Anti-emperyalist niteliğe sahip olmayan bir ulusal hareket
"ulusal devrimci" hareket olarak nitelendirilemez!
“Burjuva
demokratik hareketten söz edersek reformcu hareketle devrimci hareket
arasındaki bir ayrımı silip atmış oluruz. Oysa o ayrım son zamanlarda geri
kalmış ve sömürge ülkelerde ayan beyan ortaya çıkmıştır. Çünkü, emperyalist
burjuvazi reformcu hareketi ezilen milletlere de sokmak için elinden geleni
yapmaktadı (…………………Lenin)
MLM bilimini kendisine kılavuz edinen ve onu kavrayan her
marksist çok iyi bilmektedir ki, proletaryanın bilimsel dünya görüşü olan
komünist teorinin daha fazla sulandırılarak tarifata ve küçük burjuva
çarpıtmalara sahne olduğu dönemler, gerek uluslararası gerekse tek tek ülkeler
düzleminde olsun sınıf mücadelesinin düşük seviyede seyrettiği ve komünist
hareketin güçsüz (subjektif olarak bazı zaaflar taşıması ve dağınıklığı) olduğu
dönemlerdir.
Sözün özü, marksizmin her türlü revizyonunun prim yaptığı
ortamların daha çok bu tip dönemlere denk düşmekte olduğu gerçekliğidir. Bunu
söylemekle, yani komünist hareketin gerek uluslararası alanda gerekse tek tek
ülkeler özgülünde güçlü olduğu, dolaysıyla sosyal kurtuluş mücadelesine
istenilen düzeyde önderlik ettiği dönemlerde marksizme yabancı düşünce akımlarının
(revizyonist, reformist ve oportünist) olmadığını veya olmayacağı sonucuna
varılmasın!
Daha açık bir söylemle ifade edecek olursak, sözü geçen
düşünce akımları her iki dönemde de var, sınıflar ve sınıf mücadelesi varlığını
sürdürdüğü müddetçe de varolacaklardır. Ancak, bizim burada işaret etmek
istediğimiz her iki dönemde varlığı-yokluğu tartışması değil, bir dönemde daha
az etkinliğe, diğer bir dönemde ise daha fazla etkinliğe sahip olduklarıdır.
Bu gerçekliği yadsımak ya da görmezlikten gelmek, kapitalist
toplumun bağrında boy veren ve işçi sınıfının sosyal kurtuluş mücadelesiyle
birlikte maddileşen diyalektik materyalist felsefe ve buna doğrudan karşı olan
burjuva ideolojisinin yanısıra bu ideolojinin türevi olarak, yani onun
PARTİZAN 10_sf.13
idealist ipliğinden dokunmuş marksizme yabancı düşünce
akımlarını görmemekle aynı olduğu gibi, bu güçlere karşı mücadele (ideolojik)
edilmeyeceği anlayışıyla da aynıdır. Bu anlayış da, kapitalist toplumu meydana
getiren iki temel sınıf (proletarya ve burjuvazi) dışında kalan ara sınıf ve
tabakaların (küçük burjuvazi, köylülük, milli burjuvazi vb.) toplum üzerindeki
etki ve varlıklarının küçümsendiği ya da reddi anlayışını getirir ki, onlara
karşı mücadeleyi gereksiz kılar.
Yine bu gerçekliği (farkı) görmemek veya küçümsemek, gerek
sosyal kurtuluş devrimlerini yapmış (bugün hepsinde de geriye dönüşlerin olduğunu
söyleyelim) veya yapmamış diğer ülkelerin Komünist partilerin tarihlerinden
gerekse 60'lar sonrası devam edegelen uluslararası komünist hareketin
(enternasyonal bir örgütün olmaması, veya güçsüz oluşu) içinde bulunduğu
durumdan, habersiz olmak demektir.
Demek istediğimiz o
ki, marksizme yabancı bu ara akımlardan bazıları hatta kimi zaman çoğu kendilerini
"marksist", "sosyalist" lanse ettirerek mücadele sahasında
yer alırlar. Veya aldılar. Hatta diyebiliriz ki, bazı zamanlarda ise bu
mücadelede güçlü bir potansiyele de sahip olurlar. Tabiki bu etkinlikleri
kalıcı değil geçicidir.
Nasıl ki, bu gibi ara akımların mücadele sahasında yer
aldıkları somut bir gerçeklik ise,bu akımların (düşünce) toplumsal ve sınıf yapılarından
kaynaklı özellikleri de (istikrarsız, korkak /cesur, panikçi, umutsuz /umutlu,
kararlı/kararsız vb. gibi) üzerlerinde taşıdıkları bir o kadar gerçekliktir.
Şöyle ki; bu akımlar ezilen ve sömürülen sınıfların
toplumsal muhalefetinin seviyesine göre tavır takınırlar. Eğer toplumsal
muhalefet yüksek bir seviyede sevrederse, bu akımlar daha çok canlı ve atak
olur; düşükse, coşku ve ataklık yerini korkaklık, umutsuzluk, panik, pasiflik
ve karamsarlığa bırakır. Daha açık bir deyişle, bir dönem birinci özellikleri ön
plana geçerken, diğer dönem ikinci özellikler ön plana geçer. Çünkü, sözü geçen
özelliklerin tümünü de kendi üzerlerinde taşıyarak bir arada yaşamaktadır.
Marksizme yabancı bu ara akımların (sınıflar bağlamında)
sosyal kurtuluş mücadelesine karşı tavırlarını
Mao
şöyle ifade etmektedir:
“Ara
sınıflar, bir kısmının sola dönerek devrime katılması, bir kısmının ise sağa,
dönerek karşı-devrime katılmasıyla hızla parçalanmaya mahkumdurlar; ’bağımsız
kalabilmeleri imkasızdır.
