağından
hareketle, kendi kaderini tayin ilkesinin demokratik muhtevasını savunurken
Kürt mülk sahibi sınıfların devrime karşı ikiyüzlü tutumunu teşhir siyasetini
sürdürmeyi gerektirir.
Bu anlamda ,proleter öncü
DKÖ’leri yaygınlaştırarak politik yaşamın giderek öznesi yapmaya yönelik
siyasal perspektifler geliştirmeli, özellikle Kürt halk sınıflarını kitle
örgütleri içine çekmelidir. DKÖ’ler sosyetik formatta geliştirilmeli ve çevrelerinde
örgütlenecek milis örgütlülükleri ile desteklenmelidir. Kirsalda gerilla
mücadelesi ile kitle örgütleri arasında koordineli bir birlik oluşturulmalıdır.
İbrahim Kaypakkaya'nin 73 Vartinik hamlesinin bugün değişen ve farklılaşan
siyasal konjonkturde aldığı biçim bu olguda belirginleşmektedir.
DHD
perspektifinin, Kürt ulusal sorununun genel olarak köylü ve tarım sorunuyla
ortaklaşa bir perspektiften yeniden formüle edilmesi, hiç kuşkusuz, DHD yi MDD
perspektifinin ötesine taşımak anlamına gelir. MDD perspektifinin dar, sınırlı
ve yetersiz ve tutarsız içeriği Kürt ulusal sorununun devrimci dinamiklerinin
katkısı ile güçlü bir DHD programı yaratılarak aşılabilir.
Ulusal sorunda sol ve sağ
siyasetlerin anlamak istemediği gerçeklik buradadır ki ulusal soruna dair
emperyalizm çağının Marksist siyaseti, kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin
demokratik muhtevasının kayıtsız şartsız desteklenmesi Leninist siyaseti yegâne
bilimsel siyasal tarzdır.
Çünkü,
kendi kaderini tayin hakkinin reddi, ulusal sorunda egemen ulus burjuvazisi
ve büyük mülkiyetinin şoven siyasetine hizmet ederken, kendi kaderini tayin
hakkini, kendi kaderini bizzat tayin, yani ,ayrı bir devlet kurma olarak
mutlaklaştırmak ezilen ulus burjuvazisi ve büyük toprak mülkiyetinin siyasetini
benimsemek olacaktır.
Ulusal soruna dair egemen ulus solculuğunun yansıması olan sağ şovenizm
biçimindeki kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin reddi kolaylıkla görünen bir
fırsatçılık olmasına rağmen, ulusal soruna dair sol oprtunizmin bir yansıması
olan kendi kaderini tayin hakkı ilkesini, yani ,ayrı bir devlet kurma hakkı
ilkesini bir hak olmanın ötesinde mutlaklaştıran ve ezilen ulusun egemen sınıf
siyasetine yedeklenen anlayış sol
oportünizmindir.
Oysa,ulusal soruna dair Leninist çözüm ,farklı
milliyetlerden emekçi kitleleri kapitalist gelişmeye bağlı olarak kendiliğinden
toplandıkları ve sanayi proletaryasını yarattıkları büyük sanayi
merkezlerindeki kitle örgütlerinde örgütlemek ve kapitalizme karşı
birleştirmektir.Leninizmin bu ilkesl perspektifinde kendi kaderini tayin
hakkını sosyalizm mücadelesinin çıkarlarına yedeklenmiştir.Sosyalizm mücadelesinin menfaatlerinden azade bir ulusal sorun çözümü
Leninist değil burjuva revizyonist siyasete karşılık gelir.
Büyük sanayi metropolleri
farklı milliyetten emekçi kitlelerin kaynaştığı alanlardır. Leninizm, kendi
kaderini tayin hakkı ilkesini neden bir hak olarak formüle etmiş ve
mutlaklaştırmamıştır.
Çünkü,
emperyalizm çağında bağımlı ulusların burjuvazisinin emperyalizmden
bağımsız siyasal dinamikleri kalmamıştır. Kürt ulusal sorununda sol
oportünizmin anlamak istemediği olgu, bütün diğer sınıflar gibi proletaryanın
da Anadolu coğrafyasında halen köylülüğün
farklılaşmasıyla kendini yeniden ürettiği gerçekliğidir.
