29 Ağustos 2024 Perşembe

Çin “sosyalist” kamuflajlı emperyalist bir devlettir. Kerem Yıldırım

Sosyalist Siyasette Filistin Meselesine Yönelik İdeolojik Sapmalar

Hem emperyalistler arasındaki hem de emperyalist işgale karşı mücadele edenler arasındaki çelişmeleri doğru tahlil ve tasnif etmek, emperyalist kapitalizme karşı komünist seçeneğin güçlenmesi açısından yaşamsaldır.

 Hakikat çelişmedir. Hakikatin çelişmelere dayanması şeyler arasındaki farklara dayanır. Şeyler arasındaki farkların uzlaşmaz hâle gelmesine karşıtlık denir. Diğer bütün çelişmeleri ardından sürükleyen birincil/başat çelişme ise baş çelişmedir. Baş çelişme, karşıtlığa dönüşmüş temel çelişmeyi değiştirmez ancak temel çelişmenin ele alınmasında yön verici niteliğe sahip, çelişmenin özel bir biçimidir.

Sınıflar mücadelesi toplumsallaşma pratiğinin esasıdır. Sınıflar mücadelesi; gerek egemen sınıflar içindeki farklı eğilimlerin mücadelesi gerekse de egemen sınıflar ile ezilen sınıflar arasındaki mücadeleler olarak karşımıza çıkar.

Kapitalizmin dünyalılaşmasıyla birlikte sınıflar mücadelesinin temel çelişkisi burjuvaziyle işçi sınıfı arasındaki çelişkidir. Kapitalist ilişkileri ve kapitalist özel mülkiyeti tasfiye edecek sınıf, kapitalistleşmenin sonucu olarak ortaya çıkan işçi sınıfıdır.

Kapitalizmin yirminci yüzyılın başında tekelci aşamaya geçmesiyle birlikte, kapitalizmin temel çelişmesi değişmedi ancak Batı’da yükselen emperyalist burjuvazi, dünya genelinde kurduğu sömürü mekanizması sayesinde Batılı işçi sınıfına emperyalist sömürüden “pay” verdi. Bu durum İngiltere’de, Kıta Avrupa’sında ve Kuzey Amerika’da burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki karşıtlığın silikleşmesine neden oldu. Çünkü Batı emperyalist burjuvazisi “içeride” yaşadığı krizi kapitalizmin henüz gelişmediği sömürge ve yarı sömürge coğrafyalara taşıdı.

Krizin dünyanın ezilen coğrafyalarına taşınması uluslararası kapitalizmin temel çelişmesini değiştirmese de, karşıtlığın ve çelişmelerin daha karmaşık bir hâle bürünmesine yol açtı.

Bu karmaşık durumun en önemli başlıklarından biri de ulusal sorundu. Emperyalistleşen Batı burjuvazisi dünya pazarında egemenlik yarışını sürdürürken, sömürülen dünyadaki ulusal baskı siyasetini daha da arttırdı. 1917 Ekim Devrimi Avrupa’nın en geri ülkesinde emperyalist zinciri kırarak emekçi iktidarını kurdu.

Ekim Devrimi’nin en ayırt edici yanı ise Çarlık Rusya’sının ulusal baskı zincirini de kırmasıydı. Devrim, ulusal meseleyi ulusal eşitlik temelinde çözen ve Çarlık dışında yaşayan ezilen uluslara da ilham olan bir iradeyi temsil etti.

Emperyalist baskı ve sömürü ile ezilen dünya arasındaki çelişme baş çelişme hâline geldi. Batı’da silikleşen temel çelişkinin belirginleşmesi de, emperyalizmin zayıf halkalarındaki-ezilen dünyadaki- zincirin kırılmasına bağlıydı.

