Sosyalist Siyasette Filistin Meselesine Yönelik İdeolojik
Sapmalar
Hem emperyalistler arasındaki hem de emperyalist işgale
karşı mücadele edenler arasındaki çelişmeleri doğru tahlil ve tasnif etmek,
emperyalist kapitalizme karşı komünist seçeneğin güçlenmesi açısından
yaşamsaldır.
Hakikat çelişmedir.
Hakikatin çelişmelere dayanması şeyler arasındaki farklara dayanır. Şeyler
arasındaki farkların uzlaşmaz hâle gelmesine karşıtlık denir. Diğer bütün
çelişmeleri ardından sürükleyen birincil/başat çelişme ise baş çelişmedir. Baş
çelişme, karşıtlığa dönüşmüş temel çelişmeyi değiştirmez ancak temel çelişmenin
ele alınmasında yön verici niteliğe sahip, çelişmenin özel bir biçimidir.
Sınıflar mücadelesi toplumsallaşma pratiğinin esasıdır.
Sınıflar mücadelesi; gerek egemen sınıflar içindeki farklı eğilimlerin
mücadelesi gerekse de egemen sınıflar ile ezilen sınıflar arasındaki
mücadeleler olarak karşımıza çıkar.
Kapitalizmin dünyalılaşmasıyla birlikte sınıflar
mücadelesinin temel çelişkisi burjuvaziyle işçi sınıfı arasındaki çelişkidir.
Kapitalist ilişkileri ve kapitalist özel mülkiyeti tasfiye edecek sınıf,
kapitalistleşmenin sonucu olarak ortaya çıkan işçi sınıfıdır.
Kapitalizmin yirminci yüzyılın başında tekelci aşamaya
geçmesiyle birlikte, kapitalizmin temel çelişmesi değişmedi ancak Batı’da
yükselen emperyalist burjuvazi, dünya genelinde kurduğu sömürü mekanizması
sayesinde Batılı işçi sınıfına emperyalist sömürüden “pay” verdi. Bu durum
İngiltere’de, Kıta Avrupa’sında ve Kuzey Amerika’da burjuvazi ile işçi sınıfı
arasındaki karşıtlığın silikleşmesine neden oldu. Çünkü Batı emperyalist
burjuvazisi “içeride” yaşadığı krizi kapitalizmin henüz gelişmediği sömürge ve
yarı sömürge coğrafyalara taşıdı.
Krizin dünyanın ezilen coğrafyalarına taşınması uluslararası
kapitalizmin temel çelişmesini değiştirmese de, karşıtlığın ve çelişmelerin
daha karmaşık bir hâle bürünmesine yol açtı.
Bu karmaşık durumun en önemli başlıklarından biri de ulusal
sorundu. Emperyalistleşen Batı burjuvazisi dünya pazarında egemenlik yarışını
sürdürürken, sömürülen dünyadaki ulusal baskı siyasetini daha da arttırdı. 1917
Ekim Devrimi Avrupa’nın en geri ülkesinde emperyalist zinciri kırarak emekçi
iktidarını kurdu.
Ekim Devrimi’nin en ayırt edici yanı ise Çarlık Rusya’sının
ulusal baskı zincirini de kırmasıydı. Devrim, ulusal meseleyi ulusal eşitlik
temelinde çözen ve Çarlık dışında yaşayan ezilen uluslara da ilham olan bir
iradeyi temsil etti.
Emperyalist baskı ve sömürü ile ezilen dünya arasındaki
çelişme baş çelişme hâline geldi. Batı’da silikleşen temel çelişkinin
belirginleşmesi de, emperyalizmin zayıf halkalarındaki-ezilen dünyadaki-
zincirin kırılmasına bağlıydı.
