Aynı sosyal
ağlar içinde bulunup da onun ismini duymayan, kim olduğunu bilmeyen kalmamıştır
sanırım. Ölümünün dördüncü yıldönümünde onu bir kere daha özlemle anarken
kadrinin bilinmesine küçük bir katkı yapmaya çalışacağım.
Onu ilk olarak
Tıbrevank'a yeni başladığım ve Orta 1'de olduğum yıldan hatırlıyorum. Nubar'ın
bulunduğu Orta 2. Sınıf Tıbrevank'ın tarihinde gördüğü en kalabalık ve en
renkli sınıftı. Bizim okul ve özellikle öğretmenler "Hababam Sınıfı"
denilen şeyi daha filmi yapılmadan bu sınıfla tanımıştı.
En renkli ve
enerjik simalardan biri de Nubar'dı. Okulun bir numaralı top cambazıydı. Küçük
futbol sahasında herkesi çalıma dizer, kimse ayağından topu alamazdı. Sınıftaki
yaramazlık ve muzipliğiyle öğretmen ve öğrencileri ne kadar kızdırsa, bir o
kadar da gülmekten kırıp geçiren ve kendini sevdiren tatlı biriydi Nubar.
Asıl adı
Fermun Çırak'tı. Nubar adını çok sonraları, Tıbrevank'tan sınıf arkadaşı olan
ve aynı saflarda mücadele yürütürken Hollanda'da MİT cinayetine kurban giden
yoldaşı Nubar Yalımyan'dan miras almıştı, Ozanyan'ı ise Ermeni devrimcilerin
tarihteki büyük komutanı Antranik Paşa'dan… Tıbrevank'ta Nubar Yalımyan'ı
Kürtçe "Reşo" diyerek kızdıranların başında gelen, Selamsız'ın
sokaklarından ta Üsküdar-Kabataş vapurunun bacasına kadar büyük harflerle
"Reşo" yazarak onu peşinden koşturtan Fermun, sonunda onun asıl
ismiyle özdeşleşmişti.
Gençliğinde
halter ve vücut geliştirme sporuyla uğraştığını kendi anlatımından biliyorum. O
zamanlar Türkiye vücut geliştirme şampiyonu olan Ahmet Enünlü'nün yanında
antreman görmüş, çok iyi dereceler yapmış, fakat Ermeni kimliğinden dolayı önü
tıkandığı için hak ettiği noktalara gelememişti. Daha sonra mülteci olarak
bulunduğu Paris'te Yılmaz Güney'in yakın korumalığını üstlenmiş. Bunun bahsini
kendisinden değil, anısına yazılanlar sayesinde sonradan duymuş oldum.
Fransa'da
geçirdiği yıllarını ortak arkadaş ve yoldaşlarımızdan Fakir adıyla duyardım. Bu
onun aslında bütün hayatına damgasını vuran, bir lokma bir hırkayla yetinme
özelliğinin kendisine verdiği bir sıfat olmalıydı. Oradan çıkıp Filistin'e,
Lübnan'a geçmiş, katılmaya hazırlandığı sıcak devrimci mücadele için askeri
eğitim görmüş, sonra da geçtiği Ermenistan'da Karabağ savaşının neferlerine
eğitim vermiş ve yaptığı hizmetler için Marşal Bağramyan nişanıyla
ödüllendirilmişti. Geçmiş yaşamındaki başka birçok şey gibi bunu da kendi
ağzından değil, ancak ölümünden sonra acılarını paylaştığım sevgili yaşam
arkadaşı ve evlatlığından öğrenmiş oldum.
Kırklı
yaşlarındayken Ermenistan'da tekrar yakın olabildiğim Nubar, artık ağır sporlar
yapmaktan uzak olsa da, her sabah çok erken çıkıp bir iki saat koşu yapmaya
devam ediyordu. Ağır sporcularda sonradan görülen kas sarkması ve kilo alma
durumu onda hiç bir zaman görülmedi. Çünkü koşu yanında hafif idmanı eksik etmeyen
ve çok az yiyen biriydi. Ermenistan'da yaşarken Cermuk isimli maden suyunu ve
yoğurdu çok sistemli alır, yanı sıra meyve sebzeye ağırlık verir ve hep
ölçüsünü bilirdi.