Sosyalist iktidarlar; Ekim Devrimi’nden Çin Sosyalist Devrimi’ne ve sonrasına uzanan bütün süreçlerde, özellikle Vietnam Ulusal Kurtuluş Savaşı’na dek, ulusal meselelerin eşitlik temelinde çözülmesinde ve emperyalist işgallere karşı mücadelelerde, büyük ölçüde olumlu bir rol oynadılar. Sosyalist iktidarların etkin olduğu ve ağırlığını hissettirdiği bir dünyada ulusal mesele de devrimci bir siyasal hatta çözüme kavuşma olanağı buldu.

Bu arada şu hakikati de teslim etmek gerekiyor. Siyasal pratik içinde sosyalizmin her türlü ulusal meseleyi sorunsuz çözdüğü iddiasında değiliz. Ancak genel bir yönelim olarak, ulusal hareketler emperyalizme ve ulusal baskıya karşı mücadelelerinde sosyalist iktidarlardan güç alan, emperyalist zinciri kırma noktasında, bugünle kıyaslandığında belirgin bir biçimde emperyalizmle uzlaşmaya uzak bir siyasal eğilim içindeydiler.

Filistin meselesi de bu genel eğilimden muaf değildir. Hatta Filistin meselesini tam da bu tarihsel arka plan eşliğinde konuşmak, hakikati ele alırken boşluk bırakmamanın da güvencesidir.

Filistin meselesi, ikinci emperyalist savaş sonrası “Yahudi sorununun” Batılı emperyalist burjuvazi eliyle Orta Doğu’ya taşınmasıdır. Bu meseleye karşı sosyalist mücadelenin etkin olduğu bir dünyada, özellikle 1970’li yıllarda, İsrail işgalciliğine karşı yürütülen ulusal savaşta kızıl rengin belirginliği şüphesiz bir gerçekti.

Bu gerçeklik sosyalizmin yenilgisi ve emperyalist dünyanın Müslüman coğrafyayı anti-komünist kuşatmasından sonra değişti. Dünün mevcut gerçekliği siyasal özneler açısından bugün zıddına dönüştü. Siyasal özneler açısından durum değişse de, İsrail işgali gerçeği değişmediği gibi, yeni emperyalist paylaşım aşamasında daha da karmaşıklaşan ve kurumsallaşan bir zemine oturdu.

***

Sosyalizmin son yarım asırlık yenilgisi dünya solunda olduğu kadar Türkiye solunda da önemli ideolojik sapmaların oluşmasına yol açtı.

12 Eylül faşist darbesi ve 2000’deki cezaevi katliamları devrimci hareketin yalnızca fiziksel tasfiyesine yol açmadı. Bu tarihsel kırılmalar aynı zamanda ideolojik tasfiyenin de önünü açan olumsuz bir süreç yaşanmasına neden oldu.

Komünistlerin ulusal meseleye ve emperyalist savaşa yaklaşımı da yaşanan ideolojik tasfiye süreçlerinden nasibini aldı. Kitlelerle bağı zayıflayan devrimci hareketler, dünyada komünist bir merkezin olmamasının da yarattığı “kıblesizlikle” sağa ve “sola” savrulan siyasal çizgilere yöneldiler.

Bu savrulmaları Filistin özelinde ele almadan önce, meselenin anlaşılmasını kolaylaştırması açısından başka örneklere de yer vermekte fayda olduğunu düşünüyoruz.

Yakın bir geçmişte olan Rusya emperyalizminin Ukrayna’yı ilhak etmesi çarpıcı bir önektir. Öncelikle NATO’nun Ukrayna’da faşist Zelenski hükümetini destekleyip, Rusya’ya karşı kışkırtması da Rusya’nın Ukrayna’yı ilhak etmesi de emperyalist savaş emaresidir. Bu savaş NATO ile Rusya emperyalizminin savaşıdır. Tehdit kapasitesi ve saldırganlık eğilimi açısından hâlâ ABD’nin başının çektiği emperyalist blok baş emperyalist bloktur. Ancak Rusya emperyalizmi de yeni ve gelişen emperyalisttir. Komünistlerin görevi baş emperyalistin saldırganlığını esas alıp, karşıdaki yeni emperyalist blokun önemli öznelerinden olan Rusya’ya yedeklenmek değildir. Komünistler için esas olan bağımsız sınıf/komünist siyasetinin korunmasıdır. Ukrayna hem NATO güdümünden hem de Rusya ilhakından kurtulmalıdır. Rusyalı ve Ukraynalı emekçilerin çıkarına olan; emperyalist savaşta taraf olmak değil, her türlü emperyalist tehdide karşı mücadele etmektir.