Oysa, emperyalist metropollerde demokratik
devrim tamamlanmış olduğundan köylü ve tarım sorunu çözülmüş, tarım
kapitalistleşmiş ve köylülüğün tarım ve sanayi proletaryasına dönüşmesi süreci
tamamlanmıştır.
Buna karşılık,
yarı sömürgelerde, halen halk sınıfları ve
orta sınıflar dâhil toplumsal sınıflar köylülüğün farklılaşması ile
kendini yeniden üretmektedir. Kürt köylülüğü, kapitalizmin eşitsiz gelişme
koşullarına tabi olarak kendi coğrafyası dışında proleterleşmekteyken, Kürt
burjuvazisi ve büyük toprak mülkiyeti Kürt proletaryası ve köylülüğünü kendi
ulusal siyaseti etrafında dikey siyasal yapılarda yedeklemektedir.
Çünkü,
dikey siyasal
örgütlenmeler ulusalcı siyaset için daha işlevseldir.
Leninizm,
bu siyasal olgunun farkında olarak büyük sanayi proletaryasının kendini yeniden
üretme dinamiklerini esas alan ve farklı milliyetten emek kitlesinin kaynaştığı
sovyetik kitle örgütleri siyasetine karşılık, kendi kaderini tayin hakkini
yalnızca bir siyasal hak kapsamıyla benimserken, bu hakkı mutlaklaştırmaz ve
proletaryanın mücadele birliğine bağlı olarak ezilen ulusun kendi kaderini
tayin hakkinin demokratik muhtevasının desteklenmesiyle yetinir.
Yani ,kendi kadehini tayin hakkini, yani ,ayrı bir devlet kurma hakkını,
kendi kaderini bizzat tayin, yani ayrı bir devlet kurma ilkesi olarak
mutlaklaştırmaz.
Çünkü ,büyük kapitalist
sanayi farklı milliyetlerden emek kitlesini birleştirir ve farklı
milliyetlerden proletaryanın sosyalist iktidarı için siyasal koşulları yaratır.
Bu olguda, farklı milliyetlerden emek kitlesinin birliğini kendi kaderini tayin
hakkı ilkesinin önünde siyasallaştırmak bir şovenizm değil proletaryanın
siyasal mücadelesinin ve sınıf siyasetinin bir zorunluluğudur.
Bu nedenle, kendi kaderini tayin hakkı ,yani
,ayrı bir devlet kurma hakkı ,Leninizmde bir siyasal hak olarak tanımlanırken,
kendi kaderini her koşulda bizzat tayin, yani ayrı bir devlet olarak örgütlenme
biçiminde mutlaklaştırılmamıştır.
Leninizm, hem ezen ulus hem de ezilen ulus
egemen sınıflarının ulusalcı ve proletaryanın ortak mücadelesini bölen dikey
siyasal oluşumlarına karşı farklı milliyetlerden sanayi proletaryasının
birleştiği birer yatay siyasal örgütlenme olan sovyetik kitle örgütlerini esas
alan bir stratejiye bağlı olarak, kendi kaderini tayin hakki ilkesinin egemen
ulus şovenizmine karşıt olarak gelişen demokratik niteliğini savunmakla
yetinir.
Ayrılma ve ayrı bir
devlet kurma hakkını mutlaklaştırmadan proletaryanın sınıf mücadelesi ile
ilişkisi bağlamında her coğrafyanın kendi siyasal koşulları ve sınıf
mücadelesin öncelikli ihtiyaçlarına göre formüle eder. Ayrı bir devlet olarak
ezilen ulusun ayrılması sınıf mücadelesinin nihai amaçları ve demokratik
devrimin genel menfaatleri bağlamında desteklenir yâ da
desteklenmez.
Kürt ulusal sorununda, Vartinik
hamlesi, hem 12 Mart askeri darbesine karşı erken bir refleks hem de Kürt
sorunun ilerde alabileceği biçimlere karşı proletaryanın öncüsünün elini
güçlendiren siyasal bir hamledir.