Sosyalist iktidarlar; Ekim Devrimi’nden Çin Sosyalist
Devrimi’ne ve sonrasına uzanan bütün süreçlerde, özellikle Vietnam Ulusal
Kurtuluş Savaşı’na dek, ulusal meselelerin eşitlik temelinde çözülmesinde ve
emperyalist işgallere karşı mücadelelerde, büyük ölçüde olumlu bir rol
oynadılar. Sosyalist iktidarların etkin olduğu ve ağırlığını hissettirdiği bir
dünyada ulusal mesele de devrimci bir siyasal hatta çözüme kavuşma olanağı
buldu.
Bu arada şu hakikati de teslim etmek gerekiyor. Siyasal
pratik içinde sosyalizmin her türlü ulusal meseleyi sorunsuz çözdüğü iddiasında
değiliz. Ancak genel bir yönelim olarak, ulusal hareketler emperyalizme ve
ulusal baskıya karşı mücadelelerinde sosyalist iktidarlardan güç alan,
emperyalist zinciri kırma noktasında, bugünle kıyaslandığında belirgin bir
biçimde emperyalizmle uzlaşmaya uzak bir siyasal eğilim içindeydiler.
Filistin meselesi de bu genel eğilimden muaf değildir. Hatta
Filistin meselesini tam da bu tarihsel arka plan eşliğinde konuşmak, hakikati
ele alırken boşluk bırakmamanın da güvencesidir.
Filistin meselesi, ikinci emperyalist savaş sonrası “Yahudi
sorununun” Batılı emperyalist burjuvazi eliyle Orta Doğu’ya taşınmasıdır. Bu
meseleye karşı sosyalist mücadelenin etkin olduğu bir dünyada, özellikle
1970’li yıllarda, İsrail işgalciliğine karşı yürütülen ulusal savaşta kızıl
rengin belirginliği şüphesiz bir gerçekti.
Bu gerçeklik sosyalizmin yenilgisi ve emperyalist dünyanın
Müslüman coğrafyayı anti-komünist kuşatmasından sonra değişti. Dünün mevcut
gerçekliği siyasal özneler açısından bugün zıddına dönüştü. Siyasal özneler
açısından durum değişse de, İsrail işgali gerçeği değişmediği gibi, yeni
emperyalist paylaşım aşamasında daha da karmaşıklaşan ve kurumsallaşan bir
zemine oturdu.
***
Sosyalizmin son yarım asırlık yenilgisi dünya solunda olduğu
kadar Türkiye solunda da önemli ideolojik sapmaların oluşmasına yol açtı.
12 Eylül faşist darbesi ve 2000’deki cezaevi katliamları
devrimci hareketin yalnızca fiziksel tasfiyesine yol açmadı. Bu tarihsel
kırılmalar aynı zamanda ideolojik tasfiyenin de önünü açan olumsuz bir süreç
yaşanmasına neden oldu.
Komünistlerin ulusal meseleye ve emperyalist savaşa
yaklaşımı da yaşanan ideolojik tasfiye süreçlerinden nasibini aldı. Kitlelerle
bağı zayıflayan devrimci hareketler, dünyada komünist bir merkezin olmamasının
da yarattığı “kıblesizlikle” sağa ve “sola” savrulan siyasal çizgilere yöneldiler.
Bu savrulmaları Filistin özelinde ele almadan önce,
meselenin anlaşılmasını kolaylaştırması açısından başka örneklere de yer
vermekte fayda olduğunu düşünüyoruz.
Yakın bir geçmişte olan Rusya emperyalizminin Ukrayna’yı
ilhak etmesi çarpıcı bir önektir. Öncelikle NATO’nun Ukrayna’da faşist Zelenski
hükümetini destekleyip, Rusya’ya karşı kışkırtması da Rusya’nın Ukrayna’yı
ilhak etmesi de emperyalist savaş emaresidir. Bu savaş NATO ile Rusya
emperyalizminin savaşıdır. Tehdit kapasitesi ve saldırganlık eğilimi açısından
hâlâ ABD’nin başının çektiği emperyalist blok baş emperyalist bloktur. Ancak
Rusya emperyalizmi de yeni ve gelişen emperyalisttir. Komünistlerin görevi baş
emperyalistin saldırganlığını esas alıp, karşıdaki yeni emperyalist blokun önemli
öznelerinden olan Rusya’ya yedeklenmek değildir. Komünistler için esas olan
bağımsız sınıf/komünist siyasetinin korunmasıdır. Ukrayna hem NATO güdümünden
hem de Rusya ilhakından kurtulmalıdır. Rusyalı ve Ukraynalı emekçilerin
çıkarına olan; emperyalist savaşta taraf olmak değil, her türlü emperyalist
tehdide karşı mücadele etmektir.