Dolayısıyla
Çin’deki orta-burjuvazinin, kendisinin önder olacağı, ’bağımsız' bir devrim
düşünmesi boş bir hayaldir” tabi), diye milli burjuvaziyi tanımlarken,
küçük-burJuvazi
için ise şu tanımlamayı yapmakta:
”Normal şartlarda küçük burjuvazinin üç bölümünün (sağ-sol
ve orta-bn) devrime karşı tavrı farklıdır. Ama savaş zamanında, yani devrim
dalgası yükseldiği ve zafer ufukta görüldüğü zaman, küçük-burjuvazinin sadece
sol kanadı değil orta kesimi de devrime katılabilir, hatta proletaryanın ve
küçük burjuvazin in sol kanadının devrimci dalgası ile sürüklenen sağ
kanatçılar bile devrime katılabilir. “
PARTİZAN 10_sf.14
İşte Mao'nun sözünü ettiği ve tanımladığı bu ara akımlar
yalnızca Çin'de değil, Çin gibi yarı-sömürge yarı-feodal tüm toplumlarda olduğu
gibi, devleti olan-olmayan tüm ezilen ülkeler (buna yarı-sömürge ve çok uluslu
devletlerde dahil) ve ulusların bağrında bu ara sınıflar vardır. Ve
varlıklarını da sürdürmektedirler.
Bu gibi ara sınıflar
olduğu gibi, onların ideolojik /siyasi düzlemde temsilcisi olan partiler ve
örgütler de vardır. İşte bu gibi ara sınıfların ideolojik düzlemdeki
temsilcileri marksist teoriden "ödünç" aldığı kırıntılarla, gerek çeşitli
milliyetlerin yaşadığı Türkiye'de gerekse diğer ülkelerde olsun sosyal
kurtuluş hareketlerinin güçlü olduğu dönemlerde yüzlerini marksizme
döndürürken, tersi
durumda ise hem marksizme hem de sosyal
kurtuluş hareketlerine sırtlarını döndürdüklerini başta belirtmiştik.
İşte bu
gibi yabancı akımların, komüntern ve komünformun dağılması, arkasından dünyanın
en güçlü sosyalist ülkesi olan Sovyetler birliğinde kapitalizmin
restorasyonuyla ve arkasından da "doğu-bloku" diye adlandırılan
ülkelerde geriye (kapitalizme) dönüşlerin olması,
bunlarla
birlikte Çin (76), Arnavutluğun ise '78'lerde bu sürece girerek tamamlaması,
dahası da kimi akımların hala da güç bağladığı Rusya'nın tamamıyla yüzündeki
"sosyalist" maskeyi de atarak "kapitalizmi savunuyoruz"
diye aleni olarak ortaya çıkmasıyla daha bir boy vererek attığını söyleyelim.
Bu gelişmelerden (Rusya ve Doğu-
bloku ülkelerindeki son gelişmeler) MLM bilimini savunan akımlar pek
etkilenmedi.
Çünkü onlar için bu gelişmeler yeni değil eskiydi. Fakat,
MLM bilimini savunmayan akımlar için bu gelişmeler "yeni" sayılırdı.
Çünkü, çoğu akımlar kendilerini gerek ideolojik, gerekse diğer yönlerden (Rusya
vb. ülkeler yardım yapmazsa devrim yapılamaz vb. diyenler) adı geçen devletlere
angaje etmişlerdi. Dolayısıyle bu gelişmeler sonucunda şoke oldular. Ve daha
bir ideolojik deprasyona savruldular. Ve bununla birlikte "yeni yeni"
teoriler (oysa özünde eski olan) üretmeye başladılar/ başlandı.
Kimileri "marksizm günümüz koşullarına uymuyor"
diyerek "yeni devrim süreci" (özünde reformist olan), kimileri,
"Stalin'den Lenin'e oradanda Marks'a kadar hepsini yeniden değerlendirmeye
tabi tutmalı", "kimileri sınıf mücadeleleri yerine sınıf
uzlaşmacılığı", "kimileri" devrim yerine toplumu sivilleştirmeyi
birincil görev olarak öne koymayı”, kimileri diplomatik ilişkiler adı alanda
emperyalist devletler ve gericilerden destek almayı "ilkeli ve eşit bir
ilişkidir", kimileri "geçmişin muhasebesini yapma" vb. vb. gibi
teorilerle marksizmi revize eden ve üstelikte sosyalist maskeyle MLM bilimine
fütursuzca saldıran "yeni" teoriler icat ettiler ve hala da bunu
savunuyorlar.
Daha önceleri de vurguladığımız gibi bu teorilerin hiçbirisi
de yeni değil, eskidir. Sadece "yeni" olan birşey varsa, o da bu tip
maskelerle MLM bilimine daha çok cepheden saldırıldığı gerçekliğidir.
Daha açıkçaşı, eskiye göre bugün daha çok marksizme cepheden
saldırılmakta olduğu gerçekliğidir "yeni" olan.
•Konumuzla bağlantısı olduğundan, her ne kadar bütün
sosyalist ülkelerde geriye dönüşler olduysa ve bunlar karşı-devrim cephesine
iltihak ettilerse
PARTİZAN
10_sf.15
de bu olumsuz gelişmelerin gelişmekte olan sosyal kurtuluş
(Peru bunun somut örneğidir) ve ulusal kurtuluş hareketlerini engelleyemediği
de ortadadır. Sözün özü, bu olumsuz gelişmeler Komünist hareketleri subjektif
olarak etkilediyse de, yükselmekte olan devrim etmenlerini engelleyemedi.
Geçmişte olduğu gibi bugünde devrim etmenleri ağırlıktadır. Bu konuda birincil
görev sosyal kurtuluş mücadelesine hız vermek ve devrimin başarıya ulaşması
için olunca çaba sarfetmek olmalıdır.