Bugün, Kürt ulusal
mücadelesinin proletaryanın Birleşik mücadelesinden ayrı burjuva feodal bir
önderlik siyasetinde siyasallaşmış olması ve bu sınıfsal niteliği ile Kürt
proletaryası ve köylülüğünü kendi ekonomi politik gerçekliğinden farklı olarak,
Birleşik sanayi proletaryasından yalıtan dikey örgütlenmelere tabi kılan
niteliğine karşıt olarak, bütün milliyetlerden proletaryanın öncüsünün siyaseti
,yalnızca Vartinik hamlesinde ısrar ve devam ettirmekle yetinmek yerine,
demokratik devrim sürecinde olan yarı sömürgelerin niteliği gereği kitlelerin
yatay demokratik örgütlenme alanlarının genişletilmesi ve Kürt proletaryası ve
köylülüğünün gerek demokratik devrimin, gerekse Kürt sorununun bütün yönleri
ile sorgulayabileceği yatay kitle örgütlerinde farklı milliyetlerden emek
kitlesi ile kaynaşabileceği demokratik siyasal özgüm biçimlerini geliştirmek ve
yaygınlaştırmaktır.
Halk sınıflarının birleşik mücadele araçları
olan bu yatay örgütlenmeler, ayni zamanda ezen ve ezilen ulustan egemen
sınıfların kendi sınıf siyasetlerine hizmet eden ve burjuva feodal devlet
aygıtının hiyararsisini kopya eden dikey örgüt biçimlerine karşıt olarak halk
sınıflarının birer öz yönetim araçları niteliğindedir. Dikey siyasal
yapılanmalarla burjuva feodal hiyerarşinin ideolojik ve yönetsel hegomanyasinin
boyunduruğunu aşabilecek bir siyasal perspektif, ancak farklı milliyetlerden
emek kitlesinin kaynaştığı ve mücadele birliği yaratarak kendi egemen
sınıflarından siyaseten özgürleştiği yatay demokratik kitle örgütleri
mücadelesi kültürünün gelişmesi ve yaygınlaşması ile yaratılabilir.
Kitle örgütlerinden yoksun bir DHD ve sosyalizm mücadelesinin
kanatlarından yoksun bir kuştan farkı yoktur. Kürt köylülüğü ve proletaryası
farklı milliyetlerden sanayi proletaryası ile kaynaşarak Birleşik mücadele
örgütlerinde mücadele birlikleri yaratmadan, hangi biçimi alırsa aslin bir DHD
programının Anadolu coğrafyası için uygulanabilirliğinden bahsetmek
olanaksızdır.
Anadolu ve Orta Doğu
coğrafyasında, Kürt köylülüğü, kendi coğrafyasının dışında proleterleşmektedir.
Yine ,Kürt ticaret burjuvazisi ,yâri feodal tarımdan türeme ticaret
burjuvazisi kimliğinde olup tefeci tüccar sermayesi ile iç içe niteliği ile bir
taraftan kendi büyük toprak mülkiyetine, diğer taraftan İstanbul gibi
metropollere bağımlıdır.
Kürt coğrafyasında sanayi
proletaryasının gelişimi yetersiz ve sanayi burjuvazisi yok denecek kadar
azdır. Bütün bu olgular, Kürdistan devrimini kendi dinamikleri ile bir MDD
olarak geliştirmeye yetmemektedir. Kürt burjuvazisi ve büyük toprak
mülkiyetinin bütün devrimciliği pazar çelişkileri tarafından belirlenmekte ve
sınıfsal nitelikleri Kürt köylülüğü ve proletaryasına bir Kürt cumhuriyeti
koşullarında dahi bugünkünden farklı bir perspektif sunmamaktadır.
Kürt burjuvazisi, küçük burjuvazisi ve büyük toprak
mülkiyeti ideolojik formatta ve siyasal örgütlenme tarzında
Kemalizmin kötü bir kopyasını yansıtmakta, kitleleri dikey siyasal yapılarda
kitle inisiyatifinin gelişmediği ve yatay kitle örgütlerinden yoksun bir
siyasal formatta kendi pazar çelişkileri etrafında yedekleme siyaseti
gütmektedir.