Benzer durum Filistin için de geçerlidir. Filistin
meselesinde burjuva-“laik” bir okuma ile ilerici ve gerici tanımı yapmak, bu
okuma üzerinden de Hamas düşmanlığını körüklemek, en nihayetinde dolaylı bir
İsrail olumlaması yapmak, düzen içi ve gerici bir tutumdur. Türkiye solunun CHP
etkisi altındaki kesimlerinde ve demokratik siyasette bu gerici yaklaşımın
izleri vardır. Hatta bu çizgi uluslar arası konumlanma açısından baş
emperyalizmi ve işgali dolaylı olumlamasından ötürü karşı devrimci bir niteliğe
de sahiptir. Bu nedenle Filistin meselesindeki hatalı yaklaşımların en
tehlikelisidir.
Hamas, Filistin iç siyaseti açısından gerici bir burjuva
partisidir. Anti-komünist “yeşil kuşak” tedrisatının ürünüdür, kadın
düşmanıdır, uzlaşmacıdır. Ancak İsrail işgaline karşı mücadelesi ileri ve
demokratik niteliktedir. Bu konuda esas olan İsrail işgalinin gayri
meşruluğudur. Batılı emperyalist bloğun hamiliğinde Filistin’i işgal eden
İsrail haksızdır. İsrail işgaline direnen bütün Filistinli siyasal güçler haklı
ve meşrudur. Çünkü Filistin’deki baş çelişme İsrail işgali ile işgale karşı
direnen güçler arasındadır.
Bir başka yanlış çizgi ise Hamasçılıktır, Hamas’ın İsrail
tarafından öldürülen liderini “şehit” olarak kabul etmektir. Öznelerinin
ideolojik-sınıfsal pozisyonu yadsınarak ele alınan bir ulusal hareket
değerlendirmesi, komünistleri burjuvazinin kuyruğuna takar. Komünistler
Filistin’in işgaline karşı direnen bütün işgal karşıtı güçleri meşru görürken,
bu güçlerin ideolojik-sınıfsal aidiyetlerini göz ardı edemezler. Bu tutum
esasen bağımsız komünist hattın hiçleşmesine, ideolojik tasfiyeye yol açar.
Hamas’ın işgal koşulları altındaki çift karakterli ideolojik rolü gözden
kaçırılmamalıdır. Hamas ideolojik-sınıfsal aidiyetleri gereği İsrail işgaline
karşı göreli ileri, Filistin iç siyasetinde ise gerici bir pozisyondadır.
Bugün pek görünür olmasa da, Filistin meselesinde bir başka
yanlış çizgi de, Filistin direnişine yönelik yeni emperyalist bloğun
olumlanmasıdır. Bu yanlış ve tasfiyeci çizgi özetle; Batı emperyalist bloğuna
ve İsrail işgaline karşı Çin sosyal-emperyalizminin başını çektiği yeni
emperyalist bloğu hoş görerek, ABD emperyalizmine karşı Çin’i destekliyor.
Bugün Filistin meselesinin güncel anlamı, yeni emperyalist
savaşın düello alanlarından da birine dönüşüyor olmasıdır.
Çin “sosyalist” kamuflajlı emperyalist bir devlettir.