Benzer durum Filistin için de geçerlidir. Filistin meselesinde burjuva-“laik” bir okuma ile ilerici ve gerici tanımı yapmak, bu okuma üzerinden de Hamas düşmanlığını körüklemek, en nihayetinde dolaylı bir İsrail olumlaması yapmak, düzen içi ve gerici bir tutumdur. Türkiye solunun CHP etkisi altındaki kesimlerinde ve demokratik siyasette bu gerici yaklaşımın izleri vardır. Hatta bu çizgi uluslar arası konumlanma açısından baş emperyalizmi ve işgali dolaylı olumlamasından ötürü karşı devrimci bir niteliğe de sahiptir. Bu nedenle Filistin meselesindeki hatalı yaklaşımların en tehlikelisidir.

Hamas, Filistin iç siyaseti açısından gerici bir burjuva partisidir. Anti-komünist “yeşil kuşak” tedrisatının ürünüdür, kadın düşmanıdır, uzlaşmacıdır. Ancak İsrail işgaline karşı mücadelesi ileri ve demokratik niteliktedir. Bu konuda esas olan İsrail işgalinin gayri meşruluğudur. Batılı emperyalist bloğun hamiliğinde Filistin’i işgal eden İsrail haksızdır. İsrail işgaline direnen bütün Filistinli siyasal güçler haklı ve meşrudur. Çünkü Filistin’deki baş çelişme İsrail işgali ile işgale karşı direnen güçler arasındadır.

Bir başka yanlış çizgi ise Hamasçılıktır, Hamas’ın İsrail tarafından öldürülen liderini “şehit” olarak kabul etmektir. Öznelerinin ideolojik-sınıfsal pozisyonu yadsınarak ele alınan bir ulusal hareket değerlendirmesi, komünistleri burjuvazinin kuyruğuna takar. Komünistler Filistin’in işgaline karşı direnen bütün işgal karşıtı güçleri meşru görürken, bu güçlerin ideolojik-sınıfsal aidiyetlerini göz ardı edemezler. Bu tutum esasen bağımsız komünist hattın hiçleşmesine, ideolojik tasfiyeye yol açar. Hamas’ın işgal koşulları altındaki çift karakterli ideolojik rolü gözden kaçırılmamalıdır. Hamas ideolojik-sınıfsal aidiyetleri gereği İsrail işgaline karşı göreli ileri, Filistin iç siyasetinde ise gerici bir pozisyondadır.

Bugün pek görünür olmasa da, Filistin meselesinde bir başka yanlış çizgi de, Filistin direnişine yönelik yeni emperyalist bloğun olumlanmasıdır. Bu yanlış ve tasfiyeci çizgi özetle; Batı emperyalist bloğuna ve İsrail işgaline karşı Çin sosyal-emperyalizminin başını çektiği yeni emperyalist bloğu hoş görerek, ABD emperyalizmine karşı Çin’i destekliyor.

Bugün Filistin meselesinin güncel anlamı, yeni emperyalist savaşın düello alanlarından da birine dönüşüyor olmasıdır.

Çin “sosyalist” kamuflajlı emperyalist bir devlettir.

Çin hammadde ve enerji tedarikini karşılamak için hem Afrika, Latin Amerika ve Orta Doğu’ya hem de Avrupa ve Avustralya’ya büyük yatırımlar yaptı. Keza Çin, 2017 yılında ABD’yi geride bırakarak en büyük ham petrol ihracatçısı konumuna yükseldi.