Anadolu sosyalist hareketlerinde MDD'ci sol ise Çin devrimi pratiğinde
olduğu gibi hızla ve çabuk politize olan topraksız köylülüğün bulunmadığı bir
coğrafyada, köylülüğün yarı feodal tarımın komprador kapitalizmle iç içe
geçtiği özgün bir sosyo-ekonomik
formasyonda, proletaryadan çok yarı proletarya ve küçük burjuvaziye
farklılaştığı bir coğrafyada ,klasik halk savaşına uygun bir zemin
bulamadığında, İbrahim Kaypakkaya’yı anlamak ve derinleştirmek yerine, MDD
formatında algıladığı DHD stratejisinden, sosyalist
devrim tezlerine çark ederek çelişkilerden sıyrılmaya çalışmaktadır.
Oysa, Anadolu ve
Kürdistan devrimi ,baslıca iki ulusun da kendi sınıfsal dinamiklerinin bir MDD
süreci için yetersiz kaldığı ve her iki milliyetten ve diğer azınlık
milliyetlerden halk sınıfların Birleşik mücadelesinin tayin edeceği yeni tipte
bir DHD süreci olarak gelişme potansiyelleri taşımaktadır.
İbrahim Kaypakkaya’nın doğmatik kavranışı
ise Her iki milliyetten halk sınıflarının, gerek sınıfsal ve gerekse kimliksel
taleplerini birleşik bir mücadelede ortaklaştırmak yerine, kötü bir MDD
talitçiliğini DHD süreci olarak benimsemekle, ne Maoizmi ne de İbrahim
Kaypakkaya’yı içselleştiremediğini ortaya koymaktadır.
Oysa, Kürt Ulusal Hareketi’nin kazandığı her mevzi
Anadolu ve Kürdistan devrimi için yeni olanaklar yaratmakta ve DHD sürecini bir
üst aşamaya taşıma potansiyeli göstermektedir.
Öyle ki Kürt Ulusal Hareketi’nin Suriye ve Irak’taki üsleri, birleşik bir
DHD süreci için Türkiye sınırları içinde bugün için olanaksız olan Kızıl Siyasi
İktidar’ların bir prototipini temsil etmekte ve KSİ perspektifine ölü ve
doğmatik değil ama canlı ve güncel bir içerik kazandırmaktadır.
İbrahim Kaypakkaya’yı doğmatik bir perspektiften, henüz ortada bugünkü Kürt
Hareketinin olmadığı siyasal süreçleri bugüne taşıyan bir perspektiften
savunmak, Kürt Hareketiyle birleşik bir DHD süreci yerine, mevcut olmayan, ya
da yetersiz olan topraksız köylülük savaşını, bu coğrafyaya Çin pratiğinde
olduğu gibi aynen ikame etmeye çalışmak, aslında, İbocu bir devrimciliğe değil
kötü bir MDD taklitçiliğine karşılık gelmektedir.
Mevcut örgütsel
perspektiflerin yetersizliği koşullarında ,zaten sınıfsal dinamiklerdeki
yetersizliklere neden olan özgün sosyo-ekonomik yapı, MDD formatında bir DHD
sürecini her iki ulusun ayrı ayrı demokratik devrim mücadelesi için yetersiz
hale getirirken, bir de ulusal sorunda sol fırsatçı, kendi kaderini tayin
hakkını ayrılma yönünde kullanma tezleriyle desteklenmiş sosyalist devrim
tezleri, Marksizmin kötü bir karikatüründen öte bir nitelik göstermemektedir.
Anadolu ve Kürdistan devrimi ,her iki ulus için ayrı ayrı yetersizlikler
gösteren ve buna karşılık, gerek yarı feodal tarımın yarattığı ucuz iş gücü gibi
birincil ekonomik sonuçlar, gerekse tarihsel kökleri olan kimlik ve aidiyet ve
demokrasi sorunları gibi ikincil sorunların asgari programın içeriğini
genişletip derinleştirdiği, her iki ulusun devrim süreçlerini zorunlu
olarak Birleşik mücadeleye zorladığı, yeni tipte bir DHD süreci olarak gelişme
potansiyellerinde kendisini göstermektedir.
Fikret Karavaz