Çin hammadde ve enerji tedarikini karşılamak için hem
Afrika, Latin Amerika ve Orta Doğu’ya hem de Avrupa ve Avustralya’ya büyük
yatırımlar yaptı. Keza Çin, 2017 yılında ABD’yi geride bırakarak en büyük
ham petrol ihracatçısı konumuna yükseldi.
1990 yılından beri yayınlanan ve elde edilen gelirlere göre
dünyanın en büyük 500 şirketinin listelendiği Fortune
500’ün verilerine göre, listeye giren Çinli şirket sayısı ABD’li şirket
sayısını geçtiğimiz üç senede geride bıraktı.
Çin’in Orta Doğu yatırımları her geçen gün artıyor, Çin
devleti geçen mayıs ayında ise Orta Doğu’ya altı savaş gemisi konuşlandırdı.
Özetle, güncel açıdan Filistin meselesi aynı zamanda ABD
emperyalizmi ile Çin sosyal-emperyalizmi yarışı açısından bir muhabere alanı
olma niteliği de taşıyor.
Filistin meselesi üzerinden Çin’in olumlanmasının sinsi ve
tehlikeli boyutu ise Çin devleti tarafından beslenen bazı “sol” çevrelerin, Çin
sosyal-emperyalizmini “sosyalist” olarak pazarlamasıdır.
Bu açıdan da bağımsız komünist hatta ısrar etmek ve
emperyalistler arası paylaşım kavgasına değil emperyalist savaşa/işgale karşı
taraf olmak, komünist siyaset açısından asli ideolojik ilkedir.
Ele alacağımız son yanlış çizgi ise İsrail işgaline karşı
Filistin ulusal davasını haklı görüp, Kürdistan’daki işgale karşı sessiz kalan
çizgidir. Filistin ulusunun işgale karşı tutumu ne kadar haklı ise, Kürt
ulusunun da işgale ve ilhaka karşı ulusal eşitlik mücadelesi o denli haklıdır.
Filistin ulusal davasının yanında tavır almaktan çekinmeyenler, Kürt
meselesinde dolaylı olarak Türk burjuva devletinin yanında konumlanıyorlar. Bu
çizgi sosyal-şovenist çizgidir ve ideolojik tasfiyeciliğin de en katmerli
biçimidir.
Komünistler; Kürt ulusal sorununa üşüşen emperyalistlerden
de uzlaşmacı ulusal dinamikten de bağımsız bir komünist hatta ve uzlaşmaz bir
devrimci çizgide ısrar etmelidir.
Son tahlilde; emperyalist işgalleri koşulsuz bir biçimde
haksız görmekle, emperyalist işgallere ve ilhaklara karşı direnen siyasal
güçleri haklı görmekle işgale karşı direnen burjuva siyasal öznelere
yedeklenmek birbirine karşıt iki çizgiyi temsil etmektedir.
Her türlü emperyalist işgal ve ulusal baskı gayri meşrudur.
İşgale karşı direnen bütün siyasetler haklıdır.
Baş emperyalist bloğa karşı çıkarken yeni gelişen
emperyalist bloğu olumlamak komünist hattan, işçi sınıfının devrimci
çizgisinden ideolojik sapmadır, tasfiyeciliktir.
İşgale karşı mücadele eden uzlaşmacı-burjuva özneleri
koşulsuz sahiplenerek, bağımsız komünist hattın yadsınması da ideolojik
sapmadır, tasfiyeciliktir.
Hem emperyalistler arasındaki hem de emperyalist işgale
karşı mücadele edenler arasındaki çelişmeleri doğru tahlil ve tasnif etmek,
emperyalist kapitalizme karşı komünist seçeneğin güçlenmesi açısından yaşamsaldır.
Bir yandan emperyalist işgale karşı en geniş birleşik
cepheyi savunacağız, diğer yandan da anti-emperyalizmin en tutarlı formu olan
komünist siyasetin bağımsız hattını inşa edeceğiz. Emperyalist işgale ve ulusal
soruna karşı güncel komünist görev budur.