Ve bu arada yazımızın amacının uluslararası komünist
hareketin geçmişini irdelemek veya yukarıda işaret ettiğimiz ara sosyal
tabakaların niteliklerini ayrıntılı olarak ortaya koymak değil, Kürt
milliyetçisi akımların "Çekiç Güç", "Birleşmiş Milletler"
ve Güney Kürdistan'da kurulan "Kürt Fedarasyonu"na ilişkin
izledikleri çizgilerle başvurdukları bazı çarpıtmaları, genel olarak ele alıp
değerlendirmek olacağını vurgulayallm.
Işte, gerek Türkiye solu, gerekse Kürt milliyetçisi
akımların burjuva düşüncelerinin mahkûm edilmesinin biricik yolunun da MLM
biliminin, bugün eskisinden daha çok özümsenip-savunulmasından geçecektir.
Sözün özü, bu bilimin özümsenip savunulmasıyla ancak yabancı
düşünce akımları (ideolojik düzlemde) mahkûm edilinebilir. Bu düşünce
akımlarının ideolojik düzlemde mahkûm edilmelerinin biricik bilimsel yöntemi
MLM bilimiyse, pratik düzlemde ise bu bilim ışığında daha çok pratiğe (radikal
mücadeleye) yüklenmek olmalıdır. Ancak bu diyalektik birlikteliğin sağlanması
(teori ile pratiğin birliği) sonucu marksizme yabancı düşünce akımlarının
toplum üzerindeki etkisi kırılır veya asgariye indirilebilir. Yoksa, tek cephede
verilmiş veya verilecek bir mücadeleyle sözkonusu düşünce akımlarının etkisi
kırılamaz!
İşte bu bilinçten hareketle "Çekiç Güç",
"BM" ve Güney Kürdistan'da kurulan "Kürt Fedarasyonu"na
ilişkin düşüncelerimizi bir kez daha bu sayfaları aktarmayı uygun gördük.
Birleşmiş
Milletler örgütü (bugünkü haliyle) ve Çekiç Güç olgusunun altında yatan
gerçekler kavranamadan, emperyalizme karşı doğru bir yön- tele mücadele
yürütülemez!
Öncelikle
Birleşmiş Milletler olgusu üzerinde duralım.
Birleşmiş Milletler'in 70'li yıllar öncesi oynadığı rolü,
bugün oynamadığını başta belirtelim. Bugün neden 70'ler öncesi rolü oynamıyor, diye
sorulduğunda bunun altında yatan birinci olgu, birleşmiş milletler örgütü
içerisinde yer alan devletlerin hepsinin de karşı-devrimci ve emperyalizmin
dalgalan- dırdığı beyaz bayrak altında yer almasıdır.
Daha açık bir dille
ifade edecek olursak, 70'ler öncesi Sovyetlerin başını çektiği (özellikle
60'lar öncesi) sosyalist ülkelerin oluşturduğu sosyalist kamp henüz
dağılmamıştı ve bu örgüt içerisinde yer aldığından da dünya halkları ve
ezilenleri için olumlu ve etkin kararlar çıkabiliyordu. Dahası da bu örgüt içerisinde
bir yandan emperyalistler ve tüm gericilerin dalgalandırdığı beyaz bayrak
varken, öte yandan sos-
PARTİZAN
10_sf.16
yalist devletlerin dalgalandırdığı, kızll bayrak vardı. İşte
Sovyetlerde kapitalizme dönüşle birlikte (ve onu takib eden doğu-bloku ülkeleride bu
kervana katılınca) sosyalist kampın
dağılması sonucu, Birleşmiş Milletler denilen ör gütün dünya ezilen halkları ve uluslarının yararı için bir karar ya da
bir tavır belirlediklerini söyleyemeyiz.
Sosyalist kampın
dağılması arkasında hala da sosyalist niteliğe
sahip olan Çin ve Arnavutluğun ise
(ki bunlar da 70’li yılların ortalarında
ve son çeyreğinde kapitalizme ve karşı-devrim cephesine entegre oldular) bu örgüt içerisinde
etkinliği yoktu.
Ve olduğu da
söylenemez. İşte bu gelişmeler
sonucu, yani sosyalist kampın dağılması ve arkasından da diğer
sosyalist devletlerin karşı-devrime iltihak etmeleri sonucunda
BM dünya halkları için tek
kutuplu bir örgüt haline dönüştü. Kısacası, bu örgüt emperyalist güdümlü karşı-devrimci bir oluşum niteliğine
büründü.
Ki, bu örgüt, gelinen bugünkü aşamada ise Rus
sosyal emperyalizminin güç kaybederek ve ABD karşısında boy ölçüşecek durumdan
düşmesiyle birlikte ABD’nin
birinci derecede insiyatifi altına girdi.
Sözkonusu örgüt içerisinde ABD'nin borozanının öttüğünü
ve bu örgütün tek kutuplu bir örgüt niteliğinde olduğunu söylerken bununla ABD
ve diğer emperyalist devletlerin
kendi aralarında çelişkiler kalkmıştır/yoktur
sonucuna varılmasın.
Tek kutuplu
derken bu örgütün tümüyle emperyalist cephenin
elinde olduğunu, dolayısıyla devrim cephesine karşı tek bir ağızdan konuşarak
ittifak içerisinde olduklarını vurgulamak istiyoruz. Yoska bu güçler
arasında bir yandan devrim cephesine karşı ittifak (birlik) içerisindelerken öte yandan tekelci karakter ve çıkarları için bir çelişki, hem de uzlaşmaz çelişki içerisindeler.
Aynı durum emperyalist devletlerin kendi aralarında olduğu gibi bu devletlerin yarı-sömürgelerde sosyal dayanağı
durumundaki komprador burjuva ve büyük toprak ağaları sınıfı için de geçerlidir. Yani
emperyalist devletler arası çelişkiler
onları temsil eden sınıflara da yansır.