1990 yılından beri yayınlanan ve elde edilen gelirlere göre dünyanın en büyük 500 şirketinin listelendiği Fortune 500’ün verilerine göre, listeye giren Çinli şirket sayısı ABD’li şirket sayısını geçtiğimiz üç senede geride bıraktı.

Çin’in Orta Doğu yatırımları her geçen gün artıyor, Çin devleti geçen mayıs ayında ise Orta Doğu’ya altı savaş gemisi konuşlandırdı.

Özetle, güncel açıdan Filistin meselesi aynı zamanda ABD emperyalizmi ile Çin sosyal-emperyalizmi yarışı açısından bir muhabere alanı olma niteliği de taşıyor.

Filistin meselesi üzerinden Çin’in olumlanmasının sinsi ve tehlikeli boyutu ise Çin devleti tarafından beslenen bazı “sol” çevrelerin, Çin sosyal-emperyalizmini “sosyalist” olarak pazarlamasıdır.

Bu açıdan da bağımsız komünist hatta ısrar etmek ve emperyalistler arası paylaşım kavgasına değil emperyalist savaşa/işgale karşı taraf olmak, komünist siyaset açısından asli ideolojik ilkedir.

Ele alacağımız son yanlış çizgi ise İsrail işgaline karşı Filistin ulusal davasını haklı görüp, Kürdistan’daki işgale karşı sessiz kalan çizgidir. Filistin ulusunun işgale karşı tutumu ne kadar haklı ise, Kürt ulusunun da işgale ve ilhaka karşı ulusal eşitlik mücadelesi o denli haklıdır. Filistin ulusal davasının yanında tavır almaktan çekinmeyenler, Kürt meselesinde dolaylı olarak Türk burjuva devletinin yanında konumlanıyorlar. Bu çizgi sosyal-şovenist çizgidir ve ideolojik tasfiyeciliğin de en katmerli biçimidir.

Komünistler; Kürt ulusal sorununa üşüşen emperyalistlerden de uzlaşmacı ulusal dinamikten de bağımsız bir komünist hatta ve uzlaşmaz bir devrimci çizgide ısrar etmelidir.

Son tahlilde; emperyalist işgalleri koşulsuz bir biçimde haksız görmekle, emperyalist işgallere ve ilhaklara karşı direnen siyasal güçleri haklı görmekle işgale karşı direnen burjuva siyasal öznelere yedeklenmek birbirine karşıt iki çizgiyi temsil etmektedir.

Her türlü emperyalist işgal ve ulusal baskı gayri meşrudur. İşgale karşı direnen bütün siyasetler haklıdır.

Baş emperyalist bloğa karşı çıkarken yeni gelişen emperyalist bloğu olumlamak komünist hattan, işçi sınıfının devrimci çizgisinden ideolojik sapmadır, tasfiyeciliktir.

İşgale karşı mücadele eden uzlaşmacı-burjuva özneleri koşulsuz sahiplenerek, bağımsız komünist hattın yadsınması da ideolojik sapmadır, tasfiyeciliktir.

Hem emperyalistler arasındaki hem de emperyalist işgale karşı mücadele edenler arasındaki çelişmeleri doğru tahlil ve tasnif etmek, emperyalist kapitalizme karşı komünist seçeneğin güçlenmesi açısından yaşamsaldır.

Bir yandan emperyalist işgale karşı en geniş birleşik cepheyi savunacağız, diğer yandan da anti-emperyalizmin en tutarlı formu olan komünist siyasetin bağımsız hattını inşa edeceğiz. Emperyalist işgale ve ulusal soruna karşı güncel komünist görev budur.

 https://gazetepatika22.com/sosyalist-siyasette-filistin-meselesine-yonelik-ideolojik-sapmalar-157268.html

 

Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)