Benim onda
gördüğüm, nefsine hakim olmanın her anlamdaki mükemmel bir örneğiydi. Yeme-içme,
giyim-kuşam, zevk-eğlence bakımından olduğu gibi, manevi egoyu tatmin etme
bakımından da bütünüyle zaafsız denecek kadar sağlam bir karaktere sahipti.
Yaptıklarıyla övünmek, hava basmak, caka satmak onun tabiatında hiç yoktu. Öyle
ki, kendinden bahsetmeyi ayıp sayacak kadar ince bir tevazuya sahipti. Çok özel
sorulmadıkça başından geçen birşeyi anlatmaz, sorular karşısında bile herşeyini
açmazdı. İllegal mücadelede bu özelliği onun aynı zamanda çok iyi sır tutan
biri olmasını sağlıyordu.
Hakkında yazılan
tanıklık ve değerlendirmelerin hepsinde aşağı yukarı bu özellikler okunabilir.
Mütevaziliği yanında son derece paylaşımcı ve özverili oluşu, dürüstlük ve
samimiyeti, sakin ve yumuşak tabiatı, sözüne sadık ve güven veren kişiliği onu
yakından tanıyanların hepsi için nettir. Hakikaten o iyi bir dava adamı, iyi
bir yoldaş, ama her şeyden önce çok iyi kalpli bir insandı.
Halkının
acıları ve travmalarını Yozgat gibi bir mezbahadan çıkan büyüklerinin dilinden
dinleyerek büyümüş, ama içinde Müslüman kimliklere karşı nefretin zerresini de
taşımamıştı. Sonra Fransa'da, Lübnan'da ve Ermenistan'da o tarihin
derinliklerine vakıf olmaya başlamış, yerelle kalmayıp bütününü keşfetmiş,
soykırım gerçekliğini bilmeyenlere öğretmenin ve Türkiye'de bir küfür olarak algılanan
Ermeniliği doğru dürüst tanıtmanın mücadelesini de omuzlarında hissetmişti.
Nubar'la
buluştuğum kısa dönem onun yanında benim de Ermeni tarih literatürü ve
etnografik konularıyla haşır neşir olmamı getirdi.
Özel olarak
üzerinde yoğunlaştığım Dersim ve çevresine dair Ermenice ilk kaynakları yine
orada bulunan diğer rahmetli arkadaşım Sarkis Hatspanyan sayesinde keşfederken,
daha sonra bir çoklarını da Nubar'ın yardımıyla temin edebilmiştim. Nubar'ın
kendisi de sokak sergilerinden pek çok kitap alıyor ve onlarca yılın
susuzluğunu giderircesine okuyup notlar tutuyordu.
Çeviri
çalışmalarında onun öncelik verdiği, Türkiye'de hiç tanınmayan bir büyük Ermeni
komünistinin hayatı ve mücadelesini "Kafkaslar'ın Lenin'i Stepan
Şahumyan" başlığıyla Türkçeye kazandırmak oldu. Bunun öneminin anlaşılması
bakımından diyebilirim ki, 1918'de Bakü Komünü'ne öncülük eden ve Transkafkasya
çapında olağanüstü yetkili parti komiseri olan Şahumyan yaşasaydı, sonraki bazı
şeyler (özelllikle Sovyet Rusya ile Kemalist Türkiye arasındaki ilişkiler ve
Ermenistan'ın kaderi) çok farklı şekillenebilirdi.
Kafkaslar'ın
ondan sonraki Bolşevik lideri Orconikidze ve Ermenistan'ın Sovyetleşmesi
hakkında bir kitabı da çeviren Nubar, daha sonra 24 Nisan şehidi aydınlardan
Nazaret Dağavaryan'ın Alevilik ile Protestanlığın tarihsel-kültürel köklerine
dair çok değerli bir incelemesini benim tavsiyem üzerine Türkçeye çevirmişti.