Lenin'in işaret
ettiği gibi, emperyalistler arası çelişkilerle ittifaklar emperyalizmin karakteridir.
Yine sözkonusu örgüt (BM) '70'ler
öncesinin örgütü olmadığı
gibi, bu niteliğinin sonucu olarak da istedikleri
devletleri istedikleri an oluşuma dahil ettikleri gibi istedikleri an da oluşumdan
çıkartıp izole edebiliyorlar.
Örgüt belli bir amaca ulaşmak için kurulan bir araç olduğuna göre, burada
kavranılması gereken sorun da bu örgütün kime hangi amaçla hizmet ettiği ve
bu örgiüte önderlik eden güçlerinde
kimler olduğu sorunudur.
İşte tam da burada bu örgütün (gelinen aşamada) tamamıyla
emperyalistlerin denetiminde olduğu
ve emperyalist çıkarlar için kullanıldığı gerçekliği gün gibi açık değil midir?
Böyle bir nitelik ve misyona sahip
oluşumu, ezilen halkların sosyal ve ulusal
kurtuluş mücadelelerini
desteklediği görülmüş müdür?
"Desteklese de“ bunun da temel
kaynağını kendi çıkarları oluşturmuyor mu?
PARTİZAN
10_sf.17
Emperyalist güdümlü ve ABD'nin borozanının öttüğü bu
oluşumun bugün "insan hakları", "demokrasi", "çevre
sorunları", "umut,operasyonları" adı altında sürdürdüğü operasyonlar,
tamamıyla emperyalist ve gerici çıkarlarını sağlama almak ve bunları kamufle
etmek için birer aksesuar değil de nedir?
Bugün ABD'nin bir yan kuruluşu gibi çalışan BM Somali ve
Irak’a zulüm ve katliamdan başka bir şey vermemiştir.
Bugünkii haliyle öylesine bir nitelik ve misyona sahip bir
oluşumun Güney Kürdistan'daki askeri simgesini ise Çekiç Güç denilen
"imhacı" ve "işgalci" güçler oluşturmaktadır.
Bilindiği gibi bu karşı-devrimci korsan güç, başta ABD olmak
üzere diğer emperyalist devletler ve onun bir numaralı uşağı olan TC tarafından
altı ay daha Güney Kürdistan toporaklarında kalmak üzere süresi uzatıldı. Bir
yandaki emperyalistler ve onun suç ortakları bu "işgal" ve
"imha" edici gücün uzatılmasını savunurken, diğer yandan ise
ideolojik dokusunu burjuvaziden alan Kürt milliyetçisi akımlarda bu işgalci
gücün oluşturulması ve kalmasını hararetle savunmaktadırlar.
Bunun ötesinde öyle
bir gücün oluşturulmasını sevinçle alkışlamaktan da geri durmadılar ve hala da
durmuyorlar. Dahası, bu yönlü anlayış ve tavırlarla dolaylı ya da dolaysız
emperyalistler ve onlaır suç ortaklarının çıkarlarına hizmet etmiş oldular.
Kürdistani Cephenin başını çeken IKDP ve YNK bu oluşuma (Çekiç Güç) hem öznel
hem de objektif olarak ön ayak olurken, bu karşı-devrimci gücün kalmasını ve
oluşturulmasını savunanlar, subjektif niyetleri ne olursa olsun, objektif
olarak bu karşı-devrimci oluşuma hizmet ettikleri somut bir realitedir.
Çekiç Gücün süresi altı ay daha uzatıldı derken, artık bir
daha uzatılmayacak /ya da uzatmayacaklar gibisinden hayalci sonuçlara
varılmasın. Nasıl ki emperyalist devletler kendi yarı-sömürge ve sömürgeleri
durumunda olan ülkelerin topraklarında askeri üslerini (bu toplumsal yapı
kaldığı
sürece) kaldırmayıp
kalıcılaştırmışlarsa, Çekiç Güç denilen bu korsan gücü de Güney Kürdistan'dan
kaldırmayacaklardır. Ta ki bu güç kovuluncaya veya emperyalistler buralardaki
çıkarlarını sağlama alıncaya dek, bu gücün de kalacağnı söylersek, varolan
somut bir gerçeğe parmak basmış oluruz. Bu gerçekliği görmemek veya yadsımak,
emperyalist devletlerin yarı-sömürge ülke topraklarındaki askeri üslerini
görmemek ve kavramamakla aynı olduğu gibi, emperyalistlerle onların sosyal
dayanağı, olan sınıfların "işbirlikçi" olduklarını görmemekle de
aynıdır.
Olgular varolan objektiflik ise gerçeklik te bu olguların iç
kanunlarına hükmedici yasalardır Yine her "icat" belli bir ihtiyacın
sonucu olarak ortaya çıkıyorsa, yani "ihtiyaçlar icadın anasıysa"
bilimsel belirlemesinde olduğu gibi, Çekiç Güç olgusunun ortaya atılması ve Güney
Kürdistan'a yerleştirilmesi de elbette belli bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya
atılmıştır. Yoksa
PARTİZAN
10_sf.18
durup dururken ortaya atılmadı. Diyalektik materyalist
teorinin emrettiği gibi hiçbir şey birden bire ortaya çıkmaz. Bunun gibi Çekiç
Güç olgusu da birden bire ortaya çıkmadı. İşte burada kavranılması gereken
tamda Çekiç Güç olgusunun kim ya da kimlerin çıkarları için ortaya çıktığı
gerçekliğinin kavranmasıdır. İşte Çekiç Güç denilen bir olgu ortaya çıktı ama
bu ihtiyaç, Kürt halkı ve ulusunun ihtiyacı olarak değil, tersine emperyalist
devletlerin ihtiyaçlarını karşılamak için ortaya atılarak oluşturuldu.
Kürt halkının ve tüm ezilen halkların can düşmanı
emperyalist haydutların Çekiç Gücü Güney Kürdistan'a konuşlandırmalarının
altında yatan temel ihtiyacın, bu haydutların çıkarları olduğu gerçekliğini
görmeyenler, Lenin'in
emperyalizm üzerine tezlerini bir nebzecikte olsa kavramayanlar olur ancak.
Şimdi sorunun daha bir kavranılması için Çekiç Gücün neden
Güney Kürdistan topraklarına konuşlandırılıp da, başka topraklara konuşlandırılmadıklarının
nedenleri üzerinde azıcıkta olsa duralım.
Bilindiği üzere Irak'ın Kuveyt'i işgaliyle birlikte başta
ABD ve emperyalist canavarlar Irak'a "ders" vermeye karar verdiler.
Ki bu entrikalı planlarını ise "insan haklarını korumak",
"demokrasi" vb. şeylerle süsleyip senaryolaştırdıktan sonra pratiğe
geçirdiler. Daha önceleri bir dizi korsanlıklar yaparak başka ülkeleri işgal
eden bu güçler bir anda işgalciliğe karşı oldular (!). Her zaman olduğu gibi,
yine emperyalist çıkarlarının emrettiği şekilde Irak'a her türlü silah ve
techizada saldırdılar.
Emperyalistler ve onların suç ortakları Irak'a saldırdı
derken, Irak'ın Kuveyt’i işgal etmesini doğru bulduğumuzu, dolayısıyla Irak'ın
yanında yer almak gerektiği anlayışını savunduğumuz sanılmasın.
Ki, sınıf bilinçli proletarya, bu savaşı haksız ve gerici
bir savaş olarak nitelendirdiğini, dolayısıyla hiçbir tarafın yanında yer
almıyarak bu savaşa karşı çıktığına dair düşüncelerini ve tavrını koymuştuk.
Bizim burada işaret etmek istediğimiz savaşın haksızlığı
yanında ABD ve emperyalist canavarları orta-doğuya sürükleyen nedenlerin neler
olduğu gerçekliğidir. Nasıl ki, Irak Kuveyt’e saldırmakla ve işgal etmekle
kendi siyasi ve ekonomik çıkarları için hareket ettiyse, ABD ve canavarlarda
Irak’a saldırmakla ve Kuveyt'i kurtarmakla (!) başlattıkları savaşın altında
yatan, kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarıydı.
Bu arada bir gerçeğe daha parmak basmak yerinde olur:
Eğer
faşist Saddam emperyalist efendilerinden
izin alarak Kuveyt'i işgal etseydi, o zaman ne böyle bir savaş çıkardı ne de öyle
sonuçlanırdı. Fakat Saddam efendilerinin çıkarlarına ters düşen bir hareket
yaptığı için, "cezalandırılmaktan da" kendisini kurtaramazdı. Ve öyle
de oldu. Çünkü, ’emperyalist haydudar kendi çıkarlarını zedeleyen çocuklarını
(uşaklarını), tıpkı feodal düşüncelere sahip bir babanın kendi çıkarlarına ters
düştüğü anda çocuğunu cezalandırdığı gibi cezalandırma yoluna giderler. Ve bir
daha kendilerine kafa tutmamaları için de "iyiden iyiye döverler".
Bunun örnekleri geçmişte olduğu gibi bugünde vardır. Sözgelimi; bir Panamada
geçmişte CIA'nın aynı olan Norie-
PARTİZAN
10_sf.19
ga ve Filipinler'deki
Markos, Afganistan’da (Rusya'nın yaptığı) yapılan hükümet değişiklerinin hepsi
de bunun somut örnekleridir. İşte emperyalistlerin "Körfez savaşında"
Irak yönetimine karşı uyguladıkları yöntem de geçmişte bolca yapılanlardan
başka bir şey değildi.
Kısacası, emperyalist devletleri
Körfez savaşma sürükleyen olgunun altında yatan temel ihtiyaç, ne
"Kuveyt'i kurtarma" ne de "insan haklarını koruyup kollama"
değil, ekonomik ve siyasi çıkarlarını (orta-doğu petrol ve bu alanda askeri
olarak üstünlük sağlamak) sağlama almaktı.
Öz olarak savaşın nedenleri böyle iken, savaş sonrası da
sözkonusu çıkarlarırn daha bir sağlamlaştırmak ve çeşitli mücadele yöntemlerini
denemekten de geri duramazlardı elbette.
Çünkü, emperyalist çıkarları böyle emrediyordu.
Savaşta yenilgiye uğrayan Saddam ve yönetimi emperyalistlere
yeterince güven vermediği ve onların güvenini sarstığı için, başta ABD olmak
üzere diğer emperyalistler Saddam hükümetinin değiştirilip başka bir hükümetin
yerine getirilmesi için alternatifler sundular. Fakat Saddam, hükümeten ay-
rılmayınca ve alternatif muhalif partilerde Saddam'ı hükümetten düşürecek güçte
olmadıklarından (ki bu alternatif güçler hala da var) ABD bu planında başarılı
olamadı. Saddam'ı yalnızlaştırmak için ilk olarak bu yöntemi denemekle birlikte
bunun yanısıra başka yöntemlerde denemeye giriştiler.
Bilindiği gibi Kürdistani Cephe ile Irak devleti arasında
uzun yıllara dayanan bir çelişki vardı. Ve ABD'de bu çelişkiyi iyi keşfetmiş
olacak ki IKDP ve YNK temsilcileriyle ilişkilerini daha bir sıklaştırarak, hem
de onların zayıf yanlarından
yararlanarak atağa geçti. Kürdistani Cephenin başını çeken bu güçlerle ABD ve
emperyalist güler arasındaki ilişkiler Körfez savaşından öncede vardı, fakat
Körfez savaşı sonrası kadar boyutlu değildi.
Kürfez savaşının bitiminin hemence akabinde, yani ’91
Mart’ında Kürdistani Cephenin önderliğinde ulusal temelde bir ayaklanma oldu.
Ve bu ayaklanmayla bir-çok Kürt bölgesi Kürdistani Cephenin denetimine geçti.
Fakat bu gelişmeler uzun sürmedi. Dahası, Faşist Saddam diktatörlüğü bu ayak-
lanmayı kanla ve katliamla (emperyalistleri de yanına alarak) bastırarak kaybettiği
yerleri tekrar ele geçirdi. Bu katliamlar olurken diğer taraftan da yüzbinlerce
Kürt göç etmeye başladı.
İşte bu olumsuz gelişmeler Kürdistani Cephenin karakterinden
kaynaklı uzlaşıcı ve teslimiyetçi yanını daha bir hızlandırarak emperyalist
güçlere ve TC'ye yaklaştırdı. Ve onlardan kendilerine "destek? ve
"yardım" etmelerini istedi. İşte tam da bu dönemde ABD güdümlü
Birleşmiş Milletler, "insan haklarını korumak", "Kürtlere yapılan katliamları
durdurmak" vb. gibi insancıl sözlerle Kürdistani Cepheyi'de yanına alarak
"Çekiç Güç oluşturulmalıdır" tartışmasını yaptılar. Ki kısa
süre geçmeden de oluşturdular. Böylelikle, emperyalist canavarlar orta-doğu ve
Kürdistan'daki çıkarlarını sağlama almak için bir adım daha ileriye atmış oldular.
Kürdistani Cephe ise varolan uzlaşıcı tavır ve teslimeyitciliğini daha bir
pekiştirdi.
PARTIZAN
10_sf.20
Ve böylelikle kendini onların kucağına atmış oldu.
Çekiç Gücün "imha ve işgalci" niteliğini
görmeyipte, onu Saddam'a "karşı oluşturulmuş caydıncı" ve
"Kürtleri koruyucu" bir güç olarak değerlendirenler, büyük bir gaflet
ve sınıf uzlaşmacılığı içiresindedirler. Çünkü, bu karşı-devrimci gücün her
halükarda emperyalistlerin orta-doğudaki çı- karlarını korumak için
oluşturulduğunu yadsımakla birlikte, bu oluşumun bir misyonun da Kürdistan'da
gelişmekte olan ve gelişecek sosyal kurtuluş mücadelesini bastırmak ve öte
yandan ulusal kurtuluş mücadelesini de boğmak veya onların öncülerini kendi
denetimleri altına almak olduğu gerçekliğidir. Daha şimdiden Kürdistani Cepheyi
kendi denetimi altına aldığı gibi, bir dizi Kürt milliyetçisi akımı da
reformist ve uzlaşmacı çizgiye doğru savurmuştur.
Bugüne kadar Kürdistan'ı "bölüp parçalayan" bu
emperyalist canavarlar ve onların suç ortakları nasıl oluyorda bir anda
"Kürtlerin koruyucu meleği" olup "insan haklarını koruyor”???
Bugüne kadar ve bugünde Kürtlerin katledilmesi için uşak
iktidarları ve kendileri tarafından kullanılan silah ve techizatlar bu iyilik
meleği (!) güçlerin değil midir? Bu anlayış ve tavırlarınızla Kürt halkı ve
ulusuna ihanetin zeminlerini hazırladığınızın veya buna ortak olduğunuz un
farkında mısınız?
Konumuzun başında Güney Kürdistan'daki "Çekiç
Gücün" geçici olmadığını, uzun vadeli hesaplar için oluşturulduğunu
belirtmiştik. İşte bu gerçeklik görülmediği ve uzlaşıcı davranıldığı içindir ki
Kürdistani Cephe emperyalist devletlere ve TC'ye daha bir sırtını dayayarak
onların kucağına oturdu. Ve PKK'ya karşı ortak bir hareketle de pekiştirmiş
oldu.
"Güneş balçıkla sıvanmaz", özdeyişinde olduğu
gibi, gerçekler bu kadar açık ve net iken, hala da kalkıp Kürdistani Cephenin
ilişkilerini "diplomatik" ve "eşit koşullar la sürdürülen
ilişkilerdir" diye lanse etmenin ve savunmanın adı, Kürt halkına olduğu
kadar Kürt ulusuna oradan da dolaylı olarak dünya ezilenlerine kadar herkese
zarar veren "gerici" ve "teslimiyetçi" anlayış ve tavırlar
değil de, nedir?
Marksist teoriye ilgi duyan ve gözü milliyetçilikten uzak
herkesin görebileceği gibi, Kürdistani Cephenin emperyalist devletlerle sürdüre
geldiği ilişkiler emperyalizmden uzaklaştırmak yerine onları emperyalistlere
daha çok yaklaştırdığını ve denetimlerine soktuğunu rahatlıkla görebilir.
MLM bilimini savunan ve ona asgari ilgi duyan, ondan da öte
tutarlı devrimci-demokrat kişi veya kişiler, hiçbir zaman ne emperyalist
güçlerin kendi topraklarında üs kurmasını ne de başka güçlerin başka ulus ve
ülkelerin toprakları üzerinde üs kurmasını savunmazlar.
Çünkü, bu askeri güçler ezilenlerin dostu değil, düşmarndır.
Dolayısıyla bu karşı-devrimci güçlerden yardım adı altında destek de
istemezler. Karşı-devrimci güçler arasındaki çelişkiden yararlanmak farklı şey,
bunlara sırtını dayayarak yardım etmek
PARTİZAN
10_sf.21
Devam edecek.
Evet, Güney Kürdistan'daki cephenin başını (eken IKDP ve YNK
ulusal niteliğe sahiptirler, fakat bu güçlerin ulusal niteliğe sahip olmaları başka
şeydir, bu güçlerin desteklenmesi ise başka şeydir.
Dahası, bu güçlerin ulusal niteliklerini tespit etmek farklı
bir durumu oluştururken, bu güçleri karşı- devrimci olarak nitelendirmek ise
farklı bir durumdur. Bunlar birbirine
karıştırılmamalıdır. Bunun açılımını konumuzun akışı içerisinde
yapacağız.
Çelişkilerden yararlanmak demek birinden vazgeçip (Irak'tan) diğer güçlere
sırtını dayamak değildir dedik. Ve Irak'tan kurtulayım da kim gelirse gelsin
anlayışı ve tavrı Kürt halkına ve ulusuna ihanettir.
Hem Irak'la tüm bağlarını kesmeyen bir hareket "bağmsız"
olamayacağı gibi, emperyalist devletlerle de başını kesmeden bağımsız olamaz.
Aksini düşünmek gerçekleşmesi imkansız bir ütopyadır! Burjuva önderlikli
ulusal kurtuluş hareketlerinin tarihsel tecrübeleri göstermiştir ki, ulusal
burjuva önderlikli hareketler birinden kopmadan diğerine bağlanıyorlar.
Yani, emperyalizmden kopmadan ona bağlanmaktadırlar. Bu
bağlamda, Güney Kürdistan’da etkin olan güçlerin, gerek çekiç güce evet
demeleri ve onu davet etmeleri, gerek emperyalist icazetli federasyon ilanları
ve gerekse emperyalist devletlerin ve TC'nin emriyle PKK'ya karşı
harekata katılmaları bu bağlanmanın birer somut göstergesi değil midir?
Aksini iddia eden varsa, o gerek emperyalizmin karakterini
gerekse Kürdistani Cephe (IKDP ve YNK) karakterini bilmiyor ya da kavramıyor
demektir.
Çoğunluk Kürt
milliyetçisi akımlar, "nasıl olurda emperyalizm Kürt fedarasyonunun
kurulmasına izin verir?", ”bu emperyalistlerin karakterine ters düşmez
mi”?
gibisinden sorular sorabilirler.
Evet,
ilk bakışta bu durum
çelişkiler arzetmektedir. Fakat olgular, neden ve sonuçlarıyla birlikte somut
bir biçimde tahlil edildiği zaman hiçte çelişkili olmadığı ortaya çıkar.
Lenin'in emperyalizm
ve ulusal sorun üzerine yazdığı tezlerinden haberi olan herkes, finans
kapitalin, ulusal pazarlara tek başına hakim olmak isteyen ve kendisine karşı çıkan ulusal hareketlere
karşı olduğunu görür.
Çünkü, bu tip hareketler (anti-emperyalist) kendi
çıkarlarını zedelemektedir. Dolayısıyla, kendi çıkarlarını zedelemeyen ulusal
hareketlere ancak izin verirler. Buradaki açık amaç kendi çıkarlarını korumak
ve sağlama almaktır. Ki bu da emperyalist devletlerin rekabet bilimine bağlı
olarak ortaya çıkar. Bu, emperyalist savaşlar ın olduğu dönemlerde farklı bir
biçim alırken relatif (geçici) barışın olduğu dönemde ise farkli biçimler alır.
PARTİZAN
10_sf.22
Daha açik bir deyişle, emperyalist devletler bu tip
dönemlerde kendi çıkarlarını sağlama almak için ulusal hareketi kendisine yedeklemek
ister. Emperyalistler açısından tek amaç bu iken, burjuva nitelikli ulusal
hareketler ise, kendisinden güçlü egemen ulusa ya da bașka güçlere karşi mücadele
ederken emperyalistlerden veya kimi faşist devletlerden
destek almak için bu tip durumları"bulunmaz bir firsat olarak
değerlendirirler.
IKDP ve YNK'nin bırakalım emperyalist güçlerden direkt
olarak yardım istemelerini, bu güçler çatışma halinde oldukları güçlerden dahi
geçmişte yardım almıșlardır.
Açıkcası, IKDP ve YNK arasındaki kardeş çatışmasında, IKDP lideri M.
Mustafa Barzani, İran şahi Rıza Pehlevi'den yardım isterken, YNK lideri
Talabani ise Irak faşist diktatörlüğünden yardım isteyerek onlara sığındılar.
Bu gibi karaktere sahip hareketler zor ve güçsüz durumda
kaldiklarında kendi sınıf yapılarının gereği, "denize düşen yılana
sarılır” özdeyişinde olduğu gibi onlar için düşmanın büyüğü-küçüğü pek önemli
değil, yeterki kendisine ”yardim ve destek" versinler. Geçmişte gerek
Rusya, gerek Amerika ve gerekse diğer emperyalist devletler bu yola
başvurdukları gibi bu günde başvurmaktadırlar.
Lenin'in konuya
ilişkin sözlerini aktarırsak ye- rinde olur:
” Finans kapital açısından tek tek küçük ulusların sahip
olabilecekleri kadar, hatta “siyasi bağımsızlığa kadar” (abç) demokratik özgürlüğe
sahip olmalarına razı olmak, böylece ‘’kendi” askeri operasyonlarının zarar
görmesi tehlikesini kaldırmak, sadece – elde edilebilir—değil, trörstler için,kendi
emperyalist politikaları için, kendi emperyalist savaşları için bazen daha
karlıdır.
Siyasi ve stratejik, ilişkiler özelliğini görmezlikten
gelmek ve ‘’emperyalizm’’ kelimesini ayırım gözetmeden, ezberden
tekrarlamak,Marksizmden başka herşeydir.’’
(MBK ve Em.Ek)
Görüldüğü gibi, emperyalizm ekonomik/siyasi ve askeri
çıkarları için ezilen ulusların demokratik istemlerine razı olur. Hatta
"siyasi bağımsızlıklarına kadar.” İşte çekiç gücü Güney Kiirdistan'da
konuşlandırmaları ve arkasından da Kürt federasyonuna izin vermelerinin altinda
yatan temel gerçek- lik, sözkonusu çıkarlardır.
Ekonomik çıkarlarının başında orta-doğu petrolleri gelirken,
siyasi çıkarlarının başında ise, gerek Kürdistan'da gerekse diğer orta-doğu ülkelerinde
olsun gelişmekte olan sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerini bastırmak, boğmak
veya kendi denetimi altına almak için ortadoğuda siyasi denetimi elinde
tutmaktır. Ki, bu denetimi
sağlamak ve operasyonlarını gerçekleştirmek için de çekiç gücü devreye
sokmuştur.
Emperyalizmin
federasyona izin vermesinin bir nedeni de,
Kürtlerin
federasyonu atlayarak "bağımsız bir devlet" kurma haklarını engellemek
ve federasyonla Kürtleri denetim altında tutmaktır. Bunların yanında bir de
Saddam yönetimine karşı askeri operas- yonları sağlamak için çekiç gücü
kullanmaktır. Sonuçta, bu gibi oluşumlara müsade etmesi ve oluşturmasının tek
nedeni varsa o da emperyalistlerin çıkarlarının olduğu gerçekliğidir.
PARTIZAN
10_sf.23
Yoksa, amaçları, ne insan haklarını korumak (!) ne de Kürtlerin
katledilmesini önlemekti. İnsan haklarının ve ezilen halkların bir numaralı
düşmanı ve kanemicileri olan emperyalistlerin, insan hakları savunucusu ve kürt
dostu oldukları görülmemiştir. Çünkü onlar iyiden/güzelden yana herşeyin baş
düşmanlarıdır!...
Evet, Kürdistani Cephe ile emperyalist devletler (başta ABD)
arasındaki işbirliği sonucu Kürt federasyonu kurulacağı açıklanırken, faşist TC
yetkilileri bundan tedirgin oldular, fakat bu tedirginliklerinin görüntüde
olduğunu da söyleyelim. Bu güçleri tedirgin eden yan, federasyonun kurulduğu
veya kurulacağı değil, "bağımsız bir devlet haline dönüştürüleceği
ihtimaliydi" Fakat, Kürdistani Cephe yetkilileri emperyalistlerle
anlaştıkları üzere, yani "biz Irak'ın bütünlüğünü bozmayacağız, bu
bütünlüğü koruyacağız, dolayısıyla bağımsız devlete doğru gitmeyeceğiz" gibi
sözler verdiğinden ve onların (emperyalistler) sözlerinden çıkmayacaklarına
dair açıklamalarda bulun- makla, arkasından da TC ile birlikte PKK’a karşı
ortak hareket düzenlemeleri için teminat verince ve bunu da pratikte uygulayınca
faşist TC'nin görüntüdeki tedirginliği de giderilmiş oldu.
Toparlayacak olursak:
Çekiç güç, dünya halklarının can düşmanı emperyalistler ve
onların suç ortakları tarafından Güney Kürdistan'da topraklarının üs olarak
kullanılmak üzere oluşturulan "imha" ve "işgalci" askeri bir
ordudan başka birşey değildir.
Emperyalist güçlerin yarı-sömürge ve sömürgelerdeki askeri
üsleriyle Çekil Güç arasında nitelik farkı yoktur. Her ikisi de, emperyalist
yağmacılık ve onun çıkarlarının koruyucusudur. Dolayısıyla, çekiç gücün
oluşturulmasının altında ne "insan hakları" ne de Kürt sevgisi (!)
yatıyor. Bu yönlü sözler emperyalistlerin kendi planlarını gerçekleştirmek için
birer aldatmacadan başka hiçbir anlam ifade etmiyor.
Çekiç Gücün niteliği ve üstlendiği misyon bu kadar açık
iken, buna karşın Kürt milliyetçisi akımların hala da bu gücü "koruyucu
kalkan", "Caydırıcı güç", "Kürt federasyonu için
güvence" vb. gibi gerekçelerle savunmaları ve bunu oy vermelerinin altında
yatan gerçeklik, sınıf mücadelesi yerine uzlaşmacılığı, direnme ve ilerleme
yerine teslimiyet ve yozlaşmayı, özgücüne ve müttefiklerine güvenme yerine, dış
güçlere ve düşmanlara güvenmek, devrim yerine düzen içi değişiklikleri tercih
etmeyi vb. teorize eden düşünceler olduğu açıktır.
Bu düşüncelerin sınıf dokusu burjuva ve küçük burjuva sınıf
dokusudur
İşte bu sınıf dokularının bir sonucudur ki çekiç gücün kalmasına
evet, gitmesine hayır demekteler!..
Marksist olduğunu iddia eden, bırakalım marksistliği bir
kenara tutarlı demokrat-devrimci bir kişi ya da kişiler dahi "imha ve
işgal" edici gerici orduların kendi topraklarında üslenmelerine karşı
çıktığı gibi başka ulusların
PARTİZAN
10_sf.24
topraklarında üslenmelerine de karşı çıkar. Ve bu üslerin
kurulmasını istemez!... Çünkü, devrimci-demokratlığın önemli kriterlerinden
birisi de ilhak ve işgalciliğe karşı olmasıdır!..
Kısacası, Birleşmiş milletler ve çekiç gücün niteliği ve
misyonu kavramadan emperyalizme karşı doğru bir yöntemle mücadele edilemeyeceği gibi, onun dümen
suyuna da girilebilinir.
SINIF BİLİNÇLİ PROLETARYA BÜTÜN ULUSAL HAREKETLERİ
NİTELİĞİNE BAKMADAN DESTEKLER Mİ?