Ve tabii imkanı olsa yapmayı tasarladığı ve de başlangıç yaptığı bir çok başka
çalışma vardı.
Ama hepsinin
üstünde ve kendisini tanıyan pek çok dostunun, yoldaşının akıl ufuklarının
ötesinde, 60 yaşını doldurmak üzereyken onun kendine biçtiği bir yeni misyon,
yada partisi TKP/ML'nin çağrısı üzerine gözünü kırpmadan üstlendiği yeni bir
görevi oldu. Suriye'nin kuzeyinde yaratılmakta olan Rojava özerklik alanını
İŞİD canilerine ve büyük destekçisi Türk devletine karşı savunmak! Bunun için
oluşturulan Enternasyonal Özgürlük Taburları'na katıldı ve gidip bölgede
savaşçıların eğitilmesindan sıcak çatışmaları yönetmeye kadar bir dizi riskli
sorumluluk yüklendi.
Tıbrevank'ın
Fermun'u, Paris'in Fakir'i, Hayastan'ın Nubar'ı, Rojava'nın Orhan'ı, kırk yıl
kadar önce Tıbrevank'tan çıkan feda ruhunu buralara taşıdı ve sınır tanımaz bir
devrimci olarak 61 yaşında Armenak-Hayrabet-Nubar ve Manuel'lerin zincirine
eklendiği gibi, tarihten Paramaz ve Antranik'lerin de yeni bir parıltısı oldu.
Öyle ki sonradan aldığı isimlerin tümünün hakkını sonuna kadar verdi, tümü ona
yakıştı.
Suriye'nin
kuzeyinde yaşamını sürdüren az sayıda Ermenilerin, Asuri-Süryanilerin kendi
güçleriyle Rojava Kürtlerine ve PYD güçlerine destek olmaları, dayanışma
göstermeleri, ittifak oluşturmaları Nubar Ozanyan gibi yiğit bir komutanın öncü
rolüyle daha bir ivme kazandı. Ölümünün ardından binlerce kişi onu uğurladığı gibi,
daha sonra onun adına Ermeni taburu kuruldu ve halklar arası birlik duygusu
gelişti. Bu aynı zamanda Kürt halkının Ermenilere bakışını olumlu yönde
etkileyen canlı bir örnekti. Başka hiç bir şey için olmasa bile, sırf bu
etkileri bakımından Nubar'ın oynadığı rol önemliydi. Kaldı ki bölgeden yapılan
tanıklıklara göre o aynı zamanda müthiş bir taktik ustası olarak İŞİD'in
ablukasını kırmayı başarmış oldu.
Bir kelimeyle
hayatının yaşlılığa dayanmış bir evresinde onun cesaret edip yüklendiği öyle
tehlikeli bir misyon ve öyle onurlu bir ölüm, biz sevenlerinin yüreğinde ne
kadar sızı yaratsa da, bir o kadar derin saygı ve hayranlık uyandırdı. Doğrusu
biraz da kendimize dönme, ne yaptığımızı ve neye yaradığımızı sorgulama
vesilesi oldu.
Geçtiğiimiz
son bir yıl içinde Artsakh (Dağlık Karabağ) ve Ermenistan'a yaşatılan kâbusu
görmemiş olmakla Nubar talihli sayılır. Bu süreç daha önce kendisi oradayken
yaşansa hiç durmaz ve Artsakh'ın savunmasına katılırdı. Muhakkak ki, Nubar'ın
devrimci ruhu da bütün savaş boyunca orada kol gezdi, Yerabılur şehitleriyle
kucaklaştı.
Sevgili Nubar,
yerinde rahat uyu. Bir gün bütün düşlerinin gerçek olacağı bir dünya veya
iyilerin baskın geleceği bir evren dileğiyle…
--------------------------------------------Kardeşin
Hovsep--14 Ağustos